• Sonuç bulunamadı

1909 Maraş olayları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "1909 Maraş olayları"

Copied!
138
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI

YAKINÇAĞ TARİHİ DALI

1909 MARAŞ OLAYLARI

Yüksek Lisans Tezi

DANIŞMAN

YRD. DOÇ. DR. Mehmet YILMAZ

HAZIRLAYAN

Ali KARAHAN

054202041005

(2)

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ...I KISALTMALAR...III

GİRİŞ ...1

A. Maraş’ın Kısa Tarihçesi………...1

1. XIII. Yüzyıla Kadar Maraş………...1

2. Osmanlı İdâresinde Maraş………4

3. Maraş’ın İdâri Durumu……….6

B. XX. Yüzyılın Başlarında Maraş Ermenileri……….8

1. Maraş’ta Müslüman-Ermeni İlişkileri ve Ermeniler’in Sosyal Durumları………..8

2. Ermeniler’in Ekonomik Durumları………..16

BİRİNCİ BÖLÜM ERMENİ MESELESİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE ULUSLAR ARASI BOYUTU ...19

A. Osmanlı – Ermeni İlişkileri ...19

B. Ermeni Meselesi’nin Ortaya Çıkışında Rol Oynayan Etkenler ...27

1. Ermeni Kilisesi ve Din Adamlarının Etkisi ...28

2. Protestan Misyonerlerinin Faaliyetleri ...39

3. Büyük Devletler’in İzledikleri Politikalar ...42

C. İngiliz – Rus Rekâbeti ve Ermeniler ...45

D. Ermeni Islâhatı Meselesi ...48

E. Ermeni Meselesi Çerçevesinde Maraş’ta Çıkan Olaylar ...55

İKİNCİ BÖLÜM 1909 MARAŞ OLAYLARI : SEBEBLERİ, GELİŞİMİ VE SONUÇLARI ...65

A. Olayların Sebebleri ...65

1. Çukurova Bölgesi’nin Tarihi ve Jeo-Stratejik Önemi ...65

2. Ermeniler’in “Küçük Ermenistan” Rüyası ve Osmanlı Devleti...68

(3)

3. 1909 Adana Olayları’nın Etkisi...72

B. Maraş’taki Olaylar ...79

1. Sarayaltı Hadisesi ...79

2. Divân-ı Harb-i Örfi Mahkemesi’nin Kurulması ve Sarayaltı’ndaki Olaylara Karışanların Cezalandırılması ...82

3. Maraş’a Bağlı Diğer Mahalle ve Köylerdeki Olaylar ...84

C. Göksun ve Pazarcık Kazalarındaki Olaylara Karışanların Cezalandırılmaları...89

D. Ermeni Murahhasası Dernersis Veled-i Vanperya’nın Maraş’taki Faaliyetleri...93

E. Zeytun’daki Olaylar ...98

SONUÇ ...108

BİBLİYOGRAFYA...111

(4)

ÖNSÖZ

Osmanlı Devleti, birçok etnik unsuru bünyesinde barındıran siyasi bir varlıktı. Bu etnik unsurlardan biri olan Ermeniler, devletin dağılma ve yıkılış döneminde yaptıklarıyla kendilerinden sıkça söz ettirmeyi başarmışlardır. Ermeniler, birçok sebebin bir araya gelmesiyle devlete karşı bağımsızlık mücadelesine girişmişler ve neticede uzun yıllar istenmeyen olaylar yaşanmıştır. Ermeniler’in ilk faaliyet alanı kısmen yoğun olarak yaşadıkları Doğu Anadolu olmuştur. Ancak burada tepki görünce dikkatlerini Çukurova (Adana – Maraş) bölgesinde toplamışlardır.

Ermeniler’in Çukurova bölgesi ile ilişkileri Bizans dönemine kadar gitmektedir. Bilindiği gibi, Ermeniler bu bölgeye yerleştikten sonra burada küçük bir devletçik kurmayı başarmışlardı. Doğu Anadolu’daki “Büyük Ermenistan” projesinin hayata geçirilemeyeceği anlaşılınca Ermeniler, tarihi bir iddia olarak “Küçük Ermenistan” diye gördükleri Çukurova’da “Kilikya Ermeni Prensliği”ni yeniden canlandırmak istemişlerdir. Uygun bir zamanı bekleyerek bölgedeki çalışmalarını yoğunlaştıran Ermeni komiteleri ve din adamları, 31 Mart (13 Nisan 1909) Vakası’nın ertesi günü harekete geçmişler ve bunun neticesinde Adana’da Türkler ile Ermeniler arasında büyük olaylar meydana gelmiştir. Adana’daki olaylar, bölgedeki yerleşim birimlerinin hemen hemen tamamını etkilemiştir.

Ermeniler’in bölgede kurmayı plânladıkları “Küçük Ermenistan”ın sınırları içerisinde Maraş ve çevresi de bulunduğundan, olayların etkisi burada da kendisini hissettirmiştir. İşte bu çalışmanın amacı, Adana olaylarından sonra Maraş ve çevresinde Türkler ile Ermeniler arasında meydana gelen olayları anlatarak mahalli tarih çalışmalarına katkı yapmaktır.

Çalışmanın esas kaynağını, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden temin edilen konuyla ilgili belgeler teşkil etmiştir. Maraş ve çevresindeki Ermeniler’in siyasi faaliyetleri üzerine birçok çalışma yapılmış olmasına rağmen, incelediğimiz dönemde meydana gelen olaylar hakkında bu çalışmalarda neredeyse hiçbir kayda rastlanılmaması dikkat çekicidir. Konun ilk defa inceleniyor

(5)

olmasından dolayı çalışmamızda bazı eksiklikler bulunabilir. Ancak bundan sonra bu yönde yapılacak olan araştırmalar için çalışmamızın örnek olacağı kanaatindeyim.

Çalışmamız, giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş’te; Maraş ve çevresinin kısa bir tarihçesi, Maraş’ın idâri durumu ve XX. yüzyılın başlarında Maraş Ermenileri’nin sosyal ve ekonomik durumları anlatılmaya çalışılacaktır.

Birinci bölümde; Osmanlı – Ermeni ilişkileri, genel Ermeni Meselesi’nin ortaya çıkışı ve buna sebep olan etkenler, Ermeni Islâhatı Meselesi ve Doğu Anadolu’daki İngiliz – Rus rekâbeti ana hatlarıyla verilmeye çalışılacaktır. Bunlar anlatıldıktan sonra, Ermeni Meselesi’nden dolayı 1909 yılından önce Maraş’ta çıkan Ermeni olayları üzerinde durulacaktır. 1909 yılından önce Maraş’ta çıkan önemli Ermeni olayları Zeytun (Süleymanlı) ve çevresinde çıktığı için, daha çok burada çıkan önemli olaylara değinilecektir.

İkinci bölümde ise; 1909 yılında Maraş ve çevresinde çıkan olayların sebepleri, gelişimi ve sonuçları detaylı bir şekilde anlatılmaya çalışılacaktır.

Bu çalışma konusunu seçmemi sağlayan ve her zaman desteklerini esirgemeyen danışman hocam Sayın Yard. Doç. Dr. Mehmet YILMAZ ile maddî ve manevî desteklerini esirgemeyen âileme teşekkürü borç bilirim.

(6)

KISALTMALAR

Bkz. : Bakınız

BOA : Başbakanlık Osmanlı Arşivi BTTD : Belgelerle Türk Tarihi Dergisi

C. : Cilt

DH. EUM. LVZ. : Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Levazım Kalemi DH. İD. : Dahiliye Nezareti İdari Kısım DH. MUİ. : Dahiliye Nezareti Muhaberat-ı

Umumiye İdaresi

DİA : Türkiye Diyanet İşleri Vakfı İslam Ansiklopedisi

HVS. : Halep Vilayeti Salnamesi

İA : İslam Ansiklopedisi

İ.AS : İrade-i Askeriye MEB : Milli Eğitim Bakanlığı MV. : Meclis-i Vükelâ Mazbataları

nr. : numara

OTAM : Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi

s. : sayfa

Sad. : Sadeleştiren

TATAV : Tarih ve Tabiat Vakfı

TTK : Türk Tarih Kurumu

vd. : ve diğerleri

Y.PRK.EŞA. : Yıldız Perakende Elçilik, Şehbenderlik ve Ateşemiliterlik

Yay. : Yayınları

Yhz. : Yayına Hazırlayan Y.EE : Yıldız Esas Evrakı

(7)

GİRİŞ A. Maraş’ın Kısa Tarihçesi 1. XIII. Yüzyıla Kadar Maraş

Maraş ve çevresinin geçmişi, tarihten önceki devirlerin en eskisi olan Paleolotik Çağ’a kadar uzanmaktadır. Bundan dolayı Maraş, geçmişten günümüze kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bunda Maraş’ın, Anadolu’yu Mezopotamya’ya bağlayan önemli bir ticaret yolu üzerinde bulunmasının büyük rolü olmuştur.1

Maraş adına çeşitli kaynaklarda değişik şekillerde rastlanılmaktadır. Asur metinlerinde Markasi diye geçen Maraş’a, Romalılar Germanicia demişlerdir. Müslüman Araplar Maraş’ı ele geçirince, Asurlular’ın Markasi ismine çok yakın olan Maraş ismini kullanmışlardır. Arapça Maraş “titreme yeri” anlamına gelmektedir. Araplar’ın şehre bu ismi vermesi, ovada kısmen pirinç tarlası hâline getirilen bataklıklar yüzünden vaktiyle çok sıtmalık olmasına bağlanmıştır. Araplar’ın Maraş’ı ele geçirmesinden sonra, Bizanslılar da şehrin ismini “Marassion” şeklinde kullanmaya başlamışlardır.2

Maraş’ın mevkiî tarih boyunca iki defa değişikliğe uğramıştır. Maraş’ın ilk yeri şimdiki Maraş şehrinin güneydoğusunda Erkenez

1 Besim Darkot, “Maraş”, İ.A., C.7, MEB., İstanbul, 1972, s.310; Tufan

Gündüz, “Kahramanmaraş”, DİA, C.24, İstanbul, 2001, s.192; Necla Günay,

Maraş’ta Ermeniler ve Zeytun İsyanları, IQ Kültür Sanat Yay. İstanbul,

2007, s.31-32; Yeni Türk Ansiklopedisi, “Kahramanmaraş”, C.5, Ötüken Yay., İstanbul, 1985, s.1625.

(8)

çayının kenarında yer almaktaydı.3 Maraş’ın ikinci yeri ise, bugün

Kara Maraş diye bilinen mevkiîdir. Maraş’ı ilk yerinden Âlî Hamdan’dan Seyfüddevle kaldırmıştır. İkinci yerinden de, Dulkadiroğulları’ndan Alaüddevle zamanında şimdiki yerine nakledilmiştir.4

Bu uzun tarihi geçmişi içerisinde Maraş’ta kurulan ilk uygarlığın, Anadolu’da II. Tudhlaliya (M.Ö.1460) ile birlikte siyasi birliğini tamamlayan Eski Hitit İmparatorluğu’nun olduğu, bölgede çıkan arkeolojik bulgularla teyit edilmiştir.5 Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra, Anadolu’da siyasi birlik zaafa uğramış ve bir- çok kent devleti denilebilecek prenslikler meydana gelmiştir. Maraş bu dönemde, bölgede kurulan Gurgum Prensliği’ne başkentlik yapmıştır.6 Kimmerler’in Anadolu’yu istilasından sonra

M.Ö.721-705 tarihleri arasında Mezopotamya’da kuvvetli bir siyasi varlık olarak ortaya çıkan Asurlular, Maraş ve çevresini hâkimiyetleri altına almışlardır. Asurlular’ın Med istilasına uğramasından sonra, Maraş Persliler’in eline geçmiştir. Persler’in de, M.Ö.333 yılında İssos Savaşı’nda Büyük İskender’in ordularına yenilmesi üzerine şehir

3 Nitekim, Arap müverrihlerinin eserlerinde geçen “El Erkenez yecri fi

vasatıl Meraş” tabiri ve Erkenez çayının etrafındaki höyük harabeleri bunu

kanıtlamaktadır. Bkz. Besim Atalay, Maraş Tarihi ve Coğrafyası, Sad., M.Yusuf Özbaş, İstanbul, 1973, s.8.

4 Gündüz, Kahramanmaraş”, s.192

5 Kamil Levent Zoroğlu, “Kahramanmaraş’ın İlk Çağdaki Yeri ve Önemi”,

1. Kahramanmaraş Sempozyumu, Kahramanmaraş 2004, s.304-306; Atalay, Maraş Tarihi ve Coğrafyası, s.9; Darkot, “Maraş”, s.311.

(9)

Makedonyalılar’ın hâkimiyetine girmiştir.7 Maraş Büyük İskender’in

Asya seferi sırasında Kapadokya Satraplığı’nın8 önemli

merkezlerinden biri olmuştur. Büyük İskender’in ölümüyle birlikte bir süre Selefkos Devleti’nin elinde kalan şehirde, daha sonra Roma dönemi başlamıştır (M.Ö.17).9 Roma İmparatorluğu’nun 395 yılında

ikiye ayrılmasından sonra Maraş, Bizans’ın hâkimiyetine geçmiştir.10

İslam fütuhatının Kuzey Suriye’den Anadolu’ya doğru yayılmasıyla Bizans, Maraş’ı kaybetmiştir. Stratejik öneme sahip olmasından dolayı X. Yüzyıla kadar Müslümanlar ile Bizans arasında mücadele sahası olan Maraş, sık sık tahrip edilmesine rağmen her defasında yeniden canlanıp kalkınmıştır.11 Daha sonra Türkler Anadolu’ya gelince bölge, Melikşah döneminde Emir Buldacı tarafından 1085 yılında fethedilmiştir. Ancak Haçlılar’ın gelişi ile Türkler, Maraş ve çevresini 1098 yılında Bizans’a teslim etmek zorunda kalmışlardır. Bir ara tekrar Türk hakimiyetine giren şehir, daha sonra 1103 yılında Haçlılar’ın eline düşmüştür. Bu tarihten sonra Maraş, Selçuklu-Haçlı ve sonra Selçuklu-Danişmendli mücadelesine sahne olmuş ve zaman zaman el değiştirmiştir.12

7 Günay, Maraş’ta Ermeniler, s.35.

8 Eski Pers medeniyetinde eyaletlere verilen isimdir.

9 Ayhan Doğan, XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Maraş (Basılmamış Doktora

Tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 1999, s.XI.

10 Gündüz, “Kahramanmaraş”, s.192. 11 Darkot, “Maraş”, s.311.

12 Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Maraş Tahrir Defteri, C.I, OTAM Yay.,

Ankara 1988, s.XII; İlyas Gökhan, “13. Yüzyılın İlk Yarısında Maraş”, 1.

(10)

Maraş ve çevresindeki göçebe Türkmen cemaatleri 1240 yılında çıkan Babaî isyanına katılmışlardır. Sivas, Tokat ve Amasya’ya sıçrayan ve Kırşehir’in Malya ovasında kanlı bir şekilde bastırılan bu isyan, Türkiye Selçuklu Devleti’ni derinden sarsmıştır. Bu sırada sınırda fırsat kollayan Moğollar Anadolu’ya girmişlerdir. 1243 yılında Kösedağ’da Moğolları karşılayan Selçuklu ordusu büyük bir mağlubiyete uğramıştır. Kösedağ yenilgisi devletin otoritesini zaafa uğratmasından dolayı, Maraş ve çevresinin ormanlık bölgelerinde yaşayan Ağaçeri Türkmenler’i şehirleri basmaya, köyleri soymaya ve kervanları vurmaya başlamışlardır. Ağaçeriler’in meydana getirdiği bu karışıklık ortamında, Moğollarla işbirliği içerisinde olan Ermeniler 1259’da Maraş’ı işgal etmişlerdir.13 1296

yılına kadar Kilikya Ermeni Prensliği’nin elinde kalan Maraş, bu tarihte Mısır Memluk Devleti tarafından fethedilmiştir.14

2. Osmanlı İdâresinde Maraş

Maraş ve çevresi, XIV. Yüzyılın ilk yarısında Dulkadirli Türkmenleri’nin eline geçmiştir. Dulkadirliler, Karaca Bey ile oğlu Halil Bey zamanında Anadolu’nun Mısır Memluk Devleti hududundaki toprakları üzerinde yerleşerek, Maraş ile beraber Elbistan, Malatya, Besni ve Harput’u ele geçirmişlerdir. 1443 yılında Süleyman Bey’in başa geçmesiyle Osmanlı Devleti ile Dulkadirliler

13 Yinanç-Elibüyük, Tahrir, C.I, s.XIII-XIV; Gökhan, “13.Yüzyılın İlk

Yarısında Maraş”, s.349-351.

(11)

arasında yakın ilişkiler kurulmuştur. Süleyman Bey’in kızı olan Sitti Hatun, 1449 yılında Sultan II. Murad’ın oğlu Mehmed (Fatih Sutan Mehmed) ile evlendirilmiştir.15

XVI. yüzyılın ilk yarısına kadar bazan Mısır Memluk Devleti’ne bazan da Osmanlı Devleti’ne bağlı kalarak varlığını sürdüren Dulkadirliler’e, 1515 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından son verilmiştir. Maraş ve çevresinin Osmanlı Devleti’nin eline geçmesinden sonra, bölge Osmanlı’ya sadık kalmak koşuluyla Şehsuvaroğlu Ali Bey’e verilmiştir. Ancak Şehsuvaroğlu Ali Bey’in de, Kanuni Sultan Süleyman döneminde öldürülmesiyle Maraş ve çevresi tamamen Osmanlı Devleti’nin idâresi altına girmiştir.16 Maraş’ın Osmanlı topraklarına katılmasından sonra bölgede Söklenoğlu Musa, Atmaca, Dulkadirli Zunnunoğlu ve Kalender Çelebi isyanları çıkmıştır. Bu isyanlar bastırılmakla beraber devleti bir hayli uğraştırmıştır.17

XIX. yüzyıla gelindiğinde, Maraş’ta kısa süreli Mısır işgalinin meydana geldiği görülmektedir. Osmanlı-Mısır ihtilafından kaynaklanan mücadeleler esnasında İbrahim Paşa Nizip’te Osmanlı kuvvetlerini bozguna uğratarak ilerlemiş ve Maraş’ı işgal ederek burada 19 ay kadar kalmıştır. 1840 yılından sonra Osmanlı Devleti,

15 Darkot, “Maraş”, s.311.

16 Yinanç-Elibüyük, Tahrir, C.I., s.XXVIII; İsmail Altınöz, “Dulkadir

Vilâyetinin Osmanlı İdare Düzeninde Yerini Alması”, 1. Kahramanmaraş

Sempozyumu, Kahramanmaraş 2004, s.428; İbrahim Solak, XVI. Asırda Maraş Kazası, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.27.

17 Yinanç-Elibüyük, Tahrir, C.I., s.XXVIII-XXIX; Solak, XVI. Asırda

(12)

İbrahim Paşa’nın kuvvetlerinin geri çekilmesiyle Maraş’ta yeniden hâkimiyetini tesis etmiştir.

I. Dünya Savaşı’ndan Osmanlı Devleti’nin mağlup ayrılmasıyla önce İngilizler’in sonra da Fransızlar’ın işgaline uğrayan Maraş, 11 Şubat 1922’de destani denilebilecek bir mücadeleden sonra tekrar ele geçirilmiştir. Fransızlar ile Ankara Antlaşması’nın imzalanmasıyla da kati olarak Türk hâkimiyetine dönmüştür. Milli Mücadele’de göstermiş olduğu üstün başarıdan dolayı T.B.M.M. tarafından İstiklâl Madalyası ile ödüllendirilen Maraş, 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla vilâyet olmuştur. T.B.M.M.’nin vermiş olduğu başka bir kararla da, şehir tarihteki isminin başına “Kahramanlık” unvanını almış ve bundan sonra Kahramanmaraş olarak anılmaya başlanmıştır.18

3. Maraş’ın İdâri Durumu

Maraş Osmanlı Devleti’nin yönetimi altına girdiği 1515’ten Şehsuvaroğlu Ali Bey’in öldürüldüğü 1522’ye kadar yarı-özerk bir şekilde idâre edilmiştir. Bölgedeki Türkmenler’in tepkilerinden çekinildiği için, burada Osmanlı idâri düzeninin gereklilikleri hemen uygulanmayarak tedrici bir siyaset izlenmiştir. 1523 yılına ait olan Maraş Tahrir Defteri’nde bu bölge “Vilâyet-i Dulkadriye” adıyla kaydedilmiştir. Bu tarihte, Dulkadirliler’in hâkim olduğu sınırları muhafaza eden bu vilâyetin, Maraş ve Bozok sancaklarından

18 Yaşar Akbıyık, Milli Mücadelede Güney Cephesi Maraş, Atatürk

(13)

oluştuğu anlaşılmaktadır. Maraş sancağı; sancak merkezi Maraş’tan başka Elbistan, Kars-ı Maraş ve Zamantı kazalarından meydana gelirken, Bozok sancağı ise; merkez Bozok ve Kırşehir kazalarından oluşmuştur.19 1563 yılına ait olan Maraş Tahrir Defteri’ne göre ise

Maraş Sancağı; Maraş, Güvercinlik, Hısn-ı Mansur (Adıyaman), Elbistan ve Zamantı kazalarını içine almaktadır.20

1631-1632’de Maraş Vilâyeti’nin kazaları; Maraş, Malatya, Ayıntap ve Kars-ı Maraş’tır. Bu durum 1653-1730 arasında olduğu gibi devam ettirilmiştir. 1777-1787 arasında Maraş Vilâyeti’nin kazaları; Maraş, Ayıntap, Elbistan, Kars-ı Maraş, Bilas ve Zamantı’dan oluşmuştur. 1831 yılında yapılan idâri düzenlemelerle Dulkadriye Vilâyeti’nin ismi “Maraş Vilâyeti” olarak değiştirilmiş ve vilâyetin kazaları Maraş Paşa, Malatya, Samsat ve Gerger olarak belirlenmiştir.21

1850 yılında Adana Vilâyeti’ne bağlı bir sancak olan Maraş, 1866/67’de Halep Vilâyetine bağlanmıştır.22 1326(1908) tarihli

HVS’ye göre ise Maraş Sancağı; Maraş, Elbistan, Zeytun, Andırın ve Pazarcık kazalarından meydana gelmiştir. Bu sırada sancağın sınırları şu şekildedir: Doğu’da Mamuratü’l-aziz (Elazığ), batıda

19 Altınöz, “Dulkadir Vilâyeti”, s.427-429. 20 Yinanç-Elibüyük, Tahrir, C.I., s.XXX. 21 Günay, Maraş’ta Ermeniler, s.52-53. 22 Doğan, Maraş, s.XIV.

