• Sonuç bulunamadı

Fuzuli divanı söz varlığı, kelime grupları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Fuzuli divanı söz varlığı, kelime grupları"

Copied!
581
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SAKARYA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ

FUZÛLÎ DĐVÂNI SÖZ VARLIĞI,

KELĐME GRUPLARI

YÜKSEK LĐSANS TEZĐ

Elif ERTUĞRUL

Enstitü Anabilim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı Enstitü Bilim Dalı : Yeni Türk Dili

Tez Danışmanı: Prof. Dr. M. Mehdi ERGÜZEL

EYLÜL - 2008

(2)

T.C.

SAKARYA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ

FUZÛLÎ DĐVÂNI SÖZ VARLIĞI,

KELĐME GRUPLARI

YÜKSEK LĐSANS TEZĐ

Elif ERTUĞRUL

Enstitü Anabilim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı Enstitü Bilim Dalı : Yeni Türk Dili

Bu tez 11/09/2008 tarihinde aşağıdaki jüri tarafından Oybirliği ile kabul edilmiştir.

_____________ ____________ ____________

Jüri Başkanı Jüri Üyesi Jüri Üyesi

 Kabul  Kabul  Kabul

 Red  Red  Red

(3)

BEYAN

Bu tezin yazılmasında bilimsel ahlak kurallarına uyulduğu, başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel normlara uygun olarak atıfta bulunduğu, kullanılan verilerde herhangi bir tahrifat yapılmadığı, tezin herhangi bir kısmının bu üniversite veya başka bir üniversitedeki başka bir tez çalışması olarak sunulmadığı beyan ederim.

Elif ERTUĞRUL 02.05.2008

(4)

ÖNSÖZ

Dilin asıl işlevi insanlar arasındaki iletişimi sağlamaktır. Fakat unutmamak gerekir ki dil sadece anlaşma aracı değildir. Bir milletin ayakta durmasını sağlayan, milletin varlığını ve devamını sağlayan en önemli unsur dildir. Dil sayesinde aynı millete mensup bireyler birbirine yaklaşır ve millî şuurları yitirmezler.

Millî varlığın korunması ile dilin korunması arasında çok sıkı bir bağ vardır. Dilini kaybeden bir millet her şeyini kaybeder. Tarihini unutur, kültürünü unutur. Kısacası kendini unutur. Dilini koruyan milletler ise varlığını, devam ettirir. Bizler bunun en güzel örneğini teşkil eden şerefli bir milletiz.

Bizim dilimiz dünyanın en güzel en zengin dillerindendir. Her Türk dilini iyi tanımalı ve sevmelidir. Diline saygı duymalıdır. Bu hususların gerçekleşmesi için ise dilimize ait eserlerin dikkatle incelenmesi gerekir. Çünkü bir millete ait olan eserler sayesinde milletin karakteri anlaşılır.

Değerli hocam Prof.Dr. M. Mehdi ERGÜZEL, “Dil ve Kültür Üzerine Yazılar” adlı eserinde bu konuya ait görüşünü şöyle dile getiriyor:

“Dünyanın en güzel dili Türkçe’nin iki yüz elli milyon Türk, tarafından konuşulması ve yazılması yetmez. Bu dilin zenginliklerinin ve özelliklerinin ilmî ve kültürel incelemelere tabiî tutularak, tanıtılması da gereklidir.”

Biz de bu noktadan hareketle Fuzûlî Divânı’nın söz varlığını incelemeye çalıştık. Bizim bu çalışmamız Fuzûlî’nin diliyle alakâlıdır. Bunu yaparken elimizden geldiğince teknolojinin sunduğu imkânlardan yararlandık. Bu konuda Prof.Dr. Cevval KAYA’nın dizin programı çalışmamızda büyük fayda sağladı.

Fuzûlî Divânı’nın söz varlığını ortaya koyarken Prof.Dr. Leylâ KARAHAN’ın ve Prof.Dr. Muharrem ERGĐN’in eserlerini hareket noktası olarak kabul ettik.

XVI. yy şairi olan Fuzûlî’nin en önemli özelliklerinden biri Türkçe’yi millî bir şuurla sevmesi ve onu diğer dillerden üstün görmesidir. Fuzûlî, Türkçe, Arapça ve Farsça’yı çok iyi bilen bir şairdir. Bu üç dilde kıymetli eserler vermiştir.

(5)

Kasidelerinde Arapça ve Farsça’nın bir arada kullanılması incelememizde göz önümüze çarpan özelliklerden biri olmuştur. Ayrıca kelimelerdeki eklerin eski ve yeni şekillerini de kullanması tespit ettiğimiz özelliklerdendir.

Bu çalışmayı hazırlarken dikkat ettiğimiz önemli bir nokta da kelime ve tamlamaların bulunması sırasında kullandığı kelimelerin ardında yatan zengin manâları hissetmek olmuştur. Fuzûlî, görünenin ardında görünmeyen manevi kudreti bir kez daha hissetmemizi sağlamış ve bir kez daha bizi kendine hayran bırakmıştır.

Çalışmam sırasında yardımlarını ve güler yüzünü benden eksik etmeyen çok değerli hocam Prof.Dr. M. Mehdi ERGÜZEL’e ve daima bana destek olan aileme sonsuz minnet ve şükranlarımı sunarım.

Elif ERTUĞRUL 02.05.2008

(6)

ĐÇĐNDEKĐLER

KISALTMALAR ... iv

ŞEKĐL LĐSTESĐ ... v

ÖZET ... vi

SUMMARY ... vii

GĐRĐŞ ... 1

BÖLÜM 1: FUZÛLÎ ... 4

1.1.Fuzûlî'ninHayatı ... 6

1.2.Fuzûlî'nin Edebî Şahsiyeti ... 6

1.3. Fuzûlî'nin Şiir Anlayışı ... 7

1.4. Fuzûlî'nin Temler ... 10

1.5. Fuzûlî'ninDüşünüş Sistemi ... 14

1.6. Fuzûlî'nin Türkçesi ve Türkçeciliği ... 17

1.6.1. Fuzûlî'nin Söz Anlayışı ... 20

1.6.2. Fuzûlî'nin Eserleri ... 21

BÖLÜM 2: KELĐME GRUPLARI ... 30

2.1. Kelime Gruplarının Özellikleri ... 30

2.2. Đsim Tamlaması ... 33

2.3. Sıfat Tamlaması ... 39

2.4. Sıfat Fiil Grubu ... 44

2.5. Zarf Fiil Grubu ... 46

2.6. Đsim Fiil Grubu ... 49

2.7. Tekrar Grubu ... 51

2.8. Edat Grubu ... 53

2.9. Bağlama Grubu ... 55

2.10. Unvan Grubu ... 57

2.11. Birleşik Đsim ... 58

2.12. Ünlem Grubu ... 60

2.13. Sayı Grubu ... 61

2.14. Birleşik Fiil ... 63

(7)

2.15. Kısaltma Grupları ... 68

2.15.1. Đsnat Grubu ... 69

2.15.2. Yükleme Grubu ... 70

2.15.3. Yaklaşma Grubu ... 71

2.15.4. Bulunma Grubu ... 72

2.15.5. Uzaklaşma Grubu ... 73

2.15.6. Vasıta Grubu ... 74

BÖLÜM 3: FUZÛLÎ DĐVÂNI'NDAKĐ KELĐME GRUPLARI ... 79

3.1. Đsim Tamlamaları ... 79

3.1.1. Belirli Đsim Tamlamaları ... 79

3.1.1.1. Đki Kelimeden Oluşan Belirli Đsim Tamlamaları ... 79

3.1.1.2. Đki Fazla Kelimeden Oluşan Belirli Đsim Tamlamaları ... 84

3.1.2. Belirsiz Đsim Tamlamaları ... 87

3.1.2.1. Đki Kelimeden Oluşan Belirsiz Đsim Tamlamaları ... 87

3.1.2.2. Đkiden Fazla Kelimeden Oluşan Belirsiz Đsim Tamlamaları ... 99

3.2. Sıfat Tamlamaları ... 100

3.2.1. Đki Kelimeden Oluşan Sıfat Tamlamaları ... 100

3.2.2. Üç Kelimeden Oluşan Sıfat Tamlamaları ... 119

3.2.3. Üçten Fazla Kelimeden Oluşan Sıfat Tamlamaları ... 125

3.3. Sıfat-Fiil Grupları ... 127

3.4. Zarf-Fiil Grupları ... 130

3.5. Đsim Fiil Grupları ... 139

3.6. Tekrar Grupları ... 142

3.7. Edat Grupları ... 143

3.7.1. “gibi” Đle Kullanılan Edat Grupları ... 143

3.7.2. “göre” Đle Kullanılan Edat Grupları ... 147

3.7.3. “için” Đle Kullanılan Edat Grupları ... 147

3.7.4. “ile” Đle Kullanılan Edat Grupları ... 149

3.7.5. “kadar” Đle Kullanılan Edat Grupları ... 155

3.7.6. “diye” Đle Kullanılan Edat Grupları ... 155

3.7.7. “bile” Đle Kullanılan Edat Grupları ... 156

(8)

3.7.8. “sonra” Đle Kullanılan Edat Grupları ... 156

3.8. Bağlama Grupları ... 156

3.8.1. “u/ü” Bağlacı Đle Kurulan Bağlama Grupları ... 156

3.8.2. “geh/gâh” Bağlacı Đle Kurulan Bağlama Grupları ... 164

3.8.3. “gerek” Bağlacı Đle Kurulan Bağlama Grupları ... 165

3.8.4. “ile” Bağlacı Đle Kurulan Bağlama Grupları ... 166

3.8.5. “ne…………..ne” Bağlacı Đle Kurulan Bağlama Grupları ... 166

3.8.6. “ve” Bağlacı Đle Kurulan Bağlama Grupları ... 167

3.8.7. “vü” Bağlacı Đle Kurulan Bağlama Grupları ... 167

3.8.8. “ya………..ya” Bağlacı Đle Kurulan Bağlama Grupları ... 169

3.8.9. “hem………hem” Bağlacı Đle Kurulan Bağlama Grupları ... 169

3.9. Unvan Grupları ... 169

3.10. Birleşik Đsimler ... 170

3.11. Ünlem Grupları ... 170

3.12. Sayı Grupları ... 176

3.13. Birleşik Fiiller ... 177

3.14. Kısaltma Grupları ... 198

3.14.1. Đsnat Grubu ... 198

3.14.2. Akuzatif (Yükleme) Grubu ... 198

3.14.3. Datif (Yaklaşma) Grubu ... 198

3.14.4. Lokatif (Bulunma) Grubu ... 200

3.14.5. Ablatif (Uzuklaşma) Grubu ... 201

3.14.6. Vasıta Grubu ... 202

3.15. Kelime Gruplarının Grafikleri ... 204

BÖLÜM 4: FUZÛLÎ DĐVÂNI'NIN DĐZĐNĐ ... 209

SONUÇ ... 462

KAYNAKÇA ... 463

EK ... 465

ÖZGEÇMĐŞ ... 568

(9)

KISALTMALAR A :Terim Kısaltmaları

Đ :Đsim S :Sıfat tn :tamlanan ty :tamlayan z :zarf

yt :yer tamlayıcısı ö :özne

B :Örneklerde Kullanılan Kısaltmalar AT :Azap Toprakları

BG :Bize Göre BŞ :Beş Şehir ÇS :Çağ Sürgünü D :Duvak

DÇK :Dağa Çıkan Kurt HD :Han Duvarları K :Kilit

KGK :Kendi Gök Kubbemiz.

S :Seçmeler SA :Safahat

SH: Seçme Hikâyeleri Ş: Şiirlerim.

(10)

ŞEKĐL LĐSTESĐ

Şekil 1: Kelime Gruplarının Çeşitlerine Göre Dağılımı ... 204

Şekil 2: Belirli Đsim Tamlamalarının Dağılımı ... 204

Şekil 3: Belirsiz Đsim Tamlamalarının Dağılımı ... 205

Şekil 4: Birleşik Fiillerin Dağılımı ... 205

Şekil 5: Sıfat Tamlamaları ... 206

Şekil 6: Edat Gruplarının Dağılımı ... 206

Şekil 7: Bağlama Gruplarının Dağılımı ... 207

Şekil 8: Kısaltma Gruplarının Dağılımı ... 208

(11)

SAÜ,Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tez Özeti

Tez Başlığı: Fuzûlî Divânı Kelime Grupları ve Söz Varlığı

Tez Yazarı: Elif ERTUĞRUL Danışman: Prof.Dr.M. Mehdi ERGÜZEL Kabul Tarihi: 11.09.2008. Sayfa Sayısı: VII(ön kısım)+465(tez)+103(ek) Anabilimdalı: Türk Dili ve Edebiyatı Bilimdalı: Yeni Türk Dili

Çalışmamız Fuzûlî Divânı'nın tümünü kapsamaktadır. Bu çalışma XVI. yy şairi olan Fuzûlî'nin dili üzerinedir? Fuzûlî'nin kullandığı kelimeler ve kelime grupları nelerdir?

Hangi kelimeleri nerede ve ne sıklıkla kullanıyordu? “sorularından yola çıkılarak hazırlanan bu çalışma Fuzûlî Divânı'nın kelime gruplarını ve kullanılış sıklıklarını tespit etme amacını taşımaktadır.

Đncelememizde edebiyatımızda çok önemli bir yeri olan Türk Dili âşığı, söz ustası Fuzûlî'nin söz varlığını ortaya koymaya çalıştık.

Öncelikle Fuzûlî Divânı'ndaki beyitleri bilgisayar ortamına aktararak tek tek numaralandırdık. Daha sonra Prof. Dr. Cevvâl Kaya'nın dizin programını metne uyguladık. Çalışmamızın ikinci aşamasında metin sayfaları tek tek taranarak kelime grupları tespit edilmiş ve bu kelimeleri geçtiği satır numaraları belirtilmiştir.

Böylelikle Fuzûlî'nin hangi kelimeleri ne kadar sıklıkla kullandığı ve hangi kelime gruplarına yer verdiği ortaya çıkarılmıştır.

Ayrıca Fuzûlî'nin hayatı hakkında kaynaklar taranmış ve Fuzûlî'nin eserleri hakkında bilgi verilmiştir. Bundan başka kelime ve kelime grupları hakkında gerekli kaynaklar incelenerek çalışmamızda kelime ve kelime gruplarının da açıklaması yapılmıştır. Bu çalışma Fuzûlî Divânı'nın söz varlığını ortaya koymaktadır.

Anahtar Kelimeler: Fuzûlî, Divân, kelime grupları, dizin.

(12)

Sakarya University Insitute of Social Sciences Abstract of Master’s Thesis

Title of the Thesis: The Utterance of Presence of Fuzûlî Divân and Word Groups

Author: Elif ERTUĞRUL Supervisor: Prof.Dr.M. Mehdi ERGÜZEL

Date: 11 September 2008 Nu.of pages: VII(p. t.)+465(m.b.)+103(apnendices) Department: Turkish Language and Litareture Subfield: New Turkish Language

Our study contains all Fuzuli Divan. This study is about fuzuli's language who is a XVI.

Century poet. This study is prepared to find out the questions “What are the words and word groups that Fuzuli used? Where and how often the words are used?” and this study's aim is to define fuzuli Divan's word groups and the how often the words are used.

In our research we tried to bring to light Fuzuli's utterance who is a Turkish Language utterance master and took am important place in our literature.

Firstlyi we transfered Fuzuli divan's couplets to computer and numbered them one by one.

Then we applied Pro. Dr. Cevval kaya's index to the text. Secondly, the text pages are searched thoroughly and defined one by one and the lines that the words seen are numbered.

In this way, we defined which and how often Fuzuli used the words and wihch word groups he used.

Also, Fuzuli'nin background are searched and informatiın about fuzuli's worka are given.

Moreover, word and word groups exslanations are given by searching the necessary sources about the words and word groups. This study bring to light utterance presence og Fuzuli Divan.

Key Words: Fuzuli, Divan, words groups, index,

(13)

GĐRĐŞ

Araştırma Konusu ve Önemi

“Düşünen, okuyan, yorum yapan, çağını idrak eden her aydın, önce ait olduğu toprağın sesini dinler ve millî kültürün çocuğu olduğu bilir. Diğer kültürlerle ilgilenir ama küçüklük duygusuna kapılmaz. Çünkü kendi irfan kaynaklarını tanımaktır, millî zevki gelişmiştir.” (Ergüzel: 2007, 27.)

“Bir dilin zenginliği ve gücü, asırlar içinde geliştirip olgunlaştırdığı ifade tarzlarındandır. Kelimeler, yüzlerce yıl milletin ruhunda, beyninde, vicdanında yoğrula yoğrula bugüne ulaşırlar. Biz onları cümlelerde, mısralarda, hikmet ve menkıbelerde okuya, dinliye, düşüne millî dil zevkine ereriz.

Kelimeler yalnız değildir. Onları sözlükteki yalnızlığından kurtaran hayattır; konuşulan ve yazılan dünyadır. Biz metinler yoluyla dilin macerasını takip ederken aynı zamanda o kelimelerin dünden bugüne hangi yönde değişip geliştiğini de anlarız.” (Ergüzel:

2007, 29.)

Bir milletin ruhu, karakteri, geçmişi ve millete ait olan eserlere yansır. Dolayısıyla bu eserlerin incelenmesi o milletin ruhu, karakteri ve geçmişi hakkında ipuçları verir.

Türkçemiz, dünyanın en güzel, en güzel, en eski dillerden biri olduğuna göre dilimiz üzerinde yapılan her çalışma tarihimizi biraz daha aydınlatacaktır. Türk Dilinin bu gününü tam olarak anlayabilmek için geçmişini iyi bilmek, gerekir. Bu yüzden klasik Türk Edebiyatı ve bu edebiyatın usta şairleri hiç şüphesiz ki bu alanda dikkate alınması gereken konulardır.

Büyük Divan şâiri Fuzûlî, sadece büyük bir şâir, bir çok ilim dallarında ihtisas yapmış alim değildir. Aynı zamanda samimi bir Türk Dili milliyetçisidir.

Fuzûlî, Divan şairleri içinde Türkçe’yi, bu arada halk Türkçesi’ni çok iyi bilen ve dil sevgisini şuurlu bir Türkçecilik derecesine ulaştıran şairdir. Onun ortak Đslam dillerinden alınmış kelimelerle zengin divan dili yanında en saf ve samimi halk, kelime ve tabirleriyle şiirler söylemesi önemli bir olaydır. Yaptığımız çalışma Fuzûlî’nin

(14)

kullandığı kelime sayısını hem de kelime gruplarını ortaya koymaktadır. Çalışmamız sayesinde Fuzûlî’nin hangi kelime türlerini sıkça kullandığını ve bu kelimelerin hangi anlamlarına yer verdiğini görebilmekteyiz.

Bu çalışma dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Fuzûlî’nin hayatı ve edebî kişiliği hakkında bilgi vermiştir. Bu bilgilere ulaşabilmek için çeşitli eserler taranmış, elde edilen bilgiler tasnif edilmiştir. Bir şâirin eserini lâyıkıyla inceleyebilmek için hayatı ve eserleri hakkında bilgi sahibi olmak son derece önemlidir. Biz de bu hususu çalışmamızda göz ardı etmedik.

Çalışmamızın ikinci bölümünde Türkçedeki kelime grupları hakkında bilgi vermektedir.

Kelime gruplarının tanımı yapıldıktan sonra her grupla ilgili birkaç örnek verilmiştir.

Bu bilgiler çalışmamızın hareket noktası olmuştur. Üçüncü bölümde ise Fuzûlî Divanı’nda kullanılan kelime grupları yer almaktadır. Hangi kelime grubunun nerede geçtiği satır numarası verilerek gösterilmiştir.

Dördüncü bölümde Fuzûlî Divanı’nın dizini bulunmaktadır. Bu bölümde divanda geçen kelimelerin anlamlarına, kullanım saklıklarına yer verilmiştir. Kelimelere anlam verilirken kullanıldığı yer esas alınmıştır. Buna göre bir kelimenin bu metinde birden fazla anlamına rastlamak mümkündür. Yapılan bu çalışma Fuzûlî Divanı’nın söz varlığını lortaya koyması bakımından önem taşımaktadır.

Araştırmanın Amacı

Yapılan çalışmanın amacı, büyük divân şairi Fuzûlî’nin divândaki söz varlığını lortaya koymaktadır. Bu amaçla sadece divânı incelemekle kalmayıp Fuzûlî’nin hayatı ve eserleri de ortaya koymaya çalışılmıştır. Fuzûlî, Bağdad ve çevresi gibi Arap diliyle ilmin, Fars diliyle şiirin konuşulduğu bir yörede Türkçe’ye tam anlamıyla vakıf olması ve millî dilini bütün incelikleriyle yaşatması bakımından kıymetli bir şairdir.

Fuzûlî Divânı’nın söz varlığı ortaya koyulurken sanatın bütün özellikleri göz önünde bulundurulmaya çalışılmıştır. Fuzûlî’nin hangi kelime gruplarının ne kadar sıklıkla kullandığını, divânında kaç kelime yer aldığını, bu kelimeleri hangi anlamlarda kullandığını tespit etmek çalışmamızın gayesi olmuştur.

