• Sonuç bulunamadı

K. Marx E Engels. S150N5 'd XÜVI/M '>i ALMAN İDEOLOJİSİ [FEUERBACH] ALMAN İDEOLOjİSİ [FEUERBACH] SOL

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "K. Marx E Engels. S150N5 'd XÜVI/M '>i ALMAN İDEOLOJİSİ [FEUERBACH] ALMAN İDEOLOjİSİ [FEUERBACH] SOL"

Copied!
121
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

S150N5'd ‘XÜVI/M'>i • ALMANİDEOLOJİSİ [FEUERBACH]

K. Marx E Engels

ALMAN İDEOLOjİSİ

[FEUERBACH]

SOL

(2)

a l m a n i d e o l o j i s i FEUERBACH

K. M A R X -F . ENGELS

^ Atm/i stoAibiiuib ¿dA~ oacajIm)

t o / d e I n t e i A , A ' / e s / W

&*■ iu w ^ ü tu ¿ /A A asuhteJiL

e d i m .) ( J

V sOisurtAri AjpJanA^jL^ awb*.

I A ü f M n e U r ,.

A m M , J & c j m - Q r a c /a

üdi/ru^ La^LidJ^UcL

Q r t t C f a S U u C

V L - .

(3)

Ü Ç Ü N C Ü B A S K I

(4)

ALMAN İDEOLOJİSİ

FEUERBACH

KARL MARX - FRIEDRICH ENGELS

ÇEV İREN SEVlM BELLI

(5)

K arl M arx - F rie d ric h Engels'in Die deutsche Idéologie (1845-46 [1932])

adh yapıtının Feuerbach başlıklı birinci kısımını

S e v im B e lli Fransızcasından

(L'Idéologie allemande, Editions Sociales, Paris 1975), [K. Marx'in

"Feuerbach Üzerine Tezler'ini, A h m e t K ardam

Almancasindan

("Thesen Über Feuerbach" (1845 [1932]), Werke, III, Dietz Verlag, Berlin 1969)]

dilimize çevirdiler ve kitap Almancasıyla (Die deutsche Idéologie, Dietz Verlag, Berlin 1969)

ve İngilizcesiyle

(The German Ideology, Progress Publishers, Moscow 1968) karşılaştırıldıktan sonra

Alm an ideolojisi - Feuerbach adı ile

S o l Y a y ın la rı tarafından Temmuz 1992

(Birinci Baskı: Eylül 1976; İkinci Baskı: Kasım 1987) tarihinde,

Ankara'da Şahin M atbaasında bastırıldı.

ISBN 975-7399-03-5

(6)

7 20 23

29

32 34 36 37 41

44 44 46 49

54 57 59

63 65

68

70 70

74 74 76

İ Ç İ N D E K İ L E R

S u nuş, Jacques M ilhau

[F euerbach Ü zerine Tezler] — 1. F eu erb ach 'a ilişk in , K arl M arx [F euerbach Ü zerine Tezler] — 1. F eu erb ach 'a ilişk in , K arl M arx

ALMAN İD E O LO JİSİ 2 7

Önsöz

BİRİNCİ KISIM F E U E R B A C H

MATERYALİST VE İDEALİST ANLAYIŞLARIN KARŞITLIĞI 32

[I][1. Genel O larak İdeoloji ve Özel Olarak Alman ideolojisi]

[2. M ateryalist Tarih Anlayışının Öncülleri]

[3. Üretim ve Bireylerin ilişkileri, işbölümü ve Mülkiyet Biçimleri:

Aşiretsel, Antik, Feodal]

[4. M ateryalist Tarih Anlayışının özü. Toplumsal Varlık ve Toplum­

sal Bilinç]

[II]

[1. İnsanların Gerçek K urtuluşunun Koşullan]

[2. Feuerbach'ın Sezgisel ve Tutarsız Materyalizminin Eleştirisi]

[3. Başlangıçtaki Tarihsel İlişkiler Ya da Toplumsal Faaliyetin Esas Yönleri: Geçim Araçlarının Üretimi, Yani Gereksinmelerin Üreti­

mi, İnsanlann Üremesi (Aile), Toplumsal iletişim, Bilinç]

[4. Toplumsal İşbölümü ve Sonuçlan: özel Mülkiyet, Devlet, Toplum­

sal Faaliyetin "Yabancılaşmansı]

[5. Komünizmin Maddi Bir önkoşulu Olarak Üretici Güçlerin Geliş­

mesi]

[6. M ateryalist Tarih Anlayışının Sonuçlan: Tarihsel Sürecin Sürek­

liliği, Tarihin Dünya Tarihine Dönüşmesi, Bir Komünist Devrim Zorunluluğu]

[7. M ateryalist Tarih Anlayışının Özeti]

[8. Genel O larak idealist Tarih Anlayışının ve Özel Olarak da Hegel Sonrası Alman Felsefesinin Tutarsızlığı]

[9. Feuerbach'ın İdealist Tarih Anlayışının Tamamlayıcı Eleştirisi]

[III]

[1. Egemen Sınıf ve Egemen Bilinç. Hegel in T arihte Tin in Egemenli­

ği Anlayışının Oluşumu]

[IV]

[1. Üretim Aletleri ve Mülkiyet Biçimleri]

[2. Maddi Emek ile Zihinsel Emek Arasında İşbölümü, Kent ile Kınn Ayrılması. Loncalar]

(7)

86 88 89 79

97

99 101

104 106 109 112 117 118

[3. İşbölümünün Genişlemesi. Sanayi ile Ticaretin Ayrılması. Çeşitli Kentler Arasında İşbölümü. M anüfaktür]

[4. En Karmaşık İşbölümü, Büyük Sanayi]

[5. Toplumsal Bir Devrimin Temeli Olarak Üretici Güçler ile Karşı­

lıklı İlişki Tarzı Arasındaki Çelişki]

[6. Bireylerin Rekabeti ve Sınıfların Oluşması. Bireyler ile Geçim Ko­

şullan Arasındaki Çelişkinin Gelişmesi. Buıjuva Toplum Koşulla- n İçinde Bireylerin Aldatıcı O rtak Topluluğu ve Komünizmde Bi­

reylerin Gerçek Birliği. Toplumun Yaşam Koşullannın Birleşmiş Bireylerin Gücüne Bağlı Kılınması]

[7. Üretici Güçler ile İlişki Tarzı Arasındaki Çelişki Olarak, Bireyler ile O Bireylerin İçinde Bulunduklan Varoluş Koşullan Arasında­

ki Çelişki. Üretici Güçlerin Gelişimi ve İlişki T arzlannın Değiş­

mesi]

[8. Tarihte Zorun (Fethin) Rolü]

[9. Büyük Sanayi ve Serbest Rekabet Koşullannda Üretici Güçlerle İlişki Tarzı Arasında Gittikçe Büyüyen Çelişki. Emek ve Sermaye

Karşıtlığı]

[10. Özel Mülkiyetin O rtadan Kaldınlmasımn Zorunluluğu, Koşulu ve Sonuçlan]

[11. Devletin ve Hukukun Mülkiyet ile İlişkileri]

[12. Toplumsal Bilinç Biçimleri]

Açıklayıcı Notlar A dlar Dizini Konu Dizini

(8)

S U N U Ş

X $ ¡motK- f& u d tY L O A t£-

k * r -

' İ o r j J i Î^ J jîcU rr

/ . / /

D i]a k rık tlisi ' h a k a n .f^ j/n A 'L j f w A * e t

İ l k k ı t d i s A ’ - U p 1 * o r t a ^ -

'¡¿ëû'UÆcktÿV- n u k n ' U f i ?

¿ j t k h ) M # J < U K / a r o b t j

r j v p k m i \ / M Ü f a d t t K m u . f f l n e k U c e e, L e v a n t) ¡¿ ¿ -U rlty U A ¡ot Un 4 d ^ , sûoU rj

f a r y i . <9tks''fl£-j 'U d fO H V k / U n c j ¡ ¡ y e .U r t é T ' j ^

FEUERBACH Üzerine Tezler, Marx tarafından, Brük­

sel'de 1845 Martında formüle edilmişti. Alman İdeolojisi ise, Marx'in, daha sonra 1846 yazımn ortalarına kadar Engels'le birlikte yaptıkları ortaklaşa çalışmanın ürünüdür. Bu her iki yapıt da, marksizmin temel kavramlarının hazırlanma­

sında kesin bir dönüm noktasını belirlerler.

Daha 1842'de girişilen bir eleştirici gidişin vanş noktası olarak her iki yapit da, tarihsel materyalizmin, ana hatlany- la çizilmiş ilk açıklaması niteliğindedirler. Yazarlarının da­

ha sonraki ekonomik çalışmaları ve devrimci deneyimleri so­

nucu getirilen teorik derinleştirmeler ne olursa olsun, bu metinler, daha bu durumlarıyla marksizme önemli bir eğit- bilimsel (pédagogique) başlangıç oluştururlar.

KARL Marx, 5 Mayıs 1818'de, Trier1 de; Friedrich Engels

(9)

ise 28 Kasım 1820 de Barmende doğdu. Her ikisi de, kısa za­

man sonra, başka yollardan siyasal hayata geldiler. Genç d evrimci-demokratlar olarak, Prusya sansürüne ve özel mülk sahiplerinin Ren ve Mozel bölgesi köylülerinin zararı­

na neden olan yolsuzluklara karşı yürüttükleri ^kavgaların ertesinde, Marx, İdea'nın cisimleşmesi ve insan doğasını ve onun özgürlüğünü genel olarak gerçekleştirmekle yükümlü ,£/s olarak devlet anlayışını içinden çürütmeye koyuldu.

1843'te yazılan Hegelci Siyasal Hukuk Felsefesinin Eleştiri­

si, gerçekten de, devlet bürokrasisinde bu toplumun özellikle de özel mülkiyet rejiminin yarattığı çelişkilerin bağımlı ve ussal-olmayan ifadesini ortaya çıkarıyordu.

Bu çağ, Fransa'da, devrimci işçi hareketinin başlangıcını gösteren 1832 Ve 1834 ayaklanmalarından on yıl sonra ve Si- lezya dokumacılarının başkaldırmasından az önce meydana gelen 1842 Ingiliz çartistleri grevinin, usçul amaçlar güden tarih felsefesinin ya da ütopyacı sosyalistlerin asılsız kurun­

tularının ayakta tuttuğu kurgul yanılsamalar örtüsünü kal-

■dırmâya katkıda bulunduğu çağdı. • •

Ama, Marx, hemen o sıralarda, devletin toplumsal yapı­

ya bağlanabileceğini ve, demokratik biçimde, insan cinsinin gerçek ve ussal bir ortaklık halinde örgütlendiricisi olabile­

ceğini düşünmekten vazgeçer. )1844 un başlarında yayınla-^

nan Yahudi Sorununda bireylerin "evrenseT'kurtuluşunun*

ancak, özel mülkiye&âlaşağı eden toplumsaljbir devrimle ış- Tah edilmiş devletin siyasal çerçevesi içine olabileceğini ilgjp

*sîıfer. " ~ ...

HReredeyse hemen, devrimci hümanizm adına, komüniz­

min savunmasına geçer ve Hegelci Hukuk Felsefesinin Eleş- tirisi'nin "Girid'inde (1844), insanın kurtuluşunu devrimci proletaryanın kurtarıcı eylemine batlar. .

böylece proleterlerin sömürülmesinin açıklamasını araş­

tırmak durumuna gelince, bu açıklamayı özel mülkiyete bağ­

lı yabancılaşmış emekte bulabileceğine inanır. Marx’in 1844 Elyazmaları, Feuerbaçhjn ancak dinsel belirti sıjjşezeb ild i- ği bu yabancılaşmaya. temerEm'T^imöTfnk'Hcım verivor. Bu elyazmaları, doğacı bir bireyciliğe \ . foyerbahçı tipte ortak­

lık ahlakına karşı, bir sınıf hümanızmasının ve bireyjerin yabancılaşmadanjturtulması ve insan cinsinin kendinejJij- nûşülçin yürütülen~TiTr7RomünısflTevrihıTn' perspektifleripi

(10)

kovuyor.

Aynı yıl, Engels, savaşımlarım haklı bulduğu ve aynı za­

manda gelecekteki başarılarını önceden haber verdiği prole­

terlere adadığı İngiltere'de Emekçi Sınıfın Durumu yapıtını temize çekmektedir.

Ensonu, Kutsal Aile (1845), marksizmin kurucularının sarsılmaz işbirliklerinin ilk meyvesi, yem-hegelcılerin tarih"

sel idealizmlerini eleştirir, ve yalnız yığınların kendi somut çiKarlan uğruna savaşımlarının tarihi ilerletebileceğim ve emeğin sömürüsünü ortadan kaldırabileceğini gösterip

Marx ve Ëngels, artık militan komünistler olmuşlardır.

Bundan sonra, insanların gerçek sorunlarını materyalist gö­

rüş açısından düşünmeye çalışırlar. Ama henüz marksist de­

ğillerdir. Onların anlayışlarındaki ilerleme, teorik olarak, kantçı "İnsan nedir?" sorusundan doğan sorunsala bağlı ka­

lır. Pratik olarak bu soru, o zaman, insan varlıklarının bur­

juva toplumu içinde soyut bireyler halinde göze görünür zer­

reciğini yansıtıyordu.

• • Şu halde, Marx ve Engels, daha 1845'ten itibaren Feuer- bach'dan miras kalan hümanizme toplumsal-siyasal boyutla­

rını vermeyi ve onun ahlaki idealizminin yerine devrimci gö­

revleri koymayı başarmışlarsa da, kurgul (spekülatif) insan­

bilimin tutsağı olmaktan da kurtulmamışlardı.

Onların öncülleri, her zaman, insanın cinsil (générique) bir özü ve onun özel mülkiyet rejimi altında yabancılaşmış olan varlığı idi. Yalnız doğayı ve ürünlerini değil, ama toplu­

mu ve onun tarihsel belirleyicilerini materyalistler olarak kavrayabilmek için zorunlu kavramlara henüz sahip olma­

dıklarından, doğal olarak, ne insanın yaşayış koşullarıyla olan ilişkisini tersine çevirecek ve ne de insanın yabancılaş­

masını nesnel tarihsel sürece ve emekçilerin bireyselleşme- lerini buıjuva toplumun devrimci değişmeleri önkoşuluna bağlayacak durumda değillerdi.

ALMAN İdeolojisinin, Feuerbach Üzerine Tezler ile hazır­

lanmış olan Birinci Kısmı, gerçekten de, o zamana kadar toplumsal oluşun açıklanmasının ilkesi olarak yararlanılan felsefi hümanizmin soyut insanı yerine, toplumsal ilişkileri ve onların maddi temelini koyar. Bu durum, Alman İdeoloji­

sin in birinci kısmını, esas olarak polemik niteliğinde olan ve

(11)

Alman ideologlarının eleştirisini sürdüren ve Bruno Bauer, Max Stirner ve gerçek sosyalistleri ilkin yeni zuhur edenler diye damgalayan öteki kısımlarından ayn olarak yayınlama­

yı haklı kılmaya yeter.

Kuşkusuz İngiliz iktisatçılarının ve Fransız sosyalistleri­

nin incelenmesinden, ama aynı zamanda Marx ve Engels in, Paris, Manchester, Londra devrimcileriyle kurdukları te­

maslardan esinlenen Tezler. sezgisel materyalizmi, doğal in­

sanbilimi ve foverhaheı hıimanigmin pedagojik vanılsamala7 rını reddeder. Unun din eleştirisinin dargörüşlülüğünü orta­

ya koyarak, özellikle pratiği toplumsal yaşamın ve bilginin kaynağına oturtur ve komünizmin törel ülküsünü, koşulla­

rın devrimci dönüşümünün gerçek hareketine çevirir.

Ensonu, insan özünün yeni bir anlayışı ortaya çıkar. Bu, artık, yalnızca ideologun zihninde bir varlık olan Robin­

son'vari, doğal ve yalıtık bir bireyin varlığı ile özdeşleşmiş değildir. "Kendi gerçekliği içinde, o, toplumsal ilişkilerin tü­

müdür." Böylece, toplumsal gelişmenin, bu gelişme yasala­

rından habersiz bir bireyin, bu yasalar hakkında edinebile­

ceği tasarımdan farklı olan, nesnel koşullarının incelenmesi!

Marx ve Engels in Avrupa devrimci hareketini örgütlendir­

mek gibi ağır bir görevden artakalan tüm güçlerini ve değer­

li zamanlarını adayacakları bilimsel çalışmanın programı haline gelir.

Her ne kadar tamamlanmamış ve hiçbir zaman yazarla­

rının sağlığında günışığına çıkmamış, basılması amacıyla yeniden gözden geçirilmemiş olsalar da, Alman İdeolojisinin birinci kısmının elyazmalan, Tezler'den daha geniş bir bi­

çimde geliştirilmiş, olumlu bir karşı-düşüncedir. Eğer He- gel'in dediği gibi, ancak yerine başka bir şey konarak o şeyin çürütülebildiği doğru ise, bizzat "I. Feuerbach. Materyalist ve İdealist Anlayışın Karşıtlığı (Giriş)", yeteri kadar açık olan bir eleştiriyi yinelemiyor, ama ondan teorik sonuçlar çı­

karıyor.

Tarihsel materyalizmin doğum belgesi olan bu başlangıç açıklaması, insanlık tarihinin temeline, "kendi geçim araçla­

rını" ve bunlarla da "kendi maddi yaşamlarını" sürdürmek için üretimde bulunan canlı varlıkları oturtur. Bu bireyler, yalnızca, çalışmalarıyla değiştirdikleri doğa ile ilişkilere gir­

mekle kalmazlar, ama işbölümünde ve değişimde, kendileri­

(12)

nin bilmedikleri, toplumsal ilişkiler kurarlar. Onların üret­

ken çalışması, üretici güçleri geliştirir ve buna uygun düşen mülkiyet biçimini belirler. Bu çalışma, yeni gereksinmeler doğurur ve işin durmadan değişen örgütlenmesi insan cinsi­

nin yeniden üretiminin ve ailenin düzenlenişinin toplumsal koşullarını da belirler.

Böylece, tarihin akışı, büyük adamların eylemleri ile keyfî kazanımlarla ya da, az ya da çok verimli ideolojilerle açıklanmaz. Bu, toplumsal ilişkilerdeki dönüşümlerin, sınıf egemenliğinin farklı biçimlerinin ve bunun gibi hangi sınıf­

tan olurlarsa olsunlar, bütün bireylerin maddi ve manevi ya­

şayış tarzlarının nedeni olan üretimin gelişmesine bağlıdır.

Marx ve Engels, ilk kez, kuşkusuz iki yıl sonraki Komü­

nist Partisi Manifestosu'ndakinden daha az belirgin, ama o zaman için daha geniş, önemli bir tarih tablosu çiziverirler.

Onların, üretici güçler ile toplumsal ilişkilerin diyalektik ge­

lişmesi üzerindeki incelemeleri, birbiri ardından gelen dü­

zenlerin zincirleme sıralanışını şematize eder: kabile (aşiret, tribale) mülkiyeti^”antflT sistem, feodal sistem ve burjuva toplumu.

Bu gelişmeyi, üzerinde ulusların biçimlendiği ve görü­

nüşteki bağımsızlıklarına karşı toplumda sınıf egemenliğini ifade eden ve güvence altına alan devletlerin oluşturduğu te­

melde yaparlar. Onlar, ayrıca, bu gelişmeyi, dilin aracılığıy­

la insanlar arasında bilinçli ilişkilerin doğduğu ve zenginleş­

tiği yer olarak, egemen sınıfın fikirlerini taşıyanların ağır bastığı ideolojilerin hazırlanma yeri olarak görürler.

Aralarında biyolojik temelden başka hiçbir somut temel bulunmadığından, hayvanlar, kendi aralarında, insanlara özgü gerçek ilişkilerin hiçbirini kurmuyor ve geliştirmiyor- larsa, bu, insan ilişkilerinin öznel ve manevi olmaktan önce nesnel ve maddi olmadıkları, yani ekonomik ve toplumsal ol­

madıkları anlamına gelmez. "Yaşamı belirleyen bilinç değil, tersine, bilinci belirleyen yaşamdır."

öylese, bir bilincin özerkliği, bir özel fikirler tarihi ya da bir yüce devlet hayatı inancı, tamamen yanılsamadır Tari­

hin devindiricisi, ancak, toplumun ve onu oluşturan bireyle­

rin maddi yaşamının üretimi ve yeniden üretimi koşulları­

nın tümü olabilir. İşbölümü, zihinsel etkinliği, iş aletlerinin ve tüketim mallarının maddi üretiminden ayırdığı içindir ki,

(13)

ideologlar, fikirlerin gerçek kökeni konusunda yanılabiliyor­

lar, idealizme kapılabiliyorlar ve dünyayı başaşağı koyabili­

yorlar.

Onun için Alman ideolojisi, burada, hem toplumsal bir aldatmaca olarak, hem de burjuva toplumunun zorunlu bir ürünü olarak ele alınmış ve eleştirilmiştir. Şu halde tarihsel materyalizm, toplumsal gelişmenin maddi temelini fikirlerin hareketine bağımlı kılarak, bu gelişmenin ilkelerini mutlak Tin'in ya da Oz Bilinç'in gizleri içinde arayan her türlü kur­

gudan olduğu gibi, tarih felsefesinden de aynlır.

Ama tarihsel materyalizm, İnsan felsefesine de, bu son felsefe serüvenine de karşıdır. Bireyin yabancılaşması, ne ilk insanın doğasının bozulmasıdır, ne de cinsil bir varlığın, insanlıktan çıkaran (déshumanisante) bir tarihin ardarda gelen değişiklikleri boyunca, maddi ve manevi, kendini yitir­

mesidir. Tam tersine, insan varlıklarının bireyselleşmesi, ve kişiselleşmesi, tarihsel hareketin, ele alınan döneme göre ve her sınıf için özgül olarak sınırlandırılmış ürünleridirler. Do­

layısıyla, bunlar toplumsal ilişkilerin tümüne, insanın nes­

nel özüne bağlıdırlar; bireylerin tekyanlı ve sınırlı gelişmele­

rinin sorumluluğu insanın bu nesnel özüne aittir.

Burjuva toplumda, tamamıyla toplumsal mülk edinme­

den dışlanan proleterler tam bir yabancılaşmaya uğrarlar*

Ama "yoksulluk" (paupérisme) skandali, devrimin devindiri- oisi değildir. Savaşmak üzere örgütlenme yeteneğinde dev­

rimci bir sınıfın varlığı, Marx ve Engels in bir bilim düzeyine yükseltmeye çalıştıkları devrimci fikirlerin varlığı, kapita­

list topluma sımsıkı bağlıdırlar. Devrimci sınıfın ve devrimci fikirlerin varlıkları, buıjuva ilişkilerin evrenselleşmesini, sı­

nai ve kolektif üretimde çok yüksek bir işbölümü düzeyini ve aynı zamanda sömürülen işçi sınıfının ileri ülkelerin üreti­

minde üstün bir rol oynamasını önceden varsayarlar. Yalnız bu nesnel koşullardır ki, proletaryaya kendi kendini kurtarı­

şının gerçek perspektiflerini açarlar ve hümanizmi ahlaki (éthique) güçsüzlükten siyasal etkinliğe geçirirler, çünkü bu nesnel koşullar, devrimci güçlerin uyumlu ve bilinçli savaşı­

mını olanaklı kılarlar.

Bireyler olarak proleterlerin bunun bilincinde olmaması.

bütünüyle proleter sınıfın tarihsel görevlerini hiçbir surette tartışma konusu yapamaz.ŞGelismis burjuva toplumu yeni

(14)

tipte bir devrimin temelini oluşturur, bu devrim bir özel mülkiyet düzeninin yerine başka bir özel mülkiyet düzeni koymayacaktır, bütün üreticilerin özgür ortaklaşmalarını ör- gütlendinnek iizşre sınıf egemenliğini ortadan kaldıracaktır.

Demek oluyor ki, devrimci bir bilinçlenmenin ve sonucu bler bireye, ilkönce de proletere, komünist toplumda "kendi kişi­

liğini gerçekleştirme" olanağını sağlayacak olan bir savaşı­

ma etkin olarak katılmanın zamanı gelmiştir. Bunun içindir ki, proletaryanın talepleri boş laf değildir. Bu talepler yük­

sek ve gerçekçi, evrensel bir zorunluluğu ifade ederler, geç­

mişin sömürülen sınıflarının savaşımı, ilerici ideolojilerine karşın bu zorunluluğu ileri sürememişti.

Demek ki, yeni —devrimci— bir bilimin, bu yüzden de Marx ve Engelsin örgütlenmiş işçilerin ve daha şimdiden onların görüşlerini benimsemiş olan aydınların hizmetine hemen sunmak istedikleri bir bilimin öncülleri, sağlam bir şekilde saptanmıştı: bireylerin burjuva toplumunda yabancı­

laşması üzerine betimleyici nitelikte bilgilerin yerine şimdi artık tarihsel materyalizmin kategorileri, tarihi, bilim düze­

yine yükselten bir araştırma alanının sınırlarını çiziyor.

Marksizmin gebelik dönemi, sona ermiş bulunuyor.

BÖYLE bir değişme, marksizmi genç Marx'in geçici gö­

rüşleriyle özdeşleştirmeye özenenleri sıkıntıya sokar. Onun için, genellikle, tezlerini, Alman İdeolojisini sessizce geçe­

rek, ahlakçı (moraliste) Marx üzerine ya da gelecekteki, pro­

letaryanın bir mutluluk çağı inancının yalvacı Marx üzerine kaleme alırlar, çünkü Alman İdeolojisi devrimci proleterle­

rin zorunlu ve meşru savaşımının nesnel ye somut koşulları­

nın tahliline azimle ve geri dönülmez bir biçim de gi rişenTıır yapıttır.

Bu yapıt, tarihsel materyalizm ile ahlaki (moral), dinsel ya da felsefi ülküler arasına kabul edilemeyecek benzerlikler yerleştirmek için yapılan bütün girişimleri kıyasıya mah­

kum eder. Emeğin sömürüsünün ve emeğin kurtuluşunun, suç ve onun bedeli ile günah ve onun kefareti ile ortak hiçbir yanı yoktur. Tarih, ne evrensel bir ahlakın (éthique) somut­

laşmasıdır, ne de felsefi insanbilimde (antropoloji) önceden tasarlanmış bir insan doğasının gittikçe insan cismine bü- rünmesidir.

(15)

Demek ki, bu metne söylemediği şeyleri söyletmeye kalk­

mak boşunadır. Marx tanıtmadan önce uzun süre bilinç dışı kalan toplumsal ilişkiler, keşfedilmelerinden önce var oldu­

ğu gibi sonra da nesnel olarak vardırlar. Bu ilişkiler, bilinçli olarak kurulmuş karşılıklı-öznel ilintiler ve bireylerin her­

hangi bir özlem uyarınca değiştirmeyi kuracağı ilintiler de­

ğillerdir. Marx, onları,

bir üretici güçler toplamı, tarihsel olarak yaratıl­

mış ve her kuşağa kendinden önce gelen kuşak tara­

fından aktarılmış, bireylerin doğa ile ve kendi arala­

rındaki bir ilişki; bir yandan yeni kuşak tarafından gerçekten değiştirilen, ama, öte yandan da, yeni kuşa­

ğa kendi yaşam koşullarını emreden ve ona belirli bir gelişme, özgül bir nitelik veren bir üretici güçler, ser­

mayeler ve koşullar kitlesi."

olarak kavramıştır.

İşte "kişisel" bir yoruma, "insanda temel olan" üzerine revizyonist spekülasyonlara yer bırakmayan bir açıklama!

Ama toplumsal ilişkilerin nesnelliğinden, hemen aceleci davranarak, marksizmin anti-hümanist olduğu sonucuna varmayalım. Felsefî hümanizm bilgisi, iktisatçıya, tarihçiye, toplumbilimciye ve militana, marksizmin kavramlarından sağladığı teorik yardımlardan hiçbirini veremezse de, kendi­

liğinden anlaşılır ki, materyalist tarih anlayışının pratikteki sonucu, devrimci savaşımda cisimleşmiş bir hümanizmdir.

Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırmaya yöne­

len, toplumsal emeğin uyumlu bir biçimde örgütlendirilmesi- ni, bireylerin özgürce açılıp gelişmesini amaçlayan bir hü­

manizmden daha gerçek bir hümanizm yoktur. "Pratik ma- teryalizm"de somutlaşmış hümanizmden başka hangi hüma­

nizmin daha iyi bir temelde, daha tam bir nesnelleşmede gözü olabilirdi? Bilim, hümanizmi kurgudan (spéculation) kurtarır, ve onu yoketmeksizin değiştirir; bilinçli devrimci pratik, onu, bütün emekçilerin toplumsal, siyasal ve manevi istemlerinin ideolojik ifadesi yapar.

Eğer hümanizm, açıklama ilkesi değil de ifade ise, Marx ve Engels'in* felsefî ön-varsayımlar olmaksızın tarihsel bir hümanizm içinde idealizmi ve materyalizmi aynı zamanda aşmış olacakları, hatta bütün felsefeyi ortadan kaldırmış olacakları fikrini reddetmek için, ekleyeceğiz ki, bu kadarı

(16)

yeter. Marx'in idealizm okullarına olduğu kadar duyumcu (sansualiste) ya da mekanikçi materyalizme de karşı çıkma­

sı, onun felsefi bir kayıtsızlığa düştüğü anlamına gelmez. O daha çok materyalizmi toplumsal oluşun bilimsel —nesnel ve diyalektik— tahliline kadar genişleterek ona tamamlan­

mış biçimini vermiştir.

Marx, kapitalist düzen konusunda çok ilerilere kadar gö­

türdüğü görgül (empirique) bir incelemeye sıkı sıkıya sarıldı­

ğı için olgucu (positiviste) olmakla da suçlanamaz. Onun suç saydığı şey bir yandan tarihsel sürecin nesnel belirlemeleri­

ni düşünme yeteneğinde olmayan görgücülük, bir yandan da tarih felsefesinin kurgulandır.

"Gerçeğin kendisi ortaya konduğunda, özerk felsefe varlık ortamını yitirir. Onun yerini, olsa olsa insanla- nn gösterdikleri tarihsel gelişmenin gözlemlenmesin­

den çıkartılabilecek en geneİ sonuçlann bir sentezi alabilir. Bu soyutlamalar, gerçek tarihten kopartıla­

rak kendi başlanna ele alındıklarında hiçbir değer ta­

şımazlar. Olsa olsa tarihsel malzemenin daha kolay sınıflandınlmasını, ayn ayn tabakalannın sıralanışı­

nı göstermeye yarar. Ama hiçbir biçimde, felsefenin yaptığı gibi, tarihsel çağlan güzelce düzenlemeyi sağ­

layabilecek bir reçete, bir şema veremezler. Tersine, güçlük, ancak bu materyal, ister tamamlanmış bir çağ sözkonusu olsun, ister içinde bulunulan zaman olsun, incelemeye, sınıflandırmaya ve onu gerçek bir biçimde ortaya koymaya konulduğu zaman başlar."

Demek ki, soyut felsefenin ve tarih üzerine önsel yargıla­

rın işi bitmiştir, ama, somut incelemeler gerektiren gerçek tarihin yapılarının ve "toplumsal ilişkilerin" değişik tipleri­

nin felsefi anlamda kavramlaştırılmasına olanca hızını ver­

mek üzere bitmiştir. Tarihsel materyalizm, tüm toplumsal biçimlenmelere özgü özelliklerin, bunlar arasındaki bağlan­

tıların kavranmasını sağlayan, ve bunların herbirinin tahli­

line zorunlu uygulanışının her seferinde özgülleştirilmesi ve zenginleştirilmesi gereken nesnel olarak düşünülmüş bir fel­

sefi kategoriler temelidir. Tarihsel materyalizm, felsefenin bütünleyici bir parçası, toplumsal pratiğin ve bilimin genel anlayışı, bilimsel sosyalizmin teorik temelidir. Eğer bundan böyle sözkonusu olan, dünyayı yalnızca yorumlamak değil de değiştirmekse, bu dönüşümün teorisi, bu yüzden bilimsel

(17)

bir statü kazanan ve verimli bir hedefe yönelen yeni bir fel­

sefenin konusudur: doğayı ve tarihi kucaklayan materya­

lizm, nesnel diyalektiği olduğu gibi bilgi teorisi biçiminde öz­

nel diyalektiği de çözülmezcesine içeren marksist-lem.ıist felsefenin konusudur.

Hümanizm ve felsefe üzerine bu düşünceler, bizi, başka bir yanılgıya karşı, Marx'in ve Engels'in, ideolojinin tarihi yoktur yolundaki sözünden, ideolojinin soyut olarak zaman dışında olduğu ve üstelik onun, bütünüyle aldatıcı bir işlevi bulunduğu fikrinin çıkarılmasından doğan yanılgıya karşı uyanık davranmaya zorlar I Daha önce Marx, fikirlerin, yı­

ğınlar onlara sahip olduğu zaman maddi güçler haline geldi­

ğini yazmıştı. O, burada, devrimci fikirlere, özellikle bilimsel olanlara önem veriyor, ve ideolojinin, çıkarlarını ifade ettiği sınıfa göre gerici olsun, ilerici olsun, göreli olarak pratik bir önemi olabileceğini kabul ediyor. İdeologlara karşı, ideoloji­

nin kendine özgü bir tarihi olmadığını, ideolojideki ve buna uygun düşen bilinç biçimlerindeki değişikliklerin nesnel top­

lumsal dönüşümlerle belirlendiğini gösterir. Ama o hiçbir za­

man fikirlerin rolünü küçümsemiyor, bunları boş hayaller durumuna indirgemiyor. Hiçbir yerde, o, fikirlerin yapıları­

nın ve içeriklerinin değişmez olduğunu ve yeni bilimsel kat­

kılara kapalı bulunduğunu ileri sürmüyor. Onun kendi evri­

mi, zaten, üretim ile her ikisi de her zaman şu ya da bu tarz­

da toplumsal gerçekliği yansıtan ideolojilerin aldatıcı biçim­

leri ve nesnel biçimleri arasında, mevcut olan çapraşık ilişkilerin en doğrudan kanıtıdır. Bu andan başlayarak yap­

tığı eleştiri, yalnızca polemik değil, aynı zamanda, teorik bir anlam da kazanıyor. Onun öğretim yöntemi eğilimi, tarihsel materyalizmi, ekonomist, formalist ve diğer benzeri küçült­

me çabalarının tümünü geçersiz kılıyor.

Bilim, Marx'in daha sonraları söyleyeceği gibi, sarp yol­

lardan geçer. Burada, onun koyduğu yorumlama sorunları dolayısıyla, tarihsel materyalizmin hem lafzını, hem ruhunu uzaktan ya da yakından reddeden bunca öğretiden kendisini ayırdeden her şeyi tam olarak değerlendirebilmek için sü­

rekli ve derin bir incelemeyi gerektirdiği görülür.

__ ALMAN İdeolojisi, ne kadar yeni olursa olsun, gene de Marx ve Engelsin bile bUe "farelerin kemirici eleştirisi'ne

(18)

terkettikleri, ancak bir geçiş yapıtıdır, Birçok deyim, örneğin sivil toplum (société civile) deyimi, devrini tamamlamış ve az sonra da bırakılmış bir terminolojiye aittir. Başka deyimler de değişik bölümlerde tam aynı anlama gelmemektedirler.

Üstelik, kitabın polemik özelliği, öğretiye ilişkin durumla­

rındaki çelişkileri daha iyi görülebilir bir biçimde ortaya ko­

yabilmek bakımından o, dilini benimsemek zorunda kaldığı karşı tarafin söz dağarcığından yararlanmaya zorlanmakta- dır.

Ayrıca ve özellikle tarihsel materyalizmin yeni kavram­

ları henüz biçimlenme halindedir; bunların herbirinin ayrı ayrı belginlikleri, karşılıklı ilişkilerin işlem bakımından uy­

gunluğu, 1859'da, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'mn

"Önsöz'Ünde işlenmiş sunuşun düzeyinde değildir henüz.

Birkaç örnek bunu gösterir. Her şeyden önce, burada, üretim tarzı, iktisadi temel ve üstyapı gibi bellibaşlı terim ve kavramlar yoktur. Üretici güçleri oluşturan öğeler açık ve kesin biçimde belirlenmemiştir. Marx ve Engels, henüz do­

ğal aletleri, uygarlığın yarattıklarından ayırmaktadırlar. İn­

sanı, onun çalışma alışkanlıklarını ve deneyimini, onun us­

talığını, her zaman üretici güçler içinde toplamıyorlar. Böyle bir kararsızlık, işgücü ve işgücünün üretim koşullarının tah­

lilini, yeni yeni ele almakta olduklarını gösterir. Onlar, kur­

gusal teoriyi atmış olmakla birlikte, insanın ampirik tasarı­

mı ile ekonomik-toplumsal insan anlayışı arasındaki yolun ortasındadırlar.

Çalışma, kimi zaman insanların değişik biçimdeki eyle­

mi (üretim, ticaret; siyasal, ideolojik, vb. pratikler), kimi za­

man da ortadan kaldırılması gereken bir zorunluluk olarak başka türlü kavranmaktadır. Emeğin biçimleri, üretken emek ve üretken olmayan emek olarak henüz ayırdedilmedi- ği gibi, çalışmamn sınıflı toplumlarda zor yoluyla sağlanma­

sı ile komünist toplumda kapsamlı bir gereksinmenin tatmi­

ni olarak kavranışı birbirinden ayırdedilmemektedir. Değer yasası, artı-değer ve sermayenin üretimi ve yeniden-üretimi mekanizması bilime kazandırılmadıkça, işbölümü ve özel mülkiyet, temel nedenlerine bağlanmamıştır ve bağlana­

mazdı da..

Aynı biçimde, "üretim ilişkileri" gibi temel bir kavramın nesnel ve kesin belirlenmelerinin tahlili de yoktur. Annen-

(19)

kov'a yazdığı Aralık 1846 tarihli mektubunda Marx, — Fransızcaya ticaret olarak çevrilen Almanca Verkehr* sözcü­

ğünün belirsiz genelliğine uygun olarak— hâlâ "toplumsal ilişkiler'den sözedecek ve bu deyimle insanlar arası nesnel ve öznel, maddi ve manevi bütün ilişki biçimlerini: iş ilişkile­

rini, değişim, mülkiyet, vicdan ilişkilerini, bireyler, gruplar, uluslar ve devletler arasındaki ilişkileri kastedecektir.

Marksist anlamıyla sınıf kavramı —üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin iç özel belirlenmesi— henüz biçimlenmemiştir ve sınıf savaşımı tarihin devindiricisi ola­

rak açıkça tanımlanmamıştır. Bundan, 1848'de Manifes­

to'n\ın yazılmasında nasıl büyük bir ileri adım atıldığını an­

layabiliriz.

Bununla birlikte, bu kavramların olgunlaşmamış olması­

na, geçici eksikliklerine ya da bir kısmının henüz konmamış olmasına karşın, daha şimdiden kazanılmış olan şeyler, da­

ha ilerde verimli bir zenginleşmeye gebedir. Alman ideolojisi ile sonraki yapıtlar arasında hiçbir temel çelişki gösterile­

mez. Bu söylediklerimizden, kitabın birbirinden ayrı ve bir­

birini tamamlayan iki ayrı okumaya bizi zorladığı sonucu çıkmıyor mu?

Terminolojisine sonradan geçerli olan anlamlar vermek çok tehlikeli olacağına göre, kitabı, ilkin daha önceki yapıtla­

rı hangi bakımlardan kesin olarak aştığını arayarak oku­

mak zorunludur. Ama ters yönde de, bu taslağın sınırları, ancak, yazarın olgunluk ve yaşlılık çağının yapıtları biline­

rek yeniden okunduğu zaman en iyi biçimde ölçülebilir. İşçi hareketinin deneyiminden yola çıkılarak kırk yıllık bilimsel eylem ve teorik çalışma, marksist kavramların soy kökeni bakımından incelenmesini gerçekten olanaklı kılmaktadır.

Demek ki Alman İdeolojisinin ekonomik kategorilerinin, biçim değiştirmesini izleyebilmek için ekonomik yazılara.

özellikle, K ap itale gitmek, sorular sormak gerekir. ^Marksist devrim, devfet ya aa proletarya diktatörlüğü teorisi hakkın­

ca bir yargıya varabilmek için Fransa'da İç S avaşı va da öotha Programının Eleştirisi'ni okumak gerekir. Yaşlı En- gels'in mektupları, ideoloji ile toplumların ekonomik temeli arasındaki ilişkilerin derinleştirilmesine yardım ederffeni-

* A lm anca Verkehr sözcüğü, bu T ürkçe çeviride "karşılıklı ilişki" söz­

cükleri ile k arşılan m ıştır. —E d.

(20)

kantçı uyanışa kar.şı yazılmış olan Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, diyalektik ve tarihsel ma­

teryalizm ile, daha 1845'te savaşılan buıjuva felsefesi ara­

sındaki teorik aynlık hakkında daha kesin ve daha tam bir değerlendirme sağlar.

Onun için, Alman İdeolojisi'nin ilk bölümünün, marksist teori ile kısa bir karşılaşma fırsatı olmamasını, tersine, bu­

nun nesnel ve eleştirel bir incelemenin başlangıç noktası ol­

masını dileyelim. Bu ilk bölüm, okuru, kaynaklarının tahlili üzerine zengin görüşler içeren kitabın tümünün okunmasına özendirir. Bu ilk bölümü, mantıksal olarak, Marx ve En- gels'in başlıca yapıtlarının okunması izlemelidir.

Çünkü onların düşüncesi, marksizmin kurucularına, her zaman insanların anılarında kazılı olarak kalacak "dev bo­

yutları" vermiş olan zorlu bir bilimsel çalışma ile siyasal bir pratiğin karşılıklı etkisi içinde durmadan ilerlemiştir.

JA C Q U ES MİLHAU

(21)

KARL MARX

[FEUERBACH ÜZERİNE TEZLER“] W 1. Feuerbach'a İ l i ş k i n

1

Şimdiye kadarki tüm materyalizmin (Feuerbach'ınki da­

hil) başlıca kusuru, nesnenin [Gegenstand], gerçekliğin, du- yumluluğun [Sinnlichkeit]', duyumsal insan faaliyeti, pratik [Praxis] olarak değil, öznel olarak değil; yalnızca nesne [Ob­

ject] ya da sezgi [Anschauung] biçiminde kavranmasıdır. Bu­

nun içindir ki, etkin yön, soyut olarak, materyalizmin tersine,

—gerçek duyumsal faaliyeti bu biçimiyle doğal olarak tanıma­

yan— idealizm tarafından geliştirilmiştir. Feuerbach, duyum­

sal nesneler —düşünsel nesnelerden [Gedankenobjecte] ger­

çekten ayrı nesneler— ister: ama insan faaliyetinin kendisini nesnel faaliyet olarak kavramaz. Bunun içindir ki, "Hıristi­

yanlığın Özünde, yalnızca teorik tutum, hakiki insan tutumu olarak görülür, pratik ise ancak iğrenç yahudice görünümüyle kavranır ve sabitleştirilir. O nedenle de, "devrimci", "pratik- eleştirel” faaliyetin önemini anlamaz.

11 M arx in özgün m etni. -E d .

(22)

Nesnel hakikatin insan düşüncesine atfedilip atfedilmeye- ceği sorunu — bir teori sorunu değil, pratik bir sorundur. İn­

san, hakikati, yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini [Disseitigkeit] pratikte karatlamalıdır. Pra­

tikten yalıtılmış düşüncenin gerçekliği ya da gerçeksizliği ko­

nusundaki tartışma, tamamıyla skolastik bir sorundur.

3

Koşulların değiştirilmesine ve eğitime ilişkin materyalist öğreti, koşulların insanlar tarafından değiştirildiğini ve eğiti­

cinin kendisinin de eğitilmesi gerektiğini unutur. O nedenle, toplumu —biri diğerinin üstünde yer alacak biçimde— iki kıs­

ma ayırmak durumunda kalır.

Koşulların değiş[mesi] ile insan faaliyetinin ya da insanın kendisinin değişmesinin örtüşmesi, ancak devrimci pratik bi­

çiminde kavranırsa ussal olarak anlaşılabilir.

4

\ Feuerbach, dinsel kendine-yabancılaşma olgusundan, dünyanın biri dinsel dünya, ötekisi cismani dünya olmak üze­

re ikileşmesi olgusundan hareket eder.) Onun uğraşı, dinsel dünyayı, cismani temeline oturtmaktan ibarettiç. Ama cisma- nî temelin kendi kendinden koparak özerk bir krallık gibi bu­

lutlara yerleşmesi, ancak bu cismani temelin içsel çekişmesi ve iç çelişkisiyle açıklanabilir. Öyleyse bu da, hem kendi için­

de, hem iç çelişki olarak anlaşılarak, pratik içinde devrimci- leştirilmelidir. Demek ki, örneğin, dünyevi ailenin, kutsal ai­

lenin gizi olduğu bir kez keşfedilince, bu kez de bu birincisinin teorik ve pratik olarak yok edilmesi gerekir.

5

Soyut düşünceyle tatmin olmayan Feuerbach, sezgi ister;

ama duyumluluğu, duyumsal-insanın pratik faaliyeti olarak kavramaz.

2

(23)

6

Feuerbach, dinsel özü, insan özüne indirger. Ama insan özü, tek tek her bireyin doğasında bulunan bir soyutlama de­

ğildir. Bu öz aslında, toplumsal ilişkiler bütünüdür.

Gerçek özün eleştirisine girmeyen Feuerbach, dolayısıyla:

1. Tarihsel akıştan koparak dinsel duyguyu kendi içinde sabitleştirmek ve soyut —yalıtılmış— bir insan bireyini öncül- leştirmek zorunda kalır.

2. O nedenle, bu öz, olsa olsa, "tür" olarak, birçok bireyi doğal biçimde birbirine bağlayan içsel, dilsiz genellik olarak kavranabilir.

7

İşte bu nedenledir ki, Feuerbach, "dinsel duygunun ken­

disinin bir toplumsal ürün olduğunu ve tahlil ettiği soyut bire­

yin, belirli bir toplumsal biçime ait olduğunu görmez.

8

Her toplumsal yaşam, özünde pratiktir. Teoriyi gizemcili­

ğe götüren bütün giz’ler, ussal çözümlerini, insan pratiğinde ve bu pratiğin kavranmasında bulur.

9

Sezgisel materyalizmin, yani duyumluluğu pratik faaliyet olarak kavramayan materyalizmin vardığı en üst nokta, tek tek bireylerin ve "sivil toplum'un sezgisidir.

10

Eski materyalizmin bakış açısı, sivil toplumdur, yeni ma­

teryalizmin bakış açısı ise, insan toplumu ya da toplumsal in- sallıktır.

11

Filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumladı­

lar, sorun onu değiştirmektir.

(24)

KAHL MARX

[FEUERBACH ÜZERİNE TEZLERb]

1. Feuerbach'a İliş kin

1

Şimdiye kadarki tüm materyalizmin —Feuerbach'ınki da­

hil— başlıca kusuru, nesnenin [Gegenstand], gerçekliğin, du- yumluluğun [Sinnlichkeit], duyumsal insan faaliyeti, pratik [Praxis] olarak değil, öznel olarak değil; yalnızca nesne [Ob­

ject] ya da sezgi [Anschauung] biçiminde kavranmasıdır. Etkin yönün, materyalizmin tersine, idealizm tarafından —ama yal­

nızca soyut olarak, çünkü idealizm gerçek, duyumsal faaliyeti bu biçimiyle doğal olarak tanımaz— geliştirilmiş olmasının nedeni budur. Feuerbach, duyumsal nesneler, düşünsel nesne­

lerden [Gedankenobjecte] gerçekten ayn nesneler ister; ama insan faaliyetinin kendisini nesnel faaliyet olarak kavramaz.

Bunun içindir ki, "Hıristiyanlığın Özu’nde, yalnızca teorik tu­

tum, hakiki insan tutumu olarak görülür, pratik ise ancak iğ­

renç yahudice görünümüyle kavranır ve sabitleştirilir. O ne­

denle de, "devrimci," "pratik-el eştir el” faaliyetin önemini anla­

maz.

b Engels'in basıma hazırladığı metin. —Ed.

(25)

Nesnel hakikatin insan düşüncesine atfedilip atfedileme- yeceği sorunu, bir teori sorunu değil, pratik bir sorundur. İn­

san, hakikati, yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini [Disseitigkeit] pratikte kamtlamalıdır. Pra­

tikten yalıtılmış bir düşüncenin gerçekliği ya da gerçeksizliği konusundaki tartışma, tamamıyla skolastik bir sorundur.

3

İnsanların koşulların ve eğitimin ürünü oldukları, dolayı­

sıyla değişik insanların başka koşulların ve farklı eğitimin ürünü oldukları biçimindeki materyalist öğreti, koşulların in­

sanların kendileri tarafından değiştirildiğini ve eğiticinin ken­

disinin de eğitilmesi gerektiğini unutur. O nedenle, toplumu, biri diğerinin üstünde yer alacak biçimde, iki kısma ayırmak zorunluluğuyla karşı karşıya gelir. (Örneğin Robert Owen'da.)

Koşulların değişmesi ile insanın faaliyetinin değişmesinin örtüşmesi, ancak altüst edici pratik biçiminde kavranıp ussal olarak anlaşılabilir.

4

Feuerbach, dinsel kendine-yabancılaşma olgusundan, dünyanın biri dinsel, tasarlanmış dünya, ötekisi gerçek dünya olmak üzere ikileşmesi olgusundan hareket eder. Onun uğra­

şı, dinsel dünyayı, cismani temeline oturtmaktan ibarettir.

Ama bu uğraşı sonuca ulaştırdığında, yapılması gereken esas işin hâlâ el atılmayı beklemekte olduğunu görmez. Cismani temelin kendi kendinden koparak, özerk bir krallık gibi, bu­

lutlara yerleşmesi olgusu, ancak bu cismani temelin içsel çe­

kişmesi ve iç çelişkisiyle açıklanabilir. Öyleyse bu da ilkin kendi çelişkisi içinde anlaşılmalı ve ardından da bu çelişkinin kaldırılmasıyla pratik içinde devrimcileştirilmelidir. Demek ki, örneğin dünyevi ailenin, kutsal ailenin gizi olduğu bir kez keşfedilince, bu kez de bu birincisinin teorik olarak eleştiril­

mesi ve pratik olarak altüst edilmesi gerekir.

2

(26)

5

Soyut düşünceyle tatmin olmayan Feuerbach, duyumsal sezgiye başvurur; ama duyumluluğu, duyumsal-insanın pratik faaliyeti olarak kavramaz.

6

Feuerbach, dinsel özü, insan özüne indirger. Ama insan özü, tek tek her bireyin doğasında bulunan bir soyutlama de­

ğildir. Bu öz aslında, toplumsal ilişkiler bütünüdür.

Gerçek özün eleştirisine girmeyen Feuerbach, dolayısıyla:

1. Tarihsel akıştan koparak, dinsel duyguyu kendi içinde sabitleştirmek ve soyut —yalıtılm ış— bir insan bireyini öncül- leştirmek;

2. O nedenle, bu özü, olsa olsa, "tür" olarak, birçok bireyi salt doğal biçimde birbirine bağlayan içsel, dilsiz genellik ola­

rak kavramak zorunda kalır.

7

îşte bu nedenledir ki, Feuerbach, "dinsel duygu"nun ken­

disinin bir toplumsal ürün olduğunu ve tahlil ettiği soyut bire­

yin, belirli bir toplumsal biçime ait olduğunu görmez.

8

Toplumsal yaşam, özünde pratiktir. Teoriyi gizemciliğe saptıran bütün giz'ler, ussal çözümlerini, insan pratiğinde ve bu pratiğin kavranmasında bulur.

9

Sezgisel materyalizmin, yani duyumluluğu pratik faaliyet olarak kavramayan materyalizmin vardığı en üst nokta, tek tek bireylerin "sivil toplum" içindeki sezgisidir.

10

Eski materyalizmin bakış açısı, "sivil" toplumdur; yeni materyalizmin bakış açısı ise, insan toplumu, ya da toplum-

(27)

sallaşmış insallıktır.

Filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumladı­

lar, oysa sorun onu değiştirmektir.

11

(28)

ALMAN İDEOLOJİSİ

FEUERBACH, B. BAUER VE STIRNER'İN TEMSİL ETTİKLERİ MODERN ALMAN FELSEFESİNİN

VE

ÇEŞİTLİ PEYGAMBERLERİNİN ORTAYA KOYDUKLARI BİÇİMİYLE ALMAN s o s y a l i z m in i n

e l e ş t i r i s i

(29)
(30)

Ö N S Ö Z

İNSANLAR, şimdiye kadar, kendileri hakkında, ne olduk­

ları ya da ne olmaları gerektiği hakkında her zaman yanlış fikirlere sahip olmuşlardır. Sahip oldukları ilişkileri, Tanrı hakkındaki, normal insan hakkındaki vb. tasarımlarına uy­

gun olarak düzenlemişlerdir. 1 Kendi heyinlerinin ürünler^, onları yaratan beynin üstüne çıkmıştır. [Tanıtıcılar, kendi yarattıîi arifeyle?önün<ieTecdeye varmışlar d it öyleyse on-

’ Ian, boyunduruğu altında ezildikleri kuruntmardan.lfikir­

lerden. dogmalardan, hayalî yaratıklardan kurtaralım. Fi­

kirlerin egemenliğine karşı başkaİdıralımjiBiri, insanlara bu yanılsamaları değiştirip, yerine insanın özüne uygun düşen düşünceler koymayı öğretelim diyor, bir başkası, bu yanılsa­

malara karşı eleştirici bir tutum almayı öğretelim onlara di­

yor, bir üçüncüsü ise, bunları kafalarından çıkarıp atmalan-

(31)

nı öğretelim diyor ve — bugünkü gerçekliğin böyle çökeceği­

ni iddia ediyorlar, i

Bu masum ve çocuksu düşler genç-hegelcilerin bugünkü felsefesinin çekirdeğini oluştururlar; ki bu felsefe, Alman­

ya'da, kamuoyunca korkuyla karışık.bir saygı ile karşılan­

makla kalmıyor, ama felsefi kahramanların kendileri tara­

fından, canice sertlikteki bu fikirlerin dünya için devrimci bir tehlike taşıdığı inancı içinde, büyük bir ciddiyetle sunu­

luyor. Bu kitabın birinci cildinin amacı, kendilerini kurt sa­

nan ve başkalarının da kurt sandıkları bu koyunların ne ol­

duklarını ortaya koymak, onlann meleyişlerinin Alman bur­

juvalarının tasarımlarının felsefi bir dille yinelenmesinden başka bir şey olmadığını ve bu felsefi yorumcuların palavra­

cılıklarının, Alman gerçekliğinin zavallı yoksulluğunu yan­

sıtmaktan başka bir anlam taşımadığını göstermektir. Bu cilt, Alman ulusunun hoşlandığı, düşlerle dolu uyuklamaya pek uygun düşen, gerçekliğin gölgesine karşı yürütülen bu felsefi savaşın maskaralığını ortaya çıkarmak ve onu bütün saygınlığından yoksun bırakmak amacındadır.

Bir zamanlar, yürekli adamın biri, insanların, salt yerçe­

kim i fikrine saplandıkları için suda boğulduklarını sanıyor­

du. Ona göre, insanlar, örneğin, bunun dinsel, boşinanlara dayanan bir düşünce olduğunu söyleyerek bu fikri kafaların­

dan çıkarıp atsalardı, ondan sonra artık her türlü boğulma tehlikesinden korunmuş olurlardı. Ömrü boyunca, bütün is­

tatistiklerin, sayısız ve boyuna yinelenen tanıtlarla zararlı sonüçlarını kendisine gösterdikleri bu yerçekimi yanılsama­

sına karşı savaştı durdu. Bu saf yürekli adam, modern dev­

rimci Alman filozofları tipinin aynısıydı1.

1 \E lya zm a sm d a çizili pasaj:] A lm an idealizm ini öteki u lu sla rın ideolo­

jisin d e n ayıran hiçbir özgül fa rk y o k tu r. Ö teki u lu sla rın ideolojileri de d ü n ­ yaya fikirlerin egem en olduklarm ı, fikirlerin ve k a v ram ların belirleyici ilke­

ler olduklarını, belirli fikirlerin, m addi d ü n y an ın , filozoflarca an laşılab ilir gizini m eydana g etird ik lerin i d ü şü n ü r.

H egel, olgucu (positif) idealizm e son biçim ini verm iştir. H egel tü m m addi dünyayı b ir fikirler dünyası haline ve tü m ta rih i de b ir fikirler ta r ih i h aline getirm ekle kalm am ıştır. D üşünce n esn elerin in kaydını tu tm a k la ye­

tinm edi, aynı zam anda y a ra tm a fiilini betim lem eye çalıştı.

A lm an filozofları kendi d ü şler alem in d en k u rtu lm a k için silkindikleri zam an, gerçek, fiz[iksel] dünya ta s a rım ın a [...], fikirler d ü n y asın a k a rşı çı­

k a rla r

Almnıı felsefe eleştirm en lerin in hepsi, fikirlerin, ta s a rım la rın , kavram -

(32)

ların, şim diye değin gerçek in s a n la ra egem en olm uş ve o n la n belirlem iş ol­

d uklarını ve gerçek d ü n y an ın , fikirler dünyasının b ir ü rü n ü olduğunu iddia ederler. O n lara göre, bu d u ru m şimdiye k a d a r böyle olagelm iştir, a m a a rtık değişecektir. Bu eleştirm en ler, kendi sabit fik irlerin in ağırlığı a ltın d a ezil­

diğini d ü şü n d ü k leri in s a n la r â81emini k u rta rm a k isteyiş ta r z la r ın a göre birb irlerin d en ay rılırlar, n eleri sab it fikir o larak gördüklerine göre de b ir­

birlerin d en a y rılırlar; o rta k y a n la n bu fikirlerin egem enliğine in a n m a la rı­

dır; is te r kendi bireysel d ü şü n celerin in böyle b ir sonucu elde etm eye y eterli olduğunu sa n sın la r, is te r h e rk e sin bilincini kendi düşüncelerine k aza n m a k istesinler, te k o rta k y a n la rı, kendi eleştirel uslam lam aların ın , kaçınılm az olarak, m evcut d u ru m a son vereceği inancıdır.

G erçek d ü n y an ın fikirsel (ideal) dünyanın ü rü n ü olduğu in a n a , fikirler d ünyasının [...]

K endi d ü n y aları h alin e gelm iş olan hegelci fikirler d ü n y a sm a olan inançlarını y itirm iş olan A lm an filozofları, kendilerine göre, y an i H egel'in y a n ılsa m a sı n a göre, şim diye k a d a r gerçek dünyayı y aratm ış, onu b elirle­

m iş ve on a egem en olm uş o lan düşüncelerin, fikirlerin, a n lay ışların ege­

m enliğine k a rş ı çıkıyorlar. O nlar, b ir protesto çeker ve m ahvolurlar [...]

H egel sistem inde, in s a n la rın gerçek yaşam ım , m addi dün y asın ı, gerçek ilişkilerini m eydana g etiren , belirleyen ve egem enliği a ltın d a tu ta n fikirler, düşünceler, k av ram lard ır. O nun asi öğretilileri, bu postulatı a la ra k [...]

(33)

B İR İN Cİ KISIM

FEUERBACH

MATERYALİST VE IDEALIST ANLAYIŞLARIN KARŞITLIĞI[2]

[I]

[y. 1] Alman ideologlann söylediklerine göre, Almanya, bu son yıllar içinde, daha önce eşi görülmemiş bir altüst olu­

şa sahne olmuş. Strauss[3] ile başlayan hegelci sistemin ay­

rışma süreci, "geçmişin güçleri"nin tümünün içine sürüklen­

dikleri evrensel bir mayalanmayla sonuçlanmış. Bu evrensel keşmekeş içinde, aynı hızla yokolup gitmek üzere güçlü im­

paratorluklar kurulmuş, sıralan gelince kendileri de daha yürekli ve daha güçlü rakipler tarafından karanlıklar içine atılmak üzere kısa ömürlü kahramanlar ortaya çıkmış. Bu, yanında, Fransız Devriminin çocuk oyuncağı gibi kaldığı devrim, Diadokos'lann[4] savaşlannın bayağı şeyler olarak gözüktüğü dünya çapında bir savaşım olmuş. Görülmemiş bir hızla, ilkeler ilkelerin yerini almış, düşünce kahramanla-

(34)

Bütün bunlar, salt düşünce alanında olup bitmiş.2

Elbette ilginç bir olayla karşı karşıyayız: mutlak tinin ayrışması.3 Son yaşam kıvılcımları da söner sönmez bu Co- pu t Mortuum"un* çeşitli bileşenleri ayrışarak yeni birleşim­

ler meydana getirdiler ve yeni tözler oluşturdular. O zama­

na kadar mutlak tinin sömürüsü ile yaşamış olan felsefe imalatçıları şimdi artık bu yeni birleşimlerin üzerine atıldı­

lar. Ve herbiri kendine düşen payı öne sürmek için duyulma­

mış bir çaba gösterdi. Ama bu iş rekabetsiz yürüyemezdi.

İlkten, bu rekabet oldukça ciddi ve buıjuvaca bir biçimde ya­

pıldı. Daha sonra, Alman pazarı doyunca ve bütün çabalara karşın bu meta dünya pazarında alıcı bulamayınca, Alman­

ya'da kural olduğu üzere, ucuz ve taklit üretim yoluyla, kali­

tenin bozulmasıyla, hammaddenin katıştırılmasıyla, sahte etiketlerle, hayalî satışlarla, hatır senetleri kullanmasıyla ve her türlü somut temelden yoksun bir kredi sistemiyle iş çığnndan çıkarıldı. Bu rekabet, sonunda, şimdi bize sanki olağanüstü sonuçları ve kazanımları olan tarihsel bir altüst oluş gibi sunulan ve övülen kıyasıya bir savaşıma vardı.

Ama, namuslu Alman vatandaşının yüreğinde bile hoş bir ulusal duygu uyandıran bu felsefe şarlatanlığını doğru olarak değerlendirmek için, bütün bu genç-hegelci hareketin kısırlığına, tamamıyla sınırlı tekkeci zihniyetine4 ve özellik­

le, bu kahramanların gerçek başarıları ile bu aynı başarıları konusundaki yanılsamaları arasında acıklı-güldürüsel kar­

şıtlığa değgin somut bir fikir vermek için, bütün bu gürültü patırtıyı, Almanya'nın dışından bakan bir görüş açısından incelemek zorunludur.5

2 [E lyazm asında çizili pasaj:] K utsal olm ayan dış d ü nyanın, doğal ola­

rak, b u n d an hiç h ab eri olm am ış, çünkü, dünyayı sa rs a n b ü tü n bu olay as­

lında, an cak m u tlak tin in çözülüp ayrışm ası süreci içinde cereyan etm iş.

3 [E lyazm asında çizili pasaj:] E leştirm en, evlenm elerin ve cenaze tö­

ren lerin in o düzenleyicisi, elb ette ki, eksik olam azdı, o ki, büyük k u rtu lu ş sav a şla rın ın k alın tısı o la ra k ...

4 [E lyazm asında üzeri çizili pasaj:] (ve u lu s a l zihniyetin)

* K im yasal k alın tı. —ç.

5 [E lyazm asında çizili pasaj:] işte bu yüzden, bu h a re k e tin çeşitli tem ­ silcilerinin te k te k e leştirisin d en önce birkaç genel noktaya iş a re tle düşün-

(35)

[1. GENEL OLARAK İDEOLOJİ VE ÖZEL OLARAK ALMAN İDEOLOJİSİ]

[y. 2] En son çabalarında bile, Alman eleştirisi, felsefe alanını terketmedi. Kendi genel felsefi öncüllerini incelemek şöyle dursun, Alman eleştirisinin ele aldığı istisnasız bütün sorunlar, tersine, belirli bir felsefi sistemin toprağından, He­

gel sisteminden fışkırmıştır. Yalnızca yanıtlarında değil, kendi sorunlarında bile bir aldatmaca (mystification) vardı.

Her ne kadar herbiri Hegel'i aştığına yemin ediyorsa da, bu modem eleştirmenlerden bir tekinin bile, hegelci sistemin hiç değilse toplu bir eleştirisini yapmaya kalkışmamış olma­

sının nedeni, Hegel'e olan bağımlılıklarıdır. Onların Hegel'e ve birbirlerine karşı yürüttükleri polemik, şundan ibarettir:

herbiri Hegel sisteminin bir yönünü çekip alır, ve onu, hem sisteminin bütününe karşı, hem de başkaları tarafından çe­

kip alınmış yönlerine karşı çevirir.. Töz gibi, öz-bilinç gibi, saf, bozulmamış hegelci kategorileri seçmekle işe başlandı;

daha sonra, Cins {Genre), Birtek {Unique), İnsan {Homme) vb. gibi daha dünyevi terimlerle bu kategorilere saygısızlık edildi.

Strauss'tan Stirner'e kadar bütün Alman felsefi eleştirisi dinsel anlayışların eleştirisiyle sınırlıdır.6 Hakiki dinden ve gerçek deyimiyle tannbilimden yola çıkılmıştır. Dinsel bilin­

cin, dinsel anlayışın ne anlama geldiği ise, yol alındıkça farklı biçimlerde belirlenmeye başlandı. Kaydedilen ilerle­

me, egemen oldukları öne sürülen metafizik, siyasal, huku­

ki, ahlaki, ve başka alanlardaki anlayışları da dinsel ya da tannbilimsel anlayışlar alanına dahil etmekten; aynı biçim­

de, siyasal, hukuki ve ahlaki bilinci dinsel ya da teolojik bir

çelerim izi belirteceğiz (bu düşünceler bizim eleştirim izin görüş açısının özelliklerini belirtm eye yetecektir, ayrıca bu, onu izleyecek olan bireysel eleştirileri a n la m a k için ve bu eleştirilere tem el h azırlam ak için zo ru n lu ­ dur. Eğer biz bu düşüncelerim izi dosdoğru Feuerbach.'a k arşı yöneltiyorsak, bu, onun hiç değilse belli b ir ilerlem e gösterm iş te k filozof olm asından, y azı­

la n de bonne fois [iyi niyetle] incelenebilecek te k adam olm asındandır): bu düşünceler bu tem silcilerin hepsinde o rtak olan ideolojik ö n v a rsa y ım la n ay­

dınlatacaktır.

6 [E lyazm asında ü stü çizili pasaj.] D ünyanın m u tla k k u rta rıc ısı olm a, dünyayı b ü tü n kötü lü k lerd en k u rta rm a iddiasıyla... Din, hep en b ü y ü k d ü ş­

man, bu filozofları tik sin d ire n h e r şeyin en nihai nedeni o la ra k görülm üş, öyle ele alınm ıştı.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bir kaç yıl son ra da ör güt da ğıl dı; ye ri ni tek tek ulu sal dev let ler öl çe ğin de kit le sel sos ya list ve ko mü nist par ti le rin do ğup kök sal dı ğı ye ni

General Townshend Kutü’l-Amâre çatışması sonrasında geri çekilen Türk birliklerini takip ederek tamamen imha etmeyi planlasa da bunu gerçekleştiremez.. Çünkü

Engels, Paris Komünü'nün 1 89 l 'deki yirminci yıldönümünde, Genel Konseyin Birinci ve İkinci Bildirilerini Fransa'da İç Savaş'ın Vorwarts yayınevi tara­.

Canlılardaki doğal davranışlar, genel olarak canlıların sonradan öğrenmeyip kalıtsal olarak sahip oldukları davranış biçimleridir.. Hayvanlar yaşam ve

Yabancı sermayeye ilâç aktif maddeleri yapmaları hususundaki telkinler üzerine karşı tedbir o'arak yabancı fabrikalar (dışarıda ya- pıp memleketimize satmak istedikleri)

Bu mezar tesir itibarile muhitile hemahenk ve ananevi hislere hiç yabancı gel- miyen bir tarzda eski Türk mezarlarının iyi stilize edilmiş bir örneğidir.. Kitabe kısmına

Ludwig Feuerbach ve K!asik Alman Felsefesinin Sonu, Alman ideolojisi, MarX ve

Feuerbach, böylelikle, felsefenin temel sorunu olarak gördüğü, varlık ve düşünce arasındaki ilişki sorununu ortaya koyar.. Feuerbach, düşünce ve