• Sonuç bulunamadı

Ankara'daki diplomatlar heyeti Hariciye Vekilimizin nezdinde

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ankara'daki diplomatlar heyeti Hariciye Vekilimizin nezdinde"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Benıın naçiz vücudii

mü bir gün elbette

toprak alacaktır. Fa­

kat Türkiye Cumhu­

riyeti ilelebet payidar

kalacaktır.

Cumhuriyet

Ûnbeşinci yı! s a y ı; 5209 Tel Efrat ve mektub adresi: Cumhuriyet İstanbul - Posta kutusu: İstanbul, No 248

Cllffl3

11 ikİilG ÎGŞFÎI1 1938

Telefon: Başmuharrir ve evi: 22368, Tahrir heyeti: 24298, İdare ve matbaa kısmı 24299 • 24290

Ey yükselen yeni ne­

sil! istikbal sizsinîz.

Cumhuriyeti biz tesis

ettik; onu ilâ ve ida­

me edecek sîzsiniz.

K. A T A T Ü R K

Büyük Milli Matemimiz

Büyük Şefin

■ ■ ■ ■ ■ ■ ■■ m

önünde

A n k a ra , 10 ik in citeşrin (B a ş ­ m uharririm izden te le f o n la )

üyiik Türk milleti her manasile büyük evlâdı A tatürkün ölümile büyük matem içindedir. G özle­ rimizden kanlı yaşlar akarak ifade ettiği­ m iz bu hakikatin sonsuz teessürleri arasın­ da gene Atatürkün mütemadiyen karşı­ mızda yükselen, çepeçevre her tarafımızı kaplıyan beşuş ve asil simasile avunabili­ yoruz. Memleket ve millet onun manevî varlığile o kadar kaynaşmıştır ki her ta­ rafta onu ve eserini görerek; «hayır; A ta ­ türk ölmemiştir, o işte bütün canlılığile gözlerimizin önünde yaşıyor» diyeceğimiz geliyor. Halbuki aziz Ulu Şefimiz fani hayata gözlerini kapamıştır. Bu bir haki­ kattir, hazin ve acı bir hakikat. D em ek hayal ile hakikat arasında bocalıyoruz. Bununla beraber bu hayal kuru bir teselli veya aldatıcı bir malihulya değildir. A ta ­ türk fani olan şahsiyetile değilse ebedî o- lan eserlerine nakşolunmuş maneviyetile aramızda yaşıyor ve yaşıyacaktır: T ü rk ­ lüğün dvamı müddetince, yani sonsuz za­ manların bütün imtidadmda.

İnsan olarak fikirden önce ve tabiî te' essürü her düşünceye takaddüm eden bir hassasiyetle, etten, kemikten ve sinirden müteşekkiliz. A tatürk sevgisile o kadar rncşbuuz ki onun, heyhat, son krizde artık beklenen, ölümü Vıaberile nutkumuz tutu­ lacak ve aklımıza durgunluk gelecek veç­ hile sarsıldık.

Bugün 9,25 te A nkara garına giren İstanbul trenile Ankaraya çıktıktan sonra ilk tereddüd dakikalarında kimse yüksek sesle diğerine hitab edemiyor, hatta her­ kes yekdiğerile konuşmaktan mütehaşi bi­ rer hayalet gibi geziyordu. Alınmasından korkulan zalim ve acı haber nihayet, bil­ miyoruz nereden ve nasıl, bir kâbus sıkle- tile ortalığa düştü değil de adeta çöktü. Bir aralık uğradığımız Mecliste ayakları­ nın ucuna basarak yürüyen arkadaşların gözleri bulutlu, ağızlan kenedli, boğazlan tıkalı nerede ise hafakandan boğulacak mış manzaralarına tahammül etmek imkânı yoktu. İnsanın üstüne dağlar devrilse bilmiyoruz bu kadar sıkabilir ve ezebilir miydi? İşte et, kemik ve his tara fimiz. Bu derin ve yüksek ıstırabı ancak bol gözyaşları yıkayıp hafifletebilir...

B u n u n la b erab er A tatürkün ölü m ü n d e şu h u su siyet var k i b iz onu a ram ızd an sökülüp gitm esi e le m ile a sla te s e lli b u lm ıyacak g ib i sık ılır sızla n ırk en Büyük Ş e f k â h şen v e beşu ş, kâh vakur v e âm ir çe h r e sile m ü tem ad iyen k a rşım ızd a te c e lli e- derek, etra fım ızı alarak , b e n liğ i­ m izi ih ata ed ere k h e p b iz e sık ılıp kalm am ak , sızla n ıp durm am ak lü­ zum unu ih tar ed iyor. B urada v a rlı­ ğ ım ızın fik rî v e m a n e v î ta ra fın a g e ­ çiyoru z. H er zerresin d e bir A tatürk ta b lo su p arlıyan bü yük m em lek et

Y U N U S NAD1

Mrfom Sa. 1 sütun 3 fe]

Yeni Cumhurreisi intihabı ruznamenin

yegâne maddesini teşkil etmektedir

A n k a ra , 10 (a .a .) — R eisicu m h u r V e k ili ve B üyük M illet M e c ­ lisi R eisin in teb liğ i :

R eisicu m h u r A tatürkün m ille ti m a tem e g a rk ey liy en elim z ıy a ı d o la y ıs ile T eşk ilâtı E sasiye K an u n u n u n 34 üncü m a d d esi m u ci­ b in c e y en i R eisicum hur in tih a b e d ilm e k ü zere teşrin isa n in in on

b irin ci cum a günü sa a t 11 de Büyük M ille t M eclisin i içtim a a d a­ v et ed erim .

R eisicum hur V e k ili ve B ü yü k M illet M eclisi R eisi

M . A . R E N D A

Onu kaybetmiş

olmanın

ıstırabı

ğlıyoruz!

Kadın, erkek, gene ihtiyar, ayni yaranın acısını duyan tek bir ferd gibi, hep beraber ağlıyoruz.

Beyaz mendillerde ıslak yanaklarını kurulamaya çalışan gene kızlar, gözyaş­ larını yüreklerine akıtan vakur çehreli Üniversite gençleri, çavuş üniforması çinde, âsablarına hâkim olmak gayretile dudaklarını ısıran yağız Mehmedcikler ve şehri dolduran koca halk kütleleri, ıisselerine düşen keder payının yükü al­ tında içlerinin eridiğini duyuyorlar.

Istanbulda, yüreklerimizden taşan ve sokaklara sığmıyan bir matem var.

T ü rk milleti, 16 mart 1920 denberi ıiçbir acıyı bu kadar bir ve bu kadar be­ raber olarak duymamıştı.

Büyük zaferlerin ışık dolu ufuklarına cavuştuktan sonra, yalnız sevineli günler yaşamaya alışmıştık.

H eyhat ki hayat, ferdleri olduğu gibi milletleri de önüne geçilemiyecek talih darbelerine uğratıyor. V e kudretli bir milletin acısı da sevinci gibi derin oluyor, iz bırakmadan geçmiyor.

Ebedî cemiyetlerin mukadderatı budur ve bu hakikati biz vaktile Atatürkten öğ­ rendik.

Mütarekenin kara günlerinde, eli kolu bağlanmış bir millet halinde yarınımıza ağladığımız sıralarda kulaklarımızda onun gür sesi çmlamıştı:

— Kurtulacaksın, diyordu. Iştıra - bin büyüğü, hayatiyetin ve hassasiye­

tin timsalidir. Mademki sana vurul - mak istenen zincirlerin acısını bu kadar derin bir kudretle duyabiliyorsun, elbette kurtulacaksın!

V e büyük T ürk milleti, bu sözlerin vadettiği hakikati anladığı içindir ki ıstı­ raba harcamakta olduğu enerji kaynak­ larını A tatürkün yüksek iradeli kuman­ dası altına toplamakta bir an bile tered­ düd etmedi.

F akat ah ne yazık ki, Onun tuttuğu ışık ve saadet yaratan meş’ale önünde daima yükselerek ilerliyen T ürk milleti, günün birinde, Onu kaybetmiş olmanın acısı etrafında toplanacaktı.

A ğlıyoruz!

Gözyaşlarımızı içimize akıtarak, ruhu­ muz kanayarak ağlıyoruz.

Egoist değiliz.

— N e olurdu, bu kara günü bizden sonrakiler görselerdi!

Diye hayıflanmıyoruz. Bizden sonra yetişecek çocuklarımızın matemi bizim­ kinden fa rk lr olmıyacağma göre, nesli­ mizin talihine isyan etmiyor, fakat ruhu­ muzun sonsuz acısile sarsılarak ağlıyo­ ruz.

Istırabımız, T ürk birliğinin, T ü rk kudretinin azametile mütenasibdir. A n ­ cak büyük milletlerdir ki, sevinçleri gibi ıstırabları da derin olur.

İnsanlık tarihinde üzerimize düşen va­ zifenin kudsiyetini müdrik ve vakur ağ­ lıyoruz.

C U M H U R İY E T

Dolmabahçenin, bayrağı yan inik hazin manzarası

Başvekil Ankarada

Ankara 10 (a.a.) — Başvekil Celâl Bayar bu akşam saat 23,5 te Istan- buldan şehrimize dönmüştür.

Başvekil Celâl Bayar istasyonda Reisicumhur Vekili B. M. Meclisi Reisi Abdülhalik Renda, Dahiliye Vekili ve Parti Genel Sekreteri Şükrü Kaya, Vekiller, mülkî ve askerî erkân tarafından karşılanmıştır.

Kendisini karşılamağa gelen zevatla ayrı ayrı selâmlaştıktan sonra garın kabul salonuna giren Başvekil Celâl Bayar, burada büyük matemi­ miz karşısında duydukları teessürün bir ifadesi olmak üzere heyet halinde kendisini beklemekte olan büyük ve orta elçilerle, ataşemiliterlerin taziye­ lerini kabul etmiştir.

Başvekil Celâl Bayar, istasyondan doğruca Büyük Millet Meclisine ge- lerek Reisicumhur Vekili ve Büyük Millet Meclisi Reisi Abdülhalik Ren*

dayı ziyaret eylemiştir.

Bu ziyareti müteakıb Vekiller Heyeti B. M. Meclisinde bir içtima ak-

(2)

2 C ü M IIlJItlY E T 11 IkincHesritı 1938

Asker Atatürk

, fıir

Ş efi

f f

A tatürk dâhi bir kumandandı.

Başbuğ, başbuğ olarak doğar. Atatürk de, fıtratın kumanda etmek, insanları sevk ve idare etmek, kumandan, başkumandan olm ak için yarattığı büyük insanlardan biriydi. Filvaki, onun askerlik hayatını tetkik edince görürüz ki Atatürk, yalnız asrımızın değil; tarihin en büyük kuman­ danlarından biridir.

31 mart vak’asından sonra Mahmud Şevket Paşanın kumandasında îstanbula gelen Hareket ordusunun erkânıharbiye reisi kolağası Mustafa K em al Beydi. Bu küçük ordu, nizamiye kıt’alarile, gönül - lülerden mürekkebdi. Gönüllüler arasın­ da Bulgar komitacıları da vardı. Bu iti - barla Hareket ordusunun erkânıharbiye reisine mühim ve müşkül işler düşüyor - du. Mustafa Kemal Bey, bu küçük, fa­ kat sevk ve idaresi güç orduyu iyi işliyen bir makine haline getirdi ve îstanbulun iş­ gali, Hassa ordusunun silâhlarından tecri­ di işlerini muvaffakiyetle başardı. Bu, o- nun sevk ve idare bakımından, ilk mu - vaffakiyeti idi ve o zamana kadar hazarı kuvvetlerin talim ve terbiyesinde ve tat - bikatlarda gösterdiği yüksek kabiliyeti, seferi vaziyetlerde ve harbde de göstere­ ceğini ispat etmişti. Mustafa Kemal Bey, daha Erkânıharbiye mektebinde iken vadettiklerini, iş başında, vermeğe başla­ mıştı.

1911 sonbaharında, İtalya, siyasî bir baskın yaparak Osmanlı saltanatını gafil avladı ve Trablusgarb harbini açtı. 20 n- ci asrın ilk çeyreğinde vuku bulan kanlı boğuşmaların başlangıcı ve müsebbibi o- lan o harb patladığı zaman, vatanın uğ­ radığı bu taarruz karşısında, M ustafa Ke­ mal Beyin seyirci kalmasına imkân yoktu. Anası onu, böyle günler için doğurmuştu. Mısır tarikile gizlice hududu aşarak Bin- gaziye geçti. Tobruk mevkiinde tesadüf ettiği Türk kuvvetleri kumandanını taar­ ruza geçmeğe ikna etti. 9 ikincikânun 1912 de yapılan Tobruk muharebesi o havalide ilk ciddî muharebe ve kazanılan ilk muvaffakiyet oldu. Mustafa K em al binbaşılığa terfii haberini de Tobrukta aldı.

M ustafa Kemal Beyi bundan sonra D emede ve buradaki bir avuç Türkün başında görürüz. O rada, bir sene süren kumandanlığı esnasında, İtalyanların kar­ şısına bir kale gibi dikildi ve büyük bir kumandanın küçük kuvvetlerle büyük iş­ ler görebileceğini ispat etti.

Binbaşı M ustafa Kemal Bey, Demede düşman kuvvetlerini durdururken anava - tan Balkan ittifakının taarruzuna uğramış­ tı. İtalyanlarla sulh imzalandığı için Trablusgarb - Bingazi havalisinde yapı­ lacak iş de kalmamıştı. Mısır yolile Tiir- kiyeye gelirken mütevali felâket haberle­ rini aldı ve yüreği yandı. îstanbula gelin­ ce, hemen cepheye koşarak Akdeniz Bo­ ğazı Kuvayi Mürettibesi erkânıharbiyesin- de, H arekât şubesi müdürlüğünü deruhde etti. Bulayır kolordusunun harekâtını, ko­ lordu erkânıharbiye reisi sıfatile tanzim ve idare eden odur. Edirneye ilk giren kıt’a, bu kolordunun süvari livası idi. Binbaşı M ustafa Kemal Bey, bu kolorduya yeni bir ruh aşılamıştı.

Mustafa Kemal Bey, Balkan harbi bittikten sonra, Sofya ataşemiliteri oldu. Büyük H arb patlayıp da Türkiye de se­ ferber olunca, vatana hizmet yolunda içi içine sığmıyan bu büyük ruhun Sofyada oturmasına imkân mı vardı? Türkiye, malûm şekilde harbe sürüklendiği halde, ona orduda bir vazife verilmemiş, rütbeçi kaymakamlığa terfi edilerek gene Sofya­ da bırakılmıştı. Müteaddid filî hizmet ta- leblerine rağmen, 1914 kânunuevveli so­ nuna kadar, orada kalmağa mecbur ol­ du.

Başkumandan vekili Enver Paşa, Mus­ tafa Kemal Beyden çekiniyordu. N iha­ yet gene ve ateşli askerin mütemadi ısrar­ ları üzerine kendisini Tekirdağmda teşek­ kül edecek olan yeni bir fırkanın kuman­ danlığına tayin ettiler. O rtada, dağınık kıt’alar vardı. Fakat fırkadan eser yoktu. Mustafa K em al Bey, bir ay içinde, bu

fırkayı yoktan var etti. Bu fırka, evvelâ Çanakkalede, sonra bütün Umumî Harb içinde büyük bir şöhret kazanan kahra - man 19 uncu fırka idi.

25 nisan 1915 te, İngiliz -Fransız or duşu Gelibolu ihracına başladığı gün karşısında 19 uncu fırkayı ve onun kah raman kumandanını buldu. Halbuki

19 uncu fırka ihtiyatta idi. Mustafa Ke mal Bey, hiçbir emir beklemeden, kendi teşebbüsile top seslerine doğru yürümüş onun ruhundaki «Büyük Asker», «Bü yük Kumandan» kendini göstermişti Başka biri olsa, mafevkinden emir alma dan harekete geçmez ve Çanakkale Boğa zina hâkim olan Kocaçimen tepesi düş man eline düşer; ağlebi ihtimal, Boğaz da sukut ederdi. Halbuki Büyük Kumandan, Arıburnuna çıkan Avustralya ve Yeni Zelanda kuvvetlerini karşıladı ve bizzat ateşe sürdüğü kahraman askerlerile sayı ca çok üstün düşmanı sahile mıhladı. Kaymakam Mustafa Kemal Bey Koca­ çimen tepesini de, Boğazı da, İstanbulu da, memleketi de kurtarmıştı. Bu, onun birinci kurtarışı idi; bu büyük kum anda - nm, sonra daha kaç defa memleketi kur­ tarması mukarrer ve mukadderdi.

M ustafa K em al Beyin fırkası, A rı- burnu siperlerinde geçilmez bir kale ol­ muştu. O fırkanın, herkes gibi et ve ke - mikten ibaret olan askerleri, onun irade - sile çelikleşmişti. İşte, büyük kumandan budur; taarruzda olduğu gibi müdafaada da insanları düşmana değil, ölüme dahi hâkim kılar.

1915 ağustosunda, düşman, büyük kuvvetlerle Arıburnunun yanını ve gerisi­ ni çevirmek üzere karaya yeniden 60,000 asker döktü. Mustafa K emal, daha ev­ vel, Alman Generali Liman von Sanderse yeni ihraç ve taarruzun buradan yapıla­ cağını söylemiş, fakat fikrini ona kabul ettirememişti. Liman von Sanders, vazi - yeti kendisinden daha iyi gören gene kay­ makamı, son derece tehlikeli olan düşman taarruzunu durdurmağa memur etti. K ay­ m akam Mustafa Kemal Bey, elindeki yorgun ve mahdud kuvvetlerle düşmana taarruz ederek 9 ağustos günü A nafarta- larda galib geldi. Ertesi gün, 10 ağustos­ ta da Cönk bayırı - Kocaçimen tepesi hattında muzaffer oldu. Düşmanı tekrar geri atarak deniz kenarına mıhladı.

Buhranlı günlerde, Mustafa Kemal, Kocaçimen tepesini, Çanakkale Boğazını, İstanbulu ve memleketi birbiri peşinden iki defa daha kurtarmıştı. Onun, sonra­ ları Türkiyeyi daha büyük felâketlerden kurtarması mukarrer ve mukadder oldu­ ğu için, 10 ağusto günü göğsüne isabet e- den bir mermi parçası kalbine değil sa - atine girmiş; Allah, o Büyük Adamı, bu­ güne kadar büyük vazifesini yapmak için Türk milletine bağışlamıştı.

Düşman bundan sonra Gelibolu yarım­ adasını tahliyeye mecbur kaldı. Bu, Türk ordusu için büyük bir zaferdi ve bu zafe­ ri kazanan küçük rütbeli büyük Türk Serdarı Mustafa Kemaldi. Kendi kendi­ sini binbaşılıktan birinci ferikliğe kadar terfi ettirmiş ve Sarıkamışta koca bir or­ duyu eritmiş olan Enver Paşa, beş ayda, en az beş kere Boğazı ve İstanbulu kurta­ ran Mustafa Kemali nihayet miralay ya­ pabilmişti.

Düşman Çanakkaleden çekildikten son­ ra, miralay Mustafa Kemal Bey, Enver Paşanın Sarıkamış hezimetinden sonra ilerliyen Rus ordusuna karşı Kafkas cep­ hesine gönderildi. 7-8 ağustos 1916 da Rusları bir ricat manevrasile aldatarak istediği noktaya çekti ve orada taarruz? geçerek mağlûb etti. Bitlisi ve Muşu geri aldı. Harbiye Nazırı ve Başkumandan vekili, artık, gene kumandana livalık ve paşalık vermek mecburiyetinde kalmıştı.

M ustafa Kemal Paşa, Kafkas cephe­ sinde ikinci ordu kumandanlığını ifa e - derken Bağdadı istirdad için teşkil edilen Yıldırım ordular grupuna dahil 7 ordu­ ya kumandan tayin edildi. Onu, bu vazi­ fede, Yıldırım ordular grupu kumandanı A lm an Orgenerali Falkenhayn ile müca­ dele eder buluyoruz. O, Alman

Generali-I

nin tasavvurlarını, yaptıklarını ve aşiret­ lerle temaslarını ve memleketin yalnız as­ kerî değil; dahilî işlerine de tahakkümünü beğenmiyordu. Paşa, Irakın istirdadı im­ kânsızlığını görüyor, üste Filistin ve Suri- yenin de gideceğinden bihakkin endişe e- diyordu. Verdiği lâyihalarla kimseye söz anlatamadığını görünce 7 nci ordu ku - mandanlığmdan istifa etti. Bundan sonra hâdiseler onun ne kadar doğru düşün - düğünü göstere]^ İngijizle^in T 'sjinde ta­ arruza geçmesi üzerine Irak seferi yapıla­ madı; fakat Yıldırım ordusunun kıt’aları da vaktinde cepheye gönderilemediğin - den Filistin de elden çıktı.

M ustafa Kemal Paşa, o zaman Veli- ahd olan Vahideddinle A lm anyada bir seyahat yaptıktan sonra, memleketine dö­ nünce, Yıldırım ordular grupu kuman­ danlığına geçmiş olan Liman von San - ders’in ricası ve padişah olan Vahideddi- nin ısrarı üzerine tekrar 7 nci ordu kuman­ danlığını kabul etti. Fakat, artık çok za­ yıflamış olan Yıldırım ordular grupu, İn- gilizlerin büyük taarruzu karşısında m ağ­ lûb ve münhezim oldu. Yalnız 7 nci ordu kahraman kumandanının yüksek sevk ve idaresi altında inhilâlden kurtuldu.

Mustafa Kemal Paşa ordusunu Hale- be kadar getirdi. Haleb cenubunda İngi­ liz süvari fırkasını ve A rabları son bir mağlûbiyete uğrattı. Arkasından da mü­ tareke imzalandı.

Mütarekede îstanbula gelen Mustafa Kemal Paşayı, bundan sonra, mukadde­ ratın kendisine verdiği asıl büyük vazife - ni - başında görürüz. O, İstanbulda birşey yapılamıyacağmı görünce 19 mayıs 1919 da Anadoluya geçti.

O sıralarda 39 yaşında bulunan Bü - yük A dam , artık bütün kuvvetile kurtuluş mücadelesine başlıyordu. Memlekette 100,000 Fransız, İngiliz, İtalyan askeri, şarkta bir Erm eni ordusu, ayrıca Ermeni, Rum çeteleri, İzmirde bir Yunan ordu­ su vardı. Düşman donanmaları kıyılarımı­ zı sarmıştı. Dahilde, milletin maneviyatı kırılmıştı, hükümet ve padişah tam ma - nasile bozguncu idi. Mustafa K em al P a ­ şa ve mahdud miktarda arkadaşları, so - nuna kadar silâhla mukavemet taraftarı idiler.

Onun çelik iradesi, yavaş yavaş A na - doluyu canlandırdı, millet, her tarafta si­ lâha sarıldı. Silâhları elinden alman or - dunun bakiyyesi de tekrar harbe başladı. 28 mayıs 1919 da Ayvalıkta 600 kişiye kumanda eden Ali Çetinkayanın açtığı a- teşle başlıyan İstiklâl Harbinin, ilk safha­ sı olan millî müdafaa, tedricen bütün cep­ helerde muvaffak olmağa başladı. 23 ni­ san 1920 de Büyük Millet Meclisi hükü­ meti kurularak ayni senenin eylülü ile bi- rinciteşrininde şarkta Ermeni ordusu mağ­ lûb edildi; ordumuz, Sarıkamışa ve K ar­ sa girdi. Mağlûb Ermenilerle Gümrü mu­ ahedesi akdedildi. Cenubda, Fransızlara

silâh ve siyaset kuvvetile millî hükümet resmen tanıtılmıştı. Fransız kuvvetleri Ki- likyayı tahliye etmişlerdi. Bir taraftan ha­ ricî düşmanla çarpışılırken diğer taraftan padişah ve halifenin musallat ettiği kuv - vetler mağlûb edildi. Dahilî isyanlar bas­ tırıldı. G arb cephesi kumandanı miralay İsmet Beyin kumandasındaki ordu Y u ­ nanlılara karşı Birinci, İkinci İnönü m u­ harebelerini kazandı.

İsmet İnönü Atatürkün kendisine çek­ tiği telgrafta söylediği gibi yalnız düş ­ manı değil, milletin makûs talihini de yenmişti. Çünkü bunlar millî ordunun ilk zaferleri idi.

Siyasî ve askerî uzun hazırlıklardan sonra, Yunan Kralı Kostantin büyük bir ordu ile 10 temmuzda taarruza geçti. Yunan Kralının taarruz emri «Anka- raya!» idi. Düşman ordusu, henüz teşek­ kül halinde bulunan Türk ordusundan top ve tüfek hesabile iki misli, makineli- tüfek ve tayyare bakmamdan on defa faz­ la idi. Yalnız süvarice T ürk ordusu üs -tündü. Kuvvetler şöyle idi:

Yunanlılar Türkler T ü fek : 88,000 40,000 Makinelitüfek: 7,000 700 T o p : 300 177 Kılıç: 1,300 2,745 T ayyare: 15-20 2

Teçhizatı da, cepanesi de, erzakı da, malzemesi de, nakil vasıtaları da noksan olan Türk ordusu, bu üstün düşmanla çarpışa çarpışa, Sakaryaya kadar çekildi. Büyük Millet Meclisi, düşmanı durdur­ mak ve mağlûb etmek vazifesini 5 ağus­ tos günü Mustafa Kemal Paşaya verdi ve onu vâsi salâhiyetle Başkumandan ta­ yin etti. İki hafta sonra Sakarya meydan muharebesi başladı.

İsmet ve Fevzi Paşalar gibi hep harb ve ateş içinde yetişmiş kumandanları, zabit­ leri ve askerlerile kahraman Türk ordusu, M ustafa Kemalin askerî dehası, çelik ira­ desi altında 22 gün 22 gece Sakaryada harbetti. 100 kilometrelik uzun bir cephe üzerinde cereyan eden bu meydan m uha­ rebesinde düşman Ankaranın 50 kilomet­ re cenubuna kadar yaklaştı. Yunanlıların mütemadiyen sol cenahımızı sarmak iste­ mesi yüzünden ordumuzun cephesi evvelâ garba müteveccih iken sonra tedricen ce­ nuba döndü. O rdu, arkasını Ankaraya vermişken yavaş yavaş şimale çevirdi ve meydan muharebesi askerlikte «ters cep­ he» denilen şekli aldı. Fakat Başkuman­ dan ters cephe ile harbetmekten endişe et­ miyordu. Mustafa Kemal, « H a ttı m ü­ d a fa a yoktur, sa th ı m ü dafaa var­ dır. O satıh bütü n vatan dır. V a ta ­ nın her karış to p ra ğ ı va tan daş ka- nile ısla n m a d ık ça terk o lu n m a z

diyordu.

Ordu, icab ederse Ankaranın ötesine de çekilecek, fakat nihayet düşmanı yene - çekti. O emsalsiz müdafaa harbinde, An- karanm yalnız manevî bir ehemmiyeti

vardı. Türk istiklâl ordusunun maneviyatı ise Ankaranın önünde, arkasında harbet- mekle kırılacak kadar zayıf değildi.

Nihayet, maneviyat, iman kuvveti, kahramanlık Sakaryada da maddî kuv - vetlere galebe çaldı. Yunan erkânıharbiye ikinci reisinin dediği gibi «Yunan azim ve iradesi M ustafa Kemalin ve Türk milleti­ nin azim ve iradesine baş eğdi.» Yunan ordusu mağlûb olarak Sakaryadan Eski­ şehir - Afyon hatına ricat etti. Sakarya meydan muharebesi 23 ağustostan 13 ey­ lül 1921 e kadar devam etmişti.

Bu zaferimiz üzerine Yunanlılar, ar - tık harbi kaybetmişlerdi. Millet Meclisi, bir müddet evvel başkumandanlığı kendi­ sine emanet ettiği Mustafa Kemale G a­ zilik unvanile müşirlik rütbesi verdi. P a ­ dişahın askerlikten tardedip «M ustafa Kemal efendi» dediği ve idama mahkûm ettiği bu kahraman ve muzaffer Kuman­ dana, millet, «Büyük Millet Meclisi R e­ isi, Başkumandan ve Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa» diyordu.

Galib T ürk ordusu ile mağlûb Yunatı ordusu Eskişehir - A fyon hattında karşı karşıya kaldıkları zaman, Başkumandan, düşmanı son bir darbe ile denize dökmeyi daha doğrusu kendi tabirde «vatanın ha- rimi ismetinde boğmayı» kararlaştırmıştı. Orduyu, 1921 eylülünden 1922 ağusto­ suna kadar bu gaye için hazırladı. O, biı taraftan yeni biı devlet kurarken diğer ta­ raftan da her müstakil devletin ilk ve ye­ gâne istinadgâhı olan orduyu kuruyor­ du.

Nihayet 26 ağustos 1922 günü, T ürk ordusu büyük taarruza başladı. A rada ge­ çen bir seneden az bir zamanda İstiklâl harbinin kahraman ordusu sayıca üç misli artmıştı: 98,670 tüfek, 2864 makineli tüfek, 323 top, 5286 kile. Yunan ordusu da 130,000 tüfek, 8060 makinelitüfek, 348 top, 1300 kılıç idi. Sakaryada oldu­ ğu gibi gene sayı üstünlüğü süvari müs­ tesna - düşmanda idi. Fakat maneviyat, iman üstünlüğü Sakaryadakinden çok da­ ha fazla olarak T ürk ordusunda idi.

