• Sonuç bulunamadı

SÜNNîŽ TEFSİR GELENEОİNDE MU'TEZİLENİN YERİ -I (MEFÂTİHU'L-GAYB ÖRNEОİ)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "SÜNNîŽ TEFSİR GELENEОİNDE MU'TEZİLENİN YERİ -I (MEFÂTİHU'L-GAYB ÖRNEОİ)"

Copied!
41
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SÜNNÎ TEFSøR GELENEöøNDE MU'TEZøLENøN YERø -I (MEFÂTøHU'L-GAYB ÖRNEöø)

Yard. Doç. Dr. Muammer ERBAù

THE PLACE OF MUTAZILE IN THE SUNNI TRADITION (A CASE OF MAFATIH AL-GHAYB)

Fakhr al-DƯn al-RƗzi, had also joined the religious, scientific and political conflicts between the Asharites and the Mutazilites, and reflected this to his Quranic commentary extensively. Thus, he had written his commentary in order to give an end to the success of Mutazilites in the field of rational dirƗyat commentary. Despite the fact that he had found appropriate the Mutazila's approach in the connection with reason and text which constitutes the very basis of the religious sciences, he had reached the different conclusious. For, he had tried to show that the Mutazila was wrong in their opinions, through their rational methods.

In this study, we first of all, aimed to put forward RƗzƯ's approach toward the confliction points between the Asharites and the Mutazilites, and secondly, to display his arguments concerning the subject-matters, considering the unity of reason and text. As a result of this, we think that the similarities and the differences between the two traditions, namely the Asharites and the Mutazilites, in the Qur'anic commentary. We also hope to see the extend of the influence which the Mutazilites had upon the Sunni commentary tradition. For, RƗzƯ's commentary is a great and important one both in content and in method in the rational commentary, and had a large influence upon the following commentaries.

Dînî ilimlerde, pozitif bilimlerde ve felsefe alanında devrinin en ö-nemli temsilcilerinden biri kabul edilen Fahreddîn Râzî (ö.606/1209), filo-zof, mütekellim, sûfî, tarihçi, matematikçi, astronomi bilgini, hekim ve mü-fessir olarak ça÷daúı olan alimler arasında ön plana çıkmıú ve yazdı÷ı eserler

_________________ Sayı XX, øzmir 2004, ss.75-114

(2)

asırlarca øslam alemindeki farklı medreselerde okutulmuútur. O, ömrünün son döneminde, sahip oldu÷u tüm birikimi Kur'an'ın tefsiri yönünde kullana-rak, ilmî hayatını ideal bir tefsirle taçlandırmak istemiútir. Nitekim kaleme aldı÷ı tefsir, kendi alanında hem bir ilk, hem de bir zirve olmuú ve sonraki dönem tefsir anlayıúını büyük ölçüde etkilemiútir. Onun, ‘Kur'an'da her úeyin mevcut oldu÷u’na dair inancı, 'Mefâtîhu'l-Gayb' (et-Tefsîru'l-Kebîr) adını verdi÷i tefsirine, farklı türde bilgiler dahil etmesine bir gerekçe teúkil etmiú-tir. Ayrıca o, ayetleri; cümle, tamlama, kelime ve harf gibi alt kısımlarına bö-lerek tahlil etme úeklinde ifade edebilece÷imiz kendisine has ‘analitik tefsir metodu’nu kullanmak suretiyle, Kur'an'ı her tür bilgiden istifade ederek öz-gün bir tarzda tefsir etmiú ve bu konuda sonrası için yeni bir çı÷ır açmıútır.1

Râzî'nin tefsiri, aklî yani dirayet tefsirinin en güzel örneklerinden biri-dir. Eser, øslâmi ilimlerin zirveye ulaútı÷ı bir dönemde ve Ehli Sünnet2 ile

Mu'tezile3 arasındaki ihtilafların yol ayrımına geldi÷i bir noktada kaleme a-lınmıútır. Bu sebeple tefsir, her iki yönden de önemli hususiyetler taúımakta-dır. Zira Râzî, Harizm ve Mâverâünnehir'e yaptı÷ı ilmî amaçlı seyahatlerin-de, buralardaki Mu'tezile alimleriyle sert tartıúmalar yapmıú, ardından aley-hine geliúen hadiseler üzerine buraları terk edip, tekrar Rey'e dönmek zorun-da kalmıútır.4 Esasen bu dönemde Mu'tezile, o denli güçlü olmamakla

birlik-_________________

1

Fahreddîn Râzî'nin tefsir metodu hakkında geniú bilgi için bkz. Muammer Erbaú,

Fahreddîn er-Râzî ile øbn Teymiyye'nin Kur'an'a Yaklaúımları (Basılmamıú Doktora

Tezi),øzmir 2001. 2

Dinin temel konularında Hz. Peygamber ile ashabın takip ettikleri yolu benimseyenler anlamında bir tabir. (Geniú bilgi için bkz. el-Ba÷dâdî, el-Fark beyne'l-Fırak, Kahire trz., s. 312-366 (Terc. Ethem Ruhi Fı÷lalı, Mezhepler Arasındaki Farklar, Ankara 1991, s. 245-294); TDV øslam Ansiklopedisi, (Yusuf ùevki Yavuz, Ehli Sünnet maddesi), X, 525-530)

3

øslam akaidini savunmada naklin yanı sıra aklî ve felsefî delillerin kullanılmasını da zaruri gören ve böylece selefin metodundan farklı bir yol izleyen anlayıú. (Geniú bilgi için bkz. el-Ba÷dâdî, el-Fark, s. 114-201; øzmirli øsmail Hakkı, Yeni ølmi Kelam, Ankara 1981; Ebu Zehra, Târîhu'l-Mezâhibi'l-øslâmî, Kahire trz., I, 138-145)

4

(3)

te, bölgedeki bazı hanedanların kendilerine sahip çıkmaları sayesinde, böyle bir güç ve nüfuz elde etmiútir.5

Râzî, Mu'tezilî alimlerle yaptı÷ı bu fikrî münakaúalara tefsirinde yer yer temas etmiútir. Nitekim o, "Rabb’in, meleklere; 'Yeryüzünde bir hali-fe yarataca÷ım' demiúti..."6 ayetinin tefsirinde, meleklerin de günah

iúleye-bilece÷ini savunan bir Mu'tezilî alimle aralarında cereyan eden bir tartıúma-sını nakletmekte ve onu nasıl susturdu÷unu ifade etmektedir.7

Bizim bu çalıúmadaki hedefimiz, Râzî'nin tefsirinin Ehli Sünnet ile Mu'tezile ayırımında temsil etti÷i önemli konumu kısmen ortaya koyabil-mektir. Zira özellikle aklî ilimlerde Ehli Sünnetin bu dönemdeki öncüsü du-rumunda olan Râzî, sahip oldu÷u ilmî birikimi büyük ölçüde Mu'tezile'ye karúı kullanmıú ve tefsirini öncelikle bu amaç do÷rultusunda kaleme almıútır. Onun bu yönde sonrasına yaptı÷ı tesir, daha sonraki dönemlerde kaleme alı-nan dirayet tefsirlerinin Mu'tezile'ye yaklaúım tarzını da önemli ölçüde belir-lemiútir. Dolayısıyla bizim burada onun tefsiri özelinde yaptı÷ımız çalıúma-nın, bu konudaki genel duruma da ıúık tutaca÷ını düúünmekteyiz.

TEFSøRøN YAZILIù GAYESø VE MUTEZøLE

Râzî'nin tefsirini kaleme alıú sebepleri arasında, hem genel, hem de özel olarak Mu'tezile'nin önemli bir etkisi bulunmaktadır. Zira o, tefsirini büyük ölçüde kendi dönemine kadar Ehl-i Sünnet dıúı kesimler tarafından Kur'an hakkında ileri sürülen görüú ve iddialara cevap verme gayesiyle ka-leme almıútır ki, bunların baúında da Mu'tezile gelmektedir. Böylece o, bir yandan Kur'an'daki inanç esaslarını kendi görüú ve yaklaúımları do÷rultu-sunda do÷ru ve ikna edici tarzda ortaya koyarken, di÷er yandan da bu konu-larda Mu'tezilî alimlerin görüú ve iddialarına cevap vermeye çalıúmıútır. øúte

_________________

5

Süleyman Uluda÷, Fahrettin Râzî, Ankara 1991, s. 23-24. 6

Bakara 2/30. 7

(4)

bu husus, Râzî'nin tefsirini kaleme alıúında Mu'tezile'nin genel yöndeki etki-sini oluúturmaktadır.8

Bu konuda Mu'tezile'nin özel etkisini ise, úöyle ifade etmek mümkün-dür: Râzî, kendi devrinde Mu'tezile'nin tefsir alanında elde etti÷i büyük üs-tünlü÷ü ve bu sayede ulaútı÷ı yüksek etki gücünü görmüú ve bundan oldukça rahatsızlık duymuútur. Nitekim Mu'tezilî alimler, tefsirlerini kendi i’tizâl il-kelerini (usûl) ispat için birer vesile edinerek, onlarda kendi görüúlerini geniú úekilde iúlemiúler, dolayısıyla Kur'an'ı bir nevi kendi prensiplerine dayanak haline getirmiúlerdir. Bunun üzerine Râzî, Mu'tezile'nin tefsir alanındaki bu üstünlü÷üne son vermek ve benimsedikleri metodu, Ehl-i Sünnet'in ilkeleri-ne uygun olarak Kur'an'a tekrar uygulamak suretiyle, onların savundukları görüúlerde yanıldıklarını ortaya koymak istemiútir. Bu amaçla o, kendisine, belagat yönüyle Abdulkâhir Cürcânî (ö.471/1078-79)'yi, mezhebî anlayıú yönüyle de eski bir Mu'tezile mensubu olarak onların metotlarını gayet iyi bilenømam el-Eú'arî (ö.324-935)'yi örnek almıútır.9

MU'TEZøLE'NøN METOD VE GÖRÜùLERøNE BAKIù TARZI Akılcı e÷ilimi a÷ır basan Râzî'nin bir çok noktada Mu'tezile'yi tenkit etmiú olması, onun benzer görüúleri paylaútı÷ı hususlarda bu kesimin eserle-rinden oldukça rahat bir úekilde istifade etmesine engel teúkil etmemiútir. Ni-tekim o, el-Mahsûl fî Ilmi Usûli'l-Fıkh’ını yazarken büyük ölçüde Mu'tezilî Ebu'l-Huseyn el-Basrî (ö.436/1044)'nin Kitâbu'l-Mu'temed'inden yarar-lanmıútır.10 Râzî, Mu'tezile'ye ait bazı görüú ve yaklaúımları da

benimsemiú-tir. Örne÷in; o, úartlarına uygun olarak gerçekleútirilen tefekkür sonucunda

_________________

8

el-Mecdûb, Abdulaziz, Fahreddîn er-Râzî; min Hılâli Tefsîrihî, Libya-Tunus 1980, s. 59-60.

9

Muhsin Abdulhamid, er-Râzî Müfessiran, Ba÷dat 1974, s. 64-66; Muhammed el-Uraybî,

el-Muntalakâtü'l-Fikriyye, Beyrut 1992, s. 86-91.

10

(5)

bilginin meydana geliúini zaruri görmüútür ki, bu Mu'tezile'ye ait bir yakla-úımdır.11

Râzî, tefsirini Mu'tezile'ye karúı yazmıú ve birçok noktada onların gö-rüúlerini eleútirmiúse de, bazı temel noktalarda onlarla aynı görüúü paylaú-mıútır. Nitekim øslâmî ilimlerde usul yönünden temel belirleyici husus olan, akıl-nakil iliúkisi Râzî ile Mu'tezile arasında ortak bir zemin oluúturması açı-sından ayrı bir önem arzetmektedir. Zira Râzî'yi tefsir ilminde ön plana çıka-ranúey, aklî ilimlerde, dolayısıyla da dirayet tefsirindeki tartıúılmaz üstünlü-÷üdür. Aynı durum Mu'tezile için de söz konusudur. Dolayısıyla gerek Râzî'nin, gerekse Mu'tezile'nin yaklaúımlarındaki belki de en önemli ortak belirleyici özellik, akıl-vahiy iliúkisinde benimsedikleri benzer yaklaúımdır. Nitekim o, bu durumu tefsirinde açık bir úekilde úöyle ortaya koymaktadır:

"Aklî olan kat'î bir delil ile naklî zâhir bir delil arasında teâruz/çatıúma meydana geldi÷inde kiúi; a) Ya ikisini de tasdik eder ki, bu muhaldir; zira bu, iki zıddı birlikte kabul etmektir. b) Veya ikisini de yalanlar ki, bu da muhal-dir; zira bu da, iki zıddı birden iptal etmek olur. c) Ya da aklî olan kat'î delili yalanlayıp naklî zâhir delili tercih eder ki, bu da aklî delilleri ta'n edip tenkid etme yolunun açılmasına sebeptir. Ve ne zaman böyle olursa, o vakit tevhid, nübüvvet ve Kur'an bâtıl, geçersiz kalır. d) Geriye sadece aklî delillerin sıh-hatinin kat'îli÷ine hükmedip, naklî zâhir delili baúka manalara hamletmek kal-maktadır.

Nitekim Müúebbihenin benimsedi÷i zâhirî manaları savuúturma ve def etme hususunda Mu'tezile'nin sürekli olarak dayandı÷ı esas budur..."12

Bu görüúe paralel olarak Râzî ile Mu'tezile arasındaki bir di÷er benzer ve ortak husus, benimsemiú oldukları metotlarıdır. Bu konuda onun kendisi-ne örkendisi-nek aldı÷ı ømam el-Eú'arî, önce Mu'tezile ekolükendisi-ne mensup iken daha sonra onlardan ayrılmıú, dolayısıyla onların benimsedikleri esas ve metotları yakînen bilen bir kimsedir. Nitekim o, daha sonra Mu'tezile'ye karúı giriúti÷i _________________

11

TDV øslam Ansiklopedisi, (Yusuf ùevki Yavuz, Fahreddîn er-Râzî maddesi), XII, 91. 12

(6)

mücadelede bizzat onların metotlarını kullanmıútır. ømam el-Eú’arî ile aynı yolda yürüyen Râzî de, Mu'tezile'nin benimsedi÷i metodu tamamen reddet-memiú, bilakis aynı metodu kullanmak suretiyle, onların dinin esasları husu-sunda yanlıú sonuçlara ulaútı÷ını ortaya koymaya çalıúmıútır. Ve o, bu duru-mu, az önce nakletti÷imiz ifadelerinde de görüldü÷ü üzere, açıkça ifade et-mekten çekinmemiútir.

Râzî'nin yöntem açısından Mu'tezile ile paylaútı÷ı benzer bir tutum da, onun ayetlerin zâhirini terk etme hususunda benimsedi÷i te'vil anlayıúıdır. Nitekim ona göre; naslar, aklî bir muhale götürmedikçe zâhirî manalarına uygun olarak anlaúılmalıdır. Zahirî manaları itibarıyla aklın ilkelerine aykırı görünen ayetler ise, sarih akıl ile sahih nakil arasında bir çeliúki olamayaca÷ı için müteúabih kabul edilip, bütün ihtimaller dikkate alınarak aklın ıúı÷ında ve dil kurallarına uygun úekilde te'vil edilmelidir.13

Râzî, bu görüúüne uygun olarak tefsirinde, zâhiri Ehli Sünnet’in temel prensipleriyle uyuúan ayetleri zâhirleri üzere benimsemiú, uyuúmayanları ise, kendince uygun bir anlama te'vil etmiútir. Aynı yaklaúım ve uygulama, Mu'tezile için de söz konusudur. Râzî'nin tefsirinde bu yaklaúımın en bariz oldu÷u noktalar, Ehli Sünnet ile Mu'tezile'nin ayırım çizgisini oluúturan ihti-laflı hususlardır. Nitekim Râzî, zâhiri Mu'tezile'yi destekleyen ayetleri Ehli Sünnet görüúlerine uygun düúecek tarzda te'vil etmiútir.

Örne÷in; o, "Allah hiç kimseye gücünün yetece÷inden baúkasını yüklemez"14 ayetinin tefsirinde, Mu'tezile'nin bu ayeti 'teklîfu mâ lâ yutâk' lehinde açık bir delil görerek, ayetin zâhirini benimsedi÷ini belirttikten son-ra, kendi mezhebine müntesip alimlere dayanarak, aklî delillerin güç yetiri-lemeyecek tekliflerin vaki olabilece÷ini gösterdi÷ini söylemiú, dolayısıyla

_________________

13

Fahreddîn Râzî, Esâsü't-Takdîs, s. 173-177. 14

(7)

ayetin muhtemel baúka anlamlara te'vil edilmesi gerekti÷ini ifade ederek, bu konuda ortaya koydu÷u beú ayrı delil ıúı÷ında dört ayrı yorum zikretmiútir.15

Râzî, zâhiri Ehli Sünneti destekleyen ayetleri ise, zâhirleri üzere be-nimsemiú ve bu konuda Mu'tezile tarafından yapılan te'villeri reddetmiútir.

Örne÷in; o, "Küfürleri yüzünden kalplerine buza÷ı sevgisi doldu-ruldu"16 ayetinde, 'kulun fiillerini Allah'ın yarattı÷ı' yönündeki zâhirî anlam dolayısıyla Mu'tezile'nin bu ayete getirdi÷i iki ayrı te'vili zikrettikten sonra, bunun ayetin zâhirini herhangi bir delile dayanmaksızın terk etmek oldu÷unu ifade etmiútir. Ardından ise, kendi mezhebinin ‘fiillerin yaratıcısının Allah oldu÷u’na dair sahip oldu÷u aklî deliller nedeniyle, bu ayetin zâhirini terke ihtiyaç duymadıklarını ifade etmiútir.17

Râzî'nin, Mu'tezile'nin görüúlerine ait genel tutumu hakkında da, úu üç yaklaúımı söylemek mümkündür:

a) Râzî, Ehli Sünnet ile Mu'tezile arasındaki ayırım çizgisini oluúturan temel bazı kelâmî konularda, bu kesime karúı sürekli eleútirel bir tavır be-nimser.

Örne÷in; o, "øúte onlar bir ümmetti, geçti gitti. Onların kazandık-ları kendilerinin, sizin kazandıkkazandık-larınız da sizindir. Ve siz onkazandık-ların yaptık-larından sorulmayacaksınız"18 ayetinin tefsirinde, Mu'tezile'ye ait; 'Kul, kendi fiilinin failidir' úeklindeki yaklaúımı, bu konudaki mevcut di÷er görüú-lere de temas ettikten sonra, üç ayrı yönden cevap vererek reddeder.19

_________________

15

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, III, 116-117. 16 Bakara 2/93. 17 Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, I, 604-605. 18 Bakara 2/134. 19

(8)

b) Râzî, Ehli Sünnet ile Mu'tezile'nin ihtilaf noktaları dıúındaki kelâmî konularda, bazen müspet, bazen menfi, ço÷unlukla ise, tarafsız bir tavır için-dedir.

Örne÷in; "ùüphesiz Allah; 'Allah fakirdir, biz ise zenginiz' diyen-lerin sözdiyen-lerini iúitmiútir"20 ayetinin tefsirinde, Yahudiler'in; 'Allah'ın

kulla-rından mal istemesinin Hz. Peygamber'in nübüvvetini yaraladı÷ı' úeklindeki iddialarını, önce Ehli Sünnet'in; 'Allah diledi÷ini yapar, istedi÷ine hükmeder' prensibine göre, ardından da Mu'tezile'nin; 'Allah, her úeyde kulların fayda-sını gözetir' prensibine göre cevaplar ve bu konuda her iki yaklaúımı da be-nimser.21

Râzî, Mu'tezile'nin bu yaklaúımına di÷er bazı yerlerde de müspet yön-de atıfta bulunarak, buna müspet baktı÷ını teyid etmiútir.22

Elbette Râzî gibi ilmî bir úahsiyetin, bir kesimin tüm görüúlerine karúı çıkması düúünülemez. Fakat tarihî süreç içinde øslâmî fırkaların birbirlerine yaklaúım tarzları göz önüne alındı÷ında, Râzî'nin ortaya koydu÷u bu objektif ilmî yaklaúım, sünnî kesimler arasında bile az rastlanan ve günümüze de ıúık tutması gereken kayda de÷er bir tutumdur.

c) Râzî, kelâmi meseleler dıúındaki tefsirle ilgili hususlarda, Mu'tezile'ye karúı özel bir tavır içinde olmayıp, bu gibi hususlarda tamamen tarafsız, hatta büyük ölçüde olumlu bir yaklaúım benimsemiútir. Nitekim o-nun, ayetlerin tefsirinde, kendilerinden oldukça istifade etti÷i Zemahúerî (ö.538/1143) ve Ebû Müslim el-øsfehânî (ö.322/934) gibi müfessirlerden yaptı÷ı nakillerin büyük ço÷unlu÷u müspet yöndedir.

Örne÷in; o, "Allah'ın rızasını talep etmek ve nefislerinde (imanı) kökleútirip takviye etmek için mallarını harcayanların hali de, ..."23

aye-_________________

20

Âl-i ømran 3/181. 21

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, III, 448. 22

(9)

tinin tefsirinde, 'nefislerinde (imanı) kökleútirip takviye etmek için' ifadesi hakkında dört ayrı görüú sunmuútur ki, bunlardan üçüncüsü Zemahúerî'ye aittir. Râzî, uzun bir úekilde nakletti÷i Zemahúerî'ye ait bu görüúün son de-rece güzel ve latif oldu÷unu ifade etmiútir.24

Sonuç olarak diyebiliriz ki Râzî, kelami konular bir tarafa bırakılacak olursa, ayetlerin tefsirinde sünnî alimler kadar Mu'tezilî alimlerin görüúlerine de yer vermiú ve onlardan oldukça istifade etmiútir.

MUTEZøLENøN GÖRÜùLERøNE YER VERME TARZI Râzî, kelâmî konuları Mu'tezile'nin görüúleri ile karúılaútırmalı olarak ele almıútır. Öyle ki, hemen her ayette, Mu'tezilî alimlerin farklı görüúleri dile getirilmiú, özellikle Mu'tezile'nin kendi prensiplerine delil getirdi÷i ayet-ler, ilgili konular bazında tek tek tahlil edilmiútir. Bu ise, tefsirin hacmini önemli ölçüde etkilemiútir. Zira bu yönde yapılan alıntı, karúılaútırma ve reddiyeler yüzeysel ve özet de÷il, bilakis tüm ayrıntılarıyla ve oldu÷u gibi ortaya konmuú, bu da ço÷u zaman sayfalarca yer iúgal etmiútir.25

Kelâmî meselelerin Mu'tezile'nin görüúleri ile karúılaútırmalı olarak ele alınması bunların daha iyi anlaúılmasını sa÷lamıútır. Zira Râzî, tefsirinde Mu'tezile ile tartıútı÷ı hemen her hususta, her iki kesimin görüúlerini birebir karúılıklı olarak sunmuú, dolayısıyla ne onların a÷zından dile getirdi÷i iddia-lar, ne de kendisinin bunlara yaptı÷ı itirazlar havada, cevapsız veya mu÷lak kalmıútır. Bu, o derece tarafsız bir úekilde yapılmıútır ki, sonuçta okuyucu her iki görüú arasında rahatça tercih yapabilecek bir birikim ve kanaate u-laúma imkanına sahip olmuútur.

Râzî, Mu'tezile'yi, bilhassa Ehli Sünnet ile ters düútükleri konularda, sürekli eleútirmiútir. Fakat o, bunu yaparken onları bizzat kendi delilleriyle _________________

23

Bakara 2/265. 24

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, III, 48. 25

(10)

vurmaya gayret etmiú, böylece onları kesin bir úekilde susturmayı hedefle-miútir.

Örne÷in; o, "Gitme imkanı bulanların Kabe'de haccetmesi, Allah-'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır"26 ayetinin tefsirinde, Mu'tezile'nin; 'Güç fiilden önce bulunmalıdır. Aksi takdirde, bu ayete göre kimsenin hac ile emredilmemiú olması gerekir' úeklindeki görüúüne, úöyle cevap vermiútir:

"...Bu durum sizin için de geçerlidir. Çünkü bir úeye kadir olan, onu yapmakla, ya o fiili yapmaya sebep olan úeyler bulunmadan önce, ya da se-bepler bulunduktan sonra emredilmiú olur. O fiil ile sese-bepler yok iken emre-dilmiú olmak imkansızdır. Çünkü böyle bir úeyi emretmek 'teklîfu mâ lâ yutâk' olacaktır. Buna karúın söz konusu fiilin sebepleri bulundu÷unda, o fiil ister istemez meydana gelecektir. Bu durumda ise, onu emretmenin bir mana-sı olmayacaktır. Her iki durumda da 'istitâa' söz konusu olmayınca, bu ayette-ki teklifin hiç ayette-kimseye yönelik olmaması gerekecektir."27

Burada vurgulanması gereken önemli bir husus da, Râzî'nin tefsirinde Mu'tezile'ye karúı sergilemiú oldu÷u tavrın, hiçbir zaman için bir hakaret ve aúa÷ılama de÷il, bilakis karúılıklı iddia ve sorulara objektif ilmî cevaplar içe-ren seviyeli ve müspet bir yaklaúım içinde olmasıdır.

Örne÷in; o, "...Benim canımı müslüman olarak al..."28 ayetini, ku-lun fiillerinin yaratıcısının Allah oldu÷una delil getirdikten sonra, bu hususta Mu'tezile'ye úu úekilde tarizde bulunur:

"...Mu'tezile, hep bizi tenkid eder ve; 'E÷er kulun fiili Allah'tan olsaydı, o zaman kula; 'Ey fâil durumunda olmayan, úunu yap' denilmesi câiz olurdu' der, durur. ùimdi biz de, burada diyoruz ki; 'E÷er imanı elde etmek ve sür-dürmek, Allah'tan de÷il de kuldan olsaydı, kul bunu nasıl Allah'tan isteyebi-lirdi?' Cübbâî ve Ka'bî bu ifadenin; 'Ölünceye kadar øslam üzere kalmak için _________________

26

Âl-i ømran 3/97.

27 Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, III, 304. (Benzer yakla

úımlar için bkz. I, 642-643; III, 170; VI, 517-518)

28

(11)

Allah'tan bana lütfetmesini talep ediyorum' anlamında oldu÷unu söylemiúler-dir. Bu cevap zayıftır. Çünkü ayetteki talep müslüman olarak ölme ile ilgili-dir. Dolayısıyla bunu, lütfu talep manasına almak, ifadenin zâhirini bırakmak olur. Hem sonra kaderde olan bütün lütuf fiillerini, Allah zaten yapmaktadır. Öyle ise, bunu Allah'tan istemek muhaldir."29

Buraya kadar Râzî'nin Mu'tezile'nin görüúleriyle ilgili benimsedi÷i ta-vır hakkında elde etti÷imiz sonuçları kısaca ifade edecek olursak, úunları söylememiz mümkündür:

1. Râzî'nin tefsirini okuyan kimse, birçok konuda Mu'tezile'nin belli baúlı görüúlerini tarafsız, hatta iknâ edici bir úekilde ö÷renme imkanı bula-caktır.

2. Râzî, Mu'tezile'nin görüúlerine onları tarafsız bir úekilde tüm ayrıntı ve delilleriyle ortaya koyacak düzeyde de÷er vermektedir.

3. Râzî, Mu'tezile'nin birçok kelâmî görüúünü reddetmekle birlikte, di÷er bazılarını da gerek zımnen, gerekse açıkça benimsemekte ve bunlardan rahatça istifade etmektedir.

4. Tüm bu hususlar, Râzî'nin ilmî dürüstlük ve objektifli÷inin üst dü-zey birer göstergesidir.

FAHREDDøN RÂZÎ'NøN MU'TEZøLE KONUSUNDA UöRADIöI øTHAM

Râzî'nin tefsirinde Mu'tezile'nin görüúlerine geniú ve tarafsız bir úekil-de yer vermesi, onun ciddi bazı eleútirilere maruz kalmasına sebep olmuútur. ùöyle ki, onun karúıt kesimlerin görüúlerini do÷rudan açık bir úekilde sundu-÷u, fakat bunların cevaplarını dolaylı yoldan ve peyderpey verdi÷i30 veya

yi-ne onun karúıt gurupların görüúlerini bütün ayrıntılarıyla tam olarak verdi÷i,

_________________

29

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, VI, 517-518. 30

(12)

fakat bunların cevaplarında sadece kısa atıflarla yetindi÷i,31 bundan dolayı

da Ehli Sünnet'in konumunun zayıflamasına sebep oldu÷u gibi bir takım it-hamlar ileri sürülmüú, bunlar geçmiúte ve günümüzde dilden dile dolaúmıú-tır. Burada dile getirilen karúıt kesim Mu'tezile'dir. Çünkü Râzî'nin tefsirinde görüúlerine öncelikli ve yo÷un olarak yer verdi÷i yegane mezhep Mu'tezile'dir. Bu ekolün, tarihte sünnî kesimin en önemli ve güçlü muhalifi olması da, Râzî'ye yöneltilen eleútirilerin baúlıca kayna÷ı olmalıdır.

Bu konuda et-Tûfî, söz konusu ithamın mümkün olabilece÷ini, fakat bunun onda bu kesime karúı duyulan bir e÷ilimden dolayı olamayaca÷ını, çünkü onun bir görüú veya mezhebi seçerken korkacak veya çekinecek bir konumda olmadı÷ını ifade etmiú, bilakis bu durumu baúka bir gerekçeyle i-zaha çalıúmıútır. ùöyle ki, ona göre Râzî, tefsirinde, Mu'tezile'nin görüúlerini geniú ve güzel bir úekilde ortaya koymak için o denli çaba harcamaktadır ki, sonuçta kendi delilini aynı kapsam ve güzellikte ortaya koymaya enerjisi kalmamaktadır. Çünkü nihayetinde akıl gücü, bir ölçüde beden gücüne ba÷-lıdır. Yine ona göre Râzî, hasmının delilini o denli güzel ortaya koymaktadır ki,úayet aynı úeyi o görüúün sahibi yapmaya çalıúsa buna güç yetiremeye-cektir.32

Râzî'nin tefsiri üzerine çalıúma yapan di÷er alimler, bu görüúlere ka-tılmamıútır. Nitekim el-Kübeysî, bu iddiaların gerçe÷i yansıtmadı÷ını, zira bu durumun Râzî'nin tefsirinin ve di÷er eserlerinin tamamının de÷il de, kıs-men belli noktalarının aceleci bir üslupla okunmasından kaynaklandı÷ını ifade etmiú, bilakis Râzî'nin, tefsirinde baúta Mu'tezile olmak üzere her ke-sime, iddialarını temelden çürütecek yeterli ilmî cevaplar verdi÷ini söylemiú-tir. el-Kübeysî, et-Tûfî tarafından ifade edilen; ‘Râzî'nin benimsedi÷i görüú ve mezhebi açıklamaktan çekinecek bir korku ve yapıya sahip olmadı÷ı’

gö-_________________

31

øbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut, XIII, 47. 32

(13)

rüúüne katılmıú, buna karúın ‘Râzî'nin yeterli cevapları vermekten aciz kal-dı÷ı’ úeklindeki iddiayı kesinlikle reddetmiútir.33

Benzer görüúler, di÷er ilim adamları tarafından da ifade edilmiútir. Ni-tekim Ignaz Goldziher, Râzî'nin tefsirinde, Mu'tezile'nin tefsire iliúkin yo-rum ve hükümlerinin karúısına ısrarla dikilerek, bunları ikna edici bir üslupla baútan sona reddetti÷ini ifade etmiútir.34

Bu konuda ihtisas sahibi olan Muhsin Abdulhamid, bu tür iddiaların gerçe÷i yansıtmayıp, bir parça taassup ve abartı içerdi÷ini belirterek; 'Evet,

Râzî bazı yerlerde cevapları kısa kesmiútir. Fakat di÷er birçok yerde, delile delille karúılık verecek ilmî güce sahip oldu÷unu ortaya koyacak güçlü

ce-vaplar vermiú ve güzel ilmî münakaúalar yapmıútır,' demektedir.35

Benzer hususlara Fethullah Huleyf de dikkat çekmiú ve bu iddiaların sebebini iddia sahiplerinin tefsirin tamamını dikkatli bir úekilde okuyup, üze-rinde ciddi çalıúma yapmamıú olmalarına ba÷lamıútır. Ona göre esas kötü o-lan husus, Râzî'nin tefsirinin bu tür yüzeysel ve sa÷lam bir zemine dayanma-yan yaygın iddialar sebebiyle geçmiúte ve günümüzde hak etti÷i de÷er ve il-giyi görememiú olmasıdır.36

Tefsiri okudu÷umuzda, bu konuda bizde de önce bir úaúkınlık, ardın-dan bir merak ve sonuçta da bir takdir duygusu oluútu÷unu belirtmeliyiz. ùaúkınlı÷ın sebebi, Râzî'nin karúıtı olan Mu'tezile'nin görüúlerini di÷er eser-lerde görülemeyecek tarzda objektif, açık ve geniú bir úekilde ortaya koyma-sıydı. Bu durum, bizi; 'Acaba Râzî’nin, Mu'tezile'ye karúı özel bir ilgi ve ya-kınlı÷ı mı var?' úeklinde bir meraka sevketti. Fakat çalıúmamızın ilerleyen safhalarında, Râzî'nin bunu gizli bir e÷ilimden dolayı de÷il, bilakis belli ge-_________________

33

el-Kübeysî, ùübühât havle Tefsîri'r-Râzî (Ard ve Münâkaúa), s. 69-70.

34

Ignaz Goldziher, Mezâhibü't-Tefsîri'l-øslâmî, Kahire 1955, s. 146. (øslam Tefsir Ekol-leri, çev. Mustafa øslamo÷lu, østanbul 1997, s. 146)

35

Muhsin Abdulhamid, er-Râzî Müfessiran, s. 194. 36

(14)

rekçeler ve ilmî objektifli÷inin bir sonucu olarak yaptı÷ı kanaatine ulaútık. Bu ise bizde, benzeri az görülen bir tavır olarak, bir tür takdire hatta hayran-lı÷a yol açtı.

Bu noktada, Râzî'nin bu ithamlara maruz kalmasına neden olan husus-ları kısaca ifade etmemiz gerekti÷iniz düúünüyoruz. Fakat bundan önce, me-selenin altında yatan gerçek sebebi zımnen îmâ etmesi yönüyle, bizzat onun úu ifadelerini zikredelim:

"Hiç kimse, bizi ayıplayarak; 'Siz her yerde bu izahları aynen yineli-yorsunuz,' diyemez. Çünkü biz diyoruz ki; 'ùu Mu'tezile, yok mu! Onların ce-za ile ilgili ayetlerin te'villeri hususunda muayyen ve belli bazı açıklamaları bulunmaktadır. Dolayısıyla onlar, bu açıklamalarını her ayette tekrarlayıp du-ruyorlar. Biz de bunların cevabını her ayette tekrar ediyoruz."37

Bu ifadelerinden açıkça anlaúıldı÷ı üzere Râzî, bir yandan belli husus-larla ilgili görüú ve gerekçelerini sürekli yinelemek istememekte, di÷er yan-dan ise, tefsirinin büyük ölçüde görüúlerine cevap mahiyetinde yazdı÷ı Mu'tezile'nin hemen her ayetle ilgili iddialarını dile getirmek ve bunlara ce-vap vermek arzusu içindedir. Dolayısıyla bu ikilem arasında bir çözüm ara-yan Râzî, Mu'tezile'nin hemen her ayette sanki farklı hususlar gibi ifade etti-÷i iddialarını atlamadan nakletmeyi ilmî anlayıúı gereetti-÷i zaruri görmüú, bu-nunla birlikte bu hususlara verdi÷i cevapları da bir úekilde belli bir düzene sokmak istemiútir. Bunun için o, tartıúılan meselelere ait temel görüú ve yak-laúımlarını, bu konulara merkez teúkil eden ayetlerde, özellikle Bakara suresi gibi ilk surelerde derli toplu bir úekilde sunmuú, di÷er yerlerde ise, bunlara yaptı÷ı atıflarla yetinerek sadece gerekli gördü÷ü hususlarda ilavelerde bu-lunmuútur. Nitekim o, birçok ayetin tefsirinde, Mu'tezile tarafından ileri sü-rülen görüúleri ifade ettikten sonra, bunların cevaplarının ilgili ayetlerin tef-sirinde geniú bir úekilde verildi÷ini belirtmekle yetinmiútir.

_________________

37

(15)

Örne÷in; o, 'fiillerin yaratılması' meselesindeki temel görüúlerini "Al-lah bununla birço÷unu saptırır, bir ço÷unu da do÷ru yola ulaútırır"38

ayetinin tefsirinde geniú bir úekilde zikretmiú,39 konuyla ilgili di÷er ayetlerde

ise, Mu'tezile'nin görüúlerini zikretmekle birlikte, bunların cevaplarının ilgili ayetin tefsirinde geniú bir úekilde yer aldı÷ını ifade etmekle yetinmiútir.40

Râzî'nin Mu'tezile ile tartıútı÷ı birçok noktada vurguladı÷ı önemli bir nokta, Mu'tezile'nin farklı içerik ve üslupla dile getirdi÷i birçok izahın aslın-da aynı kapıya çıktı÷ı, dolayısıyla pek de fazla anlam ifade etmedi÷idir. Bu sebeple o, bu gibi hususları dile getirdikten sonra, bunların cevabının hangi konuya dahil oldu÷unu ifade etmekle yetinmiútir.41

Râzî, bazen de bir ayet veya konuyla ilgili Mu'tezile'nin görüúünü zik-rettikten sonra, bu konuda bir úey zikretmeksizin ve bir yere atıfta bulun-maksızın sessiz kalmıútır ki, sanırız bu gibi yerler onun yukarıdaki ithama maruz kalmasındaki en önemli etkenlerden biridir. Fakat az önce de belirtti-÷imiz gibi o, bu gibi konulardaki yaklaúımını tefsirinin bir çok yerinde defa-larca dile getirdi÷i için, esasen onun bu konulardaki tavrı, eserini biraz ince-leyen kimseler için gayet açıktır.

Örne÷in; o, Mu'tezile'nin "Allah'ın rızasına tâbî olan kimse, O'nun hıúmına u÷rayan kimse gibi midir? Bilakis onun dura÷ı cehennemdir"42

ayetini, Allah'ın itaatkarları cehenneme, günahkarları da cennete sokmasının câiz olmadı÷ına delil getirdi÷ini, zira ayetteki hitabın bir tür imkansızlık ifa-de etti÷ini belirtir. Ardından Kaffal (ö.365/975)'ın bu yönifa-deki görüúlerini

_________________

38

Bakara 2/26.

39 Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, I, 365-373. 40

Bu konuda örnek olarak bkz. Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, I, 521(Bakara 2/56); III, 307 (Âl-i ømran 3, 98); IV, 55 (Nisa 4/28); IX, 468 (Zümer 39/59).

41 Bu konuda örnek olarak bkz. Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, III, 421 (Âl-i ømran 3/165); IV, 59 (Nisa 4/30); IV, 107 (Nisa 4/57).

42

(16)

zikreden Râzî, bunlara karúı bir úey söylemez.43 Halbuki Râzî, bu konuda;

'Allah'ın hiçbir úeye icbar edilemeyece÷i' tarzındaki Mu'tezile'nin tersi yö-nündeki yaklaúımını "Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur"44 ayetinin

tefsi-rinde oldu÷u gibi, birçok yerde açıkça ortaya koymuútur.45

FAHREDDøN RÂZÎ'NøN TEFSøRøNDE MU'TEZøLE øLE TARTIùTIöI

BELLø BAùLI MESELELER

Râzî, tefsirinde Mu'tezile'ye ait pek çok görüúü tartıúmalı bir üslupla geniú bir úekilde ele almıútır ki, bunların baúında Mu’tezile’nin beú esası ge-lir. Bunlara geçmeden önce, onun Mu'tezile ile tartıútı÷ı tüm bu hususların altında yatan temel hareket noktasına temas etmek faydalı olacaktır.ùöyle ki Mu'tezile, Kur'ânî her delil ve hükmün altında aklî bir gerekçe ve prensip a-ramakta, dolayısıyla ayetleri bu ilkeler ıúı÷ında anlamakta veya te'vil etmek-tedir. Râzî'ye göre bu durum, bir anlamda Kur'an'ı aklî bir takım kurallara ba÷ımlı kılma çabası olup, dolayısıyla Allah bu prensipler dahilinde hareket etmeye zorlanmaktadır. Halbuki "Bütün mülk elinde olan Allah ne yüce-dir. O'nun her úeye gücü yeter",46 "O, yapmakta olduklarından mes'ûl

olmaz, fakat onlar (insanlar) mes'ûl olur"47 ayetleri gere÷i, mülk

Allah'ın-dır, Allah kendi mülkünde diledi÷ini yapar ve istedi÷i úekilde hükmeder. Kimse, O'nun bu tasarruflarını sorgulayıp, bir kayıt altına alamaz. Bunu yapmaya kalkıúanlar, kendi acizliklerini sergilemekten baúka bir úey yap-mamıú olurlar. Râzî, bu düúüncelerini, úu duygusal ifadeyle somutlaútırır:

"Allah Teâlâ, Mu'tezile'nin terazisinde tartılmaktan yüce ve uzaktır."48 _________________

43 Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, III, 415-416. 44

Bakara 2/127. 45

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, II, 51-52. 46

Mülk 67/1. 47

Enbiya 21/23. 48

(17)

Râzî, Mu'tezile'nin Kur'an ayetlerini gerekçelendirme çabalarını boú ve yanlıú gördü÷ünü ifade etmekle birlikte, bunları birkaç ayet ıúı÷ında top-tan reddetmek yerine, ayrıca tek tek ele alarak aklî yönden de çürütmeye ça-lıúmıútır. Çünkü birbirlerinin öncülü veya sonucu mahiyetinde olan bu ö-nerme ve prensipler, geniú kesimler tarafında benimsenmiú ve tartıúmasız ak-lî gerçekler olarak algılanmıútır. Dolayısıyla Mu'tezile'yi kökünden yıkmak için, kendilerince kesin do÷rular olarak kabul edilen bu prensiplerin, vahiy bir yana aklen de yanlıúlanması, di÷er bir deyiúle onların kendi silahları olan akıl ile vurulması gerekmektedir. Bu ise, oldukça zor bir husustur. Buna ra÷men Râzî, böyle bir amacı gerçekleútirmek için Mu'tezile'nin (akıl-nakil iliúkisinde oldu÷u gibi) do÷ru oldu÷unu düúündü÷ü bazı temel esaslarını ka-bul etmiú, bu esaslara dayanarak savundukları (kulun kendi fiillerinin yaratı-cısı oldu÷u gibi) birçok görüúü tamamen reddetmiú, fakat bunun için kendisi de (dâî teorisi gibi) baúka bir takım aklî prensipler geliútirmek zorunda kal-mıútır.

øúte bu aúamada biz, önce Râzî ile Mu'tezile'nin akıl-nakil konusunda-ki temel yaklaúım farklılı÷ını ortaya koyan husn-kubh meselesine temas ede-cek, ardından da onun Mu'tezile’nin beú temel prensibini eleútirisini gerekçe-leriyle birlikte kısaca izah etmeye çalıúaca÷ız. Zira bu hususlar, tefsirin ön-celikli konularını oluúturmakta, ayrıca onun geniú hacminin de önemli bir gerekçesini açı÷a çıkarmaktadır.

1. HUSN VE KUBH:

Mu'tezile'ye göre akıl, vahiy olmaksızın Allah'ı bulmak, iyilik ve kö-tülü÷ü de bilmek durumundadır. Çünkü Allah, her úeyi bir sebebe istinaden yaratmıútır, hiçbir úey sebepsiz meydana gelmez. øúte akıl, bu sebepleri bul-maya, iyilik ve kötülü÷ü bilmeye muktedirdir. Din ise, aklın bulabilece÷i bu iyi ve kötü hususları sadece tespit eder. Yine Mu'tezile, benimsedi÷i ‘Allah-'ın her fiilinde bir hikmet oldu÷u, dolayısıyla O'nun hikmetsiz bir iú yapma-yaca÷ı’ görüúüne binaen, Allah'ın hikmetinin kullarına en iyi olanı yapması-nı icap ettirdi÷ini söyler. Onlara göre, e÷er Allah kulları için en iyi olayapması-nı

(18)

yapmazsa cimrilik ve hafiflik etmiú olur. Böyle bir durum ise, O'nun úanına yakıúmaz. O halde Allah'ın kulları için aslah/en iyi olanı iúlemesi vaciptir.49

Râzî ise, din ortaya koymadan önce eúyadaki iyilik ve kötülü÷ün bili-nemeyece÷ini düúünmekte ve bunu tefsirinde çeúitli vesilelerle açıkça ifade etmektedir.50 Ona göre; "Ey cin ve insan toplulu÷u! øçinizden size

ayetle-rimi nakleden, bu gününüzün gelip çataca÷ını inzar ederek haber veren peygamber gelmedi mi?"51 ayeti gere÷i, insanlara din gönderilmeden bir sorumluluk oluúmaz. Çünkü ayette, cezanın sebebi olarak peygamber gönde-rilmesi zikredilmiútir. Yine ona göre; "Bu, Rabb'inin, ahalisi habersizken (yaptıkları) zulüm sebebiyle memleketleri helak etmeyece÷inden dolayı-dır"52 ayeti de, din olmaksızın sadece aklın bir sorumluluk gerektirmeyece-÷ini ifade etmektedir. Fakat bununla birlikte Allah Teâlâ, kafirleri peygam-ber göndermeden helak etmiú olsa, bu yine de zulüm sayılmaz. Çünkü Allah, diledi÷i gibi hükmeder, istedi÷ini yapar.53

Râzî'ye göre, ilahî teklifler ancak ulûhiyyet ve ubûdiyet gere÷ince te-rettüp etmektedir. Çünkü Allah, bizim ilahımız, biz de onun kullarıyız. Bu durumda O'nun, bize diledi÷i úeyi diledi÷i úekilde emretmesinin güzel ve ye-rinde olması gerekir. Yoksa bizzat o úeylerin kendinde bulunan bir iyilik se-bebiyle de÷il.54

_________________

49

ùehristânî, el-Milel ve'n-Nihal, Kahire 1961, I, 45; Ebu Zehra,

Târîhu'l-Mezâhibi'l-øslâmî, I, 144-145; Kemal Iúık, Mu'tezile'nin Do÷uúu ve Kelâmî Görüúleri, Ankara

1967, s. 77-78. 50

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, I, 299. (Bu konuda geniú bilgi için bkz. Fahreddîn Râzî, el-Mahsûl fî Ilmi Usûli'l-Fıkh, Beyrut 1999, I, 48-66; Muhammed Salih ez-Zerkân, Fahreddîn er-Râzî ve Ârâuhu'l-Kelâmiyye ve'l-Felsefiyye, Kahire 1963, s. 510-520) 51 En'am 6/130. 52 En'am 6/131. 53 Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, V, 152-153. 54 Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, V, 284.

(19)

Râzî'nin bu konuda ifade etti÷i hususlardan biri de, dünyadaki iyilik ve kötülü÷ün izafi oldu÷u, zira gerçek iyili÷in sırf fayda olma, devamlı olma, saygı ve tazimle iç içe olma gibi özellikleri içermesi gerekti÷i, bunun ise, an-cak ahirete ait iyilikler için söz konusu olabilece÷i düúüncesidir.55

Râzî, bu yaklaúımına uygun olarak, iyilik hususunda úöyle bir tasnife gider: a) Aklın derhal güzel oldu÷una karar verdi÷i úeyler: Bunun misali, lütufta bulunma, Allah'a úükretmedir. b) Aklın baúlangıçta kötü oldu÷una karar verdi÷i, fakat din emretti÷i için kabul edilen úeyler: Bunun misali, insanın baúına acılar, fakirlik, mihnet ve zorluklar gelmesidir. Akıl bunları kötü görür. Çünkü Allah bunlardan bir fayda elde etmez. Kul ise, acı çeker. Fakat Kur'an'da "ùüphesiz biz sizi, biraz korku, biraz açlık ... ile imtihan edece÷iz"56 buyurulmuútur. Dolayısıyla bunlar, insan için uhrevî yani gerçek

anlamda birer kötülük olmayıp, bilakis iyiliktir. c) Aklın ne iyi, ne de kötü, bilakis fayda veya zarardan uzak gördü÷ü hususlar: Bunun misali de, hacc görevinde Safa ile Merve arasında sa'y etmektir.57

Râzî, benzer bir yaklaúımı da kötülük hakkında ortaya koyar. ùöyle ki, ona göre kötülük üç kısımdır: a) Aklen kötü olan. b) Dînen kötü olan, c) Örfen kötü olan.

Örne÷in; "Babanızla evlenmiú olan kadınlarla evlenmeyin. Ancak daha önce geçenler müstesna. Hiç kuúkusuz bu, bir hayasızlık, (Allah'ın) hıúmına (bir sebep) ve kötü bir yoldur"58 ayetinde ifade edilen 'babaların

evlendikleri kadınlarla evlenme' iúi; ayetteki 'hayasızlık' ifadesi gere÷i aklen, '(Allah'ın) hıúmına (bir sebep)' ifadesi gere÷i dinen, 'kötü bir yol' ifadesi

ge-_________________

55

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, VI, 475-476. 56

Bakara 2/155. 57

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, II, 135. 58

(20)

re÷i de örfen kötüdür. øúte bu üç unsur bir araya geldi÷inde, söz konusu hu-sus hakkında kötülü÷ün son haddine ulaúılmıú olur.59

Râzî, Mu'tezile'nin "Allah hiçbir zaman kötülü÷ü emretmez"60 vb.

ayetlere sarılarak, Allah'ın kötülü÷ü emretmesinin imkansız oldu÷u yönün-deki görüúlerine, e÷er tek tek incelenmek suretiyle Allah'ın insanlara sadece faydalı olan úeyleri emretti÷i, zararlı olanları da nehyetti÷i tespit edilirse, bunun ancak o zaman muteber/geçerli olabilece÷ini söyler.61

Râzî'ye göre, "Allah Hakkı söyler ve O, (do÷ru) yolu gösterir"62

ayeti gere÷i, gerçe÷i tespit zorlaútı÷ında din bizzat gerçe÷in yerini alır. Nite-kim bir çocu÷a iki kadın sahip çıksa, bebek, bu iki kadından, bülu÷a ermese veya bakire de olsa, yemin edene verilir. Hatta az da olsa din bazen gerçe÷in önüne bile geçer. Zira din, zina eden kimseyi, o zinadan do÷an çocu÷un ba-bası kabul etmez. Dolayısıyla hüküm, sadece kanun koyucuya, yani Allah'a aittir.63

2. TEVHøD

Tevhid, Mu'tezile'nin temel prensibidir. Mu'tezile'ye göre; Allah bir-dir, eúi ve benzeri yoktur. Allah'ın bir ve kadîm olması, O'na mahsus en özel sıfattır. Dolayısıyla Allah'ın kıdemi dıúında O'na çeúitli sıfatlar isnad etmek, O'nun dıúında birçok tabiî varlıkların mevcudiyetini kabulü gerektirecektir ki, bu da Allah'ın birli÷i gerçe÷ine aykırı bir durumdur. Halbuki Allah zâtıy-la haydır, zâtıyzâtıy-la kadirdir, zâtıyzâtıy-la alimdir... Kur'an'da geçen sıfatzâtıy-lar Alzâtıy-lah'ın zâtının dıúında kabul edilirse, çeúitli kadimlerin yani ilahların varlı÷ı söz

ko-_________________

59

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, IV, 22. 60 A'raf 7/28. 61 Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, V, 225. 62 Ahzab 33/6. 63

(21)

nusu olur ki, bu da tevhide aykırıdır. O halde, Kur'an'da kıdem dıúında geçen sıfatları te'vil etmek gerekmektedir.64

Râzî ise, Allah'ın sıfatları konusunda; ‘Bu sıfatlar, Allah'ın ne aynı, ne de gayrıdır’ úeklindeki sünnî yaklaúımı benimsemektedir. O, sıfatlarla ilgili mevcut görüúleri tefsirinin giriú kısmında geniú bir úekilde ele almıútır. Nite-kim o, burada hakîkî sıfatları açıklarken Mu'tezile ile aynı paralelde oldukla-rını ifade etti÷i filozofların sıfatlar hakkındaki görüúlerine temas ederek, on-lara göre bu sıfatların Allah'ın zâtı ile kâim olmasının son derece yanlıú ol-du÷unu belirtir. Bu konuda onların getirdi÷i delilleri tek tek zikreden Râzî, bu sıfatlar Allah ile kâim oldukları için O'na bir isim verilmesinin de müm-kün olmadı÷ını söyler. Ona göre; alemin ilahının alim, kadir, hayy olması gerekmektedir. Zira Allah'ın ilminin ve kudretinin, bizzat zâtının kendisi ol-ması imkansızdır. Bunu farklı delillerle ortaya koyan Râzî, 'hayy' hariç tüm bu sıfatların Allah'ın zâtına ba÷lı olarak nisbî ve izâfî oldu÷unu söyler.65

Râzî, sıfatlar konusunda Mu'tezile ile olan farklı yaklaúımını bu úekil-de ortaya koyduktan sonra, gerek tefsirin mukaddimesinúekil-de, gerekse ilgili ayetlerin tefsirinde Allah'ın sıfatları ile ilgili açıklamalarına devam eder. Fa-kat burada dikFa-kat çeken husus, onun sıfatlar konusunda Mu'tezile'nin yakla-úımlarını de÷erlendirmekle birlikte daha ziyade aynı konuda Müúebbihe'nin görüúlerini dile getirmesi ve bunları reddetmesidir.66 Buradan anlaúıldı÷ına

göre o, sıfatlarla ilgili olarak Mu'tezile'nin tevhidin bozulaca÷ı yönündeki endiúelerini yersiz, bu yöndeki delillerini de zayıf bulmakta, fakat onların bu görüúlerinin Müúebbihe’nin benimsedikleri kadar yanlıú ve mahzurlu bul-mamaktadır.67

_________________

64

el-Ba÷dâdî, el-Fark, s. 114; ùehristânî, el-Milel ve'n-Nihal, I, 44-45; Kemal Iúık,

Mu'tezile'nin Do÷uúu, s. 67-68.

65

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, I, 123-125. 66

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, IV, 495-496. 67

(22)

3. ADALET:

Mu'tezile'nin temel esaslarından bir di÷eri adalettir. Bu prensibin esa-sı,úu öncüllere dayanır: ønsan hürdür. Çünkü o, kendi fiilini kendisi yapar. Allah kullarına bir úeyi yapıp yapmama gücünü vermiútir. E÷er insan bir úeyi yapma hürriyetine sahip de÷ilse, o insanın iúledi÷i kötü veya iyi amellerden dolayı ceza veya sevap görmesi do÷ru olmaz. Zira Allah, insanları muayyen fiilleri yapmaya zorlamıú farzedilirse, o fiillerden dolayı onları cezalandır-ması zulüm olur. Halbuki Allah adildir, kullarına hiçbir úekilde haksızlık et-mez.68

Mu'tezile bu görüúüne, "ùüphesiz Allah, zerre kadar zulmetmez. (O úey) bir iyilik olursa, onu(n sevabını) kat kat artırır. Kendi katından pek büyük bir mükafat verir"69 vb. ayetleri delil getirmiútir. Onlara göre; bu ayetler, kulun fiilini kendisinin yarattı÷ına ve onun taatından dolayı sevaba hak kazandı÷ına, aksi takdirde Allah'ın zalim konuma düúece÷ine delalet et-mektedir. Râzî ise, bu görüúlere 'ilim' ve 'sebepler/dâî' prensipleriyle70 cevap

verilebilece÷ini söyledikten sonra,71 Allah Teâlâ'nın mahlûkâtın gerçek

sahi-bi ve mâliki oldu÷unu, mâlik olanın mülkünde istedi÷i ve diledi÷i úekilde ta-sarruf etti÷inde bunun kesinlikle zulüm sayılmayaca÷ını ifade eder.72

Râzî, Allah'ın mutlak anlamda âdil oldu÷unu benimsemekle birlikte, Mu'tezile'nin adalet prensibi itibarıyla tamamen farklı bir yaklaúıma sahiptir. Çünkü ona göre fiillerin yaratıcısı kul de÷il, bilakis Allah'tır. Dolayısıyla ona göre insanın hidayete ulaúması da, dalâlete sapması da Allah'ın dilemesi ve yaratmasıyladır. Râzî, bu konuyu; "...ølk defa sizi yarattı÷ı gibi, yine O'na döneceksiniz. (Allah) bir kısmına hidayet verdi, bir kısmına da dalâlet _________________

68 Ebu Zehra,

Târîhu'l-Mezâhibi'l-øslâmî, I, 141-142; Kemal Iúık, Mu'tezile'nin Do÷uúu,

s. 69. 69

Nisa 4/40. 70

Bu iki prensibe, 'Kulların Fiillerinin Yaratıcısı' meselesinde ayrıca temas edilecektir. 71

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, IV, 81-82. 72

(23)

hak oldu..."73 ayetlerinin tefsirinde ele almıútır. O, burada øbn Abbas'tan ge-len; 'Allah sizi baúta nasıl mümin ve kafir olarak yaratmıúsa, sonuçta da

O'-na aynı durumda döneceksiniz' úeklindeki rivayeti naklederek, bu konuda

cebrî bir yaklaúım benimser. Râzî, devamında buna Kâdî Abdulcebbar tara-fından yapılan; 'Kimse, Allah bizi mümin ve kafir olarak yarattı diyemez.

Çünkü iman ve küfrün sonradan kazanılması gerekir,'úeklindeki itirazı dile

getirir, fakat bu görüúü, ayetin devamını delil göstererek reddeder. Mu'tezile'nin ayete dair; 'Allah bir kısmını cennete sevketmiú, di÷erlerine ise dalâlet vâcip olmuútur' úeklindeki yaklaúımları ile ‘aksi takdirde Peygam-berlerin müslümanlara hidayeti, kafirlere ise, dalâleti tebli÷ etmeleri gere-kece÷i’ yönündeki eleútirilerini de kabul etmeyerek, bunları iki yönden

red-deder.74

Râzî, aynı konuya birçok ayetin tefsirinde yer vermiútir. Bunlardan bi-ri de; "...(Melekler); 'Biz seni hamdinle tesbih ve takdis edip dururken, orada bozgunculuk edip, kan dökecek bir varlık mı yaratacaksın?' dedi-ler. Allah da; 'Ben, sizin bilemeyeceklerinizi bilirim' buyurmuútur"75

ayetidir. O, Mu'tezile'nin bu ayeti birçok bakımdan adalet prensibine delil getirdi÷ini söylemiú ve bunları úöyle sıralamıútır: a) Ayette melekler söz ko-nusu fiilleri kendilerine nispet etmiúlerdir, b) Allah onlara; 'Ben mâlikim, di-ledi÷imi yaparım' diye cevap vermemiútir, c) Ayetteki; 'Ben, sizin bilmedik-lerinizi bilirim' ifadesi, Allah'ın bu fiillerden berî olmasını gerektirir, d) Kötü fiiller Allah'ın dilemesi ve yaratmasıyla olsaydı, o halde O'nu tenzih ve tak-dis do÷ru olmazdı, e) E÷er küfrü Allah yaratsaydı, o insanları kafir olsun di-ye yaratması ve adi-yette de; 'Evet onları fesat çıkarıp, kan dökmeleri için ya-rattım,’ demesi gerekirdi. Halbuki O; 'Ben, sizin bilmediklerinizi bilirim,' demektedir, f) E÷er fesat ve katillik Allah'ın fiili olsaydı, bunlar insanın

be-_________________ 73 A'râf 7/29-30. 74 Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, V, 226. 75 Bakara 2/30.

(24)

deni ve ten rengi gibi olurdu ki, insanın bu gibi hususlar için kınanması do÷-ru de÷ildir. Râzî, tüm bu hususları tek tek zikretmekle birlikte, cevap olarak sadece ilim ve dâî meselesine atıfta bulunmakla yetinmiútir.76

Görüldü÷ü üzere Mu'tezile'nin benimsedi÷i adalet prensibi, tamamıyla 'insanın özgürlü÷ü' yani 'kulların fiillerinin yaratıcısı' meselesiyle ilgilidir. Bu konu, esasen Mu'tezile ile Ehli Sünnet, özellikle de Râzî'nin müntesibi oldu÷u Eú'arîlik arasındaki temel yaklaúım farkını oluúturmaktadır. Râzî de tefsirinde ilgili hemen her ayetin tefsirinde bu hususa geniú bir úekilde yer vermiútir. Bu sebeple biz burada, ana hatlarıyla da olsa bu konu üzerinde ay-rıca durmak istiyoruz.

4. KULLARIN FøøLLERøNøN YARATICISI (CEBR, KADER): Belirtildi÷i üzere Râzî'nin tefsirinde Mu'tezile ile tartıútı÷ı meselelerin baúında bu husus gelmektedir. O, bu konuda Mu'tezile'yi birçok ayetin tefsi-rinde çok sık ve amansız bir úekilde eleútirmiútir. Burada dikkat çeken husus, Râzî'nin bu konuda mensubu oldu÷u Eú'arî anlayıúı da aúarak insanın bir úey yapmaya, yani onu kesbe muktedir olmadı÷ını savunmasıdır. Zira ona göre insan, harekete geçmeye ve bir úeyi di÷erine tercih etmeye yetkili de÷ildir. Bilakis insanın baúlama ve harekete geçme kabiliyeti Allah tarafından yara-tılmıútır.77 Dolayısıyla Râzî'nin bu konuda, Cebriyye78 ile yakın bir noktada

oldu÷u görülmekte ve temsil etti÷i anlayıú için 'ılımlı/orta cebriyye' gibi ifa-deler kullanılmaktadır.79

_________________

76

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, I, 395-396. 77

Fahreddîn Râzî, el-Erbaîn, s. 155, 227. (Bu konuda geniú bilgi için bkz. Muhammed Sa-lih ez-Zerkan, Fahreddîn er-Râzî, s. 520-546)

78

ønsanın yaptı÷ı iúin sahibinin ve gerçek failinin Allah oldu÷unu söyleyerek, insana irade hürriyeti tanımamasıyla ön plana çıkmıú, kurucusu Cehm b. Safvan (ö.128/745) olan kelâmî bir anlayıú. (Geniú bilgi için bkz. el-Ba÷dâdî, el-Fark, s. 211)

79

Kemal Iúık, Mu'tezile'nin Do÷uúu, s. 70; TDV øslam Ansiklopedisi, (Yusuf ùevki Ya-vuz, Fahreddîn er-Râzî maddesi), XII, 91.

(25)

Mu'tezile ise, bu konuda Râzî’nin tam tersi bir anlayıúa sahiptir. Onla-ra göre; insan hür iOnla-radeye sahiptir. Hür iOnla-radeye sahip olan insanın kendi fiil-lerini kendisinin yaratması gerekmektedir. Bu da, Allah'ın insanda yarattı÷ı bir kudretle olmaktadır. Buna göre, kulun fiilinin meydana geliúinde Allah'ın rolü do÷rudan de÷il, aracı vasıtasıyladır. Bu aracı ise, Allah'ın insanda yarat-tı÷ı kudret ve insanın da bunu iradesine uygun olarak kullanmasıdır. Yani Mu'tezile'ye göre insan güç sahibidir, bu güçle fiillerini yaratmaya kadirdir ve fiillerini hür bir úekilde yaratır.80

Râzî, tefsirinde bu konuyla ilgili farklı kesimlerce benimsenen yakla-úımları ayrı ayrı ortaya koymuútur. Nitekim o, "Onların kazandı÷ı kendile-rinin, sizin kazandı÷ınız da sizindir"81 ayetinin tefsirinde, fiillerin kesbi

konusunda; a) Kulun, mevcut olmayan bir takım arazları kendi kudretiyle varlık alemine sokma anlamında müktesib olmadı÷ı, b) Kulun sonradan olma kudretinin onun fiillerinde müessir oldu÷u úeklinde iki farklı temel yaklaúım oldu÷unu ifade etmiútir. Bunlardan Ehli Sünnet'e ait olan ilk görüúle ilgili ømam Eú'arî, Ebû Bekr Bâkıllânî (ö.403/1013) ve Ebû øshak el-øsferâyinî (ö.418/1027)'e ait üç yaklaúım zikretmiú, ardından ikinci görüúle ilgili olarak da el-Cuveynî (ö.478/1085) ile Mu'tezile'ye ait iki farklı yakla-úım dile getirmiútir. Devamında Mu'tezile'nin ilk görüúe yaptı÷ı eleútirileri zikrettikten sonra, Ehli Sünnet'in Mu'tezile'nin görüúüne karúı ileri sürdü÷ü, úu delilleri zikretmiútir: a) Kul, úayet fiillerinin yaratıcısı olsaydı, o fiillerinin detaylarını da bilmiú olurdu. Halbuki o, bunları bilmez. b) Kul, fiillerinin ya-ratıcısı olsaydı, ancak onun istedi÷i úeyler olurdu. Halbuki durum böyle de-÷ildir. c) Kul, fiillerinin yaratıcısı olsaydı, bu durum söz konusu fiilin ve bu kudretin zâtına bir ilave olurdu. Halbuki biz, bu fiili ve kudreti kulun o fiilin yaratıcısı oldu÷unu bir tarafa bırakarak düúünebilmekteyiz. d) Bu icad iúi

_________________

80

el-Ba÷dâdî, el-Fark¸ s. 115; ùehristânî, el-Milel ve'n-Nihal, I, 45; Nesefî, øslam

ønanç-ları, s. 75; ùerafeddin Gölcük, Kelam, Konya 1988, s. 205-206. 81

(26)

hâdistir. E÷er onun sonradan oluúu kuldan ötürü ise, onun bir baúka icad edi-ciye muhtaç olması gerekir ki, bu da teselsülü gerektirir.82

Burada dikkat çeken husus, Râzî'nin bu konuda Mu'tezile'ye, Ehli Sünnet'in yaklaúımlarından ziyade Cebriyye'ye atfetti÷i iki temel yaklaúımla karúı çıkmasıdır ki, bunlar; a) Dâî (yapmaya götüren sebep) yaklaúımı, b) Al-lah'ın ilmi meselesidir. Nitekim ona göre, bu iki meseleye çözüm buluna-madı÷ı sürece, insana fiillerini yaratma güç ve hürriyetinin verilmesi imkan-sızdır. O bunu, Cebriyye'den naklen ve Mu’tezile’ye hitaben úu ifadelerle ortaya koyar:

"Bu iki meseleye cevap verme hususunda, güçlü ve derde deva olacak bir çare bulaca÷ınızı sanmıyoruz. ùüphesiz biz biliyoruz ki, bunca zekanıza ra÷men onların cevapları karúısında zayıf kalaca÷ınızı siz de biliyorsunuz. Biz insaf edip, sözlerinizin güzel oldu÷unu itiraf etti÷imize göre, siz de insaf edin ve bu iki meseleye cevap veremeyip, izah edemeyece÷inizi itiraf edin. Çünkü bunu görmemek ve gafil davranmak akıllılara yakıúmaz." 83

Burada söz konusu edilen 'dâî teaorisi' kısaca úudur: ønsan iyi veya kötü bir fiili yapma karúısında nötr bir haldedir. Çünkü o, her iki zıt fiili de kabullenebilecek bir yapıdadır. Dolayısıyla onun bu iki fiile nisbeti eúit sevi-yededir. Bu durumda insanın bizzat kendisinin, bu iki fiilden birine yönel-mesine sebep olması imkansız olur. Görüldü÷ü üzere insanı bu fiillerden bi-rini tercihe sevkeden itici bir güç gerekmektedir. øúte bu güç ya hâdis olan insandan, ya da kadîm olan Allah'tan gelecektir. E÷er bu ilk itici güç hâdis olan insandan gelirse, bunu ona getirecek bir baúka güce daha ihtiyaç duyu-lacaktır ki, bu da bizi teselsüle götürece÷i için bâtıldır. O halde nötr durumda bulunan insanı iyi veya kötü herhangi bir fiile sevkedecek ilk etki Allah'tan gelmektedir ki, bu durumda da bu fiilin gerçek fâili kaçınılmaz olarak Allah

_________________

82

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, II, 69-70. 83

(27)

Teâlâ olmaktadır. Dolayısıyla insana ait her türlü fiilin yaratıcısı Allah Teâlâ'dır.84

Râzî'nin fiillerin yaratıcısı konusunda esas aldı÷ı ikinci yaklaúım olan ve tefsirinde kısaca 'ilim meselesi' úeklinde ifade etti÷i husus da úudur: "Rabb'imizin ilmi her úeyi kuúatmıútır"85 gibi ayetler gere÷i Allah Teâlâ,

eúyanın tamamını ezelde bilmektedir. Allah'ın ezelde her úeyi bildi÷i ve Al-lah'ın ilminde de bir de÷iúmenin imkansızlı÷ı sabit olunca, bu durumda (ku-lun fiillerine ait) hükümlerin kesin olarak belirlenmiú olması ve kader kale-minin kurumuú yani bunları yazıp bitirmiú olması gerekmektedir. Dolayısıy-la da cennetlik; AlDolayısıy-lah'ın ilminde cennetlik yazıDolayısıy-lan, cehennemlik de; yine O'-nun ilminde cehennemlik yazılandır.86

Râzî, bu konuda bir çok ayeti kendi görüúüne delil olarak görmüú ve bu yönde yorumlamıútır. Nitekim o, "Evinde bulundu÷u kadın onu kendi-ne ça÷ırdı, kapıları kapadı ve 'haydi gelsekendi-ne!' dedi. Yusuf; 'Allah'a sı÷ı-nırım, ... dedi"87 ayetindeki Hz. Yusuf'a ait; 'Allah'a sı÷ınırım' sözünü, kulun fiillerini yaratanın Allah oldu÷unun açık bir delili olarak yorumlar. Ona göre bu sı÷ınma, ‘Allah Teâlâ'nın onun için itaat tarafına sevkeden bir sebebi ke-sin olarak yaratmasını ve yine onun kalbinde günaha götürebilecek úeyleri gidermesini istemek’ anlamındadır. Zira Hz. Peygamber de; 'Ey kalpleri

çe-viren Allahım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!'88 ifadesiyle, kalpte tâate

sevkeden sebebin takviyesini, ma'siyet sebebinin ise, giderilmesini kastet-miútir. Yine Hz. Peygamber; 'Müminin kalbi, Rahman'ın parmaklarından

ikisi arasındadır'89 buyurmuútur. Râzî'ye göre bu hadisteki iki parmak ile, bir

_________________

84

Bu konudaki örnekler için bkz. Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, I, 231-232; IV, 505, 520, 531, 534; V, 149, 207, 223; VI, 438-439, 452, 471, 474-475; IX, 438; XI, 177. 85 A'raf 7/89. 86 Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, V, 318. 87 Yusuf 12/23. 88

Tirmizi, Sünen, Kader 7, IV, 448. 89

(28)

fiili yapma ve yapmama sebebi olan úeyler kastedilmiútir ki, bu iki tür sebep de Allah'ın varetmesi ile olmaktadır.90

Râzî, bu konudaki iki farklı yaklaúımı ve bunlar karúısındaki tavrını açık ve ayrıntılı bir úekilde ortaya koyduktan sonra, konuyla ilgili kendi úah-sî kanaatini de ilmî bir tarzda ifade etmiútir ki, burada dikkat çeken husus, onun tarafsız bir tavır sergilemesi ve kesin bir sonuca ulaúmayı imkansız kı-lan bir acziyeti itiraf etmesidir. ùöyle ki o, "Allah onların kalplerine de, kulaklarına da mühür basmıútır..."91 ayetinin tefsirinde, fiillerin yaratıcısı

konusundaki ayetlerin her iki görüúü de destekleyecek mahiyette farklılık arzetti÷ini, dolayısıyla bu konuda naklî delillere dayanarak bir sonuca varı-lamayaca÷ını, aklî delillere gelince, bunun øslamî meselelerin en çok dalla-nıp budaklanan ve tartıúılan bir konusu oldu÷unu söyler. Bu noktada o, ø-mam Ebu'l-Kasım el-Ensârî'ye sorulan Mu'tezile veya Ehli Sünnet'in bu konudaki görüúlerinden dolayı küfürle itham edilip edilemeyecekleri sorusu-na verdi÷i 'hayır' cevabını ve bunun gerekçesini, úu úekilde ortaya koyar:

"...Buna göre her iki kesim de, Allah'ın celâlini ve kibriyâsını ispat et-mekten baúka bir úeyi arzulamamıútır. Ehli Sünnet'in görüúleri azamet konu-suna takılmıú ve onlar Allah Teâlâ dıúında hiçbir îcad edici bulunmaksızın, O'nun mûcid olmasının gerekti÷ini söylemiúlerdir. Mu'tezile ise, hikmete ta-kılmıú ve bu tür çirkinliklerin Allah'ın ululu÷una yakıúmayaca÷ını söylemiú-tir."92

Râzî, burada hassas bir nokta daha oldu÷unu belirterek úunları söyler: ‘Allah Teâlâ'yı ispat etmek, cebre hükmetmeye götürür. Çünkü fâiliyyet bir sebebe dayanmazsa, o zaman mümkünün müreccihsiz meydana gelmesi ge-rekir ki, bu da Yaratıcı'yı nefyetmektir. E÷er dayanırsa, bu takdirde de cebr gerekir. Peygamberli÷in hak oldu÷unu ispat ise, kulun kudretinin

bulundu-_________________

90

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, VI, 438-439. 91

Bakara 2/7. 92

(29)

÷unu hükmetmeye götürür. Aksi takdirde peygamber göndermede ve kitap indirmede ne fayda olacaktır?’ Ona göre; Allah'a nispetle varlı÷ı ve yoklu÷u denk olan úeylerin bir müreccih bulunmaksızın birinin di÷erine a÷ır basma-dı÷ı görülmektedir ki bu, cebrin varlı÷ını göstermektedir. Fakat çok açık bir úekilde ihtiyârî hareketlerle zarûrî hareketler arasında bir farkın oldu÷u da görülmektedir. Zira methetme güzel, kınama çirkin, emredilen güzel, yasak-lanan çirkindir ki, bu da Mu'tezile'nin görüúünü gerektirmektedir. Dolayısıy-la bu mesele, zarûrî ilimlere, nazarî ilimlere, AlDolayısıy-lah'ın kudret ve hikmetine bakarak O'nu ta'zîme göre, tevhid ve tenzihe göre ve naklî delillere göre ayrı ayrı birer çeliúki meydana getirmektedir. Bu sebeple konu oldukça zorlaú-mıú, bilmece haline gelmiú ve alabildi÷ine büyümüútür. Râzî, bu son noktada çareyi, Allah'a dua ederek, hepimizi do÷ruya ulaútırmasını ve sonumuzu ha-yırlı kılmasını niyaz etmede bulur.93

Görüldü÷ü üzere Râzî, bu konuda úu üç sonuca ulaúmaktadır: a) Me-sele bir iman-küfür meMe-selesi de÷ildir, b) Her iki yaklaúımın müntesipleri de samimi bir gaye ile hareket etmektedir, c) Mesele, çözümü gerçekten zor ve kesin sonuca ulaúılamayacak mahiyettedir.

Râzî, bu konudaki itidal ve hoúgörüsünü tefsirinin tamamında göster-miútir. Fakat o, Zemahúerî'ye isnad etti÷i cebr görüúünde olanların øslam üzere olmayacaklarına dair bir görüúü çok sert bir úekilde eleútirmiútir. Zira o, Zemahúerî'nin; "Allah, kendinden baúka hiçbir ilah olmadı÷ı gerçe÷ine, adaleti ayakta tutarak úehâdet etti..."94 ayetine dayanarak, øslam'ın 'adalet

ve tevhid'den ibaret oldu÷unu, dolayısıyla cebr anlayıúının Allah'ın adaleti-ne, Allah'ın görülmesinin ise, O'nun cisim olmasını gerektirece÷i için tevhide aykırı düútü÷ünü, bunun da øslam dairesinden çıkmayı gerektirdi÷ini savun-du÷unu ifade ettikten sonra, onun haddini aúarak bilmedi÷i konulara girdi÷i-ni söyler. Zira ona göre; Mu'tezile, Allah'ın görüldü÷ü takdirde cisim olma-_________________

93

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, I, 294-295. 94

(30)

sının gerekece÷i görüúüne kesin aklî bir delil bulamamıú, sadece zâhiri bu yöndeki ayetlerle istiúhad etmekle yetinmiútir. Cebr konusunda ise, Allah Teâlâ'nın cüz'iyyatı bildi÷ini ve insanın Allah'ın ilmini cehle dönüútürmesi-nin mümkün olamayaca÷ını kabul ettiklerine göre, onlar da zorunlu olarak cebr inancını itiraf etmiú olmaktadırlar.95

Burada da açıkça görüldü÷ü üzere Râzî, cebr anlayıúını istenerek ter-cih edilen bir yaklaúım olarak de÷il, mecbur kalınarak benimsenen bir zorun-luluk olarak görmektedir. Sonuç olarak o, kulun bir iúi yaparken ba÷ımsız mı, de÷il mi oldu÷u sorusuna, açık bir úekilde ‘ba÷ımsız olmadı÷ı’ yönünde cevap vermektedir. Bu noktada onun; 'Fiillerde kulun rolü nedir?' sorusuna cevabı ise, bu fiillerin kuldaki kudret ile Allah'ın yarattı÷ı sebebin bir araya gelmesiyle meydana geldi÷i úeklindedir.96

5. VA'D VE VA'ÎD:

Va'd ve va'îd kısaca, dünyada iyi iúler yapanın ahirette mükâfaatlandırılması, kötü iúler yapanların ise, cezalandırılması anlamında-dır. Bu prensip, Mu'tezile'nin adalet anlayıúının do÷al sonucudur. Zira iyi iú-ler yapanların ahirette sevap bulmaması, kötü iúiú-ler yapanların da ceza gör-memesi Allah'ın adaletine yakıúmaz. Dolayısıyla Mu'tezile Kur'an'da mevcut olan va'd ve va'îdlerin kesin ve ebedi oldu÷unu savunmaktadır. Buna göre örne÷in, "Bilakis, kim bir kötülük yapar da günahı kendisini iyice sarar-sa, onlar cehennemliktir. Onlar orada ebedi kalacaklardır"97 ayetinde açıkça ifade edildi÷i üzere, söz konusu günahları iúleyen kimseler, bunlar için belirtilen cezalara kesin ve sürekli olarak çarptırılacaktır.98

_________________

95

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, III, 170. 96

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, I, 232. 97

Bakara 2/81. 98

el-Ba÷dâdî, el-Fark, s. 143-144, 192; ùehristânî, el-Milel ve'n-Nihal, I, 45; Kemal Iúık,

(31)

Râzî ise, her ne kadar belli bir kimse hakkında Allah'ın onu affedip af-fetmeyece÷i söylenemeyecekse de, Allah'ın bazı günahları affetti÷inin kesin olarak ifade edilebilece÷ini, dolayısıyla Allah'ın va'îdi yerine gelse de, bunun ebedî olmayıp belli bir müddet sonra sona erece÷ini söyler. O, bu konuyu geniú bir úekilde yukarıdaki ayetin tefsirinde ele almıú, Mu'tezile'nin va'd ve va'îdle ilgili ayetlerin kat'îlik ve ebedîlik ifade etti÷ine dair getirdi÷i delilleri de tek tek zikretmiútir. Buna göre Mu'tezile, ayetlerdeki umumî hükümlere dayanmaktadır ki, bu umûmîli÷in dayanakları, bunlarda yer alan; baúta ' ˸Ϧѧ˴ϣ' edatı, 'ϝ΍' takısı ve ' ˷Ϟѧϛ' lafzı olmak üzere umûmî tüm kullanımlardır. Râzî, bunların umûm ifade etti÷ine dair Mu'tezile'nin delil getirdi÷i tüm ayet ve hadisleri zikrettikten sonra, Sünnî alimlerin bunlara verdi÷i cevapları belirte-rek, bu ifadelerin her zaman umûm ifade etmedi÷ini ortaya koymaya çalıúır. Ardından ‘Allah'ın büyük günah iúleyenlere azab etmeyece÷i’ úeklindeki Mürcie’ye99 ait görüúü delilleriyle birlikte dile getirir. Bundan sonra ise, Mu'tezile'nin vâ'îd konusundaki yaklaúımını beú ayrı delil ile reddeder.100

Râzî'nin, Mu'tezile'nin va'îd ile ilgili yaklaúımını reddi, kısaca úu úe-kildedir:

'Cezalandırmak Allah'ın hakkıdır. Bu sebeple, söz konusu cezayı kal-dırmak suretiyle bazı insanlara lutfetmesi, di÷erlerine ise lutfetmemesi de O'-nun hakkıdır.'101

Görüldü÷ü üzere Râzî'nin Mu'tezile'nin va'îd anlayıúını reddi kesin ve açıktır. Fakat onun va'd ile ilgili yaklaúımı biraz daha girift bir durum arzeder. Zira Râzî, bir yandan bu konuyla ilgili "Fakat Rabb'lerinin emir-lerine karúı gelmekten sakınanlar için, üst üste yapılmıú altlarından ır-maklar akan köúkler vardır. Bu, Allah'ın va'didir. Allah verdi÷i sözden

_________________

99

ømanı ikrardan ibaret sayması ve ahirete irca etmesiyle bilinen kelâmî anlayıú. (Geniú bilgi için bkz. el-Ba÷dâdî, el-Fark, s. 202-207)

100

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, I, 569-583; 584. 101

(32)

dönmez"102 gibi açık ve kesin ayetleri zâhirleri üzere kabul etmekte, di÷er yandan ise, bu ayetler vesile kılınarak Mu'tezile tarafından Allah'a getirilen zorunlu÷u bertaraf etmeye çalıúmaktadır.

Nitekim Râzî, va'd konusunu "Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah-'ın hıúmına u÷rayan gibi midir?"103 ayetinin tefsirinde dile getirerek,

bura-da Mu'tezile'nin bu gibi ayetlerin, Allah'ın itaatkarları cehenneme, günahkar-ları da cennete sokmasının caiz olmayaca÷ı úeklindeki istidlallerini dile ge-tirmiú, fakat bunlara cevap vermemiútir.104 Benzer bir durum, "Rabb'inin

sö-zü hem do÷ruluk, hem de adalet bakımından tam kemalindedir"105

aye-tinin tefsirinde de söz konusudur. Zira Râzî, bu ayete dayanarak, Allah'ın va'd ve va'îdinin O'nun kelimesi oldu÷unu, ayette Allah'ın kelimesi do÷ru-lukla nitelendi÷ine göre, Allah'ın va'd ve va'îdinden caymasının imkansız ol-du÷u yönünde açıklamalarda bulunmuútur.106

Fakat bu örnekler, Râzî'nin Mu'tezile'nin va'd anlayıúını aynen benim-sedi÷i anlamına gelmemektedir. Zira o, tefsirinin di÷er yerlerinde kendisinin Mu'tezile'nin va'd fikrini benimsemedi÷ini gerekçesiyle birlikte ortaya koy-maktadır.ùöyle ki, Mu'tezile'ye göre; "Benim ahdime vefa gösterin ki, ben de sizin ahdinize vefa göstereyim"107 gibi ayetlerdeki 'ahd' kavramı; aklın, Allah'a, kendisine itaat edenlere sevap vermesini vacip kıldı÷ına delalet et-mektedir. Yani Allah, dünyada hayır iúleyenlerin karúılı÷ını ahirette mutlaka vermek durumundadır. Halbuki Râzî'ye göre; Allah için böyle bir zorunluluk getirmek do÷ru ve mümkün de÷ildir. Çünkü kulların görev ve ibadetlerini yapmaları, kendilerine geçmiúte verilen nimetler sebebiyle üzerlerine vacip

_________________

102 Zümer 39/20. 103

Âl-i ømran 3/162. 104

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, III, 415-416. 105 En'âm 6/115. 106 Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, V, 125. 107 Bakara 2/40.

(33)

olan bir úeyi yerine getirmektir. Vacibi yerine getirmek ise, bir baúka vücûbu, yani Allah'ın onlara mükafat vermesini gerektirmemektedir.108

Görüldü÷ü üzere Râzî, bir yandan Allah'ın inananlara verece÷ini va'detti÷i müjdelerin mutlaka yerine getirilece÷ini vurgularken, di÷er yandan bunun Allah için bir zorunluluk oluúturmayıp, bilakis Allah'ın bir lütuf fiili oldu÷unu izaha çalıúmaktadır. øúte bu noktada dikkat çeken husus, Râzî'nin va'd ve va'îd içeren ayetler arasında bir tearuz görüldü÷ünü kabul edip, bu-nun va'd lehinde giderilmesi gerekti÷ini birçok delille ortaya koymaya ça-lıúmasıdır. Çünkü Kur'an'da va'îd ifade eden hemen her ayetten sonra mutla-ka va'd içeren bir ayet gelmektedir.109

Sonuç olarak Râzî, Mu'tezile'nin va'îd anlayıúını tamamen, va'd anla-yıúını da kısmen bertaraf etmeye çalıúırken, úöyle bir yaklaúım sergilemekte-dir:

"Allah Teâlâ, va'dleri yer alan pek çok ayette; 'Bu, Allah'ın va'didir. Al-lah ise, va'dinden dönmez,' gibi açık ifadeler kullanmıútır. Halbuki va'îd içe-ren ayetlerinde böylesi net ve kesin ifadeler kullanmamıútır. Bu da, Mu'tezile'nin söyledi÷inin aksine, va'd tarafının va'îd tarafından daha tercihe úayan oldu÷una delalet eder..."110

6. el-MENZøLE BEYNE'L-MENZøLETEYN (BÜYÜK GÜNAH øùLEYENøN DURUMU):

Mu'tezile'nin beú temel inanç esasından biri olan bu anlayıúa göre, bü-yük günah iúleyen ne kafir, ne de mümin olup, bilakis fâsıktır.111 Bu kimse,

tevbe etmeksizin öldü÷ünde cehennemde ebedî kalacaktır. Fakat onun azabı kafirlerinkinden daha hafif olacaktır. Bu konuda Hâricîler ile Mürcie arasın-da orta bir yaklaúım benimseyen Mu'tezile, tevbe etti÷i takdirde büyük gü-_________________ 108 Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, I, 482. 109 Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, I, 569-583; 584. 110

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, IX, 439. 111

(34)

nah iúleyenin de affedilebilece÷ini söyler.112Râzî ise, ilgili ayetlerin

tefsirin-de konuya temas etefsirin-derek onların bu görüúlerini redtefsirin-detefsirin-der. Nitekim o, "O gün nice yüzler bembeyaz olacak, nice yüzler de kapkara kesilecek"113 ayeti-nin tefsirinde, mükelleflerin ya mümin, ya da kafir olaca÷ını, dolayısıyla Mu'tezile'nin iddia etti÷i gibi bu ikisi arasında bir üçüncü konumun bulun-madı÷ını, úayet böyle bir durum söz konusu olsaydı Allah'ın Kitab’ında bunu da belirtece÷ini söyler. Ardından Kâdî Abdulcebbar'ın, ayette iki kısımdan bahsedilmesinin üçüncü bir kısım olmadı÷ına delil teúkil etmeyece÷i úeklin-deki itirazını cevaplayarak, kendi görüúünü tekrarlar.114

Râzî'nin kafir ile mümin arasında üçüncü bir sınıf olmadı÷ı ifadelerin-den maksadı, bizâtihi fâsıklı÷ı reddetmesi de÷il, bilakis ahirette görece÷i kar-úılık itibarıyla mümin ile kafir dıúında bir sınıfın olmamasıdır. Nitekim ona göre fâsık da mümindir. Fakat o, günahkar bir mümindir. Bu konuda onun Mu'tezile'den ayrıldı÷ı husus, imanı sebebiyle fâsı÷ın da cennete girmeye hak kazanmıú oldu÷udur. Zira o, "Allah'ın nimetini, lütfunu ve Allah'ın inananların mükafatını asla zayi etmeyece÷ini müjdelemek isterler"115

ayetinin tefsirinde, bu ayetin, cennetin imanın karúılı÷ı oldu÷unu gösterdi÷i-ni, fâsık da iman sahibi oldu÷una göre, onu ebedî cehennemlik kabul etme-nin, ona imanının karúılı÷ını vermemek olaca÷ını, bu durumda da, ayetteki ifadenin tersine, Allah'ın imanın ücretini zayi etmesi sonucunun do÷aca÷ını ifade eder.116

Râzî, "Allah onları söyledikleri bu sözleri karúılı÷ında içinden ır-maklar akan, sonsuza dek kalacakları cennetlerle ödüllendirecektir.

_________________

112

el-Ba÷dâdî, el-Fark, s. 115; Nesefî, øslam ønançları, s. 89; Ebu Zehra,

Târîhu'l-Mezâhibi'l-øslâmî, I, 142-143; Kemal Iúık, Mu'tezile'nin Do÷uúu, s. 72.

113

Âl-i ømran 3/106. 114

Fahreddîn Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, III, 318. 115

Âl-i ømran 3/171. 116

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu- nun için toprak altı sığınakların emniyeti noktasın- dan sığınak üzerine çok kalın bir beton tabakası ge- rektir.. (Bu kalınlık 1 ton ağırlığındaki bomba için

Beton üzerine vurulacak beton sathının da alt sıvada veya duvarda olduğu gibi kaba bir halde bulunması, iyice ıslatılması ve üzerine önce saf çimento şerbeti veya bol

1/5000 mikyaslı imar plânında bu cihet nazarı iti- bare alınarak Baltacı dere kenarı eşya limanı olarak asrî bir şekilde tanzim edilmiştir.. Burada dere kenarında ufak

Çalışmada genomik kinolon direnci sonuçları Haziran döneminde %83.5, Ocak döneminde ise %81.8 olarak tespit edildi.. Plazmid aracılı kinolon direnci amacıyla qnr

As a result, the findings of the present study showed that immunonephelometric method (Beckman Protein Array System) offers more accurate, precise and convenient method

Fakat inferior vena kava ile sol renal ven arasmda belirgin basmg fark1 tespit etmi;;ler ve bu farkm sol renal venin kompresyonuna bagh olabilecegini ileri sOrerek

Bu ara§ttrma Erciyes Oniversitesi Gevher Nesibe Egitim ve Ara§ttrma Hastanesi Kadm Hastahklan ve Dogum Anabilim Dah Klinigi'nde dogan bebeklerin dogum agtrhklannm,

(Evet) yahud (hayır) demek icabediyordu. Cezmi ise bu esnada sanki vaziyet kendisine taallûk etmiyormuş gibi bir halin tekiki ile bir müddet meşgul kaldı. Cezmi