• Sonuç bulunamadı

Ç A L I N AN VE S O Y U L AN T Ü R K Î YE

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ç A L I N AN VE S O Y U L AN T Ü R K Î YE"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ç A L I N A N V E S O Y U L A N T Ü R K Î Y E

Dr. Phil. İLHAN AKÇAY Vakıflar Genel Müdürlüğü Uzmanı

Vatanımız Türkiye üç kıt'anın geçiş noktasında bulunur. Tarihin belli başlı en büyük medeniyetleri burada kurulmuştur. Hattâ Mezopotamya medeniyetine ait kuzey kısımdaki kavim ve kültürlerle ilgili kalıntı-ları bile içinde barındırmaktadır. Bunkalıntı-ların yanında en büyük iki imparatorluğun baş-kenti İstanbul buradadır. Hıristiyanlıkla il-gili bölge ve şehirlerin çoğu buradadır. Hitit medeniyeti, Antik devire ait en değerli ka-lıntılardan çoğu ile tarihten evvelki za-manlara inen muhteşem kültür katları yine buradadır. İslâmiyete ait ise Harran'daki Emevî yapılarından itibaren İslâm âleminin en zengin ve çeşitli kültür eserleri yine ve yalnız Anadolu'da, Türkiye'dedir.

XVIII. ve bilhassa XIX. yüzyıllarda ya-bancıların özellikle iştahını çeken bu eser-leri, yabancılar zorluksuz memleketlerine kaçırıyorlardı. Osman Hamdi Bey Müze Müdürü olduktan sonra, yurt dışına böyle kıymetli eserlerin kaçırılmasını yasak eden bir nizamname çıkardı ise de, kaçırılmalara hemen hiç ara verilmemiş olduğunu esefle söylemek gerektir. Daha Lâle Devrinde, yani XVIII. yüzyılda III. Ahmet, Topkapı Sarayındaki ünlü Kütüphane'sini kurarken yazma eserlerinin temininin ne kadar güç-leştiğini bizzat görmüş ve böyle eserlerin Osmanlı imparatorluğu sınırlarından dışarı-ya çıkarılmasını dışarı-yasak etmişti. Bu karar he-men hiç yokmuş gibi nasıl yazmalar kaçırıl-mış ise de, tıpkı bunun gibi Osman Hamdi Beyin nizamnamesi de çoklukla kâğıt üze-rinde kalmıştı. Artık bu seferki çalışmalar gizliden gizliye veya yarı aşikâr yapılmağa başlamıştı. Evvelce eserler yabancı sefaret mensuplarının da gayretleriyle kaçırılırken, bu sefer de, ne acıdır ki içimizdeki, gaflet içinde demiyelim ihanet edenlerin yardımı ile hemen her türlü eserler kolaycacık yurt dı-şına kaçırılmağa başlanmıştı.

Makalemizin sınırını yirmi yıl içindeki kaçırılan özellikle Türk eserleri ile ilgili olaylara hasretmek istiyoruz. Bu devir bu makalenin yazarının yaşadığı zamandır. Ay-nı zamanda birçok olayları da yerlerinde gör-müş bulunduğundan kısmen kendi görüşle-rimizi de içine katmış bulunuyoruz.

Türk halkı yaradılıştan olacak, yaban-cılara karşı son derece yakınlık gösterir ve misafirperverlikte bulunur. Ne idüğü belirsiz tercüman veya sapık kimseler vasıtasiyle halkımızın içine giren ve yurdu dolaşanlar veya bunlar adına gezen bazı antikacılar va-sıtasiyle son yirmi yıl içinde Türkiye'miz-den o kadar büyük hazinelerin kaçırılmış olduğunu üzüntü içinde öğreniyoruz ki... Bu

hususta yabancılara yardım etmek, içimiz-deki bazı aşağılık kompleksi içiniçimiz-deki kişi-ler için âdeta şeref sayılmaktadır. Bugün ya-bancılar için yurdumuz bir eski eserler soy-gun mahalli olarak bilinir. Her tarafta da şöyle bir propaganda dolaşır: (Bulduğumuz tarihî eseri hükümet görürse elimizden alır, üstelik de ceza yazar). Yabancı ülkelerden meselâ İtalya'da köylü bir eser ele geçirir veya bulursa hemen hükümete götürmeğe koşar ve bunu bir şeref bilir. Bizde ise bu-nun hemen tam aksi olduğundan, çok acı bir gerçektir ki, eserlerimiz günden güne şekil değiştirmekte ve kısmen yok olmaktadır. Bunların yanında restorasyon adı altında yapılanlar ise yürekler acısı bir durum ar-zetmekte olup, o derece önemli ikinci bir yurt sorunu ile karşılaşıyorsak da burada, makalemizin kapsamı dışında kaldığından, bu alanda da ayrı bir makale ile üzerinde durmak istiyoruz.

Yabancı müzelerdeki Türk eserleri kol-leksiyonu yıldan yıla harikulade bir gelişme kaydederek gelişmekte olduğunu gaflet için-de bulunanlara bildirmek gerektir. Kaçırılan eserler eğer pek ünlü ise kat'iyyen sergilen-memekte ve aradan yılların geçmesi beklen-mektedir. Eğer sergilenmek zorunluğu bu-lunursa, yalnız «Asia Minör» adı altında ve hangi yapıya ait olduğu belirtilmeden iş ka-mufle edilmektedir. Bunu yaparken de Türklüğü ve İslâm medeniyetini de bu ifade altında hor görüp, tanımamak cüretini, eğer dikkatli bir kimse düşünürse acı acı görür. Evet «Asia Minör» adı altında sergilenir. Türk denmez ve denmemekte de inat edilir.

Zaten köylülerin bile gizlice kazı yap-malarını önleyemeyen hükümet, bu kaçırı-lan eserlerin ne olduğunu, yabancı memle-ketlerdeki temsilcilerinin bu husustaki bilgi-sizliği ve gafletine kurban olarak bileme-mektedir. Bugün yabancı memleketlerdeki bazı kolleksiyonlar vardır ki, Türkiye mü-zelerindeki o eserler seksiyonu (kısmı) âdeta gülünç kalmaktadır. Çiniler, çanak çömlek-ler, halı kilim, el yazmaları v.s. leri bunla-rın içine koyabiliriz. Artık geriye ne kalı-yordu... Londra, Paris, Amsterdam, New York'da mağazaları bulunan ünlü Çatalcalt Perez'in yalnız Londra'daki beş katlı mağa-zasının satılık olmayan ve bütün katlan tık-lım tıktık-lım dolduran Türk halı ve seccade kolleksiyonu o kadar ünlüdür ki, bunları sa-hibi çoklukla Türkiye haricinde elde etmişti. Washington D. C. de yeni açılan Dokumacı-lık Müzesi ise bir anda o kadar zengin ve ünlü olmuştur ki, burasının da bütün de-ğeri Anadolu Türk halı ve seccadelerinden

1 — İbrahim Bey imaretinin bugünkü hali (Karaman)

geldiğini belirtmek gerektir. Zaten Batı dün-yası İran'ın halısını değil, doğu dehasının en yüksek örneği diye nefis stilize edilmiş öl-mez Türk motifli halılarına, kilimlerine hay-randır ve bunların bilhassa kolleksiyonu ya-pılmaktadır. Aynı şehirde ve diğer büyük

2 — Lala Mustafa Paşa camii - ERZURUM Ahşap işlemeleri tavanı çalınan şadırvan

(2)

Amerikan şehirlerinde ise çok büyük mik-yasta antik Türk halı ve kilim kolleksiyonu-nun varlığı bilinir. Ayrıca şehrin Smithsonian Enstitüsünün doğu kısmındaki eserlerin bil-hassa son yirmi yıl içindeki zenginliği dik-kati çeker. Hep Amerika'dan örnekler ver-dik. Halı ve kilimin âdeta dünyadaki mer-kezi olan Türkiye'de meselâ Ankara, İstan-bul, İzmir, Manisa'da bunun müzesi olma-yıp c a ta Washington'da açılmasının hik-meti nedir? Amerika müzeleri kolleksiyonu çoklukla özel kolleksiyonların bağışları ve fonlarla alman eserlerden meydana gelir. Türkiye'ye gelen Amerikalılar ise mevzua-tın kifayetsizliği sebebiyle memleketlerine antika kolleksiyonlarıyle dönmeleri âdeta ta-biî karşılanıyordu. Onların bu eserleri astro-nomik rakamlarla memleketlerinde satma-ları kadar tabiî bir şey olamazdı.

Türk keramiği (çinileri) bahsi ise yü-rekler acısıdır. Zaman zaman yabancı mü-zelerin zenginliğinden dem vuran basınımız-daki yazılan görürüz. Müzelerimiz çini eser-ler seksiyonu bakımından çok kısır ve fakir durumdadır. Yabancı memleketlere kaçırıla-mayan bazı duvar çinilerimiz yerlerinde ne kadar göz okşamakta ve hayranlıkla seyre-dilmektedir. Müzelerimizdeki çini, kap, ka-çak gibi eşyaların kısırlığını görmek için Ankara Etnografya, İstanbul Topkapı Sarayı çini eserler seksiyonunu görmek kâfidir.

Za-5 — Çalındıktan sonra kolay taşınmak için ortadan kesilen işlemeli bir mezar taşı

(ERMENAK)

ten bunlardan başka da çini seksiyonları he-men hehe-men olmayıp, yukardaki iki müze-deki kısımlara da seksiyon bile demek caiz değildir kanaatındayız. Halbuki eski vatan-daşımız Ermeni Gülbenkyan'ın Lizbon'daki şahane Türk çinileri kolleksiyonu hemen ta-mamen Türkiye'den kaçırılmış parçalardan ibarettir ve muhteşem panoların yanında hiç bir müzemizde çok olmayan son derece değerli sayısız denecek kadar çok Rodos işi denen İznik çanak çömleğinin harikulâde kolleksiyonu bulunur. Bunlar çok uzak değil son 30 yıl içinde toplanmış eserlerdir ve Türkiye'den ne muazzam bir kaçakçılık şe-bekesi ile hazinelerimizin kaçırıldığını belir-tecek nitelikte sayılır. Yine gaflet eseri bu kolleksiyon sahibini ikna etmemenin cezası olarak eserlerin Lizbon Müzesine bağış yo-luyla verildiğini üzüntü ile gazetelerde oku-duk. Böylece bu alanda da artık boşluk dol-durulamayacak derecede yaya kalmış bulu-nuyorduk.

Çini kolleksiyonu üzerinde biraz da Av-rupa müzelerine kaçırılan örneklerinden bahsedelim:

Londra Victoria and Albert Müzesi'nin bilhassa Türkiye seksiyonu ve çini kısım-larının zenginliği ile ün salmıştır. Bilhassa kap, kaçak kolleksiyonunun küçük bir ben-zeri bile memleketimizde bulunmaz. Yine Paris'de «Dekoratif Sanatlar Müzesi» ise bil-hassa emsalsiz çini panoları ile gözleri büyü-ler. Louvre, British Museum, New York Metropolitan Müzesi, Berlin Müzesi hepsi ayrı âlemdirler. Hepsinin birleştiği tek nok-talar şunlardır. En değerli hazineleri Ana-dolu'dan kaçırılmıştır. Ancak bunlarla şöh-retlerine ermişlerdir. Bizler bu makalemiz konusu olan Türk eserlerini incelediğimiz-den, diğer hususlara dokunmayacağız. Met-ropolitan Müzesi Müdürü M. S. Dimand, (Müzenin Ortadoğu Eserleri seksiyonu müdü-rüdür.) «A handbook of Muhammedan art» adlı müzenin katalogunun içinde bakınız ne der: «1930 yılından beri Metropolitan Mü-zesi İslâm Eserleri kolleksiyonu, elde edilen çok sayıdaki önemli eserlerle öylesine zen-ginleşmiştir ki, bugün dünyanın en ileri

ge-len müzelerinden biri sayılmaktadır» Yıl 1944. Evet İslâm eserleri bakımından bil-hassa Türk kültürü ile ilgili birkaç salon eseri bile olmayan müze, şimdi Orta Asya-dan itibaren bir kronolojik sıra ile kültürü-müze ait, Türk kültürü-müzelerinde bulunmayan bir mazhariyete kavuşmuş bulunmaktadır. Bunda şehirde bulunan ve antika kaçakçılığı ile tanınmış ve kolları memleketimize kadar uzanan ünlü Türkçeyi çok iyi bilen firma-ların elleri bulunur. Bu müzeleri ziyaret eden Türkler memleketlerinde bile göreme-dikleri bir çini meşheri içinde bulunurlar.

Bu arada çok acı bir olayı da bilhassa belirtmek istiyoruz:

Ankara'daki İngiliz Arkeoloji Enstitüsü araştırıcılarından Mr. Mellaart, Londra'da çıkan «The Illustrated London News» adlı dergiye bir yazı yazar. Yazının mevzuu Bursa civarında artik devire ait bir tümülüse ait buluntular olup eşsiz ve dünyanın kendi sahasında en değerli elektrondan heykelcik-lere ait bir etüttür. Eserleri kaçırıp sakla-yan şahıs arkeoloğu evine davet ederek eser-leri gizlice gösterir ve araştırma yapmasına müsaade eder. Mr. Mellaart bunları ince-leyip elle yaptığı resimlerle dergide yayınlar. Yazının başlığı aşağı yukarı şöyleydi: (Me-zopotamya U r kral mezarlığı keşfinden za-manımıza dek en büyük buluntu). Yazıda eş-siz eserlerin milyarlarca lira ile bile kabil kı-yas olmayacak hazine olduğu belirtiliyordu. Yani yalnız bu eser bile bizlerin bütçe açığı-nı kapatabilecek derecede sayılıyordu. Yazı üzerine sözde emniyet mensupları arkeoloğu sıkıştırmışlarsa da, adamın ağzından hiçbir ipucu almak şöyle dursun arkeologun gittiği evi bile öğrenememişlerdir. Bu vaziyette Mr. Mellaart'a Türkiye'yi terke davet etmek dü-şerken ne yaptığımızı tahmin edersiniz. Bu-nu söylemeyeceğim, isteyen merak eder öğ-renir. Eserler halen kaçırılmıştır. Ancak yıl-lar sonra yabancı bir müzede tekrar sergi-lenecektir. Şimdilik kasalarında uykuda oldu-ğunu görür gibi oluyoruz.

Kaçırılan diğer eserlere ait olaylar: Daha yirmi yıl evveline kadar Türk sanatı mefhumu bilinmiyor ve bu alandaki çalışmalar kısırken, son yıllarda bilhassa Anadolu Türk sanatı üzerinde araştırıcıların ve yayınlarının ortaya fazlasıyle çıktığı gö-rülmektedir. Bugün Türklüğün üstün bir de-hası olan sanatı ve bilhassa mimarisinin her bakımdan batı sanatından üstün olduğu an-laşılmaktadır. Hatta dünyada en geçilemez mimarî eserlerin Türkler tarafından inşa olunduğu tarihî gerçeklerin ta kendisi olarak kabul edilmektedir. Bunların yanında halı, kilim, çini ve ahşap işlerimiz ise doğu deha-sının erişilmez en yüksek belgeleri sayılmak-tadır. Bizler gaflet içinde olduğumuzdan, değil bunları yabancılara tanıtmak, kaçır-malarına sebep olmakta ve hattâ yardımcı •3-4 — Şifaiye Medresesi türbesinde çini kaplı iki mezarın bugünkü soyulmuş hali

(3)

r

rıp, tahrip ettiklerine göre bunu yapanların hainliğinin derecesini belirtmiş oluruz.

Karaman camileri ve mescitlerinde çok değil 1960-61 yıllarına kadar hemen eksik-siz durduğunu gözlerimizle gördüğümüz o nefis kilimlerinden 1965 yılındaki gezimiz-de eser kalmadığını üzüntü ile gördük. Yer-lerine kötü, mide bulandıran parçalar kon-muştu.

Yine aynı kasabada Nefise Hatun Med-resesinin başına gelenler ise daha acıklı-dır. Sözde restorasyon adı altında yapılan onarımda Taç kapısının muhteşem bütünü numaralanarak olduğu gibi sökülmüş, onun yerine taşçı ustaları eliyle tamamen ve çir-kin bir benzeri yapılmıştı ki eser bir bom-bardıman geçirmiş gibi hale dönmüştü. Es-ki eserden anlayan Es-kimseler burasının asli-yetinin katledildiğini söylerler. Eski fotoğ-raflarına bakarak anlaşılmaktadır ki, kapı-nın tezyinatı harap değildi, ama restore edi-lecek kısımları da tabiî vardı. Yapanların da restoreden anlamadıkları anlaşılıyor... Pek iyi, ya numaralanarak olduğu gibi bir kenara konan o canım enfes kapının orijinali ne yapılacaktı.. İnsanın aklına hemen Berlin Bergama Müzesine kaçırılan Miletos'un muhteşem kapısı gelmektedir.

Karaman İbrahim Bey İmaretinin hikâ-yesi de aynı derecede yürekler acısıdır. Ev-velce eşsiz mihrabı İstanbul Çinili Köşke, sonra Arkeoloji Müzesi üst kat galerisine nakledilmişti. Bu yanlış monteler yüzünden eser orada asliyetinden çok şeyler kaybet-miş ve çirkinleşkaybet-mişti. İmaretin pencere süs-leri birkaç yıl evvel alınmış, türbesinin enfes lâhitleri yok edilmiş, mumyalarının da bazı kısımları kaçırılmıştır. Üstelik belediyenin gafletinden olacak bahçeli külliyenin bahçesi yok edilerek tâ külliye içine kadar asfalt yol sokularak eski özelliği katledilmiştir. Ulvî havası yok edilmiş ve eski tarihî izler silinmiştir. Böyle âbidelerin yakınlarına ka-dar yol geçirilmesi titreşimlerin yer altından âbideye yapacağı tesir bakımından batı dün-yasında rağbet edilmemektedir. Böylece eserlerdeki perspektif görünüş de yok olmak-tadır. Maalesef diğer âbidelerimizde de aynı durum kısmen de olsa görülmektedir.

Yabancılar Türklerin külliye ve bunla-rın tabiatla beraber bir kül halinde yapılı-şını gitgide hayranlıkla belirten yayınlarda bulunurken kendi memleketlerinde de eski şehirlerin özelliğinin kaybolmaması için yeni şehirleri bunların yanlarına yaptıklarını görmekteyiz. Bizde bunların tam aksi yapıl-makta ve eski şehirlerimiz özelliklerini her gün daha fazla kaybetmektedir. Misal ola-rak Konya Mevlâna dergâhı bakın ne hale getirildi, aşağıda ibretle arzedeceğiz.

Mevlâna Müzesi bütün Türkiye'nin üze-rine titrediği yerdir. Türkiye müzelerinin en ünlülerinden sayılır. Burada yapılan veya yapılacak en küçük değişiklikler hepimizi bulunmaktayız. Bizlerin ne gibi Türk

eserle-rimizin olduğunu bilmediğimizi söylersek, hakikatin ta kendisini dile getirmiş oluruz. Evet ne gibi eserlerimizin olduğunu bilmi-yoruz. Bildiklerimiz ise çok sathidir. Bunla-rın resimleri, planları, rölöveleri ve hattâ vakfiyeleri bile toplanarak tasnif edilmemiş-tir. Küçük el sanatları üzerindeki bilgileri-miz ise daha azdır. Millî Kütüphanebilgileri-mizde bile böyle bir bölümün kurulmasını düşün-memişiz veya düşünmek istedüşün-memişiz. Bu iş-lerle ilgili Müzeler Genel Müdürlüğünde be-dava kitaplardan meydana gelen kütüphane-sinin araştırma vasfı bile bulunmamaktadır. Bahis konusu arşivi bulunmaz. Vakıflar Ge-nel Müdürlüğü ise aynı acınacak durumda bulunur.

Türkiye'de gezdiğimiz yerlerde gözümü-ze çarpan bazı olaylardan bahsedeceğiz:

Konya - Akşehir'deki Seyyid Mahmud Hayranî türbesi çok değerli mimarî eser-dir. Süslemecilik bakımından da aynı dere-cede önemi bulunur. Türbe, bugün şeklini çok değiştirmiş Konya - Mevlâna Türbesi-nin eşidir. Bu sebeple önemi kat kat artmak-tadır. Birkaç yıl evveline kadar duran nefis, yıldız biçimi çinileri (bu tip yıldız bordürlü çinilerin Türk müzelerinden çok yabancı mü-zelerde bulunulduğunu belirtmek gerektir) geçen yıla kadar duruyordu. Ne gariptir ki. birkaç ay içinde çiniler yok oluvermiştir. Çalan hırsızlar, birkaç adet çıkaramadıkla-rını da üzerlerine çivi ve çekiçle vurarak

kı-6 — Beyaz fon üzerine yeşil, mavi, kırmızı renkte desenli seramik pano 1,65 X 98,5 cm İZNİK XVI asır Dekoratif Sanatlar

Mü-zesi - Paris

7 — Beyaz üzerine yeşil, mavi ve manganez rengi Selçuk çini pano 82 X 16 cm. XVI. asır. Halen Dekoratif Sanatlar Müzesinde

Paris

8 — Beyaz fon üzerine mavi, yeşil ve kır-mızı gül ve koncalarla bezenmiş çini pano 1.45 X 0.93 cm. İZNİK XVI. asır.

(4)

ilgilendirir. Hiç kimseye danışılmadan keyfî işlerin yapıldığına kani olduğumuz bazı hu-suslar vardır ki, bunları aşağıda belirtmek mecburiyetindeyiz.

Külliyenin etrafı evvelce duvarlarla çevrili bulunuyordu. Yanlarında birbirinden güzel eski Konya evlerinin arasından külli-yenin perspektif görünüşü çok güzeldi. Ev-velâ yol açmak bahanesiyle bugünkü Yusuf Ağa Kütüphanesi karşısındaki hamam ( l . c i derecede tarihî eserdi) bir gecede Ali Cen-giz oyununa getirilerek yıktırılıverdi. Sözde külliyenin etrafı açılmak gayesiyle güzelim Konya evleri yıktırılıverdi. Böylece külliye değil güzelleşmesi, bilâkis o kadar çirkinleşti ki. Evvelâ perspektifini yok ettiler. Artık bundan sonra keyfî işlerin arkası gelmedi. Dergâhın arkasındaki ünlü ve Konya'nın en orijinal, eski Selçuk mezarlığı yok edildi. Bunu kim yok etti, ünlü mezar taşları ne oldu merak ediyoruz. Yeni olarak dâ batıda, dervişan hücreleri arkasında, uyduruk du-varlar çekilmiş. Hangi mimarî stilde yapıl-mış, projeleri kim çizmiş doğrusu çok çirkin olmuş. Ya köşeye uydurulan sebilciğe ne de-meli. Yapanların hayalleri çok geniş olacak. Böylece külliye tarihî özelliğini büyük ölçü-de kaybetmiş oluyordu.

İşte sergilenen bin seccadenin «Mevlâ-na'ya düğün hediyesi olarak gönderilmiş» ibaresini her okuyuşumuzda itiraz ettiğimiz-de, bunu müzedeki arşiv kayıtlarına göre çıkardık demeleri karşısında şaşırıyorduk. En aşağı klâsik devir özelliğindeki seccade-nin tarihini bir bakışta anlamayan insanlara hayret ediyorduk. Öyle ise arşiv kayıtları müze eşyaları ile yeniden, baştan işten anla-yanlara tetkik ettirilmesi gereklidir.

Dervişan hücrelerine gelince: Tamamen ahşap olan bu kısımda işleme, kumaş ve kadifeler sergilenir. Müzecilikte böyle yerler ev dahi olsa hiç bir kıymetli eşya konmaz, yangına karşı tertibat alınır ve basit eşya-larla döşenirdi. Tertipleyenlerin burayı sek-siyon yapması tamamen yanlıştır ve kaldı-rılmalıdır.

Ayasofya'ya gelince:

Buradaki hırsızlıklar daha İmparator-luk devrinden itibaren başlar. Sözde onarım bahanesiyle o devirde Mimar Sinan yapısı II. Selim Türbesi kapısı yanındaki İznik işi çinilerden birisinin panosu olduğu gibi Do-niniyo adlı hırsız tarafından kaçırılmıştı ve hırsız, yerine mahirane yaptırdığı sahtesini oturtturmuştu. Yıllar sonra Paris Louvre Müzesinde ortaya çıkmış ve Fransızlar da utanma hissi duymadan açıkça adını da ve-rerek eseri sergilemeğe başladılar. Ayasofya Müzesi Müdürlüğünün yapacağı iş, bunu ge-ri istemek olmalıydı. Bakın yakınlarda buna benzer bir ikinci olay daha oldu. Bizans devri bronz eşsiz kapılardan birisi ağırlığı dolayısiyle olduğu gibi kaçırılamayıp,

parça-lanmış ve kısmen kaçırılmıştır. Bunu yapa-nın yalnız çalışması da aklın alacağı gibi değil. Araştırmalar sözde sonuç vermemiş. Öğrendiğimize göre kapının çalınan yer-lerine kopyası yapıp konacakmış. Yıllar son-ra Ayasofya'nın kapısını Louvre'de görür-sek şaşmayacağız. Böyle de giderse buradan daha neler çalınır Allah bilir.

Hacıbektaş Dergâhına gelince: Anado-lu'nun en ünlü yapılarından ve sanat tarih-çilerince asla incelenmemiş yapı mimarî ba-kımdan Türk sanatında ikinci benzeri olma-yacak derecede önemlidir. Hiç bir Türk kül-liyesi burası gibi XIII - XX. asır mimarî eserlerini bir araya toplamamıştır. Hattâ bu bakımdan Topkapı Sarayından da daha önemli sayılır. XVIII. asırdan sonra Ana-dolu mimarî yapılarında gerileme ve ya-bancı tesirleri ise Hacıbektaş Dergâhında asla görmemekte ve hissetmemekteyiz. Hattâ Sinan atölyesinin işleri bile mevcut olduğunu söyleyebileceğimiz burada ilk Türk pentür levhalarının yapıldığı resim atölyeleri ve Bektaşî ressamları bile mevcuttu. R. İnanç, 1965 yılında çıkardığı Hacıbektaş kitabında tekkenin kapandığı zaman büyük bir yağma-ya uğradığını, gerek resmî gerekse bölgenin tanınmış kişilerinden bazı hırsızların alenen tekke eşyalarını kaçırdıklarını acı acı anlatır. Tekkenin onarılıp 1965 yılında Müze olarak açılışında Ankara'dan gelen eşyalarının ara-sındaki halı ve kilimlerin evlerde dahi kul-lanılmayacak derecede olduğunu görmüştük. Ayrıca tekkeye ait kitapların da değerleri maalesef büyük değildir. Bunlar da tekkenin kapatılışında büyük yağmaya uğramıştı. He-le Vakıflar Genel Müdürlüğünün Ankara merkezince muhteşem tekkeye ait bir tane bile olsun vakıf ve vakfiyenin olmayışı dik-kati çekecek olaydır. «Kırkbudak, Hacıbek-taş İncelemelerine Giriş» adlı kitaptan öğren-diğimize göre eserin sahibinde ise Hacıbek-taş'a ait tam kırkbin adet vakfiye ve vesika bulunuyordu.

Manisa çevresindeki hırsızlıklar: Mani-sa'daki bazı eserlerde yapılan hırsızlıklar ise önem bakımından özellik taşır. Çok uzak değil, yakın yıllara kadar şehirdeki Sinan eseri Muradiye camisi muhteşem kapısı üze-rindeki dövme tokmaklı ejder başlarını havi plastik tezyinatı bulunurdu. Şehre ziyarete gelen ünlü gezgin Riefstahl, eserinde bunun resmini çekmiş ve hayranlıkla bahsetmişti. Buna benzer kabartmalardan ilki Tiflis'de bulunmuş ve Selçuklu devrine ait olduğu ka-bul edilerek Berlin Devlet Müzesine (Staatl Musem) nakledilmişti. İkincisi Cizre Ulu camisi kapısı üzerinde bulunur. Manisa'daki çalınmıştır. Bari Cizre'dekine sahip olalım. Yoksa dünyaca ünlü eşsiz parçaların tekinin bile yurdumuzda kalmasını önleyemeyeceğiz. Yine Manisa'daki XIV. asır eseri Ulu Camiinin eşsiz denecek derecede ünlü min-berinin bazı parçaları yok olmuştur. Yirmi

yıl evveline kadar bu derece olmayan eser, parça parça sökülerek bu hale getirilmiştir. Küçücük parçasının bile on binlerce lira değerindeki pırlanta eserin muhafazasına ar-tık fazla önem vermeliyiz. Vaktiyle buraya gelen bir zatın söktüğü parçaları sağa sola hediye olarak verdiği söylenir.

Doğu Anadolu ise biraz daha başka özelliktedir. Bölgede Üniversite öğretim üye-si olarak çalışırken, Hasankale'de yapılan höyük açma ameliyesine götürüldük. Höyük zannedersek Sosköy deniyor ve özel müsaade ile açılıyordu. Ayrıca hükümete ait komiser veya memur ile jandarma da bekliyordu. Araştırıcılar bize şunları anlattılar: — Yap-tığımız kazılarda hiç bir esere rastlayama-dtk. Kazıya devam edelim mi, etmeyelim mi? Sizden fikir almağa geldik. Yerindeki tetkiklerde höyüğün son derece değerli ol-duğunu, buna karşılık mezar odasına kadar inerek, bulunan kemikler, çanak, çömlek parçalarının kırılarak atıldığını üzüntü ile gördük. Meğer kazıda altın arıyorîarmış. Hükümet ilgilileri ile jandarma da parçala-nanlara seyirciydi. Onlar da gözlerini dört açmışlar aman bulunan altınlar kaçırılmasın diye tetikteler. İşte bizde ve ilgililerde o de-virdeki anlayışımız, şimdi değişip değişme-diğini bilmiyorum. Halbuki bulunan çanak çömleklerin kendileri ağırlığınca altın edi-yordu ise de, hepsini kırmışlar, atmışlardı.

Doğu Anadolu yakın tarihlere kadar yasak bölge idi. Bazı yabancı arkeoloji ens-titüleri hükümete birçok kere müracaat ede-rek bölgede araştırma ve kazılar yapmak is-temişlerse de, her seferinde red cevabı alın-ca hemen artık el altından kanunsuz işlere girişmeğe başlamışlardı. Bunlardan birisi (adı lâzım değil) ise Doğu Anadolu'da çıkan eserleri el altından kendi müzelerine aktar-mağa bakıyordu. Onlara göre müzelerinin Doğu Anadolu seksiyonu cidden fakirdi. Halbuki doğrusu istenirse bizim müzeleri-mizden de daha zengin Doğu Anadolu sek-siyonları bulunuyordu. Halbuki Doğu Ana-dolu'da bile müze diye bir mefhum maalesef henüz bulunmuyordu.

Asırlar boyunca kültür merkezi Erzu-rum'da da bazı dikkati çeken olaylar olmak-ta. Türk sanatının incisi Yakutiye Medresesi, en eski camilerden Saltukluların Ulu Camisi, Sinan eserlerinden Lala Paşa ve Rüstempa-şa'nın eserleri onarılmış veya onarılmakta-dır. Bunların bazılarının restorasyonları hakkında da ayrı bilgi vermek konumuz ha-ricinde bulunduğu için birkaç olaydan bah-sedeceğiz. Yıllarca onarımı için uğraşılan ve restore edilen Ulu Cami, birkaç yıl önce üçte ikisi aniden çökmüştü. Olay şehirde ar-tık alay konusu olmuş. Birçokları kendile-rini bildikleri bileli cami restore ediliyor, bu ne iş diyormuş. Şehrin gazetesi Hür Söz acı acı yazılar yazıyor ve caminin çökme tehlikesi içinde bulunduğunu bildiriyordu.

(5)

Maalesef cami sonunda çöktü. Şimdi onarıl-mağa başlayan ünlü Yakutiye Medresesinin restorasyonunun iyi olduğunu iddia- ede-meyeceğiz.

Lalapaşa camisinin sütunlu, ve tavanlı ahşap şadırvanının sütunlarını çalamayanlar tavanını olduğu gibi götürmüşlerdir.

Kars ve A n f n m talihi daha iyi sayıla-maz. Cumhuriyet devrine hemen bütün tarihî camilerinden yoksun olarak giren Kars'da değil cami, eski eser restorasyonu yapılması, tam aksine camilerinden de birçoğu satılıp yıktırılmıştır. Anı harabeleri ise geçen yıl istifadeye açıldığında yerli, yabancı birçok meraklıların yanında, o derece hırsız mizaçlı insanların da uğrağı olmuştu. Bunlardan bi-risine burada araştırma müsaadesi verilmiş ise de, yanma mihmandar konmamıştı. Bu yabancı araştırıcının bulduğu çini parçacık-larından bazılarını da Kars Müze memuru-nun tesadüfen görerek aldığı öğrenilmiştir.

Diğer olaylardan örnekler:

Birkaç yıl evveline kadar İstanbul'da

özel bir kolleksiyonda eserlerden «elinde saz çalan Selçuklu kabartması» iki yıl evvel Berlin Devlet Müzesine kaçırılmıştır. Halen teş,hire başlanıldığı üzüntü ile öğrenilmiştir.

Ankara Hacıbayram Camisi vakıflarca onarılmıştı. Bu esnada XVIII. asra ait oriji-nal Kütahya işi çinileri alt kata kaldırılmış ve bunun yanında renkli tahta işleri de de-poya atılmıştı. Geçen yıl antikacılara ve c/adan da yabancılara kadar satılan bu par-çaların yerine şimdi cami içinde eski örnek-leriyle alâkası olmayan çirkin çiniler bulu-nur. Mezkûr restorasyondan sonra arkaya beton son cemaat mahalli yeri yapılarak bu kısım çirkinleştirilmişti.

Sivas'taki ünlü D-arüşşifa'nm bilhassa türbesi içindeki çiniler her yıl biraz daha ek-silmektedir.

Beyşehir Eşrefoğlu Camisi çinileri de aynı âkıbete uğramağa başlamıştır.

Keza Bursa Bitpazarı Hamamı çinileri de yakın zamanlarda ne olduğu merak ko-nusudur.

Eski Malatya'da Mustafalar Mezarlığın-daki mezar taşlarının binlercesi demiryolu yapıldığı zaman keçelere sarılıp Avrupaya kaçırılmıştı.

Gelişigüzel örneklerle Türkiye'mizin ka-çırılan eserleri hakkında bilgiler vermeğe ça-lışmış bulunuyoruz. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Maksadımız Türkiye'nin nasıl sömürüldüğünü belirtmektir. Kaçırılan eser-ler bir ucu Türkiye'de içimizde olan şebeke-ler tarafından yapıldığı ve bu şebeke men-suplarının milyonlar kazandığı söylenmekte-dir. Artık memleketimizin sanat hazinelerini ve ata yadigârlarını korumak, ehil ellere ver-mek zamanı gelmiştir. Atatürk inkılâbı sonu-cunda kapatılan tekke, dergâh ve türbelere ait XV - XIX. asırları kaplayan eşi bulun-maz eserlerin aranması, defterlerinin kon-trolü, ecdat yadigârı eserlerin listesi, plan-ları, rölövelerinin yapılıp kurtarılması ge-rekmektedir. Eser hırsızlığının ise bu husus-ta çıkarılacak kanun ile mani olunacağına sanıyoruz.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bal i Işın, Affan Galip Kırımlı, Atıf Ceylân Bedi Sargın, Reha Ortaçlı, Muzaffer Seven, Ve- dat Erer, Ekrem Yene!, Cevdet Beşe, Fethi Tulgar, Feyyaz Baysal, Münir Arısan,

• Şubat ayı boyunca gerek üniversitede gerekse İstanbul ve diğer kentlerde düzenlenen gösterilerde çok sayıda kişi fiziksel şiddet kullanılarak gözaltına

Batı Trakya, geçmişten günümüze birçok devletin hâkimiyeti altında bulunan, 1923 Lozan Barış Antlaşması’ndan bu yana da resmi adı “Helen Cumhuriyeti”

Ayrıca ilk felsefeci Türk kadın olarak da kabul edilen Fatma Aliye Hanım, edebiyatımızda kadın haklarından ve kadın-erkek eşitliğinden ilk kez bahseden yazarımız

Öğrencilerimiz yaşadıkları aile ve akraba çevresinden yapacakları araştırma sonucunda öğrenecekleri Şarkışla ilçesine özgü yemeklerle ilgili çalışmaları okul

Nefret söylem son üç yıllık dönemde kamu yetk l ler tarafından doğrudan üret ld ğ nden, toplum ve kamu görevl ler tarafından LGBTİ+’lara yönel k şlenen nefret suçları

8 Temmuz 2008 günü ö leden önce Eski ehir’deki sizlik Sigortas kapsam nda 16 de ik meslekte kursun aç n yap ld projeler kapsam nda pilot okul seçilen Atatürk Endüstri

MATRA programlar kapsam ndaki “ KUR’un Kurumsal Yap n Güçlendirilmesi, Özürlüler için Geli mi Bir stihdam Stratejisi ve Mesleki Rehabilitasyon Projesi” nin faaliyet