(14)

Adana Vilâyeti ve Halep Vilâyeti, kuzeyde Sivas, güneyde ise kısmen Adana Vilâyeti ve Halep Vilâyeti ile çevrilidir.23

1326 tarihli HVS’den Maraş’ta; Liva İdâre Meclisi, Tahrir ve Vergi Dairesi, Defter-i Hâkâni İdâresi, Nüfus İdâresi, Orman İdâresi, Evkâf İdâresi, Ziraat Bankası Şubesi, Nafia Komisyonu, Maarif Komisyonu, Ticaret, Ziraat ve Sanayi Odası, Mahkeme-i Şeriye, Fetvâhâne, Bidâyet Mahkemesi, Hapishâne İdâresi, Telgraf ve Posta İdâresi, Belediye Dairesi, Duyûn-ı Umûmiye İdâresi, Fransız Konsolosluğu ve Redif 79. Maraş Alayı’nın bulunduğu anlaşılmaktadır.24 Maraş, 1330(1914) tarihinde Halep Vilâyeti’nden

ayrılarak müstakil sancak olmuştur.25

B. XX. Yüzyılın Başlarında Maraş Ermenileri

1. Maraş’ta Müslüman-Ermeni İlişkileri ve Ermeniler’in Sosyal Durumları

Ermeniler’in Maraş bölgesine yerleşmeleri VIII. yüzyıla rastlamaktadır. Bu yüzyılda Bizans’ın baskısına maruz kalan bazı Ermeniler, Doğu Anadolu’dan kaçarak Müslüman Araplar’ın hâkimiyeti altındaki Toroslar ve Kuzey Suriye’ye gelmişlerdir. Bu bölgelere göç eden Ermeniler’den bir kısmı da Maraş’a-özellikle de

23 Sâlname-i Vilâyet-i Haleb, 1326 Hicri Senesi(1908), Def’a 35, Haleb

Matbaa-i Vilâyet, 1324(1908), s.461, Bkz. Ek I.

24 1326(1908) Tarihli HVS, s.440-457. 25 BOA, DH.EUM.LVZ., nr.28-20; 27-114.

(15)

sarp ve kayalık bir bölge olan Zeytun (Süleymanlı) yöresine -yerleşmiştir.26

Bundan başka, 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türkmenler’in akın akın Anadolu’ya gelip yerleşmeleri ikinci bir göç dalgasına sebep olmuştur. Doğu Anadolu’da Türkmenler’in önünden kaçan bu Ermeniler’in bir kısmı yine güney Anadolu’nun dağlık bölgelerine yerleşmişlerdir. Daha önce buralara yerleşen Ermeniler’le bu yeni gelenler birleşerek bölgede bir prenslik kurmuşlardır. Bu prensliği Malazgirt Savaşı’ndan kaçan Ermeni Philaretos Brachemios kurmuş ve Bizans’ın egemenliğini tanımıştır.27 Ermeni Prensliği siyasi duruma göre Bizans, Selçuklu, Memluk ve Moğollara vergi verecek hayatını sürdürmüştür.

Osmanlı idâresinde Maraş’taki Ermeniler ile Müslümanlar sosyal hayatta tamamen iç içe yaşamışlardır. Nitekim, 15 Haziran 1856’da Maraş Mutasarrıfı Mehmed Münip Paşa tarafından üç bölüm halinde hazırlanıp Sadaret makamına gönderilen ve Maraş’ta çıkan olayların anlatıldığı belgedeki “Maraş’ta mütemekkin reâyanın

müstakil mahallelerinin olmadığı cihetle, haneleri, İslâm hâneleriyle mahlût (karışık) bulunduğu gibi, vergileri dahi beher mahallenin

26 Akbıyık, Milli Mücadelede Güney Cephesi, s.307; Günay, Maraş’ta

Ermeniler, s.32.

27 Mehlika Aktok Kaşgarlı, Kilikya Tabi Ermeni Baronluğu, Kök Yay.,

Ankara 1990, s.21-28; Selim Kaya, “Ortaçağ’da Maraş’ın Sosyo Kültürel ve Etnik Yapısı Hakkında Bir Değerlendirme”, 1. Kahramanmaraş

(16)

imam ve muhtarları vasıtasıyla mahlüten tahsil olmakta olduğundan “ifadesi bunu açıkça göstermektedir.28

Böyle iç içe yaşayan Ermeniler ile Müslümanlar’ın günlük hayattaki ilişkilerinin de iyi olduğu Maraş Şeriye Sicili kayıtlarından anlaşılmaktadır. Örneğin, kayıtlardan Müslüman ve Ermeniler’in karşılıklı olarak birbirlerinden dava vekilleri tuttukları görülmektedir. Müslümanlar’ın kendi aralarındaki davalarda genelde ünlü Ermeni dava vekili Kuyumcuyan Artin’i tuttukları kaydedilmektedir.29

Maraş’taki Ermeniler ile Müslümanlar’ın iyi geçindiklerinin başka bir kanıtı da Ermeniler’in almış olduğu Türk isimleridir. Ermeniler’in Gül, Şahin, Murat, Feride, Fatma, Gül, Vahide, Zekiye, Fuat, Şükrü gibi isimler aldıkları görülmektedir.30 Ayrıca,

Ermeniler’den din değiştirip Müslüman olanların da olduğu yine kayıtlardan anlaşılmaktadır.31

Diğer taraftan, Şeriye Sicili kayıtlarındaki şahısların isimlerinin yanında yer alan unvan ve lakablar halkın sosyal statüsü hakkında bilgi edinmemizi sağlamaktadır. Müslümanlar’ın

28 Doğan, Maraş, s.258; Günay, Maraş’ta Ermeniler, s.112.

29 Halil Aygan, 235 Numaralı Maraş Şeriye Sicili (Basılmamış Yüksek

Lisans Tezi), Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kahramanmaraş 1996, s.26.

30 Aygan, 235 Numaralı Maraş Şeriye Sicili, s.26; Günay, Maraş’ta

Ermeniler, s.118.

31 Mehmet Kabacık, 230 Numaralı Maraş Şeriye Sicili

H.1320-1322/M.1902-1904, R.1337-1338/M.1921-1922 Değerlendirme ve Transkripsiyon (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sütçü İmam Üniversitesi

(17)

isimlerinden sonra efendi, ağa, hazretleri, mekremetlü, çavuş, bey, el-hac, es-seyid, hanım, hatun gibi lakablar kullanılırken, Ermeniler için de saygıdan geri durulmadığı görülmektedir. Mesela, Maraş Ermeni Katolik Cemaati’nin önde gelenlerinden müteahhit Agob Hırlakyan’ın kendisi ve babası için “İzzetlü” sıfatı kullanılmıştır. Ayrıca, Müslüman çocukları için ibni, Ermeni çocukları için de veled tâbiri kullanılmaktadır.32

Ermeniler’in nüfusuna gelecek olursak, 1326 (1908) HVS’ye göre Maraş merkez kaza, Zeytun, Elbistan, Göksun ve Pazarcık’ın nüfus dağılımı şu şekildedir:

32 Şevki Karabekiroğlu, 234 Numaralı Maraş Şeriye Sicili,

H.1323-1325/M.1905-1908 Değerlendirme ve Transkripsiyon (Basılmamış Yüksek

Lisans Tezi), Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kahramanmaraş 1999, s.21.

(18)

Maraş Kazası’nın Nüfus Cetveli 33

Kadın Erkek Toplam

İslâm 21864 24711 46557 Ermeni 05195 05985 11180 Katolik 01844 01723 03567 Rum Katolik 00003 0003 00006 Protestan 02159 01898 04057 Latin 00449 00435 00884 Yabancı 00633 00877 01510 Yahudi 00105 00108 00213 Toplam 32252 35740 67974

Zeytun Kazası’nın Nüfus Cetveli34

Kadın Erkek Toplam

İslâm 03426 04276 07702 Ermeni 04262 05364 09626 Katolik 00227 00285 00502 Protestan 00178 00197 00375 Toplam 08093 10122 18205

33 1326 (1908) Tarihli HVS., s.469. 34 1326 (1908) Tarihli HV., s.478.

(19)

Elbistan Kazası’nın Nüfus Cetveli35

Kadın Erkek Toplam

İslâm 20744 21577 42321 Ermeni 00435 00464 00899 Katolik 00162 00149 00311 Protestan 00145 00160 00305 Yabancı 00281 00235 00616 Toplam 21767 22585 44452

Göksun Kazası’nın Nüfus Cetveli36

Kadın Erkek Toplam

İslâm 08592 10698 19290 Ermeni 01165 01462 02627 Katolik 00047 00065 00112 Protestan 00056 00066 00122 Toplam 09860 12291 22151

35 1326 (1908) Tarihli HVS, s.490. 36 1326 (1908) Tarihli HVS, s.497.

(20)

Pazarcık Kazası’nın Nüfus Cetveli 37

Kadın Erkek Toplam İslâm 10744 11967 22441 Ermeni 00017 00024 00041 Toplam 10761 11721 22482

Yukarıda verdiğimiz bilgilerden de anlaşılacağı üzere, Maraş merkez kazasının nüfusu; 46.557 İslâm, 11.180 Ermeni, 3.567 Katolik, 6 Rum Katolik, 4.057 Protestan, 884 Latin, 1.510 Yabancı ve 213 Yahudi olmak üzere toplam 67.974 idi. Burada geçen Ermeni tabiri Gregoryen Ermenileri’nin nüfusunu göstermektedir. Ayrıca, Katolik ve Protestan tabiriyle de yine bu mezhebe mensup Ermeniler’in nüfus durumları gösterilmiştir. Tabii bunların içerisinde az da olsa diğer etnik unsurlara ait nüfusun bulunduğunu belirtmek gerekir. Maraş merkez kazanın oransal dağılımı; %68 İslâm, %17 Ermeni, %5 Katolik, %6 Protestan ve %4 diğerleri şeklindedir. Üç Ermeni cemaatinin toplam nüfusa oranı ise %27 civarındadır.

Zeytun kazasının nüfusu; 7.702 İslâm, 9.626 Ermeni, 502 Katolik ve 375 Protestan olmak üzere toplam 18.205 kişidir. Bunların %53’ü Ermeni, %42’si İslâm, %3 Katolik ve %2’si de

(21)

Protestan’dır. Ermeniler, Zeytun’da %58’lik bir oranla ekseriyeti teşkil etmişlerdir.

Elbistan kazasının nüfusu; 42.321 İslâm, 899 Ermeni, 311 Katolik, 305 Protestan ve 616 Yabancı olmak üzere toplam 44.452’dir. Elbistan nüfusunun oransal dağılımı; %95 İslâm, %2 Ermeni, %0,8 Katolik, %0,7 Protestan ve %1,5 diğerleri şeklindedir. Ermeniler’in, Elbistan’da toplam nüfusa oranları %4 civarındadır.

Göksun’un toplam nüfusu 22.151’dir. Bunun 19.290’ı İslâm, 2.627’si Ermeni, 112’si Katolik ve 122’si de Protestan’dır. İslâmlar’ın oranı %87 iken, Ermeniler’inki %13 civarındadır.

Pazarcık kazasının nüfusu ise; 22.441’i İslâm ve 41’i de Ermeni olmak üzere toplam 22.482’dir.

1908 yılında Maraş Sancağı’nın toplam nüfusu 175.264 kişidir. Bunun 140.235’i İslâm, 22.449’u Ermeni, 4.492’si Katolik, 4.859’u Protestan ve 3.223’ü de diğerleridir. İslâmlar’ın tüm sancak nüfusuna oranları %80’dir. Üç Ermeni cemaatinin toplam nüfusa oranı ise %18 civarındadır. Geriye kalan %2’lik kısım da diğerlerine aittir.

Diğer taraftan, Ermeniler Maraş’ta birçok sosyal kuruma da sahiplerdi. Maraş’ta 1908 yılında 4 Ermeni, 3 Protestan, 2 Katolik ve 1 Latin kilisesi vardı. Ermeniler’in 8 tane de okulu bulunmaktaydı. Bu okullardan biri Rüşdî derecesinde iken, diğerleri İbtidaî’dir. Rüşdî olanın türü erkektir. İbtidaî’lerin ise, üçü kız dördü erkektir. Okulların toplam öğrenci sayısı 545’dir. Protestanlar’ın 5 İbtidaî, 2

(22)

Âlî ve 1 Rüşdî olmak üzere 8 okulları vardır. İbtidaî’lerin 3’ü erkek 2’si kız, Âlî’lerin 1’i kız 1’i erkek, Rüşdî ise erkektir. Okullardaki öğrenci mevcudu toplam 790’dır. Katolikler’in 1 kız ve 1 erkek iki tane İbtidaî derecesinde okulları bulunmaktadır. Okulların mevcudu ise 250’dir. Ayrıca, Maraş’ta 2 kolej ve genelde Ermeniler’e hizmet veren 1 Alman hastanesi vardı.

Zeytun’da 6 kilise ve 2 manastır bulunmaktadır. 5 tane İbtidaî ve 1 tane de Rüşdî derecesinde toplam 6 okul vardır. Ayrıca, 3 tane Elbistan’da ve 2 tane de Göksun’da Ermeniler’e ait kilise vardır.38 Bundan başka, Ermeniler Maraş’ta çeşitli amaçlarla

kurulmuş birçok vakfa da sahiplerdi.39

2. Ermleniler’in Ekonomik Durumları

Maraş’ta köy ve kasabalarda yaşayan Ermeniler daha çok ziraat ve hayvancılıkla, şehirlerde yaşayanlar ise ticaret, sanayi ve kısmen ziraat ile uğraşıyorlardı. Ziraatle uğraşan Ermeniler pirinç üretimi, bahçecilik ve bağcılıkta bir hayli ileri gitmişlerdi. Sanayi sektöründe Ermeniler; dokumacılık, boyacılık, mobilyacılık, dericilik, bakırcılık, kuyumculuk, değirmencilik gibi iş kollarında çalışıyorlardı. Bunlar içerisinde özellikle kuyumculuk Ermeniler’e münhasırdı. Şeriye Sicili kayıtlarında “Kuyumcuyan, Bilezikciyan” lakablı Ermeni isimlerinin geçmesi bunun delilidir. Kuyumculukla meşgul olan Ermeniler’in ekonomik durumlarının Müslümanlar’a

38 1326 (1908) Tarihli HVS, s.440-503. 39 Günay, Maraş’ta Ermeniler, s.94.

(23)

göre çok iyi bir seviyede olduğu ve mahkemeye intikal eden davalarda Ermeniler’in mirasçılarına fazla miktarda gayrimenkul veya para bıraktıkları görülmektedir40

Maraş’ta Ziraat Bankası’nın Şubesi ve Ticaret ve Sanayi Odası bulunmaktaydı. Ticaret ve Sanayi Odası’nın başkanı Şükrü Bey, üyeler Agop Ağa, İhsan Efendi, Artin Efendi ve Hüseyin Efendi idi. Dört üyeden ikisinin Ermeni olması, Ermeni nüfusunun az olmasına rağmen ekonomik yönden güçlü olduklarını göstermektedir.41

Diğer taraftan, Osmanlı yönetiminin ihtiyaç sahibi, yardıma muhtaç vatandaşlarına yardım konusunda Ermeni vatandaşlarını diğerlerinden ayırmadığı, ihtiyaçlarına duyarsız kalmadığı görülmektedir. Ermeniler’in Maraş’ta baş gösteren kuraklık ve neticesindeki ürün kıtlığı dolayısıyla ihtiyaçlarının arttığı, maddi yardıma muhtaç oldukları Patrikhâne kanalıyla Osmanlı hükümetine ulaştırılmıştır. Devlet onlara iş imkanı sağlamak, bir kazanç yolu göstermekten geri durmamıştır. Harekete geçen yetkililer, zaten zorda olan maliyeden para vermek yerine Bağdad Demiryolu inşasını yürüten baş mühendisle görüşerek iş temin etmeye çalışmışlardır. “Ermeni muhtacininden beş bin amelenin Bağdad Demiryolu inşasında “üç aydan evvel terk-i işgal etmemek şartıyla” çalışmaları

40 Karabekiroğlu, 234 Numaralı Maraş Şeriye Sicili, s.21; Kabacık, 230

Numaralı Maraş Şeriye Sicili, s.33.

41 Haleb Vilâyet-i Sâlnamesi, 1324 Hicri Senesi(1906), Def’a 34, Haleb

(24)

temin edilmiş ve ihtiyaç sahiplerinin Adana’ya gönderilmesi ilgililere bildirilmiştir.42

Zeytun ve çevresinin arazisi ahalinin geçimini temin edecek kadar elverişli değildi. Burada yaşayan Ermeniler geçimlerini sağlamak için mevsimlik Adana’ya inerek çalışıyorlardı. Ancak Adana olayları esnasında Ermeniler, Adana’ya inip çalışamadıklarından açlık ve hastalık baş göstermişti. Patrikhâne 19 Nisan 1910’da Dahiliye Nezareti’ne bu durumu bildirerek yardım talep etmişti.43 Osmanlı hükümeti bu isteği geri çevirmemiş ve gereken yardımı yapmıştır.44

Netice itibariyle, Maraş’taki Ermeniler’in sosyal ve ekonomik durumlarının iyi olduğu söylenebilir. Ermeniler 1850’lere kadar Maraş’ta huzur içerisinde yaşamışlardır. Ancak bu tarihten itibaren bölgede siyasi amaçlı komitecilik faaliyetleri ve dış odaklı kışkırtmaların başlamasıyla Ermeniler’in hem huzuru kaçmış hem de yavaş yavaş Türkler ile ilişkileri bozulmaya başlamıştır.

42 BOA, DH, İD., nr.107/6, Bkz. Ek III. 43 BOA, DH, MUİ., nr.1-10/44, lef, 27. 44 BOA, DH, MUİ., nr.1-10/44, lef, 44.

(25)

BİRİNCİ BÖLÜM

ERMENİ MESELESİ’NİN ORTAYA ÇIKIŞI VE ULUSLARARASI BOYUT KAZANMASI A. Osmanlı – Ermeni İlişkileri

Osmanlılar’dan önce ilk ciddi Türk-Ermeni ilişkisinin, Doğu Anadolu’da Selçuklu fetih ve yerleşme faaliyetlerinden çok önceleri 1015-1022 yılları arasında Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucularından Tuğrul Bey’in kardeşi Çağrı Bey’in bölgeye yaptığı bir keşif seferiyle başlamış olduğu anlaşılmaktadır.45

Çağrı Bey’in yapmış olduğu bu keşif seferi sırasında Doğu Anadolu, Ermeniler’in kısmen kontrolünde olarak Bizans’a bağlıydı. Ermeniler küçük prenslikler halinde siyasi varlıklarını devam ettirmiş olduklarından dolayı, bölge siyasi birliktelikten yoksundu. Bu dönemde Bizans-Ermeni ilişkileri Bizans’ın Ermeniler’e karşı siyasi, dini ve iktisadi baskı uygulamasından dolayı iyi değildi. Bundan dolayı, Ermeniler 1071 yılından sonraki süreçte Türkler’in bölgeyi ele geçirmelerine ve burada yerleşmelerine karşı herhangi bir olumsuz tavır sergilememişler ve hatta Bizans’a karşı Selçuklular ile bazen ittifak dahi yapmışlardır.46

45 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Boğaziçi Yay., İstanbul

1999, s.14-15; Ali Sevim, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Döneminde Selçuklu-Ermeni İlişkileri”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle

İlişkileri, Ankara 1985, s.67; Mehmet Ersan, “Selçuklular Döneminde

Türk-Ermeni İlişkileri”, Dünden Bugüne Türk-Türk-Ermeni İlişkileri, Nobel Yay., Ankara 2003, s.51.

(26)

Ermeniler’in, Büyük Selçuklu Devleti’nin hâkimiyetine girdikten sonra, Selçuklu-Ermeni ilişkilerinin genel olarak olumlu yönde geliştiği görülmektedir. Nitekim bu durumu Ermeni tarihçileri de eserlerinde dile getirmişlerdir.47

Diğer yandan, daha sonra kurulan Türkiye Selçuklu Devleti ile Çukurova Ermeni Krallığı’nın ilişkileri ise, devamlı olarak Türkler’in güçlü olup olmadıklarına göre değişiklik göstermiştir.48 I.

İzzettin Keykâvus (1210-1217) ve I. Alaaddin Keykûbat (1220-1237) zamanlarında vergiye bağlanan Çukurova Ermeni Krallığı, devletin güç kaybettiği dönemlerde topraklarını genişletmeye çalışmaktan geri durmamıştır. I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1192-1196, 1204-1210), 1196’da tahtı ağabeyine bırakıp Sis (Kozan)’e gittiğinde, Ermeni Kralı I. Hetum kendisine büyük itibar göstermiş fakat Türkiye Selçuklu Devleti 1243 yılında yapılan Kösedağ Savaşı’nda Moğollar’a mağlup olduktan sonra Halep’e kaçan Anadolu zenginlerine tecavüz edilmiştir. I. Hetum, Sultan II. Gıyaseddin (1237-1246)’in annesi ve hanımını da Çukurova’ya ulaştığında alıkoymuş ve daha sonra Moğollara teslim etmiştir.49 Moğollar’ın

47 Ermeni tarihçi Urfalı Mateos Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın ölümü

münasebetiyle eserinde şunları yazmıştır: “Herkesin babası, bütün

insanlara karşı merhametli ve hüsniyet sahibi Sultan Melikşah’ın ölümü, bütün dünyayı büyük bir matem içine düşürdü.” Sevim, “Selçuklu-Ermeni

İlişkileri”, s.72.

48 Nejat Göyünç, Türkler ve Ermeniler, Yhz.,Kemal Çiçek, Yeni Türkiye

Yay., Ankara 2005, s.38.

49 Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.312-316, 346, 442; Ersan,

(27)

sadık bir vasali olarak bölgedeki varlığını 1375 yılına kadar sürdüren Çukurova Ermeni Krallığı’na, bu tarihte Türkmenler’in desteğini arkasına alan Mısır Memluk Devleti tarafından son verilmiştir.

Osmanlı – Ermeni ilişkilerinin Orhan Bey (1326-1362) zamanında başladığını söylemek mümkündür. 1326 yılında Bursa’yı alarak başkent yapan Orhan Bey, Ermeniler’in Anadolu’da ayrı bir cemaat olarak teşkilâtlanmalarına izin vermiş ve Kütahya’daki Ermeni ruhani merkezini Bursa’ya naklettirmiştir.50 Fatih Sultan

Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra, Bursa’daki dini lider Hovakim 1461 yılında buraya getirilmiş ve Fatih’in fermanı ile İstanbul’da bir Ermeni Patrikhanesi kurulmuştur.51 Ermeni Patrikhânesi’nin kuruluşundan sonra, Rum Ortodoksları dışında bütün monofizit ve gayr-i monofizitler buraya bağlanmışlar ve Ermeniler “Millet Sistemi”52 içerisinde “Gregoryen Milleti” olarak

50 Nurşen Mazıcı, Belgelerle Uluslar arası Rekabette Ermeni Sorununun

Kökeni 1878-1918, Der Yay., İstanbul 1987, s.3; Erdal İlter, Ermeni Kilisesi ve Terör, OTAM Yay., Ankara 1996, s.26.

51 Y.G. Çarkcıyan, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler, Kesit Yay., İstanbul

2006, s.22; Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, TTK Yay., Ankara 1985, s.55.

52 Bilindiği üzere, Osmanlı Devleti’nin sınırları içerisinde etnik kökeni

farklı birçok millet yaşıyordu. Bu milletler, devlet içerisinde hak ve ödevleri bakımından etnik kökenlerine göre değil, dini durumlarına göre teşkilatlandırılmışlardır. Osmanlı Devleti’nde toplumsal düzenin esasını teşkil eden bu yapı “Millet Sistemi” olarak adlandırılmıştır. Bkz. Bilal Eryılmaz, “Osmanlılar’da Millet Sistemi”, Osmanlı Ansiklopedisi, C.VI, İz Yay., İstanbul 1999, s.225-227; Gül Akyılmaz, “Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin Hukuki Statüsü”, Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye

Kongresi Bildirileri, C.II, Ankara 2003, s.172-173; Faruk Söylemez,

(28)

örgütlenmişlerdir. Ermeniler’in ayrı bir cemaat olarak kabul edilmelerinden sonra, Osmanlı yönetimi ile Ermeniler arasındaki ilişkilerde Ermeni Patrikhânesi yetkili olmuş ve Ermeniler’e din, eğitim-öğretim, vakıf ve âile işlerini kendi örf ve âdetlerine göre düzenleme hakkı tanınmıştır.53

Diğer taraftan, İstanbul fethedildiği zaman buradaki Ermeni nüfusunun çok fazla olmadığı ve o sırada İstanbul’da yaşayan Ermeniler’in ekseriyetinin de daha çok ticaretle uğraşan Kırım Ermenileri’nin oluşturduğu görülmektedir. Daha sonra 1475 yılında Kefe, 1479’da ise Karaman Ermeniler’i İstanbul’a getirilerek yerleştirilmişlerdir. Yavuz Sultan Selim de Çaldıran Savaşı’ndan sonra birçok Ermeni sanatçıyı Tebriz’den İstanbul’a getirerek iskân ettirmiştir.54 Bunun neticesinde Ermenilerin nüfusu artmış ve XIX.

yüzyılın başlarına gelindiğinde İstanbul’daki Ermeni nüfusu 150.000’i bulmuştur.55

Ermeniler’e Osmanlı Devleti’nin çeşitli bölgelerinde rastlanmakta idi. Anadolu’nun doğusunda ve güneydoğusunda oldukça toplu hâlde bulunuyorlardı. Fakat Ermeniler, hiçbir yerde Türkler’e nazaran çoğunluk teşkil etmiyorlardı. Yerli ve yabancı

Kahramanmaraş’ta Ermeni Sorunu Sempozyumu, Kahramanmaraş 2002,

s.78-79

53 Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi,

Yay., Ankara 1990, s.5

54 Mazıcı, Uluslar arası Rekabette, s.3-4; Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve

Ermeni Meselesi, Belge Yay., İstanbul 1987, s.149

55 Süslü, Tehcir Olayı, s.8; Söylemez, “Osmanlı Devleti’nin

(29)

nüfus istatistikleri incelendiğinde Osmanlı topraklarında yaşadığı varsayılan Ermeni nüfusunun 1892’lerden 1914’e kadar 1.300.000 ile 1.700.000 arasında değiştiği görülmektedir.56

Osmanlı Devleti’nde XIX. yüzyıl boyunca yaşanan reform hareketlerinin, devletin Müslüman olan ve olmayan bütün unsurları gibi Ermeniler’i de etkilemiş olduğunu belirtmek gerekir. 1839 yılında Sultan Abdülmecid devrinde ilân edilen Tanzimat Fermanı, bütün uyruğun canı, malı, ırz ve namusu gibi doğal haklarının güvenliğini, vergi usulünün ve askerlik hizmetlerinin adalet temeline uygun bir şekilde düzenlenmesini sağlamak noktasındaki ilkeleri saptarken; 1856 yılında duyurulan Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı’nda geçen insanın doğal haklarının korunmasından başka bütün uyruğun din ve ırk farkı gözetilmeksizin yasa önünde özgürlüğü ve eşitliği ilkesini kabul ediyordu.57 Ayrıca, Islahat

Fermanı ile Gayrimüslimler’e bütün devlet memurluklarına atanmak, eyalet meclislerinde ve Meclis-i Vâlâ’da temsil edilmek gibi haklar

56 Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan Ermeniler’in, Birinci Dünya

Savaşı’ndan önceki döneme ait nüfusları hâlen tartışma konusudur. Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı içerisinde Osmanlı hükümetinin kendilerini soykırıma tâbi tuttuklarına dayanak olması için yanlı olarak nüfus verilerini fazla göstermeye çalışmaktadırlar. Ermeniler’in nüfusları hakkında geniş bilgi için bkz. Hikmet Özdemir vd., Ermeniler: Sürgün ve

Göç, TTK Yay., Ankara 2004, s.5-52; Ayrıca, Süslü, 1915 Tehcir Olayı,

s.17-23; Göyünç, Türkler ve Ermeniler, s.62-74; Gürün, Ermeni Dosyası, s.85-104.

57 Halil Metin, Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları,

MEB Yay., İstanbul 1992, s.34; Akyılmaz, “Gayrimüslimlerin Hukuki Statüsü, s.185-186; Eryılmaz, “Osmanlılarda Millet Sistemi”, s.259-261.

(30)

da verilmiştir.58 Ermeniler, bu yeni fermanlarla Gayrimüslimler’e

verilen haklardan en iyi şekilde istifade etmesini bilmişler ve kendilerini her bakımdan geliştirme imkânına kavuşmuşlardır.

Bu fermanlardan sonra, 17 Mart 1863 tarihinde kabul edilen “Ermeni Milleti Nizamnamesi”, Osmanlı Ermenileri’nin siyasi ve sosyal varlıkları üzerinde yeni bir devir açmıştır. 99 maddeden oluşan bu nizamnameyle, Patrik ve asillerin etkisi azaltılmış ve Ermeni cemaatine kendilerini temsil etmek ve yönetmek üzere 140 üyeli bir Genel Meclis oluşturma yetkisi verilmiştir. Meclis üyelerinden 20’si İstanbul kilisesi mensuplarından, 40’ı taşradan ve 80’i de İstanbul’daki meslekî teşekküllerden seçilmesi kararlaştırılmıştır. Bundan başka, Tanzimat’tan sonra oluşturulan 14 üyeli Ruhani Meclis ile 20 üyeli Siyasi Meclis varlıklarını korumakla beraber bunların üyelerinin seçimi Genel Meclis’e devredilmiştir. Ayrıca, Ermeni Patriği’nin seçimi de Meclis’in yetkileri içine girmiştir.59 Böylece yönetimin patrik ile cemaat arasında

paylaşılmasıyla Ermeni vatandaşlar kendi kendilerini yönetmede etkili olmaya başlamışlardır.

Kagik Ozanyan adında bir Ermeni yazar 1919 yılında Ermenice yazdığı “Ermeniler’in Tarihi Vazifesi” adındaki eserinde bu nizamnamenin Ermeniler’e sağladığı yararları şöyle sıralamaktadır:

a) Batı uygarlığı ve eğitimine doğru bir adım oldu.

58 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.VI. TTK Yay., Ankara 2000, s.2. 59 Gürün, Ermeni Dosyası, s.68-69.

