• Sonuç bulunamadı

[11] Her türlü öncülden yoksun Almanlar söz konusu ol­

duğundan, her türlü insan varlığının, dolayısıyla her türlü tarihin33 ilk öncülünden,« yani insanların "tarihi yapabil­

mek"34 için yaşamlarını sürdürebilecek durumda olmaları gerektiği öncülünden işe başlamak zorundayız. Ama yaşa­

mak için her şeyden önce içmek, yemek, barınmak, giyinmek ve daha bazı başka şeyler gerekir. Demek ki, ilk tarihsel ey­

lem, bu gereksinmeleri karşılayacak araçların üretimi, mad­

di yaşamın kendisinin üretimidir, ve bu, binlerce yıl önce ol­

duğu gibi, bugün de salt insanlar yaşamlarını sürdürebilsin- ler diye günbegün, saatbesaat yerine getirilmesi gereken ta­

rihsel bir eylem, bütün tarihin temel bir koşuludur.

Duyumsallık, Aziz Bruno'dat12) olduğu gibi, bir sopaya, bu en düşük asgariye indirgendiği zaman bile, bu sopayı üretme eylemini varsayar. Demek ki, bütün tarih anlayışında, başta gelen şey, bu temel olguyu, bütün önemi içinde, ve bütün ge­

nişliği içinde gözlemlemek ve onun hakkını vermektir. Her­

kes bilir ki, Almanlar, bunu hiç bir zaman yapmadılar; târi­

hi hiçbir zaman dünyevi bir temele oturtamadılar ve bu yüz­

31 [M arx'in kenar notu:] Feuerbach.

32 [E lyazm asında çizili pasaj:] Eğer, gene de, b u ra d a ta r ih i biraz d ah a y a k ın d a n inceliyorsak, bu A lm anların "tarih ” ve ''tarihsel'' sözlerini iş ittik ­ leri zam an özellikle gerçeklikten başka akla gelebilecek h er şeyi ta sa rla m a k gibi b ir alışk an lık ları olm asından ö tü rü d ü r. Ve Aziz B nıno, "kutsal b elag at­

ta u sta la şm ış bu vaiz" bu alışkanlığın p arlak b ir örneğini v erir bize.

33 [M arz’m kenar notu:] Tarih

34 [M a r z'm kenar notu:] Hegel. 1131 Jeolojik, hidrografik vb. koşullar, i n ­ san bedeni. G ereksinm e, em ek.

den de hiçbir zaman bir tarihçileri olmadı. Her ne kadar Fransızlar ve İngilizler bu olgunun tarih denilen şeyle bağ­

lantısını, özellikle siyasal ideoloji içinde hapsedilmiş kaldık­

ları ölçüde, ancak en dar bir açıdan gördüyseler de, bu, onla­

rın sivil toplumun (bürgerlichen Gesellscfıaft), ticaretin ve sanayiin tarihini ilkönce yazarak tarihe maddi bir temel ka­

zandırmak için ilk denemelerde bulunmalarına engel olma­

dı.

İkinci nokta [12] şudur ki, ilk gereksinmenin kendisi bir kez sağlandığında, sağlama eylemi ve bu sağlama işinden kazanılmış olan alet, yeni gereksinmeler yaratır — ve bu ye­

ni gereksinmelerin yaratılması ilk tarihsel eylemdir. Pozitif malzeme sıkıntısı içine düştüklerinde ve ne dinbilimsel, ne de siyasal ya da edebî saçmalıklara katkıda bulunamadıkla­

rında, bunun tarih değil de "tarih öncesi" olduğunu iddia eden Almanların, tarih konusundaki büyük bilgeliklerinin nemenem bir şey olduğu bu noktada hemen açığa çıkıverir;

zaten —her ne kadar tarih konusundaki kurgularında bu ta- rih-öncesinin kendilerini "çıplak olgular "dan koruduğunu, aynı zamanda da, bu "tarih-öncesi' nde binlerce hipotez yara­

tıp binlercesini de çürütebileceklerini düşündüklerinden, bu

"tarih-öncesi’ne özel bir gayretle sanlıyorlarsa da— bu "ta- rih-öncesi" saçmalığından tarihin kendisine nasıl geçildiğini de açıklamıyorlar.

Burada, tarihsel gelişmenin içine daha baştan dahil olan bir üçüncü ilişki de şudur: her gün kendi yaşamlarını yenile­

yen insanlar, başka insanlar yaratmaya, kendi kendilerini yeniden üretmeye koyulurlar; bu, kadınla erkek arasındaki, ana babalarla çocuklar arasındaki ilişkidir; bu ailedir. Baş­

langıçta tek toplumsal ilişki olan bu aile, zamanla, artan ge­

reksinmeler yeni toplumsal ilişkiler doğurduğu ve nüfusun artması yeni gereksinmeler yarattığı zaman (Almanya'dan başka her yerde) ast bir ilişki haline gelir; bu bakımdan, bu aile konusunu, Almanya'da yapılması âdet olduğu üzere "ai­

le kavramı'na göre değil de, mevcut ampirik olaylara göre incelemeli ve geliştirmelidir. Üstelik, toplumsal faaliyetin bu üç yönünü üç farklı aşama olarak anlamamak, yalnızca top­

lumsal faaliyetin üç farklı yönü olarak anlamak gerekir, ya da Almanlar için daha açık bir dil kullanmak gerekirse, tari­

hin başından beri ve ilk insanlardan buyana birarada birlik­

te mevcut olmuş ve bugün de hâlâ tarih içinde kendini göste­

ren üç "uğrak" ("Moment") olarak anlamak gerekir.

Yaşamı üretmek, işle kendi öz yaşamını olduğu kadar, döl vererek başkasının yaşamını üretmek, demek ki, artık bize çifte bir [13] ilişki olarak görünür, bir yandan bir doğal ilişki olarak, öte yandan da bir toplumsal ilişki olarak — şu anlamda toplumsal ki, bununla, birçok bireyin, hangi koşul­

larda, ne tarzda ve ne amaçla olduğu önemli olmayan elbirli­

ği anlaşılır. Bundan çıkan sonuca göre: bir üretim tarzı ya da belirli bir sanayi aşaması, sürekli olarak bir elbirliği tar­

zına veya belirli bir toplumsal aşamaya bağlıdır; ve bu elbir­

liği tarzının kendisi bir "üretici güçtür"; gene bundan çıkan sonuca göre: insanlarca ulaşılabilir üretici güçler toplamı toplumsal durumu belirler ve dolayısıyla "insanlık tarihi­

nin", sanayi ve değişim (mübadele) tarihi ile kesintisiz bağ­

lantısı içinde incelenmesi ve ele alınması gerekir. Ama gene aynı derecede açıktır ki, Almanya'da böyle bir tarih yazmak olanaklı değildir, çünkü, bunu yapabilmek için Almanlarda eksik olan yalnızca onu kavrama yetisi ve materyal değil, aynı zamanda "duyumsal kesinlik"tir, zira Ren nehrinin öte yanında bu gibi şeyler yaşanamaz, çünkü oralarda tarih ar­

tık durmuştur. Demek ki, insanlar arasında, gereksinmele­

rin ve üretim tarzının koşullandırdığı ve bizzat insanlar ka­

dar eski bir maddi bağlar sisteminin varlığı daha baştan bel­

lidir — öyle bir bağlar sistemi ki, durmaksızın yeni biçimler alır ve insanları gitgide biraraya toplayan herhangi bir siya­

sal ya da dinsel saçmalık henüz mevcut olmadan da, bir "ta­

rih" sunar.

