• Sonuç bulunamadı

''Kınar Gecesi'' münasebetiyle

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "''Kınar Gecesi'' münasebetiyle"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

“Kınar

Gecesi,,

münasebetiie: 2

Petrol lâmbaları ışığında

sahnede geçen seneler..

Piyesin en heyecanlı yerine gelince sahnedeki

petrol lâmbalarının şişeleri neden çatlardı?..

Sahnede lamba rafları

« Seni öldürm elıyim

! »

diye bıçak havaya kal­

dırıldığı zaman

B irden bire karanlık kesilen tiyatro

P e tro l lâm ba­

sından lükse lâm baya geçiş

N ureddein Şefkati genç kadının yatağına

yaklaştığı zaman

E sk i artistlere dtşarıdan aşk m ektubu gelm esi en

) büyük ayıp telâkki edilirdi

A y a ğ ım denk al ve bir daha böyle

mektuplar gelm esin!..

G eceleri eve dönüş

K adıköyünde artistler

mahallesi

B eş haftalık manastır

hayati

Eski tiyatro âdetleri

«K ınar hanım» anlatıyor:

Biz tiyatroya başladığımız zaman henüz sahneye lüks lâmbası bile gel­ miş değildi. Uzun yıllar gaz lâmbala­ rı ile oynadık. Kulislerin arasında, çocuk bezi kurutmağa mahsus sehpa­ lara benziyen bir takım kat kat mi­ nimini raflar vardı. Arkaları tenekeli olan bu sehpalar daima 6 raflı olurdu. Her birinde altışar gaz lâmbası ya­ nardı. Lâmbaların hepsi de 5 numara lâmbalardı. Her kuliste böyle bir lâm­ ba rafına mutlaka raslardınız. Ayrı­ ca sahnenin önünde de sıra sıra pet­ rol lâmbaları dizili dururdu.

O zamanlar bir tiyatronun günlük işlerinin başında lâmbalara gaz koy­ mak. şişeleri silmek, onları parlatmak gelirdi.

Temsil sırasında çok defa ince bir ı «çıt!..» sesi işitirdiniz. Ve anlardınız

| ki sahnedeki S numara lâmbalardan

j biri çatlamıştır. İşin garip tarafı bu

| şişeler ekseriya piyesin heyecanlı

noktalarında çatlayıverirdi. Bunun

sebebini epey zaman anlıyamamıştık. Piyesin heyecanı ile şişelerin çatla­ ması arasında ne gibi bir münasebet olabilirdi?... Buna o kadar alışmıştık ki, piyes heyecanlı bir safhaya girin­ ce aktörler mutlaka bir şişe çıtırdısı beklerlerdi.

Sonra bunun sebebini de öğrendik. Piyeslerin heyecanlı anlarında, me­ selâ bir cinayet sahnesinde, bir ölüm sahnesinde, bir idam sahnesinde hızlı hızlı, çabuk çabuk halecanla konu­ şurken lâmba şişelerine ekseriya bir şey sıçrıyordu. İşte şişeler bu suretle çatlayıveriyordu.

Karanlıkta bir sahne..

Sonra lüks lâmbası imdadımıza yetişti. Sahnede petrolden lüks lâm­ basına geçişi büyük bir İnkılâp, âde­ ta baş döndürücü bir medeniyet alâ­ meti saymıştık. Lüks lâmbası!.. Az uz şey miydi o zaman?.. Her sahnenin tavanında bundan bir tane asılı du­ rurdu. Onun ışığında oynarken artık: — Ne kolaylık!... Gündüz gibi ışık!., diye hayran oluyorduk. Nerede şim­ diki gibi pırıl pırıl, her taraftan elek­ trikler?..

Fakat zaman zaman bu lüks lâm­ baları birdenbire sönüyordu. O zaman temsil ortasında karanlıkta kalırdık. Her tiyatroda bu lâmbaların bir dok-

1 toru olurdu. Böyle bir vaziyet karşı-

: smda hemen kendisi çağırılırdı. Tabiî

karanlıkta tiyatro oynanamıyacağı

için temsil orada bırakılırdı. Lâmba tekrar yanıp da ışık verildiği zaman oyun tam bırakılan yerden yeniden başlardı.

Bazan çok garip sahneler olurdu. ! Meselâ bir cinayet sahnesinin başlan-

| gıcmda aktör:

— Seni öldürmeliyim!..

Diye bıçağını havaya kaldırdığı za­ man sahne karanlığa boğulurdu. Tam öldüreceği sırada temsil durur, sönen i lâmba tamir edilirdi. Bundan sonra ' aktör tekrar bıçağını havaya kaldıra­

rak, öldüreceği adamı öldürüdü. Sonraları bu gibi ârızalara mâni ol­ mak için bazı tiyatrolar hususî motor

yaptırmışlardı. Mamafih buna rağ­

men sahnede birçok defa karanlıkta kalırdık. Piyes gene yarıda bölünür, tuhaf bir takım sahneler olurdu.

Meselâ bir kere «Üçüzler» oynanı­ yordu. Sahnede Nureddin Şefkati, ka­ rısının yatağına yaklaşıyor. O zaman­ lar bizde sahnede karyola, yatak da­ ima büyük bir tecessüsle karşılanırdı. Nureddin Şefkati, hasta olan karısını yatağının başında okşarken birden­ bire her taraf zifiri karanlık kesil­ mez mi?...

O zamanki seyirciler her şeyden

daha fazla mâna çıkarırlardı. Ortalık

kararmadan önce, Nureddini genç

kadının yambaşmda görmüşlerdi.

Vâkıa seyirci alelûmum iyi kalbli in­ sandır amma, dünyada şüpheliler ve

fena düşünenler de yok mudur?...

Nureddin o karanlıkta, yatağın ya­ nından fırlamış, paldır küldür kendi­ sini sahneden dışarıya atmıştı. Salon aydınlandığı zaman, onu yerinde bu­ lamadılar. Sahneye tekrar çıktı.

Işığından tutun da, biz daha böyle tiyatronun ilk zamanlarına ait nele­ riyle mücadele etmedik ki?..

Aşk mektupları!!..

Şimdi bazan bize soruyorlar: — Acaba bugün dünyanın her tara­ fında olduğu gibi sizin zamanınızdaki artltstlere, sîzlere de aşk mektupları

İçinde Kınar hanımın da bulunduğu eski bir sahne

gönderenler var mı?.. Siz de bun­ lardan aldınız mı?..

— Bir gazetede okumuştum. Bugün birçok memleketlerde artistlerin kıy­ met ölçüsü aldığı aşk mektuplarının adediyle ölçülürmüş, artist ne kadar

çok mektup alırsa, o kadar kıymet

kazanırmış. Bizim zamanımızda va­ ziyet tamamile bunun aksi idi. Hele

Muıakyandp Bugün bir artiste ilti­

fat sayılan aşk mektubunu o vakitki

aktrislere yazmak büyük bir hakaret telâkki olunurdu. Mektup almak ar­ tist için en büyük ayıptı. Dışarıdan böyle mektup alanlara çok fena bir nazarla bakılır ve kendisine nasihat edilir.

— Görüyorsun ya... Sana nasıl

mektuplar yazıyorlar. Ateş olmıyan yerde duman tütmez. Bir daha ayağı­ nı denk al da, böyle mektuplar gön­ dermesinler!.. derlerdi.

Çok defa tiyatroya genç bir kadına, genç bir kıza gelen mektuplarm aşk

nameleri olduğu anlaşılırsa, bunlar

kendisinin eline verilmezdi. Kumpan­ yanın büyükleri onları bir baba salâ- hiyetile cırt cırt yırtarlar veya okut­ madan mum ışığında vakarlardı!.. Bu hususta bu kadar büyük ve derin bir taassup vardı.

Dahasım söyliyeyim mi? Son perde­ de ekseriya: «Eve beni kim götüre­

cek?..» dive hi-r alırdı. M a­

mafih bunun da en kestirme tara­ fından yolu bulunmuştu...

Kadıköyünde..

Tiyatroya hep beraber gider, hep beraber evlerimize dönerdik. Bütün hayatımızı — sanki bir ailedenmişiz gibi — hep birlikte ve tiyatroya göre

ayar etmiştik. Meselâ hepimiz bir ma­ hallede otururduk. Gece aynı sokağa gelir, biribirinden uzak olmıyan evle­ re dağılırdık.

Faraza, Kadıköyünde Bahariye

caddesinde evvelâ Binemeciyanın

evi vardı. Onun yanında Mınakyan

otururdu. Karşısında, biraz ileride

Çobanyan, yanında Holas, daha ötede Şahinyaıı ve ben!..

Diyorum ya, âdeta bir aile gibiy­ dik...

Manastır hayatı

Ve çok feragat, çok fedakârlık isti

yen bir takım enteresan âdetlerim’1,

de vardı.

Meselâ ramazandan iki gün ünce, bizim için garip bir göç başlardı Ar­ tistlerin bir ay ve bir hafta — tam bir manastır hayatı geçirmek üzere ve hiç çıkmamacasma — tiyatroya git­

mek için evlerinden, barklarından,

çoluk çocuklarından ayrılırlar, gider­ lerdi. Düşünün beş hafta tiyatroda kalınacak ve dışarıya hemen hemen hiç çıkılr.uyacak!... Sahnenin üstün­ deki ancak bir yatağın sığabileceği küçücük odalar onlara taksim edilir­ di. Çalışmalar başlardı. Prova, çalış­ mak, temsil... Akşam üstü prova bi­

ter, yorgun yatağınıza serilirsiniz,

temsil zamanına kadar... Herkes için bir leylî mektep hayatı!... Kurulu dü­ zen evleri olanlar bile bu rahatsızlı­

ğa katlanırlardı. Bazılarının çoluğu

çocuğu kendilerini görmek üzere ti­ yatroya gelirlerdi.

Bayramın beşinci günü yatağınızı, bavulları yükletir, eve gönderirdiniz. Ve işte o gece -ahat bir uyku uyumak kabil olurdu...»

Hikmet Feridun Es

(2)

“Kınar Gecesi,, münasebetile: 3

Kulis arkasında sorguya

çekilen bir sanatkâr...

Cendisini tamamile rolüne kaptırıp karşısındakini

sahiden boğacak kadar heyecan duyan bir aktör

M ahcubiyetin mükâfatı

« M a d a m siz sahnede

o cüm leyi nasıl söyle­

diniz? . » — B ir daha ağzınızdan böyle söz çıkm asın!.

Besa piyesinde

bir kaza

K o l altından patlatılan tabanca

T ol ayanım

hançeri!..

Hakiki bir yaralanma vakası

K an la r içinde yere düşerken

G eceleri

kaatil

,

gündüzleri m elek

A k törlerin hususiyetleri..

(

«K ın ar hanır» anlatıyor: «Mmakyanla birlikte meşhur [Mahcubiyetin mükâfatı] piye­ sini oynuyorduk. Orada benim rol icabı şöyle demem lâzım gp- lir:

— Paradan muradım akçe de­ mek değildir!..

Bu meclis perdenin sonuna doğrudur. O gece ben yine kar­ şımdaki aktöre, yani Mmakyana:

— Paradan muradım akçe de­ mek değildir!., dedim.

Meclis değişti. Ve perde ka­ pandı. Kulis arkasına yorgun ar­ gın çıktım. Karşıma gayet uzun boylu, İri yarı bir adam dikildi.

— Bir saniye beni dinler mi­ siniz efendim?., dedi.

Bir şeyler döndüğünü anla­ dım; cevap verdim:

— Buyurunuz efendim!.. Adam müthiş heyecan içindey­ di, Etrafına bakındı, sonra bana: — Fakat madam siz ne yap­ tınız?. Siz ne yaptınız?., dedi.

— Ne yaptım efendim?..

— Daha ne yapacaksınız?.. Daha ne yapacaksınız?,. Ya o piyeste sarfettiğiniz cümle?.

Şaşırdım. Bu zatın heyecanı ve korkusu sarî bir halde bana 3a geçmişti. Sordum:

— Hangi cümle?.

— Aman susun... Bir daha tekrar etmeyiniz rica ederim. Öyle cümlelerin yasak olduğunu bilmiyor musunuz?.. Şimdi bu va­ ziyeti ne yapacağız?.. Ben rapor vermesem, yüzlerce kişi aynı cümleyi İşitti. Nasıl ört bas ede­ biliriz ki?.. Buna dair bir curnal şu dakikada belki de saraya git­ miştir bile...

Bir türlü adamcağızın hangi cümleden bahsetmek İstediğini anlayamıy ordum. Nihayet iş meydana çıktı. Meğer tiyatroda bu kadar heyecan havası estiren cümle: «Paradan muradım akçe demek değildir.» cümlesiymiş,.. Malûm ya o zamanlar Sultan Murad’ın akıl hastası olarak tahtından indirildiği devir... «M urat» kelimesinin kullanılma­ sı katiyen yasak edilmiş. Ben tiyatroda, piyes arasında Murat kelimesinin geçmesinin yasak ol­ duğunu ne bileyim?.. Söyleyiver­ dim.

îş'te biz o zamanlar bunlarla da mücadele ediyorduk.» Kınar hanımın sözlerine şunu da ilâve edelim: Bahsedilen devir bilhas- Isa «tiyatro» ve «M urat» kelime- ilerinin bilhassa yanyana gelme­

mesine de ayrıca dikkat edilen bir zamandı.

Güllü Agob’un tiyatrosunda meşhur gürültünün koptuğu gün... Halk alkışlarla, bağırma­ larla tiyatrodan çıkarken biri şöyle soruyor:

— Dağılınız!.. Muradınız ne­ dir?

Sen misin soran?.. Hep bir ağızdan:

— Muradımızı isteriz!.. Mura­ dımızı isteriz!., feryatları ayyuka çıkıyor.

Ve saray Murat kelimesinden, o kadar korkuyor ki bir daha bu sözün hiç bir tiyatro çatısı altın­ da geçmemesini ileri sürüyor.

Fakat bilhassa Kınar hanı­ mın: «Paradan muradım akçe demek değildir!..» cümlesi yü­ zünden geçirdiği badire tiyatro tarihine geçecek bir vakadır. Ve bir devrin zihniyetini gösterir.

Tekrar tahta getirilmesi konu­ şulan Murad’m ismi Abdülhami- di o derecede ürkütmüştü ki yal­ nız tiyatroda değil her yerde ay­ nı adın geçmemesini isterdi.

Hattâ daha tuhaf bir hâdise oldu. îstanbuîdakl Maksudiye ham’ etrafında' çıkan bir anlaşa- [mamazlık mahkemeye

düşmüş-tü. Arzuhaller Sadrâzama kadar geidi. O da meselenin gidişine bakarak evrakı Şehislâm daire­ sine gönderdi.

Tam bu esnada Padişaha bir curnal: Efendim «Maksudiye ha­ nı» ne demekti?.. «Maksud» un mânası «Murat» değil mi?.. Maksudiye hanı, «Murat hanı» demekti... Padişah küplere bindi ve en yüksek memurlarını azlet­ tirdi.

Bu itibarla sahnede açıktan açığa Murat kelimesini kullanan Kınar hanım yine de ucuz kur­ tulmuş sayılabilir...

Bir devrin aktörleri ve

sahnede geçirilen

kazalar..

Kınar hanım devam ediyor: — Mamafih sahnede geçirdi­ ğim kazalar yalnız bundan iba­ ret değildir. Bir kere Besa piye­ sinde hakikaten vuruluyordum. Binemeçyan sahnede tabanca çe­ kecek ve kolunun arasından ar­ kaya sıkacaktı. Tabanca da kü­ çük saçmalarla dolu... Beni far- ketmeden arkasını döndü. Tam da omuz başındayım. Tabanca­ yı patlattı. Namludan çıkanlar alnıma çarptı.

Fakat asıl mühim tehlikeyi Klodine piyesinde geçirdim. To- layan bu piyeste beni hançerle kalbimin üstünden vuracaktı. Perde, benim vurulmam ile ağır

ağır kapanacak?..

Sırtıma ne olur ne olmaz diye kolalı bir ceket giymiştim. Fa­ kat Tolayan heyecan içindeydi. Son perdenin son sahnesinde hançeri kalbimin üstüne doğl’u indirdi. Lâkin o kadar hızlı vur­ muştu ki hançer kolalı gömleği tamamile deldi ve etime saplan­ dı. Hakikî kanlar gömleğimin delinen yerinden sızarken yere yuvarlandım.

Fakat bu esnada kendi kendi­ me şövle dua ediyordum:

— Hamdolsun ki bu sahneyi Aleksanyan ile karşılıklı oyna­ madım... Yine Tolayan insaflı çıktı. Bir de Aleksanyan ile oyna­ mış olsaydım mutlaka şimdi daha ağır yaralı hattâ belki de hasta­ nede bulunacaktım.

Geceleri kaatil,

gündüzleri melek..

Zira kıymetli bir aktör olan

Aleksanyan aynı zamanda sah­ nede son derecede sakar elliydi. Bunun da sebebi şuydu. Rolüne o kadar kendisini uydurur, onun psikolojisinin içine o derece gi­ rerdi ki hakikî şahsiyetini tama­ mile unuturdu. O devri hatırlı- yanlar bilirler ki Aleksanyan ek­ seriya sahnede kaatil olur, insan öldürür, boğar, bıçaklar, daima fena ruhu temsil eder. Aksilik işte... Ekseriya piyeslerde Alek­ sanyan birimizden birini boğar, öldürür!., Aleksenyanm böyle bir rolü olunca onun karşısındaki boğulacak artistin her gece yü­ reğine inerdi. Çok kimse:

— Ben korkarım. Aleksanya- nm karşısında bu rolü oyna­ mam... derdi.

Zira aktör öylesine rolü­ ne kapılır ve kendini kaybe­ der, heyecanla oynardı ki men­ gene gibi parmaklarile insanın gırtlağını hakikaten boğuyoı- muş gibi sıkardı. Böyle sahne­ lerde herkes gibi ben de kaç ke­ re, parmakları gırtlağımda iken sahiden boğuyor sanmış ve kor­ kumdan titremiştim. Boğüıasa bile o kadar sahiden sıkardı ki boğazınızdan katiyen hayır kal­ mazdı. Ertesi günü sarmış, sar- malaştırmış, sargılar arasında dolaşmağa mecbur olurdunuz.

Bunun için sahnede, rol icabı da clsa, kimse Aleksanyan tara­ fından öldürülmek, hele boğul­ mak istemezdi.

Sahnede o kadar fena İnsan rollerini canlandıran, senelerce adam öldüren o tiyatronun müt­ hiş canisi zavallı Aleksanyan hakikî hayatında son derecede şefkatli bir baba idi. Çocukları­ nın üstüne titrerdi. Arkadaşları­ na karşı da melek gibi, şeker gi­ bi bir insandı. Fakat gece sahne­ ye çıkınca müthiş cani, kanlı kaatil olur ve bu rollerde kendi­ ni kaybederdi... İşte hakikî sa­ natkâr tiplerinden biri...

(3)

“Kınar Gecesi,, münasebetile: 4

Bir zamanın güzel

kadın tipi nasıldı ?

“ Emin olunuz, tiyatronun en

çirkin kadını bendim... „

Çiçek, böcek

İnsanın her istediğim söyliyebileceği yaş hangisidir?.

G e n ç kadın rolleri

Sabahleyin erkenden çalınan kapı

Çobanyan*m

telâşı

— -

Vahide kadın

M in a re ile kürdan

G ü z e l artist nasıl tarif

edilirdi

? . —

Sahneleri

dolduran dalyanlar gibi kadın!.,

M ınakyan

ile artistler arasında tutuşulan bahis — Sü flör deliğine g ö z ilişince..

— ^

M ınakyan bahsi kazanıyor

Kınar hanım anlatıyor:

«Siz [Çiçek, Böcek] piyesini seyrettiniz mi?.. Orada bir sah­ nede, büyük rollerden birini oy­ nayan kadın sanatkâr şöyle der: — Artık her İstediğimi söyli- yebilecek bir yaştayım!..

Hakikaten insan hayatında öyle bir yaşa gelir kİ artık hiç bir sansüre tâbi olmadan konuşabi­ lirsiniz. «Çiçek, Böcek» teki sa­ natkâr o sözleri aşk ve gönül vâdisinde serbesçe konuşabilmek için söyler. Ben ise yalnız sahne hayatımdan bahsedeceğim. Evet, artık istediğimi söyliyebilecek bir yaştayım... Hiç bir maksada takılmadan istediğim gibi konu­

şabilirim. Sahne garip bir yer- Kıııar, Eliza Binemeciyan, Raşit Rıza Hortlak piyesimi,. dlr.

Orada genç kızlar, genç ka­ dınlar, genç erkekler, hattâ bu iki cinsin yaşlıları da «güzel kadın», «güzel erkek» rolüne çıkmak isterler. Ben hayatımda hiç bir rolü sırf güzel insanı temsil ediyor diye istemiş deği­ limdir. Hattâ «güzel kadın»

rol-iAwm/îA»-» H o im o Va/>mı cim rili*

— Size artık istediğim gibi konuşabilecek bir yaşta olduğu­ mu söylemiştim değil mi?.. Sor­ duğunuz sebebi de söyliyeyim... Zira ben çirkin bir kadındım!..

Sahneye bütün bir hayat ver­ miş bu sevimli ve şöhretli sanat­ kâra hayretle baktığımı görünce:

— Evet... Buna emin olunuz... Sahnenin en çirkin kadını ben­ dim. Bir çok kimseler çirkin olurlar, fakat bu çirkinliklerini hiç bilmezler. Ben ise kendi çir­ kinliğimi biliyorum. Bu hakika­ te imanım vardı. Bütün dünya aynalarını kendime şahit tutu­ yordum. îçim sanat dalgalarile kabarıyordu. Fakat madde dar­ lığım beni üzüyordu. Etrafım güzel kadınlarla doluydu. Hay­ ret etmeyiniz. O zamanki sahne­ de de çok güzel kadınlar vardı. Madam Hekimyan’lar, madam Blnemeciyan’lar, Aleksanyan’ lar... Hattâ Aznif hanımın genç­ lik ve parlaklık zamanlarıydı. Etrafımdaki güzel kadınlara baktıkça ben bile onlara havran oluyordum. Bu itibarla övle ahım sabim güzel kadın rollerine pek heves etmezdim. îv i oynandıktan sonra fena rol yoktur. Her rolün kendisine mahsus bir güzelliği vardır. Sahnede güzel olmadığımı telâfi etmek için mümkün olduğu kadar çalıştım. Bunu sanatında doldurmağa gavret ettim. Ve tevazua avkırı olsa bile şunu da söyllvevim ki galiba da muvaf­ fak oldum.

Evet, muhakkak kİ sahnenin en çirkin kadmıvdım. Fakat emin olunuz o çirkinliğimle gü­ zelleri de kıskandırdığım zaman­ lar cok olmuştur, îste benim bir çokları tarafından aşırı derece­ de bulunan sahne askımın faz­ lalığı buradan geliyordu. .Güzel­ liğim olmadığı için her şeyi on­ dan istiyordum. Ve her sevimi vine ona yani sahneye veriyor­ dum.

Lftdam O Kamelyadaki Mar- gerit Gotve rolünü öteden beri güzel kadınlar ovnar. Bazan sahnede kuvvetli bir rol istesem bana:

— Galiba Lâdam O Kamelva- vı oynamak istiyorsun... der­ lerdi.

Hemen cevap verirdim: — Kativen!..

Hakikaten de kendimi hiç bir zaman Lâdam O Kamelvayı ku­ sursuz ovnıyacak derecede güzel bulmuş değilimdir.

Kınar hanım Besa piyesinde

Vahide kadın!..

«K ınar hanım», bütün dünya­ da açılacak bir hafıza şampiyon­ luğu müsabakasına girse emi- fıim ki birinciliği kazanırdı. Onun, defterler dolusu muazzam rolleri ne kadar kısa bir zaman­ da tamamlie ezberlediğini gö­ rüp şaşmamak kabil değildir. Bugün bile — ne kadar uzun senelerden sonra — hafızasında yüzlerce piyes, bütün teferrüatı ve tekmil cümlelerde mevcuttur. Ve Kınar konuşurken daima bu rollerden istifade eder. Meselâ söz arasında:

— Şu eseri biliyor musunuz?.. Orada bir genç kadınla bir filo­ zof vardır. Filozof der ki... cümlesile başlar ve size filozofun sözlerini kelime kelime tekrar eder. Halbuki bu piyes 30 sene önce oynanmıştır. Filozof da Kı-‘ nar’ın rolü değildir. Karşısında­ kinin rolüdür, f akat o unut­ maz...

Bu rol ezberlemek hususun­ daki kuvvetinin pek dikkate de­ ğer bazı sahneleri de görülmüş­ tür. Biri şudur:

Hürriyet yeni İlân edilmiş. Şemseddin Sami’nin meşhur «Besa» eseri oynanmakta., piye­ si çok sükse yapıyor. Buradaki Vahide kadın rolünü de Mmak- yan kumpanyasında Aznif ha­ nım oynuyor. Vahide rolü uzun ve mühimdir.

İşte bu sıralarda bir sabah K m ar’m evinin kapısı yıkılırca- sına çabhıyor. Meşhur aktör Çobanyan telâş içinde, kapıya koşan K m ar banıma bir defter uzatıyor:

— Aznif hastalandı. Akşama Vahide kadın rolüne sen çıka­ caksın!..

Aman!,, Öyle böyle rol değil kİ!.. Vakıa Mınakyanın daha ti­

yatrosunun başlangıcında her rol için ona çıkabilecek ihtiyat artist hazırlamak âdetiydi. Fa­ kat nasılsa «Vahide hanım» için çalışan Kınar akşam’ sahneye çıktı. Ve çıtır çıtır oynadı. Fa­ kat bunca sene sonra:

— Oynıyamadım ki... Vahide hanım minare gibi bir kadın... Ben ise kürdan gibi!., diyor.

Minareye karşı kürdan!.. «K ı­ nar hanım» bu yaşında da es­ priyi sever.

— Ben ufak tefekliğimin tesi­ rde de mücadele ettim. Şimdi olsa, bugünün zevkine göre bu belki bir kusur değildir. Fakat bizim zamanımızda tiyatro ar­ tisti «sahneleri dolduran, c ıl- yanlar gibi kadın» diye tarifedi- llrdi ki bu da bende yoktu,

Mınakyanın bir

muzipliği..

Km ar hanımın ne kadar ko­ laylıkla rolünü ezberlediğini gö­ ren Mınakyan ona bir de güzel muziplik yapmıştır.

Kendisine meşhur «Bilezik» piyesini baştanbaşa oynatmış-

ır.

Kmardan habersiz t'yatronun öteki sanatkârları ile bir bahse tutuşmuştur. Bunda Mınakyan, Kınar’ın hiç süflörsüz bu piyesi ovnıyabileceğini iddia etmiştir. Süflöriin kaldırılacağı K ınar’a söylenilmemiştir. Sanatkâr sah­ neye çıkmış ve bileziği oynama­ ğa başlamıştır. Fakat bir an gö­ zü süflor deliğine ilişmiştir ki orası bomboş!,.

Mamafih hiç renk vermeden rolünü başından sonuna kadar, katiyen aksatmaksızın, mükem­ mel surette oynamıştır. Bu su­ retle Mınakyan bahsi kazanmış­ tır. O devrin sanatkârları da Kı- nar’a hâfıza şampiyonluğunu se­ ve seve vermişlerdir.

(4)

“Kınar Gecesi,, münasebetile: 6

mmmm n a y

Karadeniz yolunda

bir kazadan sonra...

Utü ütülerken eski artistin yanma yakla­

şınız. Onun bir daha hiç oynayamıyacağı

bir rolü tekrarladığını işitirsiniz.

