• Sonuç bulunamadı

Ulus'da çıkan bir yazıya cevap:Ağrılar içinde doğan bir alem

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ulus'da çıkan bir yazıya cevap:Ağrılar içinde doğan bir alem"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

«i«” «

M

Ulus* da çık an

yazıya cevap

ı-f j - j r L - - r r - ı - - ı. r j - .. ı . - | i r - --- — ---—■ ^ » • ■ ■ " ■ ■ " i «

Ağrılar, içinde

doğan

bir

âlem

İslâm memleketlerinde siyasî ve dini saltada3

yükseliş ve kurtuluş hareketlerine bir bakış

IV

B

U İZD E iki buçuk asırdan yani,

üçüncü. Sultan Ahmet'ten, diğer İslâm memleketlerinde 18 inci asrın sonu ve 19 uncu asrın başmdanberi, içine düştükleri va ­ ziyetin vahametini anlamış siyaset ve din adamları bir kurtuluş hare­ ketine başladılar. Garbın üstünlü­ ğünü, tazyikini veya istilâsını gö­ ren bu memleketlerde hâtıramızda yer tutmağa, sevgimize ve saygı­ mıza lâyık bir takım adamlar çık­ tı. Siyasi cereyanları bugünkü ko­ nuşmamızın dışında bırakalım. O- nun için ne vaktimiz ne yerimiz var. Asıl gözünün

de tutacağımız f

mevzu, durmuş, kalıplaşmış ve te- I reddiye yüz tut­ muş dinî telâkki-

ler ortasında bir sınıf yeni müca­ hidin teşebbüsleri ve elde ettikleri neticelerdir.

Benim son senelerini yaşadığım Osmanlı İmparatorluğunun cenu­ bunda iki büyük buhran devleti­ mizi endişeye düşürmüştü. Birisi doğrudan doğruya siyasi bir dâva, İkincisi dinî fakat dolayısiyle yine siyasî addedilmeğe lâyık bir ıslahat hareketi. Hudutları 1863 seferindenberi derece derece dara­ lan Osmanlı imparatorluğu, tari­ hinin en tehlikeli devirlerinden birini geçiriyordu. Ecnebi devlet­ lerle yapılan muharebelerden, H ı­ ristiyan milletlerin isyanından baş ka bir de yer yer Kümelide, Mısır- [ da, Arabistanda Müslümanların I kıyamı baş göstermişi!.

; Bu devir, bizim için son de­ rece mühimdir ve bizim tam in­ kırazımızla nihayet bulabilirdi. E- ğer Osmanlı tarihinde İkinci Mah­ mut, gibi, bir insan kalbine yükle­ nebilecek, bütün dertlere taham­ mül etmeğe müsait fıtratta, kara­ rını ve iradesini kaybetmiyen, ruh kudretine nihayet olmıyan bir pa­ dişah bulunmasaydı.

Bu devir, Şark tarihinde çok va­ him bir hususiyet arzeder, Hindis- k tan Bayerî imparatorluğu, İran Kaçar imparatorluğu ve Osmanlı

tmaaaratfıidtHhı birbiri .ax^VSJX-~zr,r

m zeval yolunu tutmuş görünürler. Böyle bir hava içinde ümidini ve imanım kaybetmemiş insanların anyacağı şey, dağınık ruhları top­ lamak, onların hepsini kurtuluşa erişmek için muayyen bir istika­ mette mücadeleye sevkefmektir.

A öd ’vahab, boy1 e bir maksatla ortaya atılan İslâm mücahitlerin­ den biridir. Onun maksatlarını tek bir cümle içinde hulâsa etmek lâ­ zım gelse, bu, mensup olduğu dini, ilk s ?fetine irca etmektir. O, ya­ bani o ' -nn istilâsına uğramış bir bahçe gibi hurafelerle karışmış, tamamen cahil bir takım hocaların eline düşmüş bir sahayı temizle­ mek, yükseltmek, kuvvetlendirmek istiyor, ö lü k rin türbesini ziyaret etmeği bir nevi putperestlik addet­ mektedir. Püytik halk kütleleri, bu gibi telkinler kav., nda çok has­ sas olmasın; bu mümkün değildi.