(31)

b) İstanbul ve diğer şehirlerde, birçok okullar ve kültür kurumları açıldı.

c) Ermeni dil ve kültürünün gelişmesine katkı sağladı. d) Daha çok sayıda dergi ve gazete yayınlanmaya başladı. e) Ermeniler’i seçim yöntemleri ve savaşına alıştırdı.

f) Katolik, Protestan ve Lusavarçağan (Gregoryen) Ermeniler’in bunalımlı günlerde birleşmelerini sağladı. g) Ermeniler’e toplu olarak şikayette bulunmak ve harekete

geçmek kuvveti verdi.

h) Devrim ruhu uyardı ve ulusal Ermeni sorunu masa üzerine kondu.60

Gerçekten Ozanyan’ın da belirttiği gibi, Ermeniler bu nizamname ile örgütlenmişler ve daha sonra kendilerini sonu gelmeyen bir maceraya atarak birçok suçsuz insanın ölümüne sebep olmuşlardır.

Osmanlı Ermenileri’nin siyasi, sosyal ve iktisadi hayatta sahip olduğu hakları, Osmanlı Devleti’nin sınırları dışındaki ne Ermeniler’in ve ne de diğer azınlıkların elde edemediğini belirtmek gerekir. Nitekim bu durumu gösteren Türk, Ermeni ve yabancılara ait birçok belge mevcuttur. Hatta, birçok tarafgir Ermeni yazarı bile buna itiraf etmektedir.

(32)

M. Varantyan’a göre, “Türkiye Ermenisi, Rus Ermenisi’ne

bakılırsa, Ermeni kültürü, dili, tarihi ve edebiyatı itibariyle çok kuvvetli ve özgür idi…”61

O. Oscanyana göre, “Ermeni cemaati Türkiye’de günlük

hayatın esasını teşkil etmiştir. Zira uzun süredir hizmetten ziyade idâre etmeye alışmış olan Türkler, sanayinin bütün dallarını onlara bırakmışlardır. Bu sebeple Türkiye’deki bankerler, tüccarlar ve makinacılar hep Ermeniler’den oluşmuştur. Diğer taraftan, onlarla Müslümanlar arasında his benzerliği ve menfaat birliği de vardır. Aynı kökenden gelmeleri itibariyle huyları ve adetleri birbirlerine benzemektedir. Bu bakımdan Ermeniler Türkler’e rahatça uymuş ve emniyetlerini kazanarak en nüfuzlu reaya olmuşlardır…”62

1835-39 arasında Türkiye’de bulunan Helmuth von Moltke ise, İstanbul’daki Osmanlı Seraskeri (Başkumandan)’nin Ermeni tercümanı ve âilesinden şöyle bahsetmektedir: “Bu Ermeniler’e

hakikatte Hıristiyan Türkler denilebilir. Rumlar’ın kendi özelliklerini korumalarına rağmen Ermeniler, Türk âdetlerini hatta dilini benimsemişlerdir. Dinleri onların Hıristiyan olarak tek kadınla evlenmelerine izin verir, fakat onlar Türk kadınlardan fark edilmez, ayrılmaz. Bir Ermeni kadını sokakta sadece gözlerini ve burnunun üst kısmını gösterir, diğer taraflarını kapatır.”63

61 Uras, Tarihte Ermeniler, s.150. 62 Süslü, Tehcir Olayı, s.13.

(33)

Görüldüğü üzere, Ermeniler Osmanlı Devleti tarafından kendilerine verilen hak ve ayrıcalıkları kullanarak hızla gelişmiş ve refaha kavuşmuşlardır. Ermeniler, Türk – Osmanlı kültür, yaşam tarzı ve yönetim biçimini benimseyerek kısa süre içerisinde Osmanlı yönetiminin güvenini kazanmışlar ve bunun neticesinde kendilerine “Millet-i Sadıka” unvanı verilmiştir. Bu olumlu gelişmelerin etkisiyle Ermeniler, iş hayatında olduğu gibi kamu hizmetlerinde de önemli yerlere gelmişlerdir.

Osmanlı Tarihi’ne bakıldığında Ermeniler’den 29 Paşa, 22 Bakan, 33 Milletvekili, 7 Büyükelçi, 11 Başkonsolos ve Konsolos, 11 Üniversite Öğretim Üyesi ve 41 yüksek rütbeli memurun görev yaptığı görülmektedir. Ermeni Bakanlar arasında Dışişleri, Maliye, Ticaret ve Posta Bakanlıkları gibi son derece önemli mevkilerde bulunanların olması dikkat çekicidir.64

Sonuç olarak, Osmanlı Ermenileri XIX. Yüzyılın son çeyreğine kadar sakin bir hayat sürdürmüşlerdir. Ayrıca, sanayi ve ticaretle uğraşmaları onların toplumsal zenginliklerini de bir hayli artırmıştır.

B. Ermeni Meselesi’nin Ortaya Çıkışında Rol Oynayan Etkenler

XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlı Devleti’nin bir Ermeni Meselesi olmadığı gibi, Ermeni tebaanın da Osmanlı

64 Dış Politika Enstitüsü, Dokuz Soru ve Cevapta Ermeni Sorunu, Ankara

(34)

yönetimiyle halledemediği bir mesele mevcut değildi. Hâl böyleyken XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren bu ilişkiler neden düşmanlığa dönüşmüştür? Bu değişikliğin sebepleri çeşit olmakla beraber esas itibariyle dış kışkırtmaların sonucudur. Ermeniler üzerine yazılmış olan kitaplarda ise, Ermeni Meselesi’nin ortaya çıkışı; Ermeni Kilisesi ve din adamlarının etkisi, dışarıdan gelerek Ermeniler nezdinde faaliyetlerde bulunan misyonerler ve Osmanlılar tarafından “Düvel-i Muazzama” olarak adlandırılan Avrupalı Büyük Devletler’in Osmanlı Devleti’ne karşı izledikleri politikalara bağlanmaktadır.

1. Ermeni Kilisesi ve Din Adamlarının Etkisi

Ermeniler’e Hıristiyanlık, IV. Yüzyılın başlarında bir Part (İran)’lı olan Gregor Lusavoriç (302-325) tarafından getirilmiştir.65

Gregor, daha sonra aziz ilân edilerek Ermeniler’in ruhani lideri olmuş ve onlara Hıristiyanlığı kabul ettirip, İncil’in ışığı ile aydınlattığı gerekçesiyle Ermeniler, Gregor’a aydınlatıcı manasına gelen “Lusavarçağan” lakabı vermişlerdir.66 Gregor, Ermenistan’da

ilk kiliseyi Erivan yakınlarındaki Eçmiyazin’de kurmuştur. Eçmiyazin Kilisesi bundan sonra Ermeni milletinin temsilcisi ve kralın yetkilerine ortak anlamına gelen “Katogikosluk” haline

65 İlter, Ermeni Kilesi, s.18.

66 Cihat Göktepe – Oktay Kızılkaya, “Ermenilerde Kilise – Milliyetçilik

İlişkisi ve Tehcir Kanunu”, Dünden Bugüne Türk Ermeni İlişkileri, Nobel Yay., Ankara 2003, s.283.

(35)

dönüşmüş ve buradaki Patrik belirtilen yetkilerle yönetimde kiliseyi temsil etmiştir.67

Eçmiyazin Katogikosluğu her ne kadar nazari olarak bütün dünya Ermeniler’i tarafından dini lider olarak kabul edilmiş olsa da, Osmanlılar’ın İstanbul’da kurdukları patriklik makamının devlet içinde dünyevi ve uhrevi yetkileri bünyesinde toplamasından dolayı ondan daha nüfûzlu olduğunu söylemek mümkündür. Ancak Patrik’in Ermeniler üzerindeki bu sorumluluk tekelinin cemaat içi sebepler dolayısıyla XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sarsılmaya başlaması Ermeni Patrikhânesi’nin huzursuzluğunun giderek artmasına sebep olmuştur.

Huzursuzluğun sebebi ilk önce Ermeniler arasında başlayan mezhep kavgalarında aranmalıdır. Bilindiği üzere, Osmanlı Devleti içerisindeki Katolik misyonerlerin çalışmaları sonucunda 1830 yılında Ermeni Katolik Milleti, Protestan misyonerlik faaliyetlerin sonucunda da 1850 yılında Ermeni Protestan Milleti ortaya çıkmış ve Osmanlı Devlet’i bunları tanımıştı.68 Bu gelişmeler ile XIX. yüzyılda

ciddi taban kaybına uğrayan Ermeni Kilisesi, bundan sonra Ermeni cemaati içindeki nüfûzunu afaroz tehditleriyle korumaya çalışmıştır.

Ermeni Kilisesi’ni huzursuz eden ikinci bir gelişme de, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat reformlarıyla başlayan demokratikleşme-lâikleşme sürecinin cemaat içindeki dünyevi

67 Eçmiyazin’den başka daha sonra Sis ve Akdamar’da da Katogikosluklar

kurulmuştur. Bkz. Gürün, Ermeni Dosyası, s.33-34.

(36)

hâkimiyetini teyit eden geleneksel millet sistemini de sarsmasıydı.69

Şöyle ki, bu döneme kadar kilisenin ve Ermeni cemaatinin işlerini mutlak bir yetki ile patrikler yönetirdi. Patriklere bu konuda en büyük desteği bir grup yüksek din adamı ile amira adı verilen aristokratlardan oluşan Ermeni Genel Meclis’i verirdi. Ancak 1844, 1847 ve 1863’deki düzenlemeler, Ermeni Genel Meclisi’nin sadece yüksek din adamı ve aristokratlardan değil, bunların yanında İstanbul’daki ve taşradaki meslek örgütlerinin temsilcilerinin de katılımıyla oluşumunu getiriyordu.70

Gregoryen Ermeni Kilisesi bütün bu gelişmeleri kaygı ile izliyordu. Çünkü bir yandan Ermeni toplumu başka kiliselere kayıyor, diğer yandan kilisenin yetkilerinin bir kısmı patrikten Ermeni toplumuna geçiyordu. Patrikhâne, Ermeni cemaati üzerindeki dünyevi yetkilerinden sıyrılarak sadece dini liderlikle yetinmek istemiyordu. Bu endişeyle Patrikhâne, dünyevi yetkilerini koruyabilmek için XIX. yüzyılın en güçlü fikir akımı milliyetçilikten medet umacak, ya da başka bir ifade ile, Alman birliğinin kurulmasında Prusya’nın, İtalya’da ise Piyomente’nin oynadığı rolü Ermeniler için kendisi yüklenecektir. Zaten Osmanlı Devleti içerisinde millet sistemi çerçevesinde toplum muhtariyetleri vardı. Üstelik Ermeniler, 1863 nizamnamesiyle yazılı bir anayasa da elde

69 Mim Kemal Öke, Ermeni Meselesi 1914-1923, Fatih Yay., İstanbul 1986,

s.89.

70 Ömer Turan, “Dünü ve Bugünü ile 1915 Ermeni Olayları”, Dünden

(37)

etmişlerdi. Mesele olan, Osmanlı Devleti içinde bir toprak parçasına sahip çıkarak bu sosyal muhtariyeti sınırları belli bir bölgede yoğunlaştırmak ve bu Ermenistan’a sahip çıkacak Ermeni milletini yaratmaktı.71

Gregoryen Ermeni Kilisesi’nin bu iki yöndeki faaliyetleri yerleri ve yabancı birçok yazarın da dikkatini çekmiştir.

Van ve Bitlis’de Rus Başkonslosluğu yapmış olan General Mayewski’ye göre, “Ermeni ruhani reislerinin din konusunda bir

faaliyet-i mesaileri yok gibidir. Buna karşılık milli fikirlerin inkişafı hususunda pek çok gayretler sarf etmişlerdir. Yüzlerce senelerden beri bu kabil fikirler, esrarlı manastırların sessiz duvarları içinde terakki ve inkişaf etmiş; buralarda dini ayinler yerine Türk ve Müslüman düşmanlığı yapılmıştır. Mektuplar ve kilise mektepleri de bu hususta papazlara yardım etmiştir.”72

Kamuran Gürün ise, “Aslında Ermeni milletinden, Ermeni

Devleti’nden, Ermeni tarihinden değil Ermeni Kilisesi’nden Ermeni Kilisesi Devleti’nden bahsetmek icab eder. Ermeni Kilisesi’nin, mevcudiyetini koruyabilmesi için bir kuvvete, bir devlete ihtiyacı vardı. Ermeni devleti fikrini doğuran Ermeni milleti değil, Ermeni Kilisesi’dir” demektedir.73

Diğer yandan, Dickran H. Boyacıyan düşüncelerinde daha gerçekçidir ve Ermeni Kilisesi için şunları yazar: “Ne kadar şumüllü

71 Öke, Ermeni Meselesi, s.90.

72 Göktepe-Kızılkaya, “Ermenilerde Kilise”, s.286. 73 Gürün, Ermeni Dosyası, s.30.

(38)

olursa olsun, Ermeni Kilisesi’ni aynı derecede ele almayan herhangi bir Ermeni tarihi, Ermeniler’in gerçek hayatını ortaya koymayı başaramaz. Ermeni Kilisesi ile Ermeni milleti o derece iç içedir ki, birisi olmadan diğerini düşünmek mümkün değildir.”74

İşte bu hedefler doğrultusunda, 1869 yılında Ermeni Kilisesi’nin başına Patrik olarak Mıgırdıç Hrimyan seçilmiştir. Hrimyan göreve geldikten sonra, Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin değiştirilmesi konusunu Ermeni Genel Meclisi’nin gündemine getirmiştir. Bundaki amacı patrikliğin hukukunu genişletmek, Ermeni Genel Meclisi’ndeki üye sayısını 140’dan 50’ye indirip ruhbandan olmayan azaları yarı yarıya İstanbul ve taşradan seçtirmekti.75 Ancak Hrimyan Siyasi Meclis’in muhalefeti nedeniyle

bu istediklerini gerçekleştirememiştir. Bundan dolayı da 1873 yılında istifa etmiş ve yerini Nerses Varjabedyan’a bırakmıştır. Varjabedya’nın Patrik olmasıyla yeni bir sürece girilmiştir.

Bilindiği üzere 1876’da II. Abdülhamid tahta çıkmış ve I. Meşrutiyet ilân edilmişti. Tam da bu sırada Osmanlı Devleti Balkanlar’da önemli karışıklıklar ile uğraşmaktaydı. 1875 yılında Bosna-Hersek’te başlayan isyan bir türlü bastırılamazken buna bir de 1876 yılında Bulgar isyanı eklenmişti. Balkanlar’daki gelişmeleri yakından takib eden Avrupalı devletler ise, bu meseleleri görüşmek için İstanbul’da uluslararası bir konferansın toplanmasını istemekteydiler. Yapılacak olan bu konferansı fırsat olarak

74 Süslü, Tehcir Olayı, s.33-34. 75 Gürün, Ermeni Dosyası, s.83.

(39)

değerlendiren Patrik Nerses Varjabedyan, 1876 yılının sonlarında büyük devletlerin İstanbul’daki elçiliklerini ziyaret ederek Ermeni Meselesi’nin de gündeme alınmasını istemişti.76 Ancak konferansın

toplanma amacının farklı olması nedeniyle Ermeni Meselesi gündeme alınmamıştır.

23 Aralık 1876 tarihinde toplanan İstanbul Konferansı’nın Balkanlar’da istenilen düzeni sağlayamaması üzerine 1877-78 (93 Harbi) Osmanlı-Rus Savaşı çıkmıştır. Ermeniler bu savaştan önce Sadrazam Mütercim Mehmed Rüşdi Paşa’nın başkanlığında Babıâli’de toplanan istişare meclisinde Osmanlı Devleti’nin yanında yer alacaklarını belirtmişlerdi.77 Ancak Osmanlı Devleti’nin savaşı

76 Nitekim Varjabedyan’ın bu meyanda İngiliz Büyükelçisi Henry Eliot ile 7

Aralık 1876 tarihinde yaptığı görüşme oldukça dikkat çekicidir. Büyükelçi Eliot görüşmeyi bakanlığına şöyle rapor etmiştir: “Dün Ermeni Patriği

bana geldi. Ziyaretinin gayesi, temsil ettiği Hıristiyan halk adına elçiler konferansında yalnız isyan eden vilayetlerdeki halka özel imtiyazlar verilmesi için ısrar etmeyeceklerini ve hâlen sulh halinde bulunan diğer vilayetlerin de bunun dışında bırakılmayacağını ümit ettiklerini bildirmekti. Ben de ihtiyatla elçiler konferansının görevinin isyan ederek umumi disiplini, vilayetlerde sükunu temin etmek olduğunu ve Osmanlı hükümetinin bütün vilayetleri hakkında bir idâre usulü kurmaya çalışmak olduğunu söyledim. Patrik cevap olarak, bunu çok merak ettiğini ve şayet Avrupa devletlerinin ilgilerini çekmek için bir ihtilal, isyan çıkarmak gerekiyorsa, bunları çıkarmanın katiyen zor olmadığını söyledi.” Bkz.

Süslü, Tehcir Olayı, s.36.

77 Nitekim, bir Ermeni din adamı olan Kriker Enfiyeciyan bu toplantıdaki

nutkunda şöyle diyordu: “Bizler, Ermeniler ve diğerleri kurşun veya kılıç

darbelerini sırtımızdan yemeyelim, onları göğsümüzde karşılayalım. Devletimizin ebedi düşmanına karşı hepimiz kanımızı son damlasına kadar akıtmaya hazırız.” Bkz. Bayram Kodaman, Türkler-Ermeniler ve Avrupa,

Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Yay., Ankara 1994, s.25.

(40)

kaybedeceği Plevne’nin teslimi ile belli olup, doğudaki vilayetlerin bir kısmının da Rusya’da kalacağı anlaşılınca bu defa ne koparılırsa Ruslar sayesinde koparılabileceği düşüncesiyle Patrik Rusya’ya yanaşmaya başlayacaktır. Nitekim daha savaş sona ermeden önce, Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan’ın başkanlığında toplanan Ermeni Genel Meclisi, Rus Çarı’na başvurmayı kararlaştırmıştır. Çar II. Aleksandr’a göndermiş oldukları bir muhtırada, Doğu Anadolu’da Fırat Nehri’ne kadar olan bölgelerin Türkler’e geri verilmeyip Rusya’ya ilhak edilmesini bu olmadığı taktirde, Bulgaristan’a ve Bulgar milletine verilecek imtiyazların Ermeni milletine de verilmesini, işgal edilen toprakların boşaltılması halinde ise maddi teminat alınmasını ve bu ıslâhatın tatbik ve tamamlanmasına kadar Rus işgalinin devam etmesini istiyorlardı.78

Mütareke görüşmelerinin Edirne’de başlaması üzerine buraya da bir heyet gönderen Ermeni Kilisesi, bu iş için Edirne Başpiskoposu Kevork Rusçukluyan ile Türk murahhas heyetinde görevli Stephan Aslanyan Paşa ve Hovhannes Nuryan Efendi’yi görevlendirmiştir. Rus murahhas heyetinde bulunan Eski İstanbul Elçisi İgnatief, Ermeni heyetine Bulgarlar’a verilen hakların kendilerine verilemeyeceğini bildirmiştir. Ermeni murahhas heyeti, yoğun faaliyetlerine rağmen Edirne’de bir netice alamamıştır. Nihayet, Ayastefanos (Yeşilköy)’da devam eden barış görüşmeleri sırasında bizzat Patrik Nerses Varjabedyan ve bazı Ermeni ileri

78 Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri, Babıali Kültür Yay., İstanbul 2007,

(41)

gelenleri, Rus murahhas heyeti başkanı, Çar’ın kardeşi Grandük Nikola ile görüşerek antlaşmaya Ermeniler’le ilgili bir madde koydurmaya muvaffak olmuşlardır.79

Rusya, 3 Mart 1878 tarihinde imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nın 16. maddesi’ni Ermeniler ile ilgili hükme ayırmıştır. Bu maddede, “Osmanlı Devleti, Ermeniler’in yerleşik oldukları vilâyetlerde bölge menfaatlerinin gerektirdiği ıslâhat ve tensikâtı vakit kaybetmeksizin icra edeceğini ve Ermeniler’in Kürtler’e ve Çerkezler’e karşı emniyetlerini koruyacağını taahhüt eder” denilmekteydi.80

Ayastefanos Antlaşması’nın imzalandığı şekilde kalabileceğini Rusya bile düşünmemiştir. Zaten imzalanan vesikanın ismi de “Mukaddemat-ı Sulhiyye”, yani barış ön antlaşmasıydı. Nitekim bu antlaşmanın hükümleri duyulur duyulmaz gerek Avusturya, gerek İngiltere buna karşı çıkmışlardır. Tabii Fransa da onlara destek vermiştir. Sonunda Alman Şansölyesi Bismark’ın insiyatifiyle Berlin’de yeni bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.

Ayastefanos Antlaşması’nın imzalandığı 3 Mart ile Berlin Kongresi’nin toplandığı 13 Haziran arasında, yani 3 ay süre ile Ermeni Kilisesi yine boş durmamıştır. 17 Mart 1878 günü

79 Cevdet Küçük, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesi’nin Ortaya

Çıkışı 1878-1897, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay., İstanbul 1986,

s.3.

80 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.VIII, TTK., Yay., Ankara 1995,

(42)

İstanbul’da İngiliz Büyükelçisi Layard’ı ziyaret eden Patrik Nerses Varjabedyan, “Geçen yıl Türk idâresinden şikayetleri bulunmadığını

ve Rusya’ya katılmak yerine Osmanlı hâkimiyetinde kalmayı tercih ettiklerini hatta askere gitmeyi bile kararlaştırmış olduklarını, ancak Rus zaferi katiyet kazanıp ve üstelik bazı doğu vilâyetlerinin Ruslar’a geçeceği haberi çıkınca durumun değiştiğini, şimdi evvelce Ruslar’a karşı cephe almış olduğu için Ermeniler’in kendisine karşı çok kızgın olduklarını ve hatta kendisini taşlayabileceklerini” söylemiştir.

Patrik sözüne devamla, Ermeniler’in şimdi haklarını takibe kararlı olduklarını, diğer Hıristiyan toplumlarla aynı hukuku talep ettiklerini eğer bu taleplerini Avrupa’nın müdahalesi ile elde edemezlerse Rusya’ya müracaat edeceklerini ve Rusya tarafından ilhak edilinceye kadar tahrikata devam edeceklerini söylemiş ve muhtar bir Ermenistan teşkili için destek istemiştir. Layard bu görüşme esnasında Patrik’e Ermenistan ile nereyi kastettiğini sorunca Patrik’ten “Van, Sivas, Diyarbakır ve Kilikya (Çukurova)” cevabını almıştır. Layard’ın bu pek büyük bölgenin nüfus çoğunluğunun Müslüman olduğunu belirtmesi üzerine Patrik, “Bunu doğrulamış, fakat Müslümanlar’ın da bugünkü idâreden memnun olmadıklarını bu sebeple bir Hıristiyan hükümeti tercih edeceklerini” söylemiştir. Layard’ın bu kadar büyük bir projenin gerçekleştirilme şansının zor olduğunu belirtmesi üzerine ise Patrik, “Ermenilerin haklı

(43)

idâresine karşı toptan ayaklanıp Rusya’ya iltihak edeceğini” ifade

etmiştir.81

Ermeni Kilisesi, bu teşebbüslerini sadece İstanbul’da yürütmemiştir. Berlin Kongresi’ne katılacak bütün devletler nezdinde yoğun faaliyette bulunmuştur. Bu amaç doğrultusunda Başpiskopos Horen Narbey, Rusya’ya gitmiş ve kendisi Çar II. Aleksandr tarafından kabul edilmiştir. Narbey bu görüşmede, Çar’dan Osmanlı Ermenileri’ni himaye etmeye devam etmesini ve Berlin Kongresi’nde davalarını savunmasını rica etmiştir. Bundan başka, Eski Patrik Hrimyan başkanlığında bir heyet Avrupa başkentlerini dolaşarak siyaset adamlarını Ermeni davasına kazanmak için propagandaya çıkmıştır.82

Bu heyetin elinde, Ermeni isteklerini belirten bir plan vardı. Bu plânın ana fikirleri şöyle tespit edilmişti: “Ermeniler, Osmanlı hâkimiyetinden çıkmak gibi bir maksada sahip değildirler. Anadolu’nun doğusunda, kalabalık bulundukları yerlerde Lübnan Sancağı’nın muhtariyet statüsüne benzer bir idâre tarzı istemektedirler. Yani bu yerler, Osmanlı hükümeti tarafından tayin ve büyük devletlerce uygun görülen Ermeni bir genel vali tarafından idâre edilecek, yerli bir jandarma kuvveti teşkil edilecek, vergilerin bir kısmı memleketin kalkınması için kullanılacak ve bu ıslâhatın

81 Gürün,Ermeni Dosyası, s.106-107.

82 Kodaman, Türkler-Ermeniler ve Avrupa, s.27-29; Karal, Osmanlı Tarihi,

(44)

yapılmasına büyük devletlerce seçilen devletlerarası bir komisyon nezaret edecektir.”83

Kongreye katılan devletler tarafından başlangıçta iyi karşılanan Ermeni heyeti her ne kadar büyük ümitlere kapılmış olsa da, İngiltere’nin kongrede ağır basması yüzünden Ermeniler’in isteklerine sahip çıkan pek olmamıştır. Bu sebeple muhtariyet yerine ıslâhat formülü üzerinde mutabakata varılarak Berlin Antlaşması’nın 61. Maddesi şu şekilde tespit edilmiştir: “Osmanlı hükümeti, Ermeniler’in sakin oldukları vilâyetlerin muhtaç olduğu ıslâhatı vakit geçirmeksizin tatbik etmeyi ve Ermeniler’i Kürtler’in ve Çerkezler’in saldırısından korumayı taahhüt eder. Osmanlı hükümeti bu konularda aldığı tedbirleri büyük devletlere bildirecek ve büyük devletler de bu tedbirlerin tatbikine nezaret edeceklerdir.84

Görüldüğü gibi, Ermeni devleti ve milleti fikrini ortaya koyan Ermeniler değil, Ermeni Kilisesidir. Kilise’nin çabalarıyla, 1878 Berlin Antlaşmasının 61. Maddesi’nde Ermeniler’i ilgilendiren madde ile uluslararası hukuki bir görünüm kazanan Ermeniler amaçları uğrunda her türlü olayı da göze aldıklarını birçok kez Ermeni Patrikleri, batılı ülke yetkilileri ile yaptıkları görüşmelerde dile getirmişlerdir.

83 Karal, Osmanlı Tarihi, C.VIII, s.132; Uras, Tarihte Ermeniler, s.227-235;

Gürün, Ermeni Dosyası, s.108-111.

(45)

2. Protestan Misyonerlerinin Faaliyetleri

Osmanlı devletinde bir Ermeni sorunun çıkması Batılı devletlerin Osmanlı azınlıklarını kendi çıkarları doğrultusunda, özellikle milliyetçilik fikirleriyle yönlendirmesi sonucu olmuştur. Bilhassa misyonerlerin Türkiye’de büyük mali imkanlarla desteklenen çalışmaları, şüphesiz misyonerlik faaliyetinin çok fazla dışına çıkarak, siyasi bir mahiyet kazanmıştır. Batılı devletler ve Rusya’nın azınlıklar vasıtasıyla Osmanlı’nın içişlerine karışmaları, bu güçlerin Türkiye üzerinde politikalarını hayata geçirmeleri için önemli bir imkan sağlamıştır. Hiç şüphesiz bu faaliyetler Osmanlı devletini önemli ölçüde yıpratmış, ülkede çeşitli sorunların çıkmasına neden olmuştur.

Osmanlı Devleti içerisinde bulunan Protestan misyonerlerin çalışmalarını bilhassa 1840 tarihinden itibaren genişlettikleri görülmektedir. Dini ve mezhebi bir amaca yönelikmiş gibi görünen bu çalışmaların aslında gerçek amacı farklıdır. Bilindiği gibi, Osmanlı Devleti’nde Katolikler’in hamisi Fransa ile Avusturya, Ortodoksların hamisi ise Rusya idi. Bu üç devlet, 1840’dan sonra Lübnan ve Suriye’de Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında meydana gelen olaylardan faydalanarak mezheptaşlarını himaye etmek bahanesiyle müdahalede bulunmuşlar ve bu suretle de Osmanlı Devleti üzerindeki nüfûzlarını artırmışlardı.85

85 Karal, Osmanlı Tarihi, C.VIII, s.128-129; Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih

1789-1760, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay., Ankara

(46)

Dinin doğuda oynadığı politik rolü gören İngiltere, bu devletlerin nüfûzlarını dengede tutabilmek için mezhebi bir himaye kurmak istemiştir. Fakat Osmanlı Devleti içerisinde böyle himayeye konu olacak bir Protestan topluluğu bulunmadığı için ilk önce bunu oluşturmaya çalışmıştır. Bu amaçla 1840 yılında Kudüs’te bir Protestan Kilisesi inşası için Osmanlı Devleti’nden izin istemiştir. Osmanlı hükümeti, bu talebi ilkin reddetmiş ise de 1842 yılında Kudüs’te ilk Protestan Kilisesi kapılarını ibadete açmıştır. Bundan sonra kiliseye Protestan tedarikine girişen İngiltere, bu konuda en büyük desteği Protestan misyonerlerinden almıştır.

Türkiye’ye gelen ilk Protestan misyonerlerinin “British and Foreign Society”ye mensup oldukları ve bu teşkilâtın 1804 yılında İzmir’de kurulmasından sonra Anadolu içlerine misyonerler yollamaya başladığı anlaşılmaktadır. Gelen bu ilk misyonerleri 1819 yılından itibaren Amerika’dan gelenler takip etmiştir. Bunlar 1832 yılında İstanbul’da bir merkez de kurmuşlardır. Misyonerler başlangıçta çalışmalarını Müslümanlar’a Doğu Kilisesi’ne ve Museviler’e olmak üzere üç cephede yürütmüşlerdir. Ancak kısa bir süre sonra Müslümanlar ve Museviler üzerindeki çalışmaların başarılı olmadığını gördükleri için asıl faaliyetlerini Doğu Kilisesi üzerinde yoğunlaştırmaya başlamışlar ve Doğu Kilisesine bağlı gruplardan da Ermeniler’i seçmişlerdir.86

86 Doğu Kilisesi dendiği zaman kastedilen gruplar, Ermeniler’den başka,

Grekler, Bulgarlar, Jakobitler, Nestoryenler, Kaldeenler ve Maruniler’dir. Bkz. Gürün, Ermeni Dosyası, s.40.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bin iki yüz altmış dört senesi rebi’u’l-ahirinin yirmi üçüncü günü yirmi iki yaşında olduğu halde iki yüz(31) guruş maaş ile Samsun kazasının

Görüldüğü gibi, Kıbrıs Türk toplumunun adanın Osmanlı İdaresin- den İngiliz yönetimine geçtiği 1878 yılından itibaren Enosis için harekete geçen Rum

Saray, zekâsındaki keskinliği ve talâ- katindeki enginliği yakından görüp anla­ dığı -çünkü M ustafa Kemal Abdülhami- din iradesile Yıldız sarayında bir

Türk resim sanatının hemen hemen her döneminde yer almış olan geleneksel tarzda ki resim anlayışı içerisinde, Anadolu insanının örf ve âdeti, yaşam şekli

Beni bilime daha çok yakınlaştıran ve okumaktan en çok mutluluk duyduğum tek dergi olan Bilim ve Tek- nik dergisine çok teşekkür ediyorum. Ayşe

Dört sene kadar bu vazifede bulundukdan sonra riyaset, hariciye nezaretine tahvil edildi ve kendisine «Efendi» ünvanı ile vezaret rütbesi de tevcih kılındı

Fak- törler üzerinde .30 yüklenme de ğ eri ölçüt olarak al ı nd ığı nda özde ğ eri l'in üzerinde olan 2 faktör bu- lunmu ş tur.. Her faktörün içine giren maddeler ve

Burhanettin Kaya ve arkadafllar›n›n depresyon, alkol ve patolojik kumar oynama birlikteli¤iyle ilgili üç vak’a üzerinden yürüttükleri tart›flmalar›,