• Sonuç bulunamadı

ULUSLARARASI KINALIZÂDE AİLESİ SEMPOZYUMU BİLDİRİLER KİTABI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ULUSLARARASI KINALIZÂDE AİLESİ SEMPOZYUMU BİLDİRİLER KİTABI"

Copied!
15
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

BİLDİRİLER KİTABI

INTERNATIONAL SYMPOSIUM ON KINALIZADE FAMILY

PAPERS

هداز ﻲﻟﺎﻨﻗ ﺔﻠﺋﺎﻌﻟ ﺔﯿﻤﻟﺎﻋ ةوﺪﻧ بﺎﺘﻛ

ةوﺪﻨﻟا

31 Mayıs 1-2 Haziran 2012 31 May-1-2 June 2012

2 - 1 - 31 ﻮﯾﺎﻣ / ﮫﯿﻧﻮﯾ -

/ 2012

Isparta / Türkiye / Turkey / ﺔﯿﻛﺮﺘﻟا

Aralık / December /ﺮﺒﻤﺴﯾد , لوﻻا نﻮﻧﺎﻛ/ 2014

S DÜ İlahiyat Fakültesi Yayınları

(2)

Uluslararası Kınalızâde Ailesi Sempozyumu Bildiriler Kitabı/ International Symposium on Kınalizade Family Papers/ةوﺪﻨﻟا بﺎﺘﻛ هداز ﻲﻟﺎﻨﻗ ﺔﻠﺋﺎﻌﻟ ﺔﯿﻤﻟﺎﻋ ةوﺪﻧ

31 Mayıs 1-2 Haziran 2012/31 May-1-2 June2012/2012/ ﮫﯿﻧﻮﯾ-ﻮﯾﺎﻣ/31-1-2

SEKÜLER AHLÂK’IN ZAAFİYETLERİ BAĞLAMINDA KINALIZÂDE’NİN DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE AHLÂK-DİN İLİŞKİSİ

Hulusi ARSLAN

Özet

Seküler ahlak en basit anlatımla, insan davranışlarını yönlendirmede dini değerlerin rolünü reddeden; bunun yerine insanın maddi ve dünyevî mutluluğunu esas alan bir ahlak anlayışıdır. Seküler ahlakın sahip olduğu bazı zaafiyetler ve bu zaafiyetlerin çağımızda yarattığı bazı sorunlardan bahsedilebilir. Bu makalede Kınalızâde Ali Efendi’nin ahlak anlayışı bu açıdan incelenecektir.

Kınalızâde Ali Efendi Türklerin yetiştirdiği en önemli filozof ve ahlakçılardan biri olarak tanınır. O, bilgi ve eylem türünden olan her şeyi ahlak/hikmet kavramıyla sistemleştirmiştir. Dolayısıyla onun, düşünce sistemini bütünüyle ahlak üzerine kurduğunu söylemek mümkündür. Bu ahlaki sistem içerisinde dinin önemli bir yere sahip olduğu görülür.

Kınalızâde Ali, ahlakı nazari ve ameli olmak üzere ikiye ayırır. O, her iki türüyle de ahlakı din ile ilişkilendirir. Ona göre ahlakın amaçladığı mutluluğu elde etmenin yolu, öncelikle doğru bir inanca sahip olmaya dayanır. Çünkü ona göre insanın mutluluğu iki şeye bağlıdır. Birincisi sahih bir itikada sahip olmak için Hak ilminin tahsil edilmesidir ki bu, nazarî hikmetle, yani teorik ahlak ilmiyle hâsıl olur. Zira insan, kendisine verilmiş olan düşünme gücüyle (nutk) Allah’ı ve onun kemal sıfatlarını tanıyıp birçok varlık türünü bilme imkânına sahiptir. Bu nazarî güçle elde edilen doğru inanıştan mahrum olan kişi ebedî olarak hüsran içerisindedir.

Doç. Dr., İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

(3)

Kınalızâde’ye göre insan nefsinin saadetini sağlayan şeylerin ikincisi ise, güzel ahlak ve sâlih ameli elde edip, çirkin huyları atmaktır. Bunu elde etmek ise, amelî hikmeti/ahlak ilmini tahsil etmek, sonra da bildiklerini hayata geçirmek suretiyle olur. Dolayısıyla sahih itikada sahip olup, davranış ve amel bakımından güzel ahlaka bürünenler dünya ve ahirette sürekli olarak saadette kalacak olanlardır.

Kınalızâde özellikle amelî hikmetin elde edilmesinde dinin önemine dikkat çeker. Ona göre Allah insanı kendi tabiatıyla baş başa bırakmamış, birtakım terbiyeciler ve muallimler göndermiştir. Terbiyeci ve muallimlerin ilki, ilâhî prensipler ve onlara elçilik eden peygamberlerdir. İkinci terbiye ediciler ise selîm akıl sahipleridir. Son peygamber Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği din hayır ve edebin cümlesini içine almıştır. O, bütün beşeri fikirlerin üstündedir, onlardan parlaktır. Bunun yanında Kınalızâde, dinin motive edici gücünden de bahseder.

Ona göre ahlaki prensiplerin emir ve yasaklar şeklinde ilahi kaynağa dayandırılması, onlara itaat edilmesini kolaylaştırır.

Kınalızâde özellikle dini ibadetlerin gösteriş ve riyadan uzak olması gibi bir ahlakî kriter getirmektedir. Ona göre amacı Allah rızası olmayan, kişisel çıkar veya başkalarının tasvibini almak gibi gayelerle yapılan ibadetlerin bir değeri yoktur.

Onun bu düşüncesinden hareket ederek, dini yaşantının değerli ve makbul olabilmesi için, ahlakî prensiplerle uyumlu olması gerektiğini söyleyebiliriz.

Öte yandan Kınalızâdenin ahlaki sistemi, seküler ahlakın yarattığı zaafiyetlerini ortadan kaldıracak özelliklere sahiptir. Bunun sebebi ise sisteminde dini değerlere yer vermiş olmasıdır.

Abstract

Morality-Religion Relationship In Kinalizade's Thinking System In The Context Of Secular Morality's Weaknesses

Secular morality, in the most basic sense, is a sense of morality that rejects the role of religious values in guiding human behaviors, and which grounds on material and worldly happiness of humanity. There are certain weaknesses that the secular sense of morality has and there are certain problems that these weaknesses create. This paper examines Kinalizade's sense of morality from this point of view.

Sir Kinalizade Ali is one of the most important philosophers and moralists whom the Turks have ever raised. He systematized whatever he foundconcerning knowledge and action under the concept of morality, or wisdom. For this reason, it is possible to say that he grounded his system of thought entirely upon morality.

Religion seems to have a central place in his ethical system.

KinalizadeAli divides morality into theoretical and practical parts.

However, in both parts he connects morality with religion. For him the way of reaching the happiness morality aims at is primarily dependent upon having a true belief. For him man’s happiness is dependent on two things. The first is the study of divine wisdom with the aim of having a true belief, which is ensued by a theoretical wisdom, a theoretical study of morality. Human beings, with the power of thinking, bestowed upon them by God, have the ability of getting to know

(4)

various sorts of entities by recognizing God, and His perfect attributes. Those who fall short of the true belief that one obtains by means of this theoretical power are in an eternal frustration.

The second, which satisfies human happiness, according to Kinalizade, is to equip oneself with lovely morality and appropriate action and to give up worthless habits. To attain this, it is required that one study practical wisdom and morality, and then to put them into practice. Therefore, those who have true beliefs and are equipped with lovely morality with respect to behaviors and deeds are those who are going to guide a happy life in both the world and the hereafter.

Kinalizadeespecially calls attention to the significance of religion in acquisition of practical wisdom. For him God did not leave the human beings in the world alone, he sent some teachers and educators. The first of the educators are the divine principles and the prophets who are the mediators for divine principles. The second educators are those who have sound reasoning. The religion, which the last prophet Muhammad declared, included the complete propitious and polite deeds. It is above all humans and their ideas. Moreover, Kinalizade talks about the incentive power of religion. For him, grounding the moral principles on commands and prohibitions makes obedience to them easier.

Kinalizade brings a moral criterion such that religious prayers should be far away from demonstration and hypocrisy. To his mind, the prayers the aim of which is not the consent of the God, but personal interests, are worthless. Starting from this point, we can say that in order for a religious life to be valuable it should be coherent with the moral principles.

On the other side, Kinalizade's moral system has features that can stamp out the weaknesses secular morality brought into existence. The reason for this is his having given place to religious values in his system.

Giriş

İslam düşüncesinde İbn Miskeveyh, Nasîruddîn et-Tûsî ve Celâleddîn ed- Devvânî gibi hikmet ve ahlakla ilgili eserler veren düşünürlerin ardından bu silsileyi tamamlayan bir diğer düşünür XVI. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunun yetiştirdiği en önemli âlimlerden olan Kınalızâde Ali Çelebi (ö.979/1572)’dir.1 Isparta’da doğan Ali Çelebi kadı, müfessir, hanefî fakihi ve şair gibi sıfatlarla anılmanın yanında2 esas olarak o bir Türk-İslam ahlâkçısıdır.3

Çağımızın sunduğu bilim ve teknolojik imkânlar, belki de tarihte hiç olmadığından daha büyük seviyelere gelmiş görünüyor. Bu imkânlar, insanoğlunun

1 Ayşe Sıdıka Oktay, “Kınalızâde Ali Efendi’nin Hayatı ve Ahlak-ı Alâî İsimli Eseri”, DİVAN, Yıl:7, Sayı:12 (2002/I) İstanbul, s.1

2 Âdil Nuveyhız, Mu'cemu'l-Müfessirîn, “Hinnâvîzâde” md, I/385, yy. 1982

3 Kınalızâde’nin Ahlak Anlayışı hakkında bkz. Baki Tezcan, The Ahlak-ı Alâî Of Kınalızâde Ali Çelebi (1510-1572), June 1976; Ayşe Sıdıka Oktay, “Kınalızâde Ali Efendi’de Hikmet Kavramı”, SDÜİFD, Sayı:10, Isparta (2003), ss25-36;Hüsyin Öztürk, Kınalızâde’de Aile Ahlakı, Anakara 1990; Celal Türer,”Kınalızâ’de Mutluluk”, Felsefe Dünyası (1992) sayı:30, ss.80-90.

(5)

mutluluğu için büyük fırsatlar yaratmakta; fakat aynı zamanda büyük riskleri de beraberinde taşımaktadır. Zira en yararlı bir alet dahi kötü amaçlarla kullanıldığında büyük zararla sebep olabilir. Bu durumda insanı eyleme sevk eden inanç ve ahlâkî değerlerin önemi büyüktür.

Bugün dünyamızı bu açıdan değerlendirdiğimizde, sahip olunan bu imkânların, insanlığı felakete sürükleyebilecek bir tarzda kullanılma riskiyle karşı karşıya olunduğunu söyleyebiliriz. Çünkü ahlâki ve manevi değerleri bütünüyle maddi değerlere dönüştürmüş olan modern zihniyet, dünyada ben merkezli bir insan ve toplum modeli meydana getirmiş; bu modelde başka fert ve toplumlar sadece yararlanılacak ve sömürülecek nesneler olarak algılanmaya başlanmıştır.

Bunun en somut göstergesi dünyadaki gelir dağılımı adaletsizliğidir. Dünyanın bir köşesindeki insanlar, aşırı beslenmenin yol açtığı sağlık sorunları yaşarken; başka yerlerde insanlar açlıktan ölebilmektedir. Yine bu riski doğrulayan hususlardan biri de yirminci yüzyılda yaşanan hadiselerdir. Zira dünya bu yüzyılda ben merkezli modern zihniyetin kolayca baskı ve zulme dönüşebildiğine şahit oldu: “Despotizm daha çok modern öncesi devletlerin özelliği olarak görülüyordu. Faşizm, Yahudi soykırımı ve Stalinizm gibi yirminci yüzyıl tarihinin büyük olaylarını izlerken totalitarizm imkânlarının, modernliğin kurumsal parametreleri tarafından dışlanmaktan çok onlar tarafından kapsandığını görebiliriz”4 Dolayısıyla hiçbir ölçü ve sınır tanımayan savaşlar, zulüm ve terör olayları, benzeri görülmedik derecede korkunç neticeler yol açan çevre felaketleri ve diğer doğal ve insani sorunlar modern zihniyetin bir ürünüdür.

Bütün bu sorunların kaynağı varıp, dünyayı algılama biçimine; tanrı, evren ve insana bakış açısına dayanmaktadır. Bunun da inanç ve ahlâk telakkisiyle yakından ilişkisi vardır. Günümüzde bütün dünyayı etkisi altına alan dinden bağımsız seküler ahlâkın, bu açıdan sorgulanması gerektiğine inanıyoruz. İşte bu sebeple tebliğimizde, bir İslam ve Türk ahlâkçısı olan Kınalızâde Ali Efendi’nin ahlâk anlayışını bu açıdan değerlendirmek istiyoruz. Amacımız Kınalızâde’nin ahlâk sisteminden çağımızın bu sorunlarına çare oluşturabilecek değerleri keşfetmektir. Fakat önce başlıkta yer alan “seküler ahlâk” terimi üzerinde durmamız yararlı olacaktır.