Türk ordusunun taarruz plânı ve bu plânın tatbiki, askerlik ve harb san’ati ba­ kımından bir şaheserdir. Büyük asker, dâ­ hi serdar, bütün askerlik hayatının en gü­ zel ve muhteşem eserini 26 ağustostan 30 ağustosa kadar geçen 5 gün içinde vermiş­ tir. Bu beş gün içinde, ordu tarihin en­ der kaydettiği muazzam bir tabiye ve sev- külceyş zaferi kazanmıştır. Gazi M usta­ fa Kemalin idare ettiği ordumuz,'sayıca üstün bir düşmanın cephesini evvelâ yar­ mış, sonra onu her tarafından çevirip kıskıv rak yakalamış, son bir meydan muharebe- sile ezip kahretmişlir. Neticede koca bir düşman ordusu kısmen esir düşmüş, kıs­ men de yolsuz dağlara atılıp darmadağın olmuştur. İhata çemberimizin dışında ka­ lan düşman kuvvetleri ise iki istikamette takib edilerek mağlûb, perişan, esir edil­ miş, 200,000 kişilik bir düşman ordusu «vatanın harimi ismetinde» boğulmuştur. Bu dâhiyane darbe öyle yaman bir tarzda indirilmiştir ki 26 ağustos sabahı şafakla beraber kocaman ve sağlam bir düşman ordusu, memlekette binlerce kilometre murabbaı araziyi işgal ederken 18 eylülde, yani üç hafta içinde A nadoluda esirler­ den ve ölülerden başka düşman kalma­ mıştır.

Bu bir taarruz değil; bir yıldırımdır ve bu yıldırımı indiren de gene Başkuman­ danın Birinci Dumlupmar muharebesin­ de söylediği gibi «Gök gürültülerini an­

dıran bir velvele ve heybetle sahnei tarihe yeniden doğan» T ürk ordusu ve onun dâ­

hi başkumandanıdır.

Büyük M ustafa Kemalin harb san’a- tındaki dehası, İstiklâl Harbini zaferle bitiren ve tarihe «Başkumandan meydan muharebesi» diye geçen büyük zaferle son şaheserini vermiştir. Büyük kuman dan ve büyük halâskâr bundan sonra, büyük inkılâbcı ve büyük devlet kurucu­ su olmak üzere, muzaffer kılıcını kınına koymuştu.

Gazi M ustafa Kemal, büyük askerin,

büyük serdarın sahib olması lâzım gelen bütün fıtrî ve kisbî meziyetlere sahibdi. Herşeyden evvel kumandan olmak için yaratılmıştı. Dâhiyane bir görüşü ve kav­ rayışı vardı. O , her zaman düşmanın ne yapacağını sezer; bilirdi, sanırsınız. Çelik menevişli mavi gözleri, güneşin ziyas; gi­ bi mesafeleri aşarak düşman karargâhı­ nın ve başkumandanının kafasının içine girer, onun ne yapmak istediğini, ne yapa­ cağını bilirdi. Hiçbir tahmini yanlış çık­ mamıştır; meğer ki düşman, akıl ve man­ tıktan büsbütün aykırı, yanlış kararlar vermiş ola. A tatürk, o vakit de düşmanın hatasından istifade etmeği bilmiştir.

Bir başkumandan, kendi millet ve memleketinin, bütün devletlerin ve bil - hassa düşmanların tarihlerini, siyasetle - rini, coğrafyalarını, kuvvetli ve zayıf ta­ raflarını, sevkulceyşlerini bilmelidir, A tatürk, bunları çok iyi bilirdi.

Bir başkumandan, kendi elindeki or­ dunun ve bu ordunun kaynağı olan mil­ letin ruhuna nüfuz etmiş olmalıdır. A ta ­ türk, Türk ordusunun ve T ürk milletinin ruhunu herkesten iyi bilirdi. Onun için - dir ki orduya her istediğini yaptırmış, ve kendisi de milletin her istediğini yapmış­ tır.

Bir başkumandanın çelik gibi bir ira­ deye sahib olması ve bir kere yapmağa karar verdiği şeyleri mutlaka yapması, fakat bu azim ve irade kuvvetihin taş gibi katı ve cahilâne bir inad değil; hâdisele­ rin icablarma uymağı bilen çelik gibi kı­ rılmadan yaylanır, bilgili ve zeki olmâsı şarttır. Atatürkün azim ve iradesi işte bü nevidendi.

Bir başkumandanın milletine, ordusu­ na ve kendi kendisine inanmış olması lâ­ zımdır. A tatürk T ürk milletinin, T ürk ordusunun ve kendinin kuvvetine iman etmiş bir başkumandandı. Öyle olmasay­ dı, M ütareke senelerinde, şairin

Derd çok, hemderd yok, düşman kavi, tali zebun

mısrama tamamen uygun bir vaziyette, bütün maddî ve manevî varlığını tehlike­ ye koyup milletin başına geçer ve onu ölümden kurtarabilir miydi? O T ürk milletinin damarlarındaki harikalı kanın mucizeler yaratacağına ve T ürk milleti­ nin başına geçerse bu mucizelerin yara * tılacağına inanmıştı. Bu inanç onu ve mil­ leti muzaffer etti.

Bir başkumandan otoriter olmalı, herkesi kendine itaat ettirmeli, herkese kendisinin büyük şef olduğunu kabul et­ tirmelidir. Bir başkumandanın otoritesi, onun benliğinden yayılan, muhitini saran esrarlı havada mündemiçtir. A tatürk te­ peden tırnağa kadar otorite, otoritenin M ustafa Kemal şekline girmiş timsali idi.

Bir başkumandan, etrafındakilere em­ niyet, itimad, sevgi telkin etmelidir; her­ kes, onun kendisinden yüksek olduğunu kabul etmeli, büyük küçük herkes onun tuttuğunu mutlaka koparacağına, el attı­ ğı işi kat’iyyen başaracağına iman etme­ lidir. A tatürk, bu imanı, yalnız etrafın­ dakilere, maiyetindekilere, kumandası al­ tında harbedenlere değil; bütün millete aşılamıştı. Onun içindir ki kamçısının ucile düşmanı gösterdiği zaman alaylar, ölüme atılmakta tereddüd etmediler, O - nun içindir ki bir yaverile Samsuna ayak bastıktan sonra, bütün T ürk milleti, o- nun bayrağı altında toplandı, döğüştü ve muzaffer oldu. Şairin dediği gibi

Tarifi yerde bitmez Arşa çıkan kibarın

Onun için yazımı bitiriyorum.

Onun ölümüne ağlarken bir hakikati unutmamalıyız. Bu büyük kumandanı, Türk milleti yetiştirmiştir ve milletimizin büyüklüğünü bize herkesten iyi tanıtan Atatürk, Türk milletinin, büyük insanlar ve büyük kumandanlar yetiştirmekte eşsiz olduğunu da bize öğretmiştir. T ürk mil­ leti ve Türk ordusu Dâhi ve Kurtarıcı Başbuğile ebediyen iftihar edecektir.

A B t DİN D A V ER

(3)

11 İkincilcşrin 1938 CIIM HU Kİ V ET v . ■ y*. v f » 'ı*' ■V li ‘ "■t • ty'hi :;■>./£7%. .. j y , - m , • m . . . • • '. • ' '* , • İÎA . $;<, ■ '> -V. ■ '• ' .». . .T9Î,«-iV , v>

Atatürkümüz

Y a z a n : P E Y A M l SA F A

T ürke a id h e r şe y in için d e o v a rd ı: O n u n g ö lg e s i m eyd an ları d old u ru yor, on u n karaltısı d a ğ b a şla rın ı tu tu y or, onun b ak ışı en u za k d a lla r ın ucuna, en g en iş o v a la r ın so n u n a , içim iz kadar k a ­ p a lı v e k u y tu k öşe bucaklara u za n ıy o rd u . K ım ıld a y a n , fırla y a n , sıç r a y a n h erşey d e onun şim şe ğ in d e n b ir ç iz g i vard ı. H er ev, her g ü n , k e n d i aile reisinden b ir h a b er b e k le r g ib i on d an bir işa ret a lm a y a alışm ıştı. K ara h a b erd en son ra, h e m d e nasıl, h erşey b ir d e n b ire söndü; n a sıl, n a s ıl... S an ki o n su z d a ğ la r karardı, on ­ su z d a lla r kurudu, on su z m e s a fe b om b oş k a ld ı. Ş im d i bütün g ö z ­ ler y a şlı, benizler uçuk, d u d ak la r k ilid li. S a n k i h er evd en bir ce ­ n a z e çık tı.

O nsuz varlıkta, y o k lu ğ a sarken b irşey var. F a k a t, varlıkla y o k ­ lu k arasındaki te z a d ın h a zım sız lığ ın d a n d o ğ a n bir in an am am ak duygusu iç in d e y iz. O n u n k ad ar var o la n v e on u n kadar var ed e n bir insanın y o k lu ğ u n a in an am am ak d u y g u su b üyük bir h ak ik at saklıyor. B una d ik k a t ed elim . O nun y o k lu ğ u n a inan am am ak ta haksız d e ğ iliz : O ölm em iştir, d em iy ec eğ im , fa k a t onun ölen tara­ fı her fa n id e o ld u ğ u g ib i, zaten en az v a r o la n ta ra fıy d ı, göv d esiy- di. Z a ten o bu k a d a r işle ri bir et v e k em ik p a rça sile, bir m id e v e k araciğer p a rça sile y a p m a d ı. Onun a sıl var o la n v e bugün yok o l­ d u ğun a bir türlü in a n m a d ığ ım ız tarafı, fa n i a ltın b a şın a sığm ıya- rak en aşağı m e m le k e t h u d u d ları kadar taşan cev h er d i. Bu cevh er Türktür. O nun g ü z e l g ö zlerin in elen m iş duru m a v isin d en fışk ır­ m ış, bütün yu rd u sa rm ıştı. F ak at o g ö zb eb ek le rin sö n m esile, o cevh erin zerresi k a y b o lm a m ıştır. B iz bütün T ürk fe z a la r ın ı d ol­ duran o s e y y a le y i ilik ler im ize kadar duyarak onun var olduğunu seziyor v e b u nu n iç in y o k old u ğu n a inanam ıyoruz.