H esa p günü

M eşhur sanatkârlar ne kadar hisse alırdı?

Pazartesi

akşamları

M ısır çarşısından alınan m akyaj eşyası

B ir seyahate çı­

karken insana neler lâzım olur?.

Y em ek pişirilirken tekrarlanan rol

E v d e yapayalnız, fakat..

T erez R a k en fin annesi

Burun içine d ö ­

külen eter şişesi

B ir sahne romanının

sorut:.

Kınar hanım an­ latıyor:

Ben kendi hesa­ bıma bütün haya­ tımı sahneden ka­ zandım. Pek genç dul kaldığım halde yetim çocuğuma ve aileme yine sahne­ den aldığım para ile baktım.

Tiyatroda Mınak- yan bize hisse verir­ di. Kendi de hisse alırdı. Dağıtılan his­ selerin nispeti de şöyle idi: Mmakyan kendisi yüzde 12 hisse alırdı. Madam Hekimyan yüzde 10 alırdı. Binemeciyan- lar kan koca yüzdp 18 alırlardı. Hol as yüzde 10 alırdı, öteki aktör ve ak­ trislerin hisseleri daha azdı.

Tiyatroda hesap günleri daima

pa-zartesi günü idi. Bu j^nar, Renkli Fener piyesinde Ercüment itibarla paıa g ü n ü - Belı/atla karşı karşıya

olan pazartesi ekse­

riya sabırsızlıkla beklenirdi. Ba- bu epeyce sıkıntı çekerdik. Bir zan da para beklenirken hiç bir

şey çıkmadığı da olurdu. Yüzde 10, yüzde 12, yüzde 18 hep top­ lanacak paraya göre idi. Çok de­ fa hafta sonunda:

— Bu hafta kazanç yok. Hep masrafa gitti... haberile iktifa edilirdi, Netekim ramazanın ilk haftasında böyle olurdu. Kasa varidatı kazancı karşılık tutulur­ du.

Mmakyan kendisi hesaplara hiç karışmazdı. Prova ve temsil­ deki tam hâkimiyetine karşılık hesapla alâkadar olmazdı. Y a l­ nız kendi yüzde 12 sini alır ve bir şey söylemezdi.

Pazartesi tiyatronun yalnız hesap günü değil, aynı zamanda istirahat güniydi de... Bütün hafta geceli gündüzlü çalışmış olan sanatkârlar bugün dinlenir­ lerdi. Hasılat da biraz fazlaca olursa tabiî sanatkârların keyfi­ ne hiç diyecek kalmazdı,

Mısırçarşısmdan alınan

makyaj eşyası..

Gardroplarımızı, elbiselerimizi, hattâ makyaj eşyamızı bu mü­ tevazı kazançla yapmak için

ta-kere kadın artistlerin çoğunun mutlaka siyah kadifeden uzun etekli bir tuvaleti olması şarttı. O zamanlar bu elbisesiz artiste rasgelmezdiniz. Yine o vakitler şimdiki gibi zengin makyaj leva­ zımı yoktu. Bu kadar çok boya- nılmazdı. Yalnız sürmeye çok ehemmiyet verilirdi. Boya eşya­ mızın mühim bir kısmını, bilhas­ sa sürmeyi Mısırçarşısmdan alır­ dık. Seyahate, turneye çıkacağı­ mız vakit ilk işimiz Mısırçarşısı- na uğrayıp bunlardan bol bol al­ mak olurdu.

«K ınar hanım» a dair bu son yazımı bitirmeden önce onun mühim bir hususiyetine işaret et meden geçemiyeceğim. 56 sene­ lik sahne âşığının evine ondan habersizce gidip de odasına doğ­ ru başınızı uzatırsanız ekseriya sizi şaşırtan bir sahne görürsü­ nüz.

Meselâ «K ınar hanım» dikiş dikiyor, yahut ütü ütülüyor. Bu esnada dikkat ediniz. Dudakları kıpırdamaktadır. Ve çok defa di­ kiş dikerken, ütü yaparken eski bir rolünü — sahneye çıkın da

■ • «■ «»ıiftM ttılıllta a ia M H iıııiM M if ■■■•«■■■■«■■■■•■■■«■o

bir daha onu oynamıyacağma katiyen emin olsa bile — başın­ dan sonuna kadar tekrarlar. Hem de hissederek... Durulacak yerde durarak, yavaşlıyacak yer­ de yavaşlıyarak, korku sahnesin­ de korkarak;..

