• Sonuç bulunamadı

Dünya üç beş bilgisizin elinde Onlarca bütün bilgi kendilerinde Üzülme eşek eşeği beğenir Hay1r var sana kötü demelerinde Ömer Hayyam

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Dünya üç beş bilgisizin elinde Onlarca bütün bilgi kendilerinde Üzülme eşek eşeği beğenir Hay1r var sana kötü demelerinde Ömer Hayyam"

Copied!
49
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

Dünya üç beş bilgisizin elinde Onlarca bütün bilgi kendilerinde Üzülme eşek eşeği beğenir Hay1r var sana kötü demelerinde

Ömer Hayyam

(3)

2

Şizofreııgi.

Sayı 4 Eylül 1992

İki Ayda bir çıkardı, kısmet değilmiş.

Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Ayşegül Akyapraklı Haromefendi

Yayın Kurulu

Yağmur, Kültegin, Banu, Güno, Fatih

Tasarım, yapım Graf, 260 40 00

Katkıda Bulunanlar

Hakan Atalay, Erdogan Özmen, Ali Babaoglu, Peykan Gençoglu, PTT'nin Pesi, Patlıcanın Pastanesi, Mehmet Şenol, Elizabeth Taylor, Mustafa Şafak, uykusuz ve dolu

aysız geceler, E.S.B., İzmir'den Levent ve Yeşim Küey, Ankara'dan Talip, Yurdaer, Elif, Aysun, Hasan, Aziz Ediz,

Beyoglu'ndan Pehlivan ve Bereket lokantaları, Eskişehir'den Aylin, Montajcı Belamir Bey, Berna Murat Cemiloglu, Mert Teközel, Birgül Yürüker, Prefah Sprout, Tekel 2000 satan benim bakkalıın, benim esnafım, Nevzat

Çalışkan, dergiyi okuyan sizler, dergiyi oraya buraya taşıyan bizler, dergiyi basan matbaacılar, dergiyi sergileyen

Beyoglu Pandora ve Mephisto, Kadıköy Yeni İskele, Ankara Dost, İınge, lletişim, İzmir lleri kitabevleri, inzivahanelerimiz, Journal of Polymorphous Perversity,

Changes, Napoli Radyosu, Sabri Gürses, Serdar Koçak, Antrakt'tan Ugur Vardan, Deli'den Tan Cemal Genç, yürekten Cezmi Ersöz, Anne Bak! Kral Çıplak, küçük

İskender, Raşit Tükel, Şile Yolcuları, Düşlerimiz.

Allah Şizofrengi okuyanlarm ne muradı varsa versin.

Anıin,l992

(4)

İ

;..

ç

,ı:�

İ

��=·

4

Dostoyevski ve intihar Foy/Rojcewiez

8

Ben Napoli Radyosu

Serdar Koçak

lO

Aykırı . . Talip Ozcan

13

Bezgin Kaşif

Berna Murat Cemiloğlu 14

N

{:,.

D

Negatif psikoanaliz ve Marksizm Heinrich Regius

17

Altı

Küçük İskender

18

Ne olacak bu psikiyatrinin hali?

Ali Babaoğlu 21

Normal nedir?

E.S.B.

22

Pseudo/Y alan roman Üzerine psikolojik de olmayı deneyen bir inceleme

Mert Teközel

25

Kliniğin doğuşu Üzerine denemeler-I

Güno Bilger

26

Gidiyom gidemiyom Levent Küey

28

Söylem tipleri üzerine Erdoğan Özmen

... : ..

E

'�?.·

�:.·

K

--�;).-

İ

��:=-

L

-�-·

E

{ı,

R

30

Çocukluğun etiyolojisi ve tedavisi

J

o rdan Smoller

34

Nonnallik üst�e

Kültegin Ogel

36

Deha ve ben S ab ri Gürses

38

Krokiler-dört Nevzat Çalışkan

39

Anlaşmalı itiraf Ediz Evrenosoğin

40

Pozitivist anlayış nedir?

Yurdaer Altınöz

41

Sarı Günler Durul Taylan

42

Reddediyorum Birgül Y iirüker

43

Es rime

Aysun

Yavuz., Güno Bilger

44

Şile yolcuları Bir

Ş

ile Yol cu su

46

Tüh! Yine beceremedik

47

Psikohidrooşinoterapi

AFP

48

Bölünmeler Neil Peart

(5)

Fyodor M. Dostoyevski, herkesin t iJJiği gibi çağdaş edebiyat, dinsel düşünce ve psikolojiye olan katkıla­

rından dolayı dünya edebiyatının devlerinden biridir. Yazar, psikolo­

jiyi görkemli eserlerindeki artistik çabanın bir yan dalı olarak kullan­

masına rağmen, insan karakterine derinlemesine dalışı, motivasyon ve tutkulann belirsiz köşelerini insan davranışlarının geniş sınırlan içeri­

sinde aydınlatma becerisi ile günü­

müz okuyucusunu derinden etkile­

m�ye devam etmektedir.

Romanlarmdaki bu özellik, Fre­

ud, Adler, Rank, Stekel, Alexander ve Horney gibi dinamik psikiyatri­

nin kurucu ve önderlerine örnek

·oluşturmuştur.

Freud bilinen bir denemesinde Dostoyevski'nin çalışmalannda par­

ricid temasını araştınr ve yazann epileptik nöbetleri (sara hastalığı) ile kompulsif kumarbazlığını Oedipus kompleksinin ışığı altında analize yönelir. Adler 1918'deki bir konfe­

ransında Dostoyevski'nin artistik, etik, filozofik ve psikolog taraflannı övgülendirir. Rank P.sikanalitik ça­

lışması "The Double - Öteki"

(1

925)

de, Dostoyevski'nin aynı adlı uzun öyküsünü oldukça tatırbcı ve 'Dop­

pelganger' temasının derin bir sunu­

lutu olarak tanımlar. Ça�esiz Gol­

yadkin daha sonra yıkımın ve ölü­

mün habercisi olacak rakiliini kop­

yalayan bir narsisistdir. İntihar do­

laylı yoldan ima edilir ancak Gold­

yakin'in kaderi kuıkusuz psikozdur, intihar deiil. S tekel, Horney, Ale­

xander ve Laing nörotik karakterler üzerine görüşlerini Dosteyevski ka­

rakterlerine baŞvurarak berraklaş­

brmışlardır. ·

Varoluşçu yazarlar ise Dosto­

yevski'� intihara yatkın karakter­

lerini yeniden ketfetmitler ve dik­

katlerini bu karakterlerin karmaşık

4

Dost�yevski

ve Intihar

Dostoyevski yazımndaki intiharların bir çoğunu ezik, acı çeken, aldatılmış, kötüye kullamlmış (misused) bireylerin gerçekleştirdiği

'kurban intiharlan' oluşturur.

Çoğunlukla bu gruptakiler, çocuk ya da genç kadınlar, özellikle de cinsel temaruzo uğramış genç kızlordır. ''Yazarın Günlüğü" bu türden bir çok örnek içerir ve Dostoyevski'nin çalışmalurında

"Kurban-çocuk" teması bol miktarda bulunur.

psikolojik motivasyonlarma çekmiş­

lerdir. Camus, Krilov'un mantıksal ve ideolojik intiharının absürd nite­

liğine çarpılmışbr. Farher'in intihar üzerine varoluşçu fenomenolojik de­

nemesi "Despair and the Life of Sui­

cide; in the Ways of the WiW, Kri­

lov'un mazur gösterilmiş intiharı ile ilitkisinin tartışılmasını içerir. Bu­

her sakin ve ussal Stavrogin'i intiha­

ra sürükleyen utanç ve suçluluk duygularını araşbrmıştır.

Dostostoyevski yazınındaki inti­

har teması psikolojik kompleksileler açısmdan çok zengindir. Bu yazıda intihar davranışının Dosteyevski ya-

zmmda, gazeteciliğinde ve kendi öz yaşamındaki yeri incelenecektir.

Edebiyat

Dostoyevski yazınında intihar çoktur; 17 karakterden fazlası ken­

dini öldürmüş, diğerleri de intihan tasarla�ış ya da intihara yeltenmiş­

tir. Bunlardan bazıları, intiharları dolayımlı yollardan verilmiş ana ka­

rakterlerdir. Diğerleri, intiharlan bazen romanın gelişimi açısmdan zo­

runlu, ya da aksiyonun en dış halka­

sını oluşturan minör karaktcrlerdir.

Arada sırada da yalnızca raslan­

bsal veya tamamen ilgisizdir. ·

(6)

Dostoyevski romanında intihann rolünü anlamak için ilk önce onun bir ex nihilo yaratmadığı akılda tu­

tulmalıdır. Onun bağımsız dehası bir edebi gelenek içerisinde dışa vu­

rulmuştur. Kullandığı dramatik tek­

niklerin, karakterizasyonların, ent­

rika yapılarının, helimlernelerin vb.

bir çoğu Avrupa edebiyatının ana akımlarıyla, özellikle de Gotik ve Fransız ya:r.ınıyla sıkı sıkıya bağıntı­

hdır.

İntiharlannın çokluk biçim ve dramatik niteliği Balzac'ın "İnsanlık Komedya"sındaki bu tür davranışla­

n ve bunların önemini çağrıştırır.

Gerçekten de Dostoyevski edebi ka­

riyerinin başlangıç dönemlerinde, büyük oranda Balzac'tan etkilen­

miş, adeta onun aktarıcısı konu­

mundadır.

Dostoyevski'nin intiliarı betimle­

.medeki dehası, ne intiharı gelişkin

bir edebi anlatımla sunmasında, ne de edebi geleneği alt üst ederek ol­

maktadır. Daha çok insanın duru­

munun derin ve bütünsel bir kavra­

yışı nedeniyledir.

Dostoyevski yazınındaki intihar­

ların bir çoğunu ezik, acı çeken, al­

datılmış, kötüye kullanılmış (misu­

·sed) bireylerin gerçekleştirdiği 'kur­

han intiharları' oluşturur. Çoğun­

lukla bu gruptakiler, çocuk ya da genç kadınlar, özellikle de cinsel te­

maruza uğramış genç kı:t.lardır. "Ya­

zarın Günlüğü" bu türden bir çok örnek içerir ve Dostoyevski'nin ça­

lışmalannda "Kurban-çocuk" teması bol miktarda bulunur.

Bu intiharlardan ikisi; "The ma­

ke one"daki isimsiz kahraman ve 11EcinnÜer" deki Stavrogin tarafın­

dan tecavüz edilen genç kız Matr­

yosha'dır, ve aşağıda daha ayrıntılı tartışılacaklır. Bu gruptaki diğer ör­

nekler; "Suç ve Ceza"daki S idr.igei­

lov'un kurhanlan ve "Delikanlı"daki

üç karakterdir.

"Suç ve ceza" başlangıçta intihar kurbanlarını belimler. Svid rigailov tarafından intihara kışkırtılan iki kişiye kısaca değinildiği bölüm, bu temarun ana karakteristik ve belirti­

lerini berraklaştırmaya hizmet eder.

Dostoyevski yazınındaki daha son­

raki örnekler, bu basit çekirdeğin tümüyle kabülü ve m antıki geliştiril­

mesidir. Svidrigailov, kendi kazanç­

larını uğruna insanları idare eden, aşağılayan ve alay eden, ben-mer­

kezci hedonist birisidir. Uşağına çok kötü davranır ve onu intihara sü­

rükler. Svidrigailov bir genç kızı cinsel temaruza uğratır ve çocuk kendini öldürür. Son derece drama­

tik bir sahnede Svidrigailov kendi intiharından hemen önce, bu kızın trajik yazgısım düşünde görür. Bu düşle 14 yaşında genç kız kendini suda boğar ve güler: "Soluk dudak­

larındaki tebessüm sınırsız, hiç de çocuksu olmayan bir keder ve kes­

kin bir acıyla doluydu."

"Delikanlı" bir çok intihar ve in.:

tihar girişimi içermesinin yanında, üç kurban-intihar örneği barmdınr.

Bu tür intiharla, Dostoyevski'nin roman için notlarında da görülebile­

ceği gibi romanın ilk planlarmda ta­

sarlanmıştır.

Lidya Ahmakov 17 yaşlarında, 'kötü, entrikacı ve yalancı' Versi­

lov'a aşık, hastalıklı bir kızdır. Ver­

silov'un kızın üvey annesine aşık ol­

duğu söylentisi mevcuttur. Hüyüle­

yici bir atmosferde, duygularının ikiyüzlü ve uroarsız manipülasyo­

nuyla kız kendini zehirler. Kısa bir süre sonra babası, kızının ölümü­

nün yasının etkisiyle felçten ölür.

Olga, dul annesiyle birlikte şeh­

re yeni gelmiş bir genç kızdır. Bir baştan çıkarma ve 'gcnelev' olaym­

dan sonra Versilov'a borçlanır. An­

cak Versilov'un 'kötü' kişiliğini fark

edince parayı geri verir ve aynı oda­

da uyumakta olan annesinin yanm­

da kendini asar. Karanlıkta yazıl­

mış bir intihar notu bırakır: "Sevgili anne, henüz haşlanndayken· yata­

rnma son vererek, &eni kede� hoğ­

duğu için kızıru affet. Senin Olga'n"

"Delikanlı"daki kurhan-intihar temalannın sonu, nazik ve bilge bir serf olanMakar lvanoviç tarafınd.an öykü içinde öykü tekniğiyle anlatır.

Önemi ve duyarlı çekiciliği anlatıcı­

mn şu sözleriyle ironik bir biçimde açığa çıkar: " Öyküyü atlamak iste­

yen, bunu yapabilir." Küçük çocuk yoksul ve dul annesiyle birlikte ya­

şamaktadır. Annesinin zengin bir tüccardan yardım isteği geri çevril­

miş, bu yüzden de dört kız kardeşi ölmüştür. Çocuk tesadüfi ola­

rak,tüccar tarafından merhametsiz­

ce dövülür.Daha sonra tücaar çocu­

ğun koruyucusu olmaya ve onu eve almaya karar. verir. Tüccar tarafm­

dan sürekli tedirgin edilen çocuk tam bir terör içinde yaşar (zayıf ve sessizdir ç.n) Bir gün çocuk kazayla değerli bir lamhayı kırar ve panik içinde dereye doğru koşmaya baş­

lar. Tüccar da peşinden gider, göz­

dağı verir. Bunun üzerine çocuk- iki yumruğunu iki meme başına daya­

mış,gözlerini gökyüzüne dikmiş bir durumda - suya atlar ve boğulur.

Bundan sonra düşleri tüccarı rahat hırakmaz. (Bu düşleri kimseye an­

latmaz) Dir öğretmene çocuğun inti­

harını anlatan bir resim ısmarlar.

Resimde çocuk gökyüzünde cenne­

tin melekleri tarafından karşılanı­

yar olacaktır.(Çocuk resimde inti­

har etmek üzereykenki haliyle görü­

necektir: iki yumruğu iki meme ba­

şına yapışmış olarak ç.n.) Ressam böyle bir resmi yapmasının müm­

kün olmadığını söyleyerek bu isteği geri çevirir. Ve Şöyle bir resim

ne­

rir: Çocuğa doğru gökyüzünden in-

5

(7)

dirilmiş bir ışık huzmesi olacak. Da­

ha sonra tüccar çocuğun annesiyle evlenir, 'iyi ve şefkatli' bir adam olur. Bir çocuklan olur ancak tüc­

car ölen çocuğun düşünü görmeye devam etmektedir. Sonunda kendi çocuğu da hastalıklı büyür ve ölür.

Tüccar tüm servetini kansına bıra­

karak göçer ve hacı olur.

Dostoyevski romanlannda daha bir çok kurhan-intihar mevcuttur.

Bunlar çokluk genç, yardıma muh-.

taç ve yoksuldur.

Diğer bir karakteristik,kurhan­

lann hep aynı özelliklere sahip ol­

ması ve öykiiye olan dolaylı konu­

mudur. Makar'ın öyküsündeki ço­

cuğun ismi verilmez. "DelikanlıM da­

ki Lidya ve Olga1mn adlan ise, inti­

harları öykülendikten sonra veri­

lir.Sıklıkla bu intiharlar ana öykü­

den yalıtı.lnuş olarak verilirler. Tüm bu teknikleri kullanıyor olması, Dostoyevski1nin hu intiharların açıklamasına girmekten kaçındığını destekliyor gihi görünmektedir.

Kurhan-intiharlar, kendilerine acı çektirmiş olanlan sürekli rahat­

sız ederler, özellikle düşlerde. Svid­

rigailov kendi intiharından hemen önce, kendini öldüren kızı düşünde görür.

Stovrogin düşlerinde:

"Karşımda Matryoşa•yı

(Ah,

ger­

çek değildi bu. Gerçek olsaydı, bir kerecik hiç değilse bir kerecik ... bir saniye için, hiç değilse bir saniyecik gerçek olsaydı. Konuşabileceğim, canlı Matryoşa olsaydı karşımda.):

pek zayıflamış, ateşli hasta olduğu gözlerinden belli Matryoşa•yı tıpkı o zaman odamın kapısında durmuş, başını sallar, küçücük yumruğuyla beni tehdit ederken olduğu haliyle karşımda gördüm. Ömrümde hiç bir zaman bu denli acı çekmedim. Beni tehdit etmeye çalışan (Neyle? Ne ya­

pahilirdi hana, ah tanrım!) ama

6

l(urban-intihar­

lar, }{endilerine acı çel{tirmiş olanları

sürel{li ra ha ts Iz ederler, özellil�le

düşlerde.

Svidrigailov }{endi intiharindan

henıen önce, }{endini öldüren

}{IZI düşünde görür.

kuskusuz yalnızca kendisini suçla­

yan, henüz hiç bir seyi anlayaınayan

zavallı bir yaratıgın acıklı umutsuz­

lugu. Keııdiıni bildim bileli böyle bir sey gelınemisti basuna. Gece olunca­

ya kadar oturdum yatagunın içinde, kıpırdanıadım yerimden zamanı da unutmusum. Su anda içimdekileri kagıda dökebilmeyi� otel odasında çektiklerimi aniasılır bir dille anla­

tabilmeyi çok isterdim. Vicdan aza­

bı. ya da pismanlık dedikleri bu mudur acaba! Bilmiyorum, hiç bir zaman da bilemedim bunu. Ama yalnızca bir seye dayanamıyorum. Onun o hali, özellikle, adamın ka­

pısında durdugu o hali çok agır geli-

yor hana. Ne daha önceki, ne de sonraki hali Küçücük yumruğunu havaya kaldırıp beni tehdit etmek için s alladığı hali yalnızca ... Yalnız­

ca o an, yalnızca o baş sallayışı ...

Beni tehdit edişindeki tavn artık gülünç değil, acı vericiydi benim için. Acıdan çıldıracak gibi oluyor­

dum. Bu acıdan kurtulmak için be­

denimi işkence masasma yatırtıbilir­

dim. Suç işlediğime, ona, onun ölü­

müne acımıyorum, yalnızca o bir ana dayanarnıyorum bir türlü. Çün­

kü o günden beri hiç gitmiyor gözle­

rimin önünden, cezaya çarpbrıldığı:­

mı da kesinlikle biliyorum. O gün­

den beri buna dayanarnıyorum işte, daha önce de dayanamıyordum ya, farkında değildim, hemen hergün geliyor gözlerimin önüne. Kendi kendine gelmiyor, kendim çağırıyo­

rum, çağırmadan edemiyorum, on­

suz yaşayamıyorum. Ah, ayıkken bir kere görebilsem Matryoşa1yı.

Hayalini görmeye de razıydım. Bir kere hile olsa, iri, hasta gözleriyle o zamanki gibi gene haksın hana isti­

yorum, gözlerimin içine bakıp da gülümsesin ... Budalaca bir umut, olacak şey mi bu. (Cinler, Türkçesi;

Ergin Altay, Can Yayınlan 1984)11 Son romanlardaki ana karakter­

lerin intiharları incelendiğinde, hepsinin de aynı grupta toplanabil­

diği görülür. (Svidrigailov, Kirilov, Stavrogin ve Smerdyakov). 11Suç ve Ceza 11daki Svidrigailov acımasız, kendi doyumuna düşkün, paragöz biridir. Kahramanımızın kızkarde­

şini baştan çıkarmaya çalışır. Kiri­

lov ve Stavrogin "Cinler"de belirir­

ler. Kirilov devrimci bir örgüt üye­

sidir fakat çevresindeki insanlarla duygusal kopukluğu olan, içine ka­

panık birisidir. Smerdyakov(Ka­

ramazov Kardeşler) epileptiktir ve yaşlı Karamazov1un gayrı meşru oğ­

ludur. Kibirli ve egoistdir, baş kala-

(8)

nnın değerleriyle alay eder.

Bu dört karakterde de abartıl­

mış bir irade, benlikçilik ve narsi­

sizm ortaktır. Hepsi de toplumun her türlü normuna boyun eğmeyi reddeder. Bunlar Durkheim'ın "ego­

istik inlih<Ar'' örnekleridir. Kendi ki­

tisel "ego"larının gücünü göstermek için, insan varlığını destekleyen her türlü aile, grup, kişi ve ilişkiler ağından kendilerini mahrum bıra­

kırlar.

Aşırı irade teması Kirilov'da ol­

dukça kaba bir biçimde görünür hale gelir. Ki rilov'un "Cinler"de söy­

lediği sözler, Dostoyevski'nin tutuk­

lanmasındt�n hemen önce, devrimci bir topluluğa karşı verdiği söylevde­

kilerin hemen hemen aynısıdır:

"Kendimi öldürmek zorundayım, çünkü özgürlüğümün doruğu kendi­

mi öldürmemdir." {a.g.e.s.587) Tüm bu egoistik karakterler, in­

tihar yanında saldırganlık davranı­

şını da sık sık gösterirler. Hepsi de homicid'e {cinayet) yatkındır. Svid­

rigailov karısmı öldürür. Smerdya­

kov yaşlı Karamazov'un gerçek ka­

tilidir. Stavrogin cinayete yelten m e­

diği halde, birçok karakterin ölü­

münden suçluluk duyar. İntihar no­

tunda Kirilov, Şalov'u öldürdüğünü kabul eder.

Dostoyevski yazılarında intihar ve cinayet arasındaki yakın ilişkiyi belimler ve ikisi arasındaki teorik antagonizmanın yüzeysel olduğuna değinir. Bu formülasyon l..cster ta­

rafından doğrulanmıştır{Lester D., Why people kill themselves:A surn­

mary of research findings on suici­

dal behavior, l 972). Öte yandan Durkheim yıllar önce, intiharın farklı çeşitleri olduğunu söylemiş, bazılarının cinayetle akraba, bazı­

larının ise antagonist olduğunu be­

lirtmiştir. Dostoyevski karaklerle­

rinde saldırganlığın bu iki formu-

nunda söylenebilir.

Kurban-intihar ve egoislik-inti­

har arasındaki ortak bir öğe de din­

sel perspektiftir. "The Meek One"d .. ki kadın kahraman ölümüne bir kutsal ikona sarılarak atlar.

"Delikanlı'daki yaşlı hacı Makar, in­

tihara ilişkin Tanrı bağışlayıcılığını tartaşır ve hemen ardından zengin tüccar tarafından intihara sürükle­

nen çocuğun uzun öyküsünü anla­

tır. Tüccar, çocuğun intiharını an­

latan bir resim ısmarlar. Resimde çocuk gökyüzünde, cennetin melek­

leri tarafından karşılanmaktadır.

Dostoyevski kurban-intiharları haklılaştırmaya çalışırken, eski Rus din adamlanndan büyük oranda et­

kilendiği görülür. Bu din adamları­

nın; ölümün Büyük Peter'in zulüm­

lerine boyun eğmekten iyi olduğu, yakalarak ölümün yaklaşmakta olan

"son yar

gı)

ama"nın habercisi olduğu ve en azından bazı gruplarda inti­

barın bir kurtuluş olabileceği gibi inanışları vardır.

Egoistik intiharlardaki dinsel tc­

ma örneğin; "Karamazov Kardeş­

ler"deki Smerdyakov'un ilk konuş­

masında görülür. Burada Serdya­

kov Rus halkı�a olan inancını yitir­

diğinden kendini mantıksal bir bi­

çimde öldürür, ki bu "kendini öldü­

rür, çünkü Rus kilisesinin kutsal misyonuna olan inancını yitirmiştir"

şeklinde yorumlanahilir.

Din ve egoizm arasındaki karşıt­

lık ilişkisi bağlamında, Kirilov en kaba çizilmiş karakterlerden biri­

dir. "Eğer Tann varsa herşey onun iradesidir ve ben ondan kaçamam.

Eğer yoksa, bu tamamen benim ira­

demdir ve ben irademi göstermeye mecburum. "Kendini öldürmekle K.irilov Tanrı olacağını iddia etmek­

tedir. Yaşamının bu son anlarındaki ajitasyonu onun mantıksal planının kaba bir rasyonalizasyona ve histe­

riye dönüştüğünü gösterir".

"Budala"daki İppolit belki de Dostoyevski'nin en dramatik intihar vakalanndan biridir. Üç aylık bir yaşamı kaldığını öğrendikten sonra, insanla dolu bir odada yukandaki­

lere benzer egoistik ögeler taşıyan itiraflar ve haklılaştırmalarla dolu bir makale okur: "Aklımı çelen baş­

ka birşey daha var: Yaşam üç hafta­

lık hükmüyle elimi kolumu kıskıv­

rak bağladlğına göre hana yapacak tek şey kalıyor, o da intihar. Kendi gücümle başlayıp bitircbileceğim tek iş bu. Kimbilir, belki ben de bir işte akla gelebilecek son olasılıktan ya­

rarlanmak istiyorum. Bazen baş kalt!ırma da önemli bir iştir ... " (Bu-.

dala, Türkçesi:Mehmet Özgül, Cem Yayınevi s.ll-94)

İppolit daha sonra çevresine ba­

kar, bir pistolü şakağına dayar ve tetc basar. Pistol ateş almamıştır çünkü ateşleyici kapsülleri yoktur.

"Başlangıçta hf!rkesin üstüne çö­

kcn korku yavaş yavaş dağılarak yerini gülüşmelere bıraktı. Bazıları ise büyük bir zevkle, kahkahalannı gizlerneden pis pis gülüyorlardı. İp-·

polit sinir nöbetine tutulmuş gibiy­

di. Bir yandan hüngür hüngür ağla­

yarak çaresizlik içinde kıvranıyor, bir yandan da önüne gelene dcrdini anlatmaya çalışıyordu ... bir sürü yemin vererek kapsülü koymayı gerçekten unuttuğunu, bunda bir kastı o l m a dığını söyle di."

(a.g.e.,s.501)

Sonunda baygın düşer. Böylece absürditeye indirgenen bu melodra­

matik sahne, öykünün devamında İppolit'in tüberkülozdan ölecek ol­

masını kabullcnmemizi sağlar.

Foy/ Rojccwicz'den kısaltarak Türkçeleştiren Yağınur Taylan {Devam edecek)

7

(9)

Bir kafedeyinı, önümde bir fincan çay var.

hızla yudumuluyorum onu, tahakta şekerler duruyor, karşı nıasada bir çift: ikisi de genç ve aktiviteleri oldukça fazla; sık sık biri diğe­

rinin elini tutuyor, birbirlerine bakıyorlar, bi­

ri hitirnıeden diğeri konuşmaya başlıyor, hen sabahtan beri konuşnıayı haşaramıyorum, yi­

ne sesler duymak istiyorum, kafaının içindeki radyo sustu: Amerikalılar yerleştirdikleri ve­

riciyi hastanede geri almış olabilirler, yeniden yerleştirecekleri zamana kadar beklemediğim, hem düşünülenleri kaydeden, hem yayınını kesmeyen radyoyu, o beni istiyor, gömleğinıin düğmelerini açıyorunı, araçlar sesin üzerinıe yaydığı etkiden paylarını alıyorlar, araçları kullanan insanlar yavaşlıyor, radyonun ko­

nuşnıa hızı arttıkça, o sesini yükselttikçe in­

sanların konuşnıası parazideniyor, insan bir yandan nıüzik dinlerken bir yandan da konu­

şuyor onunla, insanların küstahlıkları orta­

dan kalkıyor ama susuyor şinıdi ses koııuşnıa­

yı haşaramıyorunı çünkü Anıerikalılar düşün­

me dinanıiğinıi değiştirdiler, hislerim oluştuk­

ları atmosferde kalıyor, iletilenıiyor çünkü ar­

tık konuşma yok ses olmazsa. bütün bunları bir peçete kağıdıııa yazıyorum ve yaznıak için içinıdeki sesi uyandırmaya çalışıyorum. henüz cünıle yapımı hoznıayı başaramadım, kendiu­

den ben diye sözeden kişi kendini bölmüştür, hen kendini hissediyor, ses büyük yosun kra­

terleri arasında gelnıektedir, ses sevnıez za­

mirleri hen aklımın içinde bir yanardağım, 8

içimde bir gül var ve gölde alıcı verici bir tel­

siz. allah 16 yaşında bir kız, siyah lale filmin­

de sevnıek bilmiyor, bütün yapabildiği ses çı­

kartnıak: İspanya radyosu yüksek frekansta ışık salgılıyor ve Amerikalıların cihazı bozulu­

yor. Radyoyu dinlemek için televizyonları giz­

lemek lazım. Franko allahın yeğeni olmaktadır ve sinemaları sever Frankonun ajanları şehir­

de seslerin durdurulduğu hastaneler kurmuş­

lardır renkleri yoketmek için beyaz üniforma­

lar giyerler bu yüzden hen anne hana hamile­

dir radyo annemin içinde radyo benim içimde hen olmazssanı anne allah olur ve dinleyenıez radyoyu o zanıan ağlar çok terler deniz ve radyo annenin içinden çıkarlar çay kolaylaştı­

rır radyo dinlemeyi beyaz ünifornıalı kadınlar çocuk doğurnıaz onlar Frankonun akrabası­

dırlar ve kendilerinden baba diye sözederler bu sakin sakin konuşurken öfkeli olmaların­

dan anlaşılır anne Amerikalıları sever baba İs­

panyolları İspanya ve Anıerika henİnı kafam­

da vapur saati ile yöneltilen iki ııahiyedirler olurlar sev aş halinde Nagazaki ve Hiroşima­

dırlar annenıin radyosunda yeni hir çay geldi karşı nıasadaki çift gitti ikisi de üniversite öğ­

rencisi beni gördükleri için gördüler nahiyele­

ri sesleri daha iyi duyabilnıek için yatmaya git­

tiler çok ses çıkarttığını için ve allah oluyorkeıı kadınlar ben çay içer eski zanıaııda, bahçesi bir göl kıyısında ve mavi sözlü sandallar peçe­

te bitti ses net ben N apoli radyosu tam özerk

(10)

15 Ağustos 1952

Göbek bağımı kesnıek için nıakas bulanıadım evdeki tek makas konışu daydı, bıçak kullandını kananıa oldu yeniden hastanedeyim. Ruh hastası olduğunı için beni doğruc a deli ler evıne

Ülkeler bir biri içine geçmiş İngi lizler dükkan açıınş Araplar şarkı söylüyor vapur Ka l a m ı ş'a u ğ r a m ı y or, sanıyorum beni tarih ve coğrafya içinde yolculuğu çı­

karıyorlar. Galata'da iki tane köprü var bir tanesinden geçnıek yasak bir tane çok

rım olmuştu. Gülizar ablayı düşünmek gibi, cehennemde yanarını önce, sonra cennete giderim, orada sonsuza kadar rahat yaşarım, kafaının içinde bomba olmadan,. Ben nanıaz kılnıayı bilmiyorum, Allah af­

feder. O heryerde dolayısı ile hen yok um. Ama neden hen

getirdiler. Kısa bir süre kalabalık ve çirkin eski onu onaltı yaşında bir kız sa- Dahiliye servisinde bakınıa

a l ı n d ı nı i y i o ld u.

Am er i k alı 1 a r ın b e y n i nı i düzenlenıeleri için fırsat çıktı.

Bu arada göbek bağımı yeniden diktiler henı aııııenı

Köprüyü kaldırnuşlar vapur oraya da yanaşıyor. Artık tarihleri karıştınyorum kaç yaşında olduğumu bilnıiyorum bu yüzden koııuşnıuyorunı, göhek bağımla kendime bağlı

ıı ıyorunı bunu bilnıiyorum.

Doktarlara soramıyorum·çün­

kü soru sorduğum zanıan rad­

yo susuyor köşede rahatım.

Hangi yıldayız Ben doktor ol­

duğumu sanıyorunı anıa yını- henı haham; henı Hiroşinıa olduğunı için sandalyede lıyor olabilirinı. Belki hafıza- henı N agasaki bu günahla

nasıl yaşayacağıın kinı idanı eder ölnıüş hiı�ini. Yaşadığımı a çıklanıa nı ak için beni dışarda tutuyorlar henı çıksam bile

İ

spanyollar Opera s ı n e nı a s ı ıı ı sak l ı yo r l a r Hastane de kaldığın1 süre

oturannyorunı iki duvarııı bitiştiği köşeye çömeliyorum gözlerim önüme düşüyor ve dizlerimi böcckler kenüriyor ama köşede rahat ediyoruın.

Allah akluna geliyor beni af­

fettiğiııi düşünüyoruın. Anıe­

rika keşfedilimeden önce her içinde binaların yerin.; şey benin1 heyniınde. değildi;

değiştirnıeyi başarıınşlar. herkes

gibi

henİnı de günahla-

nu kay betnıişinıdir. Kendiın olınak istiyorum, göbek bağı­

ını kesnıek. Ben intihar etmek istenıiyorunı, ölınek günah.

(11)

10

üyük taşkından sonra ekmek ağaçlarının doksan üçüncü kez bol ürün verdiği yılın hasat mevsiminin son günleriydi.

Büyük tapınağın girişindeki sunak yerinin önündeki kuyruk gittikçe uzuyordu. Büyük taşkından ne kadar süre önce ve hangi teknikle · yapıldığı bilinmese de atalarının kendilerinin ve kendilerinden sonrakilerin CAN-MAL ve IRZ güvenliğini sağlaması için kurmuş olduklan rivayeti ağızlarda dolaşmakta idi. Tapınağın bilinmez bir yerindeki taş defterdeki

sözleşme metninde bu sıralama wıun tartışmalardan sonra kimin saydığı bilinmeyen oy çokluğuyla alınan karar uyarınca üzerinde titizlikle durularak-özellikle belirtilmiş, sözleşmeye karşı çıkan tek kişinin

kadın mı erkek mi olduğu ve hangi sülaleye ve hangi meslek örgÜtüne mensup olduğu oylamanın kargalara kapalı olması nedeniyle sır olarak kalmış ve bu tek sır tek başına herkesin birbirinden

şüphelenmesine , toplumda huzur ve güvenliğin bozulmasına sebebiyet

ll k ll

vermış ve ay ın sözü en büyük manevi hakaret olarak "anayın­

mına korum" sözünün yerine kullanılır olmuştu.

Çağın en büyük felaketi olarak adlandırılan bu kelimenin açtJb yaralan sarmak ve daha önemlisi ıie anlama geldiğini tespit ve tescil ederek ters aşılama usulüyle sorunu kökünden çözmek için tapınağın etrafında mantarlama tekniğiyle kurulan yapılarda bir sürü uzman,

(12)

uzman yardımcısı, uzman yardımcısı adaylan ve onların hizmetkarları aynı ülkü etrafında bir yumruk gibi birleşmiş, gece hile kandil ışığıyla yumruğun ineceği yeri arıyor, gündüzleri ise, yazıyor, çiziyor, ölçüyor, hiçiyor, boşa kouyor dol­

muyor, doluya koyuyor olmuyor vb.

deneme -yanılma ve başka yollarla çalışıyorlar ve her yıl, yapılan çalışma sonuçlan adına mahsus bir toplantıda değerlendirilip kayda değer görülenlerkayıt edilip bu bela üzerine yazılmış bedduaların depolandığı depoların yanındaki depoara tozlanmak üzere

kaldırılıyor ve bu tozluklar mantar binaların arasmda olmadı

arkasında, tapınağın etrafında yeni bir halka oluşturuyordu.

Araştırmalarm sayısı o kadar artmıştı ki araştırmalar üzerine yapılan araştırmalar ve onların yeni yorumlarını saklayacak yer bulmak zorlaşmış halktan bazı kimseler evlerini kiraya verip saz

kulübelerde yaşamaya başlamış ve bu büyük kargaşa ortamında eşyanın tabiatı gereği, bir ermişin de belirttiği gibi asıl araştırılması gereken şey ilk aykırının aykırı düşünceleri nereden aldığı, sözle§lllenin tamamma mı yoksa yalnızca can-mal-ırz sıralamasına mı karşı olduğu ve belki de hepsinden önenılisi tapınakla sözleşme arasında ne tür bir neden sonuç ilişkisi olduğu ve türdeş sorulara gerekli hassasiyet verilmiyor hatta büyük taşkının 68. yılından sonra şurda burda seyrek de olsa görüldüğü söylenilen ve önceleri başka adlar kullanırken, 80. yıldan sonra kendilerine "yeni aykırılar"

adını veren tarikat mensupları bile

"aykın"nın kökeninden habersiz, en büyük manevi küfür" anayın mına korum"un yerine kullanılışı üzerinde durarak büyük bir erkeklik örneği gösterip aslında aykırının bu anlama gelmedijini kanıtlamak için dağların arasmda gözden uzak bir köşede kurdukları kendi tapınaklarmda lekeleri temizlerneye çalışıyorlar ve fakat yalnızca lekeleri temizlerneye çalışınakla kalmıyor aynı zamanda fırsat buldukça özellikle gece karanlığından yararlanarak büyük bir cesaretle büyük tapınağa kadar sokulup temeline sıçıyorlardı;

sıçışlar çoğahp tapınağın dört bir tarafı hok içinde kaldığında ortaya çıkacak o müthiş koku halkın büyük tapınaktan soğumasına orayı terki diyar edip kendi tapınaklarına sığınmasına ve dolayısıyla her yıl ödenen ve kendilerince nereye gittiği bilinmeyen bedelierin aykırının hizmetinde kullanılmak üzere kendi tapınaklarmda toplanınası

sağlanmış olacak idi.

İşte analır gözyaşına hoğan ve katlanılmaz vicdan azaplarına sürükleyen bu anarşi ve terör ortarnında büyük sağduyu Tapınağı önünde oluşan bedel ödeme kuyruğu gittikçe uzuyor, kuyruk uzadıkça . sunak yerinde ödenen bedelierin

oluşturduğu dağlar birbiriyle yanşı­

yordu. Herkesin ödeyeceği bedelin türü ve miktarı önceden biliniyordu, ekmek ağacı yetiştiricileri ekmek, kuşcular kuş sütü-yumurtası veya tüyü, bağcılar şarap, bunlara sahip olmayanlar neye sahipse ondan bir parça can, ırz, sevgi, onur, yiğitlik kısaca herkes kendince neye sahip olduğunu söylüyor ise ondan bir parça vermek zorundaydı ama istisnasız herkes bir bedel

ödemeliydi; ödemeliydi ki tapınağın ve ülkenin hölünmez bir bütün olarak ayakta kalması sağlanabilsin idi.

O mevsim ki son kurhanlar verilmiş, bedeller ödenmiş sunağın kapısı ertesi yılın hasat mevsimi sonunda yeniden açılmak üzere kapatılmış ve bütün ahali ödedikleri hedellerin kabul edilmesi için dualar okumak üzere büyük meydanda boy sıralamasma göre toplanmış, yüzlerini hatmak üzere olan güneşe çevirmiş, tapmak görevlilerinin sunduğu tatlı şarabı yudumlayarak tanrısal sesi duyabilmek için şarabm zihinleri köreittiği o anın gelmesini büyük bir sessizlik ve umutsuzluk içinde hekliyorlardı. Ve nihayet uzun yıllardır bekledikleri şey gerçekleşti; hatmak üzere olan güneş

yavaşça yeniden yükseldi, yükseldikçe parlaklığı artıyor, parlaklık arttıkça ısı düşüyor, bulutsuz gökyüzünde şimşekler çakıyor, tüm ülkenin .ve t�pınağın temellerini sarsan rüzgar

şiddetleniyor, yer altından garip sesler geliyordu. Güneş, görünen gökyüzünün tam ortasma yi.ikselip yeniden, batmak üzereyken sahip olduğu kızıllığa ve durgunluğa eriştiğinde büyük rneydanda toplananlardan eser kalmamış�.

Her biri ftrlatılıp atıldığı kendi köşesinde acılar içinde

. kıvranıyordu. Ve ilk ve son tanrı sözcüsünün büyük tapınağın planlannın çizildiği ve temele ilk harem atıldığı büyük taşkından çok uzun yıllar önce söylediği sözler ülkenin her tarafından duyulan bir gök gürlemesi şeklinde bizzat tannnm kendisi tarafından tekrar ediliyordu: Gözünüzün gördüğü,

1 1

(13)

kulağınızın duydutü, ellerinizle dokunduğunuz bu dünya ve büyük bir gaflet ve delalet içinde benimdir benim dediğiniz bedenleriniz gerçek değildir. Gerçek dünya benim dünyam, Fikirler Dünyasıdır;

görünen dünya ve sizler bu fik:irlerin sönük birer yansımasından başka bir şey değilsiniz. Acılannızdan kurtulmak, gerçek mutluluğa ve gerçeğin kendisi olan hana, benim dünyama ulaşmak istiyorsanız, her türlü

· yanılsamanın, dünyevi zevklerin, maddenin karanlığının ve bütün kötülüklerin anası olan,

gökyüzünün en yüksek noktasına çıkardığım, artık parlayan ama ısıtmayan şu güneşin parlamasını önlemelisiniz. Ancak o zaman Gerçeğin Dünyası kapılarını siz zavallılara açacaktır, dedi ve başkaca bir söz demedi.

Bu tanrısal uyanyla ruhlan binlerce

yılın

karanlığından kurtulan ama bedenlerine küsen ülke halkı vakit geçirmeden milli birlik ve beraberliklerini borçlu olduklan yüce amacı

gerçekleştirmek için aykırılar tarikatımn önderliğinde çalışmaya haşlamişlardı. Tapınaklan yüksek dağlarlaçevrili olduğundan diğerleri

gibi

dağılınayıp bir arada kalmayı başarmış olan aykırılar beyinlerinin sol arka tarafında bulunan eleştiri­

özeleştiri, somut koşulların somut tahlili, ülke gerçekleri vb.

mekanizmaları harekete geçirerek zaman kaybetmeden bir an evvel dağılmış olan sürüyü toplamış, işbölümü gerçekleştirilmiş ve "Akın var akın güneşe akın güneşi zaptedeceğiz güneşin zaptı yakm"

sloganını güneş yolu için ilk harcın atıldıb ve kurbanlarm kesildiği Tek

12

Yol Dağ'ına kazımışlardı.

Altı kuşak boyunca taş toprak, çer çöp ne bulunursa yukarı taşınıp harç olarak kullanılmış Tek Yol.

Dağı dışında ülkede ne bir yükselti ne de gölge verecek bir nesne kalmıştı. Gerçi güneş elle tutulacak kadar yakınlaşmamışsa da yolun çoğu gidilmiş azı kalmıştı, ülke halkının gönüllü sorumlusu, yöneticisi ve akıl babası olan aykırılar tarikatı mensuplan uzun tartışmalar ve ince eleyip sık dokumalardan sonra en yaşlılardan başlamak üzere üretkenlik düzeyine göre "bireylerin" kendi rızasıyla olmazsa zorla öldürülerek istiflenmesine ve bu şekilde güneş yolunun tamamlanmasına ve karann halk oyuna sunulmasının da gereksizliğine kanun hükmünde kararname çıkararak ayrıca karar verdiler. Ve "teori pratiğe

uygulanıp" nihai hedefe

ulaşıldığında ülke halkının yarıdan çoğu telef olmuştu, ayakta kalanlar son görevi de yerine getirip artık ihtiyaçları olmayacak olan giysilerini birbirine ekleyerek yaptıklan örtüyü güneşin üstüne örttükleri anda ruhları beden zindanından kurtulup Fikirler Dünyası'na doğru yol almaya başlamıştı hile. Uroulanın aksine, merkezinde soluk mavi ışık saçan İyi Fikri'nin olduğu bu evren soğuktu ve ilk uğrak yerleri olan Düşünülmüş Düşünceler Dünyasına ulaştıklarında bedenin sıcaklığını kaybetmiş olan ruhlar üşüyordu.

Nisbeten daha sıcak olan Olası Düşünceler Dünyası'na

vardıklarında biraz sevinselerde sevinçleri kursaklarında kaldı;

İyi'ye en yakın dünya olan Donmuş Düşünceler Dünyası çok daha

soğuktu. O kadar soğuktu ki donmaktan kendini kurtaramayan bazı ruhlar daha ilk vardıklannda parçalanmış ve her bir parça İyi'nin hizmetkarlarınca Donmuş

Düşünceler Dünyası'nda kendilerine ayrılan bölgelere yerleştirilınişti hile. Burada ruhlan karşılayan T ann, askeri tören düzenlemediği gibi "nasılsınız" diye de sormadı.

-Nasılsınız diye sormuyoruro çünkü nasıl olduğunuzu biliyorum, hatta eski sefıl yaşantımza dönmek için can attığınız halde, sanki

hayatınızdan memnunmuş.sunuz gibi, hep bir ağızdan "sağol"

diyeceğinizi de biliyorum. Asl�da bütün bunlan sizde biliyorsunuz.

Hatta, size güneşin parlamasını önleyin dediğimde bunun kurtuluş değil gerçek ölüm olacağını da hiliyordunuz; öte taraftan her ne kadar sonucu hilsek de başka türlü yapamayacağımızın da

farkındaydık ... ller neyse sözü daha fazla uzatmayalım. Artık yolun sonuna geldik dolayısıyla şunu size açıklamamda da bir sakınca kalmadı: Büyük sağduyu Tapınağının taş defterini hen sakladım ve sözleşmeye karşı çıkan da hen idim. Böyle yapmakla kendi sonumu hazırladığırnın

farkındaydım; biliyorum ki sizlerin

"aykınyı" ortaya çıkarması aykın olmanın anlamını kavraması olanaksızdı. Eğer Olanaksızlar Dünyasının yerini keşfedehilseydik hem ben hem de sizler kurtulmu�

olacaktmız, ama olmadı. Haydi bakalım, sözü uzatmadan gidelim, Karanlıklar Tanrısı bizi bekliyor.

(14)

BEZGIN KASIF

f

Bu bezgin kaşifin hikayesiydi

Sevinmişti bezgin kaşif, burnunu keşfetmişti Kafası iyiydi her gün, aradığı tek şey değildi sevgi Ama, at görür sevinirdi, rüzgar eser sevinirdi Bir gün isteksizce balığa gitti

Kurtlanmış bir armut taktı ucuna

Takıldı beşgen bir ayı oltasına, bezgindi çekmedi Ah diyordu, vah demek istemedi

Anlasınlar dedi, 'beni'

Bana inanın, ben bir yalancıyım Fala inanmam ama fal da bakardım Cambazlar kralıydı kaşif, yalancılar kralı Çok mutluyum diyerek haykırırdı

Tanrıydı o kendince, ya da çok iyi bir falcı Gökyüzünde yürüyordu görÜnmeden Sayıklıyordu ışıksızım diye, ben Sarmaşıkiara tutunun diyordu hepiniz

. .

Hırsızları soyan bir deliden akıl dilendi Nedensiz gülmeleri, okşamaları hissiz Yine de mutluydu dilenciler meyhanesinde

·Bağırıyordu, "insanların yarısı maymun• diye Ve ekledi, 1maymunlar pislemiş diğerlerine•

Bakın kısalıyor sarmaşık gecenin karanlığında Fakat uzuyor ışıkların yarattığı gölge ada · Ada şimdi herkesten çok daha büyük

Bezgin kaşif aylanmıyor o adanın denizinde artık Balıksız kaldı dalgalı, yaşlı deniz

Isianmış bezginliğiydi onun son keşfi

Kefenleri giymiş geziyor kaşif ve peygam herleri

Berna Murat Cemiloğlu 1991-İstanbul.

13

(15)

NEGATIF f�IK�ANAlll

��

MARK�IlM

Bir dilenci düşünde bir milyoner gördü.

Uyanınca bir psikoa­

naliste gitti. Psikoa­

nalist ona milyonerin babasının simgesi ol­

duğunu açıkladı. "İl­

ginç " dedi dilenci.

Heinrich Regius

(Max Horkheimer),

1934

I.Dünya Savaşını izleyen yıllarda Marksist parti ve hareketlerdeki çö­

küşün ve iflasın çözümlenmesi ama­

cıyla başlayan ve Georg Lukacs'la Karl Korsch'un çalışmalarında kris­

talleşen eleştirilerde·egemen Mark­

sizmdeki öldürücü eksikl�, onun 'mekanik' ya da 'otom atik' niteliği ol­

duğu öne sürüldü; tam olarak eksik olan, Marksizmin öznel , insani ve fel- . sefi içeriğiydi. Lukacs ve Korsch'un,

sonra da Frankfurt Okulu vd. nin ça­

balan Marksizmin bu yitik boyutunu -özncl}iti- kurtarm aya yönelikti.

Avrupa devriminin nesnel koşullan uzun süre önce olgunl aşmış gibiydi.

Çünkü "devrimci koşullar her zaınan olgundu!' Karl Korsch I. Dünya Sa-

1 4

vaşı sonrası Alm anyasındaki kısa devrimci dönem üzerine "1918 Ka­

sım'mı izleyen aylarda burjuvazinin örgütlü politik gücü ezilip görünür­

de kapitalizmden sosyalizme geçiş yolunda başka bir engel yokken, bü­

yük şans yakalanamadı, çünkü ya­

kalanması için SOSYOPSİKOLOJİK önkoşullar eksikti." diye yazmıştı.

Reich gibi sol Freudculann da odak­

laştıklan bu 'sosyopsikolojik önko­

şullar', öznel harekitti.

Batı Marksizminde öznelliğin seyri başından beri olumsuzdu: Öznelliğin niçin gösterilmediği, 'büyük şans'ın niçin yilirildiği ve burjuva toplumun zulmünü sürdürdüğü kavranmaya çalışıldı. Bunun için otom atik, me­

kanik toplumsal değişim öğretileri­

nin yapmakta olduğu gibi öznenin doğasını gözden kaçırmak değil, onu açıklamak gerekiyordu. Bu öğretiler özne-SlZ oldukça toplumsal değişi­

min diyalektiğini anlayamazlardı.

Ne Lukacs, ne de Korsch öznelliğin felsefi (ya da tarihsel) ve psikolojik iki boyutundan ikincisini inceledi­

ler. Devrimin 'sosyopsikolojik önko­

şullan' Korsch tarafından psikolojik olm ayan ya da neopsikolojik terim­

leric yorumlandı . Ona göre eksik olan şey sosyaljzmin uygulanabilirli­

ğine olan 'inanç'tır; nedeni de sosya­

list "kuram "ın "sosyalizmin pratikte-

ki gerçekleşmesine ilişkin bütün so­

runlar karşısındaki geç k avrayı­

p"dır. Bu arada psişik (tinsel) boyut yitmiştir ya da en azından sosyaliz­

min pratik içeriği hakkındaki ku­

ramsal sorunlara taşınırken sulandı­

nlmıştır.

Lukacs felsefi boyutu psişik boyut­

tan tam amıyla a yınr; psişik boyutun. politik yorumunu koşullara bağlı ve deneyimsel olarak görür. Ona göre psikolojik bilinç anlık ve pozitivist ­ burjuva toplumun içinde kalan- bir bilinçtir; kuramı yoktur. ''Sınıf bi­

linci ne proletaryanın tek tek üyele­

rinin psikolojik bilinciyle , ne de pro­

letaryanın bir bütün olarak (kütle­

psikolojik) bilinciyle aynı şeydir;

tersine, SlNlFlN TARİHSEL RO­

LÜNÜN BİLİNCİNE YARMA DUY­

GUSUDUR." "Oportünizm yanlış olara k PROLETARYANIN GÜN­

CEL PSİKOLOJİK DURUMUNU, ONUN SINIF BlLlNCl SANAR . H

Eleştirel kurarn iki pozitivizm hiçi­

mine de ka·rşı çıktı: Bir yandan bur­

juva ve liberal düşüneeye özgü psi­

kolojizm (toplumsal kavramla rın bi­

reysel ve psikolojik kavrarnlara in­

dirgenmesi), öte yanda sosyalist ve Marksist düşüneeye özgü sosyolo-

Psikoanaüzin gerçek diyalektiği budur;

görünürde toplumun

( evreJUelin) karşıtı olan psikoanaliz, ıekte (bireyde)

evreni(ıoplumu) keşfeder.

(16)

jizm (bireysel kavramiann kuru bir tarih ve toplum anlayışına indirgen­

mesi). Her ikisi de toplum ve birey antagonizminden çıkmıştır; ilki so­

yut bir birey, ikincisi soyut bir top­

lum anlayışı lehine. Yeni-Freudcula­

nn liberal psikoanalitik revizyonla­

nyla psikoanalizin karşısındaki Marksizm arasındaki yakınlık bura­

dadır: İkisi de sosyolojizmden muz­

dariptir. Başından beri öznelliği ih­

mal eden Sovyet Marksizmi içeriksiz bir toplum anlayışına vanrken, ye­

ni-Freudcular toplumun rolünü bul­

ma hevesleriyle yavan bir toplum anlayışına ulaşırlar. Oysa kendi po­

litikalarına bakm aksızın, bireysel psikenin oluşumunu ve yapısını iz­

lerken toplumun, bireyin içindeki ve üzerindeki iktidanm kanıtlayan, Freud ve ardıllan olmuştur. Psikoa­

nalizin gerçek diyalektiği budur; gö­

rünürde toplumun (evrenselin) kar­

şıtı olan psikoanaliz, tekte(bire

y

de) evreni(toplumu) keşfeder. Yalıılan­

mış birey sahteliğinin içyüzünü, onun sosyo-seksüel-biyolojik temel dayanağıyla kavrar. Derinlik psiki­

lojisi kendi mantığını izleyerek sos­

yoloji ve tarihe dönüşür. Genelliğin nesnelliğe geçtiği yer burasıdır; öz­

nellik, özneye önhiçimini veren ve onu çarpıtan toplumsal ve tarihsel

Burjuva toplumda sermaye

bağımsızdır ve bireyseUiğe sahiptir, oysa yaşayan

kişi bağunlıdır

ve

hiçbir bireyselliği yoktur.

olaylara dek izlenir.

Nesnel bir öznellik kuramı 'iki kere' nesneldir; öznelliği yalnızca toplum­

sal ve nesnel belirleyicilerini orta ya çıkarana değin incelemez, varolma­

yan özneyi yönetmiş olan toplumu da açığa çıkanr. Öznelliğin kuramı, özneyi ortadan kaldıran burjuva toplumun da kuramıdır. Birey bi­

reysizleştirilir, öznesizleş tirilir.

"Burjuva toplumda sennaye bağım­

sızdır ve bireyselliğe sahiptir, oysa yaşayan kişi bağımlıdır ve hiçbir bi­

reyselliği yoktur." Bu gerçekliğe uy­

gun düşecek bir öznellik kuramı bi­

linçli olarak çelişkindir; öznelliği, tabir caizse, gözden yitene değin iz- . ler; onun psikoanalizi negatiftir:

Öznesiz bir öznenin {ya da daha öz­

gürleşmemiş bir öznelliğin kuramı­

dır. Öznelliğin kavranabilmesinden önce, bireyi sakatiayan gerçek mad­

di ve toplumsalkoşullar derinliğine kavranmalıdır. Birey varolabilme­

den, birey haline gelmeden önce , he­

nüz ne oranda varolm adığı bilin me-. lidir. Bireyleşmeden önce, birey ya­

nılsaması dağltılmalıdır. Öznellik nesnelliğe götürülmeli ki kavrana­

bilsin . Sorunun özü bud ur.

Öyle görülüyor ki öznellik terimi iki ayn olguyu temsil ediyor: Tarihin (potansiyel) öznesi olarak proletar­

ya ve pazarın sunduğu sorunsal öz­

ne olarak burj uva özne. Bu belirsiz­

lik gerçekliğin belirsizliğidir ve yal­

nızca kavramsal değildir; asıl sorun, Lukacs'ı izlersek, proletaryanın sı­

nıf bilinci yönünde seyreden özgül niteliklerinin, sınıf bilincini yokeden özgül burjuva özelliklerle (geçici olarak?) kaplanmasıdır. Çünkü burjuvazide egemen olan bireysellik biçimi burjuvaziyle sınırlı değildir;

tersine, proletaryanın içine işler ve onun , kendisini tarihsel bir özne olarak oluşturma sürecini en­

geller.

Freud'a göre süperego anababa da,

erken yaşlardaki eğitimde vb. ke;>k sal�uş , 'geçmişin bugünde demirle­

miş aracı'ydı. Maddeci görüşlerae

"insani ideolojilerin güncel ekono­

mik koşullann ürünü ve üstyapısm­

dan başka birşey olmadıklarını söy­

leyerek onu bir yana ittiler. Bu doğ...:

rudur, ama çok olası ki doğrunun tamamı değil. İnsanoğlu asla bütü­

nüyle bugünde yaşam az . Geçmiş .. . süperegonun idelojilerinden yaşamı­

nı sürdürür ve onun aracılığıyla ça­

lışarak insan yaşammda ekonomik koşullardan bağımsız, güçlü· bir rol oynar . U

Psikoanalizin araya girdiği yer tam da burasıdır: "İki uç nokta arasın­

da; bir uçta toplumun ekonomik ya­

pısı, ötekinde ideolojik üstyapı ara­

sında bir takım ara atamalar gö­

rür." Otto Fenichel "ekonomik ko­

şullann bireye doğrudan değil do­

lay h olarak, psişik yapısında d�­

şiklik yoluyla etkilediğini" yazmıştı.

Buna Reich'm belki de en önemli katkısı 'yeniden üretim' kavramıydı.

Uk bakışta mülkiyet ilişkilerinden çıkan ideoloji ve baskıcı ahlak niha­

yetinde "ahlakın kitle bireyince ka­

bullenilmesi'yle sonuçlamr. Bu da toplumsal ve gerici bir güç haline ­ psikolojik olarak yeniden üretilen , ­ ideolojiye dönüşür.

Freud'un öğrencisi bir sosyalist olan Federn, sosyalist örgütlerde bile ör­

tülü olarak bulunan, derinlere yer- · leşmiş babaerkil tutumun burjuva toplumu ayakta tuttuğunu öne sür­

dü. Ona göre "daha önceki bütün örgütler önderden aşağı doğru ör­

gütlenmişti; örgütlenme pirarnidi ideal olarak baba-oğul ilişkisini ko­

şulluyordu . . . Yeni örgütlenme -konseyler- , kitlelerden çıkarak ge­

lişir ve itici gücünü 'biraderlerin ilişkisi'nden alır." Otoriter baba­

oğul ilişkisi Reich, Fromm ve Frankfurt Okulunda 'karakter' kav­

rarnma genelleştirildi. Karakter, psikeyle toplumun kesişmesinin çö­

keltisiydi; aile de karakteri etkile­

menin önemli bir aracıydı. Reich'a göre "kara k ter yapısı verili bir çağın toplumsal sürecinin kristalleşmesi-

1 5

(17)

ÖzneUiğin

kavranabilmesinden önce, bireyi sakaıkıyan

gerçek maddi ve ıoplumsallroşuUar

derinliğine kavranmalıdır.

Birey varokıbibneden, birey haline gelmeden önce, henüz ne oranda varolmadığı bilinmelidir.

Bireyleşmeden Önce, birey yanılsaması dağılılmalulır. ÖzneUik

nesnelüğe götürülmeli

ki kavranabilsin.

Sorunun özü budur.

1 6

dir; . . . burjuva toplumun ekonomik yapısıyla ideolojik üstyapısı arasm­

daki aracıdır." Horkheimer de "Çıp­

lak biçimiyle zor hiçbir �ekilde ege­

men sınıfın niçin bu kadar uzun sü­

re boyunduruğunu sürdürdüğünü açıklamaya yetmez; özellikle ekono­

mik a ygıtın daha iyi bir üretim süre­

ci için olgunlaştığı, kültürün çözül­

düğü ve mülkiyet ilişkileri ve genelde varolan yaşam biçimlerinin toplum­

sal güçler için açıkça engel haline geldiji dönemlerde yetersiz kalır" di­

ye yazar. Bunun anlaşılması için "çe­

�itli toplumsal gruplardaki insanla­

rm psişik hileşimini11 bilmek gerekir.

Aile yine canalıcı önemdedir. "En önemli eğitim araçlarından biri ola­

rak aile , in san karakterinin yeniden üretilmesiyle ilgilidir ve büyük oran­

da burjuva düzenin bağımlı olduğu otoriter tutuml arı insan karakterine katar.''

Sözgelimi kapitalistin paradan hü­

yülenmesini , çocuğun dışkıyla ilişki­

sine bağlayan ve "barsak içeriğinden alınan zevk . . . kokusuz, susuz bir pislikten başka birşey olm adığı gö­

rülen paradan hoşlanma haline ge­

lir." diye yazan Sandor Ferenczi vb.

ne yamtında Fenichel şöyle der : "İç­

güdüler genel eğilimi temsil ederler, oysa para ve varlıklı olma a rzusu

konulan genel eğilimin yalnızca kimi belirli toplumsal koşullar olması ha­

linde üstlenehileceği özgül hiçimi temsil ederler . . . Biriktirmede erojen bir zevkin bulunm ası, Ferenczi'nin sermaye sahibi sermayesini artırma­

ya çalıştığında bunu çok mantıklı nedenlerle yaptığı gerçeğini gözden kaçırmasına neden olur: Kapitalist, daha büyük ölçekli üretim yapan ra­

kiplerince buna zorlanır . . . Bu tür­

den bir toplumsal sistem biriktirme gereksinimine hizmet eden erojen · dürtülerden yararlanır ve onlan güçlendi rir; buna kuşku yok. Bu­

nunla birlikte va rolan ekononıik üretim koşullarının biyolojik dürtü tarafından yaratılıp yaratılm adığı çok kuşkulu." Sonuç ola rak "varlıklı olma gibi bir dürtü bir zamanlar yoktu ve gelecek bir zamanda da ar­

tık olmayacak. "

Bilinç ve düşünce n e öznel kökenie­

rine indirgenmeli, ne de ondan tü­

m üyle soyutlanm alıdır. Kimi sol­

Freudcular gibi yeni -Freudcular da b u diyalektiği koruyam adılar . Psi­

koanaliz de sulandırılarak ya psiko­

lojik bir uyurolaştırma tekniğine ya da yüzeysel bir toplum kuramma in­

dirgendi. Her ikisi de birbirini hes­

ler; psikoanalizin sağlık ve uyum va­

adeden bir bireysel terapi olarak ilan edilmesi için, kuramın eleştirel ve toplumsal hileşenleri �kartaya çı­

karılmalıdır. Böyle bir içerijin (Fre­

ucl'un üstkuramının) korunması , eleştirel kuramın psikoanaliz oku­

m asının özüne uygundur. Bu üstku­

ram (öznelliğin nesnel bilimi ola rak psikoanaliz) Marksizme intikal eder;

negatif psikoanaliz Marksizmden kı­

rılarak geçen psikoanalizdir. B u kı­

nlma bireyin -psikoanalizin esnesj­

nin- Freud'un formülasyonlarından bu yana ki gelişmeler ışığında ince­

lenmesini gerektirir. Öyle ki, tekilci kapitalizme geçiş bireye ölümcül bir darbe vurmuştur. Horkheimer'in dediği gibi: "Birey kategorisi dev en­

düstri ye karşı koyamamıştır." Bu­

nun için psikoanaliz nega tifleşir; öz­

nelliği kendi varlığı dışında idare edilen özneyi araştırır .

Negatif psikoanaliz yalnızca negatif bir ilişki tanır; tarih ve sınıf bilinci­

ni saptırmış, engellemiş ya da dağıl­

mış olan psişik biçimleri inceler. Psi­

şik ve karaktere ilişkin şeyleşme bi­

çimleri tarihsel olara k özgüldürler.

Max Weber'den bu yana kapitaliz­

min -kendisi değil am a- ruhu onarıl­

mıştır. Psişik boyut, sermayenin kendisi kadar akışkan ve ta rihsel bir değişkendir; kapitalist biçimlerin seyri hızİandıkça , psişik biçimler de onla n izler. Negatif psikoanaliz ola­

rak eleştirel kurarn zevk için yaşa­

mın içinde kendisine av arayan yeni­

lenmecilerin tuzağına düşmeyecek ya da eski sloganiara sığınm ayacak­

sa , hüzün ve isyan çığlıklan adına psişik derinliklerin aslını açığa çı­

karmalıdır.

Türk

Ç

eleştiren Hakan Atalay

(18)

'· am bir geminin güvertesinde bulunacak ölülerimiz. Altımız okyanus. Binlerce denizatı baş­

larını kaldırıp yukarı bakacak­

lar. Senin bir gözün diri kala­

cak, benim bir dudağım. İkimi­

zin avucunda da ipek mendil 1er.

Nereden düşmüşüz, niye düş­

müşüz, kim i tmiş: bilinmeye­

cek. Faytona bağlı at kurtul a­

cak . Güzel .

Benim Sinemalarım.

Temiz bir aşk yaşadık, mesela yoktu kılavuzumuz. Tehlikeyi göze alarak açıldık. Batacaktık, farkındaydık. Battık gülümseye­

rek. Battık birbirimizi seyrede­

rek. G üzel . Sessiz ev.

Sen dans etmeyi seviyordun.

Tek başına . Pikaba bir pl ak ko­

yuyordun. O çalmıyordu ama

· sen oynuyord un . Ben oturuyor­

dum. Oralarda bir yerlerde otu­

ruyordum. Beni görmen imkan­

sızdı. İçimde altı katlı bir bina çöküyordu. Ağzımdan bumum­

dan toz duman çıkıyordu. Kuru­

ması için rüzgara asılmış bir ça­

m aşır gibi salınıyordun. Güzel . Sudaki iz.

Her gece biz sevişirken yatağı­

mıza yeni peygamber iniyordu, küçük periler lir çal arak uçuşu­

yorrlu beyaz beyaz çarşafa bu­

lanmış siyah vücutl arım ızın üs­

tünde. Yıldız saçıyorl ardı. Yal­

dız saçıyorlardı . Arada bir mete-

or çakılıyordu kas ıklarım ıza.

S ana uzattığım elim i le göğüsle­

rinin arasında bir yıldız kayıyor­

du. Gözbebeklerinden biri mars'tı , öteki satürn. Güzel . Bir yer göstericinin hayatı.

O adam sana hiç dokunmaına­

lıydı. O adam sana hiç yaklaş­

m amalıyd ı . o adam sana bir söz söylememeliyd i . O bıçak ya­

nımda olmamalıydı . Batacaktık, farkındaydık . W ar lock bunu se­

ni nle tanıştığımız gün asansörde kaldığı mızda gel ip belirtmişti.

Esrarlı sigaramızdan bir nefes çekmişti. Hal at incelmişti. Al­

tıncı kattaydık. Kat altıydı, sen altıydın, ben al tıydrrn. Uyandı­

ğında ben başucundum senin.

Güzel. Dostlukların son günü.

Sonra resmimizi çekmek isteyen o sokak fotoğrafçısı. Adamın üstüne döktüğüm su. Fl3:ştaki aküden alcıvermişti elektrik, be­

denine. O yanarken biz kaçmış­

tık. El ele tutuşarak caddeler bo­

yu koşmuştuk. Tutuşmuş iki el koşuyordu adeta orada. Birbiri­

mizi sınırsız şımartrnıştık.

Güzel . Erkek hikayeleri.

Ne Paris düştü sonra, ne durgun akınayı sürdürdü Don. Tavana astığımız film afişleri saradı:

En çok da The Doors. Sen git­

mek isted in de, açamadın kapı­

yı . Anahtarı hiç bir yerde bula­

madık. Su almaya başlamıştı odamız. Batacaktık, farkınday­

dık. Battık, kahkahalarla. Battık, birbirimize şi irler okuyarak.

Güzel . Akışı olmayan sular.

Mesela.

1 4.8. 1 992

KÜÇÜK İSKENDER

1 7

Referanslar

Benzer Belgeler

Kanunda, Hazine mülkiyetinde yeterli alanın bulunmadığı durumlarda, Orman Kanunu'na göre orman sayılan yerlerden hangilerinin çevre ve Orman Bakanlığı'nca, Kültür ve

Kamu İnternet Erişim Merkezleri, halk eğitim merkezleri, gençlik merkezleri, kütüphaneler, e-devlet hizmeti verecek hastane ve İŞ-KUR binaları gibi yerler, yerel

Bana şimdiye kadar adığım, bundan sonra da alacağım en değerli ödülü verdiniz, bir parkorman ödülü, sağ olunuz. Ya şar Kemal'in 8 Eylül Cumartesi günü Batman

Kraliçe Kral Kuğu Çalgı Yunus Andromeda Balıklar Büyük Kare Balina Pompa Güneybalığı Kova Kanatlı At Kertenkele Kalkan Kartal Yılancı Yılan Yay Kuzey Tacı Vega

Viranelerden toplanan ay- landoz dallan, çalı Çırpılar tıkılır, hızı saman alevi gibi çabucak geçer, kızar- masile kararması bir olur, sanki ateş yüzü

B ir müddet sonra bu nam zetlik iki tarafça da uygun görülmüş ve evvel­ ce Zülüflü İsmail paşanın oğlu ile iz­ divaç arzusunda bulunan Sultan da

Er­ tuğrul bu mektupla birlikte, Fransız Devlet Başkanına, daha önce kendisine verilmiş olan Fransız nişanını iade etmektedir.. Neden

ve devamÎ maddelerinde düzenlenen iÝ saÙlÎÙÎ ve güvenliÙi hükümleri olan kamu hukuku ku- rallarÎna aykÎrÎlÎÙÎn yaptÎrÎmÎ genel olarak idari ve cezai yaptÎrÎm ise