B
OZAL'IN FRANSA VE
HİNDİSTAN GEZİLERİ
AŞBAKAN Özal’ın, Fransız Başbakanı Chirac ile başlattığı “yeni dönem” hayırlı olsun... Ancak, bazı çevrelerdeki aşırı iyimserliğe biz pek katılmıyoruz. Fransa’nın özellikle Ermenilerle ilgili temel politikasının 67 dakikalık bir görüşmeyle değişeceğini sanmayalım. Hele 24 Nisan günü (Ermenilerin soykırım iddialarının yıl dönümü diye niteledikleri tarih) Fransız televizyonların da eski tip programlarla karşılaşırsak fazla şaşırmayalım. Fransa’da liderler değişir, ancak bazı temel politikalar de ğişmez. Olsa olsa manaları farklılaşır o kadar.
Üstelik, dikkat edilirse Fransız Başbakanı görüşme den sonra verdiği demeçte, Türk-Fransız ilişkilerinin özel likle ekonomik yönüne ağırlık verdi. Adeta asıl sorunun üstünden atlıyormuş gibi...
ilişkilerim izdeki bu yeni dönemde, Fransızların daha duyarlı olmaları, bizim de her şeyden nem kapan “ola
ğanüstü duyarlılıktan” uzaklaşmamız, işleri kolaylaştıra
caktır. Ancak yine de bütün sorunları çözemeyecektir.
★ ★ ★
IİNDİSTAN gezisi ise, maalesef Başbakan’ın faz la konuşma merakından tam bir fiyasko ile sonuç---ilandı. Konuşmalarında sarfettiği bazı sözler de tam anlamıyla birer “inci” idi.
Melih Âşık ilk defa dikkatlerimizi çekmişti. Ancak bir defa daha vurgulanmasında çok yarar var. Zira Sayın Baş bakanımız, kendine göre bir “diplomatik di!” yarattığını sanıyor galiba. Etrafındakilerden hiçbiri de uyaramadığın- dan olacak, yavaş yavaş bu yaklaşımının tuttuğunu ve be nimsendiğini zannetmeye başladı.
Anımsayacaksınız, Hindistan dönüşü Başbakan'ın ba sında yayınlanan ve sonradan da düzeltilmeyen, ANAP grubundaki konuşmasında “...Fakirlik, cehalet ve sefa
let kucak kucağa. Türkiye’den şikâyet edeni oraya yolla- malı...” dedi.
Siz düşünebiliyor musunuz, örneğin Hollanda Başba kanı Ankara’ya yaptığı resmi bir geziden dönüşünde, La- hey sokaklarını pisleten köpeklerin sahiplerine karşı harekete geçilmesini (Hollanda da başka bir sorun bu de rece heyecan yaratmaz...) isteyenlere, kalkıp “...Türkiye’de
insanlar genizlerini temizleyip yerlere tükürüyor, hatta so kaklara sümkürüyorlar. Burayı beğenmeyenleri Türkiye’ye yollamalı...” dese, ne hissedersiniz? Gerçek de olsa, ho
şunuza gider mi?
Kendini politikacı olarak gören hiçbir insan böyle bir hata yapamaz. Yaptığı takdirde de, özür dilerim ancak, Türkiye’de olduğu gibi tepkisiz kalmaz. “Aman kardeşim
daha neler neler var. Bu, diğerlerinin yanında bir hiç kalır”
demeyin. Ciddi bir devlet geleneği olan bir ülkeyiz. Bu günkü ANAP ekibi kadar Türkiye’nin dış ilişkilerini hafi fe alan bir ekip ile karşılaşmadık.
Başbakan bu şekilde hareket ettiği zaman, onu gö ren en yakın çalışma arkadaşı bir parlamenter, Strasbo- urg’daki Avrupa Parlamentosu üyeleriyle görüşmelerinde kolaylıkla laubalileşebilmekte, Avrupa Konseyi veya AET ile iliş k ile r çerçevesinde konuşan bazı parlamenterler Türk milletinin layık olmadığı biçimde hareket edebilmek tedirler.
Tam 2.5 yıldır, “Bugün düzeltirler, yarın iyileşecekler” ümidiyle yaşadık. Düzelme ne demek, giderek bozulma başladı. Zira beyler, “Biz yaptık oldu” havasına girdiler, Başbakanlarına baktıkça “klasiğin dışında hareket etme
nin çok moda olduğunu sanıp” ipin ucunu daha da bı
raktılar.
Bir başka nokta daha var ki, Sayın Başbakan unutu yor galiba... O da, küçümsediği, sefalet içinde yaşadığı nı söylediği Hindistan’ın, aynı zamanda dünyanın en iler sanayilerine sahip, teknolojisinin Türkiye’den 10 kat da ha ileri olduğu, nükleer alanda dünyadaki birçok sanayi leşmiş ülkeden de ileride bulunduğu, atom bombası ima edebildiği, kendi uçağını (montaj değil) komple yapabil diği ve dünyanın en etkin ülkelerinden biri olduğudur..
Sayın Özal, “Türkiye’nin Başbakanını” ağırlamış bir ülkenin liderine ayıp etmiştir. Diplomatik kuralları çiğne miştir. Hindistan’a yapılan bir koca gezi böylece boşa git m iştir.
★ ★ ★
U gezilerin bir de “dış tanıtma” yönü var ki, o ta rafı içler acısı. Türk Başbakam'nın Hindistan ge--- zisini dünya basını “duymamış”, dünya TV’leri
“görmemiş”, uluslararası radyolar “işifmemiştir.”
OECD’deki başkanlığımızda, dünyanın ağırlıklı basın ve TV’lerince farkına varılmamıştır. Hem OECD, hem Paris görüşmeleri, temelde “olumlu adımların atıldığı” temaslar olmuş, ancak bazı çevrelerin ileri sürdükleri gibi “kale
ler fethedilmemiştlr.”
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi