• Sonuç bulunamadı

3. HAFTA D-Din Sosyolojisinin Kısa Tarihi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "3. HAFTA D-Din Sosyolojisinin Kısa Tarihi"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

3. HAFTA

D-Din Sosyolojisinin Kısa Tarihi

Din sosyolojisi genç bir bilim dalıdır. Bu ifade din sosyolojisinin bilim dalı olarak kuruluşunun yeni olduğuna vurgu yapmaktadır. Yoksa, din olaylarını araştırmada daha önce bir şeyler yapılmadığını, toplum hayatında dinin rolü ve yeri konusunda ya da din ve toplum etkileşimi konusunda çeşitli düşünce ve çalışmaların hiç yapılmadığını söylemek yanlış olur. Bağımsız bir bilim olarak ortaya çıkmadan önce din sosyolojiye öncülük mahiyetinde felsefe, ilahiyat, tarih, filoloji, hukuk, etnoloji, antropoloji ve dinler tarihi gibi bilim dalları alanlarında pek çok araştırmalar yapmış ve bütün bunlar onun doğuşuna ve bağımsız bir disiplin olmasına yardımcı olmuştur.

Sosyal hayatın en eski ve en tipik tezahürlerinden bir olan din olaylarına insanlık tarihinin en eski devirlerinden günümüze kadar tüm toplumlarda rastlanmaktadır.

Bu durum her devirde insanları bu olaylar üzerinde düşünmeye araştırmalar

yapmaya sevk etmiştir. Bu anlamda, denilebilir ki din olayları üzerinde

düşünmek ve araştırma yapmak, insanlık tarihi kadar eskidir.

(2)

A-Antik Yunan Düşüncesi

Toplum ve din olayları ilgili düşünme ve araştırma tarihi Antik Yunan düşüncesine kadar uzanır.

Sosyal, daha geniş anlamıyla manevi bilimlerin tarihini ilk Yunan Sofistlerine çıkarmak genel bir adet haline gelmiştir. Ancak din sosyolojisi açısından en orijinal görüşlere Eflatun’da rastlanır. Bu bakımdan onu din sosyolojisinin öncüsü olarak görmek mümkündür.

Eflatun (Platon)

Din ve toplum olaylarına dikkatini toplayan Eflatun, özellikle din ve toplum ilişkileri üzerinde durmuştur. Onun hareket noktası olarak “her şeyin ölçüsü insandır” diyen Sofistlerin aksine “her şeyin ölçüsü Tanrı”yı almakta, bu görüş üzerine bütün bir felsefe, siyaset ve ahlak sistemi kurmakta ve bu sistemin temeline de dini yerleştirmektedir. Eflatun’un önemli iki eseri vardır. Bunlar Devlet ve Kanunlar adlı eserlerdir. Devlet adlı eserinde gençliğe verilecek terbiyede dinin yerini belirlemektedir. Aynı zamanda zamanındaki terbiye sisteminde işlenilen din öğretimini eleştirerek, din öğretiminin hangi prensiplere dayanması gerektiğini göstermektedir.

Kanunlar adlı eserinde ise toplumda rastlanan her türlü bozukluğun dinsizlikten, inançsızlıktan ileri geldiğini, bu sebeple iyi bir düzenin kurulabilmesi için ilk olarak dinsizlikle savaşmak ve bunun içinde birçok devletin yaptığı gibi, dinsizlik aleyhine kanunlar çıkarmak gerektiğini belirtmektedir.

O, bu şekilde, dinsizliğe götüren meteryalist felsefeye karşı spiritüalist bir felsefe kurmak gerektiğini söyleyerek, düşünce tarihinde ilk olarak sağlam bir ilahiyat (teoloji) sistemi kurmaktadır.

Eflatun’a göre, bu ilahiyatın ilk işi, Tanrının varlığını ispat etmek, sonrasında da onun insanlarla ilgilendiği ve bu nedenle hiç kimsenin yaptığının yanına kar kalmayacağını göstermektir. Son olarak da herkesin kendi hareketlerinden sorunlu olduğunu anlatmak gerekmektedir. Böylece Eflatun dinin, itikadın ve amellerin önemini dile getirmekte ve bunların bir toplumun hayat şartlarının temelinde bulunduğunu belirtmektedir.

(3)

Aristo

Aristo sosyolojinin en önemli öncülerinden biri olarak kabul etmektedir. Onun “zoonpolitikon” sözü, insanın sosyal bir varlık olduğunu ve tek başına yaşayamayacağını ifade etmektedir. Ayrıca o, ailenin temel sosyal bir ünite olduğunu vurgulamaktadır. Bu yönüyle “ideal devlet” düşüncesinde aileye yer vermeyen Eflatun ile ters düşmektedir. Aristo, değişimi toplumların hayatının temel şartı olarak görmekte ve toplumların doğma, büyüme ve ölüm kanunlarına tabi olan canlı bir organizma karşılaştırmaktadır. Bu yönüyle o, sosyolojide

“Biyolojik Ekol” olarak bilinen ekolün öncüsüdür. Aristo’nun genel sosyoloji ile ilgili bu görüşlerine karşılık din sosyoloji yönünden aynı ölçüde önemli görüşlerine rastlanmamaktadır. Onun din üzerindeki düşünceleri daha çok metafizik ve psikolojik temellere dayanmaktadır.

B-Hristiyan Orta Çağı

Hristiyan dini, ortaya çıkı ve geniş Roma topraklarında yayılması ile birlikte, kendini anlamak ve anlatmak istediğinde, özellikle Helenistik dönemin iki önemli felsefe akımı olan Stoacılık ve Yeni Eflanculuğun yardımlarına başvurmuştur. Bu dinin inanç sistemini felsefi bir tarzda açıklamak ihtiyacından ise Hristiyan Teolojisi doğmuştur. Böylece bütün Orta Çağ süresince Hristiyan aleminde din bilimi Hristiyan Teolojisinden ibaret kalmıştır.

Bu dönemim toplum görüşlerinin çerçevesini biri mistik, diğeri de skolâstik olmak üzere iki dünya görüşü oluşturmaktadır. Bu dönemin misti ve skolastik dünya görüşü ve toplum anlayışına örnek olmak bakımından iki isim dikkat çekmektedir.

(4)

Saint Augustin (354-430) Tanrı Sitesi adlı eserinde görülmeyen âlemin toplumunu tasvir etmektedir. Ona göre içinde yaşadığımız bu dünya toplumları gelip geçicidir.

Buna karşın asıl görünmeyen ve değişmeyen, bitmeyecek olan öbür âlemdeki mükemmel toplum, gerçek toplumdur. Bu düşünceleriyle Saint Augustin, Orta Çağ Hristiyan mistik görüşün esaslarını anlatmaktadır.

Akinaslı Aziz Thomas (1225-1274) İlahiyat Mecmuası adlı eserinde skolastik dünya

görüşü ve toplum anlayışının esaslarını ortaya koymaktadır. O, bu eserinde, toplumun

temeli ve düzeni olan aklın prensiplerinden çıkarmakta ve skolastik düşünce ile aklın

ilkelerini İncil’in emirleriyle uzlaştırmaya çalışmaktadır.

