• Sonuç bulunamadı

GİRİŞ ŞEFAAT HAKKINDA KUR AN DAN AYETLER

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "GİRİŞ ŞEFAAT HAKKINDA KUR AN DAN AYETLER"

Copied!
134
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)
(4)

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ 6

ŞEFAAT HAKKINDA KUR’AN’DAN AYETLER 8

Birinci Delil: Bakara Suresi 255. Ayet 8 İkinci Delil: Tâhâ Suresi 109. Ayet 10 Üçüncü Delil: Meryem Suresi 87. Ayet 12 Dördüncü Delil: Sebe Suresi 23. Ayet 15 Beşinci Delil: Necm Suresi 26. Ayet 18 Altıncı Delil: Yunus Suresi 3. Ayet 20 Yedinci Delil: Enbiya Suresi 28. Ayet 22 Sekizinci Delil: Zuhruf Suresi 86. Ayet 25 Dokuzuncu Delil: Şefaati Kur’an Emretmektedir 27

ŞEFAAT HAKKINDAKİ HADİS-İ ŞERİFLER 33

ŞEFAATİ İNKÂR EDENLERİN SORULARINA

CEVAPLAR 38

On Birinci Bölüm: Birinci Soru-Cevap 38

On İkinci Bölüm: İkinci Soru-Cevap 41

On Üçüncü Bölüm: Üçüncü Soru-Cevap 44

On Dördüncü Bölüm: Dördüncü Soru-Cevap 46

On Beşinci Bölüm: Beşinci Soru-Cevap 52

On Altıncı Bölüm: Altıncı Soru-Cevap 55

On Yedinci Bölüm: Yedinci Soru-Cevap 59

On Sekizinci Bölüm: Sekizinci Soru-Cevap 62

On Dokuzuncu Bölüm: Dokuzuncu Soru-Cevap 66

Yirminci Bölüm: Onuncu Soru-Cevap 70

Yirmi Birinci Bölüm: On Birinci Soru-Cevap 73

Yirmi İkinci Bölüm: On İkinci Soru-Cevap 81

Yirmi Üçüncü Bölüm: On Üçüncü Soru-Cevap 88

Yirmi Dördüncü Bölüm: On Dördüncü Soru-Cevap 91

(5)

Bu eserde

şefaatın hak olduğunu önce ayet-i kerimelerle, sonra da hadis-i şeriflerle ispat edeceğiz. Bu metinlerde yer alan konuların tamamı www.ehlisunnetinanci.

com sitesinde video olarak mevcuttur.

Yirmi Altıncı Bölüm: On Altıncı Soru-Cevap 98 Yirmi Yedinci Bölüm: Ehl-i Sünnet İtikadını

Bozmaya Çalışanlar 101

Yirmi Sekizinci Bölüm: Mustafa İslamoğlu’na cevap 104

Yirmi Dokuzuncu Bölüm: Mustafa İslamoğlu’na cevap 108

Otuzuncu Bölüm: Mustafa İslamoğlu’na cevap 110

Otuz Birinci Bölüm: Mehmet Okuyan’a cevap 113

Otuz İkinci Bölüm: Mehmet Okuyan’a cevap 117

Otuz Üçüncü Bölüm: Mehmet Okuyan’a cevap 119

Otuz Dördüncü Bölüm: Mehmet Okuyan’a cevap 121

Otuz Beşinci Bölüm: Abdülaziz Bayındır’a cevap 125

Otuz Altıncı Bölüm: Abdülaziz Bayındır’a cevap 129

SONUÇ 132

(6)

GİRİŞ

Sevgili kardeşlerim, bu dersimizde şefaat bahsini işleyeceğiz. Şefaat:

Bir kimsenin suçunu affettirmek ve kendisinden cezayı kaldırmak için, o kişi hakkında yapılan bir istektir. Biraz daha açacak olursak:

Ahiret günü, bir kısım günahkâr müminlerin affedilmeleri ve itaatkâr müminlerin yüksek mertebelere ulaşmaları için başta peygamberimiz (asm) ve diğer büyük zatların Allah Teâlâ’ya niyaz ve dualarıdır.

Bizlerin inancı olan Ehl-i sünnet itikadına göre, şefaat haktır ve Allah’ın iznine bağlıdır. Hal böyleyken, bir kısım Ehl-i sünnet muhalifleri şefaati inkâr etmekte ve şefaate inananları şirke düşmekle itham etmektedirler. Yani onlara göre, bütün Ehl-i sünnet mensupları şirke düşmüştür, yani müşriktir.

Şimdi ilk önce, Ehl-i sünnetin şefaat inancını reddeden ve şefaate yanlış mana yükleyen bu kişileri tanıyalım ve şefaat hakkındaki sözlerini okuyalım:

Mustafa İslamoğlu: Şefaat bir torpildir. Ahirette Allah’tan başka torpil geçecek kimse yok. Şefaat müşriklerin inancıdır. Nasıl olmuş da torpil bu dinin içine girmiş ve dinin bir parçası olmuş. Hak etmeyi dinin temeline yerleştiren bir Kur’an orada dura dura nasıl olmuş da birilerine torpil yetkisi tanınmış. Bunları sormak lazım.

Abdülaziz Bayındır: Allah’tan kaçacaksınız, Peygambere sığınacaksınız, Peygamber sizi kurtaracak. Kimden kurtaracak? Allah’tan.

Böyle saçmalık olur mu?

Mehmet Okuyan: Şefaat, dünyada yaptıkları ayrımcılık, kayırmacılık mekanizmasının ahirette de devam ettirilmesini arzu eden bir içeriğe dönüştürülmüştür.

(7)

Bayraktar Bayraklı: “Şefaat Ya Resulullah!” demek şirktir.

Mustafa Öztürk: Şefaat inancı müşriklerin “şufaa” dedikleri aracı Tanrı inancıdır; şirktir yani.

Kardeşlerim, bu kişilerden sakının. Çünkü bunlar Ehl-i sünnet itikadını bozmaya çalışmakta ve kendi vehimlerinin ürününü din diye anlatmaktadırlar. Şefaate dair bu eserimiz, bu kişilerin şefaat hakkındaki yanlış sözlerine tam bir cevap olacaktır. Eserin tamamını seyrettiğinizde, bu kişilerin Kur’an’dan ne kadar uzak olduğunu çok daha iyi anlayacaksınız.

Şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz:

Bizlerin hiç kimsenin şahsıyla bir mücadelesi yoktur. Bizim mücadelemiz fikirlerledir. Ancak, fikir sahiplerini de ifşa ediyoruz ki, bizi seyredenler şunu anlasın: Bunların Kur’an’ı anlamada hiçbir nasipleri yoktur. Kur’an bir vadide, bunlar ise başka bir vadidedir. Bu anlaşılırsa, onların peşinden koşanlar da belki Ehl-i sünnet çizgisine gelir ve büyük bir zarardan kurtulurlar.

Bizler kişilerle uğraşmıyoruz; çünkü önemli olan kişileri değil, fikirleri çürütmektir. Biraz önce sözlerini okuduğunuz kişiler yakın bir zamanda ölecek ve onların yerine başkaları geçecektir. O halde bizlerin ilk yapması gereken şey, itikadımızı delilleriyle öğrenmektir.

Bunu yaptığımızda, batılı kim satmaya çalışırsa çalışsın, onu hemen tanır ve ona asla itibar etmeyiz.

Şefaat konusunda Ehl-i sünnetin itikadı şudur:

Şefaat haktır ve Allah›ın iznine bağlıdır. Bizler bu itikadın doğruluğunu Kur’an, hadis ve icma ile ispat edeceğiz. Bu ispattan sonra da şefaati inkâr edenlerin sözlerine teker teker cevap vereceğiz.

(8)

ŞEFAAT HAKKINDA KUR’AN’DAN AYETLER Birinci Delil: Bakara Suresi 255. Ayet

Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz Birinci Kur’an Delili, Bakara suresinin 255. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

يِذَّلا اَذ نَم ، هللاب ذيعتسَأ Kimdir o kimse ki ُهَدْنِع ُعَف ْشَي O’nun katında şefaat eder, yani Allah’ın katında şefaat edecek kimdir َّلاِإ

ِهِنْذِإِب O’nun izniyle olması müstesna.

Manaya bir daha dikkat kesilelim:

“O’nun -yani Allah’ın- izniyle olması müstesna, Allah katında kim şefaat edebilir?”

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım.

Ayetin ِهِنْذِإِب َّلاِإ kısmına bakalım. Buradaki َّلاِإ hasr edatıdır.

“Sadece, yalnız, hariç, ancak, müstesna” manalarına gelir.

Ayetin başı olan,

ُهَدْنِع ُعَف ْشَي يِذَّلا اَذ نَم “O’nun katında şefaat edecek kimdir?” ifadesi, “Onun katında şefaat edecek hiç kimse yoktur.” manasındadır.

َّلاِإ ِهِنْذِإِب “Onun izniyle olması müstesna” beyanıyla, “Şefaat

edecek yoktur.” hükmüne bir kayıt konmaktadır. Bu kayıttan an- laşılıyor ki: Allah’ın izni olmadan şefaat edecek yoktur. Demek şefaat, Allah’ın iznini bağlıdır. O’nun izni olursa bir kul başka bir kula şefaat edebilir; izni olmazsa edemez. Eğer Allah’ın izni dairesinde şefaat olmasaydı, ayette geçen “Allah’ın izniyle olması müstesna” ifadesi gereksiz olurdu.

Öyle ya, eğer şefaat yoksa, Allah’ın izniyle olması niçin müstesna kılınmış? Şefaat olmasaydı, ِهِنْذِإِب َّلاِإ ifadesine gerek olur muydu? Elbette olmazdı. Eğer şefaati inkâr ederseniz, Kur’an’da gereksiz bir ifadenin bulunduğuna hükmetmek zorunda kalırsınız.

Bu da sizi dinden çıkarır.

(9)

O halde, “Allah’ın izniyle olması müstesna” ifadesi, Allah’ın izni dairesinde şefaatin hak olduğunu ispat etmektedir. Şimdi şefaati inkâr edenlere bazı sorular soralım.

Ayet-i kerimede “Allah’ın izniyle olması müstesna, Allah katında şefaat edecek kimdir?” buyrularak, apaçık bir surette şefaatin hak olduğu beyan edilmiştir. Şefaat vardır ve Allah’ın iznine bağlıdır. Ayetin reddettiği şey, şefaatin varlığı değildir; Allah’ın izni olmadan şefaat edilebileceğidir. Ayet, izinsiz şefaati reddeder ve şefaati Allah’ın iznine bağlar.

Şimdi şefaati inkâr edenlere soruyoruz:

- Sizler bu ayet-i kerimeyi okumuyor musunuz? Ayet apaçık

bir şekilde, şefaatin Allah’ın izniyle var olduğunu söylerken, sizler bu ayete nasıl gözlerinizi kapıyorsunuz? Ayetteki

ِهِنْذِإِب َّلاِإ kaydını görmüyor musunuz? Eğer şefaat yoksa, ayetteki ِهِنْذِإِب َّلاِإ ne demek?

Buraya bir mana verin de görelim. ِهِنْذِإِب َّلاِإ demek, “Allah’ın izniyle şefaat edilir.” demektir. Eğer hâlâ “Şefaati inkâr ederim.” diyor- sanız, o halde mushafınızdan ِهِنْذِإِب َّلاِإ ifadesini çıkarın.

Şefaatin hak olduğuna dair Birinci Delilimizi burada sonlandıralım ve şimdi Kur’an’dan İkinci Delilimize geçelim...

(10)

İkinci Delil: Tâhâ Suresi 109. Ayet

Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz İkinci Kur›an Delili, Tâhâ suresinin 109. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

ٍذِئَمْوَي ، هللاب ذيعتسَأ O gün ُةَعاَف َّشلا ُعَفْنَت َلا şefaat fayda vermez َّلاِإ

ْنَم ancak o kimseye fayda verir, peki, o kimse kimdir? ُهَل َنِذَأ

ُنَمْحَّرلا Rahman’ın kendisine izin verdiği ًلاْوَق ُهَل َ ِضَرَو ve sözünden

hoşnut olduğu.

Manaya bir daha dikkat kesilelim:

“O gün, Rahman’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasına şefaat fayda vermez.” (Tâhâ, 20/109)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım.

Ayeti kerimenin başında ُةَعاَف َّشلا ُعَفْنَت َلا ٍذِئَمْوَي O gün şefaat fayda vermez, buyrulmuş, daha sonra ْنَم َّلاِإ o kimse müstesna denil- erek, şefaatin fayda vermeyeceği hükmünden bir kısım insanlar müstesna kılınmıştır.

ْنَم َّلاِإ ifadesinden anlıyoruz ki, bir kısım insanlara şefaat fayda

verecektir. Eğer şefaat hak olmasaydı, böyle bir istisna yapılmaz;

“O gün şefaat fayda vermez.” denilerek ayete nokta konulurdu.

Ancak nokta konulmamış ve ْنَم َّلاِإ denilerek istisna yapılmıştır.

Peki, bu istisnaya giren kullar kimlerdir? Ayetin devamı bunu beyan eder: ُنَمْحَّرلا ُهَل َنِذَأ Rahman’ın kendisine izin verdiği َ ِضَرَو

ًلاْوَق ُهَل ve sözünden hoşnut olduğu kimseler...

Şimdi ayet-i kerimeye bakarak soralım: Şefaat kime fayda vermeyecek? Allah’ın izin vermediği ve sözünden hoşnut olmadığı kimselere. Peki, şefaat kime fayda verecek? Allah’ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselere.

Bakın, ayetin açık beyanıyla: Allah’ın izin verdiklerine ve sözünden razı olduklarına şefaat fayda verecektir.

Mesela, bir kulun günahları sevaplarından çoktur. Bu sebeple

(11)

cehennemi hak eder. Ancak onun bir sözü veya bir ameli vardır ki, Allah o sözden ve o amelden hoşnut olmuştur. Her ne kadar o söz ve o amel küçükse de Allah’ın rahmetini ve rızasını celbetmiştir. İşte Allah Teâlâ o ameli sebebiyle kulunu affetmeyi murad eder. Bunu murad edince de onun hakkında şefaate izin verir.

Şefaat; meleklerin, peygamberlerin veya salih kulların, o günahkâr kulun affedilmesi için Allah’a yaptıkları duadır. Allah, kulunu affetmeyi murad edince, onun hakkındaki duayı kabul eder. Bu durumda o kula şefaat edilmiş olur.

Görüldüğü gibi, affeden yine Allah’tır. Şefaat ise, Allah’ın affına bir vesiledir. Şimdi şefaati inkâr edenlere bazı sorular soralım.

Ayeti kerimede, Allah’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimselere şefaatin fayda vereceği buyrulmuştur. Demek şefaat haktır ve Allah’ın iznine ve rızasına bağlıdır.

Şimdi şefaati inkâr edenlere soruyoruz:

- Sizler bu ayet-i kerimeyi hiç mi okumuyorsunuz? Ayet apaçık bir şekilde, şefaati Allah’ın izni ve rızasına bağlarken, sizler nasıl oluyor da bu ayete gözlerinizi kapıyorsunuz?

Ayetteki ْنَم َّلاِإ “O kişi müstesna” kaydını görmüyor musunuz?

Eğer şefaat olmasaydı, ayette ْنَم َّلاِإ denilir miydi? ْنَم َّلاِإ demek,

“Şefaat ancak bu kişilere fayda verir.” demektir. Bu kişiler de ay- etin devamında izah edilmiş:

1. Allah’ın kendisi için izin verdiği, 2. Allah’ın sözünden razı olduğu.

Bu kişilere şefaat fayda verecektir. Allah, bu kişilere şefaat fayda verecek derken, siz “Yok, fayda veremez.” diyorsunuz. Bu sözünüzle Allah’a iftira attığınızın ve nasıl bir cinayet işlediğinizin farkında mısınız? Eğer biraz aklınız varsa pişman olur ve hemen tövbe edersiniz.

Sevgili kardeşlerim, şefaatin hak olduğuna dair İkinci Delilimizi burada sonlandıralım ve şimdi Kur’an’dan Üçüncü Delilimize geçelim...

(12)

Üçüncü Delil: Meryem Suresi 87. Ayet

Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz Üçüncü Kur›an Delili, Meryem suresinin 87. ayet-i kerimesidir. Manaya bir öncesinden bakacak olursak:

اًدْرِو َمَّنَهَج َلِإ َينِمِرْجُمْلا ُقو ُسَنَو ، هللاب ذيعتسَأ Suçluları susuz olarak cehen- neme süreceğiz. َةَعاَف َّشلا َنوُكِلْ َي َلا Onlar şefaate malik değildirler.

Yani onlara şefaat edilmez. ْنَم َّلاِإ Ancak o kimse şefaate malik- tir. Yani ancak o kimseye şefaat edilir. Peki, o kimse kimdir? َذَخَّتا

اًدْهَع ِنَمْحَّرلا َدْنِع Rahman’ın katında bir söz alan...

Manaya bir daha dikkat kesilelim:

“Suçluları susuz olarak cehenneme süreceğiz. (O gün) Rahman’ın katında bir söz almış olan kimseden başkasına şefaat edilmez.”

(Meryem, 19/86-87)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım.

Ayeti kerimenin başında günahkârlardan bahsedilerek, on- ların susuz olarak cehenneme sürüleceği haber verilmiştir. Daha sonra َةَعاَف َّشلا َنوُكِلْ َي َلا Onlar şefaate malik değildirler, buyrulmuş- tur. Onların şefaate malik olmaması iki manaya gelebilmektedir.

Birinci Mana: Onların şefaat edemeyeceğidir.

İkinci Mana: Onlara şefaat edilemeyeceğidir.

Fahrettin-i Razi Hazretleri, ikinci manayı tercih ederek şöyle der: Bu ikinci mana daha uygundur. Çünkü ayeti birinci manaya hamletmek, yani onlar şefaat edemez demek, açık ve belli olan bir hususu yeniden açıklamak gibi bir şey olur. Demek, “Onlar şefaate malik değillerdir.”

beyanı, onlara şefaat edilmez manasındadır.

İşte kâfirlerden, müşriklerden ve diğer bütün günahkârlardan mürekkep günahkârlar güruhuna: “Onlara şefaat edilmez.”

buyrulduktan sonra, ْنَم َّلاِإ “O kimse müstesna” denilerek, şefaa-

tin fayda vermeyeceği günahkârlar güruhundan bir kısım insan-

lar müstesna kılınmıştır.

(13)

ْنَم َّلاِإ ifadesinden anlıyoruz ki, bir kısım günahkârlara şe- faat fayda verecektir. Eğer şefaat onlara fayda vermeyecek olsaydı, böyle bir istisna yapılmaz; “O gün günahkârlara şefaat edilmez.”

denilerek ayete nokta konulurdu. Ancak nokta konulmamış ve َّلاِإ

ْنَم denilerek istisna yapılmıştır.

Peki, bu istisnaya giren kullar kimlerdir? Ayetin devamı bunu

beyan eder: اًدْهَع ِنَمْحَّرلا َدْنِع َذَخَّتا Rahman’ın katında bir söz alan- lar... Buradaki söz, Fahreddin-i Razi’nin beyanına göre, tevhid ve kelime-i şehadettir. Yani imandır.

Demek, iman sahibi olan günahkârlar, imansız günahkârlardan ayırt edilmiştir. İmansız günahkârlar hakkında “onlara şefaat edilmez”

buyrulurken, imanı olan günahkârlar bu hükmünden istisna edilmiştir.

O halde şimdi ayet-i kerimeye bakarak soralım:

- Kime şefaat edilmeyecek? Günahkârlara. Peki, bu günahkârlardan hangi güruh müstesnadır? Allah’ın katında bir söz alan, yani tevhid ve kelime-i şehadet sahibi olanlar.

