NlSAIN
MiUtyet
HAMDI BEY
ve
Ur
A srın umdesi “Milliyet
5 NİSAN 1931
İDAREHANE — Ankara caAAm4
N o: 100 Telgraf adreai: Milliyet, İs tanbul,
Telefon numaralan:
2 4 3 1 1 — 2 4 3 1 2 — 2 4 3 1 3
• a
ABONE Ü C R E T LER İ
G Türkiye için Hariç içirt 5 ayiığt 400 kuru§ 800 kuruş 6 ı, 750 M 1400 *
12 m 1400 „ 2700 „
Gelen evrak geri verilmet
Müddeti geçen nüshalar 10 kuruş tur. Gazete va matbaaya ait işler Sçin müdiriyete müracaat edilir.
Gazetemiz ilânların meşguliyetini
kabul etmez.
MÜZEM Z
Bugünkü hava
Dün en fazla hararet 8 enaz 1 di. Bugün rüzgâr mutavassıt ve
keşişleme hava bulutlu
tu tu ldu !
Bahis tutulur, zabıt tutulur, ev tutulur, çeşni tutulur, hamur tu tulur, insanın eli, dili, beli tutu lar, lâf tutulur, bazan hırsız, ender olarak yankesici tutulur uşak tutulur.... da ay tutulmaz mı? Zaten ay da yankesiciler gi
bi pek az tutuluyor. Evvelki ak şam ay tutulduğu zaman bizim gazetenin ileri gelen bir rüknü nün başından tuhaf bir vak’a geçmiş.. Bakınız nasıl?
Bu söylediğim zatin evinden üç dört gün evvel bir halı sec cade çalınmış, tahkikata gelen polis demiş k i:
— Efendim! V aziyete naza ran sizin halıyı çalan hırsız bi zim mıntaka hırsızlarından de ğil... Hariçten... Maamafih ta harri edeceğiz Siz müsterih o- lun! Her halde tutulur..
O gün bu gündür, bu zat, hep hırsızın tutulup tutulamıya cağmı tetkik ve tefahhus ile meşgul... Evvelki akşam evin de bir ahbabile pençere önünde otururken, ahbabı ayın tutuldu ğunu görmüş ve hemen bağır m ış:
— Tutuldu, ay tutuldu! Ev sahibi de derhal heyecan la sormuş:
— Aman bizim halı elinde mi ? Tabiî bilâhare anlaşılmış ki birisi aydan bahsediyor, öteki de “ ay” kelimesini edatı istiğ- rap telâkki edip halıyı çalan hır sızın tutulduğunu zannediyor....
Bu tuhaflığın ilk te’siri geç tikten sonra mesruk halı sahibi ilâve etmiş:
— Ne yalan söyleyeyim! A y tutulacağına bizim hırsızın tu tulmasını tercih ederdim.
İstanbulda arada bir ay tu tulması faydadan hali değildir. Bu suretle İstanbul Polisi İstan bul’un tırnağına kadar silâhlı olduğunu öğrenmiş olur. Ay tu tulunca silâh atmak adeti tam bir bedâvet âdetidir. Medenî ol duğunu iddia eden bir şehir hal kından bir kısmınm böyle hare ket etmesi hiç te medenî bir
iy-îstanibul Asârı Atiıka Müze leri Müdürü Halil Beyin vazi fesinden mütekaiden infikâki, müzemizi tekrar günün mese lesi haline getirdi. Bu susta intişar eden yazılama bu müessesenin tevsi ve tensiki hususunda merhum H A M D Î
B E Y in tutmuş olduğu mevki
unutuluyor gibi görünmekte dir.
Filhakika Çinili — Köşk’ü muvaffakiyetle tamamlayan
MÜZE ile H A M D I B E Y nam
larmı, bu iki ismi, birebirinden ayırmak kabil midir? O sebep ten naşi, maruf tâbiri veçhile, “ Kayserin hakkım Kaysere ver m ek„ isterim.
Mümtaz devlet ricalinden Sadrazam Eteni Paşanın oğlu olan H A M D I B E Y 1842 sene
sinde dünyaya geldi.
Çocukluğundan beri resime istidat göstermiş idi; 16 yaşın da tecrübe olarak kurşun kalem
le yaptığı bazı resimler hâlâ mevcuttur. İki sene sonra, yani 1860’da, Paris’e hakuk tahsili için gönderildi. Fakat orada kendisinin tabiî m eyil ve isti dadı üst gelerek san’ati hukuka tercih etti, ve benam ressamlar, dan Giistave Boulaneer'rûn a
telyesine girdi. Burada, kezaliî: mahir ressamlardan olan, Ge-
rome kendisinin mesai refiki
idi. Hamdi Bey bu san’atkâra karşı daima çök hürmet ve me- veddet besler ve o zamanki ha yatından büyük bir haz ile bah sederdi. Paris’te on iki sene kal di ve bu müddet zarfında atöl yelere, müzelere ve kibar ma- hafiline devam etti. Bir Parisli gibi fransızca söyler ve mükâ- İematına ekseriya nükteli ve* zarif sözler katardı. Fransız â- limlerinden M ösyö Th. Reinach bir eserinde şunu yazıyor: “ Av rupa medeniyeti Hamdi Beyde adî ve sathî bir cilâ ve ekseri ya tesadüf olunduğu üzere çar çabuk kapılan ve o kadar çabuk terkedilen bir görünüş değil i- di. O, bu medeniyeti tamamile temessül etmiş, ve maamafih vatanperver bir Türk olmaktan da fariğ olmamış idi.,,
Memleketine avdetinde iken dişine hükümet tarafından bir çok memuriyetler tevdi edildi ise de daima resim yapmaktan, levhalar nakşetmekten geri dur tiyat ifade etmez.. Dün Istan- bula gelen 280 Alman polisi bu silâhlan işitselerdi kendilerini cephede sanırlardı.
Gerçek! Dikkat ettim! Her keşte - benden başka - bir silâh merakıdır gidiyor. Doktorlar dan, kalem erbabına kadar.
Benim bildiğim, silâh, teşbih gibi elde oynamak, yahut sale vat çekmek için değil adam vur mak için taşınır... Eğer heo bu fikirle silâh taşıyorsak adam vurmağa nekadar teşneyiz. Be reket versin ki bu silâhlı zeva tın ekserisi tetik çekmiş, hattâ tokat atmış adamlar değildir.
FELEK
mayarak Paris’in veya başka memleketlerin salonlarına ekse riya tablolar göndermiş, ve bu suretle altrn ve gümüş bir çok hu- medalyalar ailmıştrr. Bu tablo
lar cami manzaraları, hâne iç leri, türbe, v. s, gibi şarka ait sahneleri göstermektedir. Bu eserlerinde çiniler, bakır mamu lât, sadef kakılı ahşap eşya ga yet sarih olarak tasvir edilmiş tir, ve bunlarda nadir bir meha ret, gayet doğru bir görüş, şe kil ve ziyanın şahsî bir duygu su göze çarpmaktadır. (1 )
Fakat bütün bu meşguliyet ler onun gayretini tüketmeğe kâfi gelm iyor idi. Zira âlim ve diplomat gibi nadir sıfatlara za mimeten büyük bir faaliyete malik Olmakla da temeyyüz et miş bir zat idi. Abdülâziz za manında teşrifat müdürü ol muş, az zaman sonra Beyoğlu belediye riyasetine tayin kılın mış, ve muahheren 1876’da Tür kiyeye bahşedilen o pek kısa öm üdü Meb’usan Meclisinde de bulunmuş idi. 1877’de Viya na sergisinde Tünkiyenin umu mî komiserlik vazaifîni deruh- de etmiş ve bu münasebetle Ttirik mimarisine ait olan ve bir çok levhaları havi bulunan ilk büyük kitap telif ve nesi' dilmiştir. v " s J
Lâkin 1881 senesinden itiba- rendir ki asd kendi meslek ve sahası hududuna girdi, çünkü bu tarihte kendisine Müze Mü dürlüğü tevcih olumlu. İşte bu meslekte san’atkârlığını dira- yetkârjığı ile mezç ve telife muvaffak Olmuştur.
Bu zamanda ise yukarıda dediğimiz gibi Topkapı sasrayı müştemilâtından yalnız Çinili Köşk dahilinde bazı -ı antikalar bulunuyordu. Pek eskiden Aya
İrini ismindeki Bizans k ilis e
sinde (bugünkü Askerî müze sinde) hıfzedilen bu antikala rı ise, fazl ve kemalile müm taz ve meskûkât ilminde seref- raz olan merhum SUPHİ P A
ŞA, Maarif nezaretine tayinin
de ciddî bir müzenin teşkil ve tesisi lüzumunu takdir ederek 1875 senesinde Çinili Köşke naklettirmiştir.
Fakat o zaman müze müdü riyetinde bulunmuş olan Mös yö D ethier bu âsarı atikayi hiç bir ilmi tasnife riayet etmeye rek öylece oraya yığmıştı. İşte bu noksan ve şekilsiz rüşeym- dendir ki Hamdi Bey, tasnif ve tensiki bugün nümune itti haz olunmağa lâyık dünyanın en büyük müzelerinden birini yaşatmağa muvaffak olmuş tur. Bu mütavazı âlimin en bü yük ilmi m eziyeti ve hayatının en ziyade iftihara lâyık
budur.
Eski eserlerin istihfaf ve hattâ istihkar edildiği bir de virde bir çok san’at eserlerini halkta o zamanki cehaletin ve
ihtikârcılardaki hırs ve tama- ın tehdidi altmda muhakkak surette sakatlanmaktan ve tah rip edilmekten kurtarmağa mu vaffak oldu, yavaş yavaş vatan
daşlarma mazinin bu şahitleri nin kıymetini takdir ettirebil- di.
Deruhte ettiği bu vazife ha kikaten ağır ve külfetli idi, zi ra her türlü teşebbüsâtına o za manda mevcut olan ve bugün anlaşılması mümkün olmayan zulm ve istibdat hail olmakta idi. Müze hakkında nezarete, sadarete, bizzat padişaha lâyi ha üstüne lâyiha verdi. Aşari âtika ilminin kesbettiği ehem miyeti, ve kendisine tevdi edi len ve bir müzenin yalnız ismi ni taşıyan vedianın da kifayet sizliğini, ve bunun acınacak de recede bulunan hâl ve vaziyeti ni lâzımgelenlere anlatmak hu susunda bütün gayretini sarfet ti. Gösterdiği sabır ve metanet sayesinde bazı kimselere ken dindeki şevk ve iştiyakı telkine
ekseriya muvaffak oldu. Pederi nin dahiliye nezaretine gelme sinden istifade ederek vilâyet lerle geniş ve devamlı bir mu habereye girişti, talimatı ile ve mahallinde bizzat kendisi nin hazır bulunması ile onla rın gayret ve dikkatini uyandır di, ve takip ettiği esere onlan da alâkadar etmek nihayet ken dişine müyesser oldu,
(Devamı var) V A H İ T 1 1 t 3 eseri
(1 ) Hamdi Beyin nakş tarzından gelecek makalelerin birinde daha u- zunca bahsedeceğiz.