• Sonuç bulunamadı

Doğu Anadolu Türk Devletleri'nde eğitim ve eğitim müesseseleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Doğu Anadolu Türk Devletleri'nde eğitim ve eğitim müesseseleri"

Copied!
103
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İLKÖĞRETİM ANABİLİM DALI

SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

DOĞU ANADOLU TÜRK DEVLETLERİ’NDE EĞİTİM

VE

EĞİTİM MÜESSESELERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Yrd. Doç. Dr. Yaşar BEDİRHAN

Hazırlayan Havva GÖNÜLER

(2)

İÇİNDEKİLER KISALTMALAR ...VIII ÖNSÖZ ...IX GİRİŞ ...1 BİRİNCİ BÖLÜM I.SALTUKLULAR (1071-1202) ...5

A.Saltuklu Beyliğinin Kuruluşu ...5

B.Saltuklular’da Kültürel Yapılanma ...8

1. Saltuklular’da Eğitim ve Eğitim Kurumları...8

2.Eğitim Kurumları ve Sanat Eserleri...10

İKİNCİ BÖLÜM I.MENGÜCEKLİ BEYLİĞİ (1202-1228)...12

A.Mengücekli Beyliği’nin Kuruluşu ...12

B. Mengücekliler’de Kültürel Yapılanma ...14

1. Mengücekliler’de Eğitim ve Eğitim Müesseseleri...14

2.Mengücek İlinde Eğitimin Gelişme Nedenleri ...17

3.Mengücekliler’in Fikri Yapısında Malatya Şehrinin Etkisi...18

4.Mengücekliler’de Tıp İlmi...19

5.Müderrislerin Maaşları ve İlim Adamlarına Verilen Önem ...20

6.Mengücekli İllerinde Bulunan İlim ve Fikir Adamları, Mutasavvıflar. ...20

(3)

b. Muvâffakeddin Ebi Muhammed Abdullâtif b. Yusuf el-Bağdâdi ...21

c. Sirâceddin Ahmet...22

d. Nizâmeddin Ahmet Erzincâni...22

e. Mehmet bin Mustafa bin Hoca Hasan Fahrüddin Salguri...23

f. Erzincanlı Şerâfeddin ...23

g. Kâtibü’ş-şurût Erzincanlı Yusuf b. Nuh ...23

h. Erzincanlı Alâeddin Tabîb ...24

i. Baha Veled...24

j. Hakanî...25

k. Mecdeddin Ali b. Muhammed el-Hasan el-Erzincanî ...25

7.Mengücekliler’de Eğitim Müesseseleri ...27

a. Divriği Ulu Camiî Medresesi...27

b. Melik Fahreddin Medresesi ...28

c. Melik Muzaffereddin Medresesi...28

d. Erzincan Medresesi...28

e. Divriği Ulu Camiî ...29

f. Divriği Turan Melik Darüşşifası ...29

g. Erzincan Darüşşifası ...30

h. Şahinşah Türbesi...30

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM I.DANİŞMENDLİ BEYLİĞİ (1085-1175) ...31

(4)

B. Danişmendli Beyliği’nde Kültürel Yapılanma...33

1.Danişmendli Beyliği’nde Eğitim ve Eğitim Müesseseleri...33

a.Kayseri Melik Gazi Medresesi...34

b.Niksar Yağıbasan Medresesi ...35

c.Kazancı Medresesi ...36

d.Hadim Ali Ağa Medresesi………36

e.Hatuniye Medresesi ………36

f.Hacı Çıkrık Medresesi……….36

g.Tokat Yağıbasan (Çukur) Medresesi ...36

h. Niksar Melik Ahmed Danişmend Gazi Türbesi ...37

ı. Kayseri / Pınarbaşı Melik Gazi Türbesi...37

i. Niksar Sungur Bey Türbesi ...38

j.Niksar Zaviyesi...38

k. Tokat Ulu Cami ...38

l. Tokat Garipler Camii...39

m. Amasya Şamlar (Küçük Ağa) Cami ...39

n. Niksar Camii. ...40

2.Dânişmend-nâme ve Tarih...40

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM I.ARTUKLU DEVLETİ ...42

A.Artuklu Beyliği’nin Kuruluşu ...42

(5)

1.Artuklular’da Eğitim ve Eğitim Müesseseleri ...43

2.Artuklular’da İlmin Gelişme Nedenleri ...46

3.Artuklular Döneminde Hastaneler ve Tıp Öğretimi ...47

a.Eklemeddin Mâristanı ...48

b.Fahrüddin el-Mârdini’nin ...48

c.İbnü’s-Salah ...49

d.Şehabeddin Sühreverdi ...49

e.Artuklular Döneminde Bir Türk Mühendis; Cezeri...50

4.Artuklular Döneminde XII.ve XIII.yy.’da Yapılan En Önemli Eğitim Kurumları..50

a.Emineddin Külliyesi ...50

b.Necmeddin Külliyesi ...50

c.Hatımiye ( Sitt-i Radviyye ) Medresesi ...51

d.Şehidiye ( Semanin ) Medresesi ve Cami-i ...51

e.Marufiye ( Hacı Ma'ruf yada Beyt'ül-Artuki ) Medresesi...51

f.Altınboğa Medresesi...51

g.Zinciriye ( Sultan İsa ) Medresesi...51

h.Melik Mansur ( Şeyh Aban yada Lıbben ) Medresesi ...51

ı.Taceddin Mesut Medresesi ...52

BEŞİNCİ BÖLÜM I.AHLAT (SÖKMENLİ) DEVLETİ (1100-1207) ...53

A.Ahlat Devleti’nin Kuruluşu ...53

(6)

1.Ahlat’ta Eğitim ve Eğitim Müesseseleri...55

2.Tatvan ve Çevresinde Tarihi Medrese Geleneği ..………….………...56

a.Medreselerin Kurumsal Yapısı ve Finansmanı ..………..57

b.İdari ve Akademik Hiyerarşi ………58

c.Medreseye Kabul Şartları ………...58

d.Medreseyle İlişiğin Kesildiği Durumlar ……….58

e.Öğretim Yöntemi ………58

f.Medresede Bir Dersin Aşamaları ………59

g.Sınav ve Yer Gösterme ………...60

h.İcazetname ve İcazet Merasimi ………...60

ı.Müfredat ve Ders Kitapları ………..60

3. Ahlatlı İlim Adamları ve Mutasavvıflar ...61

a. Pir Hâl el-Ahlatî ...61

b. Molla Muhammed Sinanî el-Kırklarî el-Ahlatî ...61

c. Dede Maksud (Şeyh Maksud bin İdris el-Ahlatî) ...62

d. Muhammed bin Ali Seyyid Hüseyin Ahlatî ...62

e. Mevlana Muhyiddin Ahlatî...64

f. Muhammed bin Ali el-Hilâtî ...64

g. Necmeddin Eyyüb bin Aynuddevle el-Hasib el-Hilatî ...64

h. Ali bin Ahmed bin Hebel (Hübel) Mühezzibuddin Ebu'l-Hasan el-Bağdadî ...65

ı. Muhammed bin İbad bin Melik Davud el-Hilatî ...65

(7)

j. Muhyiddin Muhammed bin Muhammed el-Hilatî ...66

k. Şeyh Hüseyin Ahlatî ...66

l. İbrahim b. Abdullah el-Hilatî ...67

m. Şeyh Mustafa Ahlatî ...67

n. Şeyh Ali Ahlatî ...67

o. Muhammed b. el-Muhayyis el-Hılatî...68

4. Ahlatlı Mezar Taşı Ustaları ve Sanatkarlar...68

a. Hürrem-Şah bin Mugis el-Hilatî ...69

b. Ahmed Nakkaş Hilatî...70

c. el-Hac Mengümberti el-Hılatî...70

d. el-Hilatî en-Neccar...70

e. Ebu'n-Nema bin Mufaddulu'l-Ahval el-Hılatî ...70

f. Kasım bin Sinan Üstad Ali ...71

g. Baba-Can Bey ...71

h. Yakut (Kara Kuş) el-Hisabî ...71

5.Ahlat’tan Günümüze Kadar Gelmiş Eğitim Müesseseleri...72

ALTINCI BÖLÜM I.ERATNA DEVLETİ ...73

A.Eretna Devleti’nin Kuruluşu ...73

B.Eratnalılar’da Kültürel Yapılanma...78

1.Eratnalılar’da Eğitim ve Eğitim Müesseseleri ...78

(8)

b.Ahiliğin Eratna Devleti’nin Eğitimindeki Yeri……….78

c. Zaviyeler ...79

d.Öğretim Dili………79

2.İmâr Faâliyetleri ve Eğitim Müesseseleri ...80

SONUÇ...83

(9)

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale C. : Cilt

çev. : Çeviren yay. : Yayınevi

İ.A. : İslam Ansiklopedisi TTK : Türk Tarih Kurumu Trc. : Tercüme eden Ans. : Ansiklopedi mad. : Maddesi

TDAT : Türk Dünyası Araştırmaları Tarihi Nşr. : Neşreden

TKAE Yay. : Türk Kültürü Araştırma Yayınları vd. : Ve diğerleri

s. : Sayfa S. : Sayı

İSAR : İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı a. müellif : Aynı müellif

TEOM : Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası İÜ : İstanbul Üniversitesi

Ed. : Edebiyat Fak. : Fakültesi

(10)

ÖNSÖZ

Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’da kurulan Türk Devletleri’nden Selçuklu Devleti idarede merkeziyetçi değildi. Diğer Türk devletleri gibi Selçuklular’da eski örf ve ananelerine bağlı bir karaktere sahipti. Bu yüzden devletin kurulması sırasında emeği geçen hanedan mensupları ve emirler, fethettikleri yerlerin sahipleri olup iç idarede de serbesttiler. Hatta bunlar sadece kendi topraklarını idare etmekle kalmayıp fırsat buldukça sınırlarını genişletirlerdi. Bununla beraber dış idarede sultana bağlıydılar.

Türkiye Selçukluları, kuruluşundan beri, Doğu Anadolu’yu hâkimiyetleri altına almaya çalışıyordu. Doğudan gelen Selçukoğulları o tarafa doğru yayılmaya çalışırken Bizans idaresinde bulunan Orta ve Batı Anadolu’da tecride uğramaktan kurtulmak, medeniyetçe üstün İslam dünyası ile bağları kurmak istiyorlardı.

Gerçekten de Malazgirt’ten sonra Anadolu’ya yapılan seferler geçici olarak yapılan bir göç olayı değidir. Anadolu’nun Oğuz kitleleri tarafından kesin olarak Türkleştirilmesine yöneliktir. Sülaleleri ile gelen fatihler bu toprağa yerleşerek kalmak, ilelebet burada yaşamak azmindeydiler. Özellikle Doğu Anadolu Malazgirt savaşından sonra Müslüman Türklerin anavatanı, özyurdu ve yerleşim merkezi olarak Türklüğün ve Müslümanlığın kök saldığı, geliştiği ve yaşadığı bir bölge idi.

