• Sonuç bulunamadı

30 yıl sonra Türkiye'ye gelen Avni Arbaş Ankara'da ilk sergisini açtı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "30 yıl sonra Türkiye'ye gelen Avni Arbaş Ankara'da ilk sergisini açtı"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

4 Ş U B A T 1977

TR0

R E S İM

MÜZİK

30 YIL SO N R A TÜRKİYE'YE GELEN

Avni Arbas

M

Ankara'da

ilk sergisini

açtı

Z E Y N E P O R A L

$

U günlerde Ankara ne zamandır heyecanla beklenen bir sanat olayma tanıklık ediyor. A v n i Arbaş’ın Vakko Galerisi’ndeki resim sergisi.

Bundan bir kaç ay önce Paris’ten İstanbul’a geldi­ ğinde, üstelik tam 30 y ıl sü­ ren bir ayrılıktan sonra İs ­ tanbul’a geldiğinde A vn i Arbaş’m “ Söyleyin dostlar, İstanbul’da mıyım? Gerçek mi bu yoksa düş mü?” diye mırıldandığım hâlâ duyar gibiyim . Evet tam 30 yıl a y rı k a lm ıştı İs ta n ­ bul’undan, ülkesinden, top­ rağından, insanlarından. İstanbul Güzel Sanatlar A k a d em isin d e L eop old L e v y ’nin öğrencisiyken gü­ nün birinde Fransız Hükü­ metinden bir burs kazanıp, bir yıllık eğitim için Paris’e gitmişti. Ancak A v n i Ar- baş, Paris’i, Paris’teki y a­ şamını, sanatım, eğitimini, çoşkusunu, sevgilerini ba­ yıla sığdıramadı. Bir yıl oldu iki, sonra üç yıl... Sonra dört sonra beş. Artık istese de gelemiyordu: K o ­ şullar, nedenler, ilişkiler, etkiler, tepkiler, çünküler zorunluluklar, gerekçeler... Tam otuz yıl, bir yandan hasretle yanıp tutuştu, bu­ yandan da Paris’teki bin­ lerce ressam arasında yok olup gitmeden dimdik du­ rup kendini kabul ettirme­ sini bildi.

“ EN B Ü Y Ü K

A K IL L IL IĞ IM ”

Yine İstanbul’a döndüğü günlerde söylediği şu sözü an ım sıyoru m : “ P a r is ’te ayakta durabildimse, en büyük akıllılığım hiç bir ekole bağlı kalmamam ol­ du.” Eğitim için Paris’e gittiği ilk yıllarda Andre Lothe ve Fernard L g er’nin atölyelerine girmişti. Her usta ressam, atölyesindeki öğrencilerin tıpkı kendisi gibi resim yapmasını isti­ yordu. A v n i A rb aş’m ise bu isteklere uyması olanaksız­ dı. Çünkü... “ Herhangi bir akıma kapılmaya kişiliğim elverişli değildi. Bir akımın temsilcisi olmak ya da yal­ nız bir ustayı izlemek doğa­ ya karşı gelmek gibi bir şey olurdu. Çünkü akımların tümü elmanın yansı. Diğer yarısı ise benim kişiliğim, içimdeki birikim, Türkiye, Anadolu... Ancak .bu biri­ kimin üzerine bir şeyler inşa edebilirdim. Bunlann tü­ münün sentezinden yarar­ lanabilirdim.”

A V N İ ARBAS

İSTANBUL GÜZEL

sa n atlar

a k a d e m isin i

BİTİRDİKTEN SONRA FRANSIZ

h ü k ü m e tin in

bursu

ile

P

aris

'

e

giden

sa n a tç i

, «

p a r iste

a y a k t a

DURABİLDİMSE, EN BüYüK AKILLILIĞIM HİÇ BİR EKOLE

BAĞLI KALMAMAM OLDU» DİYOR

için şöyle diyordu: “ Onu dimdik ayakta tutan mesle­ ğine beslediği sonsuz sevgi ve doğa ile kurduğu dörtba- şı mamur dostluk olmuş­ tur... A v n i’nin özelliklerin­ den biri de konulannı boya kutusunda değil yüreğinde ve kafasında her saniye be­ raberinde taşımasıdır...”

İşte şimdi, 30 y ılı aşkm bir süreden sonra Tür­ kiye’de ilk kez, A v n i A r ­ baş’m “ Yüreğinde ve kafa­ sında taşıdıklarını” , “ Mes­ leğine beslediği sonsuz sev­ g iy i” ve “ Doğayla (yalnız doğayla mı, o doğada yaşa­ yan insanlarla), dörtbaşı mamur dostluğu” , izleyebi­ liyoruz. A vn i Arbaş nasıl bunca uzun bir süredir Tür­ kiye’ye hasret kalmışsa, Türkiye’deki sanatseverler de onun eserlerine hasret kalmışlardı nicedir.

ARBAŞ1N BİR ESERİ

Dünyanın en büyük kültür

merkezi Paris'te acildi

Dünyanııv.an büyük-kültür merkezi, önceki gün Paris’te hizmete girdi. Fran­ sız D evlet Başkam Georges Pompidou’ - nun önerisiyle tasarlanan ve 1969 yılın­ da inşasına başlanan bu merkeze “ Pom- pidou Kültür M erkezi” adı verildi. 150 metre genişliğinde, 60 metre eninde. 42 metre yükseklikteki bu cam ve çelik y a ­ pı, bir binadan çok bir füzeyi ya da bir gemiyi andırmaktadır. Bu “ gem i” nin mimarları İtalyan Renzo Piano ile İn g i­ liz Richard Rogers, mimarlar bu dev kültür merkezinde, alan ekonomisi sağ­ lamak için tüm teknik, elektronik, me­ kanik aygıtları yapının dışında

bırak-mışlar, içeride yalnız kültürel eylemlere olanak sağlayacak alanlara yer verm iş­ ler. İçinde dev bir klasik eserler müzesi, sayısız konser, sinema ve tiyatro salon­ ları, bir milyon kitaplı bir kütüphane, audio visüel ve akustik sanatlar salon­ ları, sanat laboratuvarlan, deneysel ço­ cuk atölyeleri bulunan bu kültür merke­ zi için N ew York Times gazetesi şöyle demektedir: “ Bu Fransızlar, yeryüzüne dünyayı şaşırtmak için geldiler galiba, E yfel kulesinden sonra, yeni kültür merkezleriyle herkesi bir kez daha şaş­ kına çevirdiler.”

MÜZİK

FARUK

Y E N E R

BA ŞK ESİTTEN KO N UKLAR:

BİR BEŞLİ

VE

BİR KEM ANCI

Batıya dönük bir Osmanlı sultam “ Yeniçeri Oca­ ğ ı" aa dağıttıktan sonra yeni askerî düzenin “ meh- ter’ Te ı

İrtişan ■far

fim

kestirerek bandolar kurul­ masını emretmiş, bu topluluklarda S M M i gençlerin yetişmesi için daha sonra her birine paşalık rütbesi verilecek olan Donizetti, Guatelll ve Aranda g ib i de­ ğerli öğretmenler getirtm işti. Yurdumuzda “ nefesli çalgılar” okulu ve geleneği Sultan İkinci M ahm ut’la kurulmuş, geçmişi yüzyılı aşmıştır. İşte, o zamanki “ Mızıka-i Humayun” un günümüzdeki karşılığı say­ mamız gereken Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkest- rası’nm beş değerli üyesi oluşturur “ Ankara

Nefesli

Çalgılar Beşlisi’ni: Mükerrem Berk (flüt), Şakir Yo- 1aç (obua), A y k u t Doğansay (klarnet), Orhan Nuri Göktürk (fagot), E rol Göm ürgen(korno). AnkaralI, müzikçiler geçtiğim iz hafta Filarm oni Derneği’nin düzenlediği Sheraton Konseri’ne H aydn’m bir “ D i­ vertimento” su ile başladılar, Ib e rt’in "Ü ç K ısa P a r­ ça” sından sonra çağdaş yapıtlarla sürdürdüler. Konser boyunca iy i müzik yapma koşullarının beş usta ve tecrübeli yorumcuda nasıl oluşup kökleştiği­ ni gözledik doya doya. Başta şaşmaz bir beraberlik, sonra her ürünün anlamına yatkın tins al renk.., Hindemith’in “ Küçük Oda M ü ziği” nde rastlanan bir-iki ılık bölüm ve bir kaç tümce, A rn old ’un “ Ü ç işçi Şarkısı” ile verdiği düzeysel dokunun yanış ıra Ilhan Baran’ m “ D em et” i akşamın en ilginç dizişiydi kuşkusuz. K ısa ezgi çizgileri, lirik karakterleriyle dokuz zevkli pano gözledik “ D em et” boyunca. A n ­ kara'nın beş nefesli sanatçısını “ N efesli Çalgılar Beşlisi” ile bir daha selamlıyoruz.

Tunç Ü nver'in solist olarak katıldığı I.D .S .O . konseri gene Basarab yönetimindeydi. Bruch’un “ Sol M inör Kem an Konçertosu” nu dinledik ilk y a n ­ da. Bu pek bilinen partisyonla genç kemancı çevre­ sinde başka bir değerlendirme olanağı da doğmuş oluyordu İstanbullular için. “ Konçerto” boyunca bu değerlendirmenin sonucu somutlaştı sanının: Ün- ver’in Paris'de değerli öğretmenler yanındaki e ğ iti­ mi bitiminde sağladığı ödüller gerçekten zorlu çalışma yıllarının ürünüydü, buna karşın beklenen duyarlığa ulaşmamış yayı yeterli çoşku ve ısıdan yoksundu. Ü nver’in genel niteliğinde “ olağanüstü” bir yön yoktu. Oysa kendi kuşağından pek çok gencin şeytansı yorumlar sergilediği bir çağda olmalıydı bazı özellikleri, hiç değilse kuşkuyla kıvrılmış dudakları yanıtlayacak hünerleri. Sa­ natçıyı ilk izleyişimden bu yana edindiğim yargıda bir değişim yok; Ü n ver geleneklere elverdiğince say­ gılı kalarak kendine özgü bir teknik estetiğe ulaşıp seçkinleşebilir. Y eter ki çalışsın, durmadan çalış­ sın... Basarab bir Çaykovski “ Si M inör Op. 744 No. 6” (Pathétique-Acılı) Senfoni yorumuyla bü- tünledi programı. Sanatçı anatomisini belleğine sindirdiği, anlam ve duygularına rahatça katılabil- diği eseri topluluğun olanaklarını sömürerek s**’ dirdi, iniltileri, haykırışları, avuntuları, pişti çöküş ve tükenişleriyle.

İstanbul D evlet Opera ve BalesTnİT

larmda rol dağıtım değişimlerinin f

bir gözetimle belirtilmemesi iste*' yol açıyor. Geçtiğim iz hafta *r konusundaki düşüncelerim? «• seyrettiğim kadronun (S yanlışlık sonucu Bu. ' tim. Oysa bu rol' : mukbezd’ye ve anımsatmayı y^ ki başarısını f tekrarında d, görevlilerden

getirmeleri-İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Epey müddettenberi hakkında soruşturmalar yapılmakta olan Halit Ziya ile şoför Karakin dün Adliye’ye verilmişler ve ikinci Sullı Ceza Hâkimi tarafından

Geçen yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Kronolojik Türk Sinema Tarihi (1914-1988) adlı önem­ li bir saptama uğraşından sonra bu yıl da Türkiye Si­

D’après l’ordre du sultan Moustafa, les pages de la Petite chambre durent se transporter dans l’ancien scraï, et alors cette chambre fi •'ul-ù-fail fermée ; plus

Basın gerçek değere gereken eleştiriyi getirdiği, boyalı basın yok denecek kadar az olduğu (bizde ise ciddi basın yok denecek kadar az) hükümet gerçek sanatçıları

Bizim olgumuzda sepsis bulgularıy- la gelen preterm gebede doğum esnasında yayılan kötü koku nedeniyle plasenta materyalinin en kısa zamanda laboratu- vara

Aynı gün İbrahim tahttan indirilip yedi yaşındaki oğlu hükümdar ol­ muş ve ulema büyük Valde Sultanı Hırkai Saadet odasında tebrik eyjp- mişti. bahşâ

Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Cerrahi Yoğun Bakım Ünitesinde 2008-2009 yıllarında izole edilen mikroorganizmalar ve antibiyotik duyarlılıkları. Kırıkkale

Bu hareketi (sancağa ve is­ tiklâl marşına saygı göstermensek, le ) bir tutan bu totaliter kalalı lyazıcıya şunu hatırlatmak isteriz ki demokratların bu