• Sonuç bulunamadı

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (FELSEFE TARİHİ) ANABİLİM DALI WILLIAM GODWIN İN DEVLET ANLAYIŞI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (FELSEFE TARİHİ) ANABİLİM DALI WILLIAM GODWIN İN DEVLET ANLAYIŞI"

Copied!
282
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (FELSEFE TARİHİ)

ANABİLİM DALI

WILLIAM GODWIN’İN DEVLET ANLAYIŞI

Doktora Tezi

Cengiz ÇUHADAR

Tez Danışmanı:

Prof. Dr. Murtaza KORLAELÇİ

Ankara-2007

(2)

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER………I ÖNSÖZ ...III

GİRİŞ...1

I. BÖLÜM WILLIAM GODWIN VE ANARŞİZM A-WILLIAM GODWIN’İN HAYATI VE ESERLERİ...18

B-ANARŞİZMİN TANIMI...30

C-ANARŞİZMİN ÇEŞİTLERİ...40

a-Bireyci Anarşizm... 41

b-Karşılıklılık İlkesine Dayalı Anarşizm (Mutualizm)... 44

c-Ortaklaşacılık (Kolektivizm) Anarşizmi ... 45

d-Anarşist Komünizm (Anarko-Komünizm) ... 48

e-Devletsiz Komünizm (Anarko-Sendikalistler)... 51

f-Pasifist Anarşizm ... 53

II. BÖLÜM GODWIN’İN DEVLET ANLAYIŞI A-GODWIN’DE DEVLET VE TOPLUM...55

B-TOPLUMUN İLKELERİ ...61

a-Adalet ... 61

b-Görev... 70

c-İnsanlığın Eşitliği... 75

d-İnsan Hakları ... 79

e-Kişisel Yargı... 86

C-YÖNETİMİN İLKELERİ VE ÇEŞİTLERİ...91

1-YÖNETİMİN İLKELERİ ...91

a-Kuvvet Teorisine Göre Kurulan Yönetim ... 108

b-İlâhî Hak Anlayışına Dayanan Yönetim... 109

c-Sosyal Sözleşmeye Dayalı Yönetim... 111

2-YÖNETİM ŞEKİLLERİ ...121

a-Monarşi ... 127

b-Aristokrasi... 146

(3)

c-Demokrasi ... 152

D- GODWIN’İN DİN HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ ...161

a-Dini Kurumlar Hakkındaki Görüşleri... 161

b-Din ve Yönetimle İlgili Yanlış Fikirlerinin Bastırılması Hakkındaki Düşünceleri170 c-İyi ve Kötü... 176

III. BÖLÜM GODWIN’İN YÖNETİMİN DÜZENLENMESİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ A-KANUN KOYMA VE YÜRÜTME GÜCÜ ...185

a-Meclis ... 185

b-Yasa Yapma ... 188

c-Siyasal Toplumların Geleceği ... 192

d- Ulusal Meclisler... 196

B-FERT VE TOPLUMLARDA YÖNETİME YÖNELİK GÖRÜŞLER...201

a-Karşı koyma (Direnme)... 201

b-Devrimler... 206

c-Siyasal Birleşimler... 215

d-Zorba Yönetime Yönelik Görüş ... 220

C-SUÇ VE CEZALANDIRMA...223

a-Cezanın Tanımı, Yapısı ve Sınırları... 223

b-Cezanın Amaçları ... 228

c-Cezanın Uygulanması ... 231

d-Cezanın Ölçüsü ... 237

e-Yasa ... 242

D-MÜLKİYET...247

a-Mülkiyetin İlkeleri ... 258

b-Lüksün Sisteme Zararları... 261

SONUÇ ...267

KAYNAKÇA...271

(4)

ÖNSÖZ

Toplumsal bir varlık olan insan, devlet ve siyaset anlayışlarında çok büyük bir aşama kaydetmiş ve bugünkü modern yapıya ulaşmıştır. İnsanın toplum içinde yaşama özelliği insanlar arasında yönetme ve yönetilme ile ilgili bir çok farklı anlayışların oluşmasına neden olmuştur. İnsanları yönetme sanatı olarak da tanımlanan siyasetin çok farklı anlayış ve tanımlamaları olmasına rağmen siyasetin temeli insandır. Bu dayanak yüzündendir ki, insanın kendini tarih, toplum ve devlet içerisinde var kılma mücadelesinin en önemli aracı olarak gördüğü siyaset olmaksızın insanların kendilerini toplum içinde gerçekleştirebilme şansının az olduğu söylenebilir. Bu nedenle önce insanın anlaşılması ve ihtiyaçlarının iyi tespit edilmesi gerekir. Daha sonra insanı ilgilendiren siyaset ve iktidar ilişkileri çok daha iyi bir şekilde anlaşılacaktır.

Siyasetin yapılabilmesi için de gerekli olan devlet anlayışları geçmişten bugüne kadar farklı şekillerde algılanmış, değişerek gelişmiş ve günümüzdeki şekiller ortaya çıkmış, belki de bundan sonra daha farklı anlayışlar ortaya çıkacaktır. İnsanların toplum halinde huzurlu bir şekilde yaşayabilmelerini sağlamak için gerekli olan belirli toprak parçasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bir devlet, toprak parçası, halk ve egemenlik unsurlarından oluşmaktadır.

Farklı devlet anlayışları içinde, 18. yüzyıldan itibaren devleti ve onu destekleyen hiçbir otoriteyi kabul etmeyen, bireye ve özgürlüğe önem vererek farklı bir düşünce sergileyen anarşistler ortaya çıkmıştır. Siyaset ve devlet anlayışına öncekilere kıyasla farklı açıdan bakan, bu harekete yön veren ve daha sonraları anarşist düşünürler olarak tanımlanan W. Godwin (1756-1836), P. Proudhon (1809-1865), M. Bakunin (1814-1876) ve P. Kropotkin (1842-1921) gibi düşünürler bu akımın başlıca temsilcileri olmuşlardır.

Düşünceleri ve eylemleriyle farklı bir yaklaşım sergileyen anarşistlerin görüşleri incelendiğinde anarşizmin, kendi içinde çeşitlilikler gösterdiği ve farklı tanımlarının yapıldığı görülmektedir. Ancak bu çeşitliliğe ve metot farklılıklarına rağmen yine de anarşizmin temel esaslarında birleştikleri görülmektedir. Felsefi bir anlayışı savunduğunu ileri süren anarşistler, yönetimin tümüyle ortadan kaldırılmasını önermiş değildir. Ancak devleti bugün anlaşıldığı şekliyle değil otoriter yetkileri tamamen yok edilmiş sadece topluma bazı konularda hizmet eden bir kurum olarak kabul etmektedirler. Onlar, orduları, tutukevleri ve polisi ile bir baskı aracı olarak gördüğü devleti suçlar, ama yönetimi, hiç değilse iyi amaçlara da hizmet edebilecek yararlı bir kurum olarak görmektedir. Çünkü her toplumun eğitim, temizlik, sağlık gibi hizmetleri yürütecek kuruluşlara sahip olması gerektiğini düşünmektedirler. Anarşist düşünürler, bu tür kuruluşların, hiçbir vatandaşa karşı fizik güç kullanma yetkisi olmayan, tümüyle gönüllü kuruluşlar olmasını savunmaktadır.

(5)

Bu çalışmanın konusunu oluşturan William Godwin 18. yüzyılın sonunda anarşizmin belli başlı prensiplerini kapsamlı bir şekilde dile getiren ilk düşünür olarak kabul edilmektedir. Onun bireyci ve akılcı devlet anlayışı diğer anarşist düşünürlere göre farklılık göstermektedir. Bireyi ön plana çıkartması nedeniyle bireyci anarşizm, bireyi sınırlayan, baskı altına alan her türlü kurum ve kuruluşa karşı olmakta ve gönüllülük esası altında birleşmelere rıza göstermektedir. Siyasal Adalet’te ortaya attığı tezler, anarşist doktrinin hemen hemen tüm temel niteliklerini taşımakta olduğu görülmektedir. Godwin bu kitapta, hükümete dayalı tüm toplumsal sistemleri reddetmekte, malların gönüllü paylaşımı temelinde otoritenin en aza indirildiği, basitleştirilmiş ve merkezileştirilmiş bir toplum anlayışı sunmaktadır. Bu topluma ulaşmak için ise, tüm politik partilerden ve politik amaçlardan bağımsız bir şekilde yürütülen metotları temel alan araçlar önermektedir. O, bu çalışmasında 19. yüzyıl anarşizmini tümüyle öngörmektedir. Onun anlayışına göre insanlığın iyiliğini isteyen her aklı başında insan, insanlığın kusurlarının tek ezeli kaynağı olan, her çeşit kötülüğü içinde barındıran ve ancak politik hükümetin tamamen yok edildiğinde kurtulabilecektir. Bu görüşleri dolayısıyla Godwin'in devlet anlayışının çalışılmasının faydalı olacağı düşünülmüştür.

Godwin’in devlet anlayışını ele aldığımız çalışmamızda konunun daha iyi anlaşılmasına katkısı olacağını düşündüğümüz için giriş bölümünde genel hatlarıyla siyaset ve devlet tanımlarına yer vermeyi uygun bulduk.

Çalışmamızın I. bölümünde ise Godwin'in hayatı ve eserleri, anarşizmin tanımı, çeşitleri ile ilgili açıklamalara yer verdik. II. bölümde Godwin'in devlet anlayışını temellendirdiği toplum ve yönetimin ilkeleri ve çeşitlerini açıklamaya çalıştık. III. bölümde ise Godwin'in yönetimin düzenlenmesi için gerekli hususları nasıl açıkladığını ifade etmeye çalıştık. Çalışmamızda Godwin'in siyaset anlayışını incelediği başlıca eseri ‘Political Justice’

ana temeli teşkil etmektedir. Diğer eserlerine mümkün olduğunca ulaşmaya ve yararlanmaya çalıştık. Bunun yanında konuyla ilgili diğer eser ve makaleler de kullanılmıştır.

Çalışmamızın oluşmasında başından sonuna kadar her türlü ilgi, teşvik ve desteğini esirgemeyen danışmanım değerli Hocam Prof. Dr. Murtaza KORLAELÇİ’ye ve değerli Hocalarım Prof. Dr. Ethem CEBECİOĞLU ve Doç. Dr. İbrahim ÖZDEMİR’e teşekkür ederim. Ayrıca çalışmamın tercüme ve tashih aşamalarında benden yardımlarını esirgemeyen Doç. Dr. A. İsra Güngör ve Dr. Muzaffer Tan’a teşekkür ederim.

Cengiz ÇUHADAR

ANKARA-2007

(6)

GİRİŞ

İnsanlık tarihi incelendiğinde insanın, yaşamını devam ettirebilmek için gerekli kaynakları ve ürettiklerini, toplum içinde yaşadığı diğer insanlarla paylaşmak ve yardımlaşmak zorunda olduğu görülür. İnsanların bir arada yaşama mecburiyeti kabul edilmelidir ki, insan doğasının gereğidir. Toplum dışı insan hayatı ancak hayali zamanlarda görülebilir. Müşterek hayatın sağlıklı yaşaması için toplumun bütününü ilgilendiren eylemlerde, eylemi yönlendiren kavramların farklı anlamlarından birinin kabulünde zaruret vardır aksi halde o topluma düzensizlik, anarşi hakim olur bu da müşterek hayatı iptal eder.1 Diğer taraftan insanın, sonsuz gereksinmelerini karşılayabileceği değer ve kaynakların sınırlı olması nedeniyle ilk toplum döneminde görülen kişisel çekişmelerin yerini, ortak gereksinmelere sahip kişilerin oluşturduğu grupların kendi aralarında kıt kaynaklardan daha fazla pay almak amacıyla yaptıkları mücadele almaktadır. Bunun için kimin neyi ne zaman ve nasıl alacağını belirleme görünümünde siyasal olgu toplumların varlığını açıklayan önemli bir veri olmaktadır.2

İnsanlar arasındaki bu hayat mücadelesi sonucunda, insanların teşkilatlanma gereksinimi ortaya çıkmış ve siyasi düşünce oluşmaya başlamıştır. Siyasal düşüncelerin başlangıcı, “sosyal hayatın başlamasından bu yana toplumları kimlerin nasıl yönetmesi gerektiği ile ilgili düşüncelerin felsefi açıdan değerlendirilmesine dayanır. Bu düşüncelerin bir anlam ifade etmesi için devlet adı verilen kurumun doğması beklenmiştir.”3

Her politik eyleme “daha iyi veya daha kötü bir düşünce rehberlik eder.(...) Her politik eylem, kendi içerisinde iyinin bilgisine, yani iyi yaşamın veya iyi toplumun bilgisine bir yönelmişlik taşır. Çünkü tam politik iyi, iyi toplumdur.”4 Bu açıklamalar göstermektedir ki insanların yönetme adına yaptıkları bütün eylemler daha iyiyi arama, daha iyi şartlarda yaşama çabasına yöneliktir. Tüm bunlar sonuçları itibariyle daha iyi sonuç vermeyebilir

Tarihe bakıldığında “örgütlü siyasal toplumlar, bir merak ve bilgeliği arama anlamında filozoflar var olmadan önce de mevcut idi. Uzun zaman önce insanlar otorite, adalet ve itaat gibi şeyler hakkında inançlara sahiptiler. Bu inançların kanıtı, antik halkların geleneklerini oluşturan yazılı ve sözlü kaynaklarda bulunmaktadır:”5 Bu da şunu göstermektedir ki siyaset ilk topluluktan bu yana insan yaşamının çok önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.

1 Necati Öner, “Demokrasinin Epistemolojik Dayanağı”, Felsefe Dünyası, S:27, Türk Felsefe Derneği Yay., Ankara, 1998, s.4.

2 Esat Çam, Siyaset Bilimine Giriş, Der Yay., 9. Baskı, İstanbul, 2005, s.24.

3 Metin İşçi, Siyasi Düşünceler Tarihi, Der Yay., İstanbul, 2004, s. 1.

4 Leo Strauss, Politika Felsefesi Nedir?, Çev: Solmaz Zelyüt Hünler, Paradigma, İstanbul, 2000, s.32.

5 Donald Tannenbaum-David Schultz, Siyasi Düşünce Tarihi Filozoflar ve Fikirleri, Ankara, 2005, s.2-3.

(7)

Evreni anlama ve açıklama ihtiyacı felsefe tarihinin temelini oluşturmaktadır. Bu ihtiyaç, “insanlığın uzun tarihi geçmişinde yer alan duygu, inanç, düşünce ve siyasi sistemlerin doğuşunda etkili olmuştur. Onun için insanı çevresine hakim olmaya zorlayan ihtiyaçlarla, tabiatı anlama merakı siyaset kurumunun doğuşunda rol oynayan faktörler arasında en önemlilerindendir.”6 Atina’da uygar hayat en yüksek devresine M.Ö. 5. yüzyılın sonlarında vardığı halde, siyasi düşüncenin en ileri devri ancak Atina’nın Sparta ile yaptığı mücadeleyi kaybetmesinden sonraki devreye rastlamaktadır. Beşinci yüzyılda siyaset konusunda epeyce düşünüldüğünü ve tartışıldığını, sonraları Platon (M.Ö. 427-347) ve Aristoteles (M.Ö. 384-322)’te rastlanan fikirlerin o zamanlarda billurlaştıklarını gösteren açık belirtiler bulunmaktadır.7 Siyasal düşünce, Sofistlerden (M.Ö.500) Machiavelli’ye (1469- 1527) kadar, “metafizik ilkelerle temellendirilen bir ideal düzen arayışı içinde gelişmiştir.”8

Siyasi ve toplumsal gelişmeler sonucunda insanı merkez alan felsefi problemler gündeme gelmiştir. İnsan sorunlarını temel konu yapan ve onları geliştirenler, antik Yunan dünyası söz konusu olduğunda Sofistler olmuştur. İnsanı düşünce sistemlerinin içine alan Sofistlerin “kendilerine temel aldıkları ahlâk ve siyaset, kültürün değer alanlarını da belirleyen kurumlar olarak kabul edilmişlerdir.”9 Bu dönemden sonra siyaset ve devlet kavramları açıklanmaya başlanmış, hangi tür devletin daha iyi veya kötü olacağı sorgulanmaya başlanmış, daha sistemli düşünceler ortaya çıkmaya başlamıştır.

Bugüne kadar yapılan siyaset tanımları incelendiğinde görülmektedir ki tanımlardan her biri siyasetin değişik yönlerini öne çıkartmakta veya tanımı yapanların ideolojik konumunu sergilemektedir. Herkesi tatmin edecek ve herkesin üzerinde tam bir mutabakat sağladığı bir siyaset tanımı şimdiye kadar ortaya çıkmadığı gibi, bundan sonra böyle bir şeyin olması ihtimalinin de zayıf olduğu görülmektedir. Örneğin “Antik Yunan’da Polis’i ‘yönetme sanatı’ olarak anlaşılan politika, Yeni Çağ’da “devletin faaliyetleri” şeklinde anlaşılmıştır.10 Siyaset her şeyden önce sosyal bir faaliyettir; o daima bir diyalogdur, asla bir monolog değildir. Yalnız bireyler basit bir ekonomi geliştirebilirler, bir sanat ortaya çıkarabilirler vesaire ama siyaset yapamazlar. Siyaset ancak bir başka insanın, gelişiyle ortaya çıkar.11

Siyaset terimi, Arapça’da ‘idare etmek’, ‘işleri düzene koymak’ anlamına gelmektedir.

Politika terimi ise Yunanca Politikos kelimesinden gelip şehirle ilgili işler, devlet idaresi ile

6 İşçi, a.g.e., s. 9-10.

7 George Sabine, Siyasal Düşünceler Tarihi I, Çev: Harun Rızatepe, Sevinç Matb., Ankara, 1969, s.17.

8 Levent Köker, İki Farklı Siyaset, Vadi Yay., 1. Baskı, Ankara, 1998, s.39.

9 Ayhan Bıçak, “Sofistler’in Siyaset Anlayışları”, Felsefe Dünyası, Sayı:12, Türk Felsefe Der. Yay., Ankara, 1994, s.73.

10 Hasan Çiçek, Karl Jaspers’in Siyaset Anlayışı, A.Ü. Sos. Bil. Enst., Doktora Tezi, Ankara, 2003, s. 5.

11 Andrew Heywood, Siyaset, Çev: Bekir Özipek, Bican Şahin, Mete Yıldız, Zeynep Kopuzlu, Bahattin Seçilmişoğlu, Liberte Yay., Ankara, 2006, s.1.

(8)

ilgili olan anlamındadır.12 Siyaset sözcüğünün eski Doğu uygarlıklarında devlet yönetimiyle ilgili olarak kullanıldığı da görülmektedir. Siyaset teriminin Batı dillerindeki karşılığı olan politika terimi Yunanca ‘polis, politeia, politica, politike gibi sözcüklerden türemiştir. Polis,

“site, kent, yöre; kenti oluşturan yurttaşların toplantısı demektir. Politeia; devlet, siyasal rejim cumhuriyet, yurttaşlık anlamına gelir. Politica ise siyasal ve yurttaşlık hakkına ilişkin şeyleri içermektedir. Politike ise iyiye, güzele dayalı bir yapıt ortaya koyan politika sanatı anlamına gelmektedir.”13 Esasen Antik Yunan’daki politika, bugünkü demokratik politika gibi herkesi kapsama, çoğulcu ve yarışmacı olma vasıflarına sahip olmaktan uzaktı.14 Bu açıklamalara göre bu dönemde hükümet etme sanatı anlamına gelen siyaset kelimesinin Polis’den türemiş olduğu görülmektedir. Polisin “tam anlamıyla kent devleti olarak yorumlanması, yanlış ya da en azından yanlış anlaşılmalara açık değerlendirmelere yol açarak polisin özgüllüğünün göz ardı edilmesine neden olur. Her şeyden önce kent devletinin yalnızca Yunan’a özgü bir kurum olmadığını belirtmek gerekir; değişik dönemlerde ve değişik toplumlarda aynı örgütleniş biçiminin çeşitli örneklerine rastlanmaktadır.”15

Siyasetin başka bir tanımı ise “insanların hayatlarının bazı kesimlerinin geçici veya daimi olarak ortak olması veya zaman zaman kesişmesi yüzünden alınması gereken ve uyulmaları bir ahlâkî müeyyideden ziyade hukuki bir yaptırımla veya buna benzer maddi temeli olan yaptırımlarla desteklenen kararları alma sürecidir”16 şeklindedir. Buna benzer bir anlamda o, “birbirlerine karşılıklı bağlarla bağlı bulunan insanların, birlikte yaşama amacıyla bulundukları topluma, gruba kendilerini uydurma çabaları ve faaliyetleri”17 şeklinde açıklanmaktadır.

Siyaseti iktidarla ilgili olarak düşünenlere göre siyaset iktidar etme, iktidar kullanma ve iktidarı kullanmaya katılma uğraşı18 olarak tarif edilmektedir. Siyaset, “özü itibariyle bireyden iktidara ve iktidardan bireye olmak üzere çift yönlü bir ilişki ve etkileşim sürecidir.

O, siyasal ilişki yasalarının toplumsal alanlara girmesini sağlarken oluşturduğu dil, kullandığı söylem, yarattığı sembolik ve mitolojik evren, üretilen toplumsal hiyerarşi ile bireysel dünyanın da etkilenmesine neden olur.”19 Bu tanımlarda olduğu gibi siyaset kelimesinin temelinde iktidar olgusu yatmaktadır.

12 S. Hayri Bolay, Felsefi Doktrinler ve Terimleri Sözlüğü, Akçağ Yay., 6.Baskı, Ankara, 1996, s.366.

13 Çam, a.g.e., s.21-22.

14 Atilla Yayla, Siyaset Teorisine Giriş, Siyasal Kitapevi., 4. Baskı, Ankara, 2004, s. 1; Heywood, a.g.e., s.4.

15 Mehmet Ali Ağaoğulları, Eski Yunan’da Siyaset Felsefesi, V Yayınları, Ankara, 1989, s.1.

16 Atilla Yayla, Siyasi Düşünceler Sözlüğü, Adres Yay., 3. Baskı, Ankara, 2005, s. 208.

17 Bülent Daver, Siyaset Bilimine Giriş, Kalite Matbaası, Dördüncü Baskı, Ankara, 1976, s.197.

18 Gencay Şaylan, Çağdaş Siyasal Sistemler, Sevinç Matb., Ankara, 1981, s.2.

19 Halis Çetin, “İnsan ve Siyaset: ‘Siyasal İnsan’ın Yol Hikayesi’ ”, Felsefe Dünyası, Türk Felsefe Der. Yay., S:38, Ankara, 2003, s.72.

(9)

Siyaset en geniş anlamda “insanların hayatlarını düzenleyen genel kuralları yapmak, korumak ve değiştirmek için gerçekleştirdikleri faaliyetlerdir. Aynı zamanda bu faaliyetin incelenmesidir”20 şeklinde tanımlanmaktadır. Buraya kadar yapılan tanımlara bakıldığında siyaset filozoflarının güncel insan problemleri veya hükümetle ilişkili gördükleri çatışmalar hakkındaki sorulara cevaplar verdikleri ve çözüm aradıkları görülmektedir. Bu filozofların siyaset ile ilgili düşüncelerinden bazı örnekler vermek konunun daha iyi anlaşılması faydalı olacaktır. Siyasetin gelişme sürecinde Platon ve Aristoteles öncüler kategorisi içinde önemli bir yer işgal etmektedir.

Bu öncülerden Platon siyaseti sanat olarak kabul etmekte ve bu sanatın çobanlık örneğinde olduğu gibi uygulamayla ortaya çıkacağını belirtmektedir. Ona göre “çobanlık sanatı, güttüğü koyunlara en büyük iyiliği nasıl sağlayacağını düşünür, başka tasası da yoktur.

Çünkü çobanlık özünden bir şey kaybetmedikçe, sanatının gereklerini kusursuz ve yetesiye sağlamaktır. Bunun için şunda anlaşmamız gerekir: Her yönetim, bir yönetim olarak, ister devlet hayatında, ister tek insanın hayatında, bir başkasının iyiliğini değil, yönettiği, bakımını üzerine aldığı şeyin iyiliğini gözetir.”21 Bu açıklamada da görüldüğü gibi Platon siyaseti veya yönetme işini sanat gibi görmekte, bu sanatında da yönetimin sorumlu olduğu insanların yararlarını düşünmek olduğunu belirtmektedir.

Platon, devletleri yönetenlerin, bunu hangi amaçla yapacaklarını ise şu şekilde ifade etmektedir: “Hiçbir sanat, hiçbir yönetim kendisine yarayanı sağlamaz. Güçlü kendi yararını değil güçsüzün yararını gözetir. Yönetilen işine geleni sağlar ve buyurur. İşte bunun içindir ki kimse yönetmeyi gönülden istemez, başkalarının kötü durumlarını düzeltmeye yanaşmayacağını, bunun için ücret isteyeceğini söylemiştim. Çünkü sanatıyla başarılar elde etmek isteyen kimse, sanatına uygun bir şekilde iş görmek istese, kendine en iyi olanı değil, yönetilene en iyi olanı yapar ve buyurur. İşte bundan ötürü de yönetmeyi göze alana bir ücret verilmelidir. Bu ücret ya para, ya şereftir. Yönetmeden kaçanlara ise verilecek ücret cezadır.(…) Ancak iyiler ne para için yönetmeyi üzerine alırlar, ne de şeref için. Bu yüzden yönetmeyi üzerlerine almak için karşılarında bir zor, bir ceza bulunması gerekir. Burada en büyük ceza da, kendimiz yönetime karışmayınca daha kötü birinin yönetimine girmiş olmasıdır.”22

Platon’a göre devleti bütün tutacak, bölünüp dağılmamasını sağlayacak bütün meselelerin çözümünü sağlayacak şey eğitim ve öğretimdir. Kusursuz bir eğitim ve öğretimden değerli varlıklar çıkar. Bu varlıklar da o eğitimle yoğrularak eskilerden daha iyi

20 Heywood, a.g.e., s.2.

21 Platon, Devlet, Çev: Sabahattin Eyupoğlu-M. Ali Cimcoz, T. İş Bankası Yay., İstanbul, 1999, s.35.

22 A.g.e., s.35-36-37.

(10)

de olurlar her bakımdan.23 Bu açıklamalardan sonra görülmektedir ki Platon insanları yönetmeyi, yani politikayı, bir sanat gibi görmekte ve bu yönetme işinin de insanların durumlarını iyileştirmek, güçsüzlerin yararını gözetmek olduğunu söylemektedir. Bunu başarmanın en iyi yolunun da insanları eğiterek yapmak olduğunu belirtmektedir.

Siyasetin, bilimsel bir görünüm kazanması yani bir eylem aracından çok, bir araştırma ve gözlem alanı olarak ele alınıp nesnel olarak araştırılması Aristoteles ile başladığı kabul edilmektedir. Aristoteles siyaseti bilim olarak kabul ederek onun bazı ödevleri olduğunu söylemektedir. Ona göre siyaset biliminin birinci ödevi en iyi anayasanın ne olduğunu ve herhangi bir dış engel çıkmasaydı da tam dilediğimiz gibi kurulabilseydi nasıl bir şey olacağını savunmaktır. İkinci ödevi ise, hangi anayasanın hangi halka uygun olduğunu araştırmaktır. Çünkü en iyiye erişmek belki olanaksızdır; bundan ötürü, iyi yasa koyucu ve gerçek siyasetçi, hem mutlak olarak en iyiyi, hem de koşullara göre en iyi bilecektir. Üçüncü ödevi ise belli bir anda varolandan başlayarak; verilen anayasayı, gerek özgün durumuyla gerekse bir kez başladıktan sonra nasıl uzun ömürlü olabileceği açısından tartışmaktır.

Bilinmesi gereken dördüncü ödev ise, şehirlerin hepsine ya da hemen hepsine uygun olacak anayasanın ne olacağını tartışmaktır.24

Aristoteles’e göre “insan, ev, aile, her şey o olmayı (kendi doğasına erişmeyi) amaçlar.

Bundan başka, amaç ve son ancak en iyi olandır; kendi kendine yeterlik ise hem amaç hem yetkinliktir. Bundan, devletin doğada varolan şeyler sınıfına girdiği ve insanın doğadan siyasal bir hayvan olduğu sonucu çıkar.(…) Doğa hiçbir şeyi boşuna yapmaz; insanı siyasal bir hayvan yapmak amacıyla da, bütün hayvanlar arasında yalnız ona dili, anlamlı konuşma yetisini vermiştir.”25 Bu cümlelerde de görüldüğü gibi Aristoteles siyaseti beşeri faaliyet türlerinden biri olarak görmüş ve insanı siyasal hayvan olarak tanımlamıştır. Siyasetin insan için önemini dile getirerek, insanın ancak siyasi toplum içinde iyi hayatı yaşayabileceğini anlatmak istemektedir. Ona göre insanın tek amacı toplum içinde mutluluğu aramaktır.

Helenistik dönemde Romalıların siyaset bilimi üzerindeki etkileri düşünürlerinden çok, ortaya koydukları kurumlar ve bunların deneyleri yoluyla olmuştur. “Devlet, ulus, hükümet, cumhuriyet, emperyalizm, anayasa, özgürlük gibi modern siyaset kapsamına giren bir çok kavram Roma kökenlidir. Roma düşüncesinde yeri büyük olan Cicero (M.Ö. 106- 43) Yunanlıların site kavramını genişletip cumhuriyet kavramını ‘halkın malı’ biçiminde halk kitlesine dayandırmıştır.”26 Cicero’nun siyaset tarihindeki asıl önemi Stoacı doğal hukuk

23 A.g.e, s.103.

24 Aristoteles, Politika, Çev. Mete Tunçay, Remzi Yayınevi, 4. Baskı, İstanbul, 1993, s.109-110.

25 A.g.e., s.9.

26 Çam, a.g.e., s.49.

(11)

öğretisini kendi devrinden 19. yüzyıla kadar bütün batı Avrupa’da tanındığı biçimi ile dile getirmiş olmasıdır.27

Siyasal düşüncenin ilk kez Rönesans dönemiyle, en belirgin olarak da Machiavelli ile birlikte, konusu ‘gerçekçi’ bir biçimde tanımlanmış olan iktidar sorunuyla temellendirildiği, bir diğer deyişle, siyasal düşüncenin ‘idealar dünyası’ (Platon) veya ‘Tanrı Devleti’

(Augustinus (354-430)) gibi ‘bu dünya’ ötesi, aşkın kavramlardan arındırılarak bilimselleştirilmesi sürecinin başladığı sıkça rastlanan bir görüştür. Onun, ‘siyaset bilgisini’

amprik bir temele oturttuğu, böylelikle de siyasetin dünyevileştirilmesi yönünde önemli bir sıçrama noktası oluşturduğu söylenmektedir.28 Leo Strauss, modern politika felsefesinin kurucusu olarak Machiavelli’yi göstermektedir.29 Machiavelli’nin siyaset bilimi açısından en önemli öncülüğü “siyaset ahlâkı ile kişi ahlâkını ayırması olmuştur. Sözcüklerinde iyi ya da kötü, ahlâka uygun ya da ahlâka uygun değilin yerlerini devlete, hükümdara yararlı ya da yararsız kavramları almıştır. Onun, İtalyan birliğinin gerçekleşmesi için hükümdarın ahlâk kurallarından arındırılmış biçimde her türlü yönteme başvurma hak ve yetkisiyle donatılması gerektiği tezi vardır.”30

Siyaset bilimi terimi, ilk defa, 16. asrın sonlarına doğru kullanıldığı görülmektedir.

Ünlü Fransız hukukçusu Jean Bodin (1530-1596) bu terimden söz etmektedir. Fakat bugün anladığımız manada siyasal bilim deyimi 1800’lere doğru, anarşist düşünür William Godwin ve faydacı filozof Jeremy Bentham (1748-1832) tarafından kullanılmıştır.”31 Siyasal düşüncenin “bilimselleşmesi bakımından Machiavelli sonrası dönemin önemli düşünürleri Hobbes (1588-1679), Locke (1632-1704) ve Montequieu (1685-1755)’dur Hobbes, Descartes (1596-1650) çizgisinin rasyonalizmini siyasete uygulamakla dönemin siyaset anlayışına katkıda bulunmuştur. Locke ampirizmiyle bir bakış açısı kazandırmıştır. Montesquieu toplumun kökeni sorununu bir kenara bırakarak, toplumların mevcut varoluşları içinde neden farklı siyasal sistemlere sahip olduklarını (ampirik olarak) açıklamaya çalışmıştır.”32

Montesquieu’da “güçler ayrımı ilkesi, olaylar arasındaki zorunlu ilişkiler anlayışı ve tarafsız gözlemci davranışıyla siyaset biliminin gelişmesine katkıda bulunan öncüler grubuna girmektedir. Özellikle olaylar arasındaki zorunlu ilişkileri incelerken gözlemcinin olması gerekenin değil, olanın üzerine tarafsız bir biçimde eğilmesi gerektiğini ileri sürmüş ve sistematik gözlemi önermiştir.”33 Ona göre kanunlar, olayların özelliğinden doğan zorunlu

27 Sabine, a.g.e., s.157.

28 Köker, a.g.e., s.41.

29 Strauss, a.g.e., s.75.

30 Çam, a.g.e., s. 50-51.

31 Daver, a.g.e., s. 28.

32 Köker, a.g.e., s.42-43.

33 Çam, a.g.e., s. 51.

(12)

bağlardır. Bu bakımdan da bütün varlıkların kanunları vardır; Tanrı’nın kanunları vardır;

maddi evrenin kanunları vardı; insan üstü varlıkların kanunlar vardır; hayvanların kanunları vardır; insanların kanunları vardır.34

Montesquieu’ya göre insanın toplum halinde yaşamak isteğini oluşturan tabiat kanunlarından biridir. İnsanlar toplum halinde yaşamaya başlar başlamaz zayıflık duygularını yitirirler; aralarındaki eşitlik yok olur, savaş hali başlar. Her özel toplum kendi kuvvetinin farkına varır; bu da milletler arasında savaş durumunu meydana getirir. Bu iki çeşit savaş durumu, insanlar arasındaki kanunların yerleşmesine sebep olur. Böylece gelişmeler sonucunda devletler hukuku, siyasi hukuk ve medeni hukuk ortaya çıkmıştır. Toplumların tümünü birden ilgilendiren devletler hukukundan başka, her toplumun bir de kendi siyasi hukuk vardır bir toplumun hükümetsiz yaşması mümkün değildir.35 Buna göre Montesquieu insanların toplu halde yaşama ihtiyacını tabiat kanunu olarak görmekte, bu yaşama esnasında insanların gerek kendi aralarında gerekse diğer toplumlar arasındaki ilişkilerin ortaya kanunları çıkardığını söylemekte ve bu kanunlara göre insanların kendilerini iyi bir şekilde yönetebileceğini ve bunu sağlayacak bir hükümetin bulunmasını zorunlu olarak görmektedir.

17. yüzyılda ise Locke siyasi gücü “ölüm cezalarıyla kanun koyma hakkı olarak ve sonuçta mülkiyeti koruma ve düzenleme için tüm daha az cezalar ve toplumu bu tür kanunların uygulanmasıyla yürütme ve ulusun yabancı zarar vermelerden savunmada ve tüm bunu sadece kamu yararına yapma olarak”36 ele almaktadır. Bunun anlamı siyasi otoritenin, insanlara emir verme ve bu emirlere itaat edilmediği takdirde de onları cezalandırma hakkına sahip olduğudur.37 Onun genellikle “siyasal düşüncesiyle başladığı kabul edilen liberal düşüncenin, temelde insanı hak sahibi bir özne olarak değerlendirildiği bilinmektedir. İnsanın hak sahibi olmasının en önemli sonuçlarından biri, bireyin doğuştan, dokunulmaz ve devredilmez haklarla çevrilinmiş bir ‘özel alan’ın her türlü dış müdahaleye karşı güvence altına alınmak istenmesidir.”38

18. yüzyılda ortaya çıkan anarşist düşünürlerden biri olan Godwin için ise siyaset ahlâkın bir parçasıdır. Bütün kurumlar insanın erdem ve mutluluğunu etkilediği için onun siyaset felsefesinin hedefi ‘iyi hayat’ elde etmek için kişiye en iyi imkan tanıyacak toplumsal organizasyonun şeklini ortaya çıkarmaktır. Yaşadığı devirdeki insanlar gibi Godwin de, siyaset ve ahlâkın bilimi olduğuna inanmış ve ‘en iyi sosyal yaşam tarzını’ oluşturmanın

34 Montesquieu, Kanunların Ruhu I, Çev:Fehmi Baldaş, Kuram Yay., 2. Baskı, İstanbul, 1998, s.49.

35 A.g.e., s.54-55.

36 J. Locke, Sivil Toplumda Devlet, Uygar Yönetim Üzerine İkinci Deneme, Çev: Serdar Taşçı-Hale Akman, Metropol Yay., İstanbul, 2002, s.22.

37 Neşet Toku, “Siyaset Felsefesi Nedir?”, Felsefe Dünyası, T. Felsefe Der. Yay., S: 35, Ankara, 2002/1, s. 45.

38 Köker, a.g.e., s.58-59.

(13)

ilkelerini bulmak için bu bilimlerin disiplinlerini araştırmaya koyulmuştur.39 Godwin'e göre siyaset “bir bilimdir. İnsan doğasının genel özellikleri anlaşılmaya müsaittir ve bu bilim toplumdaki insanın koşullarına en iyi uyarlanacak şekilde uygulanabilir. Eğer bu bilimin her yerde ve bir an evvel uygulamaya konulması için mücadele verilmezse, şartların değişmesiyle orantılı olan değişiklikler ve gerçekleştirileceği dereceler de bilimsel bir konu başlık halini alır. Adımlarında ilerici olmak bilimin doğasında var. Siyasi bilgi, hiç şüphesiz, emekleme döneminde ve bir hayat, bir hareket ve irade işi olduğundan, daha çok birliktelik ve insan toplumunun endişeleri hususunda daha az güvenilmez etkiler sergiler.”40

19. yüzyıl sosyal, ekonomik, siyasal olaylar açısından zenginliği ve canlılığı yanında, sosyal bilimler alanında ilginin siyasetin, devlet yönetiminin incelenmesinden tüm toplumun, sosyal olayların incelenmesine doğru kaymasına tanık olmuştur. Önceki dönemlerde ise siyasetin, yönetime ilişkin konuların incelenmesi ağır basmıştır.41 Egzistansiyalist felsefenin önde gelen temsilcilerinden biri olan Karl Jaspers (1883-1969) siyaseti “ ‘insanın kaderi’

olarak dile getirir. Ona göre, düşünce ve davranış olarak insan toplumunu kuşatıcı bir düzenleme olan siyaset, ‘insanların dünyada beraber yaşamaları için büyük bir olaydır’.”42 Çiçek’in belirttiğine göre Jaspers “siyaset bizi acıtır! Varlığımızı sınırlandırır, bizi koşullandırır; bana göre bu konu, ‘nasyonal sosyalizm’ ile ortaya çıkmıştır”43 demektedir.

20. yüzyılın başlarına gelindiğinde, sanayi devrimi ile siyasal yapı değişikliğini belli bir çizgiye oturtmaya çalışan batı dünyasında siyasal düşünce, devletin temel örgütlenmesini belirleyen kuralların analizi üzerinde yoğunlaşan ve daha çok ‘anayasa hukuku’ paraleline giren bir ağırlık kazanmıştır. Ancak bu yüzyılın ilk yarısında, temelinde bireysel hak ve özgürlüklerin bulunduğu batılı devlet sistemine rakip, faşist, nasyonal sosyalist ve komünist sistemlerin yükselişiyle karşı karşıya gelinmesi, anayasa hukuku paralelinde gelişen siyasal düşünce içinde insan hak ve özgürlükleriyle belirlenen değerler sisteminin savunulması gibi

‘normatif’ bir boyutu da beraberinde taşıya gelmiştir.44

Siyasetle ilgili bu açıklamalardan sonra siyaset felsefesi ile ilgili kısaca bilgi vermek aralarındaki farkın anlaşılması için uygun olacaktır. Siyaset felsefesi; siyasi eylem tekniğini yani iktidarın kaynağını, iktidarın kazanılışını ve elde tutulmasını, fertle devlet arasındaki

39 William Godwin, Enquiry Concerning Political Justice And Its Influence On Morals And Happiness, Edit: F.E Priestley, Vol: III Critical Introduction and Notes, University of Toronto Press, Canada, 1946, s. 27.

40 W. Godwin, Enquiry Concerning Political Justice And İts İnfluence On Morals And Happıness, Vol:I, Edit: F.E. L. Priestley, University of Toronto Press, Canada, 1946, s. 272-273.

41 Köker, a.g.e., s. 53.

42 Hasan Çiçek, “Karl Jaspers’in Siyaset Anlayışında ‘Politik Suç’ Kavramı”, Felsefe Dünyası, Sayı:37, Türk Felsefe Derneği Yay., Ankara, 2003, s.144.

43 Çiçek, K. Jaspers’in Siyaset Anlayışı, s.149.

44 Köker, a.g.e., s.45.

(14)

ilişkileri ele alır.45 Onun başlangıç noktasını, “devletin ya da siyasi otoritenin ne olduğu sorusu oluşturur. Siyaset felsefesinin temel görevi, toplumda otonomi ve otorite arasındaki doğru dengeyi belirlemeye çalışmaktır.”46 Siyaset, toplum halinde yaşayan insanlar “için ampirik bir zorunluluktur. Siyaset felsefesi ise siyaset üzerine yapılan refleksiyonlu düşüncedir. Genel olarak felsefe, özel olarak ta ahlâk, siyaseti bir inceleme konusu olarak aldığında ortaya siyaset felsefesi çıkmaktadır.”47

Başka bir fark olarak siyaset felsefesi sadece “soyut bir uygulama değildir. Fikirler çok önemlidir. Onlar, otoriteyi sorgulamak, araştırmak, ona meydan okumak ve hatta onu haklılaştırmak için silah olarak hizmet ederler.(…) Siyaset felsefesi, fikirler ve onların siyasal sonuçları üzerindeki umut, hüsran ve kavgadan ibaret olan yaşayan bir duvar kilimidir.”48

Siyaset felsefesi “politik şeylerin doğası hakkındaki kanının yerine politik şeylerin doğasının bilgisini geçirme girişimi olacaktır. Politik şeyler doğaları gereği, tasvip etmeye ve etmemeye, kabul edip seçmeye ve reddetmeye, övmeye ve kınamaya tâbidir. Politik şeylerin özünde, insanların itaatine, bağlılığına, karar veya yargısına karşı nötr olmak değil, bir iddiada veya talepte bulunmak vardır.”49 Siyaset felsefesi, “inançları ve değerleri sunar ve yargılar;

onların bir kısmını kabul etmek, diğerlerini de reddetmek için gerekçeler sunar.”50

Sonuç olarak bu açıklamalar ışığı altında siyaseti “toplumun tümünü ilgilendiren veya toplumu oluşturan birimler arasındaki ilişkileri son aşamada meşru zora dayanarak düzenleyen eylemler bütünü biçiminde de tanımlayabiliriz.”51 Siyaset “ister insanların doğalarından gelen farklılıklar, tercihler ve taraflılıklar, isterse toplumsal, sınıfsal, dinsel, geleneksel, ideolojik ilke, değer ve çıkar çatışmaları olsun, bu farklılıkların ve çatışmaların yok edilmesi üzerine değil, eşit ve özgür yarışma ortamında, farklılıkların uzlaştırılması üzerine kuruludur. Farklılıkları yok etmek üzerine kurulu tüm uğraşlar, despotizm olarak adlandırılmalıdır. Son tahlilde siyaset, sorunları yok etmek değil çözmek sanatıdır.”52

Buraya kadar yapılan siyaset ile ilgili açıklamalardan sonra siyasetin yapılabilmesi için gerekli olan ve insanların toplu halde yaşamlarını devam ettirdiği devlet kavramı ile ilgili bilgiler vermenin gerekli olduğu kanaatindeyiz. Her insan topluluğu gibi, devlet de toplumun içinde doğar ve yaşar. Devlet de köklerini “aile, din, şirket, sendika, okul ve dernek gibi aynı

45 Bolay, a.g.e., s.366.

46 Toku, a.g.m., s. 46.

47 Mehmet Vural, “Aydınlanma Felsefesi ve Siyasal Muhafazakarlık”, Felsefe Dünyası, Türk Felsefe Der. Yay., Sayı: 35, Ankara, 2002/1, s.127.

48 Tannenbaum-Schultz, a.g.e., s. 3.

49 Strauss, a.g.e., s.35.

50Tannenbaum-Schultz, a.g.e., s. 15.

51 Çam, a.g.e., s.24.

52 Çetin, a.g.e., s.87.

(15)

toprağa salmıştır ve oradan beslenmektedir.”53 Siyasal düşünürler ve sosyal bilimciler yüzyıllardan beri “devlet nedir?” sorusunun cevabını aramışlardır. Bugüne kadar bu sorunun cevabı üzerinde az çok bir anlaşmaya varılamamıştır. Bugün devlet kavramı ve onun tanımı üzerinde şaşırtıcı bir çeşitliliğin ve derin görüş ayrılıklarının bulunduğunu görüyoruz. Bunun nedenini her şeyden önce devletin mahiyeti hakkındaki temel anlayış farklarında aramak gerekir.54

Geçmişe doğru bakıldığında ilkel toplumlarda henüz siyasi teşkilatların kurulmadığı bilinmektedir. Toplum ile devlet birbirine karışmıştır. Klanlardan başlayarak millete kadar varan her insan grubu aynı zamanda bir toplumdur. Fakat her toplum bir devlet değildir. Bu bakımdan devlet, idari, hukuki ve siyasi kurumların meydana getirdiği bir siyasi bütündür.

Devlet aynı zamanda, yasama, yürütme ve yargı gibi kuvvetlerin anlamlı bir bütün haline gelmesi demektir.55

Bugünkü anlamı ve bugünkü unsurlarıyla devlet, “ancak on beşinci ve on altıncı yüzyıllar içinde ortaya çıkmıştır. Gerçekten devlet deyince belli sınırlar içinde yerleşmiş bir insan topluluğu, istikrarlı bir siyasal örgüt ve kurumsallaşmış bir iktidar anlıyorsak, bu nitelikleri kapsayan kuruluşları görebilmek için çok eski tarihlere gidemeyiz. Devlet kelimesinin Batı dillerindeki karşılığının (status, stato, etat, state) kullanılmaya başlaması da on altıncı yüzyıla rastlar. Ondan önce ‘polis, civitas, respublica, regnum’ gibi deyimler kullanılmıştır.”56

Devlet, “sınırları belli bir toprak parçası üzerinde teşkilatlanmış, bağımsız bir hükümete sahip olan toplum temsilcisidir. O, toplumu idare eder; iç ve dış tehlikelere karşı güvenliği sağlar, hukuki niteliği ilgili kanunlar koyar, onları uygular, yasaklar ve emirler çıkarır. Böylelikle sosyal düzeni sağlar. Öteki devletlere karşı toplumu temsil eder. Devlet, egemen ve etkili bir iktidar demektir. Ama aynı zamanda meşru bir iktidardır. Kurumlara dayanan ve müesseseleşen iktidar hukuk iktidarıdır.57 Bu nedenle devlet bütün siyasal kurumların en büyüğü sayılmaktadır. Devlet felsefesi ise; “devletin ve toplumsal yaşamın özü, doğuşu, anlamı, temel ilkeleri ve temel biçimleri üzerine geliştirilen felsefe öğretileri58 şeklinde açıklanmaktadır.

Günümüzde devlet denince “göze çarpan ilk olgu büyük bir olasılıkla kamu hizmetleri olacaktır; yani devlet esas olarak toplumda bir çok hizmeti yerine (güvenlik, sağlık, eğitim,

53 Leslie Lipson, Politika Biliminin Temel Sorunları, Çev:Tuncer Karamustafaoğlu, Sevinç Matb., Ankara, 1973, s.65.

54 Münci Kapani, Politika Bilimine Giriş, Sevinç Matb., İkinci Baskı, Ankara., 1978, s.15-16.

55 İşçi, a.g.e., s. 5.

56 Kapani, Politika Bilimine Giriş, s.20-21.

57 Bolay, a.g.e., s.84.

58 Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, Savaş Yay. 3. Baskı, Ankara, 1984, s.40.

(16)

ulaşım, haberleşme vb. gibi) getiren bir kurum olarak düşünülmektedir. Ancak, bir takım hizmetleri yerine getirmek devlet kurumunun ayırt edici niteliği olarak düşünülemez. Devletin ayırt edici özelliği, egemenliği kullanan kurum olmasıdır.”59

Devleti diğer kurumlardan ayıran özellikler ise şu şekilde ifade edilebilir: “Devlet, amacı toplumsal düzenin, adaletin ve toplumun iyiliğinin sağlanması olan; belli bir toprak parçası (ülke) üzerinde yerleşmiş bir insan topluluğuna (halka) dayanan ve bu topraklar üzerinde bulunan her şey üzerinde nihai meşru kontrole (otorite) sahip, siyasal bir örgütle (hükümet) donanmış sosyal bir organizasyondur. Devleti ona benzer kuruluşlardan ayıran, egemen ve bağımsız olma niteliğidir.”60 Bu açıklamalarda da görülmektedir ki devleti oluşturan asıl unsur teşkilatlarının oluşması ve işlemesidir. Bu nedenle yasama, yürütme ve yargı gibi teşkilatların oluşmadığı, her şeyin kabile liderleri veya o yörenin ileri gelenlerince yönetildiği dönemlere ilkel toplum veya yönetim adı verilmektedir.

Devlet, “kolektif siyasi kararların uygulanmasıyla görevli bütün kamu kurumlarını, bakanları, yargıçları, bürokratları, asker rütbelileri ve polisleri bünyesinde toplayan organdır.

Hükümet devletin özüdür, fakat ikisi aynı şey değildir. Nihayet bu ikisi birlikte siyaset sistemi içinde yer alır.”61 Yani devlet ne sadece “ülkedir, ne insan topluluğudur, ne iktidardır, ne siyasal ve hukuki düzendir, ne de bunların bir toplamı veya sentezidir. Devlet bunların dışında ve ötesinde, gözle görülemeyen, elle tutulamayan soyut bir kavramdır.”62 Buna göre devletin içinde teşkilatların oluşması yeterli olmamakta, bu oluşumları idare edecek, yönlendirecek bir yönetim kurumunun da oluşması gerekmektedir.

Devlet yalnızca “toplumsal ve kuramsal yahut nesnel değerler bakımından değil, aynı zamanda insanın kendi tabiatı bakımından da en üstün birliktir. Ailede insan kendisini yeniden üretir, köyde ise insanlar birlikte olmanın muhtasar ihtiyaçlarını tatmin eder, insan yalnızca devlette kişiliğinin tümünü gerçekleştirir, bilhassa da kendinin en yüce kısmını.(...) Özellikle ahlâkî tabiatı, onu hususiyle insan yapan niteliği ise devlette tamamlanmaktadır.”63 İnsanların oluşturduğu bu örgüt aynı koymuş olduğu kurallarla insanların daha iyi, mutlu ve düzenli yaşamasını sağlamaktadır. Yani insan için konulmuş dini veya devletin koyduğu kurallar onun toplum içinde kendini gerçekleştirmesini sağlamaktadır. İnsanın diğer insanlar için kendisini kısıtlaması bir çaba, gayret gerektirecektir.

Başka bir tanım olarak ise devlet “muayyen bir toprak üzerinde, muayyen bir birliğe mazhar, ferdî arzulara üstün ve herkes tarafından riayet olunan bir iktidara ve bir hukuki

59 Şaylan, a.g.e., s.7.

60 Daver, a.g.e., s. 166.

61 Yayla, Siyaset Teorisine Giriş, s. 7.

62 Kapani, Politika Bilimine Giriş, s.17.

63 William Ebenstein, Siyasi Felsefenin Büyük Düşünürleri, Çev: İsmet Özel, 2. Baskı, Şule Yay., İstanbul., 2001, s. 340.

(17)

nizama malik devlet dediğimiz içtimai, siyasi ve hukuki bir teşekküle, tarihin çok uzak devirlerinden itibaren tesadüf edilmektedir.”64 En genel tanımıyla devlet bir siyasal iktidar biçimi olarak tanımlanmaktadır. Devlet bir kurumsallaşmış bir iktidardır; etkin bir iktidardır;

meşru bir iktidardır, hukuk iktidarıdır; aynı zamanda tüzel bir kişidir; belli bir toprakla sınırlı bir örgüttür. Yani devlet, kurumsallaşmış bir siyasal iktidar; kendine bağlı insanların güvenliğini sağlamak üzere kurulmuş etkin bir sosyal örgütlenme biçimi; en yüksek düzeyde ve değerleri kapsayan bir egemenliğe bağlı, sivil toplumun kendi kendisinin bilincine varmasını ifade eden ve belli bir toprakla sınırlı bir örgüt, etkin bir siyasal iktidardır.65

Devletin tanımları üzerinde yapılan bu açıklamalardan sonra bazı filozofların devlet hakkındaki düşüncelerinden örnekler vermek tarihsel gelişimi anlamak açısından faydalı olacaktır. İnsanın psikolojik özelliklerinden yola çıkarak kapsamlı bir siyasal sistem kurma geleneği Platon’la başlar. Ona göre insanların üç ayrı yanı olduğuna göre, bunların her birine özgü üç ayrı zevk, üç ayrı istek, üç ayrı buyruk vardır. Onun için başlıca üç çeşit insan vardır:

Bilgi sever, ünsever ve para sever. Bu üç ayrı insana göre de üç ayrı çeşit zevk vardır.66 Platon devletini bu üç insan doğası üzerine kurmaya çalışıyordu ve devletin, bu doğalara uygun toplumsal düzen kurmasını gerektiğini savunuyordu.67

Platon’a göre toplumu yapan insanın tek başına, kendi kendine yetmemesi, başkalarını gereksemesidir. Yoksa toplumun kurulmasının başka sebebi yoktur. Bir insan bir eksiği için, bir başkasına başvurur, başka bir eksiği için de bir başkasına. Böylece bir çok eksikler birçok insanların bir araya toplanmasına yol açar. Hepsi yardımlaşarak bir ortaklık içinde yaşarlar.

İşte bu türlü yaşamaya toplum düzeni denir.68 Ona göre devlet bir organizmaya benzer.

İnsanlar ise onun içinde organizmayı teşkil eden hücreleri andırırlar. İnsanın bir çok ihtiyaçları vardır. Yemek, içmek, barınmak gibi. İnsanların bu çeşitli ihtiyaçları karşılamak için topluluk halinde yaşamaları lazımdır. İş bölümü doğal ve sosyal bir zorunluluktur.69

Platon’a göre devletin kurulmasının amacı bütün toplumun mutluluğunun sağlanmasıdır. O, bu konuda şöyle demektedir: “Biz devletimizi, bütün topluma birden mutluluk sağlasın diye kuruyoruz. Yoksa bir sınıf, ötekilerden daha mutlu olsun diye değil.”70 Ona göre “kötü denen şeyler, adaletsizler için iyidir, adaletliler içinse kötüdür; iyi denenler de iyiler için gerçekten iyi, kötüler için kötüdür.(...) Ülkede biri çıkıp, kötü oldukları halde hoş bir yaşam süren bir takım insanların bulunduğunu ya da yararlı ve kazançlı şeylerle adaletli

64 Recai G., Okandan, Devletin Menşei, Kenan Matb., İstanbul, 1945, s.7.

65 Çam, a.g.e., s. 337.

66 Platon, Devlet, s.244-245.

67 Çetin, a.g.e., s.74.

68 Platon, Devlet, s.56.

69 Adnan Güriz, Hukuk Felsefesi, Siyasal Kitabevi, 6. Baskı, Ankara, 2003, s. 166.

70 Platon, Devlet, s.99.

(18)

şeylerin başka başka şeyler olduğunu söylerse, ona hemen hemen en büyük cezayı verirdim.”71 Bu açıklamalardan da anlaşılmaktadır ki Platon için devletin görevi bütün toplumun mutluluğunu ve adaleti sağlamaktır.

Platon kuracağı devlette yönetenler ve yönetilenler sorusuna da cevap aramaktadır.

Ona göre yönetenler yaşlılar, yönetilenler de gençler olması gerekir. Yaşlılar arasından da en iyilerini seçeceğiz tabii. Yönetenler, koruyucular devleti kurmasına en iyi bilenler arasından seçilmelidir. Bunlar akıllı, değerli, toplumla ilgili insanlar olmalıdır. Bu seçilecek insanlar ömürleri boyunca yalnız toplumun yararına işler görmüş, zararına olan şeylerden de kaçınmış olmalıdır.72

Aristoteles, Platon’un “insan uğraşları arasında kurduğu hiyerarşiyi neredeyse olduğu gibi korur ve temel gereksinimleri karşılayan zanaatları en alta, yönetim sanatını bunların üstüne, en soyut, bir gereksinimi karşılama düşüncesinde en uzak uğraşı, ilkeler üzerine düşünmeyi, metafiziği en üste koyar.(…) Amacı kendi dışında olan sanatların ve bilimlerin başına Aristoteles politikayı koyar ve ona bütün bilimlerin en yetkelisi der –devlette hangi sanatların ve bilimlerin nasıl ve kimler tarafından çalışması gerektiğini o belirlemelidir.

Böylece Aristoteles de geleneksel görüşten ayrılmaz.”73 Ona göre “kendi gözlemlerimiz bize, her devletin iyi bir amaçla kurulmuş bir topluluk olduğunu söyler. “İyi” diyorum, çünkü gerçekten bütün insanlar eylemlerinde iyi saydıkları şeyi elde etmeye çalışırlar. Öyleyse, bütün topluluklar şu ya da bu iyi şeyi amaçladıklarına göre toplulukların en üstünü ve hepsini kapsayanı da, en yüksek iyi’yi amaç edinecektir. Bu bizim devlet dediğimiz topluluktur ve o topluluk türüne de siyasal denir.”74

Aristoteles toplum ve devletin oluşumu ile ilgili şunları söylemektedir: “Doğa yasası gereğince kurulan ve günbegün sürüp giden bu birlik ailedir. Bundan sonraki aşama köydür:

Günlük gereksinmelerin ötesinde bir amacın karşılanması için birçok evler birleşince köy meydana gelir.(…) Bu ilk birlik genel olarak, oğulların ve torunların evlerinin eklenmesiyle, doğal bir süreç sonucunda oluşur.(…) Bu yoldan kurulmuş olunca, yönetimi de ister istemez krallık oluyordu; günümüzdeki bazı uluslar gibi, şehir-devletleri de başlangıçta krallıkla yönetilmekteydi.(…) Son birlik, çeşitli köylerden oluşan şehir ya da devlettir. Bununla hemen her bakımdan süreç tamamlanmıştır. Kendi kendine yeterliğe erişilmiş ve böylelikle, yaşamın kendisini sağlamak için başlamışken, şimdi iyi yaşamı sağlayabilecek bir duruma gelmiştir.

Bundan dolayı içinden çıktığı daha eski topluluklar nasıl doğalsa, şehir-devleti de öylece

71 Platon, Yasalar I, s. 72-73.

72 Platon, Devlet, s.94.

73 Halil Turan, “Tekhne, Bilim, Felsefe ve Siyaset”, Felsefe Dünyası, Sayı:18, Türk Felsefe Der. Yay., Ankara, 1995, s.67.

74 Aristoteles, Politika, s.7.

(19)

yetkinlikle doğal bir topluluk biçimidir.”75 Bu açıklamalarda da görülmektedir ki Aristoteles’in toplumun ve devletin oluşumu için ilk hareket noktası ailedir. Çünkü aile ona göre doğa yasası uyarınca kurulan sosyal birliklerin en eskisidir. Daha sonraki aşama ise köydür. Bu birlikler birleşerek ve gelişerek günümüzdeki modern devlet şekillerini oluşturmuştur

Aristoteles, bütünün parçadan daha önce gelmesi gerektiği görüşünden hareketle şehir ya da devletin, aileden de, herhangi bir bireyden de önceliği olduğunu ifade etmektedir. Ona göre devletin “hem doğal hem de bireyden önce olduğu apaçıktır. Çünkü bir birey nasıl bir parçası ayrıldığı zaman tümüyle kendine yeterli olmazsa, o da tıpkı öteki parçaları gibi bütünle aynı ilişki içindedir.(...) Bu nedenle tüm insanlar arasında onları bu ortaklığa sürükleyen doğal bir içgüdü vardır. İnsan nasıl tam gelişme durumuna ulaştığı zaman hayvanların en iyisiyse, yasa ve kurallardan ayrılınca da en kötüsü olur.”76

Cicero’ya göre ise devlet “halktan başka bir şey değil; halk deyince, herhangi bir şekilde bir araya toplanmış olan rastgele bir insan yığını değil, ortak bir fayda gayesiyle mutabakat halinde bulunan hukuki bağlarla birleşmiş insanların kalabalığını kastediyorum.

Birleşmelerinin birinci sebebi sadece zaaf duygusu değil, aksine insanda kökleri bulunan bir içtimailik sevk-i tabiisidir; çünkü insan cinsinin kaderi, münferit yaşayıp dolaşmak değil, aksine bütün beşeri nimetlerin bolluğuna rağmen diğer hemcinslerinin topluluğundan ayrılmamaktır.bu suretle, ilk bakışta dağınık ve göçebe şekilde yaşayan bir kalabalığın birleşmesi sayesinde devlet meydana gelmiştir.”77 Onun için devlet üyeliği “bütün vatandaşların ortak bir niteliği olan, kararlara dayanan bir heyettir, varlığının amacı vatandaşlarına karşılıklı yardımlaşmanın ve adil bir yönetimin yararlarını sağlamaktır.”78

Augustinus ise Hristiyanlık dinini yeniden yorumlamaya çalışmış ve biri yeryüzü diğeri de gökyüzü olmak üzere iki düzenin var olduğunu ileri sürmüştür. O, yeryüzü devleti ile Tanrı devletini birbirinden ayırırken, bu iki devletin birbirlerinin tam karşıtı olduklarını ve birbirlerini dışladıklarını da belirtmektedir. Buna karşılık yeryüzünde varolan hiçbir toplumda bu iki devletin saf haline rastlanmayacağını, varolan her toplumda bu iki devletin birbirinin içine geçmiş olduğunu da ifade etmektedir.79 Ona göre “insanın görevi, kendini gökyüzü düzenine hazırlamak ve yeryüzünde kurulu düzeni, Hristiyan ilkelerine uygun olmak koşulu ile kabul etmektir. Çünkü yeryüzü devletini yöneten Hristiyan prensler de ellerinden geldiği

75 A.g.e., s.8-9.

76 A.g.e., s.10.

77 Cicero, Devlet Hakkında, Çev: Nermin Abadan, Devlet Felsefesi, Seçilmiş Okuma Parçaları, Derl: Yavuz Abadan, Ajans-Türk Matb., 1959, Ankara, s.94-95.

78 Sabine, a.g.e, s.160-161.

79 Mehmet Ağaoğulları-Levent Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, İmge Kitapevi, Ankara, 1991, s.133.

(20)

kadar tanrı düzenini izlemeye çalışmaktadır. Ona göre, gök devletinin yani kilisenin dünyaya tam egemen olması ile karşılık bitecek iki devlet teke dönüşecektir.”80

Augustinus’a göre insan, “doğasının iki bölümlü -beden ve dünya, ruh ve öbür dünya- olmasından ötürü, iki devletin yurttaşıdır: bir yer devletinin, bir de gök devletinin. İnsan, doğasındaki bölümlerin hangisine uygun hareket ederse, ona karşılık olan devletin yurttaşıdır.

Bu devletlerin hiç biri, şimdiye kadar var olmuş herhangi bir toplulukla özdeşleştirilemez;

ama yine de bütün insanlık tarihinin açıklamasının bu iki devletin birbirleriyle karışma ve çatışmalarında aramalıdır.”81

Ona göre “dünyevi devletin varlığının gerekli bir unsuru olan iktidarının, hiçbir surette bir tahakküm vasıtası olarak kullanılmaya tahammülü yoktur; bilakis iktidarı kullananlar için, kudretlerini fertlerin himayesi, onlara doğru yolun gösterilmesi, fertlerin refah ve saadetinin temini için kullanmak gibi mükellefiyetler bahse konudur. İktidarın kullanılması, ancak kolektivitenin menfaatine olduğu ve bunu sağlamak gayesine tevcih edildiği zaman meşru olabilir.”82

Machiavelli’nin siyasal düşünce tarihine getirdiği yenilik ise, “tek kelimeyle, gerçekçiliktir. O, siyaseti din ve ahlâktan açık bir biçimde ayrı tutmuş, skolastik görüşlerden soyutlamıştır. Machiavelli ahlâktan tümüyle ayrı bir siyasal düşünce geliştirirken, ahlâkî değerlerin özünü bozmamış, iyiye kötü, kötüye iyi dememiştir. O, siyasal olguları değerlendirirken kendi kişisel duygularını da bir yana bırakmaktadır.”83

Machiavelli, siyasal düşünce tarihinde “amaca ulaşmak için her araç meşrudur görüşü ile de ün kazanmıştır. Ancak ahlâk açısından bir suçlama sayılabilecek olan bu görüşün siyasal açıdan bir gerçekliği dile getirdiğini nasıl yadsıyabiliriz? Onun ilgi alanı ise tümüyle siyasal alandır; bu alan içindeki kurallardır. O, devleti maddileştirmekte, siyaseti ahlâk ve hukuka bağlamak istememektedir. Siyasal olayları iyi ve kötü diye değerlendirmemekte, gerçekliklerinin var olup olmadığına bakmaktadır.”84 Ona göre “yönetimlerin bu çeşitliliği insanlar arasında rastgele doğmuştur, çünkü dünyanın başlangıcında, insanlar seyrek olduklarından bir süre hayvanlar gibi dağınık yaşamışlardır; sonraları sayıları arttıkça aralarında toplanmışlar ve böylece kendilerini daha iyi korumak amacıyla, içlerinde kim daha güçlü ve cesur ise ona baş eğmişler, onu baş yapmışlar ve onun sözünü dinlemişlerdir.

Bundan şer ve kötülük anlayışından farklı olarak iyilik ve namus anlayışı doğmuştur.”85

80 Şaylan, a.g.e., s.16.

81 Mete Tunçay, Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi 1, Seçilmiş Yazılar, Sevinç Matb. Ankara, 1969, s.210.

82 Yahya Kazım Zabunoğlu, Devlet Kudretinin Sınırlanması, Ajans-Türk Matb. Ankara, 1963,s.37.

83 Machiavelli, Hükümdar, Çev: Selahattin Bağdatlı, Sosyal Yay., Dördüncü Baskı, İstanbul, 1994, s.9.

84 A.g.e., s.9.

85 Machiavelli, Titus Livius’un İlk On Kitabı Üstüne Konuşmalar, Çev: Pars Esin, Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi 2, Derl. Mete Tunçay, s.6.

(21)

Machiavelli siyasetin, “diğer bir deyişle devlet uğraşlarının, kişi ve kilise ahlâkından ayrı bir mantığa dayandığını ve bu nedenle de siyasetin bağımsız bir uğraş olduğunu vurgulamıştır. Devleti kuramsal olarak laikleştirirken iktidar konusuna gerekli ağırlığı kazandırarak ön plana geçirmiştir. Machiavelli gözlemlerden genellemelere giderken olaylar arasındaki ilişkiler ve olayların nedenleri üzerinde durarak bir gözlemci gibi çalıştığından siyaset biliminin öncüleri arasında önemli bir yer tutmaktadır.”86

Bodin’e göre devlet “bir çok ailenin ve (bu ailelerin) ortak çıkarlarının egemen bir güçle, doğruluk üzere (yasa uyarınca) yönetilmesidir. Eskiler devleti, iyi ve mutlu bir şekilde yaşamak için bir araya gelmiş insanların toplumu olarak tanımlarlardı. Ancak bir betimleme olarak doğru sayılabilecek olan bu tanımlama, bir yandan gereğinden daha geniş, bir yandan da gereğinden dardır; şöyle ki bu üç temel nokta bu tanımda bulunmamaktadır: Aile, egemenlik ve bir devlette ortaklaşa olan şey. Bir yandan da ‘mutlu bir şey’ deyimi hiç gerekli değildir. Çünkü bir devlet iyi yönetilebilir ama fakir kuşatılmış olabilir. Ya da kötülüklerle dolu olup zengin olabilir.”87 Bodin, herhangi bir insanın dini bir kanaati kabule zorlamasının bizzat dine aykırı olduğunu belirtmekte, bu sebeple devlet nizamının kilise ve teolojiden ayrılmasını ve hükümran devletin dünyevileştirilmesini ileri sürmektedir.88 O, iç harplerin kendisinde yarattığı derin anarşi korkusunun etkisiyle, kurtuluş yolunu, devlete mutlak bir iktidar tanımakta bulmaktadır; öyle ki nazarında devlet, ‘ölümsüz Tanrı’dan sonra, her şeyimizi kendisine borçlu bulunduğumuz varlıktır.89 Onun bu görüşü anarşist düşünürlerin tam tersi yöndedir. Anarşistler, insanın tam bağımsızlığı ve kendisini gerçekleştirmesi için devletin ortadan kaldırılmasını zorunlu kılarken, Bodin insanın anarşiden kurtulması için devlete tam itaatini öne sürmektedir.

Hobbes’un Leviathan adlı yapıtı ile siyaset alanında yaptığı katkılar şu şekilde belirtilmektedir: “Siyaset olgusunu bilimsel olarak açıklamaya çalışan ve bilimsel temeli psikoloji olan ilk girişim sayılabilir. İkinci önemli katkı, devletin insanlar tarafından oluşturulan yapay bir şey olduğu hemen hemen ilk defa sistematik olarak Hobbes tarafından belirtilmiştir. Üçüncü katkı ise, otoriter bir devlet anlayışının savunulmasına rağmen, devlete karşı vazgeçilmez, temel bir insan hakkından (yaşama hakkından) söz edilmesidir.”90

Rousseau’ya göre ise “tüm toplulukların en eskisi ve tek doğal olanı, aile topluluğudur. Bu toplulukta çocuklar, ancak korunmaya gereksinim duydukları sürece babalarına bağlı kalır; korunma gereksinimi ortadan kalkar kalkmaz bu bağda çözülür.

86 Çam, a.g.e., s. 51.

87 J. Bodin, Devlet Üstüne Altı Kitap, Çev: Özer Ozankaya, Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi 2, Derl. Mete Tunçay, s.93-94.

88 Yavuz Abadan, Devlet Felsefesi, Seçilmiş Okuma Parçaları, Ajans-Türk Matb., 1959, Ankara, s. 178.

89 Zabunoğlu, a.g.e., s.44.

90 Şaylan, a.g.e., s.30-31.

(22)

Çocuklar babanın isteklerine uyma, baba çocuklarına bakma yükümlülüğünden kurtulunca hep birlikte bağımsızlıklarına dönerler. Birlikte kalmayı sürdürürlerse bu, artık doğal değil isteğe bağlıdır ve ailenin kendisi de ancak anlaşmayla varlığını sürdürür. Bu ortak özgürlük, insan doğasının sonucudur.”91 Bu açıklamalara göre Rousseau’da Aristoteles gibi ailenin, siyasal toplulukların ilk örneğini oluşturduğunu, baba imgesinin, başkanı; çocukların ise, halkı simgelediğini belirtmektedir.

Montesquieu ise devleti bir yapı, bir sütün olarak ele almaktadır. O, devletin gerçek bir bütün olduğunu; tüm kurumlarının, işleyiş kurallarının, geleneklerinin aslında devletin içsel birliğinin sonucu ve ifadesi olduğu varsayımını ileri sürmüştür.92 Montesquieu, her devlette yasama, yürütme ve yargı yetkisinden oluşan üç çeşit yetki olduğunu söylemektedir. Ona göre

“birincisinde hükümdar ya da bu işe memur edilmiş kimse bir süre için ya da her zaman için yürürlüğe girecek kanunları yapar; eskiden yapılmış olanları düzeltir ya da yürürlükten kaldırır. İkincisinde barışı sağlar ya da savaş açar; ülkesinde güvenliği sağlar, istilaları önler.

Üçüncüsünde suçları cezalandırır ya da kişiler arasındaki anlaşmazlıkları yargılar.93 Şaylan’ın belirttiğine göre Montesquieu’da Kuvvetler ayrımı adı verilen bu ilke ile hem merkezi devlet yönetimi devam edecek hem de özgürlükler korunabilecektir. Böylece Montesquieu ilk kez ayrıntılı biçimde kuvvetler ayrımı düşüncesini oluşturmuştur.94

20. yüzyıl düşünürlerinden C. B. Macpherson’un toplum ve devlet konusunda şunları söylediği ifade edilmektedir: “En iyi toplum (aslında tek olanaklı toplum) bünyesinde bireylerin tüm toplumsal ilişkilerinin piyasa ilişkilerine dönüştüğü toplumdur. Bu toplumda, insanlar birbirleriyle kendi yeteneklerinin sahipleri olarak ilişkiye girerler.”95 Son dönem düşünürlerinden Robert Nozick (1938-2002) “güç kullanımını, hırsızlık ve sahtekarlığı önleme, sözleşmelere uyulmasını sağlama gibi dar fonksiyonlarla sınırlı olan minimal bir devlet mazur görülür, daha kapsamlı herhangi bir devlet, insanların bazı şeyleri yapmaya zorlamama hakkını ihlal edeceği için mazur görülemez; minimal devlet gerekli olduğu kadar yararlıdır da”96 diyerek minimal devleti en kapsamlı devlet olarak kabul etmektedir. Bu yapılan siyaset ve devlet tanımlamalarından da anlaşılmaktadır ki insana bakış açısı siyaset anlayışlarının şeklini belirlemekte etkili rol oynamaktadır. Ya insan esas alınarak devlet buna göre şekillendirilmekte ya da devlet esas alınarak insanlar buna göre şekillendirilmektedir.

91 Rousseau, Toplum Sözleşmesi, Çev:Alpagut Erenulu, Öteki Yay., Ankara, 1996, s.31.

92 Çam, a.g.e., s. 81.

93 Montesquieu, a.g.e, s.234.

94 Şaylan, a.g.e., s.33.

95 Michael A. Weinstein, “C. B. Macpherson: Demokrasi ve Liberalizmin Kökleri”, Çev: Aydın Uğur, Çağdaş Siyaset Felsefecileri, Derl: Anthony De Crespigny-Kenneth R. Mınogue, Remzi kitapevi, İstanbul, 1981, s.252.

96 Robert Nozick, Anarşi, Devlet ve Ütopya, Çev:Alişan Oktay, İstanbul Bilgi Üniv. Yay., 2. Baskı, İstanbul, 2006, s.21-22.

(23)

I. BÖLÜM

WILLIAM GODWIN VE ANARŞİZM

A-WILLIAM GODWIN’İN HAYATI VE ESERLERİ

William Godwin, İngiliz siyasi düşünür, romancı ve denemeler yazan bir filozoftur.1 O, anarşizmin ilk savunucularından biridir.2 Kropotkin, Godwin için “anarşi sözcüğünü kullanmadı, ama yasalara saldırarak, devletin gereksizliğini kanıtlayarak ve her toplumun biricik temeli olan gerçek adaletin ancak mahkemelerin yıkılmasıyla sağlanabileceğini söyleyerek anarşizmin temel ilkelerini harika bir şekilde ortaya koydu.”3 demektedir

Godwin, 3 Mart 1756’da Cambridgeshire Wisbech’de Godwin ailesinin on üç çocuğunun yedincisi olarak dünyaya gelmiştir.4 Godwin, bir muhalif papazlar ailesinden geliyordu. Büyükbabası ve amcalarından biri ünlü bir vaizdi; babası, birkaç bağımsız kır cemaatinin hitabeti iyi olmayan sert papazıydı. Godwin’in aile mesleğini sürdürme eğilimi küçük yaşta ortaya çıktı. Çocukluğunda en sevdiği oyun, okul arkadaşlarını kendi dinine kazanmak umuduyla yürek paralayıcı vaazlar vermekti.5

Godwin’in içinde yetiştiği aile “İngiltere Kilisesi’ni ve onun iman kurallarını reddeden Muhalifler’dendi (Dissenters). Onlar ne pahasına olursa olsun kişisel yargı hakkını savundular. Muhalifler 1689’dan beri resmen hoşgörüyle karşılanıyor olsalar da, kendi doğum kayıtlarına sahip olamıyor, ulusal üniversitelere giremiyor ya da kamu görevinde çalışamıyorlardı. Sonuçta farklı bir kültürel grup oluşturdular ve İngiltere Devleti’ne sürekle muhalefet ettiler.”6 Godwin’in düşünce yapısının ilk adımlarının bu geleneğin içinde atıldığı görülmektedir.

Godwin bir süre “çeşitli köy okullarına devam ettikten sonra on bir yaşında ailesinin isteğiyle Bağımsız cemaatin lideri olan Samuel Newton’un tek öğrencisi olmak üzere Norwich’e gitti. Newton, politik radikalizm ile dinsel taassubu tuhaf bir şekilde bir araya getirerek, iç savaştan itibaren İngiliz sol hareketinin ayırt edici niteliklerinden birini oluşturan simalardandı.”7 Bu dönem Godwin’in hayatını biçimlendirmiştir. Newton’un sert eğitimi Godwin’in cezalandırma ve zorbalıktan nefret etmesini sağlamıştır. Ancak Newton aynı

1 The Encyclopedia of Philosophy, “William Godwin” Maddesi, Edit: Paul Edwards, Cilt 3, New york, 1967, s.358.

2 Mark Philp, Godwin’s Political Justice, Duckworth Ltd., London, 1986, s. 1.

3 P. A. Kropotkin, Çağdaş Bilim ve Anarşi, Çev: Mazlum Beyhan, Öteki Yay., Ankara, 1999, s.82.

4 Peter Marshall, Anarşizmin Tarihi, İmkansızı İstemek, Çev.: Yavuz Alogan, 1. Bsk., İstanbul, 2003, s.283.

5 George Woodcock, Anarşizm, Çev: Alev Türker, Kaos Yay., 4. Baskı, İstanbul, 2001, s.70.

6 P. Marshal, Anarşizmin Tarihi, a.g.e., s.283.

7 Woodcock, a.g.e., s.71.

Referanslar

Benzer Belgeler

Örneğin, Pierce’e göre, “bir tümcenin anlamı, tamamen, onun doğruluğu için kanıt olarak sayabileceği şeye döner”, ve Duhem’e göre, “teorik

13 David Widerker, ‘Libertarianism and Frankfurt’s Attack on The Principle of Alternative Possibilities’, Gary Watson (edit), Free Will, Oxford University Press, Oxford, 2004,

588 Descartes, Foucault’nun tabiriyle, öznenin kendi içsel dönüşümünü sağlayan ve kendi üzerine yoğunlaşması anlamına gelen kendilik kaygısıyla (tinsellik) felsefe

Çünkü ölçünün ötesinde başka bir kriter yoktur, yani ölçü ve ölçenin (algı) her ikisi de aynı türdendir. Sonuç olarak bütün algıların doğru

Nitekim Klasik ve Modern İlim-Felsefe cemaatlerinin ayrı ayrı ya da iç içe bilgi ürettiği, modern ile klasik bilgi cemaatleri arasında gözle görülür ve sınırları

oluĢtuğunu gösterme yoluna gitmiĢtir. Bu görüĢün Friedrichs ve Effrat‟la uyuĢan tek yanı, sosyolojinin yine çok paradigmalı bir yapıda değerlendirilmiĢ

Platon ve Aristoteles açısından her insan mutlu olmak ister; ancak insanların mutluluk anlayışlarının da birbirinden farklı olduğu görülür. Örneğin bazı insanlar

Örneklem olarak ergenler seçildiği için, bölümün ilk kısmında ergenlik dönemi genel özellikleri ve dini gelişim özellikleri; ikinci kısmında görsel