• Sonuç bulunamadı

ULUSLARARASI BEDİÜZZAMAN SEMPOZYUMU

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ULUSLARARASI BEDİÜZZAMAN SEMPOZYUMU"

Copied!
29
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ULUSLARARASI

BEDİÜZZAMAN SEMPOZYUMU

— V —

Rîsale- Nur'a Göre Kur'ân'ın İnsana Bakışı

24-26 Eylül 2000 - İstanbul - TÜRKİYE

(2)

106 m ULUSLARARASI BEDİÜZZAMAN SEMPOZYUMU ~ V

R isale-i N u r’a Göre K ur’an Işığında Tevhid M erkezli İnsan Modeli

Prof. Dr. M usa EI-Bâsİt*

K onuya girerken

İnsani yaratan, ona beyanı öğreten, bizleri tevhide inanm a fıtratıyla donatan ve bu dinin hidayet yolunu gösteren A llah’a ham dolsun. “Sen yüzünü h anıf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratm ış ise ona çevir. A llah ’ın y a ­ ratışında d eğişm e yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat in sanların çoğu b ilm ezler.” 1

G ünüm üz İnsanı muvahhid (tevhide inanan) olsun veya olm asın, yaratılışının tem elinde m ü ’mın, m uvahhid, alim ve m üteallim (öğrenen) olm a fıtratı bulunur.

G ünüm üz aydınlarından bir kısm ının vahye dayalı tevhid ve m arifeti temel unsur olarak kabul etseler de bu böyledir. Hz. A dem ’in A llah tarafından nasıl iman ve tevhid üzerine yaratıldığım , ona ilim öğrettiğini ve sayısız güzelliklerle donattığım ve insanı bütün kainattaki varlıkların en üstünü haline g etird iğ in i. bizlere aktaran K ur’an ayetlerini okuduğum uzda bu hakikati açıkça görebiliriz. Şu örnekte olduğu gibi:

“ A dem ’e bütün İsimleri öğretti, sonra onu m elek lere gösterdi ve şöyle dedi; Eğer sözünüzde sadıksanız bütün bunları bana haber verin...” 2

Proi. Dr. Musa ei-Basît, 1955 yılında Kudüs'cie doğdu. Sünnet Üimlerî hakkmda doktorası ns verdikten sonra Riyad Melik Suud Üniversitesinde 1988-1990 yıllan arasında doçent olarak görev yaptı. Halen 1991 yıltndan beri Kudüs Üniversitesi Dava ve Usûlüddin Fakültesi Öğretim Üyesi ve Ümmü'S-Fahm Dava ve İslâmî İlimler Fakültesi Dekanı olarak görevini sürdürmektedir.

1 Rum Suresi, 30.

^ Bakara Suresi, 31.

(3)

PROF. DR. MUSA EL-BÂSIT 8 107

İnsan mükerrem bir varlıktır. Allah onu ahsen-i takvim de yaratm ıştır. En güzel sureti verm iştir, Kendi ruhundan ona üflem iş, bütün m eleklerini ona secde e t­

tirmiştir. Allah-u Teaia şöyle buyurur:

“ Hani R a b b ’in m elek lere dem işti ki; ‘Ben kupkuru bir çam u rd an , şekillenm iş kara balçıktan bir insan yaratacağım . O na şekil verdiğim ve ona ru h u m d an ü fle d iğ im zam an , siz hem en onun için se c d e y e kapanın.’

M eleklerin hepsi de hemen secdeye kapandı.” 3

İnsanın taşıdığı önem den dolayı R abb’i kainattaki bütün varlıkları onun em rine verm iştir. Şu ayet-i kerim ede bu hakikat zikredilir: “ G örm ez m isin ki, Allah göklerde ve yerdeki bütün herşeyi sizin em rinize verdi, zahir ve batın bütün nim etlerini size su nd u,”4

İnsan yaratılışı itibarıyla bir cihetten meleklere, diğer cihetten hayvanlara ben­

zer. İbadet, ruhî derecelerde yücelm e ve marifeti ihata etm e gibi konularda m elek­

lere, bütün işlerinde nefsinin haz alması ve kendi m enfeatini düşünm esi gibi açılardan da hayvanlara benzer.

A llah İnsanın eline kendisini m arifete ulaştıracak bütün vesileleri verm iş, y a ­ ratılış gayesi olan vazifelerini yerine getirmesine imkan sağlayacak bütün yetenek­

lerle donatm ıştır. İnsan çok cami ve harika bir sanat eseri olm ası hasebiyle, buna uygun aletlere ve cihazlara sahiptir. Bunlar vasıtasıyla kendisine sunulan hadsiz hesapsız nimetleri tanıyabilir.

Hiç şüphesiz ki insan gerçek kıymetini ancak tevhİdle bulabilir. Tevhİd insan hayatı için en safi bîr lezzet ve en tatlı bir saadettir. Çünkü bu yolla bir tek İiah’a halisane kulluk yapma İmkanına sahip oiur.

Vahid-i E had’e intisap etmekle insan İlahî hitaba da ehil hale gelir. Çünkü bu yolla kendi üzerinde yerleştirilm iş bulunan bütün sanat eserlerini hakkıyla izhar etmiş olur. Üzerindeki Rabbanî sanatları sergilediği oranda da kıym eti ziyadeleşir.

Neticede böyle insan, R abb’inin kendisine hazırladığı C en n et’e ehil hale gelir.

M uvahhid insan, hayatını tevhİd sırrıyla şekillendiren İnsandır. Akimı, şuurunu, cesedini, bünyesini ve bütün hayatını tevhide göre şekillendirir, Böylece kendisini bütün insanlardan, hattâ bütün varlıklardan ayıran en m üm eyyiz özelliği elde eder.

“T evhid M erk ezli İnsan M od eli” başlığını taşıyan bu tebliğde aşağıdaki başlıkları, yukarıda da belirttiğim gibi Risaie-i Nur ışığında inceleyeceğim :

- İnsanın m ahiyeti, konumu ve yaratılıştan kendisine verilen yetenekleri.

- İnsan hayatının gayesi.

- İnsan hayatında tevhidin etkileri ve yansımaları.

- İnsan hayatındaki E sm â’ül-H üsnâ’nın tecellileri.

3 Hicr Suresi, 28-30, 4 Lokman Suresi, 20.

(4)

108 B ULUSLARARASI BEDİÜZZAMAN SEMPOZYUMU ~ V

İnsan Nedir?

a- İnsanın mahiyeti:

“ İn san ” kelim esi K u r’an-ı K erim fde doksan d efa zik re d ile n b ir isim dir.

Birbirleriyle yakınlık ve ünsiyet kurdukları için “Ü ns” kelim esinden türetilm iştir.5 Bu açıdan insan toplum hayatından uzak yaşayacak bir özellik taşır. Bu kelim enin bir başka kökü ise “N isyan”dır. Nisyan, yani unutkanlık, insanlara ataları olan Hz.

A d em ’den (a.s.rm) miras kalan bir özelliktir.6 “ B iz A d em ’den ahid alm ıştık , ancak o unuttu ve biz onda bir azim bulm adık.” 7

b- Y aratılışta ve ahlakta ayırdedici yapı.

İnsanda birbirinden farklı İki yön gayet uyumlu bir şekilde bulunur. Bir yandan topraktan y a ra tılm ış olm an ın m addi yönü, d iğ e r y andan k en d isin e ruhun üflenm esiyle ortaya çıkan manevi yönü vardır. A llah insanı eri başta bir çam urdan yaratm ış, sonra'onu belli bir m ekanda yer edinen bir nutfe kılm ış, yaratm a işlemleri kem âle ulaştığında ise İlahî takdir onu farklı bir yaratışla şekillendirm iştir. Böyiece insan mütekâm il bir yapıya bürünmüştür.

İnsanın topraktan yaratılm ış oluşu insandaki bir takım dünyevî hislerin ve m e ­ yillerin olmasını netice verdi. Bununla birlikte insanlarda Övgüye lâyık hasletlerle birlikte kötü bir takım hasletler de ağırlığını hissettirdi.

A ncak insanın yaratılışı sadece m addî yönden ibaret değildi. O na ruhun üflenm esi, onun m anevî değerinin yücelm esi, nurani latifeSerİnin gelişm esi ve şu kâinatta varması gereken hedefe ulaşması imkânım sağlıyordu. Şu ayette bu hakikat öz bir şekilde İfade edilir: “Ona kendi Ruhum dan üfledim .” 8

İnsanın m addî yönü, insanın ağır yönünü teşkil ettiği için insanı yukarılardan arza doğru çeker. İnsanın şehvanî yönünü teşkil eden bir takım istek ve arzular, his ve hevesler insanın değerini düşüren unsurlardır.

Ruh ise, kudsî ve ulvî yapısıyla, bütün şerlerden ve fesada sebebiyet veren u n ­ surlardan son derece uzak, tem iz ve güzeldir. Onun vasıtasıyla İnsan kem âl alem ­ lerinde terakki eder. Bütün hayır ve fazilet yönlerini onun sayesinde üzerinde yansıtır.

Bu yönleriyle insan bütün güzel hasletleri üzerinde barındırm akla ayrıcalıklı ve seiîm bir şekle bürünür. Diğer insanlara karşı kibir ve taassuptan uzak, onlara sev­

giyle dolu bir hale gelir.9

8 Misbâhu'l-Münîr, C. 1, s. 30-31.

6 Misbâhu'l-Münîr, C. i , s. 30-31, 7 Tâhâ Suresi, 115.

8 Hier Suresi, 29.

8 Emir Abdülaziz, HukuKu’i-insan fil-islam , s. 17.

(5)

PROF. DR. MUŞA EL-BÂSİT 99 109

İnsandaki bu yaratılış farklılığı üzerinde Said Nursi de önem le durur. O na göre insanın yaratılışında iki farklı yön bir arada bulunur. Sahip olduğu bu ayrıcalık ye farklılıktan dolayıdır kİ, İnsanın bu azim kainat sarayının içinde benzeri bulunmaz.