Sultan Alp Arslan Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu’nun doğusunu ve orta taraflarını hedef göstererek beyliklerini kurmalarını ferman buyurdu. Bu ferman neticesinde fetihler başladı ve Doğu Anadolu’da Mengücekliler, Saltuklular, Sökmenliler (Ahlatşahlar) ve Artuklular ile İç Anadolu’da Danişmentliler kuruldu. Bu beylikler önce Büyük Selçuklulara sonra da Anadolu Selçuklularına, Atabeklere, Eyyubilere ve İlhanlılara tabi olmuşlardır. Altı bölümden oluşan araştırmada bu beyliklere yer verilecektir.

Birinci Bölüm’de Saltuklu Beyliği ele alınmıştır. Saltukoğulları 1071 Malazgirt Savaşından sonra merkezi Erzurum olarak, Kars, Çoruh, Gümüşhane, Rize çevrelerinde kuruldu. Bu sınırlar Beyliğin en geniş sınırlarıdır. Anadolu Selçuklularına bağlı kalmışlar, II. Kılıç Arslan’a saygı göstermişlerdir. Beyliğin kurucusu Saltuk Bey’dir. Alparslan Saltuk Bey’i Anadolu’ya memur etmiştir. Saltuklu Beyliği Gürcülerle savaşmış ve Gürcü istilaları sonunda gücünü kaybetmiştir. Rükneddin Süleyman’ın

(11)

isteği üzerine beyliğe son verildi. Ayrıca araştırmanın bu bölümünde Saltuklu’daki örgün ve yaygın eğitim kurumlarına değinilecek ve önemli sanat eserleri hakkında bilgi verilecektir.

İkinci Bölüm’de Mengücek Ahmet Gazi’nin 1080 yılında Anadolu’ya gelerek Erzincan başta olmak üzere, Kemah, Divriği, Şebin Karahisar gibi yerleri alarak beyliğini kurduğu, daha sonra Beyliği kollara ayrıldığı belirtilecektir. Mengücekli Beyliği’nde örgün ve yaygın eğitime ağırlık verilecek medreselerden bahsedilecektir. Sanat eserleri hakkında bilgi verilecektir.

Üçüncü Bölüm’de Danişmendli Türk Beyliği Anadolu Selçuklularına bağlı olarak yaklaşık 1085’ten 1175’e kadar yaklaşık 90 yıl yaşamış yani Türkiye Devleti’nin bir parçasını teşkil etmiştir. Bu Beyliğin esas sahası Tokat, Amasya, Sivas ve çevresi olmuştur, daha sonra Ankara, Kastamonu, Çorum, Yozgat çevrelerine de hâkim olmuştur. Kurucusunun Danişmend Ahmet Gazi olduğu zannedilmektedir. Danişmendli eğitim tarihine baktığımızda Anadolu’da 1071’den sonra ilk medrese olan Yağıbasan medresesini kurdukları görülecektir, Tokat ve Niksar’da eğitim öğretim faaliyetlerine yer verdikleri görülecektir.

Dördüncü Bölüm’de Selçuklu devrinde Anadolu’da kurulan beyliklerden biri de Artuklu Beyliği’dir. Doğu Anadolu’da, Suriye’de Haçlılara karşı yaptıkları cihâd ve memleketlerinde vücuda getirdikleri eserler ile tanınan Artuklular diğer devlet ve beyliklerden sonra ancak XII. yüzyıl’da Artuk Bey tarafından kurulabilmiştir. Üç kol halinde yaşamıştır.

Artuklu Beyliğinin eğitim ve öğretim faaliyetlerine değinirken dikkati çeken Eklemedin Maristanı’dır.Külliye geleneğinin ilkini teşkil eden bu yapı kompleksi döneminde Mardin’e tedavi olmaya gelenlerin tedavi edilmesini, barınmasını sağlamıştır.Burada tıp eğitiminin gelişmesini sağlamıştır.

Beşinci Bölüm’de ise Selçuklular’ın Anadolu’yu fethinden sonra, Anadolu’nun birçok yerinde Türk beylikleri kurduğu; fakat Ahlât bölgesinde ancak 1100’de Türk Devleti kurulabildiği görülecektir. Ahlât Devleti’nin kurucusu Türkmen Beyi değil bir köle olan Sökmen’dir. Bu yüzden devlete Sökmeniyye de denir. Bu devlete Ahlatşahlar veya Ermanşahlar da dendiği olmuştur. Ahlât Devleti Van, Erciş civarlarında

(12)

kurulmuştur. Eyyubilerle mücadele etmiş, bu mücadele Gürcülerin Erciş’e saldırmasına yol açmıştır.

Ahlât ve civarlarında eğitim öğretim faaliyetleri diğer Beyliklerle benzer özellik gösterir, ama yaygın eğitim kurumu olan Ahiliğin Eyyubilerle mücadeleler sırasında, Eyyubilerle birlik olup karşı çıkışları dikkat çeker. Ahlât’a Moğolların saldırmasıyla şehrin tahrip edildiği ve günümüze bu tahribat nedeniyle pek az kaynağın kaldığı görülecektir.

Altıncı Bölüm; Ondördüncü yüzyıl Türkiye Tarihi’nde yarım asırlık bir siyasi teşekküle adını vermiş olan Sultan Alâeddin Eratna ve kendi adına kurduğu Eratna Devleti ile Anadolu Türk Beylikleri Devrindeki seçkin yerini almıştır. Aslen Türkistanlı bir Uygur Türk'ü olup, doğum yeri ve yılı belli olmayan Sultan Alâeddin Eratna, İlhanlı ordusunda Anadolu'ya gelmiş ve eniştesi Çobanlı Emir Temürtaş'ın maiyetinde bulunmuş bir emirdir.

Anadolu'da önce İlhanlı Sultanına bağlı olarak vekâleten ve sonra müstakilen hüküm süren Sultan Alâeddin Eratna, Çobanlı Şeyh Hasan’a karşı kazanmış olduğu 1343 tarihli Karanbük Zaferi ile sadece Eratnalılar değil, bütün Anadolu Türklüğünü yeni bir dış tehlikeden kurtarmıştır.Selçuklu topraklarının büyük bir kısmına hâkim olmakla; Anadolu içinde ve dışında kendisini çok iyi bir şekilde tanıtmış olan Sultan Alâeddin Eratna’nın hayatı ve siyasî faaliyetleri hakkında kısaca bilgi verilecektir.Eratna Devleti’nin eğitim ve öğretim faaliyetleri ile örgün ve yaygın eğitim kurumları hakkında bilgi verilecektir.

Yüksek Lisans döneminde desteğini esirgemeyen aileme, danışmanım Yrd. Doç. Dr. Yaşar BEDİRHAN’a, araştırmalarım sırasında engin tavsiye ve bilgilerinden istifade ettiğim hocalarım Doç. Dr.Mustafa DEMİRCİ’ye ve Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali HACIGÖKMEN’e teşekkürlerimi sunarım.

Havva GÖNÜLER Konya–2008

(13)

GİRİŞ

Selçuklu Dönemi (1071–1308), Anadolu'nun Türkleşmesinin tamamlandığı bir dönemdir. Bu dönem Anadolu'nun fethi ve Selçuklu hâkimiyetinin sağlandığı dönem olarak iki ayrı özellik göstermektedir. Anadolu'nun fethinde Malazgirt Zaferinin (26 Ağustos 1071), Anadolu’nun Selçuklu hâkimiyetine girmesinde ise Karamıkbeli/ Myriokefalon (Miryakefalon) (17 Eylül 1176) zaferinin rolü büyüktür.

23 Mayıs 1040 günü Dandakan Savaşı’nı kazanan Tuğrul ve Çağrı Beyler, Selçuklu'ları Horasan ve İran'da devlet olarak yükseltmişlerdi. Ancak kısa bir süre içinde anayurttan devam eden Türkmen göçü Azerbaycan'da büyük bir Türk nüfusunun birikmesine sebep oldu. Selçuklu politikasının esasını ise işte bu Türkmen topluluğuna yeni bir yurt bulma durumu teşkil etti. Tamamen bir mecburiyetten doğan bu siyasî durum, Selçuklu Sultanlarını Batı'ya doğru harekete mecbur etti. Fetih döneminde (26 Ağustos 1071–17 Eylül 1176) Anadolu'nun siyasî, ekonomik ve sosyal yapısı Türk ilerlemesini kolaylaştıracak durumdaydı.

Bizans İmparatorluğu'nun XI. yy.’ın başında Doğu Anadolu'da yaptığı askerî faaliyetler bölgedeki etnik ve manevî birliği tamamen sarsmıştı. Bizanslı olmayan Ermeni, Süryanî vb. gibi unsurlar Bizans'ın Anadolu'yu Türkler'e karşı müdafaa edemeyeceğini kesin olarak anladıktan sonra Türk tarafını tutmayı tercih etmişlerdi. O güne kadar tamamen yerli halka dayalı olan Bizans ordusu artık büyük bir bölümüyle paralı askerlerden oluşmaktaydı. Bizans ordusu yapısı itibariyle tamamen hafif süvari niteliğinde olan Türk orduları karşısında tamamen pasif bir durumda bulunmakta ve çareyi surların koruduğu kalelerin arkasına sığınmakta görmekteydi. Hâlbuki Türk kuvvetleri hiçbir zaman bu kalelerin önünde oyalanmadan Anadolu'nun içlerine nüfuz etmekte ve uzun mesafeleri kısa zamanda katetmekte, Bizans nüfuz ve otoritesine öldürücü darbeler vurmaktaydı. Malazgirt ve diğer savaşlarda da görüldüğü üzere sayıca üstünlük Bizans ordusunda olmasına rağmen, Bizans ordusuna hiç bir avantaj sağlamamaktaydı.

Orta Anadolu, Selçuklu hanedanından Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın idaresinde bir devlet olarak yükselirken Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Kuzey Suriye ve Musul-Kerkük bölgesi Büyük Selçuklu sultanlığına bağlı Atabeylikler halinde birer yarı bağımsız devlet haline geldiler. Bu Türkmen reisleri, kendilerine bağlı Türkmen

(14)

topluluklarını, hâkim oldukları bölgede iskâna tabi tutarak, kısa zamanda Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun Türk yurdu olmasını sağlamışlardır. Anadolu'nun Türkleşmesinde büyük pay sahibi olan bu Türk Beyliklerinden, devletlerinden, eğitim ve öğretim faaliyetlerinden bahsedilecektir. Doğu Anadolu Türk Beylikleri’ndeki eğitimi anlamak için Selçuklu eğitim sürecini bilmekte fayda vardır.

Selçuklu Eğitiminin Temel Özellikleri: Selçuklu devlet adamları eğitim, öğretim ve bilimin gelişmesine önem vermişlerdir, medreseler yaptırmışlar ve ülkenin her yerine yaymışlardır. Ahilik gibi bir yaygın eğitim kurumu, atabeylik gibi şehzadelerin yetişmesi için bir uygulama başlatmışlardır. Selçuklunun ilk dönemlerinde ve Beyliklerde daha eski Türk değerleri henüz canlı ise de zamanla bunlardan bazıları unutulmaya yüz tutmuştur. Örnek: Başlangıçta Selçuklu sultanları Türkçeden başka dil bilmez ya da konuşmazken zamanla İran adları aldıkları gibi, sarayda Farsça ve Arapça konuşup yazmışlardır.

Selçuklular’da eğitim denilince başta bilinmesi gereken:Tuğrul bey, Alparslan, Melikşah, Nizamü’l-mülk, Sancar olmak üzere Selçuklu devlet adamları bilginlere, sanatkârlara büyük saygı göstermişlerdir. Eğitim ve öğretimi geliştirmeye çalışmışlardır. Tuğrul Bey, fethettiği şehirlere girdiğinde önce bilginleri, din adamlarını ziyaret ederdi. Alparslan, medreseleri her tarafa yaygınlaştırdı. O, kendi gelirinin onda birini medrese inşasına veriyordu.

Örğün ve Yaygın Eğitim:Örgün eğitim kurumundan kastedilen medreselerdir. Örgün eğitim planlı, programlı eğitimdir. Yaygın eğitim denilince her yaştan halka verilen, belli bir plan ve programı olmayan eğitimdir.

İlk Selçuklu medreseleri 1040 yıllarında Nişabur’da Tuğrul Bey tarafından yaptırılmıştır. Alparslan ve veziri Nizamü’l-mülk Nizamiye medreselerini yaptırmışlardır. Nizamiye medreseleri 1067’de Bağdat’ta kurulmuştur. Burada din, hukuk, edebiyat, felsefe gibi müspet bilim alanında öğretim yapılmıştır. Nizamiye medreselerinin önemili etkileri olmuştur.

Fikri Etkileri: Bu medreseler İslam dünyasının her tarafından, hatta Endülüs’ten gelen pek çok öğrenciyi Sünni, Şafii inançlara göre yetiştirerek, Şii propaganda ve faaliyetlerinin önlenmesinde sünni mezhepler arasında dayanışma

(15)

sağlanmasında toplumda ortak düşünce ve emellerin güçlenmesinde, Selçuklu devlet görevlilerini yetiştirmede önemli katkılarda bulunmuştur.

Kurumsal Etkileri: Nizamiye Medreseleri İlhanlı ve Doğu Anadolu Beyliklerine ve Osmanlı Medreselerine ve diğer İslam ülkelerindeki medreselere örnek olmuştur. Hatta batı Avrupa üniversiteleri onlardan ilham almıştır. Medreselerin gelirleri vakıflardan sağlanıyordu; ancak Alparslan ve Nizamül-mülk, Bağdat Nizamiye medreselerini devlet parası ile yaptırmıştır.

Mektepler: Bu kurumlar çocuklara Kur’an okumayı öğretir din eğitimi verirlerdi.

Atabeylik Kurumu: Selçuklu hükümdarları şehzadelerin eğitimi görevini atabeylere vermişlerdir. Şehzadeler atabeylerle birlikte vilayetlere yönetici olarak görevlendirilerdi. Alparslan oğlu Melihşah’a Nizamül-mülk’ü atabey olarak tayin etmişlerdir.

Ahilik kurumu: Bu esnaf usta, kalfa ve çırakları içine alan onların dayanışmaları kadar mesleklerini dürüstçe ve özenle yapmalarını, ayrıca meslekleri alanında eğitilmelerini amaçlayan bir kurumdur. Anadolu Selçuklu Devleti ve Doğu Anadolu beyliklerinde eğitime çok önem verilmiştir. Halkın dayanışmasını ve ekonomiyi şekillendiren bu kurumda usta çırak ilişkisi vardır.1

Cami: İslam kültür ve medeniyetinin yayılmasında önemli yeri olan camilerin eğitim ve öğretim tarihi ile yakından ilgisi vardır. İslam’da ilk eğitim ve öğretim müesseseleri camilerdir denebilir.

Türklerin inşa ettirdikleri yerledeki camiler hem ibadet merkezi olarak hem eğitim kurumu olarak büyük hizmet verdi. İbadet için yapılan camiler sosyal ihtiyacı karşılayacak medreseyi, imareti, mektebi, hamamı ve diğer müştemilatı da kapsardı. Böylece camii sayesinde mahallede bir lise bir yüksek okul hatta üniversite kampüsüne benzer bir ortam meydana getirilirdi. Ayarıca öğrenciler (sohta), asistanlar (muid, danişmend), öğretim üyeleri olan profesörler (müderris) mahalleye renk ve karakter katan başlıca simalar olurlardı. Görüldüğü gibi cami sadece eğitim öğretim faaliyetleriyle değil, binası ile çevresine bir şeyler verebilen nadir müesseselerdir. Türk

1 Yahya Akyüz., “Danişmentliler Dönemide Türk Eğitim Tarihine Gelen Bir Bakış,” Nihsarin Fethi ve Danişmentliler Döneminde Niksar (8 Haz. 1996 Nihsar), s. 12–13

(16)

İslam eğitim tarihinde camilerden başka kitapçı dükkânları, bilginlerin evleri, saraylar da, önemli rol oynayan müesseselerdir. Türk İslam kültürünün gelişmesinde ve değişmesinde önemli etkileri vardır.2

Tekke ve Zaviyeler: Anadolu insanının buhranlı döneminde sığındıkları liman haline gelmiştir. Sosyal barışın sağlanmasında sanat dallarının gelişmesinde dini eğitimin verilmesinde önemli roller üstlenmişlerdir.

Hastahane (Darüşşifa) : Türklerde hastaneler yalnızca tedavi maksadıyla değil, aynı zamanda eğitim veren bir kurumdu. Burada usta çırak ilişkisiyle doktorlar öğrencilerine mesleğin inceliklerini öğretirlerdi.3

2İslam Kazıcı., Eğitim Tarihi, İstanbul. 1983, s. 32–42

(17)

BİRİNCİ BÖLÜM

I.SALTUKLULAR (1071–1202) A.Saltuklu Beyliği’nin Kuruluşu

Bu Beyliğin kurucusu Saltuk Bey’dir. Alp Arslan’ın Anadolu’nun fethine memur ettiği beyler arasında Emur Saltuk Bey de vardı.4

İlk Selçuklu fetihleri esnasında Doğu Anadolu’da kurulan ilk beylik Saltuklular’dır. Erzurum ve civarını Ebû’l-Kasım Saltuk’a iktâ olarak verdiği anlaşılıyor.5 Saltuklu Devletinin başkenti Erzurum’dur. Bu devlet adını bu sülalenin ikinci hükümdarı olan Saltuk’tan almıştır.6 Kitabe ve paralarda Saldık, İslam müelliflerinin eserlerinde ise çoğunlukla Salduk şeklinde görülüyor. Kelimenin anlamı “bırakmak, koyuvermek” manasında olan “salmak”tan geldiği anlaşılmaktadır. Böylece Saltuk, “bıraktık, koyuverdik” manasındadır.7

Saltuk Bey Alparslan’ın ikta olarak verdiği Erzurum dışında, Bayburt, Tercan, İspir, Oltu, Micingert, Kaçmaz ve diğer bazı kaleleri de aldı. Saltuklular ilk yıllarda olduğu gibi son yıllarda da Büyük Selçuklu’ya bağlı kaldılar. Ebul Kasım Saltuk Bey öldükten sonra yerine oğlu Emir Ali geçti.8

Emir Ali Zamanı (1102–1124): Çağdaş müellifler tarafından, ikinci hükümdar olarak çoğunlukla Saltuk’un oğlu Ali kabul edilmiştir. Büyük Selçuklu sultanı Berkyaruk ile kardeşi Muhammet Tapar arasında saltanat mücadelesi için yapılan savaşta yenilen Muhammet Tapar Ahlât’a çekildi. Saltuklu Beyi Ali Muhammet Tapar’a iltihak etti. Daha sonra Sultan Berkyaruk ile Muhammet Tapar anlaştılar. Bu anlaşma sonunda Saltuklu Beyliği Melik Muhammet Tapar’ın hakimiyet bölgesi içinde

4 Yaşar Bedirhan, Zeki Atçeken., Malazgirtten Vatana Anadolu Selçuklu Devleti, Eğitim Kitabevi, Konya-2004, s.72.

5 Osman Turan., Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, 6. Baskı, İstanbul-1973, s.3. 6 Ali Rıza Nur., Türk Tarihi, Cilt 3-4, Toker yay, İstanbul-1994, s.341.

7 Erdoğan Merçil., Müslüman Türk Devletleri Tarihi, TTK, Ankara-1997, s.279. 8 Bedirhan, Atçeken., a.g.e., s.72

(18)

kalmıştır (1104).9 Emir Ali 22 yıllık idaresinde önemli hizmetler de bulundu, Gürcüler ve Haçlılar’a karşı başarı ile mücadele etti.10

Emir Ali’nin 1124 yılında ölmesiyle, beyliğin başına kardeşi Emir Gazi (1124-1132) geçti. Emir Gazi ile ilgili en önemli vesika Erzurum’da bulunan kitabesidir. Emir Gazi 1131’de Gürcüler’i müthiş bir bozguna uğratmıştır.11

II. İzzettin Saltuk (1132–1168) ve Gürcü Seferi: Emir Gazi’nin ölümünden sonra Saltuklu Devleti onun yeğeni ve Emir Ali’nin oğlu İzzettin Saltuk’un idaresine geçti.12 İzzettin Saltuk 36 yıl hüküm sürmesine rağmen onun hakkında çok az bilgi

vardır.13İzzettin Saltuk Ani’ de Gürcülerle savaşmış,14 Gürcüler’e esir düşmüştür,15daha

sonra kurtulmuştur. Komşu Türk Beylerinin yardımına rağmen Gürcüler’e yenildi. 16

Komşuları arasında itibarını kaybeden Saltuk Bey, Selçuklulara meylederek itibarını yeniden kazanmaya çalıştı. Zaten Anadolu Selçuklu sultanları ile iyi geçiniyordu. Hatta kızını, Mesud’un oğlu, Kılıç Arslan’a vererek itibarından faydalanmak istedi. Nitekim Anonim Selçukname, Erzurum hükümdarının Mengücek ve Artuklular gibi Sultana itaat ettiğini kaydeder. Fakat sözü edilen düğün gerçekleşmemiştir. Gelin, Erzurum’dan Malatya’ya geldiği sırada, Danişmendli Yağıbasan tarafından ele geçirilmiş ve Zennûn’a nikahlanmıştır (1160).17

Saltuk ve Gürcü İstilâsı: II. İzzeddin Saltuk’un 1168 yılında ölüp yerine oğlu Nasreddin Muhammed’in tahta geçtiğini çağdaş müellif İbn ül-Azrak yazar. Bununla beraber Eyyübiler Ahlat ülkesini istilaya giriştikleri ve Saltuklular onlara yardıma geldiğinde (1191), devletin başında Nasreddin Muhammed’in değil kızkardeşi Mama Hatun’un bulunduğu anlaşılmıştır.18

9 Merçil., a.g.e., s.279.

10 Bedirhan, Atçeken., a.g.e., s.72 11 Turan., a.g.e., s.8-10

12 İbrahim Kafesoğlu ., Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, İSAR, İstanbul-1999, s.174. 13 Bedirhan, Atçeken., a.g.e., s.73.

14 Bedirhan, Atçeken., a.g.e., s.73-74. 15 Turan., a.g.e., s.12-13.

16 Yılmaz Öztuna., Türkiye Tarihi, Hayat yay., İstanbul-1970, s.32-33. 17 Bedirhan, Atçeken., a.g.e., s.74.

(19)

Mama Hatun’un bu hakimiyetinden sonra Nasreddin Muhammed’in Saltuklu tahtında faaliyetleri görülür. Azerbaycan Atabeyi Kızıl Aslan (1191) ve Ahlât Şâhı Beg-Timur’un ölümleri (1193) üzerine Saltuklular Gürcüler karşısında yalnız kaldılar. Gürcüler Kars, Sürmeli ve Erzurum üzerine yürüdüler. Erzurumlular kararlılıkla şehri müdafaa ettiler. Erzurumluların bu kararlı tutumları ile Gürcüler bozguna uğradılar(1193).19

Saltuklular’ın yıkılışı (1202): Kıpçak askerleri ile güçlenen Gürcüler Doğu Anadolu’da ve Azerbaycan’da parçalanmış küçük ve zayıf Türk devletlerine karşı birçok istilaya giriştiler. Gerçekten İran’da Büyük Selçukluların çöktüğü bu devirde Azerbaycan Atabeyleri ve Ahlât şahları gibi Erzurum Saltukluları da çok zayıfladılar.20

Gürcülerin İslâm ülkelerini istilâ etmeleri son olarakta Anadolu’nun doğuda Türk-İslâm dünyası ile kapısını teşkil eden Erzurum’u tehdit etmeleri, Anadolu Selçuklu tahtında bulunan Sultan Rukneddin Süleyman (1196–1204) üzerinde ağır bir etki yaptı. Sultan bu meseleyi halletmek için harekete geçerek Doğu Anadolu’daki bazı Türk Beylerini ortadan kaldırarak, Erzurum’a vardı. Nasreddin Muhammed’i 1202 yılında tahtan indirerek Saltuklu hakimiyetine son verdi. Böylece Anadolu’nun fethinde kurulan 1071–1202 yılları arasında hüküm süren Saltuklular tarihe karıştı.21

Erzurum Selçuklu Hanedanı (1202–1230):Rukneddin Süleyman Şah, Saltuklu Devletine son vererek buraya kardeşi Mugiseddin Tuğrul Şah’ı tayin etti. Böylece Mugiseddin Tuğrul Şah ve Oğlu Cihanşah’ı içine alan Selçuklu hanedanı doğdu. Adil bir yönetim uygulayan Tuğrul Şah 1225 yılında öldü, yerine oğlu Cihan geçti. Kısa saltanatı büyük olaylarla geçmiştir. 1230 Yassı Çemen Muharebesinde Celaleddin Mengüberti’nin yanında yer almış ve Sultan Alâeddin Keykubad’a esir düşmüştür. Bununla beraber affa uğramış ve kendisine Aksaray ikta olarak verilmiştir.22

19 Kafesoğlu., a.g.e., s.175. 20 Öztuna., a.g.e., s.34.

21 Faruk Sümer., “II. Süleyman Şah”, İA, XII, s.226; Turan, a.g.e., s.19-20. 22 Bedirhan, Atçeken., a.g.e., s.75.

(20)

B.Saltuklular’da Kültürel Yapılanma

1. Saltuklular’da Eğitim ve Eğitim Kurumları

Örgün eğitim genellikle medreselerde yapılırdı. Eğitimin parasız olduğu medreseler birer vakıf yapısıydı. Ona gelir sağlayacak yapılar birlikte düşünülürdü. Yan kuruluşlardan elde edilen gelir hocaların ve yardımcılarının gelirlerini sağlamakta, medrese ile ilgili giderleri karşılamaktaydı.23

Selçuklular ve onlara bağlı Türk Beyliklerinin medrese inşasına önem verdiklerini biliyoruz. Saltukluların medrese yaptırdığına dair elimizde kesin delil yoktur fakat dönemi göz önüne alınca ve Selçuklu Devleti’nin eğitime verdiği önemi düşününce Saltuklular’ın da medrese inşa ettirdiklerine ulaşılabilir.24

Erzurum’da en ihtişamlı yapı Çifteminare ve Hatuniye külliyesidir. Cami, medrese ve türbe ile büyük bir medeniyet eseri olan Hatuniye’nin tarihi hakkında pek bir kayıt yoktur. Erzurum 1828’de işgal edilince bu yapılar tahrip edilmiştir. Bu nedenle ona ait vakfiye kitabe de Rusya’ya taşınmıştır. Kitabeye göre bina Harizm’den gelen Melik Han isminde biri tarafından yapılmış, bir mescid ve külliye için odalar inşa edilmiş, bu hayrata üç köy ve bir takım dükkânlar vakfedilmiştir. Tayin olan Müderrislere 3500 akça maaş bağlandığı Hatuniye için duada bulunmaları kayıtlıdır. Turan’a göre Çifte Minare ve Hatuniye’nin Selçuklulara ait olduğu ve bu durumun 13. yüzyılda yapıldığı belirtilir.25

Ortaçağ’da İslam dünyasında öğretim, bilim ve kitap yazım dili İslam dininin etkisiyle Arapça’dır. Öğretimde kısmen Türkçe’de kullanılmıştır. Medreselerin öğretim yöntemi daha çok ezbere dayanıyordu. Belli bir öğretim süreleri yoktu. Yıl bitirme değil kitap bitirme esas alınırdı. Medrese hocalarına müderris denir. Müderrisleri, hükümdar ve vezir atardı. Her medresede bir müderris vardı. Müderrisler cübbe ve sarık giyerlerdi. Muid öğrencileri tanıma konusunda müderrise yardım ederdi.26

23 Halil Berktay ,Ümit Hassan,Ayla Ödekan.,Türkiye Tarihi 1,Cem yay.,6. Basım, Ankara-2000, s.422. 24 Faruk Sümer., Doğu Anadolu Türk Beylikleri, TTK, Ankara–1990, s.44

25 Turan, a.g.e., s.35-36.

(21)

Her isteyen istediği yaşta öğrenci olabiliyordu. Öğrenciler burslu idi ve medreselerde kalırlardı. Medrese odalarına alınacak, burs verilecek veya maddi bir yardım yapılacak öğrencileri seçmekte müderris görevliydi.27

Başlıca yaygın eğitim kurumları şunlardır: Camiler, mescitler, bilginlerin evleri, ilim toplantıları, saraylar, kitapçı dükkânları, kütüphaneler. Ayrıca medreseler kimi zaman dinleyici de kabul eder halktan kişiler gelip dinleyebilirdi bu yönüyle medreseleri yaygın eğitim kurumları sayabiliriz. Ahilik teşkilatıda çok önemli bir yaygın eğitim kurumu idi.28

Ahilik ve eğitimdeki yeri: Ahilik, Selçuklular döneminde ortaya çıkmış, yüzyıllarca etkili olmuş çok önemli bir yaygın eğitim kurumudur. Kırşehir’de yaşayan Ahi Evran, Ahiliğin kurucusu kabul edilir. Ahilik küçük esnaf, usta, kalfa ve çırakları içine alan, onların dayanışmaları kadar mesleklerini dürüst ve özenle yapmalarını, ayrıca eğitilmelerini amaçlayan lonca teşkilatına sahiptir. Ahilikte iş dışında ve iş başında eğitim yapılırdı. İş dışında ve örgütün toplantı yerinde eğitimi muallim denen öğreticiler örgütün üyelerine dini esasları, okuma, yazma, insanlık terbiyesi, temizlik, örgütün düzeni, geleneği ve ilahiler, şiirler, raks, sûfi kıssaları ve sözleri, yedikez kuşak bağlama ve açma gibi gelenekleri öğretirdi. Eğitim alan kişi kötü huylarından arınır, iyi huylar edinirdi.

İş başında eğitim: Ahiliğin iş başında uyguladığı eğitim ise o dönemlerde çarşı ve dükkânların bedesten v.s. gibi yerlerde topluca bulunmaları nedeniyle kolay ve etkiliydi. Bu eğitim esnaf ve zanaatkârlarda namaz saatlerinde dükkânlarını kapatma, sonra açma gibi zaman ve düzen alışkanlığı kazanma, dürüst çalışma, müşteriye saygı gösterme ve onu aldatmama, üretimi arttırma, komşu esnaf ve zanaatkârların da kazanmalarını isteme, çırakları iyi yetiştirme gibi tutum ve davranışlar gelişmesini amaçlıyordu. Bunlara ve öteki ilkelere uymayanlara örgüt çeşitli cezalar uygulayabilirdi. Dükkânını kapatmak, selam ve yardımı kesmek, lokma çıkarmaya, ikram yapmaya, kurban kesmeye zorlamak gibi.29

27 Akyüz., a.g.e., s.44.

28 Osman Turan., “Celâlettin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri”, Belleten, 1948, s.71-83. 29 Akyüz, a.g.e., s.48-49

(22)

Yahya Akyüz, ahilik kurumunu Selçuklu Beylikler döneminde yaygın eğitim kurumlarının içinde almıştır. Doğu Anadolu Beyliklerinden olan Saltuklularda da ahiliğin yaygın bir eğitim kurumu olduğu kanısına varabiliriz.

Türk Tarihinde önemli yerleri olan tekke, zaviye ve dergâhlar, Anadolu'da Selçuklu devletinin kuruluşundan itibaren sosyal yardımlaşmanın, ekonomik dengesizlikleri gidermenin, san'at ve edebiyat çalışmalarının, askerî faaliyetlerin merkezliğini yapmış, yeni fethedilen yerlerde Türk-İslâm toplumunun kurulmasında, hâkimiyet kurmasında ve iskân probleminin halledilmesinde çok mühim görevler ifa etmiştir.

Toplumu her yönü ile kucaklayan bu hizmetlerin yürütülmesi, maddî imkânlara sahip olmakla mümkün olurdu. Bunu idrak eden Türk beyleri ve devlet adamları, elde ettikleri bazı toprakları kendi nüfuz sahalarında yaşayan dervişlere vermişler, kurdukları tekke, zaviye ve dergâhlarına zengin vakıflar tahsis ederek hizmet bölgelerini genişletmeye çalışmışlardır. Şayet bu önemli kuruluşlar vakıflarla desteklenmiş olmasaydı, hâlâ bugün ayakta duran sayısız abide, ilim ve san'at erbabının vücuda getirdiği eserler olmayacaktı, belki Türk-İslâm diyarı haline gelen Anadolu'da başka kültürler kök salmış olacaktı.30 Anadolu’nun Türkleşmesi aşamasında tekke, zaviye ve dergâhların önemi büyüktür. Anadolu Beyliklerinden olan Saltuklu ve diğer beyliklerde de bu kurumlar halkın birlik olmasını sağlayan yaygın eğitim kurumlarındandır.

2.Eğitim Kurumları ve Sanat Eserleri

Saltuklular devrinde Erzurum bölgesinin mamur ve müreffeh bir bölge olduğu anlaşılıyor. Türkler, Anadolu'nun diğer yerleri gibi, bu bölgenin iktisadî hayatına daha fazla bir hareket ve canlılık getirmişlerdir. Kışın Mardin-Musul arasında yaşayan Türkmenler yazın otu bol Erzurum bölgesinin yaylalarını şenlendiriyorlardı. Bununla birlikte Erzurum İran'a, Gürcistan, Sivas, Ahlât ve Trabzon'a giden mühim ticaret yollarının geçtiği, bizzat komşu bölge tüccarının toplanıp alış veriş ettiği bir mübadele merkezi idi.

Erzurum'daki sanat eserlerinin üç devreye ait olduğu malûmdur. Bunlar: Saltuklu, Moğol ve Osmanlı devirleridir. Türkiye Selçuklular'ı devrine ait şehirde

30 Yusuf Küçükdağ., Mevlâna Dergahı Vakfiyelerinden Abid Çelebi ve Veled Bekir Vakfiyeleri (Yüksek Lisans Tezi), Konya-1986, s.4.

(23)

herhangi bir esere rastlanmamıştır ki, bu husus Moğol istilâsı ile izah edilebilir. Diyarbakır bölgesinde de aynı devreye ait eserlerin görülmemesi bunu kanıtlar. Lâkin Saltuklular'a halef olarak burada meliklik yapan Selçuklular'dan MuğisuddinTuğrul ile (1202–1225) oğlu Rükneddin Cihan Şah'a (1225–1230) ait hiçbir eserin bulunmamasını izah etmek güçtür. Çünkü onlar devrinde de Erzurum ve yöresinin bolluk ve zenginlik içinde olduğunu biliyoruz.31

Saltuklular'dan bize kadar gelmiş olan eserlere gelince, bunlar başlıca Kale Mescidi, Tepsi Minare, Ulu Cami ile bazı türbelerdir. Ulu Cami 'de evvelce tahta bir kitabe, levhası bulunduğu anlaşılıyor.32 Fakat bu kitabenin asıl kitabe olmadığı, ona

dayanılıp, yeniden ve kısaltılarak sonradan yazılmış olduğu muhakkaktır. Bu kitabeye göre Ulu Cami 575 (1179) yılında İzzedin Saltuk'un oğlu Melik Muhammed tarafından yaptırılmıştır. Bu cami defalarca tamir görmüştür. Kale Camii ile Tepsi Minare Ulu Cami’den çok önce Gazi tarafından yaptırılmıştır.

Türbelere gelince, bunlardan Saltuklular'a ait olanların hepsini tesbit etmek zor gibi görünüyor. Çünkü üzerlerinde kitabe yoktur. Üç Kümbetler denilen türbelerden birinin Saltukoğullarına ve hatta bunlardan İzzeddin Saltuk'a ait olduğu anlaşılıyor. XVI. yüzyıla ait tahrir defterlerine göre, türbenin yakınında Saltuk'un yaptırdığı bir de zaviye bulunmakta idi. Diğer iki kümbetin ise, XIV. yüzyıldan kalma olduğu sanılmaktadır.

Saltuklular'a ait kayda değer diğer bir eser de Tercan'da Mama Hatun tarafından yaptırılmış olan kervansaray'dır. Kervansaray'ın yakınında bir de türbe vardır ki, Mama Hatun’un adını taşımaktadır. Saltuk melikesinin türbesini Erzurum'da değil de Tercan'da kervansarayının yanında yaptırmış olması dikkate değer. Hâlbuki kendisi en aşağı 10 yıl Erzurum'da melikelik yapmıştır.

Selçukluların ve onlara tâbi Türk beyliklerinin medrese inşasına önem verdiklerini biliyoruz. Saltuklular'ın medreseler yaptırdıklarına dair delillere sahip olmamakla beraber, onların da medrese inşa ettirdikleri ihtimalden uzak değildir.33

31 Faruk Sümer., “Tuğrul Şah hakkında”, İ.A. cüz. 126, s. 41-44. 32 İsmail Hakkı Uzunçarşılı., Tarihçe-i Erzurum, İstanbul-1996, s. 32. 33 Sümer., a.g.e., s.44.

(24)

İKİNCİ BÖLÜM

I.MENGÜCEKLİ BEYLİĞİ (1202–1228) A.Mengücekli Beyliği’nin Kuruluşu

Mengücekli Beyliği, Malazgirt savaşından (1071) sonra Büyük Selçuklu Devleti sultanı Alp Arslan'ın kumandanlarından olan ve hakkında, kaynaklarda pek az bilgi bulunan Mengücek Gazi tarafından Erzincan, Kemah, Divriği ve Şarkikarahisar il ve ilçelerini içine alan bölgede kurulmuştur (1080).34

Önceleri, Türkiye Selçuklu Devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Süleymanşah'a tâbi bulunduğu anlaşılan Mengücek Gazi'nin giriştiği fetihler sırasında şehit olduğu anlaşılmakta ise de ölüm tarihi tespit edilememektedir. Mengücek Gazi'nin ölümünden sonra yerine oğlu İshak geçmiştir.35İshâk'ın 1142 yılında ölümü üzerine, Danişmendliler, beyliğin başkenti Kemah'ı elegeçirdiler. Emîr İshak'ın ölümünden sonra Mengücekli beyliği, biri Kemah-Erzincan ve diğeri de Divriği olmak üzere, iki kola ayrıldı.36 Bundan sonra Erzincan koluna Davud'un oğlu Fahreddîn Behrâm-şâh hâkim oldu. Behrâm-şâh ülkesini gayet iyi idare etmiş ve Erzincan onun zamanında önemli bir kültür ve ticaret merkezi hâline gelmişti.37 Erzincan Mengücekli Beyliği'ne Behrâm-şâh'tan sonra oğlu II. Dâvud-şâh geçti. Dâvud-şâh ilim ve kültürle uğraşan ve âlimleri himaye eden bir hükümdardı.38

Türkiye Selçuklu sultanı I. Alâeddin Keykubad'a karşı, Erzurum Selçuklu meliki Cihanşah, Eyyubî hükümdarı Meliküleşref ve sultan Celâleddin Harezmşah ile ilişkiler kurma girişimlerinde bulundu.39 Bunun üzerine Alâeddin Keykubad, Ekim 1228'de harekete geçerek Kemah ve Erzincan'ı almak suretiyle, buradaki Mengücekli Beyliğine son verdi.40

34 Bahattin Ögel., Türk Milli Bütünlüğü İçinde Doğu Anadolu, TTK, Ankara-1985, s.20 35 Sümer., a.g.e., s.45

36 Ali Öngül., Camiu’d-Düvel-Selçuklular Tarihi I, Akademi Kitabevi, İzmir-2001, s.211-216. 37 Nejdet Sakaoğlu., Türk Anadolu’da Mengücek Oğulları, İstanbul-1971, s.104.

38 A. Özaydın., “Mengücekler” Büyük İslam Tarihi, VIII. Cild, s.141-154. 39 Sümer., Mengücekler Mad. İ.A., VII, s.713-718

(25)

Divriği Kolu: Bu kola mensup Mengücek beylerinden tarihte bahsedilmez. Bunların mevcudiyeti, bu şehirde yaptırdıkları hayır müesseselerinin tetkikinden anlaşılmıştır. Bu koldan ilk Divriği Mengücek Beyi İshak'ın oğlu ve Mengücek'in torunu olan Süleyman'dır. Kendisine âit herhangi bir eser görülmemiş olup, ne zaman öldüğü de belli değildir. Eserlerine rastlanan ve hattâ sikkeleri de bulunmuş olan oğlu Şahan Şah'tır. Şahan Şah kendisine bir de türbe yaptırmıştır ki, bu eseri halk arasında Sitte Melik adı ile anılmaktadır.41

Sahan Şah'ın, Süleyman ve İshak adlı iki oğlunu tanıyoruz. Süleyman'ın adı sadece kitabelerde geçmektedir. Kendisine ait bir abideye rastlanmamıştır.42

Mengücekliler; Erzincan, Kemah, Divriği ve Şarki-Karahisar gibi fethettikleri şehirler ile yetinerek buralara yenilerini katmak gayesini taşımamışlardır. Tarihte onlardan pek az bahsedilmesinin sebebi budur. Buna karşılık onlar ülkelerinin imarına çalışmışlar ve bununla alâkalı olarak her biri aynı zamanda birer san'at abidesi olan hayır müesseseleri vücuda getirmişler, âlim ve şairleri himaye etmişlerdir ki, bu ailenin başlıca hususiyeti de budur, işte bundan dolayı M. Th. Houtsma onları, siyasî faaliyetleri ile kendileri için kitaplar yazılmış ve tarihte kendilerine çok daha fazla yer ayrılmış olan komşularından daha önce tetkik edilmeye layık bulunmuş idi. Erzincan'da bu aileye ait eserlere rastlanmamıştır. Bu şehrin zaman zaman yer sarsıntılarına uğramış bulunması ile alakalıdır. Şehrin civarındaki harap ve kitâbesiz olan kümbed belki Mengüceklilerden birine aittir .43

İlk Mengücek Beyleri’nin merkezleri ve asıl oturdukları şehir Kemah idi. Erzincan, Melik Fahreddin Behram Şah’tan itibaren mühim bir şehir hâline gelmiştir. Mengücekliler'den sonra Selçuklu idâre adamları arasında bir çok Erzincanlı görülüyor ki, bu husus Behram Şah ve halefinin himmet ve gayretleri ile Erzincan'da başlayan ilim ve kültür faaliyetlerinin tabii bir neticesidir.44

41 Osman Turan., “Celaleddin Karatay Vakıfları, Vakfiyeleri”, Belleten, S. 45, s.107. 42 Sümer., a.g.e., s.11

43 Sakaoğlu.,a.g.e., s.44 . 44 Sümer., a.g.e., s.11-12

(26)

B. Mengücekliler’de Kültürel Yapılanma

1. Mengücekliler’de Eğitim ve Eğitim Müesseseleri

Medreseler: Nizamü’l-Mülk ile plansız programsız medreseler, nizam ve düzen ile belli bir sisteme ve programa bağlanmıştır. Büyük Selçuklular zamanında medreseler dallara da ayrılmıştı. Medreselerde eğitim sonbaharda başlardı, bunun sebebi ise yaz döneminde öğrencilerin ailesine bağ, bahçe işlerine yardımcı olmaları içindir, öğretim döneminde medreselerin açılışını sultan ve vezir yapardı, gelenek icabı ilk dersi de bunlar verirlerdi. Medreselere alınan talebe sayısı 15-20 idi en fazla bu sayı 30’u bulurdu.

Gerek yapı ve gerekse teşkilat bakımından Büyük Selçuklu Medreselerini örnek aldıkları anlaşılan Türkiye Selçukluları Anadolu'nun değişik yerlerinde kurulan Mengücekliler gibi, diğer Türk devletleri de Anadolu'da Osmanlılara örnek olacak medreseler inşa etmişlerdir.45 Selçuklular döneminde açılan medreselerdeki amaç; hem ilmin gelişmesini sağlamak, hemde ilmiye mensuplarına maaş bağlayarak onları devletin yanında tutmak maksadıyla Fatımî’lerin Şiîlik propagandaları ve diğer Rafızî telakkilere karşı Sünniliğin müdafaası ve gelişimi gayesiyle kurulmuştur.46

Ortaçağ İslam âleminde medreselerde eğitim iki kısımdı: Birincisi eski ilimler olan matematik, astronomi, geometri, fizik, tıp, gramer ve felsefe, ikincisi ise usul fıkıh, hadis vs. idi. Medreselerdeki dersler çoğunlukla konularına göre ihtisaslara ayrılırdı. Darül Hadis, fıkıh, tıp gibi. Bu medreselerden mezun olanlara öğretim veya meslek ruhsatı verilirdi. Böylelikle mesela hekimler ile cerrahların bu ruhsatı alabilmeleri için ayrı ayrı imtihanlardan geçmeleri gerekiyordu.47 Mengücekli darüşşifalarında bu konulara Selçuklu’da olduğu gibi önem verilmiştir.

Mengücekliler dönemi, şehirlerine baktığımızda Mengücekli illerinin eğitim yapıları ile donandığını görmekteyiz. Bu özellikleri eğitim ve kültür düzeylerinin yüksekliğine işaret etmektedir. Devletin kurulduğu ilk dönemlerde ise evlerde ve mescidlerde eğitim faaliyetlerinin sapılmış olabileceği düşünülebilir.

45 A.Özaydın., “Mengücekliler”, c.8, s.10, A.. İnan., “Kayseri’de Gevher Nesibe Şifaiyesi”, Malazgirt Armağanı, TTK yay., Ankara 1993, s.2-3

46 Özaydın., a.g.m., s.8 47 İnan., a.g.e., s.2

(27)

Erzincan'da mevcut olan Mengücekli mimari eserlerinde öğretim kurumları olan medreseler önemli bir yer tutuyordu. Kendisine bağlı vakfiyeleri sayesinde müderris ve talebelerinin her türlü ihtiyaçları karşılanmakta olup, akli ilimler (matematik, astronomi, geometri, fizik, gramer, tıp, felsefe) ve dinî ilimler (usul, fıkıh, kelâm) öğretilmekte idi. Mengücekli illerindeki ilmi faaliyetlerde hemen hemen diğer Anadolu Türk devletleriyle aynı paralellikle gelişmiştir.

Genellikle İslâm dünyasında olduğu gibi Mengücekliler Döneminde de eğitim-öğretim medreselerde yapılmıştır. İlmiye sınıfı buralarda yetişir ve çeşitli alanlarda istihdam edilirdi. Mengücekli meliklerinin âlimleri koruyup gözettikleri hemen her fırsatta dile getirilmiştir. Meliklerden bazılarının da ilimle uğraştığı (II. Alâeddin Davut gibi) belirtilmişti. Her ne kadar hangi derslerin ve kitapların okutulduğu tespit edilemese de Mengücekli medreselerinde aklı ve nakli ilimler okutumuştur.48

Medreselerde ders veren hocalara müderris ismi verilirdi. Mengücekliler’de müderrislerin varlığını görüyoruz. Eski ilimlerden büyük bir ihtimalle daha önce ifade edilen dersler okutulmaktaydı. İslami konularda ise yine belirtildiği gibi kuran, hadis, fıkıh, nahiv, tefsir, kelâm gibi dersler öğretilmekte idi.

Medreselerde İslami ilimleri öğrenerek gittikçe sayıları artan Türk aydınları Farsça bilmeyen Türk halkına kendi dilleriyle hitap etmek, onlara dini ve tasavvufu Türkçe olarak öğretmek gereğini hissetmişlerdir. Böylece Anadolu’da Türkçe olarak yazılı bir din ve tasavvuf edebiyatı doğmuştur. Bu akımın Anadolu’da ilk temsilcileri Ahmet Fakih, Seyyat Hazma, Yunus Emre’dir. Hemen hemen bu dönemlere tekabül eden Hoca Dehhâni ise, Anadolu'da din dışı divan şiirini başlatan şairdir.49 Yine Ali’nin Kıssa-i Yusuf’u Eski Anadolu dil özelliğini taşıdığı için, Eski Anadolu Türkçe'sinin ilk eserlerinden sayılır. Ayrıca bu devirde Anadolu'da yazıldığı bilinen ama mevcut olmayan eserler de vardır. Bunlardan bazılarının da Mengüceklilere ait olabileceği düşünülebilir. İlimle bu kadar ilgilenen bu toplumun yazılı eserler vermemiş olması mümkün değildir.50

48 Abdullah Kaya, Mengücekoğulları Tarihi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya–2006, s.156–158. 49 H. Mazıoğlu., “Selçuklular Devrinde Anadolu’da Türk Edebiyatının Başlaması ve Türkçe Yazan

Şairler”, Malazgirt Armağanı, TTK yay., Ankara-1993, s.300.

(28)

Anadolu'da yaygın olan dil Farsça idi. Arapça'dan daha da yaygın olarak kullanılmıştır. Bunun sebebi Türklerin, özellikle üst sınıfın, İran toplumu ile ilişkileri sonucunda Farsça'yı bilmeleri, ayrıca daha sonraları Anadolu kültürünün oluşmasına büyük çapta katkısı bulunan kimselerin çoğunlukla İranlılar ya da Orta Asya'dan gelen Farsça konuşan halklar olması idi. Araplar da Anadolu'da mevcuttu, dil olarak ise Arapça özellikle hukuk alanında hâkimdi.51 Mengücekliler’de de bu iki dilin ağırlığını görmekteyiz. Bunun en büyük göstergesi ise günümüze gelen Mengücekli yapılarıdır. Gerek camilerde, kümbetler ve darüşşifalarda olsun gerekse diğer eserlerde kitabeler Arapça ve Farsça ağırlıklı olarak yazılmıştır. Genellikle Nizamî de eserini Fahreddin Behramşah'a Farsça olarak takdim etmiştir.

Mengücekliler döneminde Farsça edebiyat dili iken halk arasında Türkçe etkili olmuştur. Mengüceklilerin dil yapısıda bölgenin geçmişi gibi, dönenim iki önemli, dili (Arapça ve Farsça) de etkili olmuştur. Doğal olarak bu durumun uzantısı günümüzde bölgenin dil yapısını oluşturmuştur.52

İbn Bibi ise Anadolu'da halkın beş dil konuştuğunu ve bazı devlet adamlarının da bu beş dile vâkıf olduklarını kesin bir dille belirtmektedir.53 Bu diller büyük bir ihtimal Türkçe'nin dışında Rumca, Ermenice ve Süryanice bir de kültür merkezlerinde çokça kullanılan Farsça'dır.54

Mengüceklerde Yaygın Eğitim: Anadolu'nun diğer Türk bölgelerinde olduğu gibi, Mengücekli illerinde de Mevlevi, Kalenderi ve Evhadiyye gibi tarikatlar yayılmış olmalıdır. Özellikle Evhadü’d-din'in Türk asıllı oluşu ve Türkmenlerle Türkçe konuşması bu tarikata olan bağlılığı daha da artırmakta idi. Ayrıca bu tasavvufi yol ve düşünce tarzı Türkmenlerin yaşayış tarzına da uygun olduğundan ilgi toplamaktaydı.55 Bu tarikatlar dinin öğrenilmesine ve Türkler arasında din birliğinin sağlanmasında56 din

51 Cloude Cahen., Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler (çvr. Yıldız Moran)E yay.,Tarih Dizisi,2.Bas., İstanbul–1979, s.66–67, 250;Osman Turan, Selçuklular ve İslâmiyet, İstanbul-1971, s.28.

52 Kaya., a.g.e., s.166

53 İbn Bibi., el Evâmirü’l-Alâ’ıye(nşr.N.Lugal,A.Erzi), c.1, s.97.

54 Mehmet Şeker., Anadolu’da Birarada Yaşama Tecrübesi Türkiye Selçukluları ve Osmanlılar’da

Müslim, Gayr-i Müslim İlişkileri-, DİB yay. 2. Baskı, Ankara-2002, s.84.

55 Mikail Bayram., Şeyh Evhadü’d-Din Hâmd el-kırmâni ve Evhadiyye Tarikatı, Konya-1993, s.73-74.

(29)

devlet ve millet yararına önemli görevler üstlendikleri ve pek çok hizmetleri başarıyla yerine getirdikleri görülmektedir.

Divriği’de bu dönem Ahi teşkilatının da ağırlığından bahsedebiliriz. Ahilik teşkilatının kurucusu olan Ahi Evren’in fikir hayatında en önemli ve en büyük yeri Melamilik işgal etmekte idi. Ahi Evren’in şeyhi olan Evhadü’d-Din-i Kirmani’nin meşrebinin de en belirgin yani melamet yolunda yetişmiş olmasıdır.57 Ahi teşkilatının esasını teşkil eden bu fikir akımının inanç tarzının Melik Ahmetşah’da etkisi altına almış olması gerekmektedir. Bundan dolayıdır ki Ahilik teşkilatı özellikle Divriği bölgesinde ağırlığı olan bir kuruluştu.

Yaygın Eğitim Kurumlarının en temel unsurlarından birisi de kütüphanelerdir. Öyle ki her caminin ve medresenin bir kütüphanesi olduğu gibi şehirlerin de umumi kütüphaneleri vardı.58 Buralarda dönemin âlimlerinin veya eskilerin binlerce el yazma eserleri mevcuttu. Buradan hareketle ilme o derece ehemmiyet veren Mengücekliler’de de bu kurumların varlığından söz edebiliriz. Öyle ki Divriği'de Mengücekli külliyesi büyük bir kütüphaneye sahip olmalıdır. Zaten külliyenin bir bölümü olan Ulu Cami'ye ait bir kütüphane mevcuttu. Yine hemen yanı başındaki darüşşifada da tıp ilmiyle ilgili olarak tedrisat yapıldığından çok sayıda tıp kitabının eskiden mevcut olduğu tahmin edebiliriz.

2.Mengücek İlinde Eğitimin Gelişme Nedenleri

İlmi ve kültürel açıdan Doğu Anadolu, Orta Anadolu’dan daha ileri bir seviyedeydi. Bu durum XIII. asır başlarına kadar da devam etmiştir.59 Bunun sebebi Anadolu, ticaret yollarının dışında bulunuyordu, buradan geçmesi gereken yollar İran bölgesinden geçiyordu. Doğu Anadolu'ya yakınlığı sebebiyle etkileşim olmuştur. Aynı zamanda Arap-Bizans mücadelesi de daha çok bu bölgede sürdüğünden bu yolla da etkileşim gerçekleşmiştir. Ayrıca Bizans, halkına malî, dini ve Rumlaştırma bakımından ezici bir siyaset izliyordu, bölge halkının bir kısmı doğu sınırlarına sığınmıştı. Bütün bu sebepler doğu Anadolu'nun Orta Anadolu'dan daha da ileri bir safhada olmasına neden olmuştur. Mengücekli illeri de ilmi açıdan Selçuklu şehirlerinden daha da ileri seviyede

57 Mikail Bayram., Ahi Evren Tasavvufi Düşüncenin Esasları, Konya-1996,s.49-50.

58 Şerefuddin.,Sancar ve Gazâli, s.54, A.Çelebi., İslâm’da Eğitim-Öğretim Tarihi,( Trc., Ali Yardım), Damla Yayınevi, İstanbul 1976, s.177, İbn ul-Esir, el-Kâmil, c.XII, s.104

(30)

idi. Bunun bir sebebi de Moğollar önünden kaçıp Anadolu'ya sığınan halkın içerisindeki aydınlar da önceleri buralarda ikamet ediyorlar, ilmi faaliyetlerde bulunuyorlardı. Daha sonraları batıya göç ediyorlardı (Baha Veled vb. gibi).

Doğu Anadolu'nun bu durumu Mengücekliler’deki ilmin çok iyi bir seviyede olmasının alt yapısını hazırlamıştır. Daha sonraki dönemlerde Mengücek meliklerinin de bu konudaki hassasiyetleri buralarda ilmi faaliyetleri artırmıştır.

Mengücekli illerinden Divriği her nekadar Malatya'daki ilmi çevreden etkilense de daha çok hâkim olan fikri yapı Türkmen Ülküsü idi. Baha Veled'de bundan dolayı Mengücekli illerinde aradığı ortamı bulamayınca buraları terk ederek Kemah üzerinden Malatya ve Konya yörelerine gelerek buraya yerleşti. Özlemini çektiği fikri yapıyı buralarda bulmuştu. Anadolu'ya çeşitli sebeplerden gelen ilim ve kültür adamları Arap ülkelerinden daha çok doğu memleketlerinden, Türkistan, Harezm, Horasan, İran ve Azerbaycan'dan geliyorlardı.60 Sözkonusu ülkelerdeki Moğol zulmü nedeniyle Anadolu'ya sığınan halkın din ve sanat erbabı, ilim ehli olanları Anadolu'da bulunan devlet ve beylik başkanları tarafından korunup kollanıyorlardı. Bu beyliklerden birisi de tabiki Mengüceklilerdi. Gelen bu seçkinler sınıfı da gittikleri şehirlerin kültürlerini süratle yükseltiyorlardı. Bu konuda da Mengücekli illerinin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.

Mengücekli meliklerinden Fahreddin Behramşah da eşi İsmetiye Hatun’la birlikle ilim ve din adamlarına büyük saygı gösterirdi.61

3.Mengüceklilerin Fikri Yapısında Malatya Şehrinin Etkisi

Yeri gelmişken Mengüceklilerin fikri yapısını daha iyi anlamak için Malatya çevresinin etkisinden de bahsetmek gerekir. Mengücekli illerinden Divriği'nin hemen yanı başındaki Malatya’da önemli bir kültür şehri idi. Burası ağırlıklı olarak İran kültürünün tesiri altında idi. Sadreddin Konevi'nin eserlerinden de anlaşıldığı üzere burada çok sayıda âlim yetişmiştir. Ebül Ferec ve Süryani Mihael gibi tarihçiler ve Sadreddin Konevi'nin babası Mecdud-din İshak da buralı idi. Bölge, daha çok Süryanilerin ilmî geleneklerinin de yaşadığı bir yerdi. İbn-ül Arabî burada yaklaşık 15 sene kalmıştı. Daha sonraları Mengücekli saraylarında yaşamış olan Abdüllalif

60 Osman Turan., Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, C.1-2, Boğaziçi yay., 13. Baskı, İstanbul-2000, s.264-270, Aynı mlf, Türkiye, s.XXVI,

(31)

Bağdadi'de "Özlediği ilmi çevreyi Malatya'da bulduğunu" söyler. Mevlâna'nın babası Baha Veled de Mengücekli ili Erzincan'ın Akşehir'inden sonra buraya gelir, fakat burada barınamayınca Konya'ya gider. Böyle önemli bir kültür merkezinin Mengücekliler’e hemen sınır oluşu Divriği'yi de yakından etkilemiştir. Abdüllatif Bağdadi gibi birçok âlim buralardan Mengücekli illerine geçmişlerdi. Kısaca buranın özellikle Divriği bölgesindeki Mengücekli kültürüne etkisi olmuştur. Belki de Mengücekliler’deki İran kültürünün tesirlerine buranın köprü olduğu dahi düşünebilir.62

4.Mengüceklilerde Tıp İlmi

Mengücekliler özellikle tıp ilminde ileri bir düzeyde idiler. Bunu da Mengüceklilerin yaptırdıkları o dönemin en büyük şifahanelerinden anlamaktayız. Aynı zamanda dönemin en ünlü doktorları yine Mengücekli hastanelerinde ve meliklerin korumasında idiler. Bu hekimlerin bir kısmı Mengücekli illerine ya dışardan gelmişlerdi ya da Suriye, Mısır, İran gibi yerlerden davet edilmişlerdi. Ancak Mengücekli tıbbı ileri olmasaydı bu hekimler buralarda kalırlar mıydı? Hekimlerin bir kısmı da burada yetişmiş.

Türkiye Selçukluları’nda olduğu gibi Mengücekliler’de de hekim ve cerrahlık usta-çırak yöntemiyle sürdürülmüştü. Aktar ve kökçüler tıp eğitimi ve hasta tedavisinde kullanılan ilaçların yapımı için gerekli malzemelerin temininde önemli bir yer tutmuşlardır.63

Gerek Erzincan gerek Divriği gibi Mengücekli illerindeki sıhhiye ve hastanelerin çokluğu bize Mengücekli tıbbının ileri bir düzeyde olduğunu bir kez daha göstermektedir.

Bu şifahânelere yatırılan hastaların baş ucunda ders verildiği gibi, hekimler buralarda akademik toplantılar yaparlar ve kendi bilgilerini her yönden artırmaya çalışırlardı. 64

62 Erdoğan Merçil., Müslüman Türk Devletleri Tarihi, İ.Ü., Ed. Fak. yay., İstanbul-1985, s.275. 63 Bedi N. Şehsuvaroğlu, Türk Tıp Tarihi, Bursa-1984, s.17.

(32)

5.Müderrislerin Maaşları ve İlim Adamlarına Verilen Önem

Mengücekli vakıflarında çalışan görevlilerden en üst düzeyde ücreti müderrisler alırdı. Vakfiye de çalışan diğer görevlilerden her hangi birisi en çok 1 ile 5 akçe arasında ücret alırken, müderrislerin en düşük ücreti 20 akçe olarak belirlenmişti, genel ortalama ise 40 ile 60 akçe arasında idi. Bilindiği gibi bu ücretin yüksek oluşu Mengücekliler’in ilme ve ilim adamlarına verdiği değerin bir göstergesidir. Eğer durumlar bu vaziyette olmasa idi onlarca ilim adamı buralarda durmak yerine daha iyi konumlardaki yellere giderlerdi.

Mengücekli melikler ilim ve sanat adamlarını korudukları için devrin en yüksek kültür ve medeniyet merkezlerinden biride Mengücekli illeri olmuştur. Bunun en büyük göstergelerinden birisi de Selçuklular’ın hizmetindeki ilim ve devlet adamlarının bazılarının Erzincanlı olmasıdır. Mengüceklilerde ilme ve ilim adamlarına en büyük şefkati gösteren melikler ise Fahreddin Behramşah ve II. Alâeddin Davudşah olmuştur.65

6.Mengücekli İllerinde Bulunan İlim, Fikir Adamları ve Mutasavvıflar: a. Genceli Nizâmî ve Mahzen’ül-Esrâr: Genceli Nizamî, “Mahzemü’l-Esrar” adlı eserini Fahreddin Bebramşah'a sunar yazmış olduğu bu eser için Fahreddin Behramşah'ın Genceli Nizami’ye büyük bir servet değerinde 5000 dinar altın, beş at, beş katır ve ağır elbiseler ihsan ettiği66 kaynaklarda rivayet edilir. Eserinde Fahreddin Behramşah'a methiyelerde bulunmuştur.67

Türk Dünyasının en büyük sairlerinden biri olan Genceli Nizamî, 533–540 (1138–1145) yılları arasındaki bu günde Gence'de doğdu. Asıl adı Cemaleddin Ebu Muhammed İlyas bin Yusuf, annesinin adı da Reise'dir.

Henüz hayattayken ün kazanan Genceli Nizamı eserlerini “Hamse” adı altında topladı. “Hamse”de, Genceli Nizami’nin 1177'de yazdığı "Sırlar Hazinesi", 1180’de yazdığı "Husrev ve Şirin", 1188'de yazdığı "Leyla ve Mecnun", 1196’da yazdığı "Yedi Güzel” ve 1197–1209 arasında yazdığı "İskendernâme” adlı mesneviler yer alır.

65 Müneccimbaşı., Camnü’d-düvel (Haz.A.Öngül)(Yayımlanmamış doktora tezi), 11, s.213-215; Turan,

Doğu Anadolu, s.75

66 Turan., a.g.e, s.62.

(33)

Genceli Nizamı'nın kıymetli eserleri, kendisinden sonra gelen büyük sair ve düşünürleri de etkiledi. 68

b. Muvâffakeddin Ebi Muhammed Abdullâtif b. Yusuf el-Bağdâdi: Abdullatif el-Bağdâdî olarak tanınan Iraklı filozofun 1162–1231 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmekledir. Fahreddin Behramşah'ın meliklik döneminin sonlarına doğru Erzincan’a gelmiştir. Hatta hükümdarlığının son 12 yılında onu sarayında ağırlamıştı. Bu zat Erzincan kolunun 1228'de Alâeddin Keykubat tarafından yıkılmasıyla memleketi Irak'a dönmüştür. Maalesef Bağdadinin eserlerinde o dönem Erzincan'ın durumu ve kültürüyle ilgili bilgiler bulunmamaktadır.69

Bir diğer kaynağa göre de II. Alâeddin Davutşah, Muvaffakuddin Abdullatif el-Bağdadi'yi Erzincan'a davet eder. Haleb'ten hareket eden bu tabip 9 Ocak 1229’da Erzincan'a gelmiştir. 1230'lu yıllarda Malatya üzerinden Halep'e dönmüştür. Erzincan'da kaldığı süre içerisinde melikten saygı, ilgi, görmüş ve büyük ikramlara nail olmuştur. Hatta bu tabibin II. Alâeddin Davutşah'a birkaç eser yazdığı ve ona sunduğu rivayet edilmektedir.70 Burada bahsedilen tarihlerde bir ihtilaf vardır. Çünkü bu zat Erzincan'da pozitif ilimlere büyük bir rağbet gösteren, Mengücekli II. Alâeddin Davutşah'ın hizmetinde 1225–1228 yılları arasında çalışmıştır.71 Eğer Erzincan ilhak olmasaydı tabip bu şehirde devamlı oturacağını belirtmiştir.72 Abdullatif el-Bağdadi hekimliğinin yanında müverrih olarak da birçok tarihi vakıanın günümüze taşınmasına yardımcı olmuştur.73Bu tip âlimi Bağdat’ta Nizamiye medresesinde bir süre öğrenim gördükten sonra Musul, Suriye, Mısır’da daha sonra da Mengücekli şehri olan Erzincan’da Alâeddin Davut b. Behram’ın (1225–1228) yanında bir süre kalmıştır.74

68 Bedirhan., Kafkasya, s.362-365. 69 Cahen., Osmanlılardan Önce, s.249. 70 Turan., Doğu Anadolu, s.74.

71 Erdoğan Merçil., Türkiye Selçukluları’nda Meslekler, TTK, Ankara-2000, s.125. 72 Turan., a.g.e., s.76-77.

73 Faruk Sümer., “Ahlat ve Ahlatşahlar” Belleten, S.197, s.456. 74 Arslan Terzioğlu., “Abdüllâtif al-Bağdâdi’nin” , Ankara-1996,s.54

(34)

Tıp alanında yazdığı “Rısala fi’l-maraz al-musamma diyabitas” adlı eserinde İbn-i Sina’nın tedavi metotlarını eleştirmektedir. Bağdadî’nin diyabet hakkında diğer bir eseri de “Makalatan fi’l havas”dır.75

Bağdadi, Temel Bilimlerde 46 ve klinik bilimlerinde ise 26 adet eser yazmıştır. Eserlerinin çokluğu ve konularının önemi onun ilimdeki değerini vurgulamakladır. Mengücekliler bu derece önemli ilim adamlarını kendi bünyelerinde barındırmışlardır. İlme ve âlimlere verdikleri değer ortadadır.76

c. Sirâccddin Ahmet: Mengücekliler döneminde edebiyat ve tasavvuf alanında meşhur bir kişidir.77 Bu özelliğinin yanında çok iyi de bir musikişinastıydı, şöhreti ülke sınırlarının dışına taşmıştı. Bu zatın Horasan tarzında gazelleri ve peşrevleri vardı. Hatta Eyyubi Hükümdarı Melik Eşref (1228–1237) bunun şöhretini duyunca onu Şam’a davet edip sarayında kendi eserlerini çaldırmıştır. Bu yetenek karşısında sadece hükümdar değil sarayın musiki ekibi de Siraceddin Ahmet'e hayran kalmışlardı.78

Bu zatın hayatından esinlenerek yaşadığı dönemlerde Mengüceklilerin eğlence ve müziğe düşkünlüğünden bahsedilebilir. Öyle ki bu dönemde yetişen musikişinastlar ülke dışında dahi aranır duruma gelmiştir. Bu âlim kişi I. Alâeddin Keykubat'ın zamanında sanatının zirvesine ulaşmıştır. Eyyübîler'den Melik Eşref’de, Alâeddin Keykubat'ın çağdaşı ve aynı zamanda kaynı olduğuna göre bu âlim kişi Mengücekliler’den II. Alâeddin Davutşah döneminde Erzincan’da yaşamıştır.79

d.Nizâmeddin Ahmet Erzincâni: Konya’da yaşamış olan Erzincanlı âlimlerdendir. "Menakıbul' Arifin" adlı eserde bununla ilgili bir haber şöyle anlatılır: Ahmet Eflâki Konya'ya geldikten sonra Siraceddin Mesnevi-han, Abdül-mümin-i Tokâtî ve Nizâmeddin-i Erzincani'den ders almıştır. Bu âlimlerden hangi dersleri öğrendiği kesin olarak bilinmemekle beraber eserinde, heyet ilmi ve attarlıkla uğraştığı tahmin ediliyor. Müellif eserinde, Erzincanlı Nizameddin'den “üstadım” diye söz etmektedir.80

75 Kaya., a.g.e., s.168-169. 76 Kaya., a.g.e., s.170

77 Turan., Doğu Anadolu, s.75. 78 Turan., Doğu Anadolu, s.75. 79 Kaya., a.g.e., s.170.

(35)

Sultan I. İzzettin Keykavus bir keresinde edebiyatçıların en büyüğü olan Nizâmeddin Ahmet Erzincan'ın bir kasidesine nazire yazıp81, bunu bir toplantı gününde okuyan Şemşeddin Tabes'i inşa memurluğundan alarak, Emir-i Arızlık (Milli Savunma Bakanlığı) makamına yükseltmiştir.

Bu âlim şahsiyet Türkiye Selçuklu Sultanlarından Alaadin Keykubat döneminde de Ülkenin "edebiyatçı ve şairlerin reisi, üstadı" ilan edilmişti. 82

e. Mehmet bin Mustafa bin Hoca Hasan Fahrüddin Salguri: Mengücekli illerinden Divriğili olan Fahreddin Muhammed Hoca Hasan el-Salguri kısaca Fahrüddin Çelebi olarak da bilinmektedir. Bu âlim şahsın en önemli vasfı ise, Anadolu Türk tarihinde dilimize ilk emek veren kişi olmasıdır. Türklerin Salgur boyundan olan Fahrüddin (doğ. 631/1233) - (ölm. 713/1313) yılları arasında yaşamıştır. Anadolu'da ilk sözlük XIII yy. da bu âlim tarafından yazılmıştır. Bununla ilgili bilgiler İbn Hacer el-Askalânî'nin "Enbâ'ül-Câmî fi Enbâ'ıl-Amr" adlı Arapça eserinde mevcuttur. Fahrüddin Salguri Selçuklular devrinde, Türk dilinin başlıca kurallarını ve kelimelerini bir kaside halinde toplamıştır. Divriğili olan Fahrüddin Salguri, Gazze subaşısı olan Melik Nasır Muhammed bin Klavun'a öğretmenlik etmiştir. Mezarı ise Şam’dadır.83

f.Erzincanlı Şerâfeddin: Mengücekli illerinden Erzincan'da, yetişmiş olan önemli şahsiyetlerdendir. Moğollar dönemi Türkiye Selçuklu Devleti'nin yönetiminde rol oynamıştır.84 Onunla ilgili haberler "Ariflerin menkıbesi" adlı eserde anlatılır. Mengücekli illerinden Erzincanlı olan bu zat ilmî sayesinde Selçuklu’nun en üst makamlarına gelmiştir.85

g. Kâtibü’ş-şurût Erzincanlı Yusuf b. Nuh: Bu zat Moğol hükümdarı Güyük Han tarafından, IV Kılıç Arslan'ın vezirliğine tayin edilen Erzincanlı Tercüman Bahaeddin Yusuf'tan başkası değildir. Türkiye Selçuklu hükümdarı I. İzzeddin Keykavus’un ilk saltanat yıllarında devlet adamları arasında yer almıştır.86

81 İbn Bibi., el Evâmurü’l-‘Alâ’iye, (Nşr. N Lugal, A. Erzi), Ankara,-1956, c.I, s.147–148. 82 İbn Bibi., a.g.e., s.147-149.

83 Kaya., a.g.e., s.170-172.

84 İbn Bibi, el Evâmirü’l-‘Alâ’iye (Çev. Mürsel Öztürk), c.II, s.100–101. 85 Kaya., a.g.e., s.171-172.

(36)

Yine vakfiyelerden IV. Kılıç Arslan'ın vezirliğini ve atabeyliğini yapan bu zatın daha önceleri Malatya Mahkemesinde Kâtibüş-Şurut87 olduğu anlaşılmaktadır. Ancak onun I. İzzeddin Keykâvus ile Alâeddin Keykubad arasında geçen 30 yıllık süresi hakkında her hangi bir bilgiye sahip değiliz. Sadece kültürlü bir kişi olduğu ve öldürüldüğünde ileri bir yaşta bulunduğu tahmin edilmektedir. Mengücekli illerinde yetişen bu zatında Selçuklu saraylarında önemli görevlere geldiği görülmektedir.88

h.Erzincanlı Alâeddin Tabîb: Türkiye Selçuklu Sultanlarından IV. Rükneddin Kılıç Arslan’ın çağdaşı olan bir doktordu. Sultanın rahatsızlığı üzerine Mengücekliler’in eskiden başkenti olan Erzincan’dan gelmiş ve onun tedavisi ile ilgilenmiştir. Bu doktorun Türkiye Selçuklu Sultanı tarafından çağrılması Mengücekli kentlerinde tıp ilminin ileri bir düzeyde olduğunun göstergesidir. Mengücekli illerindeki tıp ilmi Selçuklulardan üstün olmalı ki Sultan buralardan doktor götürmektedir.

i.Baha Veled: Anadolu’ya gelip iz bırakan alimlerden biri de "Sultanü'l-Ulema" lakabıyla da tanınan Bahaeddin Veled b Hüseyin el-Belhi'dir.Kendisi Belhlidir. Daha sonra hanımı ve çocukları ile birlikte Nişabur, Bağdat, Mekke, Medine, Şam, Halep, Erzincan, Suşehri, Malatya, Darende ve Konya’ya gelir.89 Mevlâna'nın babası olan bu zat tahminen 1220–1221 yıllarında Melik Fahreddin Behramşah zamanında Erzincan'a gelerek Mengücekli beldesine yerleşmiş ve çok sevilip sayılmıştır. Bir süre Erzincan'daki Akşehir'de ikamet etmiştir.90 Fakat daha sonra rivayete göre bölge halkı ile fikri tezatlıklara düştüğü için buradan ayrılmıştır. Özlemini çektiği fikri çevreyi burada bulamamıştır. Mengücekli illerinde genel olarak hâkim olan fikri yapılanma Türkmen ülküsü idi. Bir diğer görüşe göre de bölge halkı eğlenceye ve küfre daldığı için buradan ayrılmayı uygun bulmuştur.

"Menakibül-Arifin"den anlaşıldığı üzere Baha Veled. I.Alâeddin Keykûbad üzerinde büyük tesiri olan bir âlimdi ve Baha Velede çok itibar ederdi.91 Baha Veled'in, Burhaneddin Hüseyin et-Tirmizi gibi çok değerli öğrencileri de vardı. Eserlerinin adları

87 Rafet Yınanç, “Sivas Abideleri ve Vakıfları”,Vakıflar Dergisi 22, Ankara-1991, s.30. 88 Kaya., a.g.e., s.172.

89 Aksaraylı Kerameddin Mahmud., Müsameret-al-ahbar , (nşr.O. Turan),Ankara-1993, s.199. 90 Cahen.,Osmanlılardan Önce,s.255.

Referanslar

Benzer Belgeler

Şüphesiz, Oshıanlı devletinin D oğu'da tatbik ettiği değişik özel sistemler, bölgedeki feodal yapıyı muhafaza etm iş hatta kuvvetlendirmiştir. Ancak feodal

Sürecin cumhuriyet tarihinde ilk defa aşağıdan yukarıya doğru toplumsal iradenin ortaya çıkartılarak bu iradeye dayalı, yeni bir siyasal paradigma, yeni bir hukuk, yeni bir toplum

• 2013 yılında Erzurum (Aşkale Çimento), Malatya (Anateks Anadolu Tekstil Fabrikaları AŞ) ve Elazığ (Eti Krom) illerinden birer olmak üzere toplam üç kuruluş, Türkiye’nin

• Nitekim Oltu Havzası’nda 2.200 m’ye kadar olan sarıçam ormanlarının altında İran-Turan step elemanlarından olan özellikle gevenler; 2.200 m’den sonra ise saraypatı

FATİH SULTAN MEHMET ANADOLU LİSESİ 2019-2023 dönemini kapsayan stratejik plan çalışmalarında misyon, vizyon, amaç, hedef ve faaliyetlerini belirleyerek

Ayşe Dolunay SARICA, DEU Buca Eğitim Fak., İzmir Banu ÇULHA ÖZBAŞ, DEU Buca Eğitim Fak., İzmir Banu ÖZEVİN, DEU Buca Eğitim Fak., İzmir Berna CANTÜRK GÜNHAN, DEU Buca

Yukarıda saydığımız ilkeler ışığında yürütülen politika sayesinde Vilâyatı Sitte (Altı vilâyet) denilen 

• Bölümde, tektonik kökenli oluklar ve bunların içerisinde Malatya, Elazığ, Uluova, Bingöl ve Erzincan ovaları gibi ovalar yer alır.. • Bu tektonik oluklar, aynı zamanda