Seküler Ahlâk

Seküler ahlâk terimini izah etmek için önce sekülarizm kavramı üzerinde durmak gerekecektir. Sekülarizmin değişik tanımları, onun baskın karakterini oluşturan “dini değerleri önemsizleştirme” niteliği üzerinde yoğunlaşır. Bir tanıma göre sekülerleşme, özellikle modern sanayi toplumlarında dinsel inançların, pratiklerin ve kurumların toplumsal önemlerini yitirdikleri bir süreçtir.5 Dünyacılık veya laiklik kavramlarıyla da ifade edilen sekülarizm, diğer bir ifadeyle “başkaca her türlü düşünceyi bir yana bırakarak günün özdeksel (maddi) gereksinimlerini

4 Anthony Giddens, Modernliğin Sonuçları, Çev. Ersin Kuşdil, Ayrıntı Yay., İstanbul 2004, s.17.

5 Bkz. Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman Akınhay-Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yay., Anakara 1999, s.645

(6)

karşılamayı yeğleyen ve bunu yaparken sadece bilim ve insanseverliği kollayan tutum ve öğreti” olarak tanımlanmıştır.6 Bir başka ifadeye göre sekülarizm, “dini inançlarla uygulamaları, yalnız kişisel değil, fakat toplumsal karar alma ve eylemde yol göstericiler olarak değerlendirmeme tavrı ya da süreci; dini düşünce, uygulama ya da kuralların toplumsal anlam ve önemini yitirme sürecidir. Dünyevileşme sözcüğü ile de ifade edilen sekülarizm, siyasi ve felsefi temelleri olmakla birlikte insana belli bir yaşam biçimi ve eylem anlayışı sunmayı amaçladığı için özü itibarıyla ahlâki, fakat sunduğu yaşam tarzı ve eylem anlayışında, tanrı düşüncesine, ölümsüzlük fikrine ya da öte dünya kavramına başvurmadığı, dini hiçbir şekilde işe karıştırmadığı için dinden bağımsız olmak durumunda olan bir hareketi ifade eder.7

“Sekülerleşme, insanın ilkelerini oluşturmada, yönelişlerini, yaşamını düzenlerken dikkatini dini olgulardan tamamen soyutlayıp, dünyevi olgulara yönelmesidir. Bu anlayışla oluşturulan ahlak sistemleri seküler ahlak olarak kabul edilir. Bu düşünceden hareketle seküler ahlak, ilkelerini belirlerken dünyevi olguları dikkate alır ve kendi ahlak sistemini oluşturur.”8

Bu tanım ve izahlardan hareketle seküler ahlâkı özü itibarıyla dini değerler yerine dünyevi değerleri esas alan ahlâk anlayışları, olarak ifade etmek mümkündür. Dolayısıyla seküler ahlâk kişisel ve toplumsal hareketleri yönlendirmede inanç ve dini değerlere yer vermez; inanç ve değerlerin amaçladığı öte dünya mutluluğunu esas almaz. Onun yerine insanı şimdi burada, bu dünyada mutlu etmeyi amaçlayan maddi ve dünyevi unsurları esas alır.

Birçok eleştirmenin değindiği gibi modernizm veya sekülarizmin ahlâki açıdan bazı açmazları bulunmaktadır. Bu bakış açısıyla tebliğimizde bunları ortaya koymak ve Kınalızâde’nin ahlâk anlayışını bu yönden değerlendirmek istiyoruz.

Fakat önce Kınalızâde’nin ahlâk anlayışında dinin yerini genel bir tablo içinde betimlemek istiyoruz.

1. Genel Olarak Kınalızâde’nin Ahlâk Anlayışında Dinin Yeri

Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlâk-ı Alâî’sine baktığımız zaman, bilgi ve eylem türüne dâhil olan her şeyin hikmet veya ahlâk kavramıyla sistemleştirildiğini görürüz. Bu sistemde ahlâk ile din arasında sıkı bir ilişkinin varlığına şahit olmaktayız. Kınalızâde, dinin inanç esaslarına nazarî ahlâk içerisinde, ibadet ve muamelata da ameli ahlâk içerisinde yer vermiştir. Onun hikmet, adalet, iffet ve şecaat olarak belirlediği temel faziletleri ve onlara bağlı diğer ahlâki faziletleri temellendirirken sık sık dini referanslara başvurduğu görülmektedir. Diğer bir ifadeyle o, bu temel faziletler üzerine kurduğu ahlâk sistemini, büyük oranda İslam inanç ve değerleriyle örmüştür. Çünkü Kınalızâde, Ahlâk-ı Alâî’sinde dinin temel referanslarını oluşturan ayet ve hadislere başvurmakta; felsefe ve filozoflara yaptığı

6 Osman Korkmaz Karamanoğlu, Ansiklopedik “izm”ler Sözlüğü, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul 2007, s.281

7 Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul 2005, s. 560

8 İbrahim Hakkı Aydın, “Seküler Ahlak Bağlamında Din-Ahlak İlişkisi”, ATÜİFD, sayı:35, 2011, s.9

(7)

atıflar kadar, hatta ondan daha çok peygamber ve velilerin söz ve davranışlarına atıfta bulunmaktadır.

Kınalızâde’nin düşünce sisteminde ahlâk ile din arasında kurulan sıkı ilişkiyi gösteren hususlardan biri de, felsefi görüşlerle dini görüşlerin çatıştığı noktalarda onun dini esaslardan yana kesin bir tavır almasıdır. Örneğin o, Kur’an’ın zahirinden anlaşılan “haşr-i cismânî”yi/beden olarak dirilmeyi reddedip, ruhani haşri benimseyen bazı filozofların görüşlerine değindikten sonra şöyle demektedir: “Aklı başında uyanık kimseler, akidelerinin esaslarını peygamberlerin gösterdiği yollar üzerine düzelterek, imana bağlı hükümleri, Yunan’a bağlı hikmet ve felsefe üzerine takdim ve tercih ettiler. Yukarıdaki şüphelerden arındılar, peygamberlerin şeriat binasını ilga etmediler. Zira Yunan felsefesinin esası nefis ve hevanın tesirinden uzak değildir; bünyesi itibarıyla maddidir. Hâlbuki iman esasları Allah’ın rasulünün tebliğidir.”9

Kınalızâde’nin ahlâk anlayışında dinin yerini gösteren diğer bir husus da, onun dini prensipleri, insanı eğitip ahlâki yönden olgunlaştıran şeylerin ilki olarak görmesidir. Kınalızâde huyun değişmesi konusunda filozofların görüşlerini tartışırken, bunun mümkün olduğunu belirtir ve yüce Allah’ın huyları iyiye doğru değiştirmek üzere öğreticiler gönderdiğini söyler. Ona göre ilk terbiye edici, ilahî prensipler ve ilahi bilgilerdir. Peygamberlerin sonuncusu olması dolayısıyla bütün dinleri nehyetmiş (hükümlerini ve geçerliliklerini kaldırmış) olan İslam dininin yüce peygamberi Hz. Muhammed (SAV)’in tebliğ ettiği din, hayır ve edebin cümlesini içine almıştır. O bütün beşeri fikirlerin üstündedir ve parlaktır.10 Bu noktada “Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanınız” hadisini dile getirerek : “Yüce varlığa benzemek insan ruhunun son mertebesi olmuştur” der.11

Bu verilerden hareketle Kınalızâde’nin ahlâk anlayışında dinin vazgeçilmez bir yeri olduğunu söyleyebiliriz. Kınalızâde son ve gerçek din olan İslam’ın, bütün ahlâki prensipleri en güzel bir şekilde kapsadığını düşünmektedir. Bu sebeple de o, ahlâk sisteminde İslam’ın inanç, ibadet ve davranış şekillerine yer vermiştir. Her ne kadar o, bu sistemin iskeletini filozoflardan almakla eleştirilse de yakından incelendiğinde bu sistemin içeriğini İslam esaslarıyla ördüğü görülmektedir. Bu açıdan onun ahlâki sisteminin, dini değerleri önemsemeyen seküler ahlâkın yol açtığı problemlere çözüm oluşturacak unsurları içerdiği ve ondan yararlanılması gerektiği söylenebilir. Şimdi meseleyi bu yönüyle incelemeye çalışalım.

2- Seküler Ahlâkın Zafiyetleri ve Kınalızâde’de Ahlâk-Din İlişkisi a. Ahlâkî Gayenin Sınırlandırılması

Farklı şekillerde isimlendirilseler de aslında bütün ahlâk sistemleri nihai anlamda insanın mutluluğunu gaye edinir. Bu açıdan seküler ahlâkla dini ahlâk arasında pek bir farklılık da söz konusu değildir. Ancak seküler ahlâk, öte dünya

9 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, s. 79.

10 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlak-ı Alâî, s. 42.

11 Kınalızâde Ali Efendi, Devlet ve Aile Ahlakı,Haz:Ahmet Kahraman, Tercüman 1001 Temel Eser, y.y.,ts., s. 40.

(8)

inancını hesaba katmadığı için ahlâkın gayesini dünyevi mutlulukla sınırlandırmış olmaktadır. Bu da insanı, dünyevî hazlardan başka bir gaye ile hareket etmekten engelleyen bir husustur. Dünyevi hazlara aşırı düşkünlük ise bir şekilde insanı ahlâkın öngördüğü mutluluktan mahrum edebilir. Bu da seküler ahlâkın zafiyet ve açmazlarından biri olarak değerlendirilebilir. Zira dünyevi hazların yönlendirme ve baskıları altında insanın ahlâki erdemlerden uzaklaşması kolay bir olasılıktır.

Buna karşılık din, insanı her iki dünyada da mutlu etmeyi amaçlar. İslam dini açısından batkımızda bu hedefin çok açık bir şekilde ortaya konduğunu görürüz. Bu bağlamda Kur’ân-ı Kerim’de şöyle denilmektedir: “İnsanlardan öylesi vardır ki: “Rabbimiz, bize dünyada ver” der; onun ahirette nasibi yoktur. Onlardan öylesi de vardır ki: “Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru” der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasipleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir.”12

Görüldüğü gibi İslam dini insanın her iki dünyada da mutlu olmasını amaç edinir. Kınalızâde Ali Efendi bu dini bakış açısıyla hareket eder ve bu noktada ahlâk ile dinin gayelerini birleştirerek onları aynı noktada buluşturur. Ona göre insanın mutluluğu iki şeye bağlıdır. Birincisi sahih bir itikada sahip olmak için Hak ilminin tahsil edilmesidir ki bu, nazarî hikmetle, yani teorik ahlâk ilmiyle hâsıl olur. İnsanın saadete kavuşmasının ikinci yolu ise, güzel ahlâk ve salih ameli elde edip, çirkin huyları atmaktır. Bunu elde etmek ise, ameli hikmeti elde edip, sonra da ilmiyle amel etmek suretiyle mümkün olur.13

Kınalızâde’ye göre bu iki yolla kendisini faziletlerle donatan kişi, âdî ve kötü huylardan sıyrılır, dünyada iyi ahlâk sahibi olup, dünya işlerini en güzel yollarla yapar. Ahirette de şerefli bir yere ulaşır, yüksek zatların arasına ulaşarak yüksek saadete ve engin sevaba nail olur. “Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, güçlü hükümdarın katında, yüksek bir derecede, cennetlerde ferahlık ve aydınlık içindedirler”14 ayetinin işaret ettiği gibi, nazari ve ameli ahlâkın gereklerini yerine getirenler, Allah’ın yakınlığına erer ve yüce olanlara karışıp gerçek saadeti elde ederler. Hak ilminin süsünden mahrum kalıp, itikat mahalli olan kalp, bâtıl ile dolmuş, ya da âdi huylarla kirlenmiş ise, fazilet sahibi kişilerin katına yükselmekten son derece uzaklaşılmış olunur. Böyle kişilerin kalpleri ulvî âlemin esintilerine kapalıdır; yükselme kapıları onlara açık değildir. 15 Ona göre sahih itikada sahip olup davranış ve amel bakımından güzel ahlâka bürünenler, dünya ve ahrette sürekli olarak saadette kalacak olanlardır.16

Kınalızâde bu noktada ehl-i sünnet itikadına bağlı kalarak ahlâki ve şerî prensiplere aykırı davranan kişilerin ahretteki ebedî mutluluktan bütünüyle mahrum olmayacaklarını söyler. Ona göre bu tür kişiler, belki adi huy ve

12 Bakara, 2/200-2002

13 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, Haz. Hüseyin Algül, Tercüman 1001 Temel Eser, yy., ts., s.34-35

14 Kamer, 54/55

15 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, s.34-35

16 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, s.35

(9)

alışkanlıklarının ruhlarında işgal ettiği yer kadar azap gördükten sonra asıl varlığı olan iman cevheri ve marifet mayası sebebiyle rahmeti sonsuz olan yüce Allah’ın vaadine erişir ve Hak Teâlâ onu cürüm ve isyanın yakıcı ateşinden kurtarıp Rıdvan bahçeleri arasındaki seçkinler arasına koyar.17

Netice olarak seküler ahlâk, yaşamın gayesini dünyevi haz ve mutluluklarla sınırlandırdığı için yüksek insani faziletleri gerçekleştirmede bazı açmazlara sahiptir. Kınalızâde’nin Ahlâk-ı Alâî’sinde ahlâk ile dinin gayelerinin birleştirildiği görülür. Buna göre, hem ahlâkın hem de dinin gayesi dünya ve ahirette insanın mutlu olmasıdır.

b. Mal ve Servete Bakış Ya da Dünyevileşme Sorunu

Gaye sorununa bağlı olarak seküler ahlâkın ikinci zafiyeti veya çıkmazı da insan davranışlarını yönlendirmede oldukça önemli bir role sahip olan mal ve servete bakış açısıdır. Seküler ahlâk, dini normları reddettiği ve yaşamın gayesini bütünüyle dünyaya yönelttiği için malı ve serveti araç olmaktan çıkarıp amaç konumuna getirmekte ve adeta maddi değerleri kutsallaştırmaktadır ki bu da dünyanın başına bela olan dünyevileşme sorununu ortaya çıkarmaktadır. Helal ve haram ölçülerinden mahrum kalan insana bu noktada sınır koyabilen sadece vicdanıdır. “En son ahlâki merci olarak vicdana dayanmak, eylem ve davranışlarımızı meşru kılmanın en yaygın ve benimsenmiş yoludur, ama vicdan da yanılmaz değildir.”18Bunun yanında vicdanın sesi, heva ve arzuların veya kötü alışkanlıkların baskısı altında duyulmayabilir.

Kınalızâde adeta çağımızdaki dünyevileşmenin yarattığı bu sorunların aslında bütün zamanlara ait olabileceğini hatırlatır gibi, kendi zamanında yaşamın gayesini tamamıyla dünyevî zevklerle sınırlandıran fırkaların varlığından bahseder ki bunlar Mezhepler tarihi kaynaklarında İbâhiyye adıyla isimlendirilir.

Kınalızâde’nin ifadesiyle “bazı sapık fırkalar reddedilmiş itikatları ile şeriatın gösterdiği yollardan ayrılıp sapıtmış, tabiatlarındaki çirkefin peşine takılarak zındıklar ve her şeyi mubah sayanların arasına katılmışlardır. İnsanın hayattaki saadetini inkâr ile peygamberlerin beyan buyurdukları teklifleri ve şeriatları abes itikat etmişlerdir. O bu fırkalar hakkında şöyle der: “İnsanın dünyaya gelmesinden gaye, dünyada gam ve dertten uzak yemek, içmek ve cima yolunda zevk ve iştiha ile mesrur ve şen gönüllü olmaktır” diyerek ilahî teklifata boyun eğmekten çekinmişler ve kibir göstermişlerdir. İbadet ve mücahede ile kendilerinin halis altın gibi değerlendirenleri alaya ve maskaralığa alarak, böylelerine istihza kokan isimler koymuşlardır. İbadet ve mücahede ehlini bu nevî alaylara, afet ve helaka yuvarlananlardan Allah tealaya sığınırız. Bu iğrenç fırkanın bir kısmı, üstelik yalan yanlış marifet ve tasavvuftan da dem vururlar. Haşâ ve kellâ! Tasavvuf bunlardan uzak ve marifetten nice merhalede uzaktırlar.”19

17 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, s.35

18 Annemarie Pieper, Etiğe Giriş, çev. Veysel Atayman-Gönül Sezer, Ayrıntı Yay., İstanbul 1999,s.169.

19 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, s.78

(10)

Kınalızâde böyle bir hastalığa çare olarak şöyle diyor: “Bilhassa şehvet ve gazabını tahrik yoluna gitmemeli, kendisini şehvet yolunda uçurumlara sürükleyecek, suflî heyecanların uşağı olmaktan kurtarmalı. Yüksek idealleri, faziletleri gaye edinmek suretiyle şehvet ve gazabını bastırabilmeli, fazileti öğrenerek olaylar karşısında sağlam bir ölçüye sahip olmalı. Ve davranışlarını bu ölçüye göre ayarlayıp, bunu bir meleke bir huy haline getirmeli.20

Yalnızca dünyayı gaye edinmek, Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle heva ve heveslerin tanrılaştırılmasına21 kadar varan çok ciddi kişilik sorunlarına, o da başka siyasi ve sosyal problemlere dönüşebilir. Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî’sinde: “Dünyaya hırs ve açgözlülükle bağlanan kimse, menfaati için her kötülüğü yapabileceğinden böylelerinden sakınmak lazımdır”22 demek suretiyle bu tehlikeye dikkat çekmiştir.

Bu anlamda Kınalızâde’nin ilginç bir Hürriyet tanımı vardır. Ona göre hürriyet: “Nefsin güzel bir yoldan kazanılmış mal ve mülkü iyi yollara sarf etmeye kadir olup, pis yollardan kazanıp kötü yollarda harcamaktan kaçınmasıdır. Buna güç yetiren insan hürriyete sahiptir. Bunun aksi olan yani nefsini heva ve hevesinin peşine takıp, bunları gerçek hayra kullanmaya kadir olamadığı için gerçek hürriyetine de sahip olamaz.”23

Kınalızâde bu konuda mutedil bir yolun takip edilmesi gerektiğine dikkat çeker ve şair Necati’nin “Birezcik ye, birezcik dahi sakla-Birezcik dahi ver Tanrı yolunda” mısralarını hatırlatır.24 Onun anlatımıyla ifade edecek olursak:

“Rasulullah’ın ashabından, ümmetin evliyasından, mal mülk edinen, zengin olanlar olmuştur. Ne var ki, mal ve mülke olan muhabbetleri kalplerinde karar kılmamıştı, himmetleri bunun sevgisine tutunmamıştı. Bunlar, mallarını Allah yolunda çalışmaya vasıta kılmışlardı. Bela oklarının hücumu ve bütün hataların başı dünya sevgisidir. Yoksa dünyanın varlığı değil. Nice insanlar vardır ki dünya hırsı onları esir etmiştir.”25

Kınalızâde bu düşüncesini daha açık bir şekilde izah etmek için Sahabeden mal ve mülkünün çokluğu ile tanınan Abdurrahman İbn Avf’ı örnek gösterir. Zira o vefat ettiği zaman hatunlarına seksenerbin dinar miras bırakmıştı. Lakin hayatı boyunca kalbi dünya hırsından ârî idi. Dünya sevgisinden azade olmasıyla öyle mertebeye varmıştı ki, şu olay bunu pek güzel anlatır. Bir keresinde Ömer Faruk (ra)’un huzuruna gelerek: “Ey Müminlerin emiri! Şam tarafından bir kervanım gelmektedir. Seksen develik bu kervanın her bir devesinde binlerce dinarlık yükler var. Hepsini Allah rızası için sadaka eyledim, alın zaptedin” demişti. Hz. Ömer bunun sebebini sorunca şu cevabı verdi: “Bu gece teheccüt namazını kılarken hatırıma “Acaba kervan nereye geldi ve durumu nasıldır?” diye geldi. Cenab-ı

20 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, s.163

21 Furkan, 25/43

22 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, s.113

23 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlak-ı Alâî, s.108

24 Kınalızâde Ali Çelebi, Ahlak-ı Alâî, Haz. Mustafa Koç,Klasik Yay., İstanbul 2007, s.339.

25 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, s.162

(11)

Hakka olan teveccühümü örten ve teheccüt namazında kalbime vesvese veren bir malın mülkiyetim altına girmekten çıkarılması gerekir.”26

Bu örnekle Kınalızâde her ne suretle olursa olsun mal ve serveti elde etmeyi amaçlayan dünyevileşme eğilimlerinin yönlendirdiği seküler ahlâkla, iyilik ve hayır yolunda bütün servetini bağışlamayı göze alma eğilimini besleyen dini ahlâkın farkını ortaya kaymaktadır.

Öyle anlaşılıyor ki dini ahlâk, seküler ahlâkın bu yöndeki zafiyetlerini ortadan kaldırıyor. Din insanın doğasında var olan fakat zararlı bir şekilde büyümeye eğilimi olan egoyu eğitiyor ve kendisinin haricindeki insanların yarar ve mutluluklarını da düşünür hale getiriyor.

c. Bireyselleşme, Pragmatizm ve Ahlâkın Araçsallaşması

Aslında seküler ahlâkı modernizm olarak adlandırılan dünya görüşü ile birlikte ele almak gerekir. Modernizm eleştirisi yapan yazarların belirttiği gibi, onun yol açtığı olumsuzluklardan biri de aşırı bireyselleşmedir. Bireyselleşmenin neticesinde ortaya çıkan özgürlük, insanı her türlü bağlayıcı normun etkisinden kurtaran bir olgu gibi algılanmış; bu da nihayetinde insanı yalnızca kendi çıkar ve hazzını düşünen bir birey haline dönüştürmüştür.27

Dolayısıyla aşırı bireyselleşme, yalnızca dünyevî fayda ve hazzı elde etmeyi amaçlayan ve bu amaca ulaştıracak her türlü yolu meşrulaştıran pragmatik bir düşünce tarzı meydana getirmiştir. Bu düşünce tarzı, Batı’da ete kemiğe bürünmüş bir biçimde kendini Kapitalizm olarak dışa vurmuştur. Zira Kapitalizm aslında yüksek insani değerleri gerçekleştirmek için bir araçtan ibaret olan kazanç ve karı artık yaşamın temel amacı haline dönüştürmüştür.28

Ahlâkî değerler açısından bakıldığında, eylemin nihai amacını dünyevî faydaya indirgeyen bir zihniyette, daha çok kazanç, daha çok güç, daha çok hâkimiyet, daha çok haz uğruna, ahlâkın araçsallaşacağı söylenebilir.29 Araç değerler ise, sübjektif durumları, sübjektif tavırları yönetir. Çünkü benim için yararlı olan bir şey, başkası için zararlı olabilir. Eğer eylem ve yapıp etmeleri, tek başına bu tür değerler yönetirse, o zaman herkes en büyük yararı elde etmeye çalışır ve insanlar arasındaki çatışmalar da o ölçüde çoğalır.30

Nitekim modernizmim veya seküler ahlâkın sebep olduğu tarihi olgulara bakıldığında bu neticenin doğruluğu görülür. Sömürgecilik hareketlerinin yanı sıra,

26 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, s.162-163

27 Hans Van Der Loo-Williem Van Reijen, Modernleşmenin Paradoksları, çev. Kadir Canatan, İstanbul, s.165.

28 Max Weber, Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu, çev. Zeynep Gürata, Ankara 2002, s.43-44.

76 Topçu, Ahlak Nizamı, s.99

29 Hulusi Arslan, “Ahlakın Evrenselliği Açısından İslam ve Modernizm”, İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:2, Sayı:1, s.56.

30 Takiyyettin Mengüşoğlu, Felsefeye Giriş, İstanbul 1992, s.273; Arslan, “Ahlakî Değerlerin Değişimi Sorunu: Nesnellik ve Öznellik”, s.79.

(12)

iki dünya savaşında çekilen büyük acılar, tarihin kötü hatıraları olarak kaydedilmiştir. Bugün aynı durum, demokrasi ve insan hakları adına devam etmektedir. Savaş, şiddet, doğanın ölçüsüzce tahrip edilmesi, çevre felaketleri, yaşam alanlarının daralması, aynı anlayışın bir neticesidir. İnsan hakları gibi masum kavramlar dahi, hâkimiyet sağlamanın, kaynakları sömürmenin aracı haline getirilmiştir. Dolayıyla seküler ahlâkta insanı asıl harekete geçiren haz ve zevki tatmin eden maddi kazanımlardır ve ahlâk dahi bu kazanımları elde etmenin aracı haline dönüştürülmüştür.31

Kınalızâde’nin ahlâk anlayışında seküler ahlâkın doğurduğu bu ahlâki hastalıklara karşı çeşitli tedbirlerin alındığını görüyoruz. Kınalızâde, insanın egosunu besleyen ve tekebbüre sebep olan bireyselleşmeye karşı tevazuyu öngörmektedir. Ona göre tevazu nefsin, mevkii, makam ve malca kendisinden edna (aşağıda) olan kimselere karşı kendisine bir üstünlük, bir meziyet iddia etmemesidir. Çünkü insanın kendisinde her ne fazilet, her ne türlü üstünlük varsa Hakk’ın vergisidir. Bu haslet, Cenab-ı Hakk’ın büyüklüğünü ve kendisinin küçüklüğünü idrakin neticesinde doğar.32

Dolayısıyla Kınalızâde’ye göre kadir-i mutlak bir yaratıcı inancı olmadan insanı kibirlenme ve tasalluttan alıkoyacak bir fikrin mümkün olmadığı görülür. Bu da Kınalızâde’ye göre dini değerler olmadan ahlâki faziletlerin tam olarak gerçekleşemeyeceğini gösterir.

Kınalızâde’nin temel ahlâkî faziletlerden bir olan iffetin bölümlerinden olan sahâvet’i açıklarken yaptığı izahlar da yine seküler ahlâkın yol açtığı hastalıklara çare olabilecek niteliktedir. Ona göre, sahâvet nefsin malı vermesi, infak ve harcamada kolaylık olmasıdır. Layık ve gerekli olan miktarı, münasip olan yere sarf etmekte nefsin zahmet çekmeden sahavetidir. Ona göre şeriat ve akıl nazarında seha ile vasıflanan kimselerin itibarı pek büyüktür. Sâhilerin methine dair ayetler çok, hadisler boldur.

Kınalızâde’ye göre, sehâ faziletine bağlı mevcut sekiz fazilet vardır:

1. Kerem (çok cömert olmak)

2. Îsâr (başkasını kendisine tercih etmek) 3. Afv (bağışlamak)

4. Mürüvvet (ileri insanlık) 5. Neyl (yardım elini uzatma)

6. Müsavat (yakınlarına yardım etme) 7. Semahât (Cömertlikte fedakârlık)

8. Müsmahât (Kendi malını başkasının faydansa terk etmek)33

Kınalızâde’nin saydığı bu ahlâki erdemler, kapitalist eğilimlerin neden olduğu hastalıkları tedavi etmede işe yarayabilir ve bu anlamda modern insanın çıkmazlarını ortadan kaldırmak için dikkate almamız gereken hususlardır. Zira eğer insanlık bu faziletlerle donanmış olsaydı dünyanın bir yerlerinde aşırı yemekten

31 Arslan, “Ahlakın Evrenselliği Açısından İslam ve Modernizm”, s.56.

32 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlak-ı Alâî, s.101

33 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlak-ı Alâî, s.109

(13)

hastalanan insanlar varken diğer yerlerinde her gün açıklıktan ölen binlerce insan olmazdı.

Kınalızâde’nin Ahlâk-ı Alâî’si bu açıdan değerlendirildiğinde şunu ifade etmek mümkündür ki bütün bu faziletlerin inançtan ve dinden uzak bir şekilde elde edilmesi mümkün değildir. Zira insanın bütün bu faziletleri elde edebilmesi için aynı zamanda dinin emir ve yasaklarına uyması gerekir. Onun ahlâk ile din arasında kurmuş olduğu bu ilişkiyi, adaleti meydana getiren özellikle teslim, tevekkül, ibadet ve takva faziletlerinden bahsederken çok açık bir şekilde orta koyduğunu görüyoruz:

Kınalızâde’ye göre adalete bağlı bir fazilet olan teslim, yüce Allah’ın emir ve yasaklarını, Allah resulünün sözlerini, görünüşte beşer tabiatına muhalif olsa bile, kalp rızası ile kabul etmektir. Yani Allah ve resulünün belirttiği teklifata muhalefet etmemektir.34

Yine inanç değerlerini kabul etmeyen seküler ahlâkta bulunması mümkün olmayan tevekkül de, Kınalızâde’nin ahlâk anlayışı içerisinde insan egosunu tanrılaşmaktan koruyan önemli bir ahlâki fazilet olarak görünüyor. Ona göre, tevekkül, insanın gücü dışındaki ilahi takdire bağlı olmayan işlerle ilgili güçlükleri ortadan kaldırdıktan sonra neticeyi Allah’a havale ederek O’na sığınmak ve güvenmektir. 35

Asrımızda yanlış tevekkül ve kader anlayışının, Müslümanların gerilemesinden sorumlu tutulduğunu ve bu yönden eleştirildiğini biliyoruz.

Kınalızâde asırlar öncesinde benzer bir şekilde böyle bir tehlikenin varlığına işaret etmiştir. Ona göre, “çalışmayı ve tedbiri terk ederek tevekküle yapışmak, hakiki tevekkül değildir. Böyle yapan kişi tevekkülün şartlarına uymadığı için bu fazilete tutunmamış sayılır ve menzil-i maksuduna ulaşamaz. Çünkü yüce Allah bu âlemde her şeyi bir sebebe bağlamıştır. Bu ilahi yola uymak her kula düşen bir vazifedir.

Fakat sebeplere sarıldıktan sonra gayeye erişmeyi Allah Teâlâ’ya havale etmek yerine, kendi tedbirine güvenmek, insanı sapıklığa sürükleyen bir büyüklenmedir.

Böyle bir kişi bir gün mutlaka düzenini kaybetmeye ve helake mahkûm olur.”36 Kınalızâde’nin düşünce sisteminde ahlâk ile dinin ayrılmaz bir ilişkiye sahip olduğunun önemli delillerinden biri de onun bu sistem içerisinde ibadet kavramına yer vermesidir. Ona göre ibadet fazileti, bizi sonsuz kerem hazinesinden lütfu ile yarattıktan sonra açık ve gizli sayısız nimetleri, sayısız ihsanları önümüze serpen, vücut mülkümüzü mamur kılan yüce Rabbimize itaat ve onun dinine hizmette gayretli olmak demektir. Bu faziletin en gelişmiş şekli takvadır.37

Kınalızâde’ye göre takva, en yüksek ve en çok övülmüş bir ahlâki fazilettir… Takva elbisesinden mahrum olanlar, ahiret saadetinden ve ebedi nimetlerinden mahrum kalırlar. Takvanın üç mertebesi vardır:

Birincisi, ebedi azaba sebep olan şirk ve küfürden sakınmak

34 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, s.117

35 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, s. 117

36 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, s.118

37 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, s.11

(14)

İkincisi, saadete vesile olan ilahi emir ve farzları işleyip yerine getirmek ve günahlardan hatta küçük günahlardan bile sakınmaktır.

Üçüncüsü ise, kalbi meşgul eden işlerin hepsini dünyayı kalpten silip süpürüp, tamamıyla Hak teâlâ’nın muhabbetine yönelmektir. İşte bu hakiki takvadır.38

Öte yandan Kınalızâde, ibadeti, ahlâki hastalıkların tedavisi için bir çare olarak da görmektedir. Bu bağlamda şöyle der: “Buna rağmen kendisini haram işlemekten alıkoyamamışsa, her günah işleyişinde nefsine büyük ibadetler yükleyerek terbiye yoluna gitmeli. Mesela dinimizce haram kılınan bir şeyi işleyince, çok namaz, günlerce oruç tutmayı adayarak nefsine ceza vermeli, onu takip etmeli ki, nefis bundan sonra şer’an ve aklen yasak bir şeye rağbet etmesin”39

Görüldüğü üzere Kınalızâde’nin düşünce sistemi içerisinde, seküler ahlâkın zaafiyetlerine çare oluşturacak önemli faziletler bulunmaktadır ki bunun temel sebebi, onun sisteminde dini değerlere önemli ölçüde yer vermesidir.

Sonuç

Kınalızâde Ali Efendi’nin düşünce sistemini bütünüyle hikmet veya ahlâk kavramı üzerine temellendirdiğini söylemek mümkündür. Bu sistemde ahlâk ile din arasında sıkı bir ilişkinin olduğu görülür; hem ahlâkın hem de dinin amaçladığı gayelere ulaşmada her ikisi de vazgeçilmez bir role sahiptir. Ona göre ahlâkın gayesi olan mutluluğun elde edilmesi için kesinlikle Allah, nübüvvet ve ahiret inancına sahip olmak ve İslam dininin getirdiği teklifleri yerine getirmek gerekir.

Bu yönüyle düşünüldüğünde İslam ahlâkçılarının hikmeti bütünüyle Yunandan aldığı yönündeki değerlendirmeler isabetli görünmemektedir. Çünkü ana hatlarını oradan almakla birlikte ona İslamî rengini vermişlerdir. Özgünlükleri de buradan kaynaklanmaktadır.

Bugün bilimsel ve teknolojik gelişmeler açısından büyük fırsatlar yaratan modern Batı medeniyeti, yüksek insani ve ahlâki değerler bakımından istenen neticeyi sağlayamamış, aksine dünyamızı büyük felaketlere maruz bırakmıştır.

İnsanlığın karşı karşıya kaldığı ahlâki sorunların çözümünde Kınalızâde ve diğer İslam ahlâkçılarının ortaya koyduğu ahlâk sisteminden yararlanılmalıdır.

KAYNAKÇA Kur’an-ı Kerim

Arslan, Hulusi, “Ahlâkın Evrenselliği Açısından İslam ve Modernizm”, İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:2, Sayı:1, (2011) ss.41- 60.

Arslan, Hulusi, “Ahlâkî Değerlerin Değişimi Sorunu: Nesnellik ve Öznellik”, Tabula rasa, 13 (2005), ss. 63-80.

38 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, s.119

39 Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, s.163

(15)

Baki Tezcan, The Ahlak-ı Alâî Of Kınalızâde Ali Çelebi (1510-1572), June 1976.

Celal Türer,”Kınalızâ’de Mutluluk”, Felsefe Dünyası sayı:30, Anakara (1992) ss.80-90.

Cevizci, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul 2005.

Enfel Doğan, “Kınalızâde Ali Efendi’nin Hayatı, Eserleri ev Türkçe Kaleme Alınmış İlk Ahlâk Kitabı: Ahlâk-ı Alâî”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı: 168, (Haziran 2007), ss.73-88

Giddens, Anthony, Modernliğin Sonuçları, Çev. Ersin Kuşdil, Ayrıntı Yay., İstanbul 2004.

Hans Van Der Loo-Williem Van Reijen, Modernleşmenin Paradoksları, çev. Kadir Canatan, İstanbul 2003.

Hüsyin Öztürk, Kınalızâde’de Aile Ahlakı, Anakara 1990.

İbrahim Hakkı Aydın, “Seküler Ahlak Bağlamında Din-Ahlak İlişkisi”, ATÜİFD, sayı:35, 2011, ss.1-23.

Karamanoğlu, Osman Korkmaz, Ansiklopedik “izm”ler Sözlüğü, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul 2007.

Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, Haz. Hüseyin Algül, Tercüman 1001 Temel Eser, yy., ts.

---, Ahlak-ı Alâî, Haz. Mustafa Koç,Klasik Yay., İstanbul 2007.

---,Devlet ve Aile Ahlakı,Haz:Ahmet Kahraman, Tercüman 1001 Temel Eser, y.y.,ts.

Marshall, Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman Akınhay-Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yay., Anakara 1999.

Nuveyhız, Âdil, Mu'cemu'l-Müfessirîn, “Hinnâvîzâde” md, I/385, yy. 1982.

Oktay, Ayşe Sıdıka, “Kınalızâde Ali Efendi’nin Hayatı Ahlak-ı Alâî İsimli Eseri”, DİVAN, Yıl:7, Sayı:12 (2002/I) İstanbul, s.185-233.

Oktay, Ayşe Sıdıka “Kınalızâde Ali Efendi’de Hikmet Kavramı”, SDÜİFD, Sayı:10, Isparta (2003), ss.25-36.

Pieper, Annemarie, Etiğe Giriş, çev. Veysel Atayman-Gönül Sezer, Ayrıntı Yay., İstanbul 1999.

Mengüşoğlu, Takiyyettin Felsefeye Giriş, İstanbul 1992.

Topçu, Nurettin, Ahlâk Nizamı, İstanbul 1970.

Weber, Max, Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu, çev. Zeynep Gürata, Ankara 2002.

Referanslar

Benzer Belgeler

Kezâlik müteveffâ-yı mûmâ-ileyhin Kabahasırcı Osman Ağa zimmetinde alacağı olup kabz olunan.

TÜRKOĞLU fatmaturkoglu90@gmail.com Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ankara / TÜRKİYE Hüseyin TOSUN ht0992@gmail.com Atatürk Araştırma Merkezi. Bilimsel Çalışmalar Müdürü

[r]

[r]

Peygamber'e kadar muttasıl (kopuk ol- mayan) bir senedie ulaşan hadislerden oluşan kırkhadisi bu eserinde derlerniştir. İbnü'l-Cezeri'nin, "Muhyissünne" lakaplı

- “Sosyal hukuk devleti, insan haklarına dayanan, kişilerin huzur, refah ve mutluluk içinde yaşamalarını güvence altına alan, kişi hak ve özgürlükle- riyle kamu

• Said Nursi, m ü ’min İnsanın hayatının gayelerinin parlak bir şekilde sınırlarını çizerek, bu gayelere ulaşmak için çaba sarfetm enin insan üzerinde

Mekkeli muhacir müslümanı alıp evine götürdü ve evini, elaneğini ve imkAnlarını onunla öz kardeşi gibi paylaştı. Böylece Mekkeli muhacir Müslümanlarm iaşe ibate