“D ördüncü kısım insandır. Şu kâinat sarayında bir nevi hadem e olan insanlar hem m elâikeye benzer, hem hayvânâta benzer. M elâikeye, ubudiyet-i külli yede, nezaretin şüm ulünde, m arifetin ihatasında, Rububİyetin dellâllığında m eleklere benzer. B elki insan daha câm idir. F akat insanın şerire ve iştahalı b ir nefsi b u ­ lunduğundan, m eiâikenin hilâfına olarak, pek mühim tera kkiya t ve tedenniyâta mazhardır. Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için,

hayvana benzer. .

Ö yleyse insanın iki m aaşı var: Biri cüz'îdir, hayvanidir, m uacceldir. İkincisi melekîdir, küllîdir, m üecceldir.” 1®

Sonuç olarak insan, kendisine üflenen nur ve A llah’ın bu yolla en sevgili eseri olmasının kazandırdığı ayrıcalık sırrıyla varlıkların en şereflisidir. .

c- Faziletli yap ısıyla insan.

Allah insanı çok azim bir dereceye, çok yüksek bir m ertebeye yerleştirm iştir.

Bu yönüyle insan varlıklar, arasında en zirve n o k ta d ad ır; “ Ş ü p h e siz ki biz A dem oğlunu şerefli kıldık, karada ve denizde onu taşıdık; kendilerine gü zel rtzıklar verdik, yine onları yarattıklarım ızdan üstün kıldık,” *1

İnsanın sahip olduğu bu şerefin göstergelerinden birisi, A llah ’ın insanların e m ­ rine m usahhar ettiği varlıklar üzerinde hakim iyet kurm asıdır. Bu, yolla insan, akıl, şuur, idrak gibi beşerî hasletleri, İnsanî kem alâtı İle kâinatın efendisi konum un­

dadır.

K ainattaki faziletinin şahidlerinden en önem lisi, insanın şerefine işareten onun yeryüzünde halife kılınmasıdır,

“Rabbin m eleklere, ‘Şüphesiz ki ben yeryüzünde bir halife yaratacağım ’ ded iği z a m a n ...” 12 Ş üphesiz kİ bu, İlahî m eşietin bir son u cu d u r ve A llah yeryüzünün ipini insanın eline vermiştir. Onu dünyaya hükm edecek özellikler ve yeteneklerle donatm ıştır. Bu yüzdendir ki insan şu görünen kainatın efendisidir.

K ain attak i herşeyi en güzel şekilde k u lla n m a sı, onun y e ry ü z ü n d e halife kılınm asının gereklerini yerine getirm esi için, bütün varlıklar, onun em rine v e ­ rilmiştir.

“A llah ’ın gök lerde ve yerdeki nim etleri sizin em rinize verdiğini, n im et­

lerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görm ediniz m i?..” i3

10 Kaynakli İndeksti Lüfatlî Risale-i Nur Külliyatı, İstanbul 1996, C. 1, s. 156.

11 İsra Suresi. 70.

12 Bakara Suresi, 30.

13 Lokman Suresi. 20,

(6)

110 m ULUSLARARASI BEDİÜZZAMAN SEMPOZYUMU - V

İnsanın yeryüzünde A llah’ın halifesi olm ası, kainattaki herşeyin onun em rine verilm esi, em aneti yüklenm esi, A lla h ’ın em irlerini yerine getirm esi ve ibadet sırlarıyla insan bütün varlıklar arasında en şerefli konumdadır.

Şüphesiz ki insanın derecesi çok yüce ve çok büyüktür. Çünkü onun içine çok büyük sırlar yerleştirilm iştir.

“insan kâinatın en câm i bir m eyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir m u ­ habbet, o m eyvenin çekirdeği olan kalbine dere edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bîr muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemal sahibi olabilir.” 14

d- M ükem m el ve cam i’ özelliğiyle insan.

İnsan sahip olduğu uzvî, nefsî, aklî ve ruhî unsurlarıyla mütekâm il bir yapıdadır.

Bu unsurların her birisi diğerleriyle uyum içinde oldukça ve biri diğerine baskın gelm edikçe insan daha fazla tekemmül eder, olgunlaşır.

“Şu âlem -i ekberi m ülk şeklinde İnşa etmekle beraber, şu insanı dahi Öyle bir surette halk etm iştir ve ona öyle cihazat ve âletler ve havas ve hissiyatlar ve b il­

hassa nefis, hevâ ve ihtiyaç ve iştah ve hırs ve dâvâ verm iştir ki, o geniş mülkünde, bütün m ülke m uhtaç bir m em lûk hükm üne getirm iştir.” !3

A llah insanın vücudunda sayısız latifeler, hisler ve duygular yaratm ıştır. İki esase dayanarak onun fıtratına bu özellikleri d ercetm iştir. B unlardan İkincisi şöyledir:

“Alem e tecellî eden esmâ-i kudsiye-i İlâhiye’nin bütün tecelliyâtım n akşamını, birer birer, size o cihazat vasıtasıyla bildirip ta ttırm a ktır. Siz d ahi tatm akla tanıyarak iman getirmelisiniz.

İşte, bu iki esas üzerine kemâlât-ı insaniye neşvünemâ bulur. Bununla insan, in ­ san olur.” 16

Çok yönlü ve kapsamlı sanat özelliklerine sahip ve imana odaklanm ış bir örnek olan insan üzerinde derinlem esine bir araştırm a yapm ak gerekir. Bu aynı zam anda insana verilen hayatı tanımak için de yapılmalıdır. Çünkü insan temel ihtiyaçlar ve yaşaması için gerekli şartlar açısından hayvanlarla ortak yönü olan m addî yapıdan ibaret değildir. Bilakis bütün varlıklar arasında kem alatça en yüksek derece olan, ahsen-i takvim üzere yaratılmıştır.

Said Nursi şöyle der:

“Şim di kendi hayatının m ahiyetine bak ki, o mahiyetinin icmâli şudur:

• Esmâ-i İlâh iyeye ait garâibin fihristesi,

• hem şuûn ve sıfât-ı llâhiyenin bir mikyası,

• hem kâinattaki âlemlerin bir mizanı,

14 Risale-i Nur, C. 1, s. 156.

15 Risale-i Nur, C. 1, s. 454.

Risaie-i Nur, C. 1, s. 47.

(7)

PROF, DR. MUSA EL-BÂSİT Si 111

• hem hu âlem -i kebirin bir listesi,

• hem şu kâinatın bir haritası,

• hem şu kitab-ı ekberin bir fezlekesi,

• hem kudretin gizli definelerini açacak bir anahtar külçesi,

• hem m evcudata serpilen ve evkata takılan kemâlâtıntn bir ahsen-i takvimidir.

¿Şte, mahiyet-i hayatın bunlar gibi em irlerdir." 17

Şüphesiz kİ m ü ’min, muvahhid ve hayatının m ahiyetini idrak edebiien insan, bulunduğu m evkinin azam etinin ve bu kainattaki varlıklar arasında haiz olduğu büyük önemin şuurundadır. Ailah~u T eala'm n Hz. A d em ’e öeğrettiği bütün Esm a- ül H üsna’sından hareketle, başka hiçbir varlığa öğretm ediği bilgileri sadece ona öğrettiğini, bunu da hilafet, im aret, gizli hâzineleri k eşf ve kapalı sırları açma ga­

yesiyle yaptığım anlayabilirler.

İn sa n ın Y a ra tılış G ayesi ve H ay a tın G ayesi

İnsanın gayesi ayet-i kerim ede şöyle buyurulur: “ Biz c in le ri ve in s a n la rı a n ­ cak b a n a ib a d e t etm e le ri için y a r a ttık .” Tafsilata girm eden insan hayatının ga­

yesini ifade etm ek gerekirse, imana odaklanmış bir Örnek olmak şeklinde ifade e d i­

lebilir. Bu noktada vahiyle bildirilen m esajlar üzerinde Önemle durulm ası gerekir:

Ta ki, yüce gayeler üzerinde vukufiyet sahibi oiunabilsin. Üstad Said Nursİ, Sözler isimli nefis kitabında, bu gayeleri dokuz noktada özetler. H erbir noktayı tedrici olarak sıralar. İnsanın Bâri-i H akikİ’ye yönelmesini netice veren küilî şükürde bu­

lunm asından başlar, Kudret-i Uzmanın derecelerinin idrak edilm esiyle konuyu n i­

hayete erdirir;

Senin hayatının gayelerinin icmâli dokuz emirdir.

B ir in c is i şudur ki: Senin vücudunda konulan duygular terazileriyle, rahm et-i İlâhiye’nin hâzinelerinde İddihar edilen nim etleri tartmaktır ve küllî şükretmektir.

İk in c isi: Senin fıtra tın d a vazedilen cihazatm anahtarlarıyla esm â-i kudsiye-i llâhlyenin gizli definelerini açmaktır, Zât-ı Akdesi o esmâ ile tanımaktır.

ÜÇİincüsü: Şu teşhirgâh-ı dünyada, m ahlûkat nazarında, esm â-i İlâh iyenin sana taktıkları garip san'atlarını ve lâ tif cilvelerini bilerek hayatınla teşhir ve izhar e t­

m ektir.

D ö rd ü n c ü sü : Lisan-ı hal ve halinle H âlıkı'nın der gâ h -1 rububiyetine ubudiye - tini ilân etmektir.

B eşincisi: Nasıl bir asker, padişahından aldığı türlü türlü nişanlan resm î v a k it­

lerde takıp padişahın nazarında görünmekle onun İltifâtât-ı âsârını gösterdiği gibi, sen d ahi esm â -i İlâhiyenin cilvelerinin sana verdikleri letâ if-i insaniye m u-

(8)

112 fil ULUSLARARASI BEDİÜZZAMAN SEMPOZYUMU - V

rassaâtıyla b ile re k süslen ip o Ş âhid-i E zelîn in n azar-ı şu h u d ve işhâdına görünm ektir.

Al t incisi: Zevilhayat olanların, tezahür ât-ı hayatiye denilen, H âl ıkla rina tahiy- yatları; ve rumûzât-ı hayatiye denilen, Sânı terine tesbihatları; ve semerat ve gayât-ı- hayatiye denilen, Vâhib ül-H ayata arz-ı ubudiyetlerini bilerek m üşahede etmek, tefekkürle görüp şehadetle gösterm ektir,

Yedincisi: Senin hayatına verilen cüz't İlim ve kudret ve irade gibi sıfat ve hal­

lerinden küçük nüm unelerini vahid-i kıyasî ittihaz ile, H âltk-ı Z ülcelâlin sıfa ta m utlakasım ve şuiln-u m ukaddesesini o ölçülerle bilm ektir. M eselâ, sen çüz'î ik ti­

darın ve cüz'î ilm in ve cüz 7 iradenle bu haneyi m untazam yaptığından, şu kasr-ı .âlemin senin hanenden- büyüklüğü derecesinde şu âlemin ustasını o nishette Kadîr,

Alîm , H akîm, M üdebbir bilm ek lâzımdır.

Sekizincisi: Şu âlemdeki mevcudatın herbiri kendine m ahsus bir dille Hâltkıntn vahdâniyetine ve Sânünin rububİyetine dair m ânevi sözlerini fehm etm ektir.

D okuzuncusu: A cz ve zaafın, fa k r ve İhtiyacın ölçüsüyle kudret-i İlâhiye ve gtnâ-yı Rabbâniyenin derecât-ı tecelliyâtını anlam aktır, N asıl kİ açlığın dereceleri nisbetinde ve ihtiyacın envât m İktarınca taam ın lezzeti ve derecaiı ve çeşitleri anlaşılır. Onun gibi, sen de nihayetsiz aczin ve fakrın la , nihayetsiz kudret ve g ın â : yı İlâhiyenİn derecatını fehm etm elisin: ’ 18

Bu gayelere tek tek ulaşabilm ek ve Hz, M uham m ed’e (a.s.m ,) nazil olan İlahi vahyin hidayet nurunu elde edebilm ek için çalışm ak, insanı bütün esm a ve sıfatların tecelli edebileceği benzersiz bîr Örnek haline getirecektir.

Bu yolla İnsan bütün kainatta bir m isli olm ayan çok kapsam lı bir nuru ve parıldayan bir ışığı kendi üzerinde yansıtır hale gelir. K albine ve vicdanına İlahi nurun coşkulu aydınlığı dolar, N isyandan ve bütün büyük gayelere karşı gaflete düşm ekten kaynaklanan cehalet karanlığı param parça olur.

“ Allah göklerin ve yerin nurudur. O ’nun nurunun tem sili, içind e lam ba bulunan kandil gibidir. O lam ba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıld ız gib id ir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilem eyen m übarek bir ağaçtan, yani zeytinden tutuşturulur. O nun yağı, neredeyse, kendisine ateş değm ese dahi ışık verir. Bu nur üstüne nurdur.” 19

Allah~u Teala, göklerdeki ve yerdeki nurun sahibidir. Her ikisini m ükemmel bir nizam ve en güzel şekilde idare etm ekle nurlandırır, Aliah-u Teala gökleri' melek - ierle, yeri ise şeriatla nurlandırm ış, hidayet nurunu selim fıtratlara yerleştirm iştir.

Böylelikle parlak hidayet nuru insanları aydınlatmıştır.

^ Rİsale-i Nur, C. 1, s. 47-48,

^ Nur Sûresi, 35.

(9)

PROF. DR. MUSA EL-BÂSİT « 113

Tevhid M erkezli Ö rnek Hayata Ulaştıran H idayet Vasıtaları

1 A lla h ’ın insanı yaratm a sebebi olan temel gayenin gerçekleştirilm esi, ancak İnsanın içine yerleştirilen vasıta ve cihazları doğru ve layık bir şekilde ku llan ­ masıyla, onları sıhhatli bir şekilde yönlendirm ekle m üm kündün Ancak, insanın he- vasına kapılarak bu vasıtaları kullanm ayı ihmal etm esi veya kusurda bulunm ası halinde m anevî açıdan bir düşüş yaşar ve dalalete yuvarlanır. Bu gerçeği Said . Nursi, m ezkur vasıtaların önem i ve kullanm anın lüzumunu anlatırken şöyle ifade

eder:

“Kışta ölmüş kem ikler gibi hadsiz ağaçları baharda dirilten, yeşillendiren, hattâ herbir ağaçta yaprak ve çiçek ve meyve cihetiyle üç haşrin nüm unelerini gösteren bir Zâta karşı İnkâr ile, İstîb'âd ile kudretine meydan okunmaz.

...Hattâ anâstr-ı asliye ve tabâyi-i esasiye. Onun em rine bakar, Onun kuvvetiyle hareket eder, hiçbirisi başıboş olup tabiatıyla hareket etm ediğini gösteren bir Z âttan, topraktan yapılan ve sonra toprağa dönen insanı topraktan yeniden ■ çıkarması istîb'âd edilmez. İsyan ile O ’na meydan okunm az.” 20

Said Nursi aynı şöyle devam eder:

“Fakat İnsan öyle câm i bîr m ucize-i kudrettir ki, hattâ şu dünya-yı fâ n id e , şu kısa bir öm ürde, şu in k işa f etm em iş bazı leiâifinin ihtiyacı cihetiyle, bütün dünyanın saltanatı, serveti ve lezâizi verilse, belki hırsı tok olm ayacaktır. Halbuki, ebedî bir dâr-ı saadette, nihayetsiz istidada mâlik, nihayetsiz İhtiyaçlar lisanıyla,

■ nihayetsiz arzular eliyle, nihayetsiz bir rahmetin kapısını çalan bir insan, elbette ehâdiste beyan olunan ihsânât-ı İlâhiyeye mazhariyeti m akuldür ve haktır ve h a k i­

kattir...” 21

T ev h id e o d ak lan m ış insan m odeli, sonsuz hayatın ve' dünya saadetinin g erçekleşm esine imkan sağlar. Bütün cihazlarını odaklanm ası gerekli hedefe yönelik değil de, başka hedeflere yönelik kullanması bu imkanı ortadan kaldırır. Bu durumda insan kendisini cansız varlıklar, bitkiler ve hayvanlar seviyesine indirmiş olur. Çünkü bu hareketi, A llah’ın huzurunda üzerine yüklenen sorum luluklardan kaçma m anasına gelir. Bu m ükellefiyetten kaçış ve A lla h ’a ibadetten kaçm akla başka şeylerin de kulluğundan kurtulacağını zannetm iştir, İşin gerçeği şudur ki, A llah’a kulluğu m ahlukata kullukla değiştirm iştir. Bir tek İlaha bağlanm a yerine sayısız ilahları kabul etmiş, A llah’ın yerine sayısız rablar edinmiştir.

Buna karşılık tevhide odaklanmış örnek m ü ’min, A llah’ın dışındaki bütün ilah ­ ları reddeder. Kalbindeki bütün putları kırar. Rab olarak sadece A lla h ’ı tanır ve Ö ’na tevekkül eder, O ’na bağlanır. A llah’ın vahyi doğrultusunda aklıyla hidayet yolunu bulur.

20 Risaie-tNur, C. 1,179.

21 Rlsale-i Nur, C. 1, s, 223.

(10)

Tevhidi kabul eden m ü ’min, kabiliyetleri arasında bulunan sınırsız sevm e y e ­ teneğini nefs-i em m aresine yönelik kullanmaz. Çünkü nefis, ibadet etm e derece­

sine yükseltecek kadar, sevgili ve m aşuk edinilecek bir şey değildir.

Saİd Nursi bu konuda şu uyarıyı yapar;

“Ey m ü m in ! Şendeki nihayetsiz m uhabbet ka b iliy etin i, çirkin ve noksan ve şerûr ve sana m uzır olan nefs-İ em m ârene verme. Onu m ahbub ve onun hevâsınt kendine m âhud ittihaz etme. Belki şendeki o nihayetsiz m uhabbet kabiliyetini, n i­

hayetsiz bir m uhabbete lâyık; hem nihayetsiz sana ihsan edebilen; hem istikbalde seni nihayetsiz m es'ut eden; hem bütün alâkadar olduğun ve onların saadetleriyle m es'ut olduğun bütün zatları ihsânâtıyla m es'ut eden; hem nihayetsiz kem âlâtı b u ­ lunan; ve nihayetsiz derecede kudsî, ulvî, m ünezzeh, kusursuz, noksansız, zevalsiz cem al sahibi olan; ve bütün esmâsı nihayet derecede güzel olan; ve her isminde pek çok envâr-ı hüsün ve cem al bulunan; ve C ennet bütün g üzellikleriyle ve nim et­

leriyle Onun cemâl-i rahm etini ve rahm et-i cem âlini gösteren; ve sevim li ve sevilen bütün kâinattaki bütün hüsün ve cem al ve m ehâsin ve kem âlât Onun cem âline ve kem âline işaret eden ve d elâlet eden ve em are olan bir Zâtı m ahbub ve m âbud ittihaz e t." 21

Tevhid akidesi insanı sadece bir tek İlaha kul yapar. A llah ’a şirk koşm a akidesi ise insanı sayısız ilahlara kul haline getirir. “ A llah , çekişip duran bir çok ortakların sahip olduğu bir adam (köle) ile yaln ız bîr kişiye bağlı olan bir adam ı m isal olarak verir. Bu ikisi eşit m idir? Ham d A llah ’a m ah­

sustur. Fakat onların çoğu bilm ezler.”23

Ş ü p h esiz ki insan, tev h id e o d ak lan m ış bir örn ek tir. A lİah-u T e a la ’m n R ububiyet’inin ve Uluhiyetinin tek oluşu prensibine gönülden bağlıdır. O nun na­

zarında em ir ve nehyin, hüküm ve kazanın asıl kaynağı A llah'tır. İbadete sadece O layıktır. Uluhiyetin tekliğine inanmanın gereklerinden en Önemlileri sadece A llah’a ibadet etm ek, O ’nun em rettiği şekilde bu ibadeti yerine getirm ek, ö ’na ibadetten bizi alıkoyacak her türlü şeyden yüz çevirm ek, O ’nun hükmünü yerine getirm em ize engel olan şeylerden vazgeçm ektir. Z ira A llah ’ın dışındaki varlıklara ibadet ve itaat etm ek A lla h ’a şirk koşm ak, sadece O ’na m ahsus sıfatlarda başkalarını ortak görm ek anlam ına gelecektir.34

Fıtrî vazife

İnsanın, yaşadığı hayat süresince sahip olduğu değeri düşüren tem el sebep, fıtrî vazifesine karşı bilgisizliği ve cehaletidir. Bu cehalet insanı doğru hedefe, doğru yollarla ulaştıracak pusulayı kaybettirir. Böylece yaratılış gayesini tam am en u n u ­ tur.

114 « ULUSLARARAS! BEDİÜZZAMAN SEMPOZYUMU - V

22 Risale-i nur, s. 291.

23 Zümer Suresi. 29,

24 Abdurrahman el-Meydani, el-AkîdetüYİstamiyye ve Üsüsüha, s, 181.

(11)

PROF. DR. MUSA EL-8ÂSİT 8Ü 115

insanın temel vazifesi, A llah’a iman ve O ’na dua etm ektir. İman insanın kendisi hakkmdaki gerçekleri tam m anasıyla İdrak etmesini sağlar ve yeryüzünde halife ve varlıkların efendisi olduğunu gösterir. Küfrün ise sonsuz acziyet içinde olan insanı canavar bir hayvana çevirdiğini anlar. Said Nursi der ki: “İm an insanı insan eder, belki de sultan eder.”

T evhide odaklanm ış bu örnek insanı imandan sonra kem ale ulaştıracak diğer fıtrî görevi “dua”dır.

“ Evet, insaniyet, iman ile insaniyet olduğunu, insan ile hayvanın dünyaya gelişindeki farkları gösterir, Çünkü, hayvan, dünyaya geldiği vakit, adeta başka bir âlemde tekemmül etmiş gibi, istidadına göre mükemmel olarak gelir, yani gönderilir. Ya iki saatte, ya İki günde veya iki ayda bütün şerâİt-i hayatiyesini ve kâinatla olan münasebetini ve kavânîn-İ hayatım öğrenir, meleke sahibi olur.

İnsanın yirmi senede kazandığı iktidar-1 hayatiyeyi ve m eleke-i am eliyeyi, yirmi günde serçe ve arı gibi bir hayvan tahsil eder, yani ona ilham olunur.

Demek, hayvanın vazife-İ asliyesi, taallümle tekemmül etmek değildir; ve ma­

rifet kesb etmekle terakki etmek değildir; ve aczini göstermekle medet istemek, dua etmek değildir. Belki vazifesi, İstidadına göre taammüldür, amel etmektir, ubudiyet-i fiiliyedir.

insan ise, dünyaya gelişinde, herşeyİ öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına cahil; hattâ yirmi senede tamamen şerâit-i hayatı öğrenemiyor. Belki âhir ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç, hem gayet âciz ve zayıf bir surette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaati fark eder; hayat-ı beşeriyenin muavenetiyle, ancak menfaatlerini celp ve zararlar­

dan sakınabilir. Demek ki, insanın vazife~i fıtriyesİ, taallümle tekemmüldür, dua ile ubudiyettir. Yani, “Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuf kırıyla böyle nazenlnâne besleniyorum ve idare ediliyorum?” bilmektir; ve binden ancak birisine ,eli yetişemediği hâcâtına dair Kâdı-ül-Hâcât’a lisan-ı acz ve fakı- İle yalvarmaktır ve istemek ve dua etmektir. Yani, aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-yt ubudiyete uçmaktır.

Demek, insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir.

Mahiyet ve İstidat itibarıyla herşey ilme bağlıdır, Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu marifetullahtır ve onun üssü'l-esası da iman-ı billâhtır.

Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyâta maruz ve hadsiz âdânın hücumuna müptelâ; ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar ve ni­

hayetsiz metâlibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-İ fıtriyesİ, imandan sonra, duadır. Dua ise, e$as-ı u b u d iy e ttir25

^ Risale-i Nur, C. 1,134.

(12)

116 m ULUSLARARASI BEDİÜZZAMAN SEMPOZYUMU - V

T e a llü m

T evhid m erkezli bu örnek insanın fıtrî vazifeleri teallüm , ilim leri ve m arifet

yollarım elde etm e üzerine kuruludur. 1

S aid,N ursi, insanın bu aleme bir tek şey İçin geldiğini söyler; M arifet ve dua noktasında tekâm ül etm esi. Bütün hakiki ilim lerin esası, m adeni, nuru ve ruhu

“ M arîfetullah”tır. Aynı zam anda bu esas “A llah'a im an” temeli üzerine kuruludur.

A llah’ın kitabına bakıldığında bu hakikat gayet açık bir şekilde görülecektir. Şu ayetlerde görüldüğü gibi:

“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım ,”26

“ A dem ’e bütün isim leri öğretti ve daha sonra onları m eleklere sundu ve dedi, ki; Eğer sözünüzde sadıksanız sîz de bu isim leri söyleyin ...”27

“De ki, hiç bilenlerle bilm eyenler bir olur m u?”28

“ Şüphesiz ki, kulları arasında A llah ’tan korkanlar alim lerdir.”29

Esm a-ül Hüsna ve tevhide inanan insanın hayatındaki tesirleri

Tevhid m erkezli örnek insanın hayatı, Esma-ül H üsnanın görülen ve işitilen bir şekilde gerçek ve harika bir tercüm esinden başkası değildir. Onun hayatı, hayatın yaratıçısı olan Allah için üç yönden ayna olma, görevini eda etm e fonksiyonunu üstlenmiştir. Said Nursi, bu üç yönü şöyle açıklar:

“Şim di senin hayatının sureti ve tarza vazifesi şudur ki: H ayatın bir kelim e-i m ektubedir. K aİem -i kudretle ¡yazılmış hikmetnüm â bir sözdür. G örünüp ve işitilip Esmû-ül Hüsnâya delâlet eder. İşte, hayatının sureti bu gibi emirlerdir,

Şimdi, hayatının sırra hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Sam ediyete aynalıktır. Yani, bütün âlem e tecellî eden esm âm n nokta-i m ihrakiyesi hükmünde bîr carhiiyetle Z â ta Ehad-İ Samede aynalıktır.

Şim di, hayatının saadet içindeki kem âli ise, senin hayatının aynasında temessül eden Ş em s-i E zelîn in e n v â n n ı hissed ip sevm ektir. Z îşu u r o larak Ona şevk gösterm ektir. Onun m uhabbetiyle kendinden geçmektir. Kalbin gözbebeğinde aks-i nurunu yerleştirm ektir." 30

Esm a-ül H ü şn a’nın tecellileri

Said Nursİ kainattaki varlık gruplarını tek tek İnceleyerek, herbirindeki Esma-ül H üsna tecellilerini şöyle sergiler:

^ Zârıyat Suresi, 56.

27 Bakara Suresi, 31.

® Zümer Şuresi,

9

. 23 Fatır Suresi, 28.

30 Risaie-i Ngr, C.

1

, s. 48.

(13)

PROF, DR. MUSA EL-BÂSİT B 117

“H ayvânat âlem ini gördüğüm vakit, hadsiz İhtİyacat ve şiddetli açlıklarıyla be­

raber z a a f ve aczleri, o âlem i bana çok karanlıklı ve hazin gösterdi. Birden, Rahman ism i R ezzak burcunda (yani mânâsında) bir şem s-i tâbân gibi tulü etti, o âlemi baştan başa rahmet ziyasıyla yaldızladı.

Sonra, o âlem -i hayvânât içinde, etfal ve yavruların z a a f ve acz ve ihtiyaç içinde çırpındıkları, hazin ve herkesi rikkate getirecek bir karanlık içinde diğer bir âlemi gördüm. Birden, Rahîm ismi şefkat burcunda tulü etti. O kadar güzel ve şirin bir surette o âlem i ışıklandırdı ki, şekvâ ve rikkat ve hüzünden gelen yaş d a m la ­ larını, fe ra h ve sürura ve şükrün lezzetinden gelen dam lalara çevirdi.

Sonra sinem a perdesi gibi bir perde daha açıldı; âlem -i İnsanî bana göründü. O âlemi o kadar karanlıklı, o kadar zulümatlı, dehşetli gördüm ki, dehşetim den fe ry a d ettim, "Eyvah" dedim. Çünkü, gördüm ki, insanlardaki ebede uzanıp giden arzulan, em elleri ve kâinatı ihata eden tasavvurat ve efkârları ve eb e d î beka ve saadet-i ebediyeyi ve C enneti ga yet ciddî isteyen him m etleri ve istidatları ve hadsiz ma- kasıda ve m etâlibe m üteveccih fa k r ve ihtiyacatlart ve z a a f ye acziyle beraber, hücuma m aruz kaldıkları hadsiz m usibet ve a dâlarıyla beraber, gayet kısa bir ömür, gayet dağdağalı bir hayat, gayet perişan bir m aişet İçinde, kalbe en elîm ve en m üthiş hâle t olan m ütem âdi zeval ve fir a k belâsı içinde, eh l-i g a fle t için zulümat-ı ebedî kapısı suretinde görülen kabre ve m ezaristana bakıyorlar, birer bi­

rer ve taife taife o zulümat kuyusuna atılıyorlar.

İşte bu âlem i bu zulüm at içinde gördüğüm anda, kalb ve ruh ve aklım la beraber bütün letâif-i İnsaniyem, belki bütün zerrât-ı vücudum fe rya tla ağlam aya hazırken, birden Cenâb-ı H a kk'm A dil ismi Hakîm burcunda, Rahm ân ismi Kerîm burcunda, Rahîm ism i G afûr burcunda (yani m ânâsında), Bâis ism i Vâris burcunda, M uhyî ismi M uhsin burcunda, Rab ism i M âlik burcunda tulü ettiler. O âlem -i İnsanî içindeki çok âlem leri tenvir ettiler, ışıklandırdılar ve nuranî âhiret âleminden p e n ­ cereler açıp o karanlıklı insan dünyasına nurlar serptiler.

Sonra m uazzam bir perde daha açıldı, âlem -i arz'göründü. Felsefenin karanlıklı kavânin-i İlmiyeleri, hayale dehşetli bir âlem gösterdi. Yetmiş defa top güllesinden daha sür'atli bir hareketle, yirm i beş bin sene m esafeyi bir senede devreden ve her vakit dağılm aya ve parçalanm aya m üstait ve içi zelzeleli, ihtiyar ve çok yaşlı küre- i arz içinde, âlemin hadsiz fezasında, seyahat eden biçare1 nev-i insan vaziyeti, bana vahşetii bir karanlık içinde göründü. Başım döndü, gözüm karardı.

Birden, H âlık-ı Arz ve Semâvâtın Kadir, Alîm, Rab, Allah ve Rabbü's-Sem âvâti ve'l-Arz ve M usahhiru'ş-Şem si ve'l-Kamer isimleri rahmet, azam et, ruhubîyet b u r­

cunda tulü ettiler. O âlem i öyle nurlandtrdılar kİ, o hâlette hana küre-i arz gayet m untazam , m usahhar, m ükemm el, hoş, em niyetli bir seyahat gem isi, tenezzüh ve ke yif ve ticaret için müheyyâ edilm iş bir şekilde gördüm.

Elhasıl; Bin bir ism-i İlâ h in in , kâinata müteveccih olan o esmâdan herhiri bir âlemi ve o âlem içindeki âlemleri tenvir eden bir.güneş hükm ünde ve sırr-ı ehadiyet

(14)

118 Si ULUSLARARASI BEDÎÜZZAMAN SEM PO ZYUM U-V

cihetiyle, herhir ism in cilvesi içinde sa ir isim lerin cilveleri dahi bir derece görünüyordu." 31

Buradan hareketle Esma-üi H üsna’mn yansım alarıyla ahtakianan muvahhid bir m ü ’minin hayatı en yüksek ve en parlak derecelere çıkacaktır. Buradan hareketle şöyle diyebiliriz:

M uvahhid insanın hayatı E hadiyet tecellilerinin ve S am ediyet cilvelerinin yansıdığı bir aynadır, M ü ’mİnin hayatı İlahi tecellilerin bütün türleri için odak noktayı teşkil eder. Bu konuda Saİd Nursi şunları söyler:

“Z îhayatta ve bilhassa insanda, o derece san'at-ı cam ia içinde, hadsiz envâ-ı nim eti anlayacak, kabul edecek, isteyecek cihazat ve âletler v ardır ki, bütün kâinatta tecelli eden bütün esmâsm ın cilvesine mazhardır. Âdetâ bir nokta-i m ihra- kiye hükm ünde, bütün Esmâ-ül H üsnâ’yı birden m âhiyetinin aynasıyla gösterir ve onunla ehadiyet-i îlâh iy e’yi ilân eder.”32

Sonuç olarak şu hadis-i şerifi anlam ak hiç de zor olmasa gerektir: “Ş üp hesiz ki A lla h ’ın doksan dokuz ism i vardır. Kim buna ilavede bulunursa C en n et’e girer.” 33 İlahi isimlere ilavede bulunmanın manası bu isim leri düşünm ek, anlam ak ve o isimlerin gereklerini yerine getirm ek, kendi nefsim izde ve toplum içinde uy­

gulam ak dem ektir.

Esm a-ül Hüsna Levhası

Esma-ül H üsna, Ebu H üreyre’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ortaya k o ­ nulm uştur. R esulüllah (a.s.m .) şöyle buyurur: “ A lla h ’ın d oksan d oku z ism i -y ü zd en bir eksik- vardır. Her kim bunları sayarsa, o C ennete girer.” Bir başka rivayette ise, “ Bu isim leri ezberleyen kim se C ennete girer. Şüphesiz ki Allah tektir ve tek olanları sever” 34 buyurulmuştur.

Ebu H üreyre’den rivayet edilen bir başka hadis-i şerifte ise Resulüllah (a.s.m.) Esma-ül H üsna’yı şöyle sıralamıştır:

“Ş ü phesiz ki A lla h ’ın doksan dokuz ism i vardır. H er kim bunu sayarsa C en n et’ee girer. O Allah ki O ’ndan başka İlah yoktur. O Rahm an, Rahim , M elik, K uddüs, Selâm , M ü ’m in, M üheym in, A ziz, C ebbar, M ü te k e b b ir, H alik, Bâri, M usavvir, G affar, Kahhar, Vehhab, R ezzak, F ettah, A lim , Kâbıd, B âsıt, H âfıd, R â fi’, M uizz, M üzill, S em i’, Basîr, Hakem, Adi, Latif, H alîm , Azim , G afâr, Şekûr, Alî, Kebir, Hafîz, M ukît, Hasîb, Celîl, Kerîm, Rakîb, M ücîb, V âsi’, H akim , Vedûd, M ecîd, Bâis, Şehîd, Hakk, Vekîl, Kavî, M etîn, Velî, H am îd, M uhsî, M üb d i’, Muîcl, M uhyi, M ümit, H ayy, Kayyum , Vâhid, Vâcid, Mâcİd, Vâhid, E had, Samed, Kâdir, M uktedir, M ukaddim , M uahhİr, Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın, Vâli, M üteâlî, Tevvab,

3^ Risale-i Nur, C. 1, s. 544, 32 Risale-İ Nur, C. 1, s. 455.

33 Buhari, 2736,

34 Buhari, Deavât, 6410.; Müslim, Zifir ve Dua, 6809.

(15)

PROF, DR. MUSA EL-BÂSİT B 119

M üntakİm , A füv, Raûf, M â lik ü ’ İ-M ülk, Z ü 'l-C e la li ve’l-İkram , M uksit, C â m i', G ani, M uğni, M â n i’ , D ârr, N â fi’, N ur, H âdî, B e d î’ , B â kî, V âris, R aştd, Sahur’durY’35

Şüphesiz ki yukarıda zikredilen Esma-i Hüsna sayısı doksan dokuzdur. Ancak A lla h 'ın isim leri sadece bunlardan ibaret değildir. B unun d elili, A hm ed b.

H anbel’in Abdullah b. M e s'u d ’a dayanarak rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir:

Nebi (a.s.m.) buyurur ki; “Şu şekilde dua eden bir kimse kesinlikle bir tasaya ve hüzne düşm ez; ‘Ey A lla h ’ım, şüphesiz ki ben Senin bir kulunum . Senin kendini isimlendirdiğin veya K ita b ’ında indirdiğin veya yarattıklarından birisine öğrettiğin veya kendi indinde olan ilm indekİleri onlarla bildirdiğin isim lerinin hürm etine, K u r'a n -ı A z im ’i kalbim in baharı, göğsüm ün nuru eyle. O nlarla ka lbim deki hüzünleri gider, gam ve tasaları kaldır.’ Bunu söyleyenden Allah gam ve kederi g i­

derir ve onun m ekanını f e r a h l a n d ı r ı r B u n u n üzerine “Yâ R esulullah, bunları öğrenm eyecek m iyiz?” denildi. Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu: “Elbette o isim - leri işiten kişinin öğrenmesi gerekir.” 36

AÜuh-u T eala şöyle buyurur: “ En güzel isim ler A lla h ’ın d ır. Ö halde O ’na o güzel isim lerle dua et. Onun isim leri hakkında eğri yolda gidenleri bırak. O nlar yapm akta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.” 37 Bu ayet~İ kerime A llah ’ın isim lerinin sayı olarak sm ırfandm lm adığm ı ve m utlak olduğunu gösterir.

M ü ’minin hayatında Esm a-ül H üsna’nın etkilerine bazı örnekler

Tevhide inanan, A lla h ’ın Kavî, M etîn, Kadir, M uktedir, Vahİd, Aziz, Mukît, M alikü’l-Müfk, Vâris olduğunu bilir. Her durum unda, her işinde O ’nun Kudretine tevekkül ederek yönelir. H içbir zaman kendi nefsine güvenm ez. Çünkü o, Kadir ve Azim olan A llah ’ın kudretine yönelm iştir ve yardım ı sadece O ’ndan ister. Sadece A llah’ın kudretine dayanır. Dilediği, İstediği bir şeyin hayra, saadete ve rahata v e ­ sile olm asında A llah’a müracaat eder.

Bir kişi A llah ’ın ilim sıfatını tam m anasıyla kavradığında, bu sıfattan hareketle A llah’ın H abîr (herşeyden haberdar olan), Şehîd (herşeyi gören), H asîb (hesaba çeken), M uhsî, Vâcİd, S em i’, Basîr, Rakîb, M üheym in, Vâsi, M ü ’min olduğunu da kabui etm iş olur. Kazandığı yakîn sayesinde bu isimleri ezberleyip İçine hazm eden kimse ise, A ilah’ın ilminin herşeyi kuşattığını, O ’nun ilminin varlıkların batınını ve bütün inceliklerini dahi içine aldığını, A llah’ın bütün sebepleri ve neticeleri, bütün illetleri ve illetlerin sonuçlarım , sırlan ve gizem leri bildiğini, bir yaprağın dahi O ’nun ilmi dışında düşm ediğini, yerin karanlıklarında bir çekirdeğin dahi O ’nun bilgisi dışında filizlenm ediğini, kuru ve yaş herşeyin bir kitapta yazılı olduğunu,

35 Tirmizî, Deavât, 3507.

36 Ahm ed b. Harsbel, M üseed, 1/391.

37 A'raf Suresi, 180.

(16)

120 68 ULUSLARARASI BEDİÜZZAMAN SEMPOZYUMU - V

kalplerin içinden geçen en küçük düşünceleri, nefislerdeki en küçük hatıraları bildiğini, herşeyin ancak ö ’nun ilmiyle olduğunu ve olacağını bilir.

Tevhide inanan ve bu İsimlere sımsıkı sarılan, bu isimleri bütün benliğiyle h is ­ seden ve her hareketini bunlar doğrultusunda ayarlayan kimse bu isimleri hayatının temel hareket noktası olarak görür. Çünkü onun zihninde yer eden düşünce şudur:

Şüphesiz ki Allah Alîm, Latîf, Habîr, Şehîd ve Hasîb olarak beni sürekli olarak

; gözetir.

Böyle bir insan A llah’ın bir zerre kadar sevabım , bir zerre kadar işlediği hayrı . asla zayi etm eyeceğini, ecrini m utlaka vereceğini yakinen bilir. Buradan hareketle tevhide inanan insana göre kendisi sürekli olarak R abb’İnîn m ürakebesi altındadır.

H ayır işlerinde ve hayır için sarfettiği gayretlerinde asla karşılıksız kalm ayacaktır.

İşte bu şekilde İlahi isim leri İçine hazm eden bir kim se, bir zerrecik dahi kendi alem inde şer am ellere yer vermez. Çünkü o, küçük de olsa o am elinde Alîm olan A llah’ın bildiğini, onun Hasîb ve Rakîb olduğunu b ilir.38

Bunun ardından, hayatında bu isim leri aksettiren m uvahhid bir kul m ütevazi olur. Herşeyin A llah ’ın ilmi çerçevesinde gerçekleştiğine ve ö ’nun ilminin herşeyi kuşatacak genişlikte olduğuna inanan kişi, böyle sınırsız bir ilmin yanında mahlu- katın ilminin ne kadar sınırlı ve yok denecek kadar az olduğunu anlar. Böylelikle şu ayet-i kerim enin hakikati tecelli eder: “Size çok az bir ilim verild i.”

Cenab-ı A lla h ’ın Esm a-ül H üsna’sından olan H afîd, R â fi’, M uizz, M üzill, M ukaddim , M uahhir, C â m i’, M ân i’, N â fi’, Dârr isim leri üzerinde derinlem esine düşünen kişi, Allah-u T ea la’nın huzurunda tam m anasıyla kulluk m akam ında d u ­ rur. Kullarının önünde huşu ile, korkarak boyun eğer.

Bütün hayırların celbinde, bütün zararların d ef’inde A llah’a yönelir, ö ’nun kazâ ve kaderine razı olur. Bilir ki O, bütün olaylarda, bütün yüceltm e alçaltm alarda, azîz ve zelil kılm alarda, fayda ve zararlarda F a’âl-i H akiki’dir.

Bütün varlıkların yüzyüze geldikleri bütün fiiller, tam am en sûri, yani görüntüde olan vesile ve sebeplerdir. H akikatte hiçbir tesirleri bulunm az.39 Bunlar, sureten tesir sahibi olarak kıldığı sebeplerden başkası değildir. Hakiki fail ise Allah Azze ve C elle’dir. Çünkü ö , sebepleri de neticeleri de yaratan A llah’tır.40 M uvahhid bir m ü ’min kadere inanır, sebeplere göre hareket eder. B ilir ki sebepler kaderdendir.

Bu yüzden tem belliğe ve atalete düşm ez. B ütün kusurları ve günahları kadere yüklemez,

Allah~u T eala’nın şu isimlerini idrak eden bir m ü ’mine gelince: Hakim , Raşîd, Halik, Bâri, B ed î’, M usavvir, Hâdî, M übdi’, M uîd, Bâis, M uhsî, M ümît, Çebbâr, K ahhâr, Kayyûm Hafız, M ü ’min, M üheym in. Böyle bir insan, çevresindeki bütün varlıklarda bu isimleri gözlem ler ve m üşahede eder. Bu isimlere işaret eden önemli

33 Abdurrahman e! Meydani, ei-Akidetü'Mslam iyye ve Üsüsühâ, s. 173-174.

33 Ei- Meydanı, el-Akîdetü’İ-İsiamîyye, s. 236,

40 Muhammed Saîd el-Buti, Medhal ilâ Fehmi'l-Cüzûr, s. 89.

(17)

PROF. DR. MUSA EL-BÂSİT « 121

ipuçları görür. Varlıklardaki ince hikmetlerden ve yol gösterici işaretlerden Hakîm ve R e şîd ’e deliller görür. Halik, Bârî, Musavvir, B e d î\ Hâdis isim lerini kainattaki varlıkların yaratılışında gözlem ler. Takdiri ve m ükem m el bîr sânatla yaratılışı, tesviye ve tasviri ve hidayeti o varlıklarda görüp derin derin tefek k ü r eder.

M uvahhid m ü ’min bu hakikatleri teemm ül, tefekkür ve ince İlmî araştırm alar ile kainat kitabından okuyabilir. Bu İsimleri hıfzedip yakînen Öğrenme halinde bir in ­ san kainat içinde benzersiz bir örnek haline gelir. Çünkü o insan, h'erşeyde temessül eden ib d a’ ve takdir m analarını dikkat ve yakîn ile elde eder. K ainatın y a ­ ratılışındaki sırları ve gizemleri keşfeder.

H âdî A zze ve C elle’nin hidayet kanunu üzerinde dikkatle düşünen m uvahhid m ü’m in, hayatının herbir m erhalesinde, büyük bir dikkat ve azim etle A lla h ’ın em ıderini yerine getirme, en güzel ve en eksiksiz şekillerde ifa etm e gayreti İçine girer ve hayatım o şekilde tanzim eder. Böyle bir m ü ’min A llah ’ın şu isimlerini birer hidayet kaynağı olarak kabul eder: R ezzâk, M ukît, M uğni, K âbıd, Bâsit.

Sonuçta A llah’tan razı olur, O ’na teslim olur. Kendisi için y azılan 'v e takdir edilen rızıkla yetinir, D ünya nimeti olarak A llah’ın verdiklerine kanaat eder. R ızk ta le­

binde bulunm ak için sadece O ’na m üracaat eder. Rızkı sadece A lla h ’ın emri olduğu için celbetm eye çalışır. Aynı şekilde, A llah’ın isim lerinden olan Rahman, Rahim, Fettah, Latif, Rauf, Vedûd isim lerini birer hidayet kaynağı olarak kabul eder ve bu isim lerin İşaret ettiği ahlak İle ahlaklanm am n gerekli olduğunu görür.

Çünkü Allah yarattığı varlıklara karşı Rahîm ’dir. H akk’a taraftar olanlara yardımcı, zulm e k arşıd ır. B una inanan bir insan A lla h ’ın y a ra ttığ ı v a rlık la ra karşı m uam elelerinde latiftir. A llah’ın sevdiği herşeye dosttur ve O ’nun sevdiği herşeyi sever.41

T evhidin Tadı

T evhide odaklı m odel insanın hayatı her h aliyle R a b b ’İnin Z a t’ında tek, sıfatlarında tek olduğunu, sadece ve sadece O ’nun İbadet edilm eye İayık olduğunu sergiler.

Böyle bir insanın hayatı em niyet, itm inan, sekİnet, selâm et ve huzur içindedir.

Bu manaları ifade eden İbn-i K ayyım ’m sözleri ne kadar da tatlıdır:

"Kalp, ancak A lla h ’a yönelerek fira k acısından kurtulur. Kalpteki yalnızlık a n ­ cak A lla h 'a yakınlıkla izale olabilir. Ondaki hüznü, ancak m arifetullah giderebilir.

Ondaki sıkıntıya ancak A llah’la bir araya gelme ve O 'na fir a r etm e çare olabilir.

Ondaki hüsran ateşini ancak A lla h ’ın emir ve yasaklarına, kazû ve kederine razı olmak, O ’na kavuşuncaya kadar bu hal üzere sabretm ek söndürebilir. O ndaki ih ti­

yacı ancak O 'nun m uhabbeti, O ’na teslimiyet, O ’nun zikri ve O ’na sıdk ile bağlılık karşılayabilir. D ünya ve İçindekiler verilse de bu ihtiyacı asla karşılayamaz. ’’42

4 ! E l- M e y d a n i, e î- A k id e tü l-is la m îy y e , s , 2 2 0 .

ÂO *

Ibn K a y y ım , M e d â r ic ü ’s -S â ü k m

(18)

122 m ULUSLARARASI BEDSÜZZAMAN SEMPOZYUMU - V

Evet, imanın lezzeti ne kadar azimdir. Bu lezzet bakî, safî ve tem iz bir lezzettir.

M ü’m in ve m uvahhid bir M üslüman bu lezzeti elde ettiğinde kendisinin A llah’ın bir m ahluku olduğunu, nim etlerle terbiye ettiğini, yokluktan ve hiçlikten icad ettiğini ve O ’na olan ihtiyacının asla bitm eyeceğini anlar. O, Rahîm ve R aûf bir ilahtır.

“H akikî zevk ve elem siz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız im andadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. Y oksa, dünyevî bir lezzette çok elem ler var. B ir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur g ib i, hayatın lezzetini kaçırır.” 45

Allah'U T ea la’nm birliğini kabul eden kalp, elem ve belâdan dahi balâvet ve lezzet alır. Başına gelen belâları kendisinin m utlaka kazanm ası gerekli bir im tihan olarak görür. Ya da, yaptığı bir hatâ veya kusura kefaret olarak geldiğini düşünür.

Böylece A llah’ın kaderine razı olur. Şer geldiğinde feryada kapılm az. H erşeyde bir hayır arar. K aybettiklerinden dolayı, pişm anlık duym az. Çünkü bilir ki, elde ettiği nim etler de, kaçırdığı nim etler de aslında bir hayır İçin verilm iş veya alınm ıştır.

Resulüllah (a.s.m .) şöyle buyurur: “M ü ’minin hali çok aciptir. Çünkü bütün içleri hayırdır. B ir sürür yaşadığında kendisi için hayırlısı olduğu için şükreder. B ir zarar isabet ettiğinde de kendisi için hayırlı olduğu için sabreder.” 44

İtm inan ve selam et-i nefs

“İnsan, nur-u İman ile âlâ-yı iliiyyîne çıkar, C ennete lâyık bir kıym et alır. Ve zulm et-i küfür ile esfel-i sâfilîne düşer, Cehennem e ehil olacak bir vaziyete girer.

Çünkü, iman, insanı Sâni-i Zülcelâline nisbet ediyor. îm an bir intisaptır. Öyleyse, insan, iman ile insanda tezahür eden san'at-ı İlâhiye ve nukuş-u esmâ~i Rabbâniye itibarıyla bir kıym et alır. K üfür o nisbetİ kat eder. O kat'dan, san'at-ı Rabbâniye gizlenir. Kıym eti dahi yalnız m adde itibarıyla olur. M adde ise, hem fâ n iy e , hem zâile, hem m uvakkat bir hayat-ı hayvanî olduğundan, kıym eti hiç hükmündedir.

İşte, İnsan, Cenâb-ı H akkın böyle antika bir sa n a tıd ır. Ve en nazik ve nazenin bir m ucize-i kudretidir ki, insanı bütün esmâsının cilvesine m azhar ve nakışlarına m edar ve kâinata bir m isai-i m usa g gar suretinde yaratmıştır.

Eğer nur-u iman, içine girse, üstündeki bütün m ânidar nakışlar, o ışıkla okunur.

O m ü m in , şuurla okur ve o intisapla okutur. Yani, “Sâni-i Züicelâlin m asnuuyum, m ahlûkuyum , rahm et ve kerem ine m azharım ” gibi m ânâlarla, insandaki san'at-ı Rabbâniye tezahür eder. D em ek, S ani i' ne intisaptan ibaret olan iman, insandaki bütün âsâr-ı san'atı izhar eder. İnsanın kıymeti, o san'at-ı R abbâniye’ye göre olur;

ve âyine-i Sam edâniye itibarıyladır, O halde, şu ehem m iyetsiz olan insan, şu İti­

barla bütün m ahlûkat üstünde bir m uhatab-ı İlâ h î ve C e n n et’e lâyık bir m isafir-i Rabhânî olur."

^ Rîsale-i Nur, C. 1, s. 58,

44

Müslim, C. 5, s, 229.

(19)

PROF. DR. MUSA Et-BÂSİT S 123

“im an nasıl ki b ir nurdur; insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün m ek- tubât-ı Sam edâniye’yi okutturuyor, ö y le de, kâinatı dahi ışıklandırıyor. Z am ana mazi ve müstakbeli, zulüm attan kurtarıyor.” 45

K üfür ise, insanda tahribatı çok büyük ve tehlikelerle dolu bir yoldur. Bunca sayılan sanatları ve hususiyetleri yerle bir eder. Saîd Nursi şöyle der:

“ Eğer kat-ı intisaptan ibaret olan küfür, insanın içine girse, o vakit bütün o m anidar nukuş-u esm â-i İlâhiye karanlığa düşer, okunm az. Zira, Sâni unutulsa, Sânie müteveccih m anevî cihetler de anlaşılm az, adeta başaşağı düşer. O m ânidar âli san'atjarm ve m ânevi âli nakışların çoğu gizlenir, Bâki kalan ve gözle görülen bir kısmı ise, süfîî esbaba ve tabiata ve tesadüfe verilip, nihayet sukut eder. Herbiri birer parlak elmas iken, birer sönük şişe olurlar. Ehem m iyeti yalnız m adde-i hay­

van iyeye bakar.” 46

Bu konunun felsefesini Said Nursi bizlere şöyle açıklar:

“M addenin g a yesi ve m eyvesi ise , d ed iğ im iz gib i, k ısa c ık bir ö m ü rd e , hayvanâtın en âcizi ve en muhtacı ve en kederlisi olduğu bir halde, yalnız cüz'î bir hayat geçirmektir. Sonra tefessüh eder, gider. İşte, küfür böyle m ahiyet-i insan iyeyi yıkar, elmastan köm üre kalh eder. ” 47

B ed iü z zam an , h id ay et nurunun en sonunda bütün k ara n lık la rı ortadan kaldırdığını, im anla k ü fü r bakış açılarının İnsanlara ne gibi ö ze llik ler k a ­ zandırdığını şu İfadeleriyle dile getirir:

“İşte, e m n iy e tin e itim ad eden, zulüm ât-ı gaflete düşen, dalâlet karanlığına m üptelâ olan adam , o vakıada evvelki halime benzer ki, o cep fe n e r i hükm ünde nâkıs ve dalâlet-âlûd m alûm atla, zaman-ı m aziyi bir m ezar-1 ekber suretinde ve adem -âlûd bir zuİümat içinde görüyor. İstikbali, gayet fırtın a lı ve tesadüfe bağlı bir vahşetgâh gösterir. Hem, herhİrİsİ bir Ha kîm -i Rahîm in birer memur-u musahharı olan hâdisat ve mevcudatı, muzır birer canavar hükmünde bildirir,

/

» I r t - o t

Jt

* $

J« J< Jt , e , * , , ,

£ ,

hükm üne m azhar eder.

Eğer hidayet-i İlâhiye yetişse, iman kalbine girse, nefsin fira vu n iy etİ kırılsa, kitabullahı dinlese, o vakıada ikinci halime benzeyecek. O vakit, birden kâinat bir

* ^ ^

¡5 A A j.

gündüz rengini alır, nur-u İlâhî ile dolar. Â lem "

âyetini okur. O vakit, zaman-ı mazi, bir mezar-ı ekber değil, belki herbir asrı bir

^ Risale-iNur.C. 1.s. 132.

® Risale-i Nur, C. 1, s. 132.

® Risaie-i Nur, C. 1, s. 132.

(20)

124 m ULUSLARARASI BEDİÜZZAMAN SEMPOZYUMU - V

nebinin veya evliyanın taht-ı riyasetinde vazife-i ubudiyeti ifa eden ervâh-ı sâfiye cem aatlerinin, vazife-i hayatlarını bitirm ekle A llahu ekber d iyerek m akam ât-ı d üyeye uçm alarını ve m üstakbel tarafına geçm elerini kalb gözüyle görür. Sol tarafına bakar ki, dağlar m isal bazı inkılâbât-ı berzahiye ve uhreviye arkalarında, C e n n e tin bağlarındaki saadet saraylarında kurulmuş bir zİyafet-i R ahm âniye'yi, o nur-u im anla uzaktan uzağa fa r k eder. Ve fırtın a ve zelzele, tâun gibi hadiseleri, birer musahhar m em ur bilir. Bahar fırtın a sı ve yağm ur gibi hâdisâtı, sureten haşin, m â nen çok lâ tif hikm etlere m edar görüyor. H attâ, m evti, hay a t-1 e hediyenin m ukaddim esi ve kabri, saadet-i ebediyenin kapısı görüyor.” 48

T evhidin en büyük m eyvelerinden birisi olan tevekkül

Tevhidi kabul eden kalp, kendisiyle bu alem de canlı-cansız Allah tarafından en mükemmel şekilde yaratılan varlıklar arasında bîr yakınlığı olduğunu İdrak eder.

H erşeyi kendisine yakın ve ihtiyaçlarına cevap veren birer dost olarak görür.

Çevresindeki herşeyin üzerinde işleyen A llah ’ın kudret elini görür, Böylece A llah’a yakın bir şekilde yaşar. Bütün tasavvurlarında ve düşüncelerinde tevhidin eserleri görülür, Bütün hareket ve davranışlarında da aynı şey görülür ve tevhide dayalı bir hayat şekillenir. Tevhidin en büyük eserlerinden birisi tevekküldür. Bu model insanın hayatında tevhidin ortaya çıkardığı göstergeler hakkında Said Nursi şu n la rı- söyler:

“İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata m eydan okuyabilir ve İmanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir.

"Tevekkeltü alâllah" der, sefine-i hayatta kem âl-i emniyetle, hâdisâtın dağlarvâri dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarım K adîr-i M uîlakın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra, saadet-i ebedi- yeye girm ek için Cennete uçabilir. Yoksa, tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları, uçm asına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker.

D em ek, iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder. Fakat yanlış anlama. Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetm ek değildir, Belki, esbabı, dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir

nevi dua-yı f i i l î telâkki ederek, m üsebbebatı yalnız Cenâb-ı H aktan istem ek ve neticeleri O ndan bilmek ve Ona m innettar olmaktan i b a r e t t i r 49

"Tevekkül eden ve etmeyenin misalleri, şu hikâyeye benzer: Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağtr yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi, girer girm ez yükünü gem iye bırakıp, üstünde oturup nezaret eder.

Diğeri, hem ahm ak, hem m ağrur olduğundan, yükünü yere bırakm ıyor. Ona d e ­ nildi:

"Ağır yükünü gem iye bırakıp rahat et."

^

48

Risale-i Nur, C. 1. s. 1.33.

49

Risale-i Nur, C, 1, s. 133.

(21)

PROF, DR. MUSA EL-8ÂSİT » 125

O dedi: "Yok, ben bırak m ayacağım . Belki zayi olu r. Ben k uvvetliyim ; malımı belim de ve başım da m uhafaza ed eceğim .1'

Yine ona denildi: "Bizi ve sîzi kaldıran şu em niyetli sefine-i suitaniye daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükünle beraber de­

nize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülm üş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere takat getirem eyecek. Kaptan dahi, eğer seni bu halde görse, ya “divanedir” diye seni tard edecek; ya "Haindir, gem im izi itham ediyor, bizimle istihza ediyor. Hapsedilsin" diye em redecektir. Hem herkese m askara o lu r­

sun. Çünkü, ehl-i dikkat nazarında zaafı gösteren tekebbürünle, âczi gösteren guru­

runla, riyayı ve zilleti gösteren tasannuunla kendini halka m üdhike yaptın. Herkes sana gülüyor" denildikten sonra o biçarenin aklı başına geldi. Yükünü yere koydu, üstünde oturdu, *'Oh, Allah senden razı olsun. Z ahm etten, h apisten, m ask a­

ralıktan kurtuldum" dedi.

İşte, ey tevekkülsüz insani Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hadisenin karşısında titrem ekten ve hod- furuşluktan ve m askaralıktan ve şekavet-i uhreviyeden ve tazyikat-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın.”50

“insanın za a f ve aczini ve fa k r ve ihtiyacım , bir K adîr-i R a h im ’e tevekkül ile tedavi eder. H ayat ve vücudun yükünü Onun kudretine, rahm etine teslim edip, kendine yüklem eyip, belki kendisi o hayatına ve nefsine biner hükm ünde bir rahat makam bulur. Kendisinin "nâtık bir hayvan" değil, belki hakikî bir insan ve m akbul bîr m i sa fir-i R ahm ân olduğunu bild irir, D ünyayı, bir m isa firh a n e-i Rahm an olduğunu gösterm ekle ve dünyadaki m evcudat İse esm â-i İlâhiyenin aynaları o l ­ duklarını ve m asnuatı İse her vakit tazelenen m ektubat-ı Sam edâniye olduklarını' bildirmekle, insanın fenâ-yı dünyadan ve zevâl-İ eşyadan ve hubb-u fâ n i ya itan g e ­ len yaralarını güzelce tedavi eder ve evhamın zulüm atm dan kurtarır.” 51

Said N ursi İnsana şöyle seslenir:

“Ey insan! Sen kendine m âlik değilsin. Sen, kudreti nihayetsiz bir Kadîr, ra h ­ m eti hadsiz bir Rahîm Zât-ı Zülcelâlin memlûküsün. Ö yleyse, sen kendi hayatını kendine yükleyip zahm et çekme. Çünkü hayatı veren O dur, idare eden de O dur.

H em dünya sahipsiz d eğil kİ! Sen kendi kafana dünya yükünü y ü k le ttire re k ehvâlini düşünüp m erak etme. Çünkü onun sahibi H akîm dir, Alim dir. Sen de m isa-:

firsin ; fu z u lî olarak karışma, karıştırma.

H em insanlar, hayvanlar gibi m evcudat başıboş değiller; belki vazifedar m e ­ murdurlar, bir H akîm -i Rahîm in nazanndaduiar. O nların âlâm ve m eşakkatlerini düşünüp ruhuna elem çektirm e; ve onların H âlık-ı R dhîm inin rahm etinden daha ileri şefkatini sürme, Hem sana düşmanlık vaziyetini alan m ikroptan tâ tâ un ve tu ­ fa n ve kah t ve zelzeleye kadar bütün eşyanın dizginleri o R ahîm -i Hakîm in etinde-

50

Risafe-i Nur, C. 1, s. 133-134.

Bisale-i Nur, C. 1, s. 290,

(22)

126 H ULUSLARARASI BEDİÜZZAMAN SEM PO ZYU M U -V

dirler. O Hakimdir, abes iş yapmaz; R ahim dir, rahîmİyeti çoktur. Yaptığı her işinde bir nevi lü tu f var.” 52

Tevekkül farzdır ve imanın bir şartıdır. “ M ü ’m in le r A lla h ’a te v e k k ü l e ts in ­ le r.” 53 Aİİah~u Teaİa, Hz. M usa’nın dilinden şöyle buyurur: “ Ey k a v m iın , e ğ e r A lla h ’a İm an e d iy o rsa n ız A lla h ’a te v ek k ü l e d in .,.” 54

M u v a h h id in k uvveti

A llah’ın birliğini kabul eden, sadece A llah’a boyun eğen, ondan başkasına d ik ­ kat-! nazar etm eyen, O 'pun dışındaki hiçbir şeyden m edet um m ayan ve O ’nun ya­

rattığı hiçbir şeye dayanıp güvenm eyen kalp, gerçek m anada tevhidi benim sem iş bir kalptir. Çünkü Allah her türlü engeli ortadan kaldıracak yegane güçtür. Onun dışında hiçbir şeye yönelmek doğru değildir. O G an t’dir, O ’nun yarattığı herşey ise fakirdir.

T ev h id in ö n em i ve te siri

İslam ’a göre tevhid, İslam m tam am ıdır. K u r’a n ’m tam am ı tevhid etrafında döner. K ur’an ayetleri gerek Allah hakkında, O ’nun sıfatları, yarattığı eserleri, fiil­

leri ve İdaresi hakkında, gerek varlıklar üzerindeki R ububiyet’İ ve K ayyum iyeti’nin bir lâzım ı olan em ir ve nehiylerde bulunm asıyla, gerek O ’na itaat, Uluhİyet ve R ububiyet’İ noktasında tevhid esası üzerine kaim şeriatıyla gönderdiği resullerine İttibanın karşılığı olan sevaplar ve sevap türlerinin b e y a n ıy la , gerek ikap ve cezaların tü rle riy le birlikte b eyanıyla, gerek geçm iş m illetlerd en hak dini yalanlam ış olan kavim lerin ahvalinin haber verilm esiyle, tevhidi bütün yönleriyle ortaya koyulmuştur.

T evhid İslam ’ın özü ve esasıdır. B uradan, m ü ’m inlerin kalplerine sağlam bir şekilde yerleştirm e, takviye ve tespit etm eye yönelik diğer nizam ları, hüküm leri, emirleri, nebiyleri ve ibadetleri ortaya konur.55

Tevhidin m ü ’minin hayatında çok önemli yeri vardır. O nunla insan ayaklarım sağlam yere basabilir ve hatalardan em in olabilir. Tevhid hakikatiyle dolu bir kalp, bu dünya üzerindeki yolculuğunu hidayet üzere devam ettirir. Çünkü onun basireti daim a ufukta parıldayan bir tek yıldıza bağlanm ıştır. Bu yüzden yolundan en ufak sapm a yaşam az. Çünkü o hayat, kuvvet ve rızk için bir tek kaynak bilir. Bir şeyi bahsetm e veya m enetm e için bir tek kaynak bilir. Bu tek hedefe ve kaynağa yönelik istikam etle yoluna devam eder ve sadece o yöne dikkat eder. Eli bir tek h a ­ lata sarılmış, yüzü bir tek cihete kilitlenmiştir. Gözü bir an bile sağa sola sapmaz.

52

Rssale-i Nur, C. 1, s. 290,

® İbrahim Suresi. 11.

^ Yunus Suresi, 84.

55

Abdülkerim Zeydan, Usulü’d*DaVa, s. 23.

Referanslar

Benzer Belgeler

katı’ doğruya ulaşabilm ek İçin kullanılan yollardan b irid ir.'0 Aşağıda bu noktayı onun m etafizik yöntem i olarak ta rtışac ağ ız ve böylece, bu

Tezimizin bu kısmında tezimize konu olan âhiret merhaleleri hakkında Bediüzzaman Said Nursî ve Elmalılı Hamdi Yazır‟ın âhiret görüĢlerini mukayeseli bir

(Ka'riye camii); Büyük Ayasofya gibi bazilika şeklinden başlıyarak ilk inşa tarihi milâdî 413 ten sonra Jüstinyen za- manındaki şimdiki Askerî Müzesi olan «Aya İreni» ve

Daha önce İsparta, Şanlıurfa ve Van’da kapalı toplantılar­ da anılan Said Nursi için ilk kez Anka­ ra’da Kocatepe Camisi’nde düzenlenen nevlide

Egzersizden 24 saat sonra ölçülen aldosteron düzeyleri egzersizden hemen sonra ve iki saat sonraki aldosteron düzeylerinden önemli şekilde düşüktü (p&lt;0.05)..

hakkında da bilgi vermektedir. Muhabbet, ‘bir şeye arzu duymak ve ona meyletmek’ de- mektir. Bu duygunun Allah ile kul arasında bu şekilde gerçekleştiğini düşünmek doğru

Öyleyse tarikatlar, geçmişte, sık sık iktidara bağlı yorumcular tara­ fından zedelenen İslami ruhaniyeti yaşatmada rolü olan, halkı, siyasi baskılara ve

Tezin ana bölümü olan üçüncü bölümde ilk olarak genelleştirilmiş kesirli integraller yardımıyla bazı yeni özdeşlikler verilmiş ve bu özdeşlikler