Risk toplumu ve din.
Yeni Bir Sosyolojiye Doğru
Mustafa Günerigök
Mustafa Günerigök bu çalışmasında «Risk Toplumu» kavramının ve
gerçekliğinin oluşumuna dair sosyolojinin açılımlarını dikkate alarak, tarihi olayları göz önünde bulundurarak entelektüel ve tarihsel bir yeniden
düşünmenin imkanlarından ve ihtimallerinden bahsediyor. Yani, risk toplumundaki dinin konumu çalışmanın temel konusudur. İlk başta tez çalışması olan bu eser, bazı ilaveler katılarak kitap formatına gelmiştir.
• Çalışma 4 bölümden oluşmaktadır.
• 1. Risk Toplumu Sosyolojisi
• 2. Düşünümsel Modernleşme Sosyolojisi
• 3. Yeni Sosyolojik Tahayüller
• 4. Risk Toplumu ve Din
Bu çalışmanın konusu olan Risk Toplumu kavramını ilk olarak Alman sosyologu Ulrich
Beck ortaya koymuştur. Bu konu üzerinde çalışmaları olan diğer sosyolog ise Anhtony
Giddens’tir.
Çalışmayın temel amaçı: adı geçen iki
sosyologun görüşlerinden ayrılmadan Risk ve Düşünümselliği çok yönlü incelemek ve
Dinin Risk toplumundaki görevini
değerlendirmektir.
Risk kavramı
• Risk kavramı – çok yönlüdür, hep varolmuştur. Zaman geçince taşıdığı anlam da genişlemiş. Hiçbir zaman yok olmamamış, sürekli güncelenerek varlığını
korumuştur. İnsanoğlu var olandan bu yana kadar hep bir tehlike, tehdit içinde yaşamıştır. Bu da doğal olarak «korku atmosferini» yaratmıştır. İşte bu korkuyun karşılığı olarak «Risk toplumunu» gösterebiliriz.
• «Risk Toplumu» Peter Wagner’e göre «Weberyan sosyolojisi» ve aynı zamanda
«eleştirel kuram» geleneğinin temelleri üzerinde inşa edilen bir teoridir.
• Yani, Risk Toplumu, Giddens’in ifadesiyle hiçlikten doğan toplum biçimi değildir.
• Risk Toplumu, yeni modern sosyolojinin nihai ifadesidir.
19 yy. itibaren toplum hayatında olan değişiklikler düşünürlerin o değişimleri,
durumları anlatmasına itmiştir. Buna ilk örnek olarak Daniel Bell’e ait «Sanayı sonrası
toplum kuramını», Ulrich Beck’in «Risk toplumunu», Baudrilard’ın «Tüketim toplumunu», Castells’in «Enformasyon toplumunu» ve Lyotard’ın «Postmodern
toplumunu», Lash ve Urry’in «Postfordizmini»
söyleyebiliriz.
Beck, daha çok, Risk’in bügünü ve yarınına geçmişi
değerlendirerek ulaşmaya çalışmıştır. Beck’e göre, Risk şimdi geçmiş asırlara göre farklıdır. Tarihte Risk yerel olarak ta,
anlam olarak ta sınırlı ise, günümüzde küresel hale geldi, çünkü risk artık her alanda, hayatın her aşamasında, anında
var olan, kendisini hatırlatan şeydir. Beck’e göre riskin
özellikleri şunlardır: Riskleri önceden görmek, bilmek, tahmin etmek, dolayısıyla önlem almak, hazır olmak zordur.
Modernleşme döneminde bile belirsizlik, denetlemezlik gibi sorunlarla karşı-karşıyayız. Risk kelimesinin eş anlamı, Beck’e
göre – felaket, olasılık, belirsizlik. Riskin belirsizliği ise zamanla ilgili sorundur. Çünkü risk için önemli olan-şimdi ve
gelecek arasındaki ilişkidir.
Düşünümsel modernleşme
•
Düşünümsel modernleşme, «risk toplumu çerçevesinde modern toplumsal değişimi anlamaya ve açıklamaya yönelik basitmodernlikten ileri aşamadaki modernliğe doğru yaşanılan ve
düşünümsellik sosyolojisi parametreleri doğrultusunda modernliğin özsel bir biçimde yinelenebilirliğine ve sürekliliğine işaret eden bir ileri modernlik kuramıdır» bu Ulrich Beck’in risk toplumu sosyolojisi bağlamında geliştirmiş olduğu ve Anthony Giddens’in desteklediği bir teoridir. Düşünümsel modernleşme kuramı bu eserde risk toplumu ile ilişkili olarak «düşünümsellik», «modernlik», «postmodernlik» olarak, üç ana başlık altında değerlendirilmiş.
•
Beck’e göre: modernliğin kendisiyle, başarısızlıklarıyla,başarısızlıklarının yan etkisiyle yüzleşmesi-düşünümsel modernleşme.
•
Giddens için ise, edimlerimiz üzerinde devamlı bir şekilde düşünme.Kendimizle ilgili bilgilere sahip olup, kendimizi ve durumumuzu değiştirebilme yeteneğimiz.
•
Beck ve Giddens’in görüşlerinde bazı farklılıklar var, ama genel olarak iki sosyologun görüşlerinin arasında benzerlik mevcuttur.Giddens’in yaklaşımında modernleşmenin temel özellikleri sekülerleşme, rasyonolleşme, demokrtaleşme, bireyselleşme ve bilimsel düşümcenin gelişimi. Beck ise modernleşmeyi teorik olarak bu üçünden oluşturuyor:
(dünya) risk teoremi, güçlü bir bireyselleşme teoremi, çok boyutlu küreselleşme teoremi. Bu üç teorem karşılıklı olarak birbirini besleyip
güçlendirmektedir.
Postmodernizm teriminin sosyolojiyiyin ana konularının biri haline gelmesi Lyotard’ın «Posmodern» durum eseri sayesinde. Lyotard’ın postmodernliği,
şimdiki «post-endüstriyel topluma» karşılık gelen bir durum veya
haldir.Beck’e göre ise, postmodern olarak sayılan toplumlar aslında kapitalist toplumlardır. Postmodernite olarak kabul edilen radikal sosyal değişim, modernitenin bir paçasıdır. Giddens’e a göre postmodernizmin bir anlamı varsa, en iyi biçimde edebiyat, resim, plastik sanatlar, mimarideki akımlara
işaret etmeyle sınırlandırılmalıdır. Giddens postmodern olarak tanımlanan dönemi, modernliğin radikalleşmesi olarak algılamaktadır. Bauman için ise
postmodernlik, kendi orijinal projesinin uygulanmazlığını kabul eden bir modernliktir.
Berger’in ifadesi ile din ya da kutsal, insan hayatında derin bir mertebeye sahiptir. Din kaosun korkunç bir muhalifiymiş gibi onu karşısına alarak yoluna devam eden olgudur. Beck’e göre din, hakim
olduğu toplumlarda kalbi, ahlaki ve ilmi rabıtalar; kastları, cinsi, ırkı ve sınıfsal bariyerleri aşarak bireylar arasında organik bir işlevsellik inşa eder. Beck de dini, Giddes ve Habermas’ta olduğu gibi toplumda
bireysel kimliğin oluşmasında önemli bir araç olduğunu, toplum içerisinde insanların büyük güç, kutsala olan duygularını ifade etmek
için ortak dil olduğunu düşünür. Çalışmanın son ve temel bölümünde böylece sosyologların din hakkındaki görüşlerine, onların benzerlik ve farklılıklarına durulmuştur. Risk toplumunda din nasıl görünmektedir?
sorusuna da cevap verilmiştir. Risk çağında din, kendisinde içkin olarak bulunan inancın çoğulcu bir biçimde yeniden yorumlanması ile
ortaya çıkan bireyselleşen dinsellik üzerinden «kendine ait bir Tanrı»
inancı ile görünürlük kazanmaktadır.
Sekülerleşme: dünyanın seküler ve dini (sakral) olarak iki karşıt yoruma sahip olduğu bellidir.
Bu yorumlar aynı zamanda risk üzerine fikir ayrılığına düşmektedir. İlk zamanlarda sosyoloji içinde sekülerleşme tezine dair yaygın görüş birliğine rağmen, ancak
1960’lardan sonra sekülerleşme kuramının daha sistematik ve ampirik olarak temellendirilmiş formülasyonlarını geliştirmeye yönelik çabalar ortaya çıkmıştır.
Bunun ardından klasik kuramın ilk kusurları fark edilmiş ve David Matin ve Larry Shiner gibi ilk eleştirmenlerin sesi duyulmaya başlanmıştır. Böylece ilk defa sekülerleşme kuramı, aydınlanmanın din eleştirisindeki ideolojik kökenlerinden ayrılmış olur. Sekülerleşme, seküler ve dini alanların modern özerk farklılaşmasının
bir kuramı olarak, modern farklılaşma sürecinin nihai sonucunun dinin sürekli aşınmaya uğraması, gerilemesi ve nihai olarak yok olacağı tezinden ayırmnaın
mümkün hale geldiğini görmekteyiz. Sosyologların bir çoğu sekülerleşmeyi
modernleşmenin neticesi olduğunu düşünürler. Bu düşünceye göre modernleşme ve din arasında ters bir durum var. Birisi indiğinde, diğeri yükseliyor. Peter Berger bu durumla ilgili görüşünü şöyle ifade ediyor: dünya rasyonlleşince, doğaüstü, mucizevi güçlere ihtiyaç kalmayacak. Yani her şeyi anlamaya akıl yeterli olacak demek istiyor.