O nun z a te n fa n î vü cu d ü n ü n k ayb olm asın d an d u y d u ğ u m u z k e­ d er son su zd u r; fa k a t m illî h ızım ızd a n , gücüm üzden, g ü v en im iz­ d en zerresin i k a y b e tm iş d e ğ iliz . B ilâk is, onun sa ğ lığ ın d a , o n a

g ü v e n d iğ im iz için b iz i saran bir sürü ih m allerim izd en , onun h e p i­ m iz e d a ğ ıla n cev h er d e k e n d im izi k u rta racağ ım ız günü de idrâk etm iç oluyoruz. K en d isi bir n u tk u n d a , bu m em lek etin bir d eğ il, birçok M u stafa K em a llerle d olu o ld u ğ u n u sö y lem em iş m iyd i? O- nun m an evî v a rlığ ı k ad ar m a d d î y o k lu ğ u d a b izim için d ağlar deviren bir en erji k a y n a ğ ı o la ca k tır. Ç ünkü m a d d î yok lu ğu n u n m a n ev î varlığına asla m an i o la m ıy a c a ğ ın ı isp a t e d e c e ğ iz ; çü n ­ k ü b iz onun gövd esin e ta p a n bir p u tp erest d e ğ il, ö lm ez eserin e v e m â n a sın a b ağlı bir şuuruz. O, k en d i v ü cu d ile b erab er k a y b o ­ lacak fa n î bir m illetin d eğ il, k e n d i m â n a sile b erab er y a şa y a ca k eb ed î b ir m illetin y a ra tıcısıd ır. Y e se k a p ılm a k h em onu, h em k en d im izi an lam am ak olur. F a k a t k ed erim iz n e sonsuzdur, gü­ nüm üz n e karadır, gön lü m ü z n e m ahzundur, n e m ah zu n ! Bunu da an cak Türk olan bilir.

P E Y A M İ S A F A

• - » * V *. 1 * ♦ r '

0*0

ATAM IZI TA V A F

Y a za n : İB R A H İM A L Â E D D İN

Bir m illetin m elâ lin i sö y ler d erin derin D erya ö n ü n d e çırpınarak D o lm a b a h çen in . G ön lü m d e esk i hatıralar, ey le d im tavaf, A rtık o d o ğ m u y o r d iy e m u zlim d i h er taraf. Ç am lar h ü zü n lü , y ollara düşm üş söğüd, çınar, Y aprak d ö k ü p huzura k a p a n m ıştı sonbahar. M erm erli m eth a lin ona lâ y ık vak arı b oş, H ey h a t o m u h teşem k a p ın ın in tizarı b oş. S essiz n ö b etçiler d e h e y u lâ d o la şm a d a , H er yerd e bir k ed erli m uam m a d o la şm a d a . Susm uş b ü tün saray, n e fe s a lm az o izd ih am Son u y k u su n d a tek rahat etsin d iy ip A ta m . Son u y k u su n d a ö y le m i bir d evir u yandıran, Bir ırka ca n v eren A tatürk a d lı kah ram an ? D üşsün olur m u top ra ğ a göçm ü ş cihan g ib i,

Sönsün o m a v i g ö zleri b ir a su m an gibi. Sussun o m a v era k on uşan m a d en î şada Dursun olur m u h ilk a te b ir fah r o la n zek â ? Sözler ki ç a ğ la y ıp k öp üren bir p ın ar gib i, H isler ki şa h la n ıp a tıla n d a lg a la r gibi, A tiye, h a le, g e ç m işe h er anda b ir tem as, B in türlü ih tisa s ile bin türlü ih tiras. M ilyon la h a lk ı c ez b ile m ihrak o la n zekâ, İfratı, h a d esî, v e c d i, te z a d ile bir d eh a.. B ir m eş’aley d i n e ş ’esi h er b ezm e nur olur, B ir harikaydı b e n liğ i b ir m ülkü doldurur. Ç ism ile pek g ü z e ld i v e ruhile d e v d i o, B ir yıldırım dı, bir m ü tek â sif a le v d i o. E y v a h o varlığın b iz e k a lm ış fe s a n e s i Y a stık ta bir ışık y ele, arslan n işa n esi. K a rşım d a servilik v e gurubun vu ran alı G ö k le r d e şim di Ç a n k ayan ın şa n lı K a r ta lı,.. E y n am alan , za fer yaratan, in k ılâ b açan, Ey y o l v ere n hüküm leri tarihe b ir zam an , Ey esk i k ah ram an ları geçm iş asırların ! G a z iy e ih tiram ile k a lk ın ve to p la n ın ,

S a f b a ğ la y ıp selâm a durun h ep ! O dur g elen Türk ırkının m u h abb eti üstünde y ü k selen . Ö lm ez e v e t gp n üllere h e y k e l kuran A tam . Lâkin nedir içimdeki pay ansız inhidam?...' *

İB R A H İM A L Â E D D İN

t

O Y A Ş I Y O R

Y a z a n : A B İDİN D A V ER

A tatü rk g ö zlerin i h a y a ta k a p a d ı; o öld ü d em iyoru m , d iy em i­ yorum , b u n a d ilim varm ıyor. Ç ünkü, o ö lm em iştir; çünkü o ö l­

m ez. A tatü rk , Türkün, y a ln ız T ürkün d e ğ il; bütün m e d e n iy e t d ü n y a sın ın e b e d î h a y a ta m a zh a r o la n en d er b ü y ü k lerin d en b iri­ dir. B ö y le b ü yük in sa n la r fa n i d e ğ il e b e d îd ir ler. O n ların öm rü, m illetlerin , in sa n lığ ın , m e d e n iy e tin h a y a tm c a d ev am ed ip gid er. A ta tü rk de, d ü n y a d a k i 5 7 se n elik fa n i h a y a tın d a n sonra, tarih in e b e d î h a y a tın a in tik a l etm iştir. O, d ü n y a d u rd uk ça, Türk tari­ h in d e v e in sa n lık ta rih in d e y a şa y a ca k tır.

A ta tü rk , bu yarım a sırlık k ısa h a y a tın d a , b irk a ç asrın sin esin e sığ m ıy a n v e m ü sta k b el asırla r ü zerin d e d e tesiri g ö rü lecek olan b ü yü k işle r b aşarm ıştır.

O, ta rih in sey rin i d eğ iştir m e k g ib i b ir m u cize y a p a n bü yük a d a m d ır.

V e, T ürk ta rih in e, «T ürk m ille tin i m a d d î v e m a n ev î ölü m ler­ d en kurtaran a d a m » d iy e g eçe cek tir.

O, m e d en iy et ta rih in e, « d ü n y a n ın en m ü h im b ir p a rçasın d a y en i bir m e d e n iy e t k uran a d a m » d iy e g e çe cek tir.

O, in sa n lık ta rih in e, « a sırla rca ıstırab çek en in sa n la rı sa a d e ­ te k avu ştu ran ad a m » d iy e g eçe cek tir.

O, a sk erlik ta rih in e, « y ere serilm iş a d d e d ile n b ir m illetten y a m a n bir ordu çık a ra n v e z a fe r le r k a za n a n y e n ilm e z k u m an ­ d a n » d iy e g eçe cek tir.

O, siy a se t v e id are ta rih in e, «b ir sa lta n a tın p erişan en k a zı ü ze­ rin d e y e p y e n i v e m u h teşem bir d e v le t k u ran d â h i d e v le t ad am ı» d iy e g e çe cek tir.

O; in k ılâ b ta rih in e, « T ü rk iy ed e v e Ş a rk ta g e c e y i gü n d ü z, c e h ­ li ilim , g e r iliğ i y en ilik , m a ziy i istik b a l y a p a n em sa lsiz m ü ced d id , eşsiz in k ılâ b c ı» d iy e g e ç e c e k tir .

B u k a d a r b ü yü k m e z iy e tle r i o la n b ir « D eh â » h iç ölür m ü? H iç b ir ölüm , onu ö ld ü rem ez. A rtık , A tatü rk ü g ö rem iy ecek le ri için g ö zlerim iz a c ı g ö zy a şla rı d ö k erk en m illî şuurum uz, m illî v ic d a n ım ız, m illî v a rlığ ım ız on u n la m eşb u d u r v e on u n h atırala- rile, onun e serlerd e y a şıyor. T ü rk iyen in sa n ca ğ ın d a , ta şın d a , to p ­ ra ğ ın d a , h a v a sın d a , g ü n eşin d e, onu h isse d iy o r ; onun e b e d î var­ lığ ın ı d u yuyoruz, on u n la b era b er y a şıy o ru z v e y a şıy a c a ğ ız .

A ta tü rk ten a y rılm an ın b ü yü k a cısı y ü rek lerim izi yak ıyor, onu, d ah a u zu n m ü d d et, b ize b a ğ ışla m a d ığ ı, B ü yü k Ş e fim iz i çok er­ k en a ra m ızd a n a ld ığ ı için ta lih v e m u k a d d era ta k ü sk ü n v e k ız ­ g ın ız . İstırab ım ız bü yük tü r; fa k a t onun y a ra ttığ ı b ü yü k eser, en b ü yü k ü m id im iz, en b ü y ü k k u v v etim izd ir. O, k u rd uğu Cum­ h u riyeti b iz e em a n et etti. E m a n etin i m u k ad d es bir b ayrak g ib i

d aim a yü k sek , d a im a d a h a y ü k se k tu ta ca ğ ız.

