• Sonuç bulunamadı

En büyük maddi ve zihinsel işbölümü, kent ile kırın ay­

rılmasıdır. Kent ile kır arasındaki karşıtlık, barbarlıktan uy-’

garlığa, aşiret düzeninden devlete, bolgeseTIikten ulusa ge­

liş le birlikte ortaya çıkar, ve zamanımıza kadar bütün uy­

garlık tarihi boyunca sürüp gider. (Tahıl Yasalarına Karşı Birhk^l.) — Kentin varlığı, yönetimin, polisin, vergilerin vb. zorunluluğunu, kısacası, belediye örgütünün, bu nedenle de genel olarak siyasetin zorunluluğunu içerir, işte nüfusun ilk kez olarak iki büyük sınıf halinde bölünmesi, doğrudan işbölümüne ve üretim araçlarına dayanan bölünme, burada ortaya çıkmıştır. Zaten, kent, nüfusun, üretim aletlerinin, sermayenin, zevklerin, gereksinmelerin bir merkezde top­

lanması olayıdır, oysa kır tam tersi bir olayı, ayn ayn olma­

yı ve dağınıklığı ortaya koyar. Kent ile kır arasındaki karşıt­

lık ancak özel mülkiyet çerçevesi içinde mevcut olabilir. Bu karşıtlık, bireyin işbölümüne olan bağımlılığının, onun ken­

disine kabul ettirilen belirli bir eyleme karşı bağımlılığın en göze çarpan ifadesidir. Bu bağımlılık, her ikisi de birbirin­

den sınırlı olmak üzere, birini bir kent hayvanı, ötekini bir kır hayvanı haline getirir ve her gün bu iki tarafın çıkarları­

nın karşıtlığını yeniden doğurur. Burada da emek, gene en başta gelen şeydir, bireyler üzerinde ki güçtür ve bu güç mev­

cut olduğu sürece özel mülkiyet de var olacaktır. Kent ile kır arasındaki bu karşıtlığın kaldırılması ortaklaşalığın ilk ko­

şullarından [42] biridir ve herkesin ilk bakışta saptayabile­

ceği gibi, bu koşulun kendisi de, tek başına iradenin gerçek­

leştirmeye yetmeyeceği, önceden yerine gelmesi gereken maddi koşullar yığınına bağlıdır. (Bu koşulların daha fazla geliştirilmesi gerekir.) Kent ile kırın ayrılması, sermaye ile toprak mülkiyetinin ayrılması olarak, sermayenin toprak mülkiyetinden bağımsız varlığının ve gelişmesinin başlangı­

cı olarak, tek temeli emek ile değişim olan bir mülkiyetin başlangıcı olarak kavranabilir.

j Ortaçağda, daha önceki tarih tarafından tam kurulmuş bir şekilde devralınmamış olan; henüz yeni yeni biçimlen­

mekte olup, özgürlüğünü kazanmış serilerin yaşadıkları kentlerde, herbir kişinin, birlikte getirdiği ve Tiemen hemen yalnız en vazgeçilmez avadanlıklardan ibaret olan küçük sermayesi dışında, \biricik mülkiyeti, kendi özel emeği idi.

Durmadan kentlere'akın eden kaçak serilerin rekabeti, kırın kente karşı sürekli savaşı ve bu yüzden kentlerde örgütlü bir askerî gücün gerekliliği, belirli bir işin ortaklaşa mülki­

yetinin meydana getirdiği bat?[ zanaatçıların avm zamanda tacir de oldukları b ir dönemdfTm p ta la r ın ın sahi sı iç in ortak*

binaların gerekli oluşu ve bu binaların kapılarının kalifiye olmayan kişilere kapalı tutulması,\değişik meslekler a r a s ı n ­

daki çıkar çatışması, güçlükle öğrenilen bir işin korunması zorunluluğu ve bütün ülkenin teodal düzeni, ner meslekten emekçilerin ayrı loncalar halinde birleşmelerinin nedeni ok dulaî\ Burada, daha sonraki tarihsel gelişmelerin loncalar sistemine getirdiği sayısız değişiklikleri derinleştirecek deği­

liz. Serilerin toplu halde kentlere doğru göçü, bütün ortaçağ boyunca sürmüştür. Kırda senyörlerin işkencesine maruz bulunan bu seriler birer birer kente geliyorlardı ve, orada, örgütlü bir ortaklık buluyorlardı; bu ortaklığa karşı güçsüz­

dürler ve bunun içerisinde, onların emeğine duyulan gerek­

sinmenin ve kentteki örgütlü rakiplerinin çıkarının kendile­

rine tayin ettiği durumu kabül etmek zorundaydılar. Tek başlarına gelen bu emekçiler hiçbir zaman bir kuvvet mey­

dana getirecek duruma ulaşamadılar, çünkü onlar için şu iki şeyden biri kaçınılmazdı: ya onların yaptıkları iş bir lonca­

nın yetki alanına giriyordu ve öğrenilmesi gerekiyordu, o takdirde bu loncanın ustaları onları kendi kurallarına ba­

ğımlı kılıyorlar ve onları kendi çıkarlarına göre örgütlüyor- lardı; ya da onların işi çıraklığı gerektirmiyordu, bir meslek kolunun alanına girmiyordu, gündelikçi bir işti bu, bu du­

rumda ise hiçbir zaman bir örgüt yaratmaya yaklaşmıyorlar ve örgütlenmemiş bir pleb olarak yaşıyorlardı. Kentlerde gündelik iş zorunluluğu, plebi yarattı.

Bu kentler, ivedi bir gereksinmeden, mülkiyetin korun­

ması gibi kaygıdan doğan ve tek tek üyelerinin üretim araç­

larını [43] ve korunma yollarını geliştirmeye elverişli gerçek

"birlik"ler[33] meydana getiriyorlardı. Bu kentlerin plebi,

bir-birlerine yabancı ve kente ayn a^n gelmiş olan bireylerden oluştuğu için, örgütlü, savaş için donatılmış ve dört gözle kendilerini kollamakta olan bir güç karşısında örgütsüz bir halde bulunuyorlardı, ve işte bu durum, pleb tabakasının her türlü iktidarlardan yoksun oluşunu açıklar. Kalfalar ve çıraklar her meslekte ustaların çıkarlarına en iyi hizmet edecek şekilde örgütlenmişlerdi;62 ustalarıyla kendileri ara­

sındaki ataerkil ilişkiler, ustalara çifte bir güç veriyordu. Bu ilişkilerin, bir yandan, kalfaların bütün yaşamları üzerinde doğrudan doğruya bir etkileri vardı; öte yandan, bu ilişkiler, aynı ustanın yanında çalışan kalfalar arasında gerçek bir bağı temsil ettiğinden bunlar öteki ustaların yanında çalışan kalfalara karşı birleşiyorlardı ve bu, onları öteki kalfalardan ayırıyordu; ve son olarak, kalfaların mevcut loncalar siste­

mine bağlanmış olmaları, yalnızca kendilerinin de ustalığa geçmekte çıkarları olması yüzündendi. Onun için, pleb taba­

kası, hiç değilse bütünüyle kent düzenine karşı ayaklana­

cak, pleb tabakasının güçsüzlüğü yüzünden tamamıyla etki­

siz kalacak ayaklanmalar yapacak kadar ileri gittiği halde, kalfalar, bütün loncalar sisteminde, her zaman görülebildiği gibi, ayrı ayrı loncalar içersindeki küçük başkaldırmaların dışına çıkmıyorlardı. ^Ortaçağın büyük ayaklanmalarının hepsi kırdan başlamıştır, ama hepsinin kaderi, köylüleri?!

dağınıklığı ve bunun sonucu olan kültürsüzlükleri yüzünden başarısızlık olmuştur. "

Kentlerde, sermaye, konuttan, aletlerden ve soydan geç­

me doğal bir müşteriler topluluğundan ibaret olan ayni ser­

maye idi, ve değişimlerin henüz embriyon durumunda olma­

sı ve dolaşımın eksikliği nedeniyle, sermaye, gerçekleştiril­

mesi olanaksız bir servet olarak kalıyor, zorunlu olarak, ba­

badan oğula geçiyordu. Modern sermayenin tersine, bu sermaye, para ile ölçülebilen bir sermaye değildi ve bu ser­

maye için, bir şeye ya da başka bir şeye yatırılmış olması pek önemli değildi; bu sermaye, sahibinin belirli işine doğru­

dan bağlı, bu işten ayrılmaz bir sermaye idi, yani bir mesleğe bağlı (ständisches, zümresel) sermayeydi.

Gene kentlerde, işbölümü, [44] çeşitli loncalar arasında

62 [E lyazm asında k a ra la n m ış pasaj:] başka b aşk a u s ta la rın k alfaları aynı m eslek kolu içinde b irb irlerin e k a rşı olduklarından, k a lfa la r çok bölün­

m üş durum daydılar.

henüz tamamen kendiliğinden bir tarzdaydı, ama hiçbir bi­

çimde, loncaların kendi içlerinde, tek tek işçiler arasında yerleşmiş değildi. Her emekçi, bütün bir çalışma seyrini ta­

mamlamaya elverişli olmalıydı; kendi avadanlıklarıyla yapı­

labilecek her şeyi yapabilecek durumda olmalıydı; değişimle­

rin sınırlı oluşu, çeşitli kentler arasındaki ilişkilerin azlığı, nüfusun seyrekliği ve gereksinmelerin sınırlılığı da, işbölü­

münün daha ileri gitmesine elverişli bir durum yaratmıyor­

lardı ve bunun için ustalığa geçmek isteyen her kimse mes­

leğini tam anlamıyla bilmeliydi. Bu yüzden gene ortaçağ za­

naatçılarında, dar anlamda belli bir artistik düzeye kadar yükselebilen kendi özgül işinde ustalaşmaya bir ilgi görülür.

Ve gene bunun içindir ki, ortaçağın her zanaatçısı kendini tamamıyla işine veriyordu; işiyle ilgisi bakımından duygusal bir kölelik ilişkisi içindeydi ve o, kendi işine, işine karşı ilgi­

siz modem emekçiden çok daha bağlıydı.

[3. İŞBÖLÜMÜNÜN GENİŞLEMESİ.