• Sonuç bulunamadı

ORTAÇAĞ VE RÖNESANS’TA EVREN VE İNSAN DÜŞÜNCESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "ORTAÇAĞ VE RÖNESANS’TA EVREN VE İNSAN DÜŞÜNCESİ"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ORTAÇAĞ VE RÖNESANS’TA EVREN VE İNSAN DÜŞÜNCESİ

Birbirine benzer özellikler sergileyen Eskiçağ ile Yeniçağ arasında kaldığı için geçmişe farklı bir anlayışla bakan Rönesans düşünürleri bu ara dönemi Ortaçağ olarak adlandırmıştır. Ortaçağ düşüncesinin belirgin özelliklerinden birisi dini öğretilere dayanan dinsel bakış açısının ön plana çıkmasıdır. Önceleri

Hıristiyanlar, özellikle 12. yüzyıldan sonra da Müslümanlar doğayı değil, kendi dinlerini ve dinlerini tehdit eden diğer dinleri ve felsefeleri tanımaya çalışmış ve bu nedenle yüzlerini doğadan çok, dini ve felsefi birikime çevirmiş ve bilimi ihmal etmişlerdir.

Önceki çağlarda doğa bilimleri üzerinde yapılan önemli gözlemler ve bunlara dayanılarak üretilen teoriler bu çağda büyük oranda azalmıştır. Ortaçağ’da

Hristiyanlığın temel çıkış noktası insanlığın özgür düşüncelerini tartışabileceği

bu dünyanın değil, saptırıcı ve aldatıcı Dünya nimetlerinden arınmış ruhun

öteki dünyanın nimetlerine hazırlanmasının daha önemli olduğu görüşünden

yola çıkılarak doğu kaynaklı yazgı düşüncesi olmuştur.

(2)

Ortaçağ’ın siyasi (yüzyıl savaşları vb.), ekonomik (çekim merkezi olan Roma

İmparatorluğunun yıkılması vb.) ve sağlık (veba salgınları vb.) alanlarındaki karanlık dönemi umutsuzluk içerisindeki halkın, öteki dünyada umut vaateden kiliselerin etkisi altına bilimi ve sorgulamayı bir kenara bırakarak eleştrisiz bir şekilde bağlandıkları görülmektedir.

Tüm bu gelişmelere karşın Ortaçağ’da Batı dünyasında bilimsel çalışmalar da sürdürülmeye çalışılıyordu. Doğu dünyasının bu çağın başlarında yükselen bilgi birikimleri bilime meraklı bazı Batılı hükümdarların yaptırdığı Latince çevirilerle Batı düşüncesine girmiş ve XI. Yy’da kurulmaya başlanılan Katedral okullarının ders programlarına dahil edilmiştir. Örneğin

sonradan üniversiteye dönüştürülecek olan Katedral okullarında Dilbilgisi, Sözbilim, Mantık derslerinin yanı sıra Müzik, Aritmetik, Geometri ve Astronomi dersleri de okutuluyordu.

Dinsizlik ve sapkınlık yapmamak koşuluyla ayrıcalıklı eğitim ve özerk yönetimlere sahip olan üniversiteler, kendi geçim kaynaklarını kendileri bulmaya çalışan ve öğrencilerden alınan harçlarla çeşitli alanlarda eğitim vermeye çalışan kurumlar olarak gelişmeye başlamıştır.

Oxford (1167), Cambridge (1209), Salamanca (1227) ve Prag (1337) Üniversiteleri gibi 80’e

yakın üniversite bu dönemden beri süregelen eğitimler vermektedir.

(3)

Vincent de Beauvias: 1190-1264 yılları arasında yaşamış olan bir Dominiken rahibidir. Yazmış olduğu “Speculum Naturale” (Doğanın Dörtlü Aynası) isimli ansiklopedisinde doğaya ilişkin bilgileri toplamıştır.

Arnaldus Villanovanus: 1240-1311 yılları arasında yaşayan İspanyol bir

hekimdir. Kilise ile sürekli zıt düşmüş ve yaptığı deneylerinde sünger külünün guatr hastalığına iyi geldiğini, zehirlenmelerde kusmanın yararlı olduğunu tespit etmiş ve tıp alanında Arapçadan pek çok eseri çevirmesiyle tanınmıştır.

Raimundus Lullus: 1235-1315 yılları arasında yaşayan İspanyol bilgin din, bilim ve felsefe alanlarında çalışmıştır. Eğitim kurumlarında özellikle İbni Rüşd

yorumlarının yasaklanması için çalışmıştır ve çeşitli üniversitelerde görev

yapmıştır. Böyle yasaklamalara sonraki yıllarda da karşılaşılmıştır. Örneğin

1277’de Papa John, Aristoteles, İbni Rüşd, İbni Sina, İbni Meymun, El Kindi,

Gazali gibi Hristiyan olmayan bilginlerin eserlerinden oluşan derlemeleri dinsel

açıdan mahkum ederek yasaklatmıştır. Bunlar arasında İbni Rüşd’ün “ilk insanın

olmadığı, son insanın da olamayacağı” önermesi de vardır.

(4)

XIV. Yy’da ticaret alanında oldukça zengin durumdaki Kuzey İtalya Kent Devletleri’nde filizlenen bilgi araştırmaları, İstanbul’un fethi sonrasında Bizanslı bilgin ve düşünürlerin İtalya’ya göçü, Antik Çağ yapıtlarının

Latince kopyalarının çıkartılması ve yaygınlaşması, kağıdın geliştirilmesi ve baskı tekniğinin kullanılmasıyla bilginin yaygınlaşması gibi etkilerle

İtalya’da başlayarak tüm Avrupa’ya yayılacak olan bir Rönesans dönemi başlıyordu. Bu akım, dinsel dogmaları temel alan kilise öğretisinin

toplumdaki mutlak egemenliğinin kırılmasına yol açmıştır.

(5)

Nicolaus Copernicus: 1473-1543 yılları arasında yaşamış olan Polonyalı

astronomi bilgini ve matematikçidir. Aristoteles’in Ortaçağa kadar egemen olan Dünya merkezli sistemin yerine Güneşin merkezde bulunduğu “Güneş

Merkezli Evren” modelini formülleştirmiştir. Copernicus, 1529 yılında geliştirdiği bu modeliyle; 1) Bütün gök cisimlerinin güneşin çevresinde

dolandığını ve Güneşin evrenin merkezi olduğunu, 2) Dünyanın sabit yıldızlara olan uzaklığının, Güneşe olan mesafesinden daha uzak olduğunu, 3)

Gökcisimlerinin günlük görünür hareketlerinin Dünyanın kendi çevresinde dönmesinden kaynaklandığını, 4) Güneşin yıllık görünür hareketlerinin Dünyanın güneş çevresinde dönmesinden kaynaklandığını, 5) Gezegenlerin geri gitme hareketlerinin Dünyanın bu gezegenlere göre hareketlerinden

kaynaklandığını, 6) Evrenin küresel ve sınırlı olduğunu, 7) Dünyanın küresel olduğunu, 8) Gökcisimlerinin düzgün dairesel hareketler yaptığını açıklamaya çalışmıştır.

Astronomi biliminin kurucusu olarak bilinen Copernicus, dinden aforoz edilme

korkusuyla kitaplarını ancak ölümünden kısa bir süre önce ortaya çıkarmaya

çalışmıştır. En önemli eseri olan “Göksel Kürenin Devinimleri Üzerine”yi

ancak öldüğü yıl yayınladı.

(6)

Leonardo da Vinci: 1452-1519 yılları arasında yaşayan İtalyan Leonardo da Vinci’nin eserleri ölümünden 500 yıl sonra bile birer sanat şaheserleri olarak bilinmektedir. Ancak, Leonardo’nun ünü ressam, heykeltıraş ve müzisyen olarak sadece sanat alanında değil aynı zamanda filozof, astronom, botanist, matematikçi, anatomist, jeolog ve yazar olmasından da kaynaklanmaktadır.

Eserleri arasında Mona Lisa, Son Akşam Yemeği gibi önemli sanatsal yapıtlar ve ilk bisiklet çizimleri bulunmaktadır. İcatlarının hiçbirisi kendi yaşamı süresince hayata geçirilmemiştir. Gökyüzünün neden mavi olduğunu, havanın ışığı yaydığını söyleyerek açıklayan ilk kişidir. Vinci, notlarında Kuzey İtalya’daki fosil deniz kabuklarına ait kalıntılara değinmiştir. Vinci, sedimantasyon ve tabakaların çökelmelerini yorumlamaya çalışmıştır.

Vinci’nin deniz kabuklarıyla ilgili çalışmaları yerin geçmişine ışık tutacak nitelikte olmasına karşın, döneminde kabul görmedi. Vinci’nin deniz

kabukları üzerindeki çalışmaları, 17. yy.da fosillerin bilimsel çalışmalarının

Steno ve Hooke tarafından başlatılmasına kadar yapılmış olan çok önemli

çalışmalardır.

(7)

Georgius Agricola: 1494-1555 yılları arasında yaşamış olan Alman maden mühendisi Georgius Agricola, jeolojinin bir disiplin olarak kurulmasına büyük katkılar

sağlamıştır. “Mineralojinin Babası” olarak bilinen Agricola, yer, kayaçlar, mineraller ve fosiller üzerinde sistematik çalışmalar yapmıştır. Agricola, jeolojinin yanı sıra metalurji, mineroloji, paleontoloji ve strüktural jeoloji üzerinde de çalışmalar yapmıştır. Basit ve bileşik madde kavramlarını ilk kez Agricola tanıtmıştır.

Agricola, 1546’da fiziki jeoloji üzerindeki ilk kitabı olan “De Ortu et Causis

Subterraneorum”u (Yer altı Oluşumlarının Yeri ve Nedenleri)” yazmıştır. Kitabında su ve rüzgar gibi jeolojik güçleri tanımlamış ve yerkürenin içini ısıtan yer altı buhar ve gazlarının neden olduğu volkan patlamaları ve depremlere dikkat çekmiştir. Bununla birlikte onun paleontoloji alanına en büyük katkısı 1546’da yayınladığı “De Natura Fossilium (Fosillerin Doğası Üzerine)” adlı kitabı olmuştur. Bu kitap oldukça kapsamlı olup, günümüzde bile kullanılan fosil adlamalarını içermektedir. Agricola kitabında farklı alanlardan bulunmuş olan benzer fosilleri tanımlamış, resim kullanmamasına rağmen fosillerin özelliklerini oldukça geniş bir biçimde tanımlamıştır.

Agricola, gözlem ve araştırmalara dayalı yayınlarıyla, Aristoteles ve Plinius gibi

filozofların bilgilerinin terk edilerek, yerini bilimsel araştırma döneminin almasını

sağlamıştır.

Referanslar

Benzer Belgeler

2003- 2005 yılları arasında Yakın Doğu Kolejinde, 2005 den beridir de Yakın Doğu Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı ve İngilizce Öğretmenliği bölümlerinde

Bir yandan “melek” ve “keşişlere” benzetilen Türkler, burada söz konusu olan özellikle Mevlevi dervişleridir, diğer yandan yazar tarafından “şeytani” varlıklar

kabul etmesine karşın bazı bitki ve hayvanların hatta ilk insanın kendiliğinden oluştuğunu savunmuş ve bazı eserlerinde minerallerin, bitkilerin, hayvanların ve insanların

 Buffon bu yapıtında ayrıca, daha önceleri kilise tarafından ortaya konulan dünyanın yaşının 6 bin yıl olduğu savını da çürütmüş ve dünyanın yaşının çok

Malthus’un nüfus ilkesi üzerine bir deneme adlı kitabını okudu ve sonunda “hayatta kalan türlerin çevreye en iyi uyum sağlayan türler olması gerektiğini” anladı..

2001 yılında Meave Leakey başkanlığındaki bir ekibin bulduğu 3.5 milyon yıllık kafatası ise insan evriminde yeni bir hominid türü olarak. tanımlanmıştır

insana en çok benzeyen türdür, 2- Şempanzeler ve doğal Dünya ile ilgili öğrenmemiz gereken çok şey vardır, 3- Teknolojiyi kullanarak şempanze ve diğer hayvanları..

Aktif Karbon (Armut kabuğu) Örneğinden elde edilen Serbest ve İmmobilize Enzimin Aktivitesi Üzerine Sıcaklık Etkisi.. Serbest ve bağlı enzimler üzerine sıcaklığın