Dostları
ÜST AD'ı anlatıyor
Türk-İslâm ideolocya örgüsünün kudretli müca
hidi, tefekkür hayatımızın dehâsı ve şiir dünyamızın
sultanı Üstad Necip Fazıl Kısakürek’ i, 78.
yaşım
doldurduğu gün, ebedî istirahatgâhına ve Cenab-ı
Allah’ ın rahmetine tevdi ettik. Dostları, yeri doldu
rulamayacak büyük mütefekkirin ardından duygu
larını, düşüncelerini ve O’ nun değerini, özet bir
çerçeve içinde belirtmeye çalıştılar. Bu görüşleri,
bir demet halinde okuyucularımıza takdim ediyo
ruz.
r
N ecip Fazıl, 7 0 0 yıl m esafeden Yunus Emre'yi takip etm ektedir. Büyük kültürümüz,
ikisini d e tasavvuf inancının güzellik ve yüceliğinde birleştirmiştir
Her şiirinde korkunç bir
«tecrid» vardı
Prof. Dr. Ayhan SONGAR
1
* nsanı diğer canlılardan ayıran tek ve büyük mümeyyiz vasıf “ Mücerred düşünce” yani “ tecrid kabiliyetedir. Hayvanlar, hattâ nebatlar bile, aralarında belli bir “ D il” ile haberleşirler. Kedinin miyavlamasından aslanın kükremesine ve nebatlar m renk renk çiçek açmalarına kadar çeşitli canlıların birbirinden farklı "lisan” lan vardır. Am a yalnız insandır ki, duygu ve dü şüncelerini, çeşitli hâdiseleri ve eşyayı onları basitçe tarif etme nin ötesinde, müşahhas’lıktan kurtulmuş birtakım “ sembol” ler- le ifade eder.Zekâ, mücerred düşünce kabiliyeti, tecrid melekesi ile paralel dir. Ne kadar müşahhas’dan kurtulabiliyorsak ne kadar çevre mizi mücerred sembollerle idrâk ve ifade edebiliyorsak o kadar zekiyizdir.
Necip Fazıl Kısakürek, tecrid kabiliyeti bakımından emsaline dünya durdukça pek de rastlanılması mümkün olmayacak sevi yede bir dahi idi. “ İnsanlar bilmediğini bildiğine kıyas edebilse, biliyorum kelimesi ortadan kalkardı. Biz de bilmemenin bili yorum zannı içerisinde gerisindeyiz” diyen Necip Fazıl’ın her şii rinde, hayır; sadece her şiirinde değil, pek basit ihtiyaçlarını bile dile getiren her konuşmasında, korkunç bir tecrid, dehşetli bir sembolizasyon hemen dikkati çekerdi.
“ Sanki burnum değdi burnuna yok’ un
Kustum öz ağzımdan kafatasımı” /
diyebilecek artık hangi zekâ, hangi “ kelâm üstadı” vardır ki? Bugün ne o Türkçe kaldı ne de onu böylesine kullancak kimse. Gelin hep beraber derdimize yanalım:
“ Eyvâh ne yer ne yâr kaldı Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı...”
r
üstad fevkalâde
müstesna bir insandı
Prof. Dr. Süleyman YALÇIN
Üstad hakkında üç ayrı açıdan değerlendirme yapmak istiyo rum. Birincisi, 35 seneyi aşan bir beraberlik ve dostluğun mânâ sı. İkincisi, yakın bir hekimi olmanın değerlendirmesi. Uçüncü- sü de bir Türk aydım olarak gözümdeki Necip Fazıl...
Üstadın bir yakın dostu olarak, dünyamdan en değerli saydı ğım bir varlığın kopup gitmesinin acısı ile karşı karşıya ve baş- başayım.
Hekimi olarak fevkalâde müstesna bir insan yapısının karşı sında olduğumu zannediyorum. Gerçekten de öyle. Asırlar için de nadir görülen bir dehanın fizik bünyesini yakından tanıyo rum. ö y le ki, entellektüel yapısı yanında bedeninin anatomik ve fizyolojik çalışması ile fevkalâde müstesna bir insan karşısında olduğumu her zaman olduğu gibi şimdi bile hissediyorum. 35 seneye yaklaşan şeker hastalığına rağmen daha üç-dört sene ön cesine kadar gözlüksüz okuyup-yazabilen en ince teferruatı dahi net ve vazıh olarak hatırlayabilen bir hafıza ve bitip-tüken- meyen bir çalışma ile eserler verme kabiliyeti bir hekim olarak beni her zaman şaşırtmıştır.
Bir Türk aydını olarak, milletimin Necip Fazıl gibi bir dehaya sahip olmasıyla iftihar ediyorum. Göğsüm kabarıyor. Türk’ün tarih akışı içinde onun gerçek ruh kökünü tesbit eden ve nesiller boyu bu gerçeği çok güzel ifadelerle, erişilmez eserlerle dile geti ren bir Necip Fazıl zannederim, tarih içindeki bir Shakespeare,. Dır uoetne veya doğru tabiriyle bir I.namı Gazali gibi kayıp gi den ama, ismi ve tesiri asırlar boyu devam eden müstesna şahsiyeti önünde hürmetle ve rahmetle eğiiinecek kişiliğin sahi bidir.
V.
Bir dâhiyi kaybettik
Ahmet KABAKLI
U
stad’la son görüşmemizde, bilhassa şu düşünce üzerin de ısrarla duran bir konuşma yapmıştı. (Son görüşmemiz bun dan bir ay önce idi. Ne yazık ki, bant bozuk çıktı ve bu konuşma, onun ağzından nakledilemedi). Ana fikir olarak şunu söylüyor du:“ Ben bir bütünüm ve ben ce miyetimizi bütün tarihi, hâli, ıs tırapları, sezişleri, imânı, duygu lan ile aksettiren billurdan bir büyük göl olmaya çalışıyorum. Benim eserlerim çeşit çeşittir. Fakat hepsi aynı Allah dâvflsını söylemişlerdir. Piyeslerim var dır, romanlanm vardır, şiirlerim malûm, tarihf eserlerim vardır, kahramanlan yazmışımdır, fık- ralanm vardır. Fakat bütün bunlar, pürüzsüz bir bütünlük içerisinde beni aksettirirler. Bunlardan hiçbirine hor bakıl masına ve okunmadan geçilme sine gönlüm razı olamaz. Hepsi ne aynı benliğimi, aynı heyecanı mı, aynı duygu sıcaklığımı ve sanat gücümü koymuşumdur.”
Üstad’m kendisini anlatan bu görüşüne, ancak bütün eser lerini okuduktan sonra ben de katılmış bulunuyorum. Necip
O, yüce şâirlerim izin
kum aşından
y a ra tılm ış tı
Seyyid Ahmet ARVASİ
Zaman, üstâdın büyüklüğünü ve değerini daha iyi anlamamıza yardım edecektir.
Necip Fazıl Bey, dehâsına inandığım büyük mütefekkir ve şâirlerimizdendir. Ben, onu piya sayı işgal eden ıvır zıvır isimlerle mukayese etmeyi abes bulurum. O, Türk-lslâm medeniyeti içinde parlayan Fuzuli, Süleyman Çele bi ve Yunus Emre gibi yüce şâir lerin kumaşından yaratılmıştı. O, şanlı Peygamber’e hizmet et meyi şeref bilir ve bu hizmetle öğüniirdü.
Zaman, Necip Fazıl Bey’in bü yüklüğünü ve değerini daha iyi anlamamıza yardım edecektir.
“ İslâm, insanm ölmezliğine inanmaktır” diyen üstâda ebedî hayatında saadetler dilerim.
Fazıl’ın, bütün mısraları gibi, bütün satırları da, bir tanesi ih mâl edilmeyecek değerde san’at ve tefekkürümüzün büyük eser leri, parçaları, mozayıklandır.
Şairliği hakkında fikrimi so rarsanız, büyük Allah inancın da, manevî özvatanı arayışta, metafizik ürperişlerde, varlık, yokluk, ölüm, insan ululuğu, ba sitliği ve Peygamber’in nurlu izi konularında Necip Fazıl, 700 yıl mesafeden Yunus Em re'yi takip etmektedir. Büyük kültürümüz hiçbir fasıla vermeden Yunus Emre ile Necip Fazıl'ı Türkiye’ nin ve tasavvuf inancının güzel lik ve yüceliğinde birleştirmiş tir. Teşbihlerinde ve Türkçe’yi kullanışta insan gücünün üstün de mısralar ortaya koymuş bir dâhiyi kaybetmiş olduğumuz dan kimsenin şüphesi olmasın.