(15)

Araştırmanın Yöntemi

Araştırma yapılırken öncelikle Fuzûlî’nin hayatı, yaşadığı dönem, eserleri ve kelime grupları hakkında bilgi veren kaynaklar taranmış ve yeterli bilgiye ulaşılmaya çalışılmıştır. Taradığımız kaynaklardan elde edilen bilgiler değerlendirilmiş ve çalışmamızda kullanabileceklerimiz tasnif edilmiştir.

Bu tasniften sonra Fuzûlî Divânı’nın tümü bilgisayara aktarılmış tır. Bilgisayar ortamına aktarılan metnin her beyti bir satır haline getirilmiş, bu satırlara teker teker numaralar verilerek yeniden düzenlenmiştir.

Tek satır haline getirilmiş metne Prof.Dr. Cevval KAYA’nın dizin programı uygulanmıştır. Bu programı uygulayabilmek için gerekli uygulamalar yapılmıştır.

Prof.Dr. Cevval KAYA’nın dizin programı sayesinde metinde geçen kelimeler tespit edilmiştir. Kelimeler madde başı ve alt madde olarak belirtilmiştir. Madde başı olan kelimelerin geçtiği tamlamalar alt madde olarak ayrıca gösterilmiştir. Ayrıca kelimelerin eklerle kullanıldığı da tespit edilmiş ve dizinde belirtilmiştir. Hangi kelimenin kaç defa, nerede, hangi anlamda kullanıldığı ortaya konmuştur. Böylece büyük divân şairi Fuzûlî’nin kelime dağarcığı gözler önüne serilmiştir. Kelimelerin anlamları bulunurken Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlük’ünden, Ferit DEVELĐOĞLU’nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’ından yararlanılmıştır.

Dizin çalışmasından sonra tüm metin kelime grupları esas alınarak tekrar incelenmiş ve kelime grupları tek tek tespit edilmiştir. Tespit edilen kelime grupları yer aldıkları beyitler belirtilerek gruplanmıştır.

(16)

BÖLÜM 1: FUZÛLÎ

1.1. Fuzûlî’nin Hayatı

Mensubu olduğu Türk-Đslam Medeniyeti’yle içinde yoğrulduğu fikrî, tarihi, içtimai hadiselerin kudretli şairi Fuzûlî Türk Edebiyatı’nın üstün insanıdır.

Fuzûlî, Şark-Đslam medeniyetinin hüküm sürdüğü coğrafyalardaki duygu, düşünce, iman, kültür, dil, tarih ve sanat değerlerini kendi şiirinde ve nesrinde toplamak gibi, engin sanat kudreti göstermiş yüksek kültürlü şairdir.

Onu, Türkçe eserlerinde görülen dil ve söyleyiş hususiyetleri bakımından önce Azeri Türkçesi’ne mensup bir şair diye tanımak lazım gelir.

Fakat sanatının üstünlüğü, samimiliği ve bütün insanlığa hitap edebilecek ölçüdeki enginliği dolayısıyla, bu şairin, bütün Türk milletleri arasında ve her sınıf halk tarafından benimsenip sevildiği görülür.

Şöhret ve tesirinin verimli ve devamlı sahası ise kendi asrından sonra, Türk Edebiyâtı’nın geniş ve sürekli bir gelişme imkânı bulduğu Osmanlı Đmparatorluğu topraklarıdır (Banarlı, 2004: 525).

Söz sanatına varlıklar önünde ve varlıklar ötesi karşısında duyan ve düşünen insanın derin ve fikri ürperişlerini, sihirli bir ifade ile söyletmeye muvaffak olan Fuzûlî’nin her şeyden önce elem ve ızdırapla anlaşmış, olgun bir iç âlemi vardır.

Ona göre hayat, her ne iş tutsan, her ne yönden baksan insan ruhunu türlü ızdıraplarla karşı karşıya bırakır. Varlıkların en küçük zerrelerinden; en görünmez hareketlerinden sızan, hicap dolu, ızdırap ve özleyiş sadâsını duyabilmek lazımdır.

Đnsan ızdıraplarının ise en üstünü, insanı en alçak gönüllü yapıp en yüksek varlığa ulaştıran; insanı olduranı ve hayatı hususi bir hazla dolduranı aşk ızdırabıdır. Allah’ın yarattığı her güzelde tapılacak çizgiler bulup onlara karşı duyulan aşkı ibadet ölçüsüne vardırmakta ve bu aşkı maddi hazlarından, maddi mükafatlarında uzak, ilahi bir aşk halinde duyup yaşamakta sonsuz bir saadet vardır. Böylece bir aşkın elemlerini

(17)

benimsemek hatta aramak ve onun ızdırabı ile anlaşıp ondan gayrı ızdırapları ancak maddi bir acı ve onun yanında elemsiz bir hal bilerek, bu mukayeseler arasında yücelip gitmek gerekir (Banarlı, 2004: 525-526).

Edebiyat dünyamızdaki büyük şöhretine rağmen Fuzûlî’nin hayatı hakkında eski kaynakların verdiği bilgiler bu şöhrete ve büyüklüğe uygun zenginlikte değildir.

Ona dair bilgi veren kaynaklar içinde, Şah Đsmail’in Safevi’nin oğlu Sâm Mirza tarafından yazılan Tuhfe-i Sâmi adlı tezkireden başlayarak Türkiye’de Latifî, Abdi, Âli, Aşık Çelebi tezkereleri onun ne doğduğu yerde, ne de öldüğü tarihte birleşebilmişlerdir.

Ahdî’nin, Fâizî ve Riyazî’nin, Fuzûlî’nin ölüm tarihi hakkında verdikleri bilgi doğrudur.

Ancak Fuzûlî, başta Türkçe ve Farsça divanları olmak üzere muhtelif eserlerinde kendi hayatına temas etmiş, gerek maddi, gerek mânevi hayatının türlü cephelerini şiire ve nesre işlemek ihtiyacı duymuştur. Bu bakımdan Sadî gibi Đran şairlerinin hayatlarını şiir halinde anlatmaları bizde en mühim olarak Fuzûlî’de görülür.

Buna rağmen Fuzûlî’nin doğduğu tarih halâ kesin olarak belli değildir. Fuzûlî “Benim doğduğum yer ve yaşadığım yer Đrâk-ı Arab’dır.” derse de Arap Đrâkı’nın neresinde doğduğu yine de meçhul kalır. Şair edebiyatımızda Fuzûlî-i Bağdâdî diye tanınmış olmakla beraber Bağdat’a sonradan gelmiştir. Bazı kaynakların Fuzûlî’nin doğduğu yer olarak gösterdikleri Hille’de ise şairin ancak bir müddet yaşadığı söylenebilir. Şairin kendi ifadeleri içinde doğduğu yeri en ziyade tahmin ettiren sözleri Kerbelâ hakkında söyledikleridir:

Zer nîst, sim nîst, gûher nîst, lâ’l nîst Hak est şiir-i bende veli hâk-i Kerbelâst

(Benim şiirlerim altın değil, gümüş deği, inci değil, lâ’l değil topraktır. Fakat Kerbelâ toprağıdır.) (Banarlı, 2004: 529).

Doğum tarihi bilinmeyen Fuzûlî’nin ölümü “Göçtü Fuzûlî” kelimeleriyle söylenmiş bir tarih ibaresiyle tespit edilmiştir. Buna göre Fuzûlî H. 963 ve M.1556 yılında Kerbelâ’da vefat etmiştir. Ahdî tezkiresi, bu vefat tarihini açıkça bildirir ve büyük şairin bu tarihte tâun hastalığından vefat ettiğini bu bilgiye ilave eder (Banarlı, 2004: 530).

(18)

Fuzûlî’nin asıl adı Mehmet’tir. Babası da Hille’de müftülük yaptığı söylenen Süleyman adlı bir zattır.

Fazla lüzumsuz, beyhude ve fodul gibi manâlara gelen Fuzûlî mahlasını ise şair, şöyle bir mecburiyet dolayısıyla almıştır: Fuzûlî, önceleri güzel manâlı bir takım mahlaslar beğenmiş, fakat çok geçmeden bu mahlaslarla şiirler söyleyen başka şairlerle karşılaşmıştır. Bir mahlas benzerliği yüzünden kendi şiirlerinin başkasına ve daha fenası, başkalarına ait şiirlerin kendine mâl edilmesinden çok korkan şair, bu mühim müşkülünü ancak hiç kimsenin kullanmaya cesaret edemeyeceği bir isim takınmak suretiyle halledebilmiş ve böylelikle o çağlar, o diyarlar dilinde manası güzel olmayan bir sözü, Türkçenin en sevgili, edebi ve muhterem kelimelerinden biri haline getirmiştir.

Bununla beraber Fuzûlî’nin mahlas edindiği bu kelimenin fazl, yani ilim, marifet, şahsi meziyet manâlarında bir kelimenin çoğulu olan “fuzûl” sözüyle yakınlığı da bu mahlası alışta hesaba katılmıştır.

Şairin soyu hakkında diğer kıymetli bir bilgi, onun Bayat isimli meşhur Türk-Oğuz aşiretinden oluşudur. Eski Oğuz kabilelerinden Bayatlarin, daha büyük Selçuklular zamanından beri, bu isimdeki aşiretin zengin bir kolu halinde, Irak’da yaşadıkları malumdur. Sadıki Tezkeresi’nin Fuzûlî’nin Bayat Boyuna mensup olduğu zikredişi, bu bakımdan değerli bir bilgidir. Ayrıca Fuzûlî’nin şii olduğu, Prof. Fuad Köpdülü tarafından kuvvetli delillerle ortaya konulmuştur (Banarlı, 2004: 531).

1.2. Fuzûlî’nin Edebi Şahsiyeti

Fuzûlî’nin edebi şahsiyeti, romantik bir devirde ve içtimaî romantizm içinde teşekkül etmiştir. Bağdat çevresinin asırlarca maruz bulunduğu tarihî ve sosyal buhranlardan başka Hz. Ali’nin, Hz. Hüseyinin şehit edildiği yerlerde doğup büyüyen Fuzûlî, bu coğrafya’da yaşayan tarihi ızdırap mirasını adeta teneffüs etmiştir (Banarlı, 2004: 533).

Bu böyle olmakla beraber, şair, bütün üstün adamlar gibi, en zor muhit ve hayat şartları içinde dahi kendisini kuvvetle yetiştirmiş, ilimde, edebiyatta ve tefekkürde derin bir bilgi ve irfan seviyesine ulaşmıştır.

(19)

Fuzûlî, Arapça, Farsça ve Türkçe gibi, devrinin en büyük üç dilini anadili ölçüsünde biliyordu. Bunlardan biri, onun mukaddes dil bildiği, Kur’an dili, ilim dili, Arabî idi.

Diğeri bir kuş dili ahenginde olduğuna inandığı, büyük edebiyat ve tasavvuf dili Farisî idi. Üçüncüsü, sanatını ve ömrünü ona vakf edercesine yükselmesi ve güzelleşmesi için çalıştığı Türkçe idi.

Bunların yanında Fuzûlî, kelam ilminde eser verecek kadar islam felsefesinde derinleşmiş; tasavvuf felsefesini, şiiriyle hayatıyla, inanışıyla kaynaştıracak kadar engin bir duyuş, düşünüş ve yaşayış sistemi halinde, benimsemiştir.

Şiirinde işlediği zengin mitoloji kültürü, onun yaratılıştan beri insan vicdanına duyduğu yakınlığı gösterir.

Hemen bütün şiirleriyle kaynaşmış, geniş bir fen, hayat ve içtimaiyat bilgisi Fuzûlî’nin umumi kültür bakımından vardığı yüksek seviyenin açık delilidir.

Fakat bu büyük şairin bütün bunlardan doğan bir irfanla çok iyi anlayış çok iyi ifade ettiği asıl problem onun şiir anlayışıdır (Banarlı, 2004: 534).

1.3. Fuzûlî’nin Şiir Anlayışı

Fuzûlî’nin şiir anlayışı, mensup olduğu medeniyetin bir şiir saltanatı içinde gelişen büyük vicdanına uygundur. Bu yüksek seviyeli, gerçek şiiri bilerek, anlayarak söylemiş ve bilhassa şiire inanmış bir şairin şiir anlayışıdır. O kadar ki Fuzûlî’nin şiire karşı duygusu, dindarâne bir saygı ölçüsündedir. Fuzûlî’ye göre:

“Şiir, kaynağı Tanrı sanatında bulunan bir marifettir. Şâir, ilahî bir yardıma mazhar olmaksızın kusursuz şiiri söylemeye kadir olamaz.

Bununla beraber şiir, Tanrı’nın en yakın lutuflarına mazhar olmuş peygamberler için değil, dünya insanlarına mahsus bir sanattır. O kadar ki şiirin itibarını arttırmış olduğu halde Hz. Muhammad bile ruhunun dudaklarını şiirin lezzetiyle ıslatmamıştır.”

Tabiat rüzgarlarının önüne katılarak çocukluk denizinden idrâk ve ihtisas alemlerine ulaşan şair, şiir cennetlerine, yaratılışındaki istidadan izin alarak girer, cennet

(20)

güzellerini andıran güzeller karşısında önce gönül yakıcı şiirler söyler. Hatta bu söyleyişleriyle şehret bile kazanır. Fakat bütün bu heves çağlarının şiirini, giderek ilim cevherleriyle süslemek ve bütünlemek lâzımdır. Zira:

“Đlimsiz şiir, temelsiz duvar gibi olur.”

“Temelsiz duvar ise son derece itibarsız olur.”

Şair, sanatında ilerledikçe ilimsiz şiirden, ruhsuz bir cesetmiş gibi tiksinir. Bu sebeple şairin gerçek şiiri söyleyecek seviyeye varması için aklî ve naklî bütün bilgileri öğrenmesi icab eder.

Şiiri ilimle birleştirerek ilmin ve sanatın yücelerine ulaşan şair, bir de bakar ki hakiki şiir yine aşk duygularını terennüm eden şiirdir. Böyle bir şiiri terennüm içinde de en uygun tarz, bir aşk ve şarap şiiri olan güzel tarzıdır.

Bir aşk şairi olan Fuzûlî’nin bir aşk şiiri olan gazeli sevmesi ve övmesi çok tabîidir.

Fakat Divan edebiyatında en samimi duyguların terennümünde kullanılan; çok sevilen ve çok yazılan bu şiir çeşidi Fuzûlî’nin sevmesinde ve anlamasında bazı incelikler görülür.

Fuzûlî’ye göre:

Bir mecliste, hem de bir Türk güzeli, Fuzûlî’ye demiştir ki:

- Ey fesahat bahçesinin çiçeği! Ey güzel söz baharının yeşilliği! Allah’a hamdolsun ki ilahi irâde, çeşitli nazım ve nesir ülkelerinin fethini sana müyesser etmiştir. Söz iklimlerine riyâset etmek nöbeti şimdi sendedir.

Gerçi Arap’da, Acem’de ve Türk’de olgun ve ülkelerin yegânesi insanlar çoktur. Ama senin gibi bütün dillerde şiir söyleyebilir, nazım ve nesrin her türlüsüna kendinde toplamış olanı yoktur. Dünya ahâlisinin bir kısmı senin nesir ve muamma incelerinden feyz almış, mesnevi ve kasidelerinden faydalanmış, Farisi gazellerini gönüllerine yazmış, Arabi recez’lerinin zevkine ermişlerdir.

Fakat neden Türk ırkından olan sevgililer senin şiirinden feyz almasın, senin gazellerini okumak zevkinden mahrûm kalsınlar? Halbuki:

(21)

Gazeldür safâ-bahş-ı ehl-i nazar Gazeldür gül-i bû- sitân-i hüner Gazâl-i gazel saydı âsan değül Gazel minkiri ehl-i irfan degül Gazel bildirür şâirün kudretin Gazel arturur nâzımun şöhretin Gönül gerçi eş’âra çoh rêsm var Gazel resmin et cümleden ihtiyar Ki her mahfilün ziynetidür gazel Hıred-mendler san’atıdur gazel Gazel dé ki meşhûr-ı devran ola Okumakda yazmakda âsan ola

Görüldüğü gibi Fuzûlî, Şehnâme veyâ Kutadgu Bilig vezniyle ve bir gazel medhiyesi halinde söylediği bu manzume de gazele büyük kıymet veriyor. “Hüner bahçelerinin gülü” diye vasıflandırdığı gazel’in şiirden anlayanlara zevk veren söyleyiş olduğuna inanıyor.

Gazel’i inkâr edenleri ârif saymıyor. Şiir söylemek için icad edilmiş türlü şekiller içinde ancak gazeli seçmeye lâyık bulunuyor. Her toplantının süsü bildiği gazel için, o, akıllı insanlar sanatı’dır, diyor.

Fakat en doğru sözü manzumesinin üçüncü mısraında söylüyor:

“Gazel ceylânını avlamak kolay değildir.”

Bu, hakikî şiir: söylemenin zorluğuna Fuzûlî üslûbuyle yapılmış bir işarettir ve Frenkler’in şire, çok nadir duyulur bir ses olduğu için kuğu nağmesi deyişlerine benzer.

Böylelikle, şiirin iç âlemine ve en iyi söyleniş tarzına ait düşüncelerini sıraladıktan sonra şair, onun dış cephesine yani veznine, şekline, doğru yazılışına kıymet vermek lüzumu üzerinde durur.

Anlaşılır ki Fuzûlî’ye göre şiiri muntazam söylemek okuyanların ve dinleyenlerin zevkine hürmet etmektir.

(22)

Derûni kıymeti ne olursa olsun, düzgün söylenmeyen veyâ düzgünlüğünü kaybeden şiir, güzelliğini yetiren bir sevgiliden başka bir şey değildir. Tam, bu güzel sevgiliyi imlâ hatası yapanlardan; şiiri nesirle karıştırırcasına ahenksiz okuyanlardan, hele kendilerini şair sandıkları hâlde şiir anlayışı kıt olanlardan korumalıdır.

Fuzûlî, bütün bu insanlara çok zeki hücumlarda bulunur. Şiire kötülük edenlere beddua yağdırır. Bunlardan bir tanesi asırların hafızasında, ötekilerden daha çok yer etmiştir ki şöyledir:

Kalem olsun eli ol kâtib-i bed-tahrirün Ki fesâd-ı rekamı sür’umuzı sûr eyler Gâh bir harf sukûtıyle kılur nâdir’: nâr Gâh bir nokta kusurıyle göz’ü kûr eyler

Bunlardan tekrar anlaşılır ki şâirin şekle ve mânaya verdiği ehemmiyet, şiirini bir metâ’

gibi arzettiği insanlararası bir zevk ve kültür pazarına yâni insan zevkine verdiği kıymetten ileri gelmektedir.

Bunun içindir ki şair, düzgün bir şiir söylemek yolundaki klasik şiir anlayışını, bazen bir hüsn-i tâtil sanatıyle ve bir beyitle hülâsa etmeye lüzum görerek bu anlayışını da şiirleştirmiştir.

Fuzûlî’nin tarik-i nazma tab’ın müstakim etmiş Hayâl-i kâmetün kim bir Elifdür i’tidâl üzere

“Senin endâmının hayâli ki, Elif harfi gibi, bir tenasüp güzelliğiyle düzgündür; bu hayal, Fuzûlî’nin şiir yolundaki tabiatını de ancak düzgün şiir’den hoşlanır bir anlayışa ulaştırmıştır (Banarlı, 2004: 534-535).

1.4. Temler

Fuzûlî’nin şiirinde dikkati çeken temler, belli başlı olarak aşk, ızdırap, rindlik, vefâ ve metafizik mevzularda düşünüşlerdir.

Aynı temler, Fuzûlî’nin şuurla ve şiddetle inandığı Đslâm imanıyla, panteist duyuş ve

(23)

düşünüşlerle; bütün bunlarda büyük bir fikir adamına yakışır hür ve çok zeki anlayışlarla ve bunların hepsinde samimî olmanın hissilikleri ve çokluklarıyla kaynaşmış durumdadır.

Fuzûlî’de aşk, aşk insanı olarak yaratılmış bir rûhun tabiî duygusudur. Divan şiirinde aşk, çok terennüm edilmiş bir mevzûdur. Fakat divan şairlerinin hiçbiri ilâhi veya ilahîleştirilmiş aşk duygusuna Fuzûlî ölçüsünde sahip çıkarmamıştır. Fuzûlî aşka, insan içine sıcak ürper işler salan bir duygu olduğu için değil, yüksek ve muzdarip ruhunun inandığı biricik iman ve deva olduğu için sarılmıştır.

Aşkı, insanı ebediliğe götüren tek yol bildiği için benimsemiş; kısaca yaradılıştan bir aşk insanı olduğu için her şeyden üstün tutmuştur.

Şiirde kendisine biraz da hocalık ettiği söylenen Habîbî’nin;

“Ben demez miydüm ki bir gün ağlayâsîdur gülen” mısraını, bir defa da kendi dünya görüşü için tekrarlayarak dünya nimetlerinin fânîliğini, her türlü servet ve ihtişamın insanı mes’ud edemediğini; kısa sevinçlerin birer hatıra olup kaldığını ısrarla terennüm eden şair için boşalan hayatın karanlığını giderecek tek ışık ancak hakîkî bir aşkın duygularıdır.

Gerçi insan benliğindeki hiçliği gideren bu aşkın da büyük elemleri; dayanılmaz ızdırapları vardır. Bu aşk, duygusuz hayâtın sükûnunu, geniş kalpliliğin ve gam bilmezliğin huzûrunu tatmış olanlar için anlaşılmaz muammâdır. Fakat insan varlığının bütün m^nâsı, aşk acılarının vereceği o buruk lezzettedir:

Fuzûlî aşk derdiyle hoştur. Bu derdi giderecek derman istemez. Şuna inanır ki kendisi için en büyük tehlike, onu aşk ızdırâbından uzaklaştırmak isteyen bu öldürücü derman’dır. Bunun Mecnun’un dilinden söylediği:

Yârab belâ-yı aşk ile kıl âşnâ beni Bir dem belâ-yı âşktan etme cüdâ beni Duasıdır.

(24)

Nitekim ilimden başka her türlü hayat, cemiyet ve mârifet mevzûlarında büyük tevâzû gösteren şair, yalnız aşk mevzûunda kendisini geçebilecek bir gönül görmeye razı değildir.

Mende Mecnun’dan füzûn âşıklık istidâdı var. Aşk-ı sâdık menem Mecnûn’un ancak adı var. Sözleri, Şark’ın kara sevda sembolü olan Mecnûn’a karşı, Fuzûlî’nin yanık bağrından yükselen haklı ve hakîkî bir tefâhu’dür (Banarlı, 2004: 538).

Şairin büyük bir ilimden ve nice tecrübelerden sonra vardığı anlaşılan şu netice ise onun aşk anlayışının abide beyitlerindendir:

Aşk imiş her ne var âlemde Đlm bir kıyl ü kâl imiş ancak

Fuzûlî’de ızdırap, vefâlı duygularla beslenmesi gereken ruhun lezzetli gıdâsıdır: O servi boylu güzelin bakışları, şairin bağrına saplanmış oklar gibidir. Fakat o, göğsünden bu okların çıkarılmasını istemez. Hattâ yaralanmış gönlünü söküp atmaya razı olur da onun, vücûdunu parçalayan bakışları vermez. Izdırapla o kadar kaynaşmıştır ki:

Cefâ vü cevr ile mu’tâdem anlarsız n’olur hâlim cefâsına had ü cevrine pâyân olmasun Yârab mısralarının en samimi sözleri “Onlarsız n’olur hâlim?” cümlesindedir.

Fuzûlî’de ızdırap temi, ızdırap sevgisi denebilecek bir duygu ölçüsündedir. Bu duygu, Bağdat çevresinin tarihi ve içtimaî romantizmi ela yakından alâkalıdır. Aynı duygu:

“O’ndan ayrı bulundukça duyulan her hicran, katlanılan her ızdırap, yeniden o’na kavuşma yolunda bir tecrübe ve muvaffakiyetle verilmesi zarûri bir imtihandır.

“düşüncesindeki Şark mistik terbiye’nin de unsurlarıyle yüklüdür.

Fuzûlî, aşkın ızdırabını her gün biraz daha tadabilmek için yaşamak ister. Büyük şairin:

Giriftâr-ı gam-ı aşk olalı âvâre-i dehrem

Gam-ı aşka beni bundan beter yârab giriftâr et gibi duaları ve:

Koyma nâkıs ehl-i derd içre Fuzûlî’nin tabib Eyle bir derman ki derdin ide gün günden ziyâd Gibi ricâları, onun marazî değil, samimî duygularıdır.

(25)

Fuzûlî’nin rindliği, âlimliği ve âşıklığı gibi şâirine gurur veren, özge bir irfan halidir.

Şiirlerine bakarsanız bir türlü usanmadığı sevda yolundaki ısrârı bir rüsvalık derecesi almış görünür. Hayatında dost pervâsız, felek merhametsiz, devran fitne içindedir; derd çok, derd ortağı yok, düşman kuvvetli ve tâlih zebundur. Şair öyle sonsuz bir yalnız’dır ki kalabalıklar içinde bir yalnız kalan ruhunun bu muhteşem kimsesizliğini:

Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge Ne açar kimse kapum bad-ı sabâ’dan gayrı

Mısralarının ebediliğine bırakmaktan çekinmez. Diğer taraftan kendisini yine muhteşem bir gam kafilesinin başında görür:

Menem ki kâfile-Salâr-ı kârbân-ı gamem Misâsif-i reh-i sahrâ-yı mihnet ü elemem Hakir bakma bana kimseden sığınma kemem Fakir-i pâdişeh-âsâ gedâ-yı muhteşemem

der; bu mihnet ve elem dünyasında ancak bir misafir olduğunu idrak etmenin verdiği, haklı gurur içinde, fakîr bir gedâ oluşun ihtişamını söyler.

Fuzûlî’nin hususiyeti olan rindliğini, gerçek ârifliğini, dünya varlıkları karşısındaki iç ve dış davranışlarını en iyi ifade eden “bütün .. bir söyleşi de onun Leylâ ve Mecnûn’daki nedir redifli gazelidir:

Öyle sermestem ki idrak etmezem dünyâ nedür Men kimem sâki olan kimdür mey ü sahba nedür Gerçi cânândan dil-i şeyda içün kâm isterem Sorsa cânân birmezem kâm-ı dil-i şeydâ nedür Hikmet-i dünyâ vü mâfihâ bilen ârif değül Arif oldur bilmeye dünyâ vü mâfihâ nedür Ah ü feryâdun Fuzûlî incidübdür âlemi Ger belâ-yı aşk ile hoşnûd isen gavgâ nedür

Fuzûlî’de vefâ, büyük ruhlu insan olmanın manası bütünleyen, ulvi ve asîl bir duygudur.

Şair mukabilinde cefâ da görse kendi vefâsı ile mağrur ve müftahirdir. Đnsanlarda çok, aradığı faziletlerden biri ve belki birincisi vefâ’dır. Ancak bunu bulamamaktan şiddetle

(26)

müteessirdir. Bununla beraber insan vefasızlığının, içinde yaşanılan dünyanın vefasızlığına uygun bir tabiat olduğunu bilir. Bu düşüncesini :

Vefâ her kimseden kim istedüm ondan cefâ gördüm Kimi kim bî-vefâ dünyâda gördüm bî-vefâ gördüm

Mısralarıyla söyler. Bu arada sevgilisine de vefâsız demeğe dili varmaz. Sevgilinin vefâsızlıktan daha ileri zulümleri oluşunu belirterek ona vefâsız deyişin hatâsını tamire kalkan nükteler söyler :

Ey bî-vefâ ki âdet oluştur cefâ sana Billâh cefâdur olma demek bi-vefâ sana

Ama bu hüküm, kendi aşkı, kendi vefâsı ve kendi fedâkârlığı mevzûunda değişir.

Nitekim aynı gazel içinde şâir, sevgilisi için bir can değil, bin can fedâ etmeğe hevesli oluşunu şöyle mısralarla şiirleştirir:

Min cân olsaydı kâş men-i dil-şikestede Tâ her biriyle bir kez olaydum fedâ sana

O kadar ki şâirin aşk vâdisinde en büyük endişesi vefâsız sanılmaktadır. Yine Leylâ vü Mecnûn’da yüzünü kâ’be’ye sürerek duâ eden Mecnûn’un dilinden söylediği :

Temkînimi belâ-yı muhabbetde kılma süst Ta dost ta’n edüp demeye bî-vefâ beni

mısralarının manası budur (Banarlı, 2004: 539).

1.5. Düşünüş Sistemi

Fuzûlî’nin felsefi düşünceleri, umumiyetle düşünüp sistemi, kelâm ilmi üzerinde zihin yormuş eser vermiş bir ilim adamının fikri terbiyesine uygun olgunluktadır. Şair, düşünüşte mantık metodlarına uygun, etraflı bir görüş ve isbat edici bir anlayış içindedir.

Onun hemen bütün fikrî şiirlerinde, ileri sürülen bir düşünceyi, bir dünya ve ahiret görüşünü, aşk anlayışını, insan ve vicdan anlayışını hatta herhangi bir metafizik müddeayı ispatlamaya çalışan bir sistem görülür.

Şair hemen hiçbir iddiâsını ulu orta söylemez; görünen, bilinen bazı sağlam temellere

(27)

dayamak ister. Hiçbir müddeasını, çeşitli deliller getirerek isbât etmek anlayışından uzakta kalmaz.

Bütün bunları yine bir şiir havası içinde; şiir üslûbundan, şiir ikliminden uzaklaşmadan yapar. Böylelikle bize fikri şiirin birinci sınıf örneklerini verir.

Onun birçok manzumeleri arasında ışıldayan fikrî beyitlerinde ve daha başka eserlerinde de böyle sistemli bir tefekkür bulunmakla beraber, bilhassa Allah ve yaradılış hakkındaki görüş, duyuş, düşünüşlerini divanının IV. Münacat şiiri olan peydâ redifli gazelinde adeta sadeleştirerek hulâsa ettiği görülür. Buna göre Fuzûlî, Allah’a :

Zehi zatun nihânî ol nihandan mâsivâ peydâ Bihâr-ı sun’una emvâc peydâ kâ’r nâ-peydâ Bülend ü pest âlem şâhid-i feyz-i vücûdundur Değül bi-hûde olmak yağ iken arz ü semâ peydâ Kemâl-i hikmetün ızhar-ı kudret kılmağa etmiş Gubâr-ı tireden âyîne-i gîtî-nümâ peydâ

Demâdem ask olur mir’ât-ı âlem kahr u lûtfundan Anun’çün geh küdûret zâhir eyler geh safâ peydâ Gehî toprağa eyler hikmetün bin melikâ pinhan Gehî sun’un kılar toprağdan bin melikâ peydâ Cihan ehline ta esrâr-ı ilmün kaymaya mahfî Kılıbdur hikmetün küffâr içinde enbiyâ peydâ Alişân-ı şefkatündür kim olur izhar-ı hamdin’çün Fuzûlî tîre tab’ından kelâm-ı can-fezâ peydâ diye derin anlayışla seslenir.

Đşte burada büyük şairin ilâhiyât bilgisi dile gelir. Đzâhı sahifeler sürecek bu şiirde

(28)

Fuzûlî, pek tabiî olarak ortak Đslam medeniyetinin terimlerini kullanır. Allah’ın en büyük hikmeti görünmeyişidir, diyen Đslâm düşüncesinin bu hikmetini işler. Allah’ın Zât-ı görünmez ama, yarattığı ve sayısız görünenler, O’nun varlığını isbatlar. Bu, denizlerde dalgaların görünmesine mukabil, deniz debinin, denizdeki derinliğin görünmeyişi gibidir.

Gökler ve yerler O’nun varlığının şahididir. Daha hiçbir şey yokken onların yaratılması sebepsiz değildir. Đlahî hikmetin kendi kudretini göstermek için kara topraktan “dünyâyı gösteren ayna” yı (insan) yaratması bundandır. Âlem aynasında bâzen keder, bâzen safâ görünmesi bile, bu aynanın, O’nun ya kahrından veyâ lutfundan akisler almasındandır.

Binlerce ay yüzlü güzelin toprağa gömülüşüne mukabil, aynı topraktan, binlerce ay yüzlü yaratılması da ilâhi hikmetin bir tecellisidir. O Allah ki kendi ilminin sırları, cihan halkına büsbütün gizli kalmasın diye, kâfirler içinde peygamberler yetiştirmiştir.

Şair, Allah’a hamdederken cana can katacak güzellikte şiirler söyleyişinin bile, Allah’ın şefkatinin eseri olduğuna inanır.

Fuzûlî’nin bir çok şiirinde, bu şiirin ruhuna işlemişbir tasavvuf duygusu vardır. Ancak onun şiirlerinde tasavvuf, herhangi bir propaganda mevzûu hatta didaktik bir mevzû değil, ilâhi duygularını besleyip bu duyguları bütünleyen bir düşünce sistemi ve inanıştır.

Fuzûlî, felsefe, kelâm, bütün din ilimleri gibi manevî ilimler yanında mesela tıp bilgisinde de devrin üstadları arasındaydı. Bu sebeple onun tasavvufu, bu bilgilerle zengin bir ruhun tefekkürüdür. Aynı tefekkür yine bu sebeplerle bir takım hür duyuş, düşünüş ve söyleyişle ifadelenir.

Allah’a ve meşhir Su Kasidesi’nde olduğu gibi, Hz. Muhammed’e karşı bağlılığı her duygunun üstünde derin ve lahûtî bir aşk derecesine yükselmiş olan Fuzûlî’nin insan güzelliği karşısındaki estetik duygularında yine tasavvufla kaynaşmış bir özge put sevgisi, adeta putperest bir ifade vardır.

(29)

Su Kasidesi’nde Hz. Muhammed’i Đslam ananesine uyarak gül çiçeği ile sembolize eden ve:

Ya Habib-allah ya Hayrel-beşer müştakinem Eyle kim leb- teşneler yanub diler hemvare su

diyecek kadar, ona karşı duyduğu susuzluğa benzer hasreti dile getiren şair, mühim bir kısım şiirlerinde de insanda tecelli eden ilahi güzelliği sanem, put gibi mevhumlarla ifade etmiş ve bu noktada dar ve mutaassıb düşünen ham sofuların Müslümanlığından çok ayrı bir duyuş, düşünüş ve anlatış seviyesi göstermiştir (Banarlı, 2004: 540).

Onun insanda tecelli ettiğine inandığı bu ilâhi güzellik karşısında:

Secdedür her kande bir büt görsem âyînim benim Hak kâfir hah mü’min dut budur dinim benim

“Her nerde bir put gibi güzel görsem, benim ibâdetim ona secde etmektir. Sen, ister kâfir, ister Müslüman say, benim dinim budur.” Diyecek kadar hür söyleyişi bir cesaret derecesine yükseltmesi de aynı fikrî terbiyenin açık bir tezâhürüdür. Şairin, genç ve güzel bir insanın mnamaz kılışı karşısında duyup, düşünüp söylediği:

Büt-i nev-resim nemâza şeb ü rûz râgıb olmuş Bu ne dirdür Allah Allah büte secde vâcib olmuş

Mısrâları ise ayrı hür düşüncenin, Fuzûlî’nin zekâsı ile birleşmiş zarif nüktelerindendir.

Yâhut:

Ol büt ebrûsın koyup mihrâba döndürmem yüzüm Koy beni zâhid bana çok verme Tanrıyçün azâb

“O büt gibi güzelin kaşlarını bırakıp yüzümü mihrâba çeviremem. Ey Zâhid! Benim yakamı bırak! Allah aşkına olsun bana çok azap verme!” gibi sözlerle devrinin taassub erbâbına sitemleri de aynı hür ve zekî hamlelerle birleşmiş târizlerindendir.

1.6. Türkçesi ve Türkçeciliği

Fuzûlî, Dîvan şairleri içinde Türkçe’yi, bu arada halk Türkçesi’ni çok iyi bile ve dil sevgisini şuurlu bir Türkçecilik derecesine ulaştıran şâirdir.

Onun ortak Đslâm dillerinden alınmış kelimelerle zengin divân dili yanında en sâf ve

(30)

samimi halk kelime ve tabirleriyle şiirler söylemesi, başlı başına mühim bir hadisedir.

Fuzûlî’nin halis Türkçe kelimeleri çok sayıda ve çok çeşitli mânâları, mecazlarıyla kullanması, şunun için mühimdir ki bunlar, büyük şairin yetiştiği ev, aile muhitinde hatta daha büyük bir çevrede Türkçe’nin en halisinin konuşulduğu ve Fuzûlî’nin bu konuşulan dilin zevkini tada tada yetiştiğini gösterir.

Bağdad ve çevresi gibi ilmin Arap diliyle, şiirin Farisî ile konuştuğu; sokaklarında böyle diller yaşayan bir ülkede bu derece Türkçe bilmek ve Türkçe’yi sevmek için Fuzûlî’nin ancak aile ve kabile çevresinin millî dili bütün incelikleri ve bütün güzellikleriyle yaşatması gerekir.

Şairin birçok şiirinde Leylâ Mecnun gibi bir şaheserinde kullandığı kelimelerin çoğu sayı bakımından halis Türkçe’dir. Bu şiirin büyük bir ekseriyetle redifleri, bazen kafiyeleri yine halis Türkçe fiillerdir.

Bu Türkçe kelime ve fiillerin Dîvan Türkçesi’ne ait diğer kelime ve mazmunlarla birleşerek meydana getirdikleri mısra ve beyitlerin de çoğu yine sade Türkçe denebilecek, millî bir söyleyiş gösterir. Şâir ancak derin fikri, felsefi, ilmî söyleyişlerindedir ki, ister istemez ortak divan lisanının diğer kelime ve terimlerini kullanmıştır.

Fuzûlî, Türkçe kelime ve fiilleri çok defâ birden ziyâde manâda kullanmak suretiyle yine bir dil inceliği gösterir. Bir misâl olarak onun güzelliklerinde, Leylâ vü Mecnun mesnevisinde meselâ düşmek kelimesinin ya tek başına yâhut mürekkep fiil halinde 50’ye yakın mânâda kullanıldığı görülür. Düşmek Leylâ vü Mecnûn beyitlerinde :

a) Yola koyulmaktır :

Sahrâya düşüb güneş misâli Tenhâ yürür oldı lâübâli

Düşdü yola aldı Zeyd’e hemrâh Bir hâl ile kim ne’ûzübillah b) Önden gitmek, yol göstermektir : Tevfik murada aldı hoş-dil Düşdü öne kıldı azm-i menzil

c) Bir şeye dolaşmak, onun içinde kalmaktır : Zülfü gibi piç ü tâbe düşdü

Hayran kalub ızdıraba düşdü.

(31)

Bir menzile düşdü reh- güzârı Kim seyr ederdi anda yâri d) Yıkılmak, devrelmek’tir : Düş ey Elif istikâmetinden Şerm eyle bu kadd ü kâmetinden e) Pespâyeleşmek, dökülmektir : Mey gerçi safâ verür dimâğa Akduğı için düşer ayağa f) Dile düşmek, yayılmaktır : Dilden dile düşdü bu fesane Fâş aldı bu macera cihâne g) Ayrılmak, uzaklaşmaktır : Oldıkça elinde aldı handan Düşdükçe elinden aldı giryan

h) Toz düşmek, şevkini, parlaklığını kaybetmektir, düşmek, gerekmektir : Gerd âyine-i neşâta düşdü

Min bâd iş ihtiyâta düşdü i) Kapanmaktır :

Düş ayağına rizâsın iste Men mükrim içün du’âsın iste.

Bunlar, böylece şairin daha bir çok beyitlerinde küçük, büyük manâ ve nüans farklarıyla devam eder. Onun dilinde aynı kelimenin daha başka manâlar ve mecazlar ile ve derin bir bilgiyle, zevkle kullanıldığı görülür.

Yine bunlar kadar mühim olarak, Fuzûlî’nin bilhassa Leylâ vü Mecnûn’unda ve Türkçe Divânı’nda çok sayıda sade mısralar, beyitler ve bu arada yine çok sayıda öz Türkçe söyleyişler vardır. Laylâ vü Mecnûn gibi Türk Dîvan Edebiyatı’nın şahaser bir mesnevisinin yüzlerce mısraını öztürkçe kelimelerle söylemiş olmak başlı başına bir dil ve edebiyat hadisesidir.

Bu hadise her türlü gösteriş endişesinden uzak; söyleyecek sözü olan ve bunun için de kültürüne ve sanatına güvenen bir büyük şairin eserler hattâ şaheserler verirken; Đslâm medeniyetleri arasındaki ortak medeniyet, dil ve edebiyat değerlerine rağmen, kendi anadiline ne kadar kuvvetle bağlı kalabileceğini gösterir. Bu bakımdan büyük manâ ve ehemmiyet taşır. Dil mimârisi, mecazları, kafiyeleri ve kelimeleri millî olan bir şâirin

(32)

eserinin de hattâ mevzû iştirakine rağmen tamâmiyle orijinal ve millî olabilmesi esâsen böyle değerlerle mümkün ve tabiîdir.

Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’daki öztürkçe mura ve beyitlerin bazıları şunlardır : 533- Süt içse sunardı kim içer kan

655- Gözgü gibi katı yüzlü olma 659- Hiç kimseyle oturma durma 684- Sözler dersen ki bilmezem ben 874- Dahı menüm anda varmağum yah 1163- Boynu burulu ayağı bağlu

Leylâ vü Mecnûn daha böyle yüzlerce öztürkçe veyâ sade Türkçe mısralarla “söylenmiş bir eserdir”. Aynı sade Türkçe hatta öztürkçe mısralara şairin Divân’ında da yine sık sık rastlanır. Bir misal olarak şairin var imiş redifli gazelindeki :

“Ağzını derlerdi yoh dediklerince var miş” mısraı böyledir (Banarlı, 2004: 542).

Bunlardan başka Fuzûlî’nin şiirlerinde halk dilinde bir zevk haline gelmiş tâbirler ve halk söyleyişleri dikkati çeker. Meselâ yelmek ve yüğürmek kelimelerini yan yana kullanan Türk halk söyleşisinin bu gibi tasarrufları Fuzûlî’de sıkça rastlanan dil hususiyetlerindendir.

Đstedüm bir çâre çok yeldüm yüğürdüm her yana Rahm edüb bir kimse imdâd etmedi mutlak bana gibi, yâhut :

Aşk etvârın müsellem eyledi gerdun bana Bunca kim yeldi yüğürdü yetmedi Mecnun bana Mısraları da böyledir (Banarlı, 2004: 542).

1.6.1. Söz Analayışı:

Fuzûlî, fizik veya metafizik, türlü mevzular üzerinde düşündüğü kadar, söz ve söz sanatı üzerinde de düşünmüş, hattâ güzel ve bütün bir gazelini söze dair düşüncelerine ayırmıştır. Fuzûlî’nin o devirde mukaddes bir kelime olan kelâm yerine Türkçe “söz”

kelimesini tercih ederek, söylediği bu mühim gazel şöyledir : Halka ağzun sırrını her dem kılur izhar söz

Bu ne sırdur kim olur her lahza yoktan var söz

(33)

Arturan söz kadrini sıdk ile kadrin arturur Kim ne mikdâr olsa ehlin eyler ol mikdar söz Ver söze ihya ki du dukça seni hab-ı ecel Đde her saat seni ol uyhudan bîdâr söz Bir nigâr-ı anberin- hatdur gönüller almağa Gösterür her dem nikâb-ı gaybden ruhsar söz Hazin-i gencîne-i esrardur her dem çeker Rişte-i izhâra bin bin gevher-i esrâr söz Olmayan gavvas-ı bahr-ı marifet ârif değül Kim sadef terkib-i tendür lü’lü-i şehvâr söz Ger çağ istersen Fuzûlî izzetün az et sözi Kim çağ olmakdan kılıbdur çok azizi hâr söz

Böylece Fuzûlî, Allah’ın her şeyi yoktan ver etmesi gibi, insanın da sözü yoktan var eden bir yaratıcı olduğuna inanır. Kıymetli sözün kıymetli kimlere tarafından söylenebileceğinin ve insan kıymetinin söylediği sözle ölçülebileceğine işaret koyar.

Söze hayat vererek ölümsüz söz yaratanlardandır ki bir gün ölüm uykusuna dalsalar bile yaşayan sözleri sayesinde bu uykudan uyanırlar.

Söz bize gaibden ve gayb âleminden türlü güzellikler gösterir. Söz bir sır hazinesidir ki her an bu hazineden meydana nice mücevherler çıkarır. Ancak sözü söylemek için arif olmak ve marifet denizinde bir sedef demek olan insan varlığından inci gibi sözler çıkarmak gerekir.

Bununla beraber insan izzetinin artmasını istiyorsa sözü az söylemelidir. Çünkü fazla söz, nice ulu insanı hakir duruma düşürür.

Bunun içindir ki Fuzûlî, sözü büyük şuurla mükemmel söylemenin yollarını aramış;

sözü veciz ve ilimle, tefekkürle kaynaşmış, kıymetli söz halinde söylemenin sırlarına ermiştir. Şair, Türkçe şiirlerinde Türkçe’nin hemen bütün ses ve manâ güzelliklerine ulaşmış, üstün bir üslûp göstermiştir (Banarlı, 2004: 544).

1.6.2. Fuzûlî’nin Eserleri

Türkçe, Arapça ve Farsça olarak on beşten fazla eser vermiş olan Fuzûli'nin Türkçe eserleri, menzum ve mensur olarak üzere iki gruba ayrılır. Manzum olanlar, 40 kaside ve 302 gazel dışında, müstezât terkib-i bend, terci-i bend, müseddes, muhammes, tahmis,murabba, kıta ve rubai gibi öteki nazım şekillerinide içine alan büyük çaplı

(34)

Divan'ı ile 3096 beyitlik Leylâ ve Mecnûn eserleri, Kerbelâ olayını anlatan Hadikatü's- süeda'sı “kutlu kimselerin bahçesi, mutluların bahçesi anlamıyla” ile Türkçe Divan'ındaki ön söz ve mektuplarıdır (Korkmaz, 1991: 527).

1) Türkçe Divan: Eser mensur bir mukaddime ile başlar. Burada şair şiir üzerine düşüncelerini belirtir. Daha sonra kasideler, gazeller, musammatlar ve rübailer gelmektedir. Divan'ın yalnız Đstanbul kütüphanelerinde 60'dan fazla yazma nüshası bulunmaktadır. Yazmaların en eski ve en güvenilir olanları Đ.Ü. Ktp.nedeki 1571, Ankara genel kitaplığı ile Konya genel kitaplığı'ndaki 1576, Leningrat'daki 1589 tarihli yazmalardır. Divan ilk olarak 1828'de Tebriz'de basılmıştır. Daha sonra Bulak1838 ve Bakû (1944) baskıları yapılmıştır. Bunlardan bazıları külliyât _ı Divân-ı Fuzûlî,adını taşır. Bu baskılara Divanla birlikte leylâ vü Mecnûn Sâkinâme, Beng ü Bâğde, Şikâyetnâme gibi eserleri de alınmıştır. Tek nüshadan alındıkları için veya daha önceki baskıya dayandıkları için hayli eksik ve yanlıştırlar. Son yıllarda A. Göl pınarlı (1948), Ali Nihat Tarlan (1950), 68 nüshayı karşılaştırarak K. Akyüz, Sühely Beken, Sedit Yüksel ve Müjgân Cunbur ve Hamit Araslı tarafından güvenilir baskıları yapılmıştır (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi: 256).

Divân'ın başında, yer yer Türkçe, Arapça, Farsça beyitlerle ve diğer küçük mazumelerle süslenmiş ve bütünlenmiş mansur bir mükaddime vardır. Devrim sanatlı nesri ile yazılan bu mukaddime, şairin şiir hakkında görüş, düşünüş ve hatıralarını ihtiva etmesi bakımından büyük bir önem taşımaktadır.

Mukaddime'den sonra Divân'da Alimâne bir bahar tasviriyle başlayan bir Tevhid Kasidesi vardır. Sanat kıymeti çok yüksek olan bu kasidede şair, baharı tasvir ederken tabiatın ahenk ve ülviyetini göstermekte, bu arada kendi geniş bilgisini ortaya koymaktadır. Kasidenin Tevhid bölümünde ise Allah'ın kuıdret ve azameti, zengin bir bilgi, bir fikir, bir iman ve şiir kompozisyonu halinde terennüm edilmiştir.

Bu kasideyi naadler ve diğer kasideler takip etmektedir. Fuzûlî'nin naadleri içinde en güzeli ve en tanınmışı “Su kasidesi” adıyla meşhur, büyük ve ülvî şiiridir. Bu kasidede Đslâm'ın ve bu arada Fuzûlî'nin gül kelimesiyle sembolize ettiği H.z. Muhammed’e karşı çok derin bir sevgi, bir bağlılık ve özleyişin musikisi duyulur.

(35)

Şairin diğer kasideleri 12 imam'ın medhi hakkında, Kanunî Sultan Süleyman medhinde, Bağdat Vâlisi Ayaz Paşa için ve devrinin daha başka mühim şahsiyetleri için söylenmiştir.

Fuzûlî Divânı'nda terkip-i bent şekliyle söylenmiş manzumeler içinde Kerbelâ Mersiyesi, Su Kasidesi ayarında ve şairin Pençe-i Âl-i Abâ'ya karşı duyduğu derin sevgiyi Hüseyin'in şehadeti karşısındaki içten yanışlarını terennüm eden canlı ve uzun bir feryattır.

Fuzûlî Divan'ında gazellerden, terkib ve tercî-i bend'lerden, müseddes, muhammes ve murabbalardan sonra gelen şiirler kıt'alar ve rubaîlerdir (Banarlı, 2004: 546).

2) Fârisî Divân: Đstanbul ve avrupa kütüphanelerinde Fuzûlî'nin fârisî divânı nüshalarına tesadüf edilmektedir. Leningrat'daki külliyâtın 142-188. sayfalarını kasideler ve 293-377. sayfalarını gazeller teşkil etmektedir (Đslam Ansiklopedisi, 1973:

693).

4000 beyit tutarında olan eser bir mukaddime ile başlar. 3 münacaat, 1 naat, 46 kaside, 410 gazel, 1 terkib-i bend, 2 müsammat, 46 kıta, 106 rûbâî ve Sâkinâme veya Heft-câm diye anılan bir mesneviden ibarettir. “Sâkinâme” 327 beyit tutarında içki ve musikiden bahseden tasavvufî bir eser olup, Türkçe divânının bazı yazma nüshalarına da alınmıştır.

Divanı'ın mensur mukaddimesi Faik Reşad'ın (Fuzûlî'nin gayr-ı matbu eş'ârı”) (1896) ve

“Fuzûlî, Makaleler Mecmuası” (Baku,1925) isimli eserde yayımlanmıştır. Divanın bütünü yazma nüshaların edüsyon kritiği yapılarak H. Mazıoğlu tarafından yayımlandı (1962). Ayrıca A. Nihat Tarlan tarafından Türkçe'ye tercüme edildi. (Fuzûlî'nin Farsça, Divânı, 1950) M. Sultanof divandan bazı şiirleri seçerek yayımladı. (Fuzûlî, Seçilmiş Eserleri, Bakü 1958) F. Araslı'da divanın Türkçe tercümesini Fuzûlî Külliyatı içinde neşretti (a.g.e, IV.cilt, 1958) (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi: 257).

3) Arapça Divânı: Fuzûlî'nin Arapça şiirleri olduğu bilinmekle beraber, onun bu dille yazdığı Divân'a henüz tesadüf edilmemiştir. Leningrad'da Asya Müzesi'ndeki Fuzûlî Külliyâtı arasında şâirin Arapça kasideleri bulunmuştur. Hepsi 465 beyit tutarında 11 kaside ve 1 hâtime'den ibaret bulunan bu şiirler hakkında Rus alimi E. berthels tarafından “ Bulletin de'l 'Academie desSeciances de I'URSS, celasse des Humanites,

(36)

1930, nr. 5'de ilk otantik bilgiler verilmiş, aynı kasideler ve berthels'in yazısı için Türk Dili Belleteni, c. II, s.3-4'de Abdülkadir Đnan'ın bir makalesi intişâr etmiştir (1940).

Fuzûlî'nin Arapça Kasidelerinin yedisi Hazreti. Muhammet'in ve 3 tanesi de Hz. Ali'nin övgüsünde söylenmiştir (Banarlı, 2004: 548).

4) Hadîkatü's – süedâ : Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şehid edilişini anlatan bir eserdir.

Đranlı şair Hüseyin Vâiz Kâşifî'nin “Ravzatü'ş – şüheda”sı esas alınarak yazılmıştır.

Arada bazı küçük manzum parçalar vardır. Eser kısa bir mukaddime ile başlar. 10 bab ve bir hatime olarak düzenlenmiştir. Bulak ve Đstanbul'da defalarca basıldı. Selahattin Güngör tarafından “Saadete Ermişlerin Bahçesi” ismi ile sadeleştirilerek yayımlandı (1955) (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi: 256).

5) Beng ü Bâde : Beng yâni esrar ile şarap arasında bir münazâradan ibaret olan bu 500 beyte yakın mesnevî, Şah Đsmail'e ithaf edilen fârisî bir manzumedir ki, şairin ilk gençlik eserlerinden sayılabilir. Fuzûlî külliyatının bir çok tabılarında mevcut olduğu gibi, ayrıca yazmalarına da tesadüf olunur. Failâtün – mefâilün vezniyle yazılmıştır.

Şâir, Gâzi Giray'ın bu eser nazîre olarak, “Kahve ve Bâde” isimli küçük bir mesnevî yazdığını müverrih Peçevî söyler. Bazı eserlerde bu nazîrenin “Gül ve Bülbül” ismi ile kaydedilmesi doğru değildir (Đslam Ansiklodisi, 1979: 695).

6) Heft Câm : Yedi Kadeh'in neşesini terennüm eden bu mesneviye “Sakinâme” adı da verilir. 318 beyitlik bu mesnevinin 31. beyitinde: “Bana şerîate nizam veren şarabı ver, şerîate haram olan şarabı değil.” diyen Fuzûlî, 38 beyitlik bir başlangıçtan sonra, mesnevisini 7 bölümde söyler. Bu bölümlerde ney gibi, def gibi, çenk, ud, tanbur, kanun gibi sazlarla ve mutrible münazaralarda bulunur. Eser tamamiyle tasavvufî mahiyettedir.

Şâirin mûsikî kültürü kadar mitoloji kültürü hakkında da bize bilgi verir. Heft Câm'ın Türkçe'ye bir tercümesi, Fuzûlî'nin Farsça Divânı sonunda, Prof. Ali nihad Tarlan tarafından yapılmıştır. Mesnevi'nin bu tercümedeki adı Sakinâme'dir (Banarlı, 2004:

548).

7) Rind ü Zâhid : Kâtib Çelebi'nin, “Muhâvere-i rind ü zâhid” ismi altında zikrettiği ba Farsça mensür eser, Leningrad'daki külliyatta “Risâle-i Rind u Zâhid ismi ile mevcut ise de, British Museum'da ve Berlin (Psrtch, Katalog, nr. 683) de sadece “Rind u Zâhid”

(37)

diye kaydedilmektedir. Fuzûlî'nin diğer eserlerine verdiği isimler göz önüne alınırsa, asıl doğru ismin bu olduğu anlaşılır. Münâzara mahiyetindeki bu eser, 1275’te Tahran’da taş basma ile neşredilmiştir. 1219’da Selim Efendi tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir. “Hüsn ü Aşk” risalesi tarzında bir eserdir. Londra’daki 304 numaralı nüsha 1140’ta yazılmış olup, minyatürlüdür (Đslam Ansiklodisi, 1979: 695).

8) Hüsn ü Aşk : Son zamanlara kadar “Sıhhat u Maraz” adı ile tanınmış olan bu Farsça mensur eserin “Ruhnâme” adını taşıdığı, 1242’de yazılmış bir nüshasına istinat edilerek, Süleyman Nazif tarafından ileri sürülmüştü. Halbuki bu eser Leningrad’daki külliyatta “Hüsn ü Aşk” ismini taşıdığı gibi, British Museum’da Farsça yazmaları ilâveleri arasında 462 numaralı mecmuada da yine “Hüsn ü Aşk” ismini taşımaktadır.

Esasen mevzua nazaran da, bunun bu ismi taşıması pek tabiîdir. Bu küçük risâle, vaktiyle Tahran’da neşrolunan “Macalla-i Armağan” da Muhammed Ali Nasih tarafından, “Safarnâme-i Ruh” ismi ile neşrolunmuştur. Üniversite kütüphanesinde (Halis Efendi, nr. 6781 ve 7577 ve Rıza Paşa, nr. 708) v.b. umûmî kütüphanelerde muhtelif yazmalarına tesâdüf olunur. Mısır kütüphanesinin eski katalogunda, 316 numarada bu eserin Türkçe bir tercümesi mevcut ise de, ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı hakkında, katalogda hiçbir malûmata tesadüf edilmiyor. 1273’te “Cevâhir-i Multakata” sahibi Lebib Efendi tarafından tercüme edilerek, tabettirilmişse de nerede ve hangi tarihte basıldığı, üzerinde yazılı değildir. Bu tercüme ikinci defa 1282’de Ceride-i Havâdis matbaasında basılmıştır. Eski bir üslûp ile olan bu tercüme, kitapçı Ahmet Hamdi tarafından, üslûbu tâdil ve biraz da tahrif edilerek, 1327’de Trabzon’da tekrar tabedilmiştir. Son defa abdülbaki Gölpınarlı tarafından yapılan tercümesi, mütercimin mukaddimesi ve hâşiyeleri ile birlikte, 1940’da Đstanbul’da neşredilmiştir. Fuzûlî’nin o zamanki tıp ilmine de vukufunu gösteren bu sufîyâne eserin, Şeyh Galib’in “Hüsn ü Aşk” ının meydana gelmesinde, her halde, tesirsiz kalmadığı ileri sürülen mütercime hak vermemek mümkün değildir (Đslam Ansiklodisi, 1979: 696).

9) Şikâyetnâme : Fuzûlî’nin bu çok tanınmış eseri, Türkçe küçük ve mensur bir mektuptur. Nişancı Celâl-zâde Mustafa Çelebi’ye hitâben yazıldığı için “Nişancı Paşa Mektubu” ismiyle de anılır. Bu mektubun yazılışındaki sebep şudur: Kanunî Sultan Süleymân, Bağdat’a girdiği zaman Fuzûlî, büyük hükümdarı : “Geldi Burc-ı Evliyâ’ya Pâd-şah_ı Namdâr” sözleriyle karşılamış ve ona meşhur “Bağdat Kasidesi”ni sunarak,

(38)

kendisi ile birlikte, çok sevdiği vatanını da bütün kıymetleri ve bütün hâtıraları ile birlikte bu büyük Osmanlı Hükümdarına takdim etmişti.

Böylelikle Osmanlı tâbiyetine giren Fuzûlî’nin kıymeti Osmanlılar tarafından az çok takdir edilmiş ve kendisine Bağdat vakıflarının masraf fazlasından verilmek üzere günde 9 akçalık bir tahsisat bağlanmıştı. Ancak, bu tahsîsatı alabilmesi için Fuzûlî’ye bir berat verildiği halde, şâir, vakıf memurlarının hileleri ve hırsızlıkları yüzünden uzun süre oyalanmış, bu parayı alamamıştı. Nihâyet, fakir olduğu ve para alamadığı için değil, sırf vakıf idaresindeki yolsuzluklardan müteessir olduğu için, Fuzûlî, devrin Nişancı Paşası’na bir mektup yazmak zorunda kalmıştı.

Đşte, XVI. Asrın Türk nesrinin, Türk içtimâiyat tarihinin ve Türk Edebiyatındaki nüktedanlığın şaheser vesikalarından biri olan Şikâyetname bu sebeple yazılmıştır.

“Selam verdim, rüşvet değildür deyû almadılar” gibi “Gördüm ki suâlime cevabdan

gayri nesne vermezler” gibi çok zarif nükteleri ihtiva eden bu mektup, yer yer, sade fakat çok sanatlı bir üslûpla yazılmış ve yer yer de âyet ve hadislerle; küçük, manzum parçalarla süslenmiştir.

Şikâyetnâme, eski harflerle Fuzûlî külliyâtları içinde defâlarca basılmış, yeni ve tenkitli bir tab’ı da Dr. Abdülkadir Karahan tarafından “Fuzûlî’nin Mektupları” başlığı altında Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi’nde yapılmıştır (Banarlı, 2004: 549).

10) Terceme-i Hadis-i Erbain : Ekseriya büyük bir sevap işlemek, bazen dinî tedrisatta bulunmak; dini propaganda yapmak, hadislere her dilde yeni ve edebî bir ifade bulmak vb. gibi sebeplerle Hz. Muhammed’in hadislerinden 40 tanesini bir risâlede toplamak, tercüme etmek veya nazma çevirmek, Đslamî edebiyatta bir gelenek haline gelmiştir. Fuzûlî’de bu geleneğe uyarak Câmî’nin “Terceme-i Hadis-i Erbain” isimli eserini, aynı isimle ve manzum olarak Türkçe’ye çevirmiştir. Küçük bir mensur mukaddime ile başlayan bu eserde her hadis bir kıta halindedir. Fuzûlî’nin bu esiri Kemal Edip Kürkçüoğlu tarafından 1951’de Đstanbul’da Milli Eğitim Bakanlığı Kitapları arasında yayınlanmıştır (Banarlı, 2004: 550).

Referanslar

Benzer Belgeler

Sakallı Ce­ lal olarak tanınan Mahmut Celal Yalnız da bunlardan biridir.. 1886-1962 yılları arasında yaşa­ yan Sakallı Celal, Bahriye Nazırı Birinci Ferik (oramiral) Hüseyin

In this paper, we aim to show how ABC method can be implemented in reverse logistics environment to determine the costs that arising from the reverse logistics activities

Dünyada geli şen teknolojik gelişmelere paralel olarak ortaya çıkan yeni çal ışma biçin ıleri ve koşullan karşısmda yürürlüğe konulan 4857 sayılı Yasa ile

When the quality of life scale filled by the parents of the children and adolescents who are in the sample group is analyzed in terms of the average distributions of the va-

Leyla Karahan kelime gruplarını, “isim tamlaması grubu, sıfat tamlaması grubu, sıfat fiil grubu, zarf fiil grubu, isim fiil grubu, tekrar grubu, edat grubu, balama

Yaygın olan sınıflandırmaya göre çekirdek aile, destekli çekirdek aile, geleneksel geniĢ aile, biraz daha küçülmüĢ olan geçici aile ve çözülen aile

su şiir bizlere yalnızca Bayan Çapai Yanoş’un yüreğini değil, Nâzım Hik- met’in yüreğini de tanıtır.. O güzel yüreğin

Sağın ünlü isimleri “vatan haini” olarak gördükleri Nazım ın şiirlerini beğeniyor, ama sıra mezarına gelince ikiye bölünüyor.. “Getirilsin”, diyenlere