Abdüîvehab.n başına geçtiği ha­ reket çok genişledi. İstanbul sara­ yının ve hükümetinin endişelerini uyandırdı. Bu itikad mürşidinin aradığı şey, aynı topraklarda doğ­ muş olan Peygamberin, altın dev­ rine bir dönüşten ibaretti. Osmanlı padişahı, Mısırda kendisine karşı

bir istiklâl mücadelesi açmış olan Mehmet A li’ye el uzatmaktan çe­ kinmedi ve ondan yardım istedi, iyman metrebesine yükselmiş bir fikrin silâhla ezilmesi devamlı su­ rette mümkün olmuyor. Mısır H ı­ divi, oğlu İbrahim Paşayı Abdül- vehab’a karşı gönderdi. Harp, din ıslahatçısının mağlûbiyetiyle neti­ celendi. Silâhların mağlûbiyeti, iy- manm mağlûbiyeti olmadığı için bugün Suudî Arabistanda, aynı f i­ kirler muzaffer bir devlet olarak yaşıyor.

Yine bu akiydeler M ısır'ı

atlıya-■ANLATAN:

Hamdullah Suphi Tanrıöver

rak Trablusta Derne dağlan civa­ rında kendine bir merkez uuıdu. Bu merkezin başında i s « i .İslâm dünyasında çok tanınmış olan Şeyh Sünusî vazife almıştı. İstanbul hü­ kümeti bunun yayılmasını da teh­ likeli gördü ve Sünusîler merkezi içeriye, çöllerin derinliklerine naki ettiler.

İtalyanlarla aynı sahada muhare beye girdiğimiz vakit Şeyh Sünusî teşkilâtı bizim saflarımızda kendi­ ne yer ayırdı ve ordumuza yardım etti. Günün birinde Anadaiuda M illi Hareket başlayınca A frika topraklarında yardımımıza koşun­ ların Reisini topraklarımıza girer­ ken gördük. Levha, hakikaten çok müessir, çok güzeldi. Abdülveha- bın ve Sünusî zaviyelerinin neşret tikleri fikirler bir gün Cemaleddin Efganî’nin eliyle daha geniş ufuk­ lara bakarak, daha büyük emeller takip ederek başka sahalara geçti. Onu Hindistanda, Efganistanda, İranda, Türkiyede hükümdarlarla, devlet ricaliyle, ilim adamlariyle, şairlerle temas halinde senelerce takip ettik. O, bizim m illî şairimiz Mehmet Emin’in şahsi dostu idi. Mehmet Emin Yurdakul kaç defa bana, büyük fik ir ve iyman ada­ mının kendi üzerinde hasıl ettiği derin tesiri minnettarlık hissiyle anlatmak lüzumunu duymuştu.

Tahran sâriyi farahndan7'u|ra- dığı çirkin takibattan kurtularak istanbula geldi. Abdülhamit, islâ- ma ait, beşeriyete ait bir çok me­ seleleri çok içinden kavrayan bu adama .bilhassa düşüncelerinin li­ beral mahiyeti dolayısiyle uzun müddet dost olamazdı. Şeyh Cema­ leddin, İslâm dünyasında kendi milletlerine tahakküm eden hü­ kümdarlara muhalifti. Onun bütün kalbiyle reddettiği bir şey de A v ­ rupa milletlerinin Müslüman m il­ letlere ait olan işlere müdahale et­ meleriydi. Cemaleddin’le tanışan Avrupalılar, onun hakkında duy­ dukları takdiri ve hayranlığı bü­ tün İslâm münevverlerine teşmil etmemekle beraber, bu cinsten bir adamın donmuş, ve ölmüş farzet- tikleri bir cemiyetin içinde yetiş­ mesini de çok mânîdar buldular. Bahsimiz uzuyor. Size bir kaç ke­ lime ile Şeyh Abdü’den bahsetme­ ğe mecburum.

19 uncu asrın ortalarına doğru, yani bundan 100 sene evvel Mısır­ da doğmuş olan bu zat, hiç şüphe yok, Şark dünyasının, bugün yer yer vâsıl olduğu kurtuluşta çok büyük payı olan asil sı'ymalardan

biridir. Doğra fikirlerin yayılma Hakkın

kudretini görmek için bir gün Şeyh Cemaleddin'le Mehmet Abdü’nün birbiriyle karşılaştıklarını ve ara­ larında her ikisinin ölümüne ka­ dar devam eden bir dostluğun te­ essüs etmiş olduğunu kaydetmek icap eder. O, yalnız şifahî telkin­ leriyle değil, neşrettiği kitaplarla, tesis ettiği cemiyetlerle İsiâmın yükselmesine hizmet etmiş büyük bir insandır. Ne yazık ki, sütunla­ rınızda çok içten tanılmasmda fa y­ da olan bu değerli şahsiyetleri da­ ha fazla tahlil etmeme imkân yok­ tur.

Hindistan tep- rakları, bu asil cinsten adam ye­ tiştirmek husu­ sunda verimsiz kalmamıştır. Sey.t Ahmet Han, İslâm birliği fikrinde çekingendi. Osmanlı imparatorlu­ ğunda ve diğer İslâm devletlerinde, siyasî ve adli ıslahat fikirlerini mü dafaa eden kitabında. Peygambe­ rin içtimai sahada değişmez esas­ lar koymadığını, ahlâkî ve siyasî ıs lahat için kapıları daima açık b ı­ raktığını iddia eder. Ona »Yeni mutezilenin Reisi» derler. Seyyit Emir A li, Şevket Mehmet Ali B i­ raderler, isimlerini yâdetmenıiz lâ­ zım gelen kimselerdir. Bunlar, Is­ lan dininin milliyetler fevkinde ol- ^duğunu, kavmiyet hudutlarını ta­

nımadıklarını söylerler.

Çarlık ve Sovyet Rusyada başka ıslahatçıların gayretlerine şahit o- iuyoruz. Onlardan biri, Mûsa Ca- rullah'tır. Bundan bir kaç ay ev­ vele kadar memleketimizde mül­ teci ve misafirdi. Şimdi, bir müd­ det için Mısır’a gitmiş bulunuyor. Yakiren tanıdığım bu zat, hiç şüp­ he yok, kendi başına bir âlem olan, diniyatta son derece geniş vukufu olan bir şahsiyettir.

Bu âlimlerin yetiştikleri memîe-! ketlerde tesirleri ne oldu? Mısırda siyasî partiler de vardır. Mısır hal­ kı din ve siyaset mürşitlerinin ida­ resi altında bir kurtuluş mücade­ lesi yaptı. Dünya vakalarının yar- dımile de İngiliz kıpvçtıpri n tnp.,

rakları terkelmiş, Süveyş Kanalı sahasına çekilmiştir. Efganistan, İngiliz nüfuzundan kurtulmuştur. Hindistan iki büyük devlet olarak istiklâline kavuşmuştur, denilebi­ lir. İran, Rusya ve İngiltere nü­ fuzları altmda ikiye bölünmüş bir memleket vaziyetinden çıkmıştır. İngiliz ve Fransız, müstemleke âle minde, ehemmiyeti âşikâr olan bîr değişikliğin şahidi oluyoruz. İngi­ liz Commun Welti, asıl İngiltere, liz. Komonvelti, asıl İngiltere ya ve Zelanda’dan ibaret bir H ı­ ristiyan milletler camiası idi. Şim­ di bu camiaya Hıristiyan olmıyan devletler de kabul edilmiştir. Hin­ distan ve Pakistan Komonveltin â- zasıdırlar. Beşerî ve dini alâkamız­ la buna ne kadar sevinsek yeridir, Pakistan ise, bu alâkanın da fe v ­

kinde olarak hayrına, saadetine ve tam istiklâline ayrıca alâka duy­ duğumuz bir kardeş memlekettir.

Biz ne yapıyoruz? Türkiye Bü­ yük M illet Meclisi 920 de açıldığ! vakit bazı ilmi tarikte yetişmiş hocalar, onun teşrii bir hakkı ola­ cağını kabul etmemişlerdi. Teşri hakkı yalnız büyük şariin, Cenabı ve onun emirlerini bize

tebliğ eden Peygamberindir. Biz kanun yapamayız, diyorlardı ve hiç şüphe yok, ezici ekseriyeti dindar olan meclis kendisinin bir teşriî hakkı olduğunu kabul etti ve ihtiyaçlara göre kanunlar çı­ kardı.

Sakarya muharebesi sırasında

(2)

Ağrılar içinde doğan bir âlem

(Üçüncü sayfadan devam) kadın erkek beraber bir muallim­ ler kongresi topladığım için Mec­ liste çok ağır bir muhalefete uğ­ radım. Anadoluda erkekten fazla bir çok hizmetlerin peşinde olan kadın bu görüşe uysaydı bugün bir Türk devleti yoktu. <•

Şeriate bu bakış, zamanla, me­ kânla, bütün şartların değişmesin­ den hasıl olan farkları gözönünde tutmamanın bir neticesi idi.

Bu defa yeni Başbakan Osman Koni ile vâki olan münakaşasında, . ben Berberi memleketlerde asır- | larca evvel imam Hambel'in, İmam I M âlik’in görüşleriyle iktifa ede­

mem. Türk milletinin ihtiyaçlarını, Türk güzidelerinin teşkil ettiği bu Meclis kanun haline kor, demişti. Halbuki, Türkiyede yeni kanunlar, şeriat haricinde lâik mahiyette ka- 1 nunlar çıkarılması ne kadar eski­

dir. Fatihin, Sultan Süleymanm kanunları şer’î değildir, lâiktir. Timur, din sahasını Şeyhülislâmı ) Teftezanî Sadettine bırakarak eski Türk kanunlarından ibaret bir mecmua olan Yasayı, siyaset, idare ve askerlik sahasında tatbik etti.

Biz bu fikri bundan 38— 40 sene I evvel yalnız müdafaa etmedik, ay­

nı zamanda tatbik ettik. Türk m il­ liyetçiliği İslâm milletleri arasın­ daki uhuvvete bir darbedir. Bunu din reddeder dedikleri vakit, İslâm camiası, tarihî şuuru kuvvetlenen fertleri yeni bağiarla birbirine bağ lanan Türk cemiyetinden eskisin­ den daha fazla istifade eder de­ miştik.

A kim gösterdiği bu yolu bütün memleketi kucaklıyan bir teşkilât halinde herkese açmaktan çekin­ memiştik. «Türk kadını, erkekle beraber çalışamaz» dedikleri vakit, hayatta bir çok vazifeleri üzerine almağa davetli olan Türk kadını­ nın, erkekle beraber çalışmasını zarurî görmüş ve bunun tatbikatı­ nı bütün ocaklarımızda, asla ka­ dınlarımızın şerefini ihlâl etmiyen bir vekar içinde yapmıştık. Yunan­ lının jinesesi, eski Rusun Terem’ i gibi haremde zeval bulmağa mah­ kûmdu. Bizim kervanımız da, daha evvelki kervanların geçtiği yolu tutmuştur.. Eğer Türk kurtuluş mil cadelesi zafere ermeseydi, müstev­ liler yalnız dar börüşlü, ftlg is i kıt, kifayetsiz adamları din müessese- lerimizin başına yeçirecek v e halkı

uyutmağa çalışacaklardı. Rusların şimdi istilâ sahasında yaptıkları bibi.

Bulgaristanda kurulan Turan Cemiyetinin ihtilâlci olduğunu Sof ya hükümetine haber veren ve ka­ pattıran, âzasını tevkif ettirei) bütün Bulgar Türklerinin bildiği Ahmedof isminde zayıf ruhlu, bü- yük vazifesine ihanet eden bir müftü idi. Bükreşe vazife ile -var­ dığım ilk sene Mecidiyede bir vâi- zin Cumhuriyetimiz aleyhinde tel­ kinlerini, onu dinliyenlerden ba­ zıları gelip bana anlattılar. Şük­ ranla hatırlıyorum ki, din hizmet­ lerine» memur diğer şahsiyetler be­ nimle açıkça işbirliği yapmaktan çekinmediler ve ben de elimden geldiği kadar onlara yardım ettim, Sovyet radyoları Kazanda, Ufadt ve Semerkantta İslâm dünyasını iğfal etmek için büyük vazifesini inkâr etmiş, zayıf, liyakatsiz din adamlarını sesini duyuruyor.

Bu sebepledir ki, kuvvetli bir İlahiyat Fakültesinin açılmasını emel edinen neşriyatı, telkinatl, kendimize bir borç bildik. Bunuû İçindir ki, Hıristiyan âlemindi mesleğin şerefine lâyık vasıflarla yetiştirilmiş ruhanîlerin komüniz­ me karşı açtıkları kahramanca mü cadeleyi anlatmakta devam ediyo­ ruz.

Bunun için Mecidiye Medresesi­ ni kapatarak m illî edebiyat, miiû tarih ve fen dersleriyle ikmal ettik. Dün olduğu gibi bugün de bu noktadaki kanaatimizde hiç bir şey değişmemiştir. Nasıl ki, Türk Oca­ ğının yeniden açılış nutkunda si­ yasette ve dinde muvaffak bir ir­ ticaın imkânsız olduğunu anlatır­ ken bir çok misaller getirmiş, ve Türk halkında mevcut elan rüş- dün geriye dönüş tehlikelerine kar

şı elimizde en büyük teminat ol­

duğunu söylemiştim. Burada tek­ rar ediyorum. 250 senelik ıslahat tarihimizde bir tek defa muvaffak olmuş dinî bir irtica kaydına rast­ lanmaz.

Şimdi sormak lâzımdır. Acaba evvelki söylediklerimizle, bugün söylediklerimiz ve yaptıklarımız a- rasmda hangi tenakuz vardır? in ­ san vehmini zorlamazsa, tahrif ve tezvir yoluna düşmezse bugünkü bizi, dünkü söylediklerimiz ve yap tıklarımızla tezad halinde görme­ ğe ve göstermeğe en ufak bir im ­ kân yoktur.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu güçlüğü büyük arkadaşınız Namık Kemal bile duymuş, si­ ze hitap için isminizden başka kelime bulamamıştı.” diyerek, o kendine has üslûbiyle yeni

Yine kadın hakları konusun­ daki yıllar önce yayımlanan bir yazımda şöyle de­ miştim: “Türkiye’de bir kadın sorunu değil, erkek sorunu vardır; erkeklerimiz kadın

Türk Kadını dergisinin içeriğinde kadına dair, eğitim, aile hayatı, kadın ve terbiye, annelik, kadınlık, feminizm, moda, kadın hakları, kadınlığın ilerleme yolları,

Horizontal göz hareketlerinin düzenlendiği inferior pons tegmentumundaki paramedyan pontin retiküler formasyon, mediyal longitidunal fasikül ve altıncı kraniyal sinir nükleusu

En az yüz yıllık perspektifi olan; Bir Kuşak - Bir Yol Projesinin, Asya, Afrika ve Avrupa’yı kara deniz ve demiryolları ile entegre edeceği, projenin hat üzerinde bulunan

Verilen bir cümleden kesin olarak çı- karılacak yargıyı bulmak için cümle net olarak açıklanır ve ihtimal veren seçenekler elenir?. Buna göre seçenek- leri ele

1970’li yılların başlarında Lübnan’ın Beyrut şehrinde kurulan ASALA (Er- menistan Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu) kendisini Uluslararası Devrim

Tarımla uğ- raşanların çok fazla olduğu yerlerde ya da tarım alanının az olduğu sahalarda tarımsal nüfus yoğunluğu da fazla olur.. Buna göre nüfus artış hızı, hizmet ya