Ve ancak şimdi, ta başlangıçtaki tarihsel ilişkilerin dört uğrağını, dört yönünü inceledikten sonradır ki, insanın "bi- linç"i de olduğunu görüyoruz.35 Ama, öyle de olsa, bu daha baştan "katıksız" bilinç değildir. "Tin", daha baştan, [14] bu­

rada kendisini titreşim halindeki hava tabakaları, sesler, kı­

sacası dil biçiminde gösteren bir maddeye "yakalanmış" ol­

maktan muzdariptir. Dil, bilinç kadar eskidir, — dil, öteki insanlar için de varolan, ve o halde benim için de varolan

35 [M arx'm kenar notu:] in s a n la rın b ir ta rih i v ard ır, çünkü in s a n la r y a ­ şam ların ı üretm ek zorundadırlar ve b u n u fiilen, belirli b ir ta rz d a y apm ak zo ru n d ad ırlar: bu o n la n n fiziksel örg ü tlen işleri ve aynı zam anda bilinçleri ta ra fın d a n belirlenir.

ilk, pratik, gerçek bilinçtir ve, tıpkı bilinç gibi dil de, ancak, diğer insanlarla karşılıklı ilişki [Verkehr] kurma gereksin­

mesiyle, zorunluluğuyla ortaya çıkar.36 Bir ilişkinin mevcut olduğu yerde, o ilişki benim için de mevcuttur, hayvan hiçbir şeyle "ilişki içinde değildir", kısaca hiçbir ilişki bilmez. Hay­

vanın öteki hayvanlarla olan ilişkisi kendisi açısından bir ilişki değildir. Bilinç, demek ki, daha baştan toplumsal bir üründür ve insanlar mevcut oldukları sürece böyle kalır. El­

bette ki, bilinç, herşeyden önce, yalnızca en yakın duyumsal çevrenin bilincidir, ve bilinçlenmekte olan bireyin, kendisi dışında yer alan öteki şeyler ve öteki kişiler ile olan sınırlı bağlantısının bilincidir; bilinç, aynı zamanda, insanların karşısına önceleri baştan aşağı yabancı, mutlak güçlü ve karşı çıkılamaz bir güç olarak dikilen, insanların kendisine karşı düpedüz hayvanca bir davranış içinde bulundukları ve insanları da hayvanlan ürküttüğü kadar ürküten bir doğa bilincidir; o halde salt hayvansal bir doğa bilinci (doğa di- ni)36a —ve> ¿te yandan, çevresindeki bireylerle ilişki kurmak zorunluluğunun bilinci, toplum halinde yaşamakta olduğu bilincinin başlangıcıdır. Bu başlangıç, hayvansaldır; basit bir sürü bilincidir, ve burada, insan, koyundan, yalnızca bi­

lincin içgüdünün yerini alması olgusuyla ya da içgüdüsünün bilinçli bir içgüdü olması olgusuyla ayırdedilir. Bu sürücül, ya da kabilesel bilinç, üretkenliğin artmasıyla, gereksinme­

lerin çoğalmasıyla ve daha önceki iki unsurun temeli olan nüfusun çoğalmasıyla orantılı olarak gelişir ve yetkinleşir.

[15] İlkel durumunda cinse ilişkin eylem içindeki işbölümün- den başka bir şey olmayan işbölümü, böylece gelişir ve ar­

dından (örneğin bedensel güç gibi) doğal durumlar yüzün­

den, gereksinmeler, raslantılar vb. yüzünden kendiliğinden ya da "doğal olarak" işbölümü haline gelir.37 İşbölümü, an­

36 [E lyazm asında çizili tümce:] B enim bilincim beni çevreleyen şey ile ilişkinidir.

36a H em en g ö rü lü r ki, bu doğa dinini, y a d a doğaya k a rş ı bu belirli dav­

ra n ış biçim ini belirleyen toplum biçim idir ve vice versa * H er yerde olduğu gibi, b u rad a da, in s a n ın ve doğanın özdeşliği, in s a n la rın doğa k arşısın d ak i sınırlı d a v ra n ışla rın ın kendi a ra la rın d a k i sın ırlı d a v ra n ışla rın ı belirlem esi biçim inde, ve kendi a ra la rın d a k i sınırlı d a v ra n ışla rın ın da, o n la rın doğa ile olnn sınırlı ilişk ilerin i belirlem esi biçim inde kendini gösterir, çünkü doğa, tn rih ta ra fın d a n h enüz pek az değişikliğe u ğ ra tılm ıştır.

* Ve b u n u n tersi. —ç.

cak maddi ve zihinsel bir işbölümü meydana geldiği andan itibaren gerçekten işbölümü halini alır.38 Bu andan itibaren, bilinç, mevcut pratiğin bilincinden başka bir şey olduğunu, gerçek bir şeyi temsil etmeksizin bir şeyi gerçek olarak tem­

sil ettiğini gerçekten sanabilir. Bu andan itibaren, bilinç, dünyadan kurtulma ve "salt" teorinin, tannbilimin, felsefe­

nin, ahlakın vb. oluşmasına geçme durumundadır. Ama bu teori, bu tannbilim, bu felsefe, bu ahlak vb. bile, mevcut iliş­

kilerle çelişki haline girdiklerinde, bu, ancak, mevcut top­

lumsal ilişkilerin mevcut üretici güçlerle çelişki haline gel­

miş olmasından ileri gelebilmektedir; zaten, belirli bir ulusal ilişkiler çemberinde, bu durum, çelişkinin bu ulusal alanın içinde değil, ama bu ulusal bilinç ile öteki ulusların pratiği arasında, yani bir ulusun ulusal bilinci ile evrensel bilinci arasında39 (halen Almanya'da olduğu gibi) meydana gelme­

sinden olabilir, ancak ve o halde, bu ulus için, bu çelişki, an­

cak ulusal bilincin bağrında bir çelişki gibi açıkça kendini gösterdiğinden, savaşım, bu ulusal pislikle sınırlanmış görü­

nür, elbette ki, bu ulus kokuşmanın ta kendisi olduğu için böyle görünür. [16] Üstelik, bilincin tek başına ne yaptığı o kadar önemli değildir; bütün bu çürüme, bize ancak şu sonu­

cu verir: şu üç uğrak, üretici güç, toplumsal durum ve bilinç, birbirleriyle çelişkiye düşebilirler ve düşmek zorundadırlar, çünkü işbölümü sayesinde, faaliyet ile maddi faaliyetin,40 keyif çatma ile çalışmanın, üretim ile tüketimin farklı farklı bireylerin payına düşme olasılığı, hatta olgusu ortaya çıkar ve bunların birbirleriyle çelişkiye düşmemelerinin tek yolu, bizzat işbölümünün kendisinin tekrar kaldırılmasıdır. Ayrı­

ca besbelli ki, "hayaletler", "ayaktakımı", "en yüce varlık",

"kavram", "kuşkular"tl4] tekil bireyle sınırlı idealist, tinsel ifadeler, anlayışlardır, yaşamın üretilme tarzının ve ona bağlı karşılıklı ilişki biçiminin (Verkehrsform) içinde hareket ettikleri çok ampirik kısıtlılıklar ve sınırlılıklar anlayışın­

37 [Marı'm elyazmasırıda çizili kenar notu:] İn sa n la r, bilinci, gerçek t a ­ rih se l gelişm e çerçevesi içinde g eliştirirler.

38 [Marx’m kenar notu:] İdeologların ilk biçimi, din adamları, zam an- d a ştır.

39 \Marx'm kenar notu:] Din. A lm anlar ve b u biçim i ile ideoloji.

40 [Elyazmasırıda çizili pasaj:] eylem ve düşünce, yani düşüncesiz ey­

lem ve eylem siz düşünce.

dan başka bir şey değildir.41

[4. TOPLUMSAL İŞBÖLÜMÜ VE SONUÇLARI: ÖZEL

m ü l k i y e t, d e v l e t, t o p l u m s a l f a a l i y e t i n

"YABANCILAŞMA ”SI]

Bütün bu çelişkileri içinde taşıyan velkendisi de aile için­

deki doğal işbölümünde ve toplumun ayrı ayrı ve birbirine karşıt ailelere ayrılışında yatan bu işbölümü, aynı zamanda, işin ve ürünlerinin üleştirilmesini, aslında nicelik bakımın­

dan olduğu kadar, nitelik bakımından da eşit olmayan dağı­

lımını içeriı\ şu halde, ilk TnŞîmi, tohumu, kadının ve çocuk­

ların erkeğin kölesi oldukları aile içinde bulunan mülkiyeti [17] içerîr.\Aile içindeki, elbet henüz çok ilkel ve gizli olan kölelik ilk mülkiyettir Tu. bu mülkiyet, avrıca modem ikt.i- sâfcîlârih~lanırrilamasma mükemmelen uymaktadır, bu ta­

nımlamaya göre mülkiyet, başkasının işgücünden serbestçe yararlanma yetkisidir. Kaldı ki, işbölümü ve özel mülkiyet özdeş deyimlerdir — birincisinde faaliyete göre anlatılan şey, İkincisinde bu faaliyetin ürününe göre dile getirilmekte- 'dir.

İşbölümü, ayrıca, tek bireyin ya da tek bir ailenin çıkan ile aralannda birbirleriyle karşılıklı ilişki içinde bulunan bü­

tün bireylerin kolektif çıkan arasındaki çelişkiyi de içerir;

kaldı ki, bu kolektif çıkar, "genel çıkar" olarak, yalnızca ha­

yalî olarak değil, her şeyden önce, işin aralannda bölüşüldü- ğü bireylerin karşılıklı bağımlılığı biçiminde gerçek olarak da mevcuttur.

İşte asıl bu çelişki, özel çıkar ile kolektif çıkar arasındaki çelişkidir ki, kolektif çıkan, devlet sıfatıyla, bireyin ve toplu­

luğun gerçek çıkarlarından aynlmış bağımsız bir biçim al­

maya ve aynı zamanda her zaman her aile ve kabile yığışı­

mında mevcut olan, kan, dil, geniş bir ölçüde işbölümü bağ­

ları ve öteki çıkarlar gibi bağlann somut temeli üzerinde, ama aldatıcı bir ortaklaşma görünümü almaya götürür; ve bu çıkarlar arasında, özellikle, daha o zamandan işbölümü tarafından koşullandırılan, bu cinsten bütün gruplaşmalar

41 [E lya zm a sm d a çizili pasaj:] M evcut ekonom ik sın ırla rın bu idealist ifadesi, yalnızca s a lt teorik b ir şey değildir, p ra tik bilinçte de m evcuttur, y a ­ ni özgür olan ve m evcut ü re tim ta rz ı ile çelişik hale gelen bilinç, yalnız din­

leri ve felsefeleri oluşturm az, devletleri de o lu ştu ru r.

içinde farklılaşan sınıf çıkarlarını, içlerinden birinin ötekiler üzerinde egemen olduğu sınıfların çıkarlarını, daha ilerde geliştireceğimiz ü z e r e sınıf yıkarlarını buluyoruz. Bundan çıkan sonuç şudur: devlet içindeki bütün savaşımlar demok­

rasi, aristokrasi ve monarşi arasındaki savasım, oy hakkı uğruna vb. savaşım, çeşitli sınıfların yürüttükleri gerçek sa­

vaşımların büründükleri aldatıcı biçimlerden başka bir şey değildir (her ne kadar bu konuda kendilerine Fransız-Alman Y ıllık la r ın d a ^ ve Kutsal Aile de oldukça yol gösterildiyse de, Alman kuramcıları bunu akıllarından bile geçirmemek­

tedirler); ve dahası.legemen olmak isteyen her sınıf, prole­

taryanın durumunda söz konusu olduğu gibi, kendi egemen- liği bütün eski toplum biçiminin ve bizzat egemenliğin orta­

dan kalkması anlamına gelecek olsa bile, kendi çıkarını her­

kesin çıkarıymış gibi gösterebilmek için —ki ilk başta bunu yapmak zorundadır—ısivasal iktidarı ele geçirmesi gerekir.

Bireyler yalnızca özel çıkarlarına baktıkları için —özel çıkarlar bireyler açısından, kendi kolektif çıkarlarıyla örtüş- mez (aslında kolektif, kolektif yaşamın yanılsatıcı biçimi­

dir)— kolektif çıkar, onlara "yabancı" [18] olan, onlardan

"bağımsız" olan ve kendisi de özelliği olan ve özel bir "genel"

çıkar olan bir çıkar gibi görünmektedir, ya da bu bireyler, demokraside olduğu gibi, bu ikilik içinde hareket etmek zo­

rundadırlar. Öte yandan kolektif ve kolektif sanılan çıkar­

larla gerçekte durmadan çarpışan bu özel çıkarların partide­

ki kavgası, aldatıcı "genel" çıkarın devlet biçimindeki pratik müdahalesini ve dizginlemesini zorunlu kılar.*

[17] Ve ensonu, işbölümünün bize derhal ilk örneğini sunduğu şey şudur: insanlar doğal toplum içinde bulunduk­

ları sürece, şu halde, özel çıkar ile ortak çıkar arasında bö­

lünme olduğu sürece, demek ki, faaliyet gönüllü olarak değil de doğanın gereği olarak bölündüğü sürece, insan kendi işi­

ne hükmedeceğine, insanın bu kendi eylemi, insan için ken­

disine karşı duran ve kendisini köleleştiren yabancı bir güç haline dönüşür. Gerçekten de, iş paylaştırılmaya başlar baş­

lamaz herkesin kendisine dayatılan onun dışına çıkamadığı, yalnızca kendine ait belirli bir faaliyet alanı olur; o kişi avcı­

dır, balıkçıdır ya da çobandır ya da eleştirici eleştirmendir,[16]

* Son iki p a ra g ra f k e n a ra E ngels ta ra fın d a n eklenm iştir. —Ed.

ve eğer geçim araçlarını yitirmek istemiyorsa bunu sürdür­

mek zorundadır — oysa herkesin bir başka işe meydan ver­

meyen bir faaliyet alanının içine hapsolmadığı, herkesin ho­

şuna giden faaliyet dalında kendini geliştirebildiği komünist toplumda, toplum genel üretimi düzenler, bu da, benim için, bugün bu işi, yarın başka bir işi yapmak, canımın istediğin- ce, hiçbir zaman avcı, balıkçı ya da eleştirici olmak duru­

munda kalmadan sabahleyin avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşam hayvan yetiştiriciliği yapmak, yemekten son­

ra eleştiri yapmak olanağını yaratır. [18] Toplumsal faaliye­

tin bu şekilde sabitleşmesi, kendi ürünümüzün, bize hükme­

den, biz^tm denetimimizden kaçan, beklentilerimize karşı ko­

yan, hesaplarımızı boşa çıkaran maddi bir güç halinde bu toplaşması, zamanımıza kadarki tarihsel gelişmenin belli- başlı uğraklarından biridir.42 Toplumsal güç, yani işbölümü­

nün koşullandırdığı çeşitli bireylerin elbirliğinden doğan on kat büyümüş üretici güç, bu bireylere biraraya gelmiş kendi öz güçleri gibi görünmez, çünkü bu elbirliğinin kendisi de, gönüllü değil, doğaldır; bu güç, bu bireylere, kendilerinin dı­

şında yer alan, nereden geldiğini, nereye gittiğini bilmedik­

leri, bu yüzden de artık hükmedemedikleri, tersine, şimdi in­

sanlığın iradesinden ve gidişinden bağımsız, bir dizi gelişim evrelerinden, aşamalarından geçen, insanlığın bu irade ve gidişini yöneten yabancı bir güç gibi görünür.* Yoksa, sözge­

limi, mülkiyetin bir tarihi nasıl olabilirdi, nasıl değişik bi­

çimler alabilirdi? Diyelim ki, toprak mülkiyeti ortaya çıkan koşullara göre, nasıl Fransa’da parçalı durumdan bazıları­

nın elinde toplanmaya, İngiltere'de ise bazılarının elinde toplanmış bulunmaktan parçalanmış duruma (gerçekte bu­

gün olduğu gibi) geçebilirdi? Ya da, gene nasıl oluyor da baş­

ka başka bireylerin ve başka başka ulusların ürünlerinin de­

ğişiminden başka bir anlamı olmayan ticaret, arz ve. talep ilişkileriyle bütün dünyaya hükmediyor —o ilişki ki, bir

tn-42 [E lyazm asında çizili pasaj:] ve b aşlan g ıçta in san ların kendilerince k u ru la n b ir k u ru m olan, k ısa zam anda to p lu m a başlangıçtaki k u ru c u la rı­

nın hiç de istem edikleri, geri çıkm am acasına "öz-bilinç" ya d a "B irtek 'e d a ­ lıp gitm em iş herhangi bir kim se için som ut o la ra k görülebilir özel b ir gidiş veren m ülkiyet içindeki

* Bu pasajın k en arın a M arx, bu 'p a ra g ra fta n hem en sonra gelen 5. kesi­

min ilk iki paragrafını eklem iştir. —Ed.

giliz iktisatçısına göre yeryüzü üzerinde ilkçağdan kalma bir alınyazısı gibi asılı durur, ve görülmez bir elle insanlar ara­

sında mutluluğu ve mutsuzluğu dağıtır, imparatorluklar ku­

rar, [19] imparatorluklar yıkar, halkları var eder, halkları yok eder— oysa bu temelin, özel mülkiyetin, üretimin komü­

nistçe düzenlenmesiyle (yani insanın kendi ürününe karşı yabancı tutumunun ortadan kalkmasıyla) arz ve talep ilişki­

sinin gücü hiçe iner ve insanlar, değişimi, üretimi ve karşı­

lıklı ilişki tarzlarını (gegenseitigen Verhaltens) yeniden kendi denetimleri altına alırlar.

[5. KOMÜNİZMİN MADDİ BlR ÖNKOŞULU OLARAK üreticig ü ç ler ing elişm esi]

[18] Filozofların anlayabilecekleri bir terim kullanmak gerekirse, bu "yabancılaşma" doğaldır ki, ancak iki pratik koşulla ortadan kaldırılabilir. Yabancılaşmanın "katlanıl­

maz" bir güç, yani insanın ona karşı devrim yaptığı bir güç haline gelmesi için, onun insanlığın büyük bir çoğunluğunu tamamen "mülkiyetten yoksun" hale, ve aynı zamanda, ger­

çekten mevcut olan bir zenginlik ve kültür dünyasıyla çeliş­

kili hale getirmesi gereklidir, öyle şeyler ki, her ikisi de üre­

tici güçlerin büyük ölçüde artmasını, yani üretici güçlerin gelişiininin yüksek bir evresini varsayarlar. Öte yandan üre­

tici güçlerin bu gelişmesi (daha şimdiden insanların güncel ampirik yaşantısının, yerel düzeyde değil de dünya çapında

tici güçlerin bu gelişmesi (daha şimdiden insanların güncel ampirik yaşantısının, yerel düzeyde değil de dünya çapında