Yalnız odasında değil, meselâ mutfakta da o öyledir. Bütün ha­ yatı, âdeta canlı, hakikî insanlar arasında değil de, piyesler, piyes kahramanları arasında geçiyor. Hattâ bazan yoldan geçerken ha­ fif bir sesle eski bir rolü mırıldan dığı olur. Meselâ o esnada Terez Raken olur. Sonra da madam Raken’in annesi... Zira bu piyes­ te de «sahnenin ablası» gençken «kız» rolünü, biraz daha sonra «anne» sini oynamıştır. s

Piyes kahramanlarile yarım asırdan beri o kadar kaynaşmış, o kadar içli dışlı olmuştur ki âde­ ta onlarla kendi arasında bir ne­ vi akrabalık teessüs etmiş gibi­ dir. Onlara âdeta hakikî ve can­ lı insanlarmış gibi bakar,

«K ınar hanım» bundan bah­ sederken der ki:

— Bir çoklarının benim bu­ günkü münzevî halime akılları ermiyor. Hattâ şöyle nasihat edenler bile çıkıyor:

«Neden öyle ecinni gibi kendi kendinesin? İnsan arasına katış- sana!.. Niçin böyle tenhalarda­ sın?., Neden sokağa çıkmazsın?. Halbuki onlar beni yalnız zan­ nederlerken ben o esnada başı­ mın içindeki 80 kişi ile beıabe- rimdir. Eski rollerim arasında ve bütün piyes kahramanlarının tâ ortasmdayım. Rica ederim bu kadar kalabalık ve bu derece se­ vilen kimseler arasmda — velev ki onlar muhayyel bile olsa — insanın canı sıkılır mı?.. Daha olmazsa eski rol defterimi açar uzun uzun okurum. Onlarda bü­ tün bir mazi, bütün bir hayat bütün bir gençlik saklıdır...

Kulakları neden

işitmiyor?

Kınar bugün tam mânasile bir «sahne yaralısı» dır. O sanat cephesinde, kendisi için en lü­ zumlu yerlerinden hastaîanmış- tır.

Darülbedayide bir piyeste çok bağıran iki köylü rolündeki ar­ tistlerden daha fazla sesini vük- seltmesi lâzım geliyordu. Uzun geceler avaz avaz bağırdı. Şimdi zaman zaman sesi kısılıyor.

Kulağına gelince... Yine bir tiyatro he ve t ile Trabzona gidi­ yordu. K ınan son derecede deniz tutar. Vapura binerken pek meş­ hur kadın artistlerimizden biri: — Başın döndükçe burnuna çekersin!.

Diye kendisine küçük bir şişe eter vermişti. Karadenizin gök­ lere çıktığı günlerdi. Kınar gü­ vertede fenalıklar geçiriyordu. Eter şişesini çıkardı. Kapağını açtı. Tam koklıvacam sıra müt­ hiş bir sarsıntı oldu. Arkaya dostu kaydı. Ve şişedeki bütün eter burnunun içine döküldü. Burnu, kulaklan müthiş yandı, 24 saat gözlerinden vaslar bo­ şandı. Ve kulaklarındaki ânza iş­ te o günden sonra başladı..

Sahneye verilen büHin bir ha­ yatın kısa romanı budur.

Hikm»t Epridim Es

• •••••■«n ııılllllin ilim iin illtlllllllllll

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Fransız lider, geçtiği Gabon'da Afrika'nın gelişmesine yardım etmekten söz ederken "Her şeyden, yolsuzluk, diktatörlük, soykırımdan sömürgeciliği

Brezilya’da yüzlerce topraksız çiftçi, hapisteki Kolombiyalı uyuşturucu kaçakçısı Juan Carlos Ramirez Abadia’nın devlet taraf ından el konulan çiftliğini işgal

', 'Yüzlerce bilim insan ı ve hükümet temsilcisi, biyolojik çeşitlilik üzerine bir uluslararası bilirkişi grubu olu şturulmasına hazırlık amacıyla Fransa’nın

 Ebeveyenin iletisini iletmesi için kötü bir yol  Bu mesajlar çocuk tarafından:.. YAPMASI GERKEN BİRŞEY OLDUĞU (ÇÖZÜM İLETMEK) KENDİSİNİN NE KADAR KÖTÜ OLDUĞU

Daha sonra teyzesi Mihri Hanım’ın yanına, annesi ve babası ile gittiğinde Roma' da uzun müddet resim çalışmaları yap­ tı ve bir Italyan gibi Italyan

Yassıada’da Demokrasi Müzesi kurulması için başlatılan hazırlıklar sırasında, imar planlarının değiştirilerek adanın yüzde 65’inin imara aç ıldığını, adaya otel

Fakat Sultan Murat mabeyncilerinden Ruşenî Boy’in oğlu olduğu için İzmir’e sürülüp oradan kitap ve mecmuaların kendisine tanıt­ tığı Paris’in

Pamuk states that Nerval’s wanderings helped him create a profoundly impressive description of İstanbul which would later influence not only western writers of the city like