Y u rd d aş, a ğ la , a cı d u y; fa k a t u n utm a k i A tatü rk , ö lm e z Türk m ille tin in ruhunda, e b e d î Türk m illetin in v a rlığ ın d a Ölmez, eb e­ d î h a y a tın ı ya şıyor.

A B İD N D A V E R

Atatürkü vı

Hayatı

Kemal Atatürk 1881 de Selânikte dünyaya geldi. Babası, evvelce gümrük memuru iken bilâhare ticaret hayatına intisab ederek kereste tacirliğile meşgul olan A li Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanımdır. Babası, ona, kısaca Mustafa adını vermişti.

Mustafa, A li Rıza Efendinin bir tek ve sevgili oğlu idi. Fakat babası, onu çok küçük yaşta yetim bırakarak öldü. Tarihin Atatürkünü, anası Zübeyde H a ­ nım büyütmüş ve yetiştirmiştir.

D aha babasının sağlığında, M ustafa mektebe gitmek çağına gelmiştir. Ancak ortaya bir ihtilâf çıkmıştır. Bizzat kendi­ sinin anlattığına göre, annesi onun İlâhi­ lerle mahalle mektebine gitmesine, babası ise, yeni açılan ve yeni usul üzere tedri­ sat yapan Şemsi Efendi mektebine de­ vam etmesine taraftardır. Nihayet A li Rıza Efendi bir hal şekli buluyor. Mus­ tafa evvelâ İlâhilerle mahalle mektebine götürülüyor ve oradan da Şemsi Efendi mektebine naklediyor.

A li Rıza Efendi ölünce M ustafa an­ nesi ve kardeşile beraber dayısının yanı­ na yerleşiyor. A tatürk bu devreyi şöyle anlatıyor: «Dayım köy hayatı geçiriyor­ du, ben de bu hayata karıştım. Bana va­ zifeler veriyor, ben de bunları yapıyor­ dum. Kardeşimle birlikte bakla tarlası­ nın ortasında bir kulübede oturduğumuzu ve kargaları kovalamakla uğraştığımızı unutmam. Çiftlik hayatının diğer işlerine de karışıyordum. Böylece biraz vakit ge­ çince annem, ben mektebsiz kaldığım için endişeye başladı. Nihayet Selânikte bu­ lunan teyzemin evine gitmeme ve mekte­ be devam etmeme karar verildi. Selânik Mülkiye Rüştiyesine kaydolundum.»

Bu mektebde, bir arkadaşile arasında hâdise oluyor ve arabca hocası kendisine fena muamele ettiği için Mustafa burasını

E ğer m illetim izin ek seri­

y eti azim esi ç iftç i olm asay­

dı biz bugün yeryüzünde

bulunm ıyacaktık.

bırakıyor ve Askerî Rüştiyesine giriyor. M ustafa Kemalin zaten ötedenberi as­ kerliğe karşı sevgisi ve üniformaya iştiya­ kı vardır. Annesinin askerlikten çekinme­ sine rağmen bir emrivaki yapıyor, gizlice imtihan vererek Askerî Rüştiyeye kay­ dolunuyor.

Bu mektebin ikinci sınıfında M ustafa, çok yüksek zekâ eserleri göstermeğe baş­ ladı. Tahsisen riyaziyede büyük kabili­ yet gösteriyordu. Nihayet bir gün riya­ ziye hocası ona şunları söyledi:

«— Oğlum, senin adın M ustafa; be­ nimki de. Bu böyle olmıyacak, arada bir fark bulunmalı. Senin ismin bundan son­ ra M ustafa Kemal olsun!»

M ustafa Kemal buradaki dört senelik tahsil hayatını hep bu kemal tezahürleri- le geçiriyor, zaman zaman hocasına ve­ kâleten muallimlik bile ediyor. Mektebi bitirince M anastır Askeri idadisine giri­ yor. Bir tatil zamanında, gizlice Frerler mektebine devam ederek fransızcasını kuvvetlendiriyor.

Atatürk, burada edebiyata merak edi­ yor. iyi yazı yazmak, iyi söz söylemek istidadlarını kuvvetlendiriyor.

Manastır idadisinden İstanbul H arbi- yesine geçti. 1901 de burasını, 1905 te Erkânıharbiye mektebini bitirdi ve yüz­ başı rütbesile orduya iltihak etti. Onun H arbiyede hocaları ve arkadaşları ara­ sında bıraktığı tesir büyüktür. Gene M ustafa Kemal ilim ve fennin, şiir ve edebiyatın, vakar ve haysiyetin bir timsali olarak temayüz etti, yükseldi. Harbiye- nin 1934 te, yüzüncü yıldönümü kutlu- landığı zaman, her yılın bir yıldızla işa­ retlendiği meşhur kütükte, Atatürkün neş’et ettiği 1901 senesi bir ayla temsil olundu.

M ustafa Kemal, bilhassa erkânıhar - biye sınıflarında iken vatan ve millet iş­ lerde çok alâkadar olmağa ve kalbinde­ ki vatanperverlik duygulan filî sahaya inkılâb etmek feveranını göstermeğe baş­ lamıştır.

H ürriyet taraftarlığı Sarayın dikkat

Büyük Şefin hayatı baştanbaşa

^ 9 f j * >

muvaffakiytler, zaferler ve

mucizelerle doludur

ve endişesini çekti, M ustafa Kemal Yıl­ dız sarayına götürülerek günlerce istic- vab edildi ve bir vazife ile Şama sürül­ dü.

Suriyede milletin hayatını daha ya - kından görmeğe, saltanat ve istibdadın kahrını daha iyi anlamağa imkân buldu. Mücadeleye girişmek zamanının hulul ettiğine karar vererek 1906 da (V atan ve H ürriyet cemiyeti) ni kurdu. Teşek­ küle, çok yakın bazı arkadaşlarını almış­ tı, gizli olarak çalışmak ve milleti hazır­ ladıktan sonra bir ihtilâl yaparak istib­ dadı devirmek gayesini güdüyordu.

Kısa bir müddet sonra, Mısıra, oradan Yunanistana gitti, gizlice Selâniğe geçe­ rek fikir ve ideal arkadaşlarile konuştu ve cemiyetin orada da faal bir şubesini kurdu. 1907 de kolağalığa terfi edince.

bir yolunu bularak vazifesini Makedon- yadaki 3 üncü orduya naklettirmeğe mu­ vaffak oldu. Burada (V atan ve H ürri­ yet cemiyeti) ni de içine almış olan (Itti- had ve Terakki) cemiyetile çalışmağa başladı. Vatanperver zabitlerle, hürriyet âşıkı gençlerle yapılan elbirliği süratle genişledi ve Sultan H am id tehdid edile­ rek ikinci Meşrutiyet 1908 temmuzunda ilân ettirildi. 31 mart vak’asını müteakıb H areket ordusu fikrini ve îstanbula yü­ rüyüş plânını M ustafa Kemal hazırladı. Yeni idare sağlamlaştfktan sonra Mus­ tafa Kemal kendisini gene orduya has­ retti. Gene kolağası askeri vazifesinde, talim ve terbiye işlerinde, harb oyunları ve manevralarda o kadar yüksek bir kud­ ret gösterdi ki büyük küçük bütün zabit­ ler, bütün askerler M ustafa Kemale hay­

L « §

Atatürk Yalovada bir isitralıat anında

ran oluyorlardı. F akat sevenleri kadar düşmanları da vardı. Aleyhine o kadar çok raporlar gönderildi ki nihayet H a r­ biye Nezareti tehlikeli saydığı kolağasım İstanbul Erkânıharbiyei Umumiye da - iresine memur etti.

Bir müddet sonra Trablusgarb harbi patlamıştı. Büyük vatan evlâdı yerinde, hareketsiz kalamazdı. Birkaç arkadaşile Trablusa gitti, Tobruk’ta kıt’aları ha - zırlıyarak Italyanlara karşı bir muvaffa­ kiyet kazandı. O radan D erne’ye geçti ve kumandanlığı ele aldı. Bu sırada rüt­ besi de binbaşılığa çıkarılmıştı.

Balkan Harbinin patladığını orada işitti. A rtık Trablusta yapılacak bir iş kalmamıştı. Mısır ve Avrupa yolile İs- tanbula döndüğü zaman feci mağlûbiyet tahakkuk etmiş bulunuyordu. O rduda hizmet istedi. Akdeniz Boğazı Müretteb Kuvvetleri H arekât Şubesi Reisi oldu. Edirnenin istirdadile neticelenen ileri ha­ reket plânını hazırladı. Bu arada Bo - ğazların müdafaa şartlarını da tetkik ve tesbite imkân buldu.

Biraz sonra Sofya ataşemiliterliğine tayin edildi ve 1914 kânunuevveli sonu­ na kadar orada kaldı.

Büyük H arb patlayınca, kendisine faal bir hizmet verilmesini istedi. Onun yüksek kudretini bilen ve kıskanan Baş­ kumandanlık uzun tereddüdlerden sonra, Tekirdağında teşekkül edecek bir fırka­ nın kumandanlığına tayin etti. M ustafa Kemal mevhum fırkayı bir ay zarfında teşkil etti, yetiştirdi ve muharebeye hazır hale getirdi. Arıburnu - A nafartalar - Ece limanını muhtevi M aydos mmtakası kumandanlığı kendisine verildi. 1915 te düşman kuvvetleri Boğazlara yüklenin - ce, Arıburnunda askerî dehasının ilk ese­ rini gösterdi ve düşmanı sahile mıhladı. M ustafa Kemal A nafartalar müdafaası ve zaferile düşmanı mağlûb etmiş ve memleketi kurtarmıştır.

Rütbesi mirlivalığa yükselen Çanak­ kale kahramanı, evvelâ Yedinci O rdu

kumandanlığına, bilâhare Yıldırım O r - duları G rupu Kumandanlığına tayin o- lundu. Suriye ve Irakta muharebe kaybe­ diliyor, lâkin dâhi kumandan M ustafa Kemal, noktai nazarını ve tavsiyelerini Başkumandanlığa kabul ettiremiyordu. Artık yapılacak bir iş kalmamıştı. H arbi kaybettik ve mütareke oldu.

îstanbula dönen M ustafa Kemal, İm­ paratorluğun yıkılmakta olduğunu göre­ rek milleti kurtarmak için plânlarını ha­ zırladı. Ferid P aşa kabinesi zamanında, Karadeniz kıyılarındaki Pontos Rum eş­ kıyalarını tedib bahanesile, Üçüncü O r­ du Müfettişliğini üzerine aldı.

19 mayıs 1919 da Samsuna çıktı. Bu, yeni Türkiyenin kuıjuluş tarihinin baş­ langıcıdır. Erzurum ve Sivas kongreleri­ ni toplıyarak milleti, kurtuluş mücadelesi fikri etrafında topladı ve Osmanlı ordusu kumandanlığından istifa etti ve bir ferdi millet olarak bu hareketin başına geçti. 23 nisan 1920 de A nkarada Büyük Millet Meclisi ve hükümeti kuruldu. Yavaş yavaş kuvvetli bir ordu teşkil eden M ustafa Kemal, İnönü ve Sakarya za­ ferlerinden sonra, 1922 de, Dtımlupınar- da düşmana kat’î darbeyi indirdi ve müs­ tevliyi 9 günde, Izmirde Akdenize dök­ tü.

A yni sene sonbaharda saltanat kaldı­ rıldı, bir sene sonra 29 birinciteşrin 1923 te Cumhuriyet ilân olundu ve Başku - mandan Gazi M ustafa Kemal, Reisi - cumhurluğa seçildi.

A rtık bu tarihten sonra, Atatürkün İç­ timaî hayatımızdaki büyük inkılâbları başlamıştır.

Büyük Şefin hayatı baştanbaşa mu - vaffakiyetler, zaferler ve mucizelerle do­ ludur.

Biz T ürkler bütün tarihî

h ayatım ızca hürriyet ve is­

tik lâ le tim sal olm uş bir m il­

letiz.

(4)

Büyük Önderin rahatsızlığı salı günü akşamı saat 6,5 ta

birdenbire vahim bir hal almış ve artık bütün gayretlere

rağmen mukadder akıbetin önüne geçilememiştir

A ziz Cumhurreisimiz, A tatürkün ölü­ müne takaddüm eden günlerden itibaren son nefeslerini verdikleri dakikaya kadar bütün Türk milleti, derin, fakat sakin ve vakur bir ıstırab içinde idi.

Neşredilen ilk tebliğde de tasrih edildi­ ği gibi, Atatürk, karaciğerinden hasta idi. Geçen şubat sonlarında, sureti mahsusada davet edilen Fransız profesörü Fisenje, Atatürkü ilk muayenesinde, kendilerini tedavi eden hekimlerimizin teşhisinde isa­ bet görerek, ona göre m üdavata devam edilmesini tavsiye etmişti. Profesör Fisen­ je, bundan sonra memleketimize üç defa daha gelmişti. Fisenje’den başka, Viyana- dan gelen H . Epinger, Berimden gelen Fon Bergman isimlerindeki profesörler de, müteaddid konsültasyonlar yapmış - lardır.

Geçen temmuzun 30 uncu günü rapor­ larda isimleri zikredilen hekimlerimiz, ilk defa olarak bir konsültasyonla Büyük Şefin o zamanki sıhhî vaziyetlerini tesbit etmişlerdi. Bundan sonra, müdavi ve m ü­ şavir doktorlar hastalığın seyrini bir an takibden hâli kalmamış ve Büyük hasta­ nın başından son dakikaya kadar ayrıl - mamışlardır.

Hastalık mutad seyrinde devam eder­ ken, 16 teşrinievvel pazar günü anî suret­ te hazmî ve asabî bazı tehlikeli araz baş- göstermiştir.

Atatürk, bu ilk tehlikeyi bünyesinin sağlamlığı ve emsalsiz enerjisile birkaç gün süren bir buhran devresinden sonra, atlat­ mıştı. Fakat, hastalığın seyrini durdurma­ ğa imkân yoktu. Büyük Şefimiz, gün gün­ den, erimekte idi. Kendisine, son zaman­ larda, gıda olarak ancak bir miktar süt­ le portakal ve elma suyu ve arada bir çor­ ba verilebiliyordu.

İlk krizden sonra, hastalık seyrine de­ vam etmekle beraber, Atatürkün sıhhî va­ ziyetinde hissolunur bir salâh kaydedil­ mekte idi. Bu salâh, onun bir dakikalık hayatı için, ömürlerinin birkaç senesini fe­ da etmeyi seve seve göze alan, Atatürk çocukları için, açık bırakılmış bir ümid kapısıydı. Fakat ne yazık ki, çok geçme­ den bu kapının da kapanması mukadder­ di.

Atatürkün sıhhî vaziyeti, son defa, ge­ çen salı günü akşamı (8 teşrinisani) saat 6,30 da, birdenbire vahim bir şekle gir­ miştir. Bundan bir saat evvel, kendilerine bir miktar meyva suyu içirilmişti; neş’esi yerinde görünüyordu. Fakat, bir müddet sonra, hafif bir bulantı hissetmeğe başla­ dı. Bu bulantı tedricen artmış ve Büyük hasta kendisini kaybederek komadan ev­ velki vaziyete girmişlerdir. Çarşamba gü­ nü (9 teşrinisani) hastanın halindeki va­ hamet artmakta devam etmiştir. Gece yak­ laştığı sırada, A tatürk tam koma devresi­ ne girmişti.

H asta etrafındakilerin hiç birini tanı­ mıyordu. Son saatleri yaklaştığı zaman, bütün müdavi ve müşavir tabibleri, başu- cunda idiler. Teneffüs bir aralık son de­ rece sıklaşarak evvelâ 40 a kadar çık­ mış, bir müddet sonra, tedricen 33 e inmiş­ ti.

O Büyük Adam , dakikadan dakikaya ağır ağır sönüyordu.

Nihayet, bütün maddî varlıklara niha­ yet veren insafsız ve âmansız ölüm, yata­ ğında, ıstırabsız ve dalgın uyur gibi görü­ nen büyük ve eşsiz insanı, aramızdan çe­ kip aldı.

Saat, sabahın dokuzunu çaldığı zaman, A tatürk son dakikalarını yaşıyordu. Beş

T ek bir şe y e ihtiyacım ız

vardır: Ç alışkan olm ak. S er­

vet ve onun n eticei tabiiyesi

olan refa h ve saad et yaln ız

ve an cak çalışkanların h ak­

kıdır.

dakika sonra herşey bitmiş, A tatürk göz­ lerini hayata kapamıştı.

Irtihallerinden bir saat kadar sonra Sıh­ hî Müze M üdürü Dr. Nuri saraya gelerek Atatürkün yüzünün ve ellerinin mulajla­ rını almıştır.

M üdavi ve müşavir hekimlerden, yal­ nız Profesör Neş’et Ömer İrdelp sarayda kalmış, diğerleri, dün öğleden sonra, evle­ rine dönmüşlerdir.

Hekimler, bu sabah, saat dokuzda, tek­ rar toplu bir halde saraya giderek, A ta ­ türkün na’şını usulen son bir muayene­ den geçireceklerdir.

Bu muayeneyi müteakıb na’şın tahnit e- dilmesi muhtemeldir.

Millî matem ilânı ve büyük cenaze me­ rasimi için A nkarada hazırlanan progra­ mın bugün Vilâyete tebliğ edilmesi bek­ lenmektedir.

İstanbul, fe lâ k e ti nasıl ö ğ ren d i?

Büyük Şefimiz Atatürkün yürekler sızlatan ölümüne aid kara haber dün sa - bah, şehir içinde, yıldırım süratile her ta­ rafa yayılmıştı. Saat daha on bire varma­ dan, İstanbul bir anda matem havasına büründü. Yalnız caddelerde, değil, iç so­ kaklarda bile, yarıya kadar çekilmiş bayraklar, taraf taraf göze çarpmağa baş­ ladı.

İlk ve orta mekteblerin kapıları hınca - hmc kalabalıktı. Çocuklar, yarıya kadar çekilen bayrakların önünde toplanmışlar­ dı. İçlerinde teessürlerini zaptedemiye - rek hüngür hüngür ağhyanJar çoktu. Zaten, gözlerde ağlamıyanlar da özlerde için için ağlaşmakta idiler.

Saat on üçe doğru, gazetelerin çıkar - dıkları ikinci nüshalar, görülmemiş bir te­ halükle halk tarafından yağm a edilircesi- ne kapışılıyordu. Ömründe, belki hiç ga­ zete almıyan kimselerin, sokak başların­ da, gruplar halinde toplanarak, nemli gözlerle Büyük Şefin ölümünü bildren resmî raporları hecelemeğe çalıştıkları gö­ rülmekte idi.

Bütün İstanbul teessürün en yüksek derecesile, adeta kendinden yarı geçmiş bir halde idi. Sinema, tiyatro, ve diğer eğlence yerleri büyük mateme hürmeten kapılarını kapamışlar, afişlerini indirmiş­ ler, resimlerini kaldırmışlardı.

Caddelerde, fevkalâde günlere mahsus bir kaynaşma vardı. F akat bu sakin, mus- tarib bir kaynaşma idi. Kalabalık arasın­ da, gülümsiyen bir tek çehreye tesadüf edilmiyordu. El sıkışmalarda, açık bir tarziye manası vardı.

Bilhassa gençlik kütleleri arasında te - essür, son derece fazla idi. Universi - teden başlıyarak lise, orta ve ilk - mekteblere kadar, bütün irfan muhiti, ta­ rif edilmez bir teessür ve heyecan içinde kalmıştı.

İlkmekteblerin dağılma saatinde, her- gün gülüşerek, şakalaşarak, kol kol evle­ rine döndüklerini gördüğümüz çocuklar, dün bütün çocukluk neşelerini kaybetmiş­ lerdi. Mekteb kapılarında, başbaşa verip, ağlaşan yavruları görenler de, kendilerini tutamayıp, gözyaşlarına serbest bir cere­ yan veriyorlardı. Seyyar satıcılar bile, bu büyük ve millî matem karşısında seslerini kısmışlardı.

Bir çok mekteblerde, öğleden sonra, ders okutulmamış, öğretmenler, çocukları etrafına toplıyarak onlara, Atatürkün ö- lümünden duydukları derin heyecanı tes­ kin ve teselli edici sözler söylemişlerdir.

Duçar olduğumuz büyük zıya karşı - smda, bütün ecnebi sefarethaneler, kon - soloshaneler ve ecnebi tabiiyetinde bulu­ nan müesseseler, bayraklarını yarıya ka­ dar indirerek millî matemimize iştirak et­ mekte idiler.

Şehir tramvaylarından birinde halkın teessürü

İki gene mektebli kızın zaptına muvaffak olamadıkları gözyaşları

Anadolu Ajansından en son bülteni Yarı inik bayraklarile bir ecnebi

almak istiyenler müessese binası

Dün, Dolmabahçenin kapalı kapısı önünde bir intiba

Ankaradaki diplomatlar

heyeti Hariciye Vekili­

mizin nezdinde

Ankara 10 (a .a .) — B u gü n saat 17 de Hariciye V ekili D oktor A raş Ankaradaki ecnebi diplom atlarını he­ y et halinde kabul etmiştir.

D uayen bulunan E fgan bü yük el çişi ekselans Sultan A hm ed H an dip­ lomatlar heyeti nam ına atideki beya­ natta bulunm uştur:

«— B ay V ekil,

Gerek kendi nam ım a, gerekse du­ ayeni bulunduğum diplomatlar h eye­ ti v e tem sil ettiğim iz m em leketler na­ mına zatı devletinize bu büyük m a­ tem inizden dolayı derin teessürleri­ mizle sam im î taziyetlerim izi arzede- rim.

Şunu da zatı devletinize arzetmek isterim ki, bu B üyük dünya adamı­ nın zıyaı sizin m illetiniz gibi her biri­ m izin m illetini de son dereoe m ü tees­ sir etmiştir. B ütün kalbim izle bu pa- yansız kederinize iştirak ediyoruz.»

H ariciye Vekilim izin

mukabelesi

H ariciye V ekili D oktor A raş cevab olarak dem iştir ki:

«— B ay duayen, büyük elçiler, or­ ta elçiler, maslahatgüzarlar,

M üm taz m üm essilleri bulunduğu­ nuz dost m em leketler nam ına gerek kaybettiğim iz U lu Şefim iz, gerek o- nun ölm ez eseri olan T ürkiye Cum ­ huriyeti hakkında gösterdiğiniz bu derin v e m üessir sem pati tezahürü Türk m illetinin v e C um huriyet hü­ küm etinin ruhunda m enkuş kalacak­ tır.

Sam im î taziyetlerinizden dolayı bütün kalbimle teşekkür ederim.»

Y u n an istan d a teessür

A tin a , 10 ( T e le fo n la ) — T ü rk i­ y e C um hurreisi A tatü rk ü n v e fa tı h a b eri burad a d erin b ir teessü r hu­ su le g etirm iştir. M ü essif h a b er ilk d e fa olara k Y u n a n ista n m A n k a ra e lç isi ta ra fın d a n şah san B a şv ek il M. M etak sa sa te le fo n la b ild irilm iş­ tir.

A tatü rk ü n v e fa tın ı ö ğ le d e n son ­ ra h ab er a la n Y u n an g a z e te le r i der­ h a l h u su sî ta b ıla r yap m ışlar, v e Bü­ yü k D â h iy e s a y fa la r ta h sisin e b aş­ lam ışlard ır.

H a r iciy e V e k â le ti M ü steşarı M avrudi T ü rk iye e lç isi R u şen E şre­ f i z iy a ret ed ere k h ü k ü m etin in te e s ­ sü rlerin i b ild irm iştir. B a şv e k il M. M etak sas te lg r a fla T ü rk iye B a şv e­ k ili C elâl B ayara v e H a r iciy e V e k i­ li T e v fik R üştü A ra sa ta ziy e tlerin i b ild irm iştir.

B üyük D e v le t R eisin in c e n a z e m erasim in d e Y u n an h ü k ü m etin i b izza t M. M eta k sa s’m tem sil etm esi k u v v etle m u h tem eld ir. Y u n an Er­ k ân ı H arb iye R eisi P a p a g o s, Y u n an ordusunu tem sil ed ece k tir.

S elâ n ik v a lisi, B a şv ek il C elâ l B a ­ yara te lg r a f çek erek U lu Ş e fin d o ğ ­ d uğu şehir h a lk ın ın son su z k ed e r i­

n e tercüm an olm uştur.

D ünyada

her kavm ın

m evcu d iyeti, k ıym eti, h ak ­

hürriyet

ve

istik lâli,

m alik old uğu ve y a p a -

ca ğ ı m ed en î eserlerle mü-

tenasibdir. M edenî eser vü-

cude getirm ek k ab iliyetin -

d en m ahrum olan kavim ler

hürriyet ve istik lâllerin d en

tecrid olu nm ağa m ahkûm ­

durlar.

Diin neşrolunan tebliğ

İstanbul 10 (a .a .) — Türkiye Cum huriyeti hüküm etinin resmî tebliğidir:

M üdavi v e m üşavir tabibleri- nin neşredilen son raporu A ta­ türkün dünyaya gözlerini kapa­ dığım bildirmektedir.

Bu acı hâdise ile Türk vatani B üyük Yapıcısını, T ürk milleti Ulu Şefini, insanlık B ü yü k evlâ­ dını kaybetti. M illetim ize içim iz yanarak bu tarife sığm ıyan ziya­ mdan dolayı en derin taziyeleri­ mizi sunarız.

Kederlerimizin tesellisini an­ cak v e ancak onun büyük eseri­ ne bağlılıkta v e aziz vatanim izin hizm etinde ararız. Şurasini da herseyden ev v el beyan etm eliyiz ki ölm ez olan onun büyük eseri . Cum huriyet Türkivesidir.

H üküm etiniz, içinde bulundu­ ğum uz bu m ühim anda bugüne kadar olduğu gibi dikkatle vazife başındadır. M üesses olan nizam ı ve vaziyeti idam e hususunu, bü­ yük Türk m illetinin hükûm etile tek vücud olarak teyid v e temin edeceğine şüphe yoktur.

Teşkilâtı esasiye kanununun 3 3 üncü m addesi m ucibince B ü­ yük M îllet M eclisi R eisi Abdül halik Renda Reisicum hur vekâ­ leti vazifesin i deruhde etm iş v e ifeva başlamıştır.

G ene Teşkilâtı esasiye kanu­ nunun 3 4 üncü maddesi m uci­ bince B ü yü k M illet M eclisi der­ hal yen i Reisicum huru intihab edecektir.

Türkiyenin en büyük maka­ mına Teşkilâtı esasiye kanunun^ ıröre gerecek zatın etrafında h ü ­ kûm etile, senh ordm ile v e bütün k u vvet’!» Türk milleti sarsılmaz bir varilk olarak toplanacak v e yükselm esine devam edecektir.

Bindin avn h ğm a ağladığım ız Rim ük Ş efim iz A tatürk her va­ kit Türk m illetine güvendi. Eser­ lerini bu püivenle yautı. İdamesi esbabını da istikma! ederek güven k» büvfîk m îlletim ize bıraktı. Ebedî Türk m illeti onun eserle­ rini cV d iv etîe yaşatacaktır. Türk

» e n d ’üî o n u n kıy m etli vediası o-

lan 'l’ürkive Cum huriyetini da­ ima komıv»cab v e 0 nun izinde

• • • • l a *

Vlri» ^ m 40 »-f -ı

Kemal Atatürk, Türkün tari­ hinde v e gönlünde daima yaşıya-

çaktır.

Diplomatlar heyetinin

teessürü

Ankara 10 (a .a .) — Haber alındı­ ğına göre, duayen bulunan E fgan bü­ yük elçisi ekselâns Sultan A hm ed H anın riyasetinde toplanan ecnebi devlet m üm essilleri, bugünden itiba­ ren cenaze m erasim inin hitamına ka­ dar ziyafet verm em eyi, kabul resim ­ leri yapm am ayı, elçiliklere yarı bay­ rak çekm eyi v e teessürlerine bir nişa­ ne olm ak üzere, bu akşam İstanbul- dan avdet etm ekte olan Başvekil Ce­ lâl Bayarı İstasyonda h eyet halinde karşılamayı v e B . M. M eclisinin ya ­ rınki toplantısında da bulunm ayı ka­ rarlaştırmışlardır.

Ecnebi mümessillerin

ta ziyetleri

A nkara 10 (a .a .) — M em leketi • m izdeki bütün ecnebi devlet m üm es­ silleri Hariciye V ekili D oktor R üştü Arasa, m illî m atem im ize sam im î işti­ raklerini bildiren taziyet m ektublan göndermişlerdir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Ortak eylemlilik anlam ında alınan bir diğer önemli karar da geçen sene üçüncüsü düzenlenen Karaburun Bilim Kongresi'nde kentlerde olan bitene odaklanacak, ortak

Akut hepatit B tablosunda iken fülminan karaci¤er yet- mezli¤i geliflen iki olgu, hepatik ensefalopati, beyin ödemi ve koagülopati gibi, destek tedavisine ek olarak, antiviral

Kocaeli Üniversitesi T›p Fakültesi Hastanesi’nde ilk VRE izolasyonunu takip eden hafta içerisinde bir gün bo- yunca, YBB ve cerrahi servislerde yatmakta olan 49 hasta ile

After surname, superscripted as- terisk (*) should be placed and information regarding the author(s) must be written in Times New Roman 10 point and single line space that should be

TAYLAN, Muhammet, (1999), Kehf Suresinde Anlatılan Kıssaların Tarihi Edebