Muallim
Muallim Naci’ nin asıl adı Ömer’dir. 265 “yani 1848 veya 1849,, yılında Istan- ml’ da doğmuştur. “I„ babası Saraç es- iifından Ali Beydir. Naci Sünbüle adlı serinin “Ömer’ in Çocukluğu,, kısmın la babasını şöyle anlatıyor,,. “ Orta »oylu, geniş omuzlu, kaviyülbünye, bü yücek başlı, değirmi çehreli, kalınca cara kaşlı, elâ gözlü, irice kara bıyıklı >eyaz tenli, mehibüssimâ.. “Demek Naci ıpkı babasına benziyordu. Yalnız “me- ıibüssimâ,, değildi. Hattâ Ahmet Ra- ;im’ e göre, ağabeyisi Salim efendi ile am bir tezat teşkil edermiş: Naci, ne tadar gülümser çehreli ise, Salim Efendi > kadar asık suratlı imiş.A li Bey’ in dükkânı Saraçhane başın la, evi de o civarda idi. Benim yaşım la olanlar, Fatih’e doğru, şimdi parkın >ulunduğu sahada, iki keçeli küçük araç dükkânlarını eski İstanbul esnafı tıyafetinde, dükkânlarında bağdaş ku- arak oturan, veya çalışan saraçları latırlarlar.
Naci, evlerini şöyle anlatır: “ A lt ve ist katlarda dört oda ile iki sofa ve ırka cihette yedi sekiz ayak merdi- enle çıkılır genişçe bir bahçe... “ Naci, nektep çağma girince Fatih’te Feyziye nektebine verildi. Orada Kur’an okudu, ülüs yazısı öğrenmeğe başladı. Kendisi ‘ mektebimizde bizim gibi çocuklara :atiyyen Türkçe dersi verilmezdi.
Kur’-[1] Muallim Naci’ den bahsedenler, meselâ alâhi Bey, İsmail Hakkı Bey, Mahmut Lemal onun 1266 da doğduğunu gösteri- orlar. Mezar taşında ise 1265 yazılıdır.
[2] Yani Salim Efendi.
Naci Hayatı - Ahlâkı
an-ı Kerimi hatmetmiş olduğum haldeTürkçe bir kelime bile okumamıştım. Birader [2] bana ilmihal, Birgivî risalesi okuturdu. Bir parça Türkçe okumağa o sayede alışmıştım. “ Naci sekiz yaşın da iken, yani 1273 “ 1856 veya 1857,, de babası öldü. Ali bey karısına “ ben ölürsem Varnada kardeşinin yanına gi diniz,, diye vasiyet etmişti. Hakikaten beş ay sonra Naci’nin dayısı kalaycı Ahmet ağa lstanbula geldi, kızkarde- şile iki çocuğu aldı, Varna’ ya götürdü. Bu, pek fakir bir adamdı; zavallı aile nin geçimi, İstanbul’daki küçük dük kânla dört odalı evin satılmasından ele geçen paraya kalmıştı. Ahmet ağa iyi kalpli bir adamdı. Elinden geldiği ka dar bu zavallılara bakıyordu. Zaten küçük bir kasaba olan Varna’da mektep yoktu. Naci doğru dürüst bir tahsil göremedi. Oradaki çocukluk ve gençlik hayatını, sonradan kaynatası olan Ah met Midhat efendiye yazdığı mektupla rında anlatmaktadır. Bir mektubunda diyor ki: “ Ancak on onblr yaşımda idim ki elime geçmiş olan köhne, fakat müzehhep bir mecmua-i eş’arı hemen seraser ezber etmiştim. Bunda, bir çok şairlerin isimlerini görüp okudukça her birine ayrıca bir muhabbet peyda eder idim. Dünyada, mütalea-i eş’ardan aldığım lezzete bedel olabilecek hiçbir zevk bulunamıyacağma hükmetmiş idim. Hıfzımda olan eş’arı tenha kaldıkça nasıl müteessirane bir halde okuduğumu, bazan dahi teessüratımı yenemeyip ağladığımı görseydiniz, aca ba gülermiydiniz, yoksa ağlar mıydınız tâyin edemem!.. Ekseriyet üzere
mah-Prf: Ali Canip Y Ö N T E M zunane söylenmiş eş’arı intihap eder îdim. Sinnim ilerledikçe sevda-yi tabi atım de ilerledi. Ekser-i evkatım divan mütaleasiyle geçer idi... Varna’da pek münzeviyane yaşar idim. Benim için cemiyet aramak yoktu. Vahdeti sever dim. Beş on kitabım vardı. Anlarla ko nuşurdum. Bu hâlimi cinnetimden ziya de azemetime hamlederlerdi. Şöhret-i kibrim henüz Varna’ da bâkidir sanırım. İhtimal ki hakikat-i hâli bilmiyen Var- nalılar’a bendenizden bahsedecek olsa nız (adam bırak şunu, bu kadar sene dir memleketimizde bulundu, kimseye selâm verdiğini görmedik!) gibi bir söz işitebilirsiniz...,, Bir başka mektubun da da şunları akuyoruz: “ Her ne öğ- rendimse mücerret kendimi teşvik ile çalışarak öğrendim... Akranımdan öyle lerini bilirim ki vesail-i tahsiliyeleri her veçhile âmade olduğu halde, çalış maktan bilkülliye müteneffir idiler... Dünyada en acıdığım şey, arzu ettiğim gibi mahalline sarfetmeğe muvaffak olamadığım isti’dad-ı Hudâdşdımdır...,, Naci’nin gençliğinde başkalarından öğrendiği şeyler, şahsî mesaisine na zaran çok değildir: Müderris Abdülha- lim efendi hüsn-i hattan icazet vermiş, Kavalalı Hoca Hüseyin efendile Varnalı Halil efendi biraz arapça göstermişler, Şair Mahmut efendi adında biri de Gü- lüstan okutmuş, Varna’da hükümet ter- cemanı komyano da biraz Fransızca öğretmiştir. Naci, o aralık tesis edilen rüşdiyeye ikinci öğretmen seçildi. Bu günlerini şöyle anlatıyor: “ Bu hâl ile nerede yaşadığımı unutmadınız ya: Var na’ da.. o Varnada kİ hiç kimsenin ihtar ve teşvikile değil, ancak bir meyl-i ta biînin sevkile Tuna gazetesine ufak tefek varakalar yazıp göndermeğe baş ladığım zaman bunları gazetede oku yanların bir çoğu bir mektep mualli mine böyle şeylerle uğraşmak yakışmı- yacağını beyan ile hevesimi, kalemimi kırmağa çalışmış, hele Fransızca oku mağa başladığım vakit erbab-ı taassu bun kıylü kail büsbütün çoğalmış idi. Demek oluyor ki fikrimi hakkile terbiye edebilecek adam göremediğim için ihti- yar-ı inziva ediyormuşum değil mi... Müstait bir genç tasavvur ediniz ki her şeyi öğrenmek istiyor da hiç bir şeyi istediği gibi öğrenemiyor. Çünkü vasıta bulamıyor.. Yine ıne’yus olmuyor! çalışıyor. Bir hafta da öğrenilebilecek kolay bir şeyi sekiz ayda öğreniyor... İşine yarayacak kitapları edinmek şöyle dursun, bunların isimlerini bile^kimse- den haber alamıyor... “ Naci’ nin şu ru baisi, Varna’ da geçen bu acıklı, fakat her şeye rağmen azimli hayatının ifa desidir:
Gaddarî-i çarh-ı kineverden feryat Etmez beni hiç kayd-ı gamından âzat Etsin de bana zemane cüz’î imdat Bak var mı imiş yok mu imiş isti’dat.
Muallim Naci
hayatı-ahlâkı
[B a ş tarafı 8 inci sa h ifed e]
gibi manzumeler kaleme alıyordu. N. burada kıyafetini değiştirdi: yeşil sar çıkardı.
Sait paşa ile İstanbul’a döndü. Pı Anadolu’da tef tişe memur edilmişti. Ş onunla beraber Haleb, Diyarbakır, E zığ, Sivas, Erzurum, Trabzon vilâyet rini dolaştı. Bu seyahat dokuz ay si dü. Ateşpare’de görülen güzel şürd bir kısmı bu gezmenin intihalarıdır. S it paşa nihayet “ Cezair-i Bahr-i Şefi valisi oldu. Naciyi de o zaman vilâj tin merkezi olan Sakız adasına göti dü.Naci Sakız’ da “ mümeyyiz,, unvan Mektubî Kalemine memur oldu. Vilâj mektupçusu cahilce, kendini beğenn bir adammış; Naci onun hakkında kıtayı yazmıştır:
Yazdığım şeyler bütün parlak düşer deri Bey Bence parlaklık anın rikiyle kırtasmdaı Parlatırdım şimdi tahrirat-ı bîmanasını, Olmasa mulhik o yanlışlar ki imlâsında«
O aralık Sakiz’ ın meşhur zelzel vukua geldi. Naci, Silim Efendiye y dığı bir mektupta şunları söylüy Sakız’da gene zelzele olduğunu ga telerde görmüşsünüzdür. Validet Hanım elbette endişeye düşmüşt Kendisine teselli ver... Bayramın iki gecesi şiddetli bir sallanış hissedi' Zir - i zeminden bir takım şadalar tildi. Ben yerin altını o kadar düş mem amma üstünü fena görüyoruı Kasaba içinde evvelce zedelenmiş o bazı ebniye yıkıldı... Oturduğun daire bayağı ahşap baraka olduğun« ne kadar saltansa yıkılmaz. Biz bö bin patırdı görmüş erenlerden bul duğumuz cihetle hiç aldırmayız, ifadattan maksadım şimdilik sizin raya gelmeniz uyamıyacak demekti Meşhur Omiros’ un feyz-i ruhanisi â rından mıdır nedir, burada tabia muttasıl şiir söylemek istiyor. Fa mevkiin muktazası olarak âvazeleı sürur-engiz değil, hüzn-âmiz düşüj (Viranede baykuş öter gibi söyle durma!) deme. Bir nühuset-âbâda a dımsa da devlet-i cavit denmeğe s« olan mes’ udiyet-i flkrlyemden tec edilmedim. Bu kere yazdığım “Fery unvanlı manzumeyi gönderiyorum, f nu Terceman-ı Hakikat’e verip v memek reyine vabestedir. Neşri cil tini niçin tercih etmediğimi sorars şu cevabı veririm :
Bir pareye sad hezar feryat... Meşhur bir gazelinin şu beyti de i kız zelzelesine telmihtir :
Tıfl-ı nevsevda-yı dil gittikçe bîhâb olmı Gerçi derkayt olduğum yer kalmıyor k vared Naci, Sakız’dan dönüşünde, Miti Efendile yakından tanıştı ve Ter man-ı Hakikat’e tamamen intisap e< rek faaliyete geçti ki bunları ve şai karakterini daha sarih gösterecek 1 dişe ve eserlerini müteakip makalele izaha çalışacağız.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi