• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: FUZÛLÎ

1.6. Fuzûlî'nin Türkçesi ve Türkçeciliği

1.6.2. Fuzûlî'nin Eserleri

Türkçe, Arapça ve Farsça olarak on beşten fazla eser vermiş olan Fuzûli'nin Türkçe eserleri, menzum ve mensur olarak üzere iki gruba ayrılır. Manzum olanlar, 40 kaside ve 302 gazel dışında, müstezât terkib-i bend, terci-i bend, müseddes, muhammes, tahmis,murabba, kıta ve rubai gibi öteki nazım şekillerinide içine alan büyük çaplı

Divan'ı ile 3096 beyitlik Leylâ ve Mecnûn eserleri, Kerbelâ olayını anlatan Hadikatü's-süeda'sı “kutlu kimselerin bahçesi, mutluların bahçesi anlamıyla” ile Türkçe Divan'ındaki ön söz ve mektuplarıdır (Korkmaz, 1991: 527).

1) Türkçe Divan: Eser mensur bir mukaddime ile başlar. Burada şair şiir üzerine düşüncelerini belirtir. Daha sonra kasideler, gazeller, musammatlar ve rübailer gelmektedir. Divan'ın yalnız Đstanbul kütüphanelerinde 60'dan fazla yazma nüshası bulunmaktadır. Yazmaların en eski ve en güvenilir olanları Đ.Ü. Ktp.nedeki 1571, Ankara genel kitaplığı ile Konya genel kitaplığı'ndaki 1576, Leningrat'daki 1589 tarihli yazmalardır. Divan ilk olarak 1828'de Tebriz'de basılmıştır. Daha sonra Bulak1838 ve Bakû (1944) baskıları yapılmıştır. Bunlardan bazıları külliyât _ı Divân-ı Fuzûlî,adını taşır. Bu baskılara Divanla birlikte leylâ vü Mecnûn Sâkinâme, Beng ü Bâğde, Şikâyetnâme gibi eserleri de alınmıştır. Tek nüshadan alındıkları için veya daha önceki baskıya dayandıkları için hayli eksik ve yanlıştırlar. Son yıllarda A. Göl pınarlı (1948), Ali Nihat Tarlan (1950), 68 nüshayı karşılaştırarak K. Akyüz, Sühely Beken, Sedit Yüksel ve Müjgân Cunbur ve Hamit Araslı tarafından güvenilir baskıları yapılmıştır (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi: 256).

Divân'ın başında, yer yer Türkçe, Arapça, Farsça beyitlerle ve diğer küçük mazumelerle süslenmiş ve bütünlenmiş mansur bir mükaddime vardır. Devrim sanatlı nesri ile yazılan bu mukaddime, şairin şiir hakkında görüş, düşünüş ve hatıralarını ihtiva etmesi bakımından büyük bir önem taşımaktadır.

Mukaddime'den sonra Divân'da Alimâne bir bahar tasviriyle başlayan bir Tevhid Kasidesi vardır. Sanat kıymeti çok yüksek olan bu kasidede şair, baharı tasvir ederken tabiatın ahenk ve ülviyetini göstermekte, bu arada kendi geniş bilgisini ortaya koymaktadır. Kasidenin Tevhid bölümünde ise Allah'ın kuıdret ve azameti, zengin bir bilgi, bir fikir, bir iman ve şiir kompozisyonu halinde terennüm edilmiştir.

Bu kasideyi naadler ve diğer kasideler takip etmektedir. Fuzûlî'nin naadleri içinde en güzeli ve en tanınmışı “Su kasidesi” adıyla meşhur, büyük ve ülvî şiiridir. Bu kasidede Đslâm'ın ve bu arada Fuzûlî'nin gül kelimesiyle sembolize ettiği H.z. Muhammed’e karşı çok derin bir sevgi, bir bağlılık ve özleyişin musikisi duyulur.

Şairin diğer kasideleri 12 imam'ın medhi hakkında, Kanunî Sultan Süleyman medhinde, Bağdat Vâlisi Ayaz Paşa için ve devrinin daha başka mühim şahsiyetleri için söylenmiştir.

Fuzûlî Divânı'nda terkip-i bent şekliyle söylenmiş manzumeler içinde Kerbelâ Mersiyesi, Su Kasidesi ayarında ve şairin Pençe-i Âl-i Abâ'ya karşı duyduğu derin sevgiyi Hüseyin'in şehadeti karşısındaki içten yanışlarını terennüm eden canlı ve uzun bir feryattır.

Fuzûlî Divan'ında gazellerden, terkib ve tercî-i bend'lerden, müseddes, muhammes ve murabbalardan sonra gelen şiirler kıt'alar ve rubaîlerdir (Banarlı, 2004: 546).

2) Fârisî Divân: Đstanbul ve avrupa kütüphanelerinde Fuzûlî'nin fârisî divânı nüshalarına tesadüf edilmektedir. Leningrat'daki külliyâtın 142-188. sayfalarını kasideler ve 293-377. sayfalarını gazeller teşkil etmektedir (Đslam Ansiklopedisi, 1973: 693).

4000 beyit tutarında olan eser bir mukaddime ile başlar. 3 münacaat, 1 naat, 46 kaside, 410 gazel, 1 terkib-i bend, 2 müsammat, 46 kıta, 106 rûbâî ve Sâkinâme veya Heft-câm diye anılan bir mesneviden ibarettir. “Sâkinâme” 327 beyit tutarında içki ve musikiden bahseden tasavvufî bir eser olup, Türkçe divânının bazı yazma nüshalarına da alınmıştır. Divanı'ın mensur mukaddimesi Faik Reşad'ın (Fuzûlî'nin gayr-ı matbu eş'ârı”) (1896) ve “Fuzûlî, Makaleler Mecmuası” (Baku,1925) isimli eserde yayımlanmıştır. Divanın bütünü yazma nüshaların edüsyon kritiği yapılarak H. Mazıoğlu tarafından yayımlandı (1962). Ayrıca A. Nihat Tarlan tarafından Türkçe'ye tercüme edildi. (Fuzûlî'nin Farsça, Divânı, 1950) M. Sultanof divandan bazı şiirleri seçerek yayımladı. (Fuzûlî, Seçilmiş Eserleri, Bakü 1958) F. Araslı'da divanın Türkçe tercümesini Fuzûlî Külliyatı içinde neşretti (a.g.e, IV.cilt, 1958) (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi: 257).

3) Arapça Divânı: Fuzûlî'nin Arapça şiirleri olduğu bilinmekle beraber, onun bu dille yazdığı Divân'a henüz tesadüf edilmemiştir. Leningrad'da Asya Müzesi'ndeki Fuzûlî Külliyâtı arasında şâirin Arapça kasideleri bulunmuştur. Hepsi 465 beyit tutarında 11 kaside ve 1 hâtime'den ibaret bulunan bu şiirler hakkında Rus alimi E. berthels tarafından “ Bulletin de'l 'Academie desSeciances de I'URSS, celasse des Humanites,

1930, nr. 5'de ilk otantik bilgiler verilmiş, aynı kasideler ve berthels'in yazısı için Türk Dili Belleteni, c. II, s.3-4'de Abdülkadir Đnan'ın bir makalesi intişâr etmiştir (1940). Fuzûlî'nin Arapça Kasidelerinin yedisi Hazreti. Muhammet'in ve 3 tanesi de Hz. Ali'nin övgüsünde söylenmiştir (Banarlı, 2004: 548).

4) Hadîkatü's – süedâ : Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şehid edilişini anlatan bir eserdir. Đranlı şair Hüseyin Vâiz Kâşifî'nin “Ravzatü'ş – şüheda”sı esas alınarak yazılmıştır. Arada bazı küçük manzum parçalar vardır. Eser kısa bir mukaddime ile başlar. 10 bab ve bir hatime olarak düzenlenmiştir. Bulak ve Đstanbul'da defalarca basıldı. Selahattin Güngör tarafından “Saadete Ermişlerin Bahçesi” ismi ile sadeleştirilerek yayımlandı (1955) (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi: 256).

5) Beng ü Bâde : Beng yâni esrar ile şarap arasında bir münazâradan ibaret olan bu 500 beyte yakın mesnevî, Şah Đsmail'e ithaf edilen fârisî bir manzumedir ki, şairin ilk gençlik eserlerinden sayılabilir. Fuzûlî külliyatının bir çok tabılarında mevcut olduğu gibi, ayrıca yazmalarına da tesadüf olunur. Failâtün – mefâilün vezniyle yazılmıştır. Şâir, Gâzi Giray'ın bu eser nazîre olarak, “Kahve ve Bâde” isimli küçük bir mesnevî yazdığını müverrih Peçevî söyler. Bazı eserlerde bu nazîrenin “Gül ve Bülbül” ismi ile kaydedilmesi doğru değildir (Đslam Ansiklodisi, 1979: 695).

6) Heft Câm : Yedi Kadeh'in neşesini terennüm eden bu mesneviye “Sakinâme” adı da verilir. 318 beyitlik bu mesnevinin 31. beyitinde: “Bana şerîate nizam veren şarabı ver, şerîate haram olan şarabı değil.” diyen Fuzûlî, 38 beyitlik bir başlangıçtan sonra, mesnevisini 7 bölümde söyler. Bu bölümlerde ney gibi, def gibi, çenk, ud, tanbur, kanun gibi sazlarla ve mutrible münazaralarda bulunur. Eser tamamiyle tasavvufî mahiyettedir. Şâirin mûsikî kültürü kadar mitoloji kültürü hakkında da bize bilgi verir. Heft Câm'ın Türkçe'ye bir tercümesi, Fuzûlî'nin Farsça Divânı sonunda, Prof. Ali nihad Tarlan tarafından yapılmıştır. Mesnevi'nin bu tercümedeki adı Sakinâme'dir (Banarlı, 2004: 548).

7) Rind ü Zâhid : Kâtib Çelebi'nin, “Muhâvere-i rind ü zâhid” ismi altında zikrettiği ba Farsça mensür eser, Leningrad'daki külliyatta “Risâle-i Rind u Zâhid ismi ile mevcut ise de, British Museum'da ve Berlin (Psrtch, Katalog, nr. 683) de sadece “Rind u Zâhid”

diye kaydedilmektedir. Fuzûlî'nin diğer eserlerine verdiği isimler göz önüne alınırsa, asıl doğru ismin bu olduğu anlaşılır. Münâzara mahiyetindeki bu eser, 1275’te Tahran’da taş basma ile neşredilmiştir. 1219’da Selim Efendi tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir. “Hüsn ü Aşk” risalesi tarzında bir eserdir. Londra’daki 304 numaralı nüsha 1140’ta yazılmış olup, minyatürlüdür (Đslam Ansiklodisi, 1979: 695).

8) Hüsn ü Aşk : Son zamanlara kadar “Sıhhat u Maraz” adı ile tanınmış olan bu Farsça mensur eserin “Ruhnâme” adını taşıdığı, 1242’de yazılmış bir nüshasına istinat edilerek, Süleyman Nazif tarafından ileri sürülmüştü. Halbuki bu eser Leningrad’daki külliyatta “Hüsn ü Aşk” ismini taşıdığı gibi, British Museum’da Farsça yazmaları ilâveleri arasında 462 numaralı mecmuada da yine “Hüsn ü Aşk” ismini taşımaktadır. Esasen mevzua nazaran da, bunun bu ismi taşıması pek tabiîdir. Bu küçük risâle, vaktiyle Tahran’da neşrolunan “Macalla-i Armağan” da Muhammed Ali Nasih tarafından, “Safarnâme-i Ruh” ismi ile neşrolunmuştur. Üniversite kütüphanesinde (Halis Efendi, nr. 6781 ve 7577 ve Rıza Paşa, nr. 708) v.b. umûmî kütüphanelerde muhtelif yazmalarına tesâdüf olunur. Mısır kütüphanesinin eski katalogunda, 316 numarada bu eserin Türkçe bir tercümesi mevcut ise de, ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı hakkında, katalogda hiçbir malûmata tesadüf edilmiyor. 1273’te “Cevâhir-i Multakata” sahibi Lebib Efendi tarafından tercüme edilerek, tabettirilmişse de nerede ve hangi tarihte basıldığı, üzerinde yazılı değildir. Bu tercüme ikinci defa 1282’de Ceride-i Havâdis matbaasında basılmıştır. Eski bir üslûp ile olan bu tercüme, kitapçı Ahmet Hamdi tarafından, üslûbu tâdil ve biraz da tahrif edilerek, 1327’de Trabzon’da tekrar tabedilmiştir. Son defa abdülbaki Gölpınarlı tarafından yapılan tercümesi, mütercimin mukaddimesi ve hâşiyeleri ile birlikte, 1940’da Đstanbul’da neşredilmiştir. Fuzûlî’nin o zamanki tıp ilmine de vukufunu gösteren bu sufîyâne eserin, Şeyh Galib’in “Hüsn ü Aşk” ının meydana gelmesinde, her halde, tesirsiz kalmadığı ileri sürülen mütercime hak vermemek mümkün değildir (Đslam Ansiklodisi, 1979: 696).

9) Şikâyetnâme : Fuzûlî’nin bu çok tanınmış eseri, Türkçe küçük ve mensur bir mektuptur. Nişancı Celâl-zâde Mustafa Çelebi’ye hitâben yazıldığı için “Nişancı Paşa Mektubu” ismiyle de anılır. Bu mektubun yazılışındaki sebep şudur: Kanunî Sultan Süleymân, Bağdat’a girdiği zaman Fuzûlî, büyük hükümdarı : “Geldi Burc-ı Evliyâ’ya Pâd-şah_ı Namdâr” sözleriyle karşılamış ve ona meşhur “Bağdat Kasidesi”ni sunarak,

kendisi ile birlikte, çok sevdiği vatanını da bütün kıymetleri ve bütün hâtıraları ile birlikte bu büyük Osmanlı Hükümdarına takdim etmişti.

Böylelikle Osmanlı tâbiyetine giren Fuzûlî’nin kıymeti Osmanlılar tarafından az çok takdir edilmiş ve kendisine Bağdat vakıflarının masraf fazlasından verilmek üzere günde 9 akçalık bir tahsisat bağlanmıştı. Ancak, bu tahsîsatı alabilmesi için Fuzûlî’ye bir berat verildiği halde, şâir, vakıf memurlarının hileleri ve hırsızlıkları yüzünden uzun süre oyalanmış, bu parayı alamamıştı. Nihâyet, fakir olduğu ve para alamadığı için değil, sırf vakıf idaresindeki yolsuzluklardan müteessir olduğu için, Fuzûlî, devrin Nişancı Paşası’na bir mektup yazmak zorunda kalmıştı.

Đşte, XVI. Asrın Türk nesrinin, Türk içtimâiyat tarihinin ve Türk Edebiyatındaki nüktedanlığın şaheser vesikalarından biri olan Şikâyetname bu sebeple yazılmıştır.

“Selam verdim, rüşvet değildür deyû almadılar” gibi “Gördüm ki suâlime cevabdan

gayri nesne vermezler” gibi çok zarif nükteleri ihtiva eden bu mektup, yer yer, sade fakat çok sanatlı bir üslûpla yazılmış ve yer yer de âyet ve hadislerle; küçük, manzum parçalarla süslenmiştir.

Şikâyetnâme, eski harflerle Fuzûlî külliyâtları içinde defâlarca basılmış, yeni ve tenkitli bir tab’ı da Dr. Abdülkadir Karahan tarafından “Fuzûlî’nin Mektupları” başlığı altında Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi’nde yapılmıştır (Banarlı, 2004: 549).

10) Terceme-i Hadis-i Erbain : Ekseriya büyük bir sevap işlemek, bazen dinî tedrisatta bulunmak; dini propaganda yapmak, hadislere her dilde yeni ve edebî bir ifade bulmak vb. gibi sebeplerle Hz. Muhammed’in hadislerinden 40 tanesini bir risâlede toplamak, tercüme etmek veya nazma çevirmek, Đslamî edebiyatta bir gelenek haline gelmiştir. Fuzûlî’de bu geleneğe uyarak Câmî’nin “Terceme-i Hadis-i Erbain” isimli eserini, aynı isimle ve manzum olarak Türkçe’ye çevirmiştir. Küçük bir mensur mukaddime ile başlayan bu eserde her hadis bir kıta halindedir. Fuzûlî’nin bu esiri Kemal Edip Kürkçüoğlu tarafından 1951’de Đstanbul’da Milli Eğitim Bakanlığı Kitapları arasında yayınlanmıştır (Banarlı, 2004: 550).

11) Risâle-i Muammâ : Türkçe ve Farsça muammalarla bir muamma risalesidir. Leningrad külliyatı içinde görüldü. H. Araslı tarafından yayımlandı. (Edebiyat Mecmuası, Bakü, 1946) Daha sonra K. E. Kürkçüoğlu eserin ikinci nüshasını da gözden geçirerek H. Araslı’nın yayımladığı muammalarla birlikte toplam 190 muammayı yayımladı (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi: 257).

12) Matlau’l Đtikad : Tam ismi “Matla’u’l – Đ’tikâd fi mârifeti’l – mebde ve meâd” olan, insanın nereden gelip nereye gittiğinden, hakikate nasıl varılabileceğinden bahseden mensur bir eser H. Araslı tarafından yayımlandı. Daha sonra Muhammed Tanci’nin tashihi ile E. Coşan ve K. Işık tarafından Türkçe’ye çevrilerek basıldı (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi: 257).

13) Şâh ü Gedâ : Sâdıki Tezkiresi’nde mevcudiyeti haber verilen bu esere henüz tesadüf edilmemiştir (Banarlı, 2004: 550).

14) Enisü’l Kalb : 134 beyitlik şairin dünya görüşünden bahseden bir kaside, Đran şairlerinden Hakanî’nin “Bahrü’l-ebrâr”ına nazire olarak yazılmıştır. Cafer Erkılıç (1944) ve H. Mazıoğlu tarafından yayımlandı (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi: 257).

“Bu güzelin adını Enisü’l Kalb koydum; anlayışlı adamların meclisinde onun her zaman cevelânını istiyorum.” diyen Fuzûlî’nin sanat alemine samimi bir hevesle takdim ettiği bu manzume 134 beyitlik, Farsça bir kasidedir. Fuzûlî, bu kasidesini ayrıca “Đran memleketinden Rûm d^rü’l-adline, Sultan Süleyman dergâhına” yollamıştır. Kasîde, zarif bir duygu ve tefekkür şiiridir. Bu şiire Edirne Kütüphanesi’nde rastlayan Cafer Erkılıç, onu Farsça aslı ve Türkçe tercümesiyle birlikte 1944’te Đstanbul’da müstakil bir kitap halinde neşr etmiştir (Banarlı, 2004: 550).

15) Türkçe Mektuplar : Fuzûlî’nin Şikâyetnâmesinde başka Türkçe üç mektubu daha bulunmuş ve Şikâyetnâme ile bir arada neşr olunmuştur. Bu mektuplardan biri Musul Mirlivâsı Ahmet Bey’e, bir Bağdad Valisi Ayas Paşa’ya, diğeri Kadı Alâeddin’e (bir oğlunun dünyaya gelmesi dolayısiyle) yazılmıştır. Bu son mektuba Fuzûlî, çocuğun doğumuna düşürdüğü tarihi de ilave ettiğinden, mektubun büyük şairin vefâtından 4 sene evvel yazıldığı anlaşılmıştır (Banarlı, 2004: 550).

16) Fârisî Kasideler : Şairin şimdiye kadar bilinmeyen 28 Farsça kasidesi Prof. Abdülkadir Karahan tarafından bir mecmuâda bulunmuş ve bunların bir kısmı Prof. Ali Nihad Tarlan tarafından metinleri ve Türkçeye tercümeleri ile birlikte Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi’nde yayınlanmıştır (Banarlı, 2004: 550).

17) Çağatayca – Farsça Manzum Lûgat : Şairin Çağatayca – Farsça manzum lûgatı olduğu 1956 yılında Fahir iz tarafından ortaya atılmış, Hüsrev ü Şirin ve Cümcümenâme isimli iki eseri daha olduğu iddia edilmişse de bunlar henüz gerçeklik kazanmamıştır (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi: 257).

18) Leylâ vü Mecnûn : Eser, yazıldığı tarihten itibaren Türkçe konuşulan bütün sahalarda sevilerek okunmuş ve daha sonra yazılan Leyla vü Mecnûn’lar üzerinde etkili olmuştur. Türkiye, Asya ve Avrupa kütüphanelerinde birçok yazma nüshaları mevcuttur. Đlk olarak 1847’de Đstanbul’da, daha sonra Tebriz, Taşkent ve Kahire’de muhtelif baskıları yapılmıştır. Gibb, Hammer, Necati lugal ile O. Reşer eserin birçok parçalarını Đngiliz ve Almancaya çevirmiştir. Đngilizce manzum tercümesi Sofi Nuri tarafından yapıldı (1959). Rusçaya Nikolay Kulak tarafından tercüme edilmiştir. V. Mahir Kocatürk eseri nesir olarak bugünkü dile aktarmış (1943), güvenilir bir baskısı da Necmettin H. Onan tarafından yapılmıştır (1955). Hamid Araslı da eseri Arap ve Rus harfleri ile yeniden 1958 yılında Bakü’de yayımlandı (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi: 256).

Eser mesnevi şeklinde ve Mef’ûlü – mefâilün – faûlün vezniyle yazmalardır. Đçinde bulunan Leylâ'nın bazen Mecnun’nun duygularına tercümân olan, türlü vezinlerle söylenmiş çok güzel gazeller vardır. Ayrıca biri Mecnun’dan Leylâ'ya, diğeri Leylâ'dan Mecnun’a gönderilmiş murabba şeklinde iki mektup ve “Bu şiiri ne güzel demiş bir üstâd” mukaddimesiyle Mecnun’a nasihat yollu söylenen diğer güzel bir gazel, bu eseri söyleyen manzumeler arasındadır.

Fuzûlî, eserinin başına manzum, mensur, küçük bir mukaddime koymuştur. Bu mukaddimenin nesir kısmıo devirde âdet olduğu üzere, külfetli ve menşiyâne bir üslûla yazılmıştır. Leylâ ve Mecnun’daki hüsn-i ezelî ve aşkı hakikî hakkında küçük bir

tanıtma ve açıklama mahiyetindeki bu önsözde Fuzûlî eserindeki aşkın mahiyetini ve böyle plâtonik bir aşkı anlatmaktaki güçlülüğü beyâna lüzum görmüştür.

Bu küçük nesir parçasından sonra şair eserine başlamış ve aynı vezinle söylenmiş hamd, tevhîd münacaat mahiyetinde manzumeler sıralanmıştır. Daha sonra, çerhe sisteminden vazgeçmenin ve nefse uymanın lüzumunu belirten bir nasihat manzumesi ile Hz. Muhammed övgüsünde Mirac gecesi ve yine Hz. Muhammad şanında naatler söylemiştir. Arkasından, hemen dünyanın her yerinde nazmın hor görüldüğü bir devirde giriştiği bu zor işi başarabilmek için “saki” den yardım dilemiş, daha sonra devrin padişahı Kanunî Sultan Süleyman'ı metheden şair, nihayet bu eseri niçin yazdığını hikâye etmiştir.

Benzer Belgeler