Aksiyon a d a m
M. Necati SEPETÇİOĞLU
yet'ten sonraki Türk şiirinin Ahmet Haşim-Yah-T nanç sisteminin sağlamlığı ve bütünlüğü, sıra--L dan bir şairi yüceltebilir. Aksi de mümkündür. Duygular dünyasının zenginliğine rağmen dü şünce yapısı bölük pörçük, inanç sistemi çürük nice şairlerin sıradan bile sayılmadığı çok görül müştür.
Sanat adamı her şeyden önce, bir dengenin insanıdır. Duygular dünyasını, düşünce yapısı ve inanç sistemi ile bir dengede tutabilen sanat adamı, iç ve dış gerçeklerin düğümünü kolayca çözebilir. Bu, bir şair için şiirin akacağı vadiyi bulması demektir. Rahmetli Necip Fazıl Kısakü- rek, aynca son 200 yılımızın, özellikle
Cumhuri-ya Kemal zirvelerinde ölçülebilecek bir büyük şa irdir. Onun karşısında olanların en çok omın etki sinden bunaldıkları ve başka bir çare bulamayın ca da O ’na sataşmaya yeltendikleri garip bir ger çektir. Necip Fazıl Kısakürek’in ulaştığı nokta, tabii gıpta ile DırüKte Kisaanışıan aa yoğunlaştı racaktı. Ayrıca bir inkâr devrinin baskısına kar şı çıkışı, yani, sanat adamlığının hareket adamlı ğı haline dönüşmesi de, o yoğunlaşmayı katılaş tırdı. Necip Fazıl'ı düşünürken Ahmet Haşim ve Yahya Kemal zirvelerinden ayn bir doru ğu, bu yoğunlaşmalar içinde ve sebepsiz sisler den arındırarak düşünmek daha doğru olur sanı yorum. Allah rahmetini esirgemesin.
E serleriyle yaşayacak
Gültekin SÂMANOĞLU
Ç
ok cepheli, değerli ve veri kolav kolav dol durulamayacak bir üstâdı, Necip Fazıl Kı-. sakurek i kaybettik. Şairdi, hatipti. Tiyatro, fıkra, makale yazarıydı. Hikâyeciydi, roman cıydı, tarihçiydi, münekkitti, inceleme, mo nografi veya biyografi ustasıydı. Filozoftu, mütefekkirdi. Topyekûn san’atkârdı. Büyük D oğu’cuydu. Ama bence hepsinden önce şâir di, hepsinden sonra da şâir. Hem de hâlis bir şâir. Ama her sahada derin ve çarpıcıydı.Kırılmayı eğilmeye tercih eden, tâvizi semtine uğratmayan, inancının doruğunda, Ben, Ben, Ben demiş; kendisine inanan bü yük bir çoğunluğa da, Sen, Sen, Sen dedirte- bilmiştir. Rüzgâra bir koku ver de hırkandan/
Geleyim izine doğru arkandan/ Bırakmam tutmuşum artık yakandan/ Medet ey şairim Yunus'um medet! demesini de bilen Üstad şimdi Yunus Emre ile buluştu. Aynı zamanda nurdan bir şehir gibi ruhunu seyrediyor.
Sık sık ezbere tekrar ettiğimiz mısraları yanında, Tannkulu’ ndan dinlediklerini, Hal kadan Pırıltılarını unutmak ne mümkün? Kendi tâbiriyle İdeolocya örgüsü, tam mânâ sıyla bir Türk-İslam senteziydi. En son şiirin de, Yokluk, sen de yoksun, bir var bir yok sun! demiş. Onun maddî yokluğu bizim bü yük üzüntümüz. Fakat, bıraktığı eserler tek tesellimizdir. O halde kendisine seslenelim: E y büyük Üstad, eserlerinle hep varsın, var sın, varsın... Hep var olacaksın!..
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi