• Sonuç bulunamadı

tr-va n ı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "tr-va n ı"

Copied!
23
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

tr - v a n ı

o

r;rn-" d;yc söylendi ve ticaret mevzuu üzerinde dalla fazla zihin yor­

madı.

Fakat tefecilik faizle para vermek kalıyordu. O Muharrem gibi

ve memurluk hayatında tanıdığı daha başka kimseler (meselâ ithalât

ihracat) şirketinin baş hademesi Ethem efendi gibi bunu yapmak,

her ay yüzde on faiz almak şartiyle para dağıtmak! İki bin üç yüz li­

rayı dağıtsa ayda iki yüz otuz lira alabilirdi. Bu iki yüz otuz liranın

yüz otuzunu aylık olarak nefsine ayırsa ve her ay yeniden yüz lirayı

faize verse on ay sonra bin lirası daha olacak demekti. Yirmi ay son­

ra de üç bin lirası altı bin lira olur, yani aylık kazancı altı yüzde çık­

mış bulunurdu. Cebinden küçük bir kalem çıkarmış, ufak not defte­

rine hesaplar yapmağa başlamıştı. Bu işte intizamla beş sene devam

ettiği takdirde âdeta zengin olacaktı.

Fakat sonra omuzlarını silkerek bunun da mümkün bir şey ol­

madığım kendi kendine teslim etti. Bir kere hükümet tefeciliğe karşı

sert bir mücadeleye girişmiş, bu kararını resmen ilân etmişti. K eyfi­

yet bir takım kurtların diledikleri gibi hareket etmelerine mâni ol -

mamakla beraber işin kendisi gibi acemisi üçüncü günü mahkemeye

düşebilir mahkementn hükmü de mahpusluk şeklinde tecelli edebilir­

di. Hem böyle birşey olmasa bile para dağıttığı kimseler ay başında

hepsi birden :

« A ltık beş para faiz vermiyeceğiz. Buyur dâva et!» Derlerse ne

yapacaktı? Boyunlarını büküp merhametine sığınmaları ise daha teh­

likeli olabilirdi. Bu takdirde bir şey yapamıyacağından emindi ve ni­

hayet bu kadar parayı kime dağıtacak borç istiyenleıi nereden bula­

caktı?

Atıldığı veya ayrılmağa mecbur bırakıldığı daireye gidip odaları

dolaşarak t'bö'rç isliyen var mı? Borç istiyen bana müracaat etsin!»

mi diyecekti?

Borç dağıtmağa bir kere karar verince bunu yedi duvarlı bahçe­

sinin içinde ve yedi duvar arkasındaki odasında sağır sultanın bile öğ­

reneceğini, sayısız talep karşısında kalacağını akıl edemiyordu.

Daireden ayrılışından beş gün henüz geçmişken, altıncı gece sa­

baha karşı müthiş bir üşüme ile uykudan uyandı, sonra bu üşümeyi

ateş takip etti ve pansiyonda tedavisinin kabil olamıyacağım matma­

zel Velastaımın gidip çağırmak insaniyetini gösterdiği doktor* kat'î

bir lisanla söylediğinden Alman hastanesine nakledildi.

Hastanede

yirmi beş

gün

kalacaktı.

Pansiyonunun

■w Bugün bir iefe falan var? Diye

bitirdi-Madamla kızından başka ziyaretine, hatırım sormaca tek kimse gelmedi. Biraz iyileşil iyileşmez de pansiyona döndü ve ertesi sabah, aynanın önüne geçerek bir yabancıyı tetkik' eder gibi, tızun uzun yü­ züne baktı. Ve henüz takmadığı iğreti dişinin vücuda getirdiği e z im boşluktan dolayı hazin bir manzara alaıı tebesuurnile g iKupsiyerek: «Şayanla sevgili orkadaşı Muzaffer Hanım beni artık hiç, biç mi hiç beğenmezler!/ diye söylendi. Gençlik ve güzellik, kendisine asla bay­ rı olmamış, kendisini kadınlara oyuncak yapmış olaıı bu iki şeyin artık tamar.ile maziye intikal etmiş bulunduklarını kabul ediyordu.

(2)

Ve işsizlik pünlcn yeniden başladı. Fakir yaftasi'e bir devlet hasta, hanesine kabul edilmeğe teşebbüs etmiyerek paralı bir ecnebi hastalıa- nesine gittiği için yirmi beş gün nihayetinde cüzdanının hasrahtne idaresine epey biı kremini boşaltarak pansiyona dönmesi icabetmişti...

Uzayıp gidecek olan bu işsizlik günlerinin en rahat tarak İstanbul sokaklarının, kahve, pastahane ve sinema gibi umumi yerlerin günün her saatinde kalabalık bulunması oldu. Büro saatlerinde sokaklar ve umumi yerler Ani,aradaki gibi âdeta boşalmadığı için günün herhangi bir saatinde sokakta ağır ağır dolaşan, yahud bir kahveye oturup gaze­ tesine dalmış bulunan ve geleni geçeni seyreden bir adam hiç dikkati celiıein:iyor, hic bir tecessüs uyandırmıyordu. Madam Vlastnrı ile kızı­ na da geçirdiği hastalıktan dolayı kendisine daireden iki ay mezuniyet verilmiş olduğunu söylediğinden vaziyeti pansiyon sahipleri için de ta­ biî sayılmakta id;. Fakat ne çare ki aşinalar, ahbabkır vardı.

K a rta l nede geçirdiği günler esnasında bir tanesini de demir kar­ yolasının ucunda görmemiş bulunduğu aşinalar, ahbablar. Acından öl- »s avucuna beş kuruş koymıyacak eski aşinalar, eski dostlar.

Bunlar arasında kendisini ilk defa görüp (idhalât - ihracat) şirke­ tinde hâlâ kâtibi umumî olduğunu, ■ istanbula izinle geldiğini sanarak türlü muhabbet ve saygı nümayişine girişenler de oluyordu. Fakat bun­ lar nadirdi ve büyük ekseriyet de atılmış bulunduğunu, kaldırıma düş­ müş olduğunu biliyorlardı. ^Bu bilenlerin bazısı iatihfafh, eoğuk bir se­ lâmla iktifa edip geçiyorlardı. Ve bunlar yine en hayırlılarıydı. Asıl kötüler durup, durdurup konuşanlardı ki, bunlar alâka göstermek ro­ lünü oynadıkları için bir de minnettarlık bekliyorlardı. Bunlar ilk »csa-düfse; C— Vah vah, daireden çıkmışsın, boşda imijsin, Çok müteessir oldum!» Yahnd «oldukl» diyorlar ve daireden kendisinin çıkmış olaca­ ğına asla ihtimal vermiyerek ıleden, hangi suçtan çıkarılmış bulunduğu­ nu tahkike teşebbüs ediyorlardı. Eğer ikinci, üçüncü tesadüfse: «•— Ne haber, bir iş bulabildin mi?» Yahud da: «— Daha bir is bulamadın mı? Hep açıkta mısın?» diye »oruyorladır. V e garip bir tesadüf eseri ola-- rak bu deyişler, bu soruşlar hep yüksek sesle, hep etraftan duyulacak şekilde oluyordu. Bunlara cevap vermek, meraklarını tatmin etmek, pek yalanda bir işe geçeceğini kendilerine bildirmek icabediyordu.

Bu adamların hafızaları da maalesef pek kuvvetliydi. Onun için tekrar tesadüflerinde: «— Bir işden bahsetmiştin. Oldu inşaallahl Çalı­ şıyorsun, boştı. değilsin ya ?» dedikleri zaman ya henüz bu işin olma­ dıysa da olmak üzere bulunduğunu, yahud o bozulduysa da bir başka işin olacağım söylemek gerekiyordu.

Bazıları da falan ve filân dairelerde münhal vazifeler ve memuri­ yetler eğlenip kendisini boş yere aradıklarını ve bu münhallorin ancak bir iki gün evvel dolduğunu - Büyüyerek matemler ediyorlar, yahud müıvhalleri haber verdikten sonra bunların artık münhal bulunmadığını birden hatırlayıp diz dövüyorlar, bu suretle de yüzünde ümidi« esefin nasıl akisler yaptığını, evvelkinin yerini nasıl İkinciye terkettiğini müşa­ hede etmek imkânını buluyor, hazzını tadıyorlardı.

__ Faşa baban pek, pek hasta imiş. Ölüm halinde imiş. Oğlum gidip elini Spsene! Sonra içine hicran olu r! diye nasihat ve tekdir eden yaçîı zatlar da vardı. Sanki babası onu evinden kovrrmş değil de o ba~

(3)

basına darılıp ayrılmıştı, ve gidince babası kollarını açıp onu bağrına basmağa hazırdı!

Fakat bu tahmmaül edilmez mahlûklara bir kaç gün rastlamayınca hayatı pek güzel bulduğu, öğleye kadar yatakta yattıktan sonra kalka­ bileceğini ve günün yirmi dört saati için hiç bir mükellefiyeti bulun­ madığını düşününce kendisini bahtiyar hissettiği oluyordu. Riayet etti­ ği taearur kaidelerini de böyle günlerde bir tarafa bırakarak: «Eh, artık bu kadarı da hakkimi fi en de insan değil miyim? Doğrusu bu akşam da tavuklar gibi erkenden uyumıyacağıml» dediği, geceyi eğlence yer­ lerinde geçirdiği oluyordu. Sanki bu tasarrufu hazır ve hergün biraz daba eriyen bir paradan değil de daima gelecek, daima yenilenecek bir paradan yapıyordu, fîu işsizlik günleri en tabiî bir vaziyet halini almış, işsiz geçirilmiş paşazadelik senelerinin pek tabiî bir devamı olmuştu. Aradaki banka, şirket ve daire memurluğu ay ve seneleri varlığında âdeta hiç bir iz bırakmamış olacaklardı. Bu işsizlik lıayatr kendisini o derecede yadırgatmıyor, o derecede rahatsız etmiyordu.

Bomboş geçen günlerinden, ya evde gündüz uykularına., yahud sine­ ma ve seyranlara tahsis edilen bu günlerinden birer ikişer saatini yeni bir iş aramağa ayırsa acaba bunu bulamaz mıydı? Fakat îstanbulda bir iş sahibi olmayı tahayyülü»« de cesaret edilemez bir nimet sayıyor, sa­ yısı yüz binlere varan bu büyük şehir halkının genç ve ihtiyar, cahil ve âlim, hâmili ve bîkes, Türk ve Hıristiyan, katta kadın ve erkek, ha­ yatlarını yine bu şehrin teinin ettiği imkânlarla kazandıklarını düşün- miyerek bunu âdeta küçük bir imtiyazlılar sınıfının harikulade mazhari­ yeti diye kabul ediyordu. Pek çok insanın hiç de vekil mensubu veya meb’us akrabası olmadan devlet dairelerinde yahud hususî müessesejer- de birer iş elde etmiş bulunmalarına ihtimal vermiyor, böyle bîr şey ona havsalaya sığmaz bir mazhariyet şeklinde görünüyordu. Bu cihetle Îstanbulda iş aıamoğa teşbbü» etmeyi düşünmüyor, kendisine verilecek işin yine Ankarada veyahud daha uzak, hayatı mahrumiyetlerle tama­ men dolu, bayatı mahrumiyetlerden ibaret bir yerde olabileceğini hesap ediyordu.

Ve bunu bulmak için mutlaka, mutlaka A nkaraya gitmek lâzımdı. Iş takibi için Ankaraya dolmuş olup attık yıkılan Taşhanm karşısındaki pasta salonunu tıklım tıklım dolduran kalabalık gözünün önüne geldi. Bu kalabalığa on yıl sonra yine karışmak, huzuruna çıkılacak zatın kabul saatini orada beklemek icabediyordu, Httâ şimdi işin daha karışık bir mahiyet almış bulunduğunu, çünkü vekâletlerin artık kısmen Yenişehire taşındıklarını unutuyordu.

Cebindeki para beş yüze indiği gün kat'î karar verip hareket gü­ nünü teabit etti. îş aramağa Ankaraya gidecekti ve hayalinde kendile­ rine müracaat edebileceği çehrelere bir geçid resmi yaptırmağa başladı. İçinden bir ses varlığının en geri ve gizli bir yerinden yükselerek: «Bun­ lardan hayır olmaz. İşi sana yine Mahmure bulacaktır !>

Diyordu.

(4)

Fakat bu sesi bastırıyor, bu zilleti reddediyor v'e Mahmureye mü­ racaatı, ondan ricayı şimdiki ha'de tahammül edilmez acılıkta bir rey

bularak yabancıları eteklemenin bundan ehven olacağını düşünüyordu. Kırkına yaklaşmış bir adam olmak ve yabancıları eteklemek! Vakıa •enelerce evvel, cebinde ancak mütekaid bir miralayın, kendisine neza- keten veya vaziyet bilinmediği için «Pasa) diye hitap edilen amcasının tavsiyesile Istaııbuldan ayrılmış, bu şehre gitmişti. Ve o zaman cebindeki parası şimdikinden de azdı ve Ankarada tek insan tanımıyordu: Kal­ dırımda aç kalması pek mümkün olabilirdi. Şu kadar ki o tarihte bir delikanlıydı. Cemiyet gençlerin aç kalışlarım romantik bir ışık içinde görüyor ve bütün çektiklerine karşı kendilerine istikbal üzerinden bol avanslar ikram ediyordu. Halbuki simdi Cezmi saçı bir hayli dökülmüş, ağzında bir dişi iğreti ve yüzünde çizgiler gittikçe artım* bir adam, kır­ kma yaklaşmış vebu yaklaşması fazlasile belli bir adamdı. Gençlikle ve gençliğindeki güzelliğile o derecede münasebeti kalmamıştı ki, Burgaz adasının tepesindeki köşkünde garip bir hayat süren eski sevgilisi bir kaç yıl önceki halindenâdeta ölüden bahseder gibi bahsetmişti. Bu halin­ de el pençe divan durup kimden i} istiyecek, ekmek dilenecekti?

Ankaraya bu ikinci gidişi daha da acılaştıran bir cihet vardı ki, bu da artık orasının yeni nizamım tamamen kurmuş, sınıflarını tesbit etmiş bulunmacıydı. O raya ilk ayak attığı zaman şehri tâ en derinlere kadar büyük bir çalkantının topraktan rastgele fırlattığı muhtelif ma­ denlerin, madde ve unsurların v , bir toplanıjı, karmakarışık bir yığıl­ ması halinde bulmuştu. Her bakımdan aşağı tabaka ve seviyede bir takım »sanlar sadece daha evvel gelmiş bulundukları için o derecede öne geç­

miş ve yükseğe çıkmışlardı ki, gelmekte, koşmakta gecikenlerin onların gerdermde ve altlarında kalmaları mantıksız ve hayrete lâyık görünmü­ yor, yüz de kızartmıyordu. Fakat geçen senelerle bu cemiyet bir niza­ ma girmiş, durulmuj, mertebeler taayyün etmij, gevgek sınıriar demirleş­

miş ve yükselmişti. Bütün değersizliklerine rağmen sırf ilkönce geldikle­ ri için öne ve yükseğe geçmiş olanlardan bir kısmı sendeleyip yuvar­ lanmış bulunsalar bile, ötekiler, bazısı mumyalaşmıs bir halde yerlerini muhafaza ediyor, kımıldamıyorlardı. Ve kadrosunu iyi kötü tamamla­ mış, tanzim etmij bir cemiyet artık sandalyelerine sımsıkı yapışmış, ye­ ni gelenleri öne geçirmiyor, yeni bir insanın öne geçmesi için pek yu­ karılardan bir elin uzanması, sayısız mukavemeti yıldırıp bastırarak onu çekmesi, yükseltmesi lâzım geliyordu.

Kaldı ki Ankaranın artık Istanbuldan adam beklemeğe ihtiyacı da pek kalmamıştı. Yeni zamanlarında orta mektepten ileriye gidememiş delikanlıları, hattâ otuzluk kırklık insanları bir imtihanla kabul etmiş brr hukuk mektebi 3ehre yüksek tahsilli bir zümre temin etmişti, ayrıca da, herhangi bir tedbir ve çare ile dahi şahadetname edinmemiş bir ikinci zümre, bir bankacılar zümresi yeni ve ötekinden çok daha mü- reffeh bir Burjuva tabakası vücude getirmiş bulunuyordu. Cezmi bu ta- bakaya mensup birçok İnsanlarla eskiden konujmuş ve bir banka müter­ cimi, sonra da bir şirketin umumî kâtibi »falıyla onların âdeta seçkin sınıfında bulunmuştu. Resmî daireler ancak şahadetname sahiplerine, bir yolunu, çaresini bulup şahadetname edinenlere açıldığına göre Cezmi yine banka — şirket muhitine sokulmağa çalışacak, bu muhitin ~ men­

supları önünde eğilip ekmek arayacak demekti.

J

(5)

Yeni Ankara seyahati için tesbit ettiği gün bir hafta sonra geli­ yordu. Hazırlıkları için bu kadar zamana muhtaç olduğuna hükmet­ mişti. Bu, sadece denize atlamağa bir türlü karar veremiyerek ayşkları *u içinde titremen âciz ve korkak adamın irade zaafından ibaretti. Ve kararlaştığı giin yaklaştıkça dehşeti atıryor, fakat hareket gününü da­ ha ilerilere atmamak üzere nefsine k a rjı en kat'î taahhüdlere giriyordu. fstanbulda geçirdiği bu en son günlerde varlığında bir başka insan belirecek, hareketlerini tanzime bağlıyacaktı. Sabahleyin pek erkenden pansiyondan çıkıyor, asıl İstanbul tarafının, yahud Boğaziçinde Anadolu kıyısının yarı yarıya harap olmuş, tenha köylerinde dolaşıyor, kahve yalımlarındaki bakkallardan tedarik ettiği peynir ekmeğe o kahvelerde hazırlattığı çayı ilâve ederek karın doyurduğu bile oluyordu. Hüseyin Hasip Pasa oğulluğunu ve uydurma bir şirkette temin ettiği, — hayır, bir günahkâr kadının temin ettiği 1— umumî kâtipliği unutup ilk defa eıı küçük ve fakır insanları kendine es sayıyor, onlara kargı yakınlık duyuyor»- hatâ onlar gibi yaşamanın cazip taraflarını keşfederek halle­ rini kıskanmağa başlıyordu. Nitekim Ankaraya gitmesi gereken günden dört gün önce idi, Emin Efendi lokantasında yemek döaSffi Beyazıd ca­ mimin avlusundan geçiyordu. Sonbahar gününün ışığı içinde öğle saa­ tinin harikulade berrak, tatlı, okşayıcı bir bali vardı, ve serinliği henüz hiçbir ürperti vermiyordu. Şadırvanın etrafındaki tahta kerevetlerde ko­ nuşan, ab dest alan insanlar, esanslarını koyduğu küçük çekmecenin üs­ tüne kâğıd yayıp peynir ekmek yiyen bir adam ve nihayet, yüzükoyun uzanmış, ağzı yon açık, uzun saçları alnını kapamış olduğu halde uyu­ yan bir delikanlı bulunuyordu. Ne rahat uyuyordu bu delikanlı! Pek mubtezei bir mukayeseye rağbet ederek; «Zenginler kuStüyü yataklarda î>u derecede rahat uyuyamazlar I» desnhîîîrdh