(5)

Kurucular

Sosyolojinin kurucularına ve din sosyolojisi ile ilgili temel yaklaşımlarına geçmeden önce kısaca ortaçağın sonlarından itibaren başlayan değişim hareketlerine bakmakta yarar vardır. Skolâstiğin egemen olduğu Hıristiyan ortaçağı boyunca felsefi ve teolojik karakterli dini sosyal düşünce anlayışı, İslam bilginlerinin ve Antik Yunan düşüncesinin eserlerinin Latinceye çevrilmesi, Batılıların haçlı seferleri nedeniyle İslam kültür ve uygarlığıyla tanışmaları ve 15. yüzyıldan itibaren gerçekleştirilen büyük coğrafi keşiflerin etkileriyle derin sarsıntı geçirdi. Bütün bu etmenler, Avrupa ortaçağının karanlığını, cehalet ve düşünsel durgunluğunu sona erdirirken, yeniçağın başlangıcından itibaren de Avrupa’da büyük değişim ve dönüşüm hareketlerine zemin hazırlamış oldu.

Rönesans ve Reform hareketleri, bilimsel ve teknik buluşlar, İngiltere, Fransa ve Almanya’daki Aydınlanma hareketi, Fransız ve Sanayi devrimleri gibi olay ve olgular, toplumların siyasi, sosyo- ekonomik ve kültürel hayatlarında büyük değişmeler meydana getirdiği gibi kilisenin ve halkın din ve dünya görüşü de sorgulanmaya başlanmıştır. Çünkü Kilise doğa bilim araştırmaları ve yeni buluşlar karşısında, bilim adamlarına karşı (örneğin, Galile, 1564–1642, hatırlanabilir) olumsuz tutum takınmıştır. Kilisenin bu yanlış tutumu din karşıtlığını arttırmıştır. Bu durum materyalist felsefelerin gelişmesine ve dini-sosyal hayatın alt üst olmasına neden olmuştur. Böylece aydınlanma hareketi, geleneksel din anlayışından uzaklaşarak hem kiliseyle hem de halkla inanç ve düşünce yönünden ayrılmıştır.

(6)

Aydınlanma dönemi (17. ve 18. yüzyıl) filozofları, Hint, Çin, Asya gibi farklı coğrafyalardaki toplumların dinlerini incelediler. Dinleri birbirleri ile ve özellikle de Hıristiyanlıkla karşılaştırdılar.

Bütün dinlerde benzer ve ortak yönlerin varlığı düşüncesinden hareketle de “Tabii (Doğal) Din”

adıyla yeni bir felsefi-dini hareket başlatmış oldular.

“Tabii (Doğal) Din” yaklaşımı ile insanda din ve Tanrı duygusunun doğal olarak var olduğunu ön kabulü ile bir din kurmak istemişlerdir. Buna göre; tarihi dinlerde yalnız bu tabii duyguya uygun olanlar alınıyor ve dinin tabii akla uygun olmayan yerleri sadece bir gelenek olarak kabul

ediliyordu.

Böylece, aklın ürünü bir din anlayışı oluşturdular. Kendilerine “Deist” (Tanrıcı) adını veren bu Aydınlanma dönemi filozofları, ilk çağda olduğu gibi bir tür felsefi bir dine bağlanmış oldular. 18.

yüzyılın bu rasyonalist filozofları, ilkin kiliseye karşı yaptıkları eleştirilerini daha sonra da dine çevirmişler ve dinin tarihi rolünü oynadığı ve sonunun geldiği savını ileri sürmüşlerdir.

Din sosyolojisi tarihi ana hatlarıyla dört dönemde incelemek mümkündür.

Geleneksel Sosyal Düşünce: Bu düşünce din sosyolojisine bazı temel kavramlarını miras bıraktığı belirtilirken; toplum, din, zorunluluk ve varlığın temel düzeyini ya da yasasını oluşturduğunu belirtmektedir.

(7)

Bunun yanında, seküler bir kavram olarak değiştirilen sosyal düşüncenin doğal hukuk kavramı, erken dönem doğa bilimlerinin ve sosyal bilimlerin temelini oluşturduğu ifade edilmektedir.

Şüphecilik ve Spekülasyon: Dillerin, örf ve adaletlerin ve dinlerin çeşitliliğini açıklayabildiği, bütün bunlar içerisinde aklın oynadığı rol, özellikle empiristler gibi bazı gruplar tarafından küçümsenirken, rasyonalistlerin de aralarında bulunduğu bazıları tarafından abartıldığı belirtiliyor. Bunun yanında, ulus devletin yükselişi ile sosyal ve ekonomik teori hakkında söz söyleme yetkisini din adamlarından devralan, toplumun yeni üyesi tüccar ya da burjuvazi sınıfının doğuşunun önemsendiği belirtilmektedir.

Din Sosyolojisinin Doğusu; din sosyolojisinin doğusu muhtemelen bu bunalımlı zamanda, yani 20.yüzyıl ekonomisti A.Schumpeter’in ifadesiyle “laik sosyal bilimin” doğal hukuk kavramını sosyal ve ekonomik fenomenlere uygulamaya başladığı bir dönemde gerçekleştiği ifade edilmektedir.

Muhafazakar ve Romantik Tepki: Bu dönemde özellikle dinin kaynağı ya da ‘doğanın durumu’ konusunda insanın temel yetenekleri ile ilgili boş tartışmalarla sonuçlandığında, bu çağın empririsizminin düğümünü çözmüş olduğu anlaşılmaktadır. Romantikler, sanayi devrimi ve Fransız devriminin bireyler ve toplumlar üzerinde ortaya çıkarttığı aşırı hü- manist sonuçlardan yakındıkları anlaşılmaktadır. Ayrıca onlar, dinin, artık geçmişin sıradan bir hurafesi olarak kolayca göz ardı edilemeyeceğini savundukları görülmektedir.

Modern Sosyal Teori: Bu teorinin gelişimi, sosyolojinin seküler temellerinin daha iyi anlaşılması, salt spekülasyonun ötesine geçme konusundaki kararlılık, alan araştırmalarında duygudaşlık ve tarafsızlık arasındaki gerilimin profesyonelce işlenmesi, din araştırmalarının genel sosyal bilim teorileri ve modelleriyle ilişkilendirmeyi amaçlayan sofistike çabalar ve maddecilik, indirgemecilik, davranışçılık, pozitivizm, evrimcilik ve dini sembollerin yorumlanması üzerine süregelen tartışmalar tarafından karakterize edildiği görülmektedir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Adı geçen 1140225513 numaralı doktora öğrencisi Hasan YÜKSEL’in derslerini başarıyla tamamladığından dolayı, Enstitümüz Lisansüstü Eğitim-Öğretim ve

95 Arzu Uçar, Başlangıcından Bugüne Türk Sinemasında Din Olgusunun Ele Alınışındaki Yaklaşımlar Ve Din Karşıtı Ya Da Din Savunucusu Olmadan Dindarlığı İşleyen

El ve kol larrn hareketleri, azellikle sag elin yukan, gage kalkrp dairesel bir figOr c;izdikten sonra kalbin Uzerine dogru inmesi ve aynr bic;imde sol elin

Macarlar yurt edinme öncesi yaşam tarzları ve kültürlerinin yanı sıra dini inanışları bakımından da Türkler ile büyük benzerlikler göstermişler ve bu benzerliklerden

“İslam Kaynaklarındaki Sâbiî İbadet ve Uygulamaları” adlı ikinci bölümde ise klasik İslam kaynaklarında yer alan ibadetler ile modern dönem araştırmalarında

298 Zenon’un halefi olan İmparator Anastasios’un da monofizit eğilimli olmasına bağlı olarak Roma ve İstanbul Kiliseleri arasındaki çatlak ancak 518

Buraya kadar anlattıklarımızdan anlaşılacağı gibi Origen’e göre Tanrı ruhları özgür iradeye sahip olarak yaratmıştır ve bu özgürlük akıllı

Karai kaynaklarına göre ise Karailik hareketinin başlangıcı Sadukilere kadar dayanmaktadır. Hatta bazı akademisyenler Karai Mezhebinin meydana çıkışını Hz. İsa’nın