Bakın, ayetin açık beyanıyla: Allah’ın katında söz alan, yani tevhid ve kelime-i şehadet sahibi olan günahkârlara şefaat edilecektir. Şimdi şefaati inkâr edenlere bazı sorular soralım.

Ayet-i kerimede, Rahman’ın katında söz alan günahkârlara şefaat edilebileceği açıkça beyan buyrulmuştur. Demek şefaat haktır ve Allah katında söz alanlara, yani tevhid ve kelime-i şehadet sahiplerine mahsustur.

Şimdi şefaati inkâr edenlere soruyoruz:

- Sizler bu ayet-i kerimeye nasıl mana veriyorsunuz? Ayetteki

ْنَم َّلاِإ “O kişi müstesna” kaydını görmüyor musunuz? Eğer şefaat

hak olmasaydı, ayette ْنَم َّلاِإ denilir miydi? ْنَم َّلاِإ demek, “Şefaat

ancak bu kişilere edilir.” demektir. Bu kişiler de ayetin devamın-

da izah edilmiş: Rahman’ın katında söz alanlar... Fahreddin-i

Razi’nin izahına göre, tevhid ve kelime-i şehadet sahibi olanlar.

(14)

Bu kişilere şefaat edilebilecektir.

Ey şefaati inkâr edenler! Allah, bu kişilere şefaat edilebilecek derken, siz “Yok, edilemez.” diyorsunuz. Bu sözünüzle ayeti inkâr ettiğinizin farkında mısınız? Eğer biraz aklınız varsa hemen tövbe eder ve fikirlerinizle bozduğunuz insanların ıslahına çalışırsınız.

Sevgili kardeşlerim, şefaatin hak olduğuna dair Üçüncü Delilimizi burada sonlandıralım ve şimdi Kur’an’dan Dördüncü Delilimize geçelim.

(15)

Dördüncü Delil: Sebe Suresi 23. Ayet

Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz Dördüncü Kur’an Delili, Sebe suresinin 23. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

ُهَدْنِع ُةَعاَف َّشلا ُعَفْنَت َلاَو ، هللاب ذيعتسَأ O’nun yani Allah’ın katında şefaat fayda vermez ْنَمِل َّلاِإ ancak o kimse müstesna ki ُهَل َنِذَأ Allah ona izin verdi.

Manaya bir daha dikkat kesilelim:

“Allah’ın izin verdiği kimse müstesna, O’nun huzurunda şefaat fayda vermez.” (Sebe’, 34/23)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım.

Ayet-i kerimenin başında ُهَدْنِع ُةَعاَف َّشلا ُعَفْنَت َلاَو O’nun yani Al- lah’ın katında şefaat fayda vermez, buyrulmuş, daha sonra َّلاِإ

ْنَمِل o kimse müstesna denilerek, şefaatin fayda vermeyeceği hük-

münden bir kısım insanlar müstesna kılınmıştır.

“Allah’ın kendisine izin verdiği müstesna” ayeti iki manaya gelebilir. Birinci Mana şudur: Şefaati ancak kendisine izin verilenler edebilir. Bu durumda ayetin manası şöyle olur:

“O’nun katında, kendisine izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” Bu ihtimale göre, putlardan şefaat uman müşriklere bir reddiye vardır ve onlara şöyle denilmek istenmiştir:

Şefaati ancak Allah’ın izin verdikleri yapabilir. Allah ise putlara ve taptığınız diğer batıl mabutlara şefaat izni vermemiştir. Dolayısıyla onlardan şefaat beklemeniz beyhudedir.

İkinci manaya göre ise, kendisine izin verilen, şefaat eden değil;

şefaat edilendir. Bu durumda mana şöyle olur: “O’nun katında, kendisine izin verdiği kimselerden başkasına şefaat fayda vermez.”

Demek, şefaatten faydalanmak da Allah’ın iznine bağlıdır.

Şimdi iki farklı manayı yan yana görüp farkı daha iyi kavrayalım.

(16)

Birinci Mana: “Kendisine izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.”

İkinci Mana: “ Kendisine izin verdiği kimselerden başkasına şefaat fayda vermez.”

Demek, Allah’ın izni olmadan kimse şefaat edemez ve kimseye de şefaat fayda vermez.

Şefaat etme hakkı da şefaate nail olma da ancak Allah’ın izniyledir.

Rabbimizin izni olmadan kimse şefaat edemez ve kimseye şefaat fayda vermez. O halde şimdi ayete dayanarak soralım:

- Kimin şefaati fayda verebilir? Allah’ın izni verdiği kişinin...

- Peki kime fayda verebilir? Allah’ın izin verdiğine.

Bakın, ayetin açık beyanıyla: Allah’ın izin verdikleri şefaat edebilecek ve yine izin verilenler bu şefaatten faydalanacaktır. Şimdi, şefaati inkâr edenlere bazı sorular soralım.

Ayet-i kerimede, iki manayı da esas aldığımızda, Allah’ın izin verdiği kimselerin şefaatinin fayda vereceği ve yine kendisi için izin verilenlerin bu şefaatten faydalanacağı açıkça beyan edilmiştir. Demek şefaat etmek de şefaatten faydalanmak da haktır ve bunlar Allah’ın iznine bağlıdır.

Şimdi şefaati inkâr edenlere soruyoruz:

- Sizler bu ayet-i kerime hakkında ne diyorsunuz? Ayet apaçık bir şekilde, şefaati Allah’ın iznine bağlarken, sizler nasıl oluyor da bu ayete gözlerinizi kapıyorsunuz?

- Şefaat hak olmasaydı, “Allah’ın izin verdiği kimseler müstesna.”

denilerek istisna yapılır mıydı?

- Bu ayetten, bir kısım kulların Allah’ın izniyle şefaat edebileceğini ve yine bir kısmın şefaate nail olabileceğini anlamak için allame mi olmak lazım? Azıcık aklı olan, bu ayetten şefaatin hak olduğunu ve Allah’ın izniyle gerçekleşeceğini anlamaz mı?

(17)

Bilmiyorum, aklınız mı yok, kalbiniz mi ölmüş, insafınız mı çürümüş yoksa bu dini bozmaya mı çalışıyorsunuz?..

Ben size ne diyeyim, size nasihat tesir eder mi ki? Lakin Allah’tan ümit kesilmez. Ben yine de sizler için Rabbimden hidayet diliyorum, Rabbim sizlere bu yolu kolaylaştırsın.

Sevgili kardeşlerim, şefaatin hak olduğuna dair Dördüncü Kur’an Delilimizi bu hatimeyle sonlandıralım ve şimdi Kur’an’dan Beşinci Delilimize geçelim...

(18)

Beşinci Delil: Necm Suresi 26. Ayet

Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz Beşinci Kur’an Delili, Necm suresinin 26. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

ِتاَو َم َّسلا ِف ٍكَلَم ْنِم ْمَكَو ، هللاب ذيعتسَأ Göklerde nice melek vardır ki اًئْيَش ْمُهُتَعاَفَش ىِنْغُت َلا onların şefaatleri hiçbir fayda vermez ْنِم َّلاِإ

ُهَّللا َنَذْأَي نَأ ِدْعَب ancak Allah izin verdikten sonra fayda verir. Peki,

kim için izin verdikten sonra fayda verir?

َضْرَيَو ُءا َشَي نَمِل dilediği ve razı olduğu kimse için.

Manaya bir daha dikkat kesilelim:

“Göklerde nice melek vardır ki, Allah’ın dileyip razı olduğuna izin vermeden önce onların şefaatleri hiçbir fayda vermez.” (Necm, 53/26)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım.

Ayet-i kerimenin başında اًئْيَش ْمُهُتَعاَفَش ىِنْغُت َلا ِتاَو َم َّسلا ِف ٍكَلَم ْنِم ْمَكَو Göklerde nice melek vardır ki, onların şefaatleri hiçbir fayda vermez, buyrulmuş. Daha sonra ُهَّللا َنَذْأَي نَأ ِدْعَب ْنِم َّلاِإ Allah’ın izin vermesinden sonrası müstesna, denilerek, şefaatin fayda ver- meyeceği hükmünden bir kısım insanlar istisna edilmiştir. Peki,

bu istisnaya giren kullar kimlerdir? Ayetin devamı bunu beyan

eder:

َضْرَيَو ُءا َشَي نَمِل Allah’ın dilediği ve razı olduğu kullar. Demek,

Allah’ın dilediği ve razı olduğu kullar, meleklerin şefaatinin fay- da vermeyeceği kullardan ayırt edilmiş ve bu hükmünden istisna edilmiştir. O halde şimdi ayete bakarak soralım:

- Gökteki meleklerin şefaati kime fayda vermez?

Cevap: Allah’ın izin vermediklerine ve razı olmadıklarına...

- Peki, meleklerin şefaati kime fayda verecek?

Cevap: Allah’ın izin verdiklerine ve razı olduklarına.

(19)

Gördüğünüz gibi, ayetin açık beyanıyla melekler şefaat edeceklerdir.

Bu şefaat, Allah’ın dilediği ve razı olduğu kullara geçerli olacaktır.

Allah’ın dilemediği ve razı olmadığı kullara ise şefaat yoktur ve fayda vermeyecektir. Zaten Kur’an’daki şefaatin olmadığını beyan eden bütün ayetler, Allah’ın razı olmadığı ve izin vermediği kullar için geçerlidir.

Şimdi, şefaati inkâr edenlere bazı sorular soralım.

Şimdi şefaati inkâr edenlere soruyoruz:

- Ayet-i kerime, apaçık bir şekilde, Allah’ın dilediği ve razı olduğu kullara meleklerin şefaat edeceğini beyan ederken, sizler şefaati nasıl inkâr ediyorsunuz?

- Necm suresinin 26. ayeti sizin Mushaf’ınızda yok mu? Ya da bu ayet, bizim verdiğimiz manadan başka bir manaya mı geliyor? Bu ayeti bir izah edin de görelim.

- Bu ayetten şefaatin hak olduğu hükmünü nasıl çıkaramazsınız?

- Yoksa şöyle mi yapıyorsunuz: Ayetin başını okuyup: “Göklerde nice melek vardır ki, onların şefaatleri fayda vermez.” diyor ve ayetin devamını okumuyor musunuz? Ayetin devamında Allah bu hükümden, dilediği ve razı olduğu kulları istisna etmiş, bunu görmüyor musunuz?

Elbette görüyorsunuz ve biliyorsunuz, lakin sizin derdiniz başka.

Derdiniz, dini öğretmek değil, derdiniz bu dinin esaslarını bozmak.

Gayretiniz bundandır. Biz de burada yemin ediyoruz ki, sizin bu dini bozma gayretinizin en az iki misli, biz de bu dini muhafaza etmeye gayret edecek ve sizler gibi müfsitlerin şerrinden bu dini korumak için gece gündüz çalışacağız.

Sevgili kardeşlerim, şefaatin hak olduğuna dair Beşinci Delilimizi bu hatimeyle sonlandıralım ve şimdi Kur’an’dan Altıncı Delilimize geçelim.

(20)

Altıncı Delil: Yunus Suresi 3. Ayet

Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz Altıncı Kur’an Delili, Yunus suresinin 3. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

ٍعيِف َش ْنِم اَم ، هللاب ذيعتسَأ Hiçbir şefaatçi yoktur ِهِنْذِإ ِدْعَب ْنِم َّلاِإ O’nun izninden sonrası müstesna...

Manaya bir daha dikkat kesilelim:

“O’nun izninden sonrası müstesna, şefaat edecek hiç kimse yoktur.”(Yunus, 10/3)

Şöyle de mana verilebilir: “Ancak onun izninden sonra şefaat edilebilir.”

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Ayetin başında, ٍعيِف َش ْنِم اَم Hiçbir şefaatçi yoktur denilerek, bütün şefaatçilerin şefaati reddedilmiştir. Daha sonra َّلاِإ kaydı konulmuştur. Buradaki َّلاِإ istisnasından anlıyoruz ki, “Hiçbir şe- faatçi yoktur” hükmü kayıt altına alınmaktadır. Bu kayıt, bazı ayetlerde kişilerle ilgili olurken, bu ayette zamanla ilgilidir. َّلاِإ nın devamı olan ِهِنْذِإ ِدْعَب ْنِم ifadesi, bu zaman kaydını açıklamaktadır.

Bu kayıt, Allah’ın izninden sonrasının müstesna olduğudur. O halde ayet şu manaya gelmektedir: Hiçbir şefaatçi yoktur. Sadece Allah’ın izninden sonra şefaat edecek vardır. Ya da başka bir if- adeyle: Allah’ın izninden önce şefaat edecek hiç kimse yoktur.

Demek şefaat, Allah’ın iznini bağlıdır. O’nun izni olursa, bir kul başka bir kula şefaat edebilir. İzni olmazsa edemez. Eğer Allah’ın izni dairesinde şefaat olmasaydı, ayette geçen “Allah’ın izninden sonra olması müstesna” ifadesi gereksiz olurdu. Kur’an’da ise gereksiz hiçbir ifade yoktur.

Sözün özü: “O’nun izninden sonra olması müstesna” ifadesi, Allah’ın izni dairesinde şefaatin hak olduğunu ispat etmektedir.

Şimdi şefaati inkâr edenlere bazı sorular soralım.

(21)

Ey şefaati inkâr edenler! Bakın, ayet-i kerimede “O’nun izninden sonrası müstesna, şefaat edecek yoktur.” buyrularak apaçık bir surette şefaatin hak olduğu beyan edilmiştir. Şefaat vardır ve Allah’ın iznine bağlıdır. Ayetin reddettiği şey, şefaatin varlığı değildir; ayetin reddettiği şey Allah’ın izni olmadan şefaat edilebileceğidir. Ayet, izinsiz şefaati reddeder ve şefaati Allah’ın iznine bağlar.

Şimdi size soruyoruz:

- Sizler bu ayet-i kerimeyi nasıl izah ediyorsunuz?

- Ayet apaçık bir şekilde, şefaatin Allah’ın izniyle var olduğunu söylerken, sizler bu ayete nasıl gözlerinizi kapıyorsunuz?

- Ayetteki

ِهِنْذِإ ِدْعَب ْنِم َّلاِإ kaydını görmüyor musunuz?

- Eğer şefaat yoksa, ayetteki

ِهِنْذِإ ِدْعَب ْنِم َّلاِإ ne demek?

Buraya bir mana verin de görelim... ِهِنْذِإ ِدْعَب ْنِم َّلاِإ demek, “Al- lah’ın izninden sonra şefaat edilir.” demektir. Zerre miskal Ara- pça bilen burayı bu şekilde anlar. Bunu siz de biliyorsunuz, lakin sizin amacınız farklı. Amacınız, dinin esaslarını bozmak. İnşallah bu çalışmalarımız, bu amacınıza ulaşmanızı engelleyecek!..

Tabi, bu derslerin yayılması için bizi seyreden kardeşlerimizden de destek bekliyoruz. Bu fitneye hep beraber karşı koyacağız.

Sevgili kardeşlerim, şefaatin hak olduğuna dair Altıncı Delilimizi burada sonlandıralım ve şimdi Kur’an’dan Yedinci Delilimize geçelim.

(22)

Yedinci Delil: Enbiya Suresi 28. Ayet

Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz Yedinci Kur’an Delili, Enbiya suresinin 28. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

َنوُعَف ْشَي َلاَو ، هللاب ذيعتسَأ Onlar şefaat edemezler ْنَمِل َّلاِإ ancak o kimseye şefaat edebilirler َضَتْرا Allah ondan razı oldu.

Manaya bir daha dikkat kesilelim:

“Onlar, ancak Allah’ın razı olduğu kimseye şefaat edebilirler.”

Şöyle de manalandırabiliriz:

“Onlar, Allah’ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler.”

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım.

Ayet-i kerimenin başında َنوُعَف ْشَي َلاَو Onlar şefaat edemezler buyrulmuş. Buradaki “onlar”la kastedilen meleklerdir. Zira bu ayette, meleklerin sıfatları anlatılmaktadır. “Onlar şefaat edeme- zler.” hükmünden sonra ْنَمِل َّلاِإ ancak o kimse müstesna de- nilerek, meleklerin şefaat edemeyecekleri hükmünden bir kısım insanlar müstesna kılınmıştır.

ْنَمِل َّلاِإ ifadesinden anlıyoruz ki, bir kısım insanlara şefaat ede-

ceklerdir. Eğer şefaat hak olmasaydı, böyle bir istisna yapılmaz;

“Onlar şefaat edemezler.” denilerek ayete nokta konulurdu. An- cak nokta konulmamış ve نَمِل َّلاِإ denilerek istisna yapılmıştır.

Peki, bu istisnaya giren kullar kimlerdir? Ayetin devamı bunu beyan eder: َضَتْرا Allah ondan razı oldu.

Şimdi ayet-i kerimeye bakarak soralım:

- Melekler kime şefaat edemeyecek? Allah’ın razı olmadığı kimselere.

- Peki, kime şefaat edecek? Allah’ın razı olduğu kimselere.

Bakın, ayetin açık beyanıyla: Allah’ın razı olduklarına şefaat edilecektir. Razı olmayı da şöyle izah edebiliriz:

(23)

Mesela, bir kulun günahları sevaplarından çoktur. Bu sebeple cehennemi hak eder. Ancak onun bir sözü veya bir ameli vardır ki, Allah o sözden ve o amelden hoşnut olmuştur. Mesela, zalim bir sultanın karşısında hakkı haykırmıştır. Veya Allah’ın isminin küçümsendiği bir yerde, Allah’ın ismini yüceltmiştir. Ya da elindeki son lokmayı Allah için tasadduk etmiş ve mümin kardeşini kendi nefsine tercih etmiştir.

Ve hakeza, bunlar gibi ameller işlemiştir...

Evet, belki bu ameller zatında küçüktür, belki çakıl taşı kadardır ve onun dağ gibi günahlarına mukabele edememiştir. Lakin bu ameller, Allah’ın rahmetini ve rızasını celbetmiştir. İşte Allah Teâlâ, o ameli sebebiyle kulunu affetmeyi murad eder. Bunu murad edince de onun hakkında şefaate izin verir.

Şefaat; meleklerin, peygamberlerin veya salih kulların, o günahkâr kulun affedilmesi için Allah’a yaptıkları duadır. Allah, kulunu affetmeyi murad edince, onun hakkındaki duayı kabul eder. Bu durumda o kula şefaat edilmiş olur.

Görüldüğü gibi, affeden yine Allah’tır; şefaat ise, Allah’ın affına bir vesiledir. Burada şöyle bir soru akla gelebilir:

- Allah önce kulundan razı oluyor, daha sonra şefaat edilmesine izin veriyor. Demek hakikatte affeden Allah’tır. O halde şefaate ne ihtiyaç var?

Şefaat olmadan Allah kulunu direkt affetse olmaz mı?

Bu sorunun cevabını, ileride kendi başlığında özel olarak vereceğiz.

Bu sebeple bu bahsin kapısını burada açmıyor, ilerideki dersimize havale ediyoruz. İnanın, cevabı öğrendiğinizde, şefaatin ne kadar hikmetli ve hak olduğunu çok daha iyi anlayacaksınız. Cevabı sonraya bırakalım ve şimdi şefaati inkâr edenlere bazı sorular soralım.

Şimdi şefaati inkâr edenlere soruyoruz:

- Ayet-i kerimede apaçık bir şekilde, Allah’ın razı olduğu kimselere şefaat edileceği beyan buyrulurken, sizler nasıl oluyor da şefaati inkâr ediyorsunuz? Nasıl oluyor da bu ayete gözlerinizi kapıyorsunuz?

(24)

Bakın, Allah’ın razı olduğu kişilere melekler şefaat edecektir.

Melekler şefaat edebiliyorsa; peygamberler, evliyalar, şehitler ve şefaat etmesine izin verilen diğerleri de şefaat edecektir. Ve bütün bu şefaatler, ancak ve ancak Allah’ın izni ve rızası dahilinde edilecektir. Mesele bu kadar açıktır, daha fazla söze ihtiyaç da yoktur.

Sevgili kardeşlerim, şefaatin hak olduğuna dair Yedinci Delilimizi burada sonlandıralım ve şimdi Kur’an’dan Sekizinci Delilimize geçelim...

(25)

Sekizinci Delil: Zuhruf Suresi 86. Ayet

Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz Sekizinci Kur’an Delili, Zuhruf suresinin 86. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

َةَعاَف َّشلا ِهِنوُد ْنِم َنوُعْدَي َنيِذَّلا ُكِلْ َي َلاَو ، هللاب ذيعتسَأ Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleri şeyler şefaate sahip değildirler ْنَم َّلاِإ şefaate ancak o kimse sahiptir ki َنوُمَلْعَي ْمُهَو ِّقَحْلاِب َدِه َش bilerek hakka şahitlik etti.

Manaya bir daha dikkat kesilelim:

“Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleri şeyler -yani putlar- şefaate sahip değildirler. Şefaate ancak, bilerek hakka şahitlik edenler sahiptir.” (Zuhruf, 43/86)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım.

Ayet-i kerimenin başında َةَعاَف َّشلا ِهِنوُد ْنِم َنوُعْدَي َنيِذَّلا ُكِلْ َي َلاَو Al- lah’ı bırakıp da ibadet ettikleri şeyler şefaate sahip değildirl- er, buyrulmuş. Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleri şeyler putlardır.

Müşrikler, putların kendilerine şefaat edeceklerine inanıyorlardı.

Bu ayet-i kerimeyle, onların inancının yanlışlığı ortaya konulmuş ve putların şefaat hakkı olmadığı bildirilmiştir. Daha sonra ْنَم َّلاِإ ancak o kimse müstesna denilerek istisna yapılmıştır. Bu istis- nadan anlıyoruz ki, ayetin devamında gelecek olan kimseler şe- faat hakkına sahiptirler. Peki, kimdir onlar? Ayetin devamı bunu beyan eder: َنوُمَلْعَي ْمُهَو ِّقَحْلاِب َدِه َش bilerek hakka şahitlik edenler.

Hakka şahitlikten murad, Allah’tan başka ilâh olmadığına şahit- liktir. Bilerek bu şahitliği yapanlar da başta melekler, peygamber- ler ve derecelerine göre salih kullardır.

Bakın, ayetin açık beyanıyla: Bilerek hakka şahitlik edenler şefaat yetkisine sahip olacaklardır. Bu manaya kendi yorumumuzu falan da katmıyoruz. Ayetin kelime manası bu. Hangi tefsire ya da meale baksanız, bu manayı bulursunuz. O halde şimdi, şefaati inkâr edenlere bazı sorular soralım:

(26)

Ayet-i kerimede, “Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleri şeyler -yani putlar- şefaate sahip değildirler. Şefaate ancak, bilerek hakka şahitlik edenler sahiptir.” buyrulmuştur. Demek şefaat, haktır ve hakka şahitlik edenlere mahsustur.

Şimdi şefaati inkâr edenlere soruyoruz:

- Sizler bu ayet-i kerimeye nasıl mana veriyorsunuz? Yoksa biz ayet-i kerimeye yanlış mı mana veriyoruz?

- Ayet apaçık bir şekilde şefaat hakkını, bilerek hakka şahitlik edenlere tahsis ederken, sizler nasıl oluyor da şefaati inkâr ediyorsunuz?

Bakın, şefaati inkâr etmek, ayeti inkâr etmektir. Ayeti inkâr eden de küfre girer. Küfre girmek için, tek bir ayeti inkâr etmek kâfidir. Şefaat, Kur’an’ın ayetleriyle sabittir. Bunu inkâr, ayetleri inkârdır. Artık bundan sonrasını, şefaati inkâr edenler düşünsün!..

Sevgili kardeşlerim, şefaatin hak olduğuna dair Sekizinci Delilimizi burada sonlandıralım ve şimdi Kur’an’dan Dokuzuncu Delilimize geçelim.

(27)

Dokuzuncu Delil: Şefaati Kur’an Emretmektedir

Eserimizin bu Dokuzuncu bölümünde, birçok Kur’an ayetini şefaate delil yapacağız. Ancak ilk önce şefaatin manasını bir daha hatırlayalım.

Şefaat: Salih bir kulun, günahkâr bir kulun affı için Allah’a dua etmesidir. Eğer duası kabul olursa, “Falan kul, falan kula şefaat etti.”

denilir.

Bunun manası, onun duası hürmetine Allah onu affetti ve cehennemden halas etti, demektir. Eğer duası kabul olmazsa, “Falanca şefaat etmek istedi, ancak isteği kabul olmadı.” denilir. Her şefaat talebi kabul olacak diye bir şey de yok. Allah isterse kabul eder, isterse reddeder.

Sözün özü, şefaat, salih bir kulun, günahkâr bir kul için Allah’tan af dilemesidir. Şefaatin başka bir manası yoktur.

O halde şimdi soruyoruz:

- Bir kulun, başka bir kul için af dilemesi hususunda Kur’an ne diyor?

Bu caiz midir, değil midir?

Eğer bu caizse, şefaat de caiz olmalıdır. Çünkü şefaat, bir kul için af dilemekten başka bir şey değildir. Şimdi Kur’an’ın kapısını çalalım ve cevabımızı Kur’an’da arayalım.

Mü’min suresi 7. ayet-i kerimede meleklerden bahisle şöyle buyrulur:

ُهَلْوَح ْنَمَو َشْرَعْلا َنوُلِمْحَي َنيِذَّلا ، هللاب ذيعتسَأ Arşı taşıyanlar ve onun etrafındakiler ْمِهِّبَر ِدْمَحِب َنوُحِّب َسُي Rablerinin hamdiyle tesbih ederler

ِهِب َنوُنِمْؤُيَو ve O’na iman ederler اوُنَمآ َنيِذَّلِل َنوُرِفْغَت ْسَيَو ve iman edenler için af dilerler.

Ne yaparlarmış dikkat kesilin, iman edenler için af dilerlermiş.

Peki, bunu nasıl bir duayla yapıyorlar? Ayetin devamı bunu beyan ediyor, onlar şöyle diyorlar:

(28)

ًمْلِعَو ًةَمْحَر ٍءْ َش َّلُك َتْع ِسَو اَنَّبَر Ey Rabbimiz! Rahmet ve ilminle her şeyi kuşattın َكَليِب َس اوُعَبَّتاَو اوُباَت َنيِذَّلِل ْرِفْغاَف tövbe eden ve yoluna uyan kullarını bağışla, ِميِحَجْلا َباَذَع ْمِهِقَو ve onları ateşin azabından koru.

Melekler nasıl dua ediyorlarmış işittiniz mi, diyorlarmış ki: Ey Rabbimiz! Tövbe eden ve yoluna uyan kullarını bağışla ve onları ateşin azabından koru.

Şimdi biz şefaati inkâr edenlere soruyoruz:

- Melekler bu dünyada müminlerin affı için dua ediyor, siz bunu Kur’an’da okuyorsunuz. Peki, meleklerin ahiretteki şefaatlerini niçin inkâr ediyorsunuz?

Bizler, “Melekler şefaat edecek.” derken, meleklerin müminlerin affı için Allah’a yalvaracağını ve dua edeceğini kastediyoruz. Bakın, melekler bunu zaten yapıyor. Ve onlara böyle dua etmesini de Rabbimiz ilham etmiş ve öğretmiş.

- Eğer onların duasının affımızda bir rolü olmasaydı, onlar dua eder miydi? Rabbimiz onlara böyle dua etmesini öğretir miydi?

Şefaati inkâr edenlere yine soruyorum:

- Aklınızın almadığı yer neresi?

- Meleklerin bu dünyada affımız için dua etmesiyle, ahirette dua etmesi arasında bir fark var mı?

Hiçbir fark yok! Ve bu şefaatin ta kendisidir.

O halde eğer siz şefaati inkâr edecekseniz, önce Mü’min suresinin 7. ayetini inkâr edin. Çünkü bu ayet, meleklerin bu dünyada dahi şefaat ettiklerini beyan buyurmaktadır. Cenab-ı Mevla, onların şefaatini hakkımızda kabul buyursun...

Şimdi de başka bir ayete bakalım.

Muhammed suresi 19. ayet-i kerimede Peygamber Efendimiz (asm)’a şöyle emredilir:

(29)

ِتاَنِمْؤُمْلاَو َينِنِمْؤُمْلِلَو َكِبنَذِل ْرِفْغَتْساَو Hem kendi günahın için hem de mümin erkekler ve mümin kadınlar için Allah’tan af dile!

Şimdi şefaati inkâr edenlere soruyoruz:

Ayet-i celilede Peygamber Efendimiz (asm)’a, mümin erkekler ve mümin kadınların affı için dua etmesi emredilmiştir.

- Eğer Peygamberimiz (asm)’in, müminler için af dilemesinin bir faydası olmayacaksa bu ayetin manası nedir?

- Eğer Peygamberimiz (asm)’in af dilemesini Allah kabul etmeyecekse, niçin bu emri vermiştir?

Bakın, şefaat dünyada bile var. Çünkü şefaat, bir kulun affı için Allah’a dua etmektir. Peygamberimiz (asm), Allah’ın emriyle bu duayla mükellef kılınmıştır. Bakın, eğer şefaati kabul etmezseniz -hâşâ- bu emrin manasız ve faydasız bir emir olduğunu kabul etmek zorunda kalırsınız?

Öyle ya, eğer Peygamberimiz (asm)’in bizim için af dilemesinin bir manası yoksa ne diye affımız için dua etmesi emrediliyor?

Şefaati inkâr edenlerin kör gözlerine, bu ayet-i kerimeyi sokuyoruz.

Sadece bu ayeti de değil, Kur’an’ın birçok yerinde Peygamberimize (asm) bizim için af dilemesi emredilmiştir. Bu ayetlerin tamamını onların kör gözüne sokuyoruz. Mesela, Mumtehine suresi 12. ayette şöyle buyrulur:

َهَّللا َّنُهَل ْرِفْغَتْساَو (Biat etmek için sana gelen) kadınlar için Al-

lah’tan af dile.

Âl-i İmran suresi 159. ayette şöyle buyrulur:

ْمُهَل ْرِفْغَتْساَو Ve onlar için af dile.

Nisa suresi 64. ayette şöyle buyrulur:

ُلو ُسَّرلا ُمُهَل َرَفْغَتْساَو Resul de onlar için af dilerse...

Bütün bu ayetlerden anlaşılıyor ki, Peygamberimiz (asm)’in bizim için af dilemesini Allah emretmiştir. İşte bu af dileği, şefaattir. Allah bu dileği kabul ederse, Peygamberimiz (asm) bize şefaat etmiş olur. Kabul etmezse, hakkımızdaki şefaat dileği reddedilmiş olur. Dua ve niyaz

(30)

Peygamberimiz (asm)’den, af ise Allah’tandır.

Şimdi şefaati inkâr edenler bizi iyi dinlesin:

Bir başkasının günahı için af istemek, aslında şefaat talep etmek demektir. Buna göre Allah Teala Resulüne, müminler için şefaat talep etmesini emretmektedir. Bakın, şefaat talep etmesini Allah emrediyor.

Hani Peygamberimiz (asm)’in şefaati yoktu?

Eğer Allah, Peygamberimiz (asm)’in şefaatini kabul etmeyecek olsaydı, ona affımız için dua etmesini emreder miydi? Unutmayın, Allah vermek istemeseydi, istemek vermezdi. Madem istemek vermiş, o halde vermek istiyor.

Şimdi de Kur’an’da diğer peygamberlerin af dilemelerini, yani şefaat talep etmelerini görelim.

Meryem suresi 47. ayette şöyle buyrulur:

ِّبَر َكَل ُرِفْغَتْسَأ َس َكْيَلَع ٌمَلاَس َلاَق Hz. İbrahim babası için şöyle der:

Selam üzerine olsun. Senin için Rabbimden af dileyeceğim.

Bakın, Hz. İbrahim babası için şefaat talep etmektedir. Ancak babası kâfir olduğu için, Allah Teala Hz. İbrahim’in bu şefaat talebini reddetmiştir.

Yusuf suresi 98. ayette şöyle buyrulur:

ِّبَر ْمُكَل ُرِفْغَتْسَأ َفْو َس َلاَق Hz. Yakup evlatlarına şöyle der: Sizler için Rabbimden af dileyeceğim.

Bakın, Hz. Yakup da evlatları için şefaat talep etmektedir. Merak ediyorum, şefaati inkâr edenler bu ayetleri görmüyorlar mı? Birçok peygamber daha bu dünyada iken şefaat etmek istemişler.

- Bu dünyada caiz olan bir şey, ahirette niçin caiz olmasın?

Hatta sadece melekler ve peygamberler de değil; sade müminler bile, mümin kardeşlerinin affı için dua etmişler, yani müminlerin affı için şefaatçi olmak istemişlerdir. Mesela Haşr suresi 10. ayette şöyle buyrulur:

(31)

ِناَيِ ْلاِب اَنوُقَبَس َنيِذَّلا اَنِناَوْخِ ِلَو اَنَل ْرِفْغا اَنَّبَر Ey Rabbimiz! Bizi ve imanla bizden önce geçen kardeşlerimizi bağışla.

İbrahim suresi 41. Ayette şöyle buyrulur:

ُبا َسِحْلا ُموُقَي َمْوَي َينِنِمْؤُمْلِلَو َّيَدِلاَوِلَو ِل ْرِفْغا اَنَّبَر Ey Rabbimiz! Hesabın olacağı günde, beni, ana-babamı ve bütün müminleri bağışla.

Bakın ayetlerin beyanıyla, müminler birbirinin affı için daha bu dünyada iken dua ediyor

Şimdi şefaati inkâr edenlere soralım:

- Müminin mümine bu kadar duasını Kur’an’da gördükten sonra, hâlâ müminin mümine duası demek olan şefaati inkâr edecek misiniz?

- Bu dünyada meleklere, peygamberlere ve salih kullara, günahkâr müminlerin affı için dua ettiren Rabbimiz, bu duayı ahirette niçin yaptırmasın?

- Mümin hakkında yapılan duanın bir kıymeti olmasaydı, Allah Teala meleklere ve peygamberlere affımız için dua etmelerini emreder miydi?

Ben size daha ne diyeyim, eserimizin başından bu ana kadar anlatıyoruz. Buraya kadar Kur’an’dan dokuz ayet-i kerimeyi şefaatin hak olduğuna delil gösterdik.

- Kur’an’ın bu ayetleri hâlâ gözünüzü açmadı mı, gönlünüze girmedi mi?

Eğer hâlâ “Yok, dediğim dedik.” diyorsanız, biz de size şöyle bir teklifte bulunalım: Biz “Şefaat haktır.” diyoruz; siz de “Şefaat yoktur.”

diyorsunuz. Faraza, biz Kur’an’dan ayetler gösteriyoruz, siz de başka ayetler gösteriyorsunuz. Aramızdaki çekişme devam ediyor. Böyle bir durumda yapmamız gerekeni Nisa suresi 59. ayet bize şöyle emreder:

ٍءْ َش ِف ْمُتْعَزاَنَت نِإَف Eğer bir şeyde çekişirseniz ِلو ُسَّرلاَو ِهّللا َلِإ ُهوُّدُرَف

onu Allah’a ve Resulüne götürün.

(32)

İlk önce Allah’a, yani Kur’an’a götürün... Biz davamızı Kur’an’a götürdük, ama hâlâ çekişiyoruz. O halde şimdi yapmamız gereken şey, davamızı Resüle, yani Peygamberimiz (asm)’in hadislerine götürmektir.

ِرِخلآا ِمْوَيْلاَو ِهّللاِب َنوُنِمْؤُت ْمُتنُك نِإ Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, böyle yaparsınız. ًلايِوْأَت ُن َسْحَأَو ٌ ْيَخ َكِلَذ Bu daha hayırlı ve netice bakımından daha güzeldir.

Şimdi biz bu ayetin hükmüyle amel edecek ve davamızı Peygamber Efendimize (asm) götüreceğiz. Bakalım şefaat hakkında Peygamberimiz ne diyor?.. Bir sonraki bölümde Peygamberimiz (asm)’in şefaat hakkındaki hadis-i şeriflerini inceleyeceğiz.

(33)

ŞEFAAT HAKKINDAKİ HADİS-İ ŞERİFLER

Sevgili kardeşlerim, eserimizin bu bölümüne kadar şefaati, Kur’an’dan dokuz ayetle ispat ettik. Bu bölümde ise şefaati hadis-i şeriflerle ispat edeceğiz.

Nakledeceğimiz ilk hadis-i şerifi Enes b. Malik Hazretleri rivayet etmiştir. Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

ىِتَعاَف َش Benim şefaatim ىِتَّمُأ ْنِم ِرِئاَبَكْلا ِلْهَ ِل ümmetimden büyük günah sahipleri içindir. (Tirmizi, Kıyame: 11; İbni Mâce, Zühd:

26; Ahmed İ. Hanbel, 3/113)

Bu hadisi, hadis imamlarının güneşlerinden olan İmam Tirmizi, İbni Mâce ve Ahmed İbni Hanbel Hazretleri nakletmiştir. Onların ittifak ettiği bir hadis hakkında, artık bu sahih midir, değil midir diye herhalde düşünülmez.

İkinci hadisimizi Zeyd b. Erkam Hazretleri nakletmiştir. Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

ٌّقَح ِةَماَيِقْلا َمْوَي ىِتَعاَفَش Kıyamet günündeki şefaatim haktır. ْنَمَف اَهِب ْنِمْؤُي ْمَل Kim şefaatime inanmazsa اَهِلْهَا ْنِم ْنُكَي ْمَل onun ehlinden olmayacaktır. Yani şefaatime inanmayan ona kavuşamayacak- tır. (El-Mutteki, Kenzü’l-Umman: 14/399)

Bakın, Peygamber Efendimiz (asm) ta o günden, şefaatine inanmayanların olacağını haber vermiş, tam da haber verdiği gibi çıkmış.

Peki, inanmayanın zararı kime?.. Kendisine... İnanmamakla Efendimiz (asm)’in şefaatinden mahrum oluyor, kendi nefsine zulmediyor. Yoksa inansa da inanmasa da şefaat haktır.

Üçüncü hadisimizi Osman İbni Affan Hazretleri nakletmiştir.

Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

ٌثَلاَث� ِةَماَيِقْلا َمْوَي ُعَف ْشَي Kıyamet gününde üç zümre şefaat edecek-

tir. ُءاَيِبْنَ ْلاَا Peygamberler ُء َمَلُعْلا َّمُ� sonra alimler ُءاَدَه ُّشلا َّمُ� sonra da

şehitler. (İbni Mâce, Zühd:1443/2 ,37)

(34)

Bakın, Efendimiz (asm) üç grup insanın şefaat edeceğini beyan buyurmuş. Peygamberler, alimler ve şehitler. Şimdi Peygamberimiz,

“Şefaat haktır ve bu zümreler şefaat edecektir.” diyor. Bir kısım insanlar da “Yok, şefaat etmeyecekler, şefaat yoktur.” diyor. Kimin sözünü tercih edeceğiz? Peygamberimiz (asm)’in sözünü mü, yoksa peygamber sözünü kabul etmeyen bu cahillerin sözünü mü? Elhamdülillah bizler Peygamberimiz (asm)’in sözünü tercih ediyoruz.

Dördüncü hadisimizde, Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

ٌةَباَجَت ْسُم ٌةَوْعَد ٍّىِبَن ِّلُكِل ، ةريره ِبأ ْنَع Her peygamberin müstecab

-yani Allah’ın kabul edeceği- bir duası vardır.

ُهَتَوْعَد ٍّيِبَن ُّلُك َلَّجَعَتَف Her peygamber o duayı yapmada acele etti. يِتَّمُُأ ًةَعاَفَش ِتَوْعَد ُتْأَبَتْخا ِّنِإو

ِةَماَيِقْلا َمْوَي Ben ise bu duamı, kıyamet gününde ümmetime şefaat

olarak kullanmak üzere sakladım. يِتَّمُأ ْنِم َتاَم ْنَم ُهَّللا َءاَش ْنإ ٌةَلِئاَن َيِهَف

ئْيَش ِهََّللاِب ُكِ ْشُي َلا Allah’ın izniyle şefaatime, ümmetimden Allah’a

hiçbir şeyi şirk koşmadan ölenler nail olacaktır. [Buhari, Daa-

vat 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334, (198); Muvatta, Kur’an 26, (1, 212); Tirmizi, Daavat 141, (3597)]

Bakın, Peygamber Efendimiz (asm) müstecab duasını ahirete sakladığını ve bunu ümmetine şefaat olarak kullanacağını bildiriyor.

Buna karşı Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan, Abdülaziz Bayındır ve diğerleri: “Yok kullanamazsın, şefaat edemezsin.” diyor. Şimdi ne yapacağız?.. Peygamberimiz (asm)’in sözüne mi itimat edeceğiz, bunların sözüne mi?..

Ve bakın, Peygamberimiz (asm)’in bu sözünü İmam Buhari, İmam Müslim ve İmam Tirmizi nakletmiş. Yani bu söz, Kur’an’dan sonra en sağlam kaynaklarda geçiyor. Eğer şefaat yoktur derseniz, bu imamları da yalanlamış olursunuz. Şimdi soruyorum:

- İmam Buhari›ye, İmam Müslim›e, İmam Tirmizi›ye iftira atan, onlara yalancı diyen ahirette iflah olur mu?

Peygamber Efendimiz (asm)’in şefaatle ilgili daha birçok hadis-i şerifleri vardır. Şimdi bu hadislerden bir kısmını, sözü kısa tutmak adına mealiyle nakledeceğiz...

(35)

Hz. Ali’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

“Her kim Kur’an okur ve ezberlerse, Allah onu cennete sokar.

Ehlinden cehennemlik olan on kişiye şefaat etmesi için ona yetki verir.” (İbni Mâce, Mukaddeme, 212; Tirmizi, Kur’an, 2830; Müsned-i Ahmet, 1203)

Cabir İbni Abdullah Hazretlerinden rivayet edilen hadis-i şerifte Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

“Her kim ezanı işittiği zaman şu duayı yaparsa, kıyamet günü şefaatim ona helal olmuştur...” (Buhari, Ezan, 579; Nesei, Ezan, 673;

Tirmizi, Salât, 195; Ebu Davut, Salât, 445; İbn Mâce, Ezan 714)

Ebu Hureyre Hazretleri şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Resulü! Kıyamet gününde senin şefaatine en ziyade kim mazhar olacak?” Resulullah (asm) şöyle buyurdu:

“Ya Eba Hureyre, hadise düşkünlüğünden dolayı, senden önce bunu kimsenin sormayacağını tahmin ediyordum. Kıyamet günü şefaatime en çok nail olacak kimse, kalbinden veya içinden ihlâsla

‘Lâ ilâhe illallah.’ diyendir.” (Buhari, İlim, 97)

Yine Ebu Hureyre Hazretleri şöyle demiştir: Peygamberimiz (asm) bir sohbetinde, “Rabbinin seni, makâm-ı mahmûda göndereceğini umabilirsin.” ayetini okuduğunda, makam-ı mahmûdun ne olduğu ona soruldu. Peygamberimiz: “O şefaattir.” cevabını verdi. (Tirmizi, 3062; Müsned-i Ahmed,9307, 9358, 9810, 10419)

Ubeyd İbni Ka’b’ın babasından rivayetine göre, Peygamberimiz (asm) şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü olunca ben, peygamberlerin imamı, hatibi ve şefaatlerin sahibi olurum. Bununla beraber övünmem.” (İbni Mâce, Zühd,4305; Tirmizi, Menâkıb, 3546)

Cabir İbni Abdullah Hazretlerinden rivayete göre, Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

(36)

“Bana, benden önce kimseye verilmeyen beş şey verilmiştir. Bir aylık yola kadar düşmanlarıma korku salmak ile yardım olundum.

Yeryüzü bana temiz olarak mescit kılındı. Onun için ümmetimden namaz vaktine erişen her kimse namazını kılsın. Ganimetler bana helal kılındı. Hâlbuki benden önce kimseye helal kılınmamıştı.

Bana şefaat verildi ve her peygamber kendi kavmine gönderilirken ben bütün insanlara gönderildim. (Buhari, Teyemmüm, 323; Müslim, Mesacid, 810; Nesai, Güsl, 429; Mesacid, 728)

İbni Ömer Hazretlerinden rivayete göre, Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

“Kim Medine’de ölmeye güç yetirirse orada ölsün. Zira ben orada ölenlere şefaat ederim.” (Tirmizi, Menâkıb, 3852; İbn Mâce, Menasik, 3103; Müsned-i Ahmed, 5180, 5555)

Ebu Said el-Hudri Hazretlerinden rivayete göre, Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

Resulullah’ın yanında Ebu Talib’in adı geçmiş, bunun üzerine:

“Umulur ki kıyamet gününde benim şefaatim ona bir fayda verir de cehennemin sığ yerine konur, topuklarına kadar erişir, ondan beyni kaynar.” demiştir. (Müslim, İman, 310; Buhari, Menâkıb, 3596;

Müsned-i Ahmet, 10636,11044, 11094)

Enes İbni Malik Hazretlerinden rivayete göre, Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

“Cennette ilk şefaat eden ben olacağım ve yine ben peygamberlerden en çok tabisi olanım.” (Müslim, İman, 289, 290, 291;

Müsned-i Ahmed, 11969; Darimi, Mukaddeme,51)

Enes İbni Malik Hazretleri der ki: “Resulullah’tan şefaatini istedim.”

Dedi ki: “Evet, ederim.” Ben dedim ki: “Nerede isteyeyim?” Dedi ki:

“Beni talep edeceğin ilk yerde, yani sıratta iste.” Peki ya seni orada bulamazsam? “O zaman Mizan’da ara.” Ya orada da bulamazsam?

“Havzın yanında ara.” (Tirmizi, Kıyame, 2357; Müsned-i Ahmed, 12360)

(37)

Sevgili kardeşlerim, şefaat konusunda daha başka hadisler de var. Sözü daha fazla uzatmamak için bu kadarıyla yetiniyoruz. Daha fazlasını bulmak isteyenler, hadis kitaplarının ilgili bölümüne müracaat edebilirler.

Netice olarak deriz ki:

Baştan buraya kadar zikrettiğimiz dokuz ayetin ve bu derste naklettiğimiz hadis-i şeriflerin beyanıyla şefaat haktır ve gerçektir.

Allah’ın dilediği kullar, Allah’ın izni ve rızası dairesinde şefaat edeceklerdir. Kur’an’da şefaatin olmadığını bildiren bütün ayetler;

kâfirler, müşrikler ve Allah’ın razı olmadığı kullar hakkındadır. Bu kullar hakkında, bütün insanlar ve cinler bir araya da gelse şefaatleri onlara fayda vermeyecektir. Demek şefaat, Allah’ın razı olmadığı kullar hakkında asla mümkün olmayıp, izni ve rızası dairesinde meydana gelecektir.

Bununla birlikte, kıyamet hengâmında öyle dehşetli haller vukua gelecektir ki, bu makamlarda peygamberler bile sadece kendilerini düşünecekler; “Allah’ım bana selamet ver, Allah’ım bana selamet ver.”

diyerek kaçışacaklardır. İşte şefaatin olmadığını beyan eden ayetlerin bir kısmı da bu dehşetli halleri anlatmaktadır.

Eserimizin bu anına kadar şefaati ispatla meşgul olduk. Bundan sonraki kısımda ise, şefaati inkâr edenlerin sözlerine cevap vereceğiz.

(38)

ŞEFAATİ İNKÂR EDENLERİN SORULARINA CEVAPLAR

On Birinci Bölüm: Birinci Soru-Cevap

Sevgili kardeşlerim, eserimizin bu bölümüne kadar şefaati, Kur’an’dan dokuz ayetle ve hadis-i şeriflerle ispat ettik. Bu bölümde ise, şefaati inkâr edenlerin sözlerine cevap vereceğiz. Cevap vereceğimiz ilk sözleri şöyle. Onlar diyorlar ki:

- Müddessir suresi 48. ayette: “Artık şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.” buyrulmuş. Bu ayet-i kerime şefaatin fayda vermediğini ispat etmektedir, o halde şefaat yoktur.

Onlar böyle diyorlar, biz de onlara diyoruz ki: Bu ayet-i kerime kimler hakkında inmiş, kimlerden bahsediyor? Şu ayetin bir de öncesini okusanız. Hani adama demişler ya: “Niçin namaz kılmıyorsun?”

O da demiş: “Kur’an’da namaza yaklaşmayın, buyrulmuş. Ondan kılmıyorum.” Ona demişler: “Devamını okusana!” O demiş:

“Devamını bilmiyorum.” Devamını okumaz, çünkü devamında

“sarhoşken” ibaresi var.

Aynen bunun gibi, şefaati inkâr edenler diyorlar ki: Müddessir suresi 48. ayette: “Artık şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.”

buyrulmuş. Demek şefaat yoktur. Biz de onlara diyoruz ki: “Şu ayetin bir de önünü okuyun! Bakalım bu ayet kimlerden bahsediyor.”

Siz madem, ayetin önünü okumuyorsunuz ya da okumak istemiyorsunuz, o halde biz okuyalım, bakın ayet-i kerime kimlerden bahsediyor. Ayetin evvelinde, cennetliklerle cehennemlikler arasında bir konuşma geçer. Cennet ehli, cehennem ehline sorar:

َرَق َس ِف ْمُكَكَل َس اَم Sizi cehenneme ne soktu? Cehennem ehli bu

soruya cevaben der ki:

ُينِقَيْلا اَناَتَأ ىَّتَح ِنيِّدلا ِمْوَيِب ُبِّذَكُن اَّنُكَو Ölüm bize gelinceye kadar bizler

ahiret gününü yalanlıyorduk.

(39)

Onların bu cevabı üzerine Rabbimiz de şöyle der:

َينِعِفا َّشلا ُةَعاَف َش ْمُهُعَفْنَت َمَف Artık şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.

Gördünüz mü ayet-i kerime kimler hakkında inmiş ve kimlerden bahsediyor?.. Ayet-i kerime, ahiret gününü yalanlayanlar, yani kâfirler hakkında inmiş. Ayetteki zamir, ahiret gününü yalanlayanlara racidir.

Ey ayetin önünü saklayan zalimler, sizlere soruyorum:

- Kâfirler hakkında inen bu ayetin, Müslümanlarla ne ilgisi var?

Aslında bu ayet, şefaatin varlığına delildir. Çünkü “Şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.” demek, şefaat edicilerin var olduğunu ispat etmektedir. Demek ortada şefaat ediciler vardır ki, onlardan bahsedilmiş. Eğer şefaat ediciler olmasaydı, onlardan bahis yersiz olurdu. Kur’an’da ise yersiz bir tek harf bile yoktur. O halde ayetin manası şudur:

“Ey kâfirler! Siz öyle kötü bir durumdasınız ki, herkese faydası olan şefaatin bile size faydası yoktur. Küfrünüz sebebiyle şefaat edicilerin şefaatinden mahrumsunuz.”

İşte ayet bu manaya gelmektedir. Bu şuna benzer: Kansere yakalanmış ve hayatından ümit kesilmiş birisine işaret ederek,

“Doktorlar buna fayda vermez.” desek, bu sözde doktorları reddetmek değil, hastalığın şiddetini beyan etmek ve artık bu hastaya doktorların bile fayda veremeyeceğini kabul etmek vardır. Yani artık hastadan ümit kesilmiştir ve hiçbir doktor onu iyileştiremez. Bu sözün manası budur.

“Şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.” demek de böyledir.

Bu beyanda şefaat ediciler reddedilmemiş; kâfirlerin ahireti inkâr etmelerinden dolayı, şefaat edicilerin şefaatinden mahrum kalacakları beyan edilmiştir. Zaten bizler, kâfirlere ve Cenab-ı Hakk’ın razı olmadığı kullara şefaat edilemeyeceği hususunda hemfikiriz. Bu ayette zikredilen kullar da bu zümreye dahil olan kullardır.

(40)

Netice olarak, bu ayet-i kerime şefaatin yokluğuna değil, bilakis varlığına delildir. Zira şefaat ediciler vardır ki ayette onlardan bahsedilmiş. Eğer bu zümre hakikatte olmasaydı, elbette onlardan bahsedilmezdi. O halde bizler bu ayet-i kerimeyi, şefaatin varlığına dair naklettiğimiz dokuz ayete ilave ediyor ve bu ayeti şefaatin varlığına delil yapıyoruz.

Gördüğünüz gibi, şefaati inkâr edenlerin delilleri bu kadar zayıf. Ayetin önüne arkasına bakmadan konuşuyorlar. Eee, hafız değiller!.. Ama biz onları inşallah hafız yapacağız. Bu bölümü burada tamamlayalım ve şimdi onların İkinci sözlerini tahlil edelim.

(41)

On İkinci Bölüm: İkinci Soru-Cevap

Sevgili kardeşlerim, şefaati inkâr edenlerin sözde delillerine cevap vermeye devam ediyoruz. Cevap vereceğimiz ikinci delilleri şöyle.

Onlar diyorlar ki:

- Zümer suresi 44. ayette: “Bütün şefaat Allah’ındır.” buyrulmuştur.

Demek şefaatin hepsi Allah’ındır ve Allah’tan başka kimse şefaate sahip değildir. Dolayısıyla bu ayet-i kerime şefaatin olmadığını ispat etmektedir.

İşte onlar böyle diyorlar. Onlara göre bu ayet, şefaatin tamamının Allah’a ait olduğunu bildirmekte ve diğer şefaat edicilerin varlığını reddetmektedir.

Acaba mesele onların dediği gibi mi? Bir şeyin tamamının Allah’a ait olması, başkasının ona sahip olamamasını mı gerektiriyor? Eğer böyle düşünüyorlarsa bizim şu sorumuza cevap versinler.

Nisa suresi 139. ayette: “Bütün izzet Allah’a aittir.” buyrulmuştur.

Sorumuz şu:

- Bütün izzetin Allah’a ait olması, başkasının izzet sahibi olmasına engel mi? Yani siz diyebilir misin ki: “Bütün izzet Allah’ındır. O halde peygamberler ve müminler izzetsizdir.” Bütün izzetin Allah’a ait olduğunu bildiren ayetten bu neticeyi mi çıkarıyorsunuz?

Eğer bu neticeyi çıkarıyorsanız Münafikun suresi 8. ayet sizi tekzip eder. Çünkü bu ayette şöyle buyrulmuştur:

“İzzet Allah›a, Resulüne ve müminlere mahsustur.”

Bakın, Nisa suresi 139. ayette bütün izzetin Allah’a ait olduğundan bahsedilirken, Münafikun suresi 8. ayette Resulünün ve müminlerin de izzet sahibi olmasından bahsedilmiştir. Demek izzetin Allah’a ait olması, Peygamberimiz (asm)’in ve müminlerin o izzetten mahrum olması neticesini vermemiştir.

(42)

Birbirine zıt gibi görünen bu iki ayetin vech-i tevfiki şudur:

İzzet tamamıyla Cenab-ı Hakk’a aittir. Peygamberimiz (asm)’in ve müminlerin izzeti ise, Allah’ın onlara izzet vermesi ve aziz kılması iledir. Cenab-ı Hakk’ın izzeti zatî iken, diğerlerinin ki zatî değildir.

Neticede, Peygamberimiz (asm)’in ve müminlerin izzet sahibi olması, bütün izzetin Allah’a ait olması hakikatine zıt değildir.

Şefaatte de durum aynıdır. Bütün şefaatin Allah’a mahsus olması, başka kimsenin şefaate malik olmayacağı manasına gelmez. Bunun manası şudur: Bütün şefaat Allah’a aittir; diğerlerinin şefaate sahip olması ise, Allah’ın onlara bu yetkiyi vermesiyledir. Demek diğerleri, Allah’ın vermesiyle şefaate sahip olmuşlardır, şefaat onların zati malı değildir.

Bu şuna benzer: Bizden başka kimsenin parası olmasa ve biz bu paradan bazı insanları istifade ettirsek, bu durumda desek ki: “Bütün para bize aittir.” Bu söz, bizim parayı kimseye vermeyeceğimize değil;

başkalarında bulunan paraların da aslında bize ait olduğunu ve bizim vermemizle onların buna malik olduklarını beyan içindir.

“Bütün şefaat Allah’ındır.” demek de aynen bunun gibidir. Yani kim şefaate yetkili kılındıysa, Allah’ın izniyle olmuştur ve ancak Allah’ın izin verdiği kişiye şefaat edebilecektir.

Dilerseniz bir örnek daha verelim:

Kur’an’da birçok yerde bütün mülkün Allah’a ait olduğundan bahsedilmektedir. Şimdi, bütün mülkün Allah’a ait olması, bizlerin mülk sahibi olmasına engel mi? Elbette değil. Bizler de Allah’ın vermesiyle mülk sahibi olmuşuz. Evet, mülkün hakiki sahibi Allah’tır.

Bizlerin malikiyeti ise, Allah’ın vermesiyledir. Hakikatte biz de sahip olduklarımız da Allah’ındır. Lakin Allah mülkünden bir kısmını bizlere vermiş ve bizleri mülk sahibi yapmıştır.

İşte şefaatin hepsinin Allah’a ait olması da böyledir. Bu aitlik, başkasının şefaat edemeyeceği manasına gelmez. Bunun manası şudur:

Referanslar

Benzer Belgeler

Türkçe ilk Kur’an çevirilerinde pänd turur (F.); ol Ķur’ān Ǿibret erür pārsālarġa yaǾnį pend erür (Ar.+F.); ögütlemek (T.); Ķurǿān naśįĥatdur (Ar.);

İman-amel ilişkisi bağlamında büyük günah işleyen kimsenin dünya ve ahiretteki durumu ile şefaat meselesinin ele alındığı bu çalışma kapsamında

Yukarıda zikrettiğimiz anlamlar çerçevesinde Lafza-i Celâl; ‘teabbüd etmek, kulluk etmek, insanın kainatın herc-ü merçliği içinde sığınacağı ve sükûnete ulaşacağı

Bu açıklamaların geçtiği Bakara 2/3, İslâmoğlu Meali’nde şu şekilde yer almaktadır: “O hidayete erenler ki, idraki aşan hakikatlere bütünüyle iman

Allah Resulü’nün “Ya Rabbi yaptýklarýmýn þer- rinden de yapamadýkla- rýmýn þerrinden de Sana sýðýnýrým.” sözünü ken- dine þiar edinen Mu- kaddes Hoca, Resulul- lah

Ahmet GEDİK, Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sevgi KUTLUAY, İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi.. Ali Serkander DEMİRKOL, İstanbul Türbeler Müzesi

396 Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.IX, s.450-451.. Tefsir terminolojisine göre Kur’an ayetleri arasında ilk bakışta var oldu- ğu sanılan ihtilaf ve tenakuz durumuna müşkil;

Avrupa Komisyonu, yaptığı başvuru ile mahkemenin, Avusturya’da yürürlükteki mevzuatın kişisel verilerin korunmasına ilişkin denetim makamı olarak kurulan Veri Koruma