Avluyu çepeçevre »hata eden yüksekçe ve sütunlu kısımda da si­ yah ve yırtık pırtık çarşaflı üç kadın, çömelmij, birbirlerile sohbete dalmışlardı. Bunlar belki dilenciydi. Fakat simdi hararetli, kendileri ıçm ehemmiyetli bir meseleyi müzakere ile, hal ile meşgul bulunuyor ve ge.en geçenle asla alâkalanrnryorİardı. Cezmi bütün bu şeyleri bu insanlar, uzun uzun, eski bir resim* seyreder gibi seyretti. Ve bu cami avlusunun dıjarıy, gören bu yüksek k.smında, , i mdi Iiyme liyme çar- UÇ ksAmn konuştukları bu ta ,lar üzerinde, herkesin a-yıplayacağmı, Seza Hanımın, Şayan

H»mdw»e Perihan Hanımın, Feride

maleddin Beyin, Cemi] Saffet Bevin. . > v r m , --- l x a y r ı u ı a j >yi kaılb!l Madcm V W ta n üe kızının ve daha pek çok insanın

Hanımın, Mahmure Hanımın, lammın, Halûk Beyin, Refik Ce- Rezan Hanımın, Hayrullah Beyin,

kadın görüp ayıplayacaklarını kimisinin ve erkek pek çok insanın kendisini ____

acıyıp kimisinin hazzedeceğini hesap "etmede^ T lb i^ llrm in berbad ola­ cağım h,ç düşünmeden, bu sıcak havada mermerlerin buzunu vücudüne sındı re »mdne uyumayı tahavya, eltL Bir serseri o!mad,ğ,na> bunu ka

(6)

£

Evet, hiçbir zaman bir milyoner olmıyacaktı. Hattâ mütevazı bir zengin olmasının da imkân ve ihtimali yoktu. §u halde bari sefaletini açıkça ilân etse, edebilse ve bu güzel lstanbulda kalabilsiydil Bari yaz günleri taşlar üstünde ve gölge köşelerde serin ve rahat, uykulara dala- bilse, mütevazı terzilerin taksitle yaptıkları elbiseleri kirletip ütülerini bozmak üzüntüsünden olsun kurtulsaydı!

Bu bayezıd camii avlusunun demir parmaklıklı pecereleri önünde taş- uzanıp yatmak ve arada bir uykudan uyanarak havuzlu meydana y?- yavsş yayılacak gölgelerle ölçmekle meşgul olmak, kabil oldukça, î on kuruşu bulundukça da manavlara uzanıp üzüm almak, bunu ağır ağır, yavaş yavaş yemek, her tanesinin tadını ve serinliğim vücudunun her zerresine yaymağa çalışmak... Ankara'da kimbiür kimlerin eteklerini öperek girilecek bir kalem odasında, oraya vaktinde yetişmek üzere koşa koşa gelip akşamlara kadar mahpus yaşamak ve bumtn bedeli, mükâfattı olarak ancak sefaletini yan yarıya gizlemek, daba doğrusu gizlediğini, gizliyebildiğini sanmak: Cezmi bu zannı hakikaten pek pahalıyı satır, a- lacagını düşündü.

(7)

L X V

İki ş»r. sonra artık İstanbul'dan ayrılacak, bir kere ¿aha Ankaıa yolunu tutacaktı. Belki son defa olarak Şişli’ye uzanmak, babasının içinde ne uzun zamandan beri ağır hasta yattığı konağın önünden geçmek, ih­ tiyar adama busuretle vedâda bulunmak istedi. Parmakkapı istasyonunda bindiği tramvaydan Osmanbey’de inerek ağır ağır yürüdü.. Parmaklıkla girij kapısı arasında sekiz on basamak taş merdiven bulunan bu büyük krem renkli evin o kovulduğu günden beri, şenlerdir, ayak atmamı? bu­ lunduğu konağın 1 arşısmdaki kaldırımdan dudaklarında acı bir tebessümle geçti. Bu acı, zehir gibi act tebessümde bir alay bile vardı: Karşı kaldı­ rımdan geçmek lâzım. Evin önündeki kaldırımdan geçersem Seza: (Kona­ ğınım« temellerini sarsıyor!) Diye mahkemeye müracaat edebilir diye düşünmüştü. Sonra, eve tekrar bakınca, içini birden derin bir izdi.i.p kapladı.

En üst katta, sağ tarafın nihayetindeki iki pencereye bakmıştı. Pzr.- cur'ar yarı inikti. Babasının odası. Acaba Seza bir türlü ölmeğe razı o l­ mayan ibtivarl nasıl zorluyordu) Doktor geliyormuydu, başında vadık ve merhametli bir insan varmıydı) Belkide şu anda Hüseyin Hasip paşa can

üstünde idî. Fakat evin ç-breaj tamamen sakindi. Eir vezir ve bir zengin adam can üstünde olursa kapıda bekleşenler, girip çıkanlar, velhasıl bir Heyecan, bir kıyamet olmazmıydı)

Hiç bir şey yoktu ve hastanın odasında pancarlar daima olduğu gi­ bi yan yarıya inikti.

Cezmi bu evden ayrılalı, gideli ve bir daha biç dtnmiyeli tam dokuz yıl geçtiğini ve babasının şimdi sekseni aşmış bulunduğunu bc-sapWı. Fakat yaşının rakamını kat'i olarak bilmiyordu.

Dargınlığa kadar ve hattâ ondan sonra sağlam ve zinde kalmış olup daha sonra, bu son iki üç sene içinde çöküp yatağa düşen bu ihtiyar ada­ ma oğlunun kolunda, ona ağırlığını vererek kendini taşıttırmak saadetini tattırmamış, ona oğlunun bir mevki sahibi bulunduğunu görmek gururu­ nu da lattıramaır.ıştı. (ithalât — İhracat Şirketi) umumî kâtipliğinde kal­ dığı zaman hunuıı tahakkuk ettiğine kendi kendince kanaat getidiği içm, «Her Ş e y e rağmen memnun olmuştur. Bütün acı hatıraları ve düşüncele- ıi unutup sevinmiştir.» Diye düşünmüştü. Fakat bu zan ve ümidi de epey zamandır kayıp etmemiş değildi. Mahmure umumî kâtipliği hangi pahaya temin ettiğini yüzüne vuralı bu da hayatının yüz kızartıcı işlerinden biri ¿erkesine düşmüştü.

Evet, geçmiş seneler içinde iftihar edilecek, gururla hatırlanacak tek günü şimdi bulamıyor, hayatını ziyan ettiğini, kat’iyen ve tamamen ziyan ettiğini teslim ediyordu.

Şüphesiz ki bunda şimdi önünden geçtiği büyük beyaz evde jatan ve Seza hanımın bütün isteğine rağmen hâlâ ölmeyen ihtiyar hastanın mes’uliyeti büyüktü. Kendinde hükümetin en yüksek makamlarım ışga etmek ehliyetini gördüğü, birer kırallık genişliğindeki eski vilâyetleri yıllarca idare etmiş olduğu ve hattâ bir çok emsali gibi vaktiyle »adra- zamlık hülyası kurmuş bulunduğu halde oğlunun tahsil işini neden ciddi bir şekilde ele almamı», »onra kızı, hemen hemen torunu yerinde bir

(8)

dmla neden evlenmiş ve neden onlar! ayni çatı altında yaşatarak gençli­ ğin gençlisi çekeceğini Hiç düşünmemişti?

Ve nihayet, müştereken işlenmiş bir suç için bu suç ortaklarından daha yaşlı ve görgülü olanı, esasen bu suçun işlenmesinde âmil teşkil ede­ ni zevki t ğruııda af etmiş, buna mukabil evlâdını başından fırlatıp atmış değilmiydi ?

«Şerefsiz bir insan oldum, zavallı bir insan oldum. Beterde olabilirdim. Hapishanelere düşebilirdim. Fakat yarın yine düşebilirim. İstikbalim o derece de karanlık!» diye düşündü ve düşünceler kendisini şu hükme götürdü:

< Bu ablakta adamlar, babalık yükünü hayatlarının her devresinde bir bahane bulup taşımamak isteyen adamlar, evlâtlarını iyi yetiştirmeyen ve kendi kabahatlerini de ona yükleyen insanlar İliç değilse baba olma­ sınlar! Baba olarak adeta bir cinayet işliyorlar!»

Sonra birden durdu, buraya gelişinin, bu büyük ve krem renkteki evin önünden geçişinin ihtiyar babasını bir kere daha itham ederek katî bir lıüküın altında ezmek için olmadığını takdir etti. Bu düşüncelerden sıyrılıp: «Hayat, mukadderat!» dedi ve Büyükdere ile Kâğıdhaneye giden caddelerin ayrıldığı meydandaki son tramvay durağına kadar yürüdü. Oradan tramvaya binip Beyoğluna dönerken büyük evin bir kere daha önünden geçti.

Üçüncü katta, sağ tarafta, pancurları yarı yarıya inik odaya bir ke­ re daha baktı, ileride bu caddeden, bu büyük evin önünden tekrar geçe­ bilirdi. Fakat muhakkak ki babasının yine bu ev içinde olmasının imkânı yoktu, biç bir kuvvet bunu mümkün kılamazdı. Kalbindeki hüzün ve acı­ yı o an en derin haddine varmış hissetti. Fakat yine Parmakkapıda tram­ vaydan indi ve bu hareketin acaipliğini farketmeksîzin piyasa edenlere katıldı. Seciyesindeki çocuk taraf her felâkete mukavemet ediyor ve ölmüyordu.

Evet, vimidsiz, muztarip, bitkin, piyasa edenlere katılmış, Beyoğlu piyasasına iştirak etmişti. Ve kalabalığın bir sel halinde aktığı taraftan, nisbeten tenha olan Galatasaray önünden değil de (Tokatliyan) oteli önünden geçmek üzere ilerliyordu. Tünele doğru indikten sonra belki yine dönecek, buıalara kadar bir daha gelecekti.

İFle kakı.a yürürken çehıelere, camekanlara dıgka.t ediyor, avunup oyalanıyordu. T okatlıysam önünde idi. Otel kapışıncan evvelki büyük camekânlı yüksek yere, mühim otel müştırılerıylo ^ n a,a *n gelen büyük ve büyükçe zatların DolmabaKçe’deki Gamk-İMİş-e^ vaktiyle İnhan A * k m .k'uulup geleni geçeni seyredişindeki - - ve ^ m ay* ¡¿¿re bazı garip intihaplarda bulunuşundaki — ademleriyle birleştikleri kısma yenLdevrin bu camlı köşküne baktı. Bu sefer Ankara dan gelmiş ne Uyu ne de büyücek kimse yoktu. Bir tarafta kırmızı saçlı ve yaşlı bir kadıma beyaz saçlı ve fevkalâde zayıf bir ihtiyar erkek, belli ki ıkı Ingiliz veya Amrrika'ı turist vardı, ve öbür tarafta, uçtaki koltuğa şişmanca bir Amcrık bulunuyordu. Bu adam yalnızdı ve gelem seçeni dikkatle ehemmiyetli bir edâ ile seyre dalmıştı. Cezmi bu adamla gözgöze g e l* V kendisini birden tanıdı: Ürgüplü eski Kemal «fendi, yanı Kemal bey

(

(9)
(10)

Fakat ne kadar değişmiş, o eski korkak gibi, sığıntı gibi halinden nasılda hiç eser kalmamıştı 1 İyi dikilmiş pek koyu ;enk elbisesiyle gcnij geniş koltuğu ne mükemmel dolduruyor, iki eli koltuğun iki yanma ne emin dayanmış bulunuyorduI Sade koltuğun, sade bu camekânm değil, ayni zamanda otelin de sahibi halinde sokağı seyrediyor gibiydi. Cezmi görmiyeli be§ yıldan fazla bir zaman geçmiş, artık zengin bir fabrikatör vaziyetine girdiğini ise Ankara'dan ayrılacağı sıralarda duymuştu. A yva­ lık taraflarında kurmuş olduğu fabrika büyüdüğü gibi Kayseri de ikmci ve daha büyük hır fabrika kurmuş bulunduğunu söylemişlerdi.

Göz göze gelmeleri üzerine Cezmi şapkasını çıkardı ve kendisine hem de düşkünlüğünde, âdeta hürmeten bankaya alındığı sırada tabasbu» etmiş ve bıkıp bir gün attığı metresini karı diye almış olan bu adamı istihfafsız, basetsiz, belki biraz da soğuk, fakat her şeye rağmen tamamiylo nazik kendisinin kaldırımda atılıp kakıldığı sırada onun bu derece müs­ terih ve rahat sokağı seyredebilişinin verdiği hürmete de benzer bir his içinde selâmladı. Kemal de onu tanımıştı ve terbiyeli, eski müte­ hassıs edadan tamamiyle uzak, buna rağmen azemeto gitmeyen, fakat hıazîde sıkılması lâzım gelen şeyler bulunduğunu da hiç kabul etmeyen bir eda içinde başını eğdi, selâmı iade etti.

Kalabalığın seli müthişti, Sonbaharın geldiği ve mevsiminin başladığı bir Pazar gününde Beyoğlu caddesi dolup taşıyor ve ağır ağır yürümek isteyen Cezmiyi adetâ sinirlenerek, ite kaka ilerletiyordu.

Bu suretle de, belki bir daha birbirlerini biç görmemek üzere Kemal­ den ayrılıp uzaklaştığına Cezmi hüküm etti.

Bu zan içinde bulunduğu sırada bir elin kendisine dokunduğunu birdenbire his ederek başını çevirecek ve karsısında üniformalı, başında 1 okaflıyan otelinin ismi yazılmış kasketli, on iiç, on dürt yasında bir

o

erkek çocuğu görecekti:

— Bey efendi, Cezmi bey sizmisiniz? — Evet.

— Kemal bey bir dakika oteli teşrifinizi rica ediyorlar.

eBana zenginliğini anlatmağa ne lüzum görüyor!» diye düşünüp bir an tereddüt ettikten sonra çocukla beraber döndü ve önünden geçtiği salona, (Camlı Köşke) götürüldü. Bununla beraber Kemal bey sokağı seyreden kısımdan İÇ tarafa gelmiş, kendisini maiyetinde bir adamla camlı köşkten seyretitrmek istememiş, Cezmiyi herkese karşı maiyet haline sokmak istememişti- Cezmiyi bu küçük dikkat mütehassis etti..

Kemal bey kendisini ayakta kabul edip elini sıkdıktan sonra sağ taraftaki sandalyeyi göstermiş ve kendi yine bir koltuğa oturmuştu. Cezmi şişmanlamanın yüzündeki o ince, kürüffet ve sayısız çizgileri çözüp düzeltmiş ve teninin esmerimsi: kirli gibi sarı rengini adetâ ağartmış bulun duğuna dikkat etti. O da Cezmiyi tetkik etmiş, tepeden tırnağa kadar süzmüştü. Her halde yıpranmış, ihtiyarlamış bulması lazımdı.

(11)

Değişmiş, tok emin bir ecele, İstanbul konuşmasına da çok yaklaş­

mış bit şive ile t ,

__ Buyurun Cezmi bey, acele bir işinize manî olmadım yal dedi sonra, bir mukabele için zaman bırakmadan:

__ Epey uzun bir zaman sonra karşılaşıyoruz, diye ilâve etti. Cezmi biraz dalgın ve biraz yorgun bir edâ içinde tekrar edecekti: — Evet, epey uzun bir zaman sonral

Kemal bey cebinden altın tabakasını çıkararak sigara ikram etmek istedi, ayrıca:

— Kahve en.ir etmezmisiniz J Dîye de sordu.

Tabaka altın, fakat sigara en ucuz cinsindendi. Cezmi bunun hasis­ likten ileri gelebileceği gibi eski iğtiyada sadakatin de eseri olabileceğini

düşündü. Fakat heı iki teklifi red etti. Tiryaki değildi ve mühim îab>i-katörün kendisine uzun bir zaman vermekten memnun kalmıyacağını da düşündü. Kemal bey bir parmağı evlilik yüzüğü taşıyan elini kaldırarak vaktinin kıymetli olduğunu hiç unutmadığı gibi hiç de unutturmayan bir adam edâsiyle tekrar söze başlıyacaktı;

— Ankaradan buraya naklettiğinizi evvelce duymuştum. Burada çalıştığınız daireden ayrıldığınızı da ancak bir kaç gün evvel haber aldım.

Ve Cezminin yüzünün toy bir delikanlı çehresi gibi birdenbire utanç­ tan kızardığına ehemmiyet vermiyerekj bundan sonra söyliyeceği sözler­ le bunu tamir edeceğinden emin, devam etti:

- - Haber aldım ve müteessir oldum. Vakıa benden bir kaç yaş gençsiniz amma, yine hayatınızı artık tanzim etmiş bulunmanız icabe- den bir yaştasınız. Açıkta olduğunuzu tesadüfi bir şekilde öğrenince, si­ zi eski arkadaşlığa hürmeten aratmak istedim. Meseleyi evvelsi gün öğ­ renmiştim ve adamlarımdan birini ikametgâhınızı tahkik edip öğrenme­ ğe memur ettim. Doğru dürüst bir malûmat getiremediği için sinirlenir­ ken karşıma çıkıverdiniz. Hayırlı bir tesadüf diye işte bunu derler! Yine iyi bir tesadüfle elimde tam size münasip bir de vazife var. Kayseride kurduğum kundura fabrikasında çalışan mütehassıs Alm anlara tercü­ manlık eden efendinin hizmetine nihayet vermek ¡cabstmişti Yeri he­ nüz münhal, müteaddid müracaat edenler arasında gözüm birini tut­ madı. Eğer arzu ederseniz size bu işi memnuniyetle veririm. Aylık yüz elli liradır. Mesken fabrika içinde, yâni bedava olduğu gibi ucuz bir de tabldot tesis ettim.

Münaka* ve pazarlık kabul etmiyen bir eda ile, ağır ağır, fakat hiç ’oir cümle sonunda, hiçbir yerde durmaksızın konuşmuştu. (Evet) yahud (hayır) demek icabediyordu. Cezmi ise bu esnada sanki vaziyet kendisine taallûk etmiyormuş gibi bir halin tekiki ile bir müddet meşgul kaldı. Evet, bu hal ne tuhaf şeydi ve kaderi ne şaşmaz ve ne garip bir yol takip ediyordu!. Cezmi için senelerin bir bakıma mânası ve neticesi yoktu. Seneler onun hayatında hiç bir şey değiştirmiyor, hiç bir mesa­ fe katettirmiyor ve geçilmiş yollardan hep ilk çıkış noktasına dönülüyordu.

(12)

Mütercimlik, mütercimlik.. Daima ve her yerde mütercimlik! Hat­ tâ, geçilmiş yollardan hep başlangıç noktasına rücu ettiğini 3Öjlerken her şeyi biraz pembe görmeğe çalışmış olduğu da muhakkaktı. Hayır, hayata girdiği noktaya da dönememiş, daha aşağıya düşmüştü ve bu düşmek devam edecekti. Mahud umumî kâtiplik devresi kale alınmazsa sağlam ve mühim değilse bile süslü ve pırıl pırıl bir bankadan pek ba­ bayani birdevlet dairesinin mütercimliğine geçmişti ve şimdi artık bir devlet dairesinde değ!, yarı resmî bir malî müeasesede de değil, Ürgüplü Kemal Bey tarafından kurulmuş ve yarım meçhuhl bir fabrikanın kıya­ meti içinde çalışacaktı. Mütercim olarak da değil, tercüman olarak! Hiç de nazik insan şöhretine sahip bulunmıyan bir takım Almanların gerile­ rinden saçı dökülmüş bir adam manzarasile yyrüyüp onların emirlerini Türkçeye çevirecek, ustaların, işçilerin cevaplarını da Almaııcaya nak­ ledecekti. Vazifesine — Kemalin ifadesile hizmetine— nihayet verilmiş kimbilir ne çeşit bir adamdan, bir efendiden kalan bu işi görecekti. Ve bu ış için onu verecek adam büyük bir ciddiyetle iltifat ederek: «Tam size münasip bir vazife!» diyordu. Kaldı ki bu i,i başarabileceği de şüpheliydi.

Bütün söylenenleri, tamaraile yabancısı olduğu bu işe aid bütün söylenenleri tamamile anlayabilecek, dikkatle hatırında tutabilecek, yo­ rulmadan ve bezmeden nakledebilecek miydi) Ve belki saat yedi buçuk­ tan, fakat muhakkak ki sekizden kimbilir kaçlara kadar çalışabilecek miydi, artık bozulmağa başlamış sıhhati buna müsaade edecek miydi) Fakat Ankarada kapı kapı dolaşıp, kimbilir kimlerin kapılarım çalıp ış aramak dehşeti içinde öyle kahrolmuş, harap ve perişan bir halde ıdı ki, başını eğdi: — Teşekkür ederim, bu vazifeyi memnuniyetle ka­ bul ediyorum, dedi.

— Size verilecek oda döşelidir. Yatağı, masası, her şeyi var Esas­ lı hiç bir eşya satın almak mecburiyetinde bulunmıyacaksımz. Fabrika da şehre çok yakın, havadar bir yerdedir. Kayseriye hiç gittiniz miydi)

— Hayır, gitmedim.

— Vaktiyle Ankaradan hem büyük, hem mamurdu. Ankaraya sar- fedilen oraya sarfedilseydi muhakkak ki İstanbul gibi bir yer olurdu, yine çok değişti ve güzellendi. Hele tren geleli pek mamur ve canlı bir yer oldu. Öbürgün, yâni Sal, günü hareket edebilir misiniz)

Cezmi «Sah günü zaten hareket edecektim. Sadece yol biraz daha uzamış oluyor!» diye düşündü ve:

— Evet, edebilirim, dedi.

Kemal Bey işi halletmiş, fabrikasına tercüman bulmuş olduğundan memnun gtirünüyordu:

- Ş u halde, yarın saat on birde. Galatada Ömer Abid hanm.n üçüncü katındaki yazıhaneme gelerek m u h a ^ e c iy i görün. Size ikin­ ci m*rk, üzerinden harcırahınız, verecektir. A y la n ız , da bugünden

(13)

itibaren yürütmelerini emrederim. Tabiî ayrıca da avans istersiniz! Eski zamanı, faizle verilmiş borçları hatırlayarak hafifçe müstelızî, bununla beraber hiç beğenmediği bu hali bir kereye mahsus olarak ça­ resiz kabul ettiğini hissettiren serbestçe bir eda ile sormuştu. Dört yüz liraya yakın parası bulunan Cezmi; — Gelip harcırahımı alırım, fakat avans rica etmiyeceğim, dedi.

Kemalin gözleri hafifçe büyümüş, şaşı olan sağ gözü sol tarafına biraz daha kaymıştı. V e içinde iltifat kadar hayret bulunan, istihzası da baki kalmış bir eda ile: — Avansa ihtiyacınız bulunmayışına pek se­ vindim, dedi.

(Parası bulunduğuna, avansa ihtiyacı olmadığına göre harcırahsız yola çıkmayı da kabul eder miydi >) diye düşünüp düşünmediği ise meçhul kaldı.

Sonra Kemal Bey ayağa kalktı ve Cezmi derhal onu taklid edip gitmeğe hazır gölündü. Kemal Bey onu teşyi edeceği için değil, fakat sadece yukarı çıkacağı için beraber yürüyerek salondan hole çıktı ve asansörün önünde, artık tamamen patron edasile lütfen el verirken ta­ limatını tekrar etti:

— Yarm saat on bir, Galatada Ömer Abid Ham. üçüncü katta yirmi yedinci numara.

(14)

Cezrini ancak daha ö tü r günkü r'tt'e m , güçlükle yetişebildi ve bir ikinci mevki kompartımanının son yerini işgal etti. A nkaıaya, hem de ne zaman iş bulabileceği şüpheli olmak şartile ilk gidişinde ikinci m e v kie ancak amcasının zor il e binmeğe razı olmuş, ondan sonra nadiren birinci ile, en çok yataklı ile gidip gelmişti. Ankaradam İstanbula son gelişinde de yatklıya binmişti, paket cebinde bu sefer bir kaç yüz lira parası bulunmasına, Ömer Abid banındaki yazıhaneden harc’.rah da al­ mış olmasına rağmen birinci mevki bileti almayı artık düşünmiyecekti. Yarına karşı artık her ümidi kaybetmiş, istikbalin hiç bir zaman daha iyi olamıyacağını kabul etmiş bulunuyordu.

Fakat ikinci mevki kompartımanına ayak atınca karşılaştığı man­ zara içinde paşazadelik zamanlarının ruhunu yeniden canlandırdı. Ha­ ra!, vaktile Avrupanm cn mutena mağazalarından alınmış olan iki me­ şin bavulunu heybeye benzeyen şeylerin arasına koymuştu ve yoi arka­ daşlarından ikisinin manzarası karşısında istikraha ve utanmaya pek ber zer bir his duymaktan Cezmİ nefsini menedemedi.

Ona bu hissi veren iki kişi esmer, ikisi de uzun boylu ve ko>u bir orta Anadolu şivesile konuşan, dileyenin dört kaşlı diye tarif edeceği iki delikanlıydı. Sırtlarında mintan, başlarında kasket vardı ve arkaları­ na ceketle pardesü aıası garip elbiseler giymişlerdi. Hiç susmadan, yük­ sek sesle konuşuyoı ve durmadan kahkahalar fırlatıyorlardı. Biri müte­ madiyen yerlere de tükürüyordu. Öteki üç yolcudan biri yine onlar yaş­ ta, fakat pek mnlıcup ve sessiz, kıyafeti de acaip olmıyan bir genç, he­ men hemen bir çocuktu, ve yanında oturan orta yaşlı kadının oğlu ol­ duğu da ilk görüşte anlaşılıyordu. Bir de orta yaşlı, edası oldukça aza­ metli biri vardı. Bu şerefe ancak Cezmiyi lâyık sayarak onunla sohbete girişti ve bir çok yerde valilik etmiş bulunduğunu söyledi.

Edası azametli olmakla beraber üstü başı hiç yeni değildi ve îttihadcı- ların, hattâ itilâfcılarm valileri olup yeni devre kendini beğendiremedi­ ğine hükmedilebilirdi. Cezmi adamın vaktile babasının maiyetinde kay­ makamlık ve belki mutasarrıflık etmiş bulunması ihtimalini düşünüp kendisini tanıtmak, Hüseyin Hasip Paşanın oğlu olduğunu söylemek is­ tedi, sonra da babasına dair açılacak bir musahabeye tahammül edemiye- ceğini birden hisederek bundan vazgeçti. Bu ikinci mevki kompartıma­ nında muhakkak ki dayanılmaz hır hava vardı ve vagon restoranın ada mı ilk ve ikinci servislerde yiyecekleri tesbite başlamadan, henüz jien dik köşklerinin önlerinden geçildiği, sırada Cezmi kalktı, hemen bütün katarı sarsıla sarsıla geçerek lokanta vagonuna erişti. Sahili seyreden tarafta oturarak evvelâ bir kahve ısmarladı ve ilk serviste yemek yiye­ ceğini bildirerek artık o yeri muhafaza etti.

(15)

-(L

cv~

/

İkinci servis için fazla kalabalık üşüşmezse yenilen bir kahve ısmar­ layıp vagonun kapanmasına kadar kalabileceğini hesap ed'yordıı. lzmite varıîıncaya kadar hep denizi seyredecek, geceye ve bozkıra yönıU-işte® önce, alaca karanlıkta Sapanca gölünü seyretmek te son zevki olacaktı.

içinde bir daha görüp germemenin şüphesile denize u z u uzun, bir şey vr-.jğmı yaka yaka baktı ve iki saatten fazla ta n ın böyle geçti. A r­ tı’: ışıklar yanmış, akşam yemeği servisinin ilk yemeğini teşkil eden ¿r î- ba fazla kaim fincanda gelmişti. Cezmi bu fincandan başım kaldırır, nda biraz ilerideki dört kişilik bir masada bir erkekle sarışın le etme dolgun bir kadın, karşılarında da biri kız, biri erkek iki çocuktan müıekkep bir aile gördü. Ve aile reisi olan erkekle üç gun önce karşılıklı oturup konuşmamış bulunsaydı, kadının kim olduğunu tayı ide muhakkak ki müşkülât çekerdi: Ankaradaki Yeni Barın esikr dansözü ve Cet-ıitıin bu şehirde tuttuğu birinci apartıman dairesinin ilk gedikli kadını Lilli o ka­ dar değişmiş, o derecede ciddi, âdeta sarp bir eda takmınıştî,

İhtimal ki, hayır ihtimal ki değil muhakkak ki hâlâ genç ve güzeldi. Lâkin fabrikatör karısı vaziyetinde güzelliğini, eski zamandı kendisine b u lard a rağbet görmek ve Lcruumasyon yapılmak imkânlarını vermiş olan bu güzelliği pek lüzumsuz buluyor ve hattâ m azilin ifşa etmesinden korkuyor olacaktı ki, altın sarısı saçlarını uzatıp başına bir ö'gü ile sar­ mış, sırtına da biraz gelişmiş vücudunu büsbütün şişman gibi gösteren bol bir biûz giymişti.

Cezmi başını kaldırdıktan sonra kendisile göz göz- geldiler ve Lilli kirpiklerini beyazımsı denecek derecede san olan gözlerinde en küçük bir hâtıra canlanmadan, dolgun ve hiç boya bul umulmasına rağ. ırm pen- bo ¡Şallaklarına en küçük bir kan hücumu gelmeden s dam verdi. Kendisi ni tanıyamamış olduğunu iddiaya tenezzül etmiyen, fakat orada hatırlat­ mağa lâyık hiçbir şey bulunmadığını hissettiren basit, günde yvz kere yorgunluksuz ve tcessvrsüz vcıilip alınır bir selâm. Krm al Bey ise ken­ disinin iki gün evvel barc’ic tın ı almış olmasına, üç gürdür de aylığını işlemiş bulunmasına rağmen ancak bugün yola çıktığını görmekten belli ki büyük bir hayrete düşmüştü. Hattâ içten içe peK hiddetlenmiş olması da mümkündü. Fakat, onun haddini ve yeni mevkiini unutur âminle karşı karşıya yemek yeyişile de katmerleşen kabahatini yürüre v u rn a yerinin burası olmadığını zekâsı tasdik ediyor, ona buradır bu yerin me­ rasimine riayet etmek lüzumunu emrediyor, kabul ettir’yordu.

F mcHsini ve daha evvel karısını selâmlamış, karısından selâm da almış tmlunan bu yolcunun selâmına ciddî, vakur ve tabessiirnsiiz, fakat nazik b'r eda ile mukabele etti.

Çocuklar anne ve babalarile selâmlaşan ve ilk defa g j'd ü k o ji IjU

yabancıyı dikkatle süzdüler. Büyüğü oğlan, küçüğü de kızdı ve ikisi do anneleri gibi sarışın, fakat tabaları gibi çirkindiler. Bilhassa «.ğlan baba­ sının bir modeliydi, küçük kıza biraz şirinlik veren şey d:ı bukleli saçları ve kordelâsınm tatlı remille fiyim ¡o la n olabilirdi.

> u»

( 7

â

-e s

(16)

Yulardan sonra JLilli ile karşı karşıya gelmek ve o ııın karşısına ko­ casının — eski Kemal efendi olan kocasının — raemu ■ arından biri sıfe- tile çıkmak Cezmi için ayrı bir ıztırap oldu. Onun için j emeğini yer ye­ mez acele hesabını görerek vagon restorandan ayrıldı. Yerinden ka ktığı ve vagonuna gidinceye kadar bütün treni bir daba katetınok liıere iler­ lediği sırada patron ailesi başka bir tarafa bakıyordu. 13u vaziyet Ger­ miyi tekrar selâm vermekten, bu etkekle kadının karşıla! uıda tekrar eğil­ mekten kurtardı.

Kompartımana dönünce orasını bir lokanta, hem de bir içkili lokan a halinde buldu. İki Anadolu delil E nlisi bir tarafı tamamen işgal etmiş,

heybelerin birinden iki şişe ile kî.debler ve türlü meze çıkarmış, rakı içi­ yorlardı. Ana oğul yemeklerini bitirmişlerdi ve kadın kal an şey’erî bü­ yük bir itina ile kâğıtlara sarıp bir çantaya koymağa haz.rıan .yordu Es­ ki valiye gelince, kâğıtlara sanlı bir küçük paketi açmış, adeta ortak çıkmasından endişe ettiği zannmı veren bir hal içinde, meydana , çıkan cüz’î nevalenin üzerine kapanmıştı: Lokmaları da ağzına acele acele atı­ yordu Geldiğini görünce, kasketleri hâlâ başlarında bulunan iki deFkan- !ı yayık bir eda ile rakı teklif eltiler. Cezmi başının bir işaretile vc tebes­ süm etmeğe çalışarak reddetti, içeri girmek üzere iken de vaz geçip ko­ ridorda pencerenin camına dayandı ve dışarıdaki kesifleşmiş kar»nlıkt». bir şeyler keşfine çalışmakla avunmak istedi.

Sapancaya varılmıştı, sonra bozkıra dalınacaktı

Sapancayı gündüz gözîle, hiç değilse alaca karanlıkta goreıricmen.n eseli âdeta içini kemiriyordu. «Ya denizi bir daha hiç göremiyeceksem 1» diye tekrar düşünüp korktu.

Birden Kemal Beyi k arşım d a gördü. Yüzünü âdeta yapıştırmış bir Kaide dalgın düşünürken onun gelişini duymamıştı. Biraz g ıri çekildi ve dikleşerek durdu: Patronun karşısında idi.

Hatıâ ilk defa olarak patron karşısında bulunduğunu bile söylıye- bui di Çünkü şimdiye k: ek ikiler, hattâ bankanın umum müdürü, ni­ hayet yarı resmî mücseseleriıı krndisi gibi aylıklı adam arı id.ler ve ken­ disini yükseltecekleri, yahut ta kapı dışarı edecekleri zaman nizam ve kanunlara hiç değilse biraz, birazıcık riayet zorunda bulunuılaıdı. Hal­ buki bu dilerse insanı yarın kentlisine şerik edebilir, yahut ta kolundan tutup dışarı fırlatabilirdi.

Zavallı Cezmi için hatıra gelebilecek olan ihtimal, unu bı,- hürmet nümayişi içinde dikleşmeğe şevketmiş bulunan keyfiyetse ancak bu >kin- cisiydi.

Cezmi bir..n onun kendisini teselli etmek üzere geldiğini sanmıştı. Yaptığı bu hazır., bu nihayetsiz derecede hazin yolculuktu teselli edilme­ ğe ihtiyacı o kadar büyüktü ki, bunu Kemal Bey de takdir ederek, rik­ kate gelerek derecesini unutmuş, memurile birkaç dakika knouşmağa gelmiş, gön ünü almayı istemiş olabilirdi.

Fakat Cezm' bu' zannı pek çt.buk kaybedecekti.^

Kemal Bey ağır ağır konuşmağa başlamıştı. Sesinin tonu yüksek ol­ madığı için kapısı açık bulunan kompartimandakiler bu sözleri herhalde duymuyorlardı. Fakat adamın sözlerini etrafa işittirmemek ve Cerr.ıiyi küçük düşürmemek için yavaş konuşmadığı da muhakkaktı. Hançeretini yormamak, hu ifade yerinde l«e «esinden de tasarruf etmek için yavaş konuşuyordu.

(17)

—— Sizi demin vagon restoranda görünce §<15irip kaldım. Kararlaman Sekil dun hareket etmen izdi. Halbuki bugün lstanbuidan ayrılıyorsunuz. Neden?

Şasi gözü daba çarpılmış, iki hecesine cevap istiyordu. Caz minin yü­ zü kızarmıştı:

Affedersiniz, fakat emin olun ki pek mühim bir mazeretim vardı. Sesi biraz kısık, »Jâre "etti:

—— Çok mühim brı mazeretim vardı.

(Mühim mazeret) kelimesini o kadar ısrar ile ve ürerinde durarak tekrar etmişti ki, Kemal «acaba düne kadar babası sağdı da dûn mü öl­ dü?» diye düşündü ve yumuşadığını hissetti. Sonra biran içinde bütün bir faraziye binası kurdu. Erbaşı dün veya evvelki gün ölmüş olss, hele maafi da islediğine g ri e Cermi böyle bir fırsatı kaçırmaz, türlü sebep icat ederek Istanbulda i e3 on gün daha yan gelip kalırdı. Bu nazenin paşazadeyi yeni tanım-yordu, (hukukları) eskiydi. Bu cihetle yine ev­ velki tavrını takma: ak: — Şu halde Istanbuldaki büroma tekrar uğra- malıydınız, dedi.

Beni, ben yeksem müdürü göreıek ancak bugün hareket edebilece­ ğinizi. ileri sürdüğünüz mühim mazereti anlatarak veya anlatmadan bil­ dirmeli ve bir gün daha kalmak için müsade istemeliydiniz. Recini veya yarı resmi müesseslerde böyle şeyier vakıa kim kime dum dumandır am­ ma, hususî bir müessesede insan hizmet kabul edince usullere mutlaka ri­ ayet etmesi lâzımdır.

Bir lahze durduktan sonra ağır sözünü daha yavaş bir sesle ilâve etti — Yoksa insan tutunamaz I

Aralarında kısa ve ağır bir sükût oldu. Kemal gitmek üzere idi. Fa­ kat birdenbire durdu, 1 ompartmamn içinde yemek yiyenlere baktı. Son­ ra gözleri Cezmmin gözlerinde, ayııi yavaş sesle dedi ki:

— Size yasça biraz büyüğünüz ve bayatta muvafak olmuş bir insan »ıfatiyle tavsiyede bulunacağım. İnsan mazisinden bu maziyi bıçakla keser gibi ayrılmalı ve yeni hayatını daima yeni şartlara göre tanzim etmeli­ dir.

Şahsen ben ancak ikinci fabrikamı kuralı yataklı ile seyahat ediyo­ rum. (Bir lahze auıüu ve içinden geçenleri Cezminin keşfettiğiador emin ilâve etmek ihtiyacını duydu) :

.— Yok, size üçüncü ile seyahat edin demiyorum. Bir müessesenin mümtaz bir memuru vcziyetmdesir.îz, vazifenizin bulunduğu yere elbette ki ikinci ile gitmeniz lâzımdır.

Dudakinı:nda bir tebesüm beÜremiyen Cezmı düşünceye dalıyor, bu Kemal kırabilir nerelerde sürünürken yataklı ile yaptığı Avrupa seya­ hatlerini hatıriıyoıdu. Koca bir Hüseyin Hasip paşanın oğlu bulunmasına Ve düne kadar veievki ufak ve ehemiyetsiz olsun bir şirketin umumî kâ­ tipliğini edişine rağmen üçüncü mevkide seyahat etmemesini, İkinciye binebilmesini, karşııuıdaki adam ancak Kayserideki fabrikasının Ahnan mühendislerine tercümanlık edeceği için caiz görüyordu. Cezmi kahkaha

(18)

larîs, zehirden açı ve çığlıktan keskin kahkahalarla uzun uzun, avaz avaz gü'memcğe güç muvaffak oldu,

Kemal hey devam etti:

__ Evet, ikinci mevkie itiraz etmiyorum. Fakat trenin lokantasında işiniz ne? Vagoıı rastoran, yataklıda ve nihayet birincide seyahat ede­ cek vaziyette bulunan müşteriler içindir. İkinci mevki yolcuları yiyecekle­ rini beraberlerine alırlar, yolda bunları yerler. Bakini

Elini çevirmiş, kompartımanlarında yemeklerine devam ettikleri g^rii îen kimseleri gösteriyrdu. Acaba Cezminin bugüne kalarak Liilî :1e Kar­ şılaşmasına mı hidetlr.nmi.3ti?

Istanbulda bir gün fazla kalmış ve vagon restorana gelmiş bulun­ masına gazabının esil sebebi bu muydu?

Fakat Cezmi kendisinin ve Liliinin bugün yola çıkacaklarını ve on­ larla lokantada kapılacağını nasıl tahmin edebilirdi?

Hem bu tesdüflen ne beklediği farzedilebilirdi? Kaldı ki, içinde bu kıskançlığın zeresi bulunsa Kemal kendisini hizmetine almazdı. Cezmi fa Taziyesinin bütün çürüklüğünü bir lahze içinde anladı. Adam o derecede yalnız patron olarak ve Cezminin artık ebediyen dışında kaldığı bir cemi­ yet ve bir sınıfın mümessili ve müdafii gibi konuşuyordu ki bu tektiri.ıde gönül islerine ait en küçük üzüntü ve endişenin yeri bulunmadığı mu- hakkakti. Sadece bir memurun emlini ve kendi taahhüdünü ilk günden yerine getirmemek suretiyle küstahlık ve nankörlük ettiğine hiddetlen­ miş. ayrıca da patronunun ve onun »ınıfmdakilerin gelip yemek yemeleıi- ne mahsus bir yere gitmek gibi bîr harekette bulunuşuna öfkelenmişti.

Başını eğip Cezmi sükût etti ve abus bir çehre ile ayrılmağı Kemal bey de artık mânâsız saydı. Alelhusus ki Almanca bilenler Fransızca bi­ lenlerden azdı kendisinin verdiği para ile, hiç bir istikbal taahüdü olmak­ sızın Kayseriye gitmeği kabul edecek bir Almanca mütercimi ihtimal ki bulunmazdı. Elini bir lahze sonra çekmek jartiyle uzatarak dedi kİ:

— Biz Ankarada ineceğiz. (Liliinin mevcudiyetine ancaik bu suretle, bu (Biz) söziyle icniaR edilmiş oluyordu.) Beni yarın görmenize hacet yok. Siz yolunuza devam eder, gece Kayseriye varırsınız. Fabrikadan bu gece istasyona, sizi, almağa gelmelerini bildirtmi§tim. Eğer yarın gece gelmezlerse bu da bir gün gecikmenizin cezası olsun. Ne ise. ben gidiyo­ rum. Güle güle seyahat edin, İnşallah birbirimizden memnun kalırız.

Bundan sonra ilerledi, kompartıman koridorunun nihayetinde kay­ boldu, ve yalnız kalan Cezmi ^İnşallah birbirimizden memnun kalırız.» Sözlerinin (İnşallah seni kovmak mecburiyetinde kalmam). Mânasına geldiğini dü§ündü.

... Kemal bey yataklı vagonda Lilliyi çocukları soymakla meş­ gul bulacaktı. Başka seferlerde de olduğu gibi kız ana ile altta, oğlan kendisiyle üstte yatıyorlardı. Kadın gizli ve memnu en küçük bir alâka ve heyecan buiunmıyan gözlerle kendisine baktı ve en tabiî sesiyle, hük­ münü vermek için kocasının izahatını dinlemekten tamamen müstağni bir eda ile :

(19)

— Bu adam Kayseride pek kalmıyacak sanıyorum. İlk günden belli ediyor, dedi.

Sesi bir az kalınlaşmış, Türkçesınin §ivesi de pek bozuk kalmıştı. Fakat cümleleri gayetle müntazamdı ve kelimeleri tamamen zahmetsizce buluyordu.

__ Dün pek mühim bir mazereten dolayı yola çıkamadığım söylü­ yor.

Lilii daha genişlemiş omuzlarını silkti ve :

__ Vaktiyle (İktisadî Millî) bankasında pek mühim mazeret haberle­ ri yollar, öğleye kadar yatakta kalırdı, diye mukabele etti.

Bunu rahat rahat, hu (vaktile) nin, bu sabahtan erken kalkamayıj- ların ve yatak sözünün kocasına neler hatırlatabileceğim hiç düşünme­ den söylüyor, bu maziye karsı en mutlak bir yabancılık hissediyordu Ko­ casının o derecede i| arkadaşı olmuş ve ise vermediği bütün zamanlarını o derecede çocuklarına, Haşanla Leylâya vakfetmişti ki, kendisini ilk defa görenler bu .şişmanca ve babayani otuz beşlik, hatâ belki kırklık ka­

dının barlarda dansözlük etmiş olduğuna kabil değil ihtimal veremezler­ di. Bu sadece iş hesabı ve fabrika çalışması düşünen kadından kendisini o kadar severek aldığı halde Kemal bile bezmişti. Masrafı göze alıp onu fırsat düştükçe başkâîariyle, işve bilen ve bovamu »üslenen kadınlarla aldattığı olmuyor değildi,

Cezmi koridorda bir hayli müdet yalnız kaldıktan sonra ışığı hafif­ letilmiş bulunan kampartmana girdi ve uzanmış bacaklara yarı karan­ lıktan dolayı çarpmamağa dikkat ede ede yerine geçip oturdu. Sarhoşlar

sızmıs olacaklardı, ikisinin de ağızları açıktı ve jiddetle horluyorlardı. Eski vali kösesine büzülmüş, pardesüsüne kabil olduğu kadar sarınıp örtünrnüştü; Yüzü hemen hemen biç görünmüyordu ve her halde uykuya dalmıştı. Genç talebe annesinin yarı yarıya göğsüne, yan yarıya kucağı­ na yatmıştı, o da biraz horlamıyor değildi. Kompartrnanm tek kadını olan anasına gelince, biç kımıldanmadığı için onurt'da uyumuş bulundu­ ğuna hükmedilebilirdi. Fakat tam karsısındaki yerine oturunca, Cezmi, fiş kapaklı ve hafifçe sürmeli ufak gözlerinin açık olduklarım farketti.

Hattâ kadıncağızın henüz hiç uykusu da yok demekti ki, bir sohbet kapısı açmağa kalktı:

— Masanlh h, bizim mahdum bey dahil, herkes uykuda. Halbuki ben yolda hiç uyuyamadım. Bu İstanbul — Ankara yolculuğunu her sefer göz kapaklarımı mdırmcdcu yaparım!

Fakat Cczminin çene çalmağa aruzsu da, takati da yoktu:

__ Ne çare gözleri yumup zorla uyumağa çalışmalı. A rtık geceler u-zadı, sabah başka tüllü edilemez, dedi. Ve kapalı gözlerle hareketsiz ka­ larak. İstanbul — Ankara yolculuklarında göz kapaklarını hiç indirmedi­ ğini söyleyen yaşlı, fakat gözleri sürmeli ve bakışları süzük kadınında öte ■* kiler gı i uyku} a daldığını yeni bir horultunun mevcutlara katılmasından anlayıncaya kadar uyumağı taklit etti.

(20)

Bu uzun nihayeti gelmiyecek sandığı günün hüzünlü saatlerini derin derin, içinde öldürücü bir sızıyla düşünüyordu. Babası artık toprakta idi, bu gece artık onun toprakta geçireceği ikinci gece olacaktı ve o.ıu sene­ lerden beri hiç görmemi} bulunduğu halde simdi toprağın alttnda olduğunu bilmekten, bunu düşünmekten duyduğu iztırabm derinliğine, büyüklüğüne (asıyordu. Babasının seksenini çoktan bulmuş, tabii ömür haddini çoktan aşmış olması da bu iziırabı hiç hafifletmiş değildi.

Ölüm haberini evvelsi giin, iki bavulunu — ilk Ankara seyahatine çıkısından olduğundan çok daha az eşyasına kâfi gelen — iki bavulunu henüz yavaş yavaş hazırlarken ve eline tesadüfen aldığı, isteksiz göz ger­ dirdiği bir gazetenin ufacık puntolu bir yazısından öğren­ mişti. Ufacık puntolu harflerle yazılı ve ne kadar kı­ sa. üç dört satırdan ibaret bir yazt Sultan Hamid devri

vezir ve valilerinden Hüseyin Hasip paşanın Şişlideki konağında kısa bir hastalık neticesinde öldüğü bildiriliyor ve bugün cenazenin kaldırılarak

Fatih’teki aile kabristanına gömüleceği haber veriliyordu. Bazı öfürn ilân­ larında olduğu gibi sayısız hısım akraba ismi yoktu. Tek oğlunun ismi bile yazılı değildi. Esasen Seza banım kendi ismini de yazdırmamıştı.

Derntkki artık ölü ile her alâkayı kesmeyi münasip görmüştü. Evet, bu ihtiyar ölünün malını zaten ele geçirmiş bulunduğuna göre onunla her münasebetini kesiyor, onun karısı oluşunu ilân ederek ihtiyar bir kocanın karısının da ihtiyar olacağı zannını bilmeyenlerde hasıl etmekten çekiniyordu.

e

Cezıni haberi gazetede okur okumaz derhal Istanbulda bir ¡,ün dalıa kalmak hararını vermiş ve babasını ölüm döşeğinde görmek üzere Şişlinin yolunu tutmuştu. Bununla beraber, kıem rengindeki büyük eve varmadan caddede tramvaydan inince nefsinde o tarafa doğru yürümek vs kendisine bir asır kadar uzak gelen bir gün onun tarafından kovularak çıktığı bu yere onun ölümünden istifade ediyor gibi, — ediyor gibi değil, sırf bu sayede I — girmeğe kendinde kudret bulamıyacaktı.

Bu ölüm kendisine niçin bildirilmemişti? Babasının konuşamadığı­ na ve elile yazması imkânı bulunmadığına göre onun boy.e iiSenıij ol­ ması kabil değildi. Acaba daha eskiden böyle vasiyet mi etmişti? Fakat bövle bir vasiyet olmasa v* hakikaten aranmış bulunsaydı da issiz güç­ süz bir adamı derhri buluvermek, nerede oturduğunu derhal öğrenmek kabil olmazdı kil

Nitekim Muharrem Bey de arattığı halde bulduramamış ve tama­ men tesadüf eseri olarak kendisile karşılaşmış değil miydi)

Cezmi büyük kârgir eve teveccüh etmişken durmuş, sonra da geri dönmüştü. Oraya nasıl girebilirdi? Ölüm döşeğinden kalkıp babası ken­ disini kovmazdı Ulusa, kendisine karsı hayatında o derece nefret beş­ lemiş bulunduğuna göre sanki bir intikam almak için, sanki ölümije tihza etmek için ölüm yatağnr.n basma geldiğine ruhu hükmedebilirdi. Eğer ölülerin ruhları baki kalıyor, gezip görmekte, hissedip düşünmekle

(21)

devam ediyorlarsa buna hükmedebilirdi. Ruh denen bir şey olduğuna da Cczmi daima müphem bir seklide inanmıştı ve şu anda, şu yorgun ve bitkin ânında bu müphem düşünce kat î bir kanaat hal.ni almış bulu­ nuyordu.

İçinde Sezaya karşı da o derece derin bir kin vardı ki, onun bu­ lunduğu. ona a;t bîr eve on dakika için bile girmeğe ve belki kendisine karşılaşmaya tahammül edemeyeceğini , de hissetmişti. Ve hislerini tama- mile aydınlık ve çıplak hir halde görmeğe muktedir olmadığı içirt bu kinin belki sadece — ve hiç değilse bilhassa!— bir serveti kaptırmış bu­

lunmaktan hasıl olduğunu düşünmüyor, bu kine âdeta muhterem ve mukaddes hir mahiyet atfediyordu.

O kadar ki, eğer Seza babasının ölüsü daha ortada iken kendisile bu iğrenç maziyi ihya etmek arzusunu bildiren en küçük hir hareKette bulunsa kadını öldürmeğe kalkabileceğinden hiç şüphe etmiyordu.

Cenazede de bulunamadı. Bulunamazdı. Sezanın yakın ve uzak ak­ rabası olmadığına göre acaba cenaze merasimini Hayreddin Paşanın da­ madı, yânı Haındunerrin kocası Halûk Bey mi idare etmişti? Amma bah­ riye zahitleri gezgin kimseler oldukları için belki Halûk Bey de Istan- bulda değildi ve belki babasını mezara Sezanın adamları, uşakları gö­ tü rm üşlrdi.

Cenazede bulunamamış olan Cezmi bu sabah erkenden Fatihe git­ miş, mezarlıkta babasının altında ilk geceyi geçirdiği — ve belki bir lı'.j- dan daima mahrum kalacak— toprak yığınının kenarında bütün haya­ tının muhasebesini yapmış, sonu gelmez ve dayanılmıyaeak derecede ccl düşüncelere dalmıştı.

«Zavallı baham, o karı mezarına belki bir taş da dikmiyecek!» di­ ye düşünürken cebinde o taşı diktirmeğe bol bol yetecek bir para bulun­ duğu hiç batırma gelmemiş, babasının son dakikalarını belki hasretinin acılaştırmış olduğunu da hiç düşünmemişti. Zayıflara ve mağlûplara hâs bir hareketle hu toprak yığınının başında ancak kendini düşünmüş, uzun uzun kendine ccınmıştı.

Bir hatayı ne ağır ödemiş, baba himayesinden mahrum kalır kal­ maz ca ne kadar âciz bir mahlûk oluvermişti! Şerefsiz bir inssn olmağa ri’ a göstermekten, evinin bir randevu yeri haline dönmesini knhul et­ mekten hile bir menfa ıt temin edememiş, boş yere çamurlara bulanmış, boş yere bir Mahmvre hanımın kocası olmuştu. Ve artık işte İstanbul gibi Ankaradan da siliniyor, kasabalarda hayat sürmeyi kahul ediyordu.

Hem bu hayat için hiç bir teminata sahip değildi. Her şey Kemal

beyin keyfine tabiydi ve ağzı ile kuş tutsa öyle kalacaktı.

Bütün bu şeyleri sabahleyin Fatihteki toprak yığınının başında

düşünmüştü ve şimdi fena kokan, pastırma, alkol ve kir kokan bu

ikinci mevki kompartımanın içinde sarsıla sarsıla giderken yine dü­

şünüyor ve bütün düşüncelere yeni bir endişe katılıyordu: Kemali ilk

^günden işte hiddetlendirmişti.

.

,

.

Referanslar

Benzer Belgeler

savvur olunmuşlardır. Evveldenberi Bursa'nm yiyecek maddeleri satan çarşısını teşkil eden bu mahalli tanzim maksadiyle vi- lâyet, Bursa ticaret ve sanayi odasının mal

POLİKLİNİK HİZMETLERİ 1 Hasta kayıt birimi hizmet sunumu için gerekli şartları karşılamalıdır.. 1.1 Hasta kayıt birimi, kolaylıkla görülebilecek ve ulaşılabilecek

demektense bu anayasa değişikliği şu sonuçlara neden olacak o yüzden hayır diyen neredeyse yok gibi.. Davulu halk için hala uzaktan

Zübeyr oğlu dedi : &#34;Kimsin sen Sana ihtiyaç sunar mıyım

Osmanlı Devleti'ni sıkıştıran ecnebi devlet ricaline ilayeten, Sadrazam Ali Paşanın da daha çok onları susturmak için ve şeri alıkama zarar vermeden

a Yayın (Uluslararası Kitap Editörlüğü, Uluslararası Kitap Yazarlığı veya Uluslararası Kitap Bölüm Yazarlığı) 1 Bu bölümden yapılan teşvik başvurusu,

[r]

jjujJüT - iljJol JLa>l a»UI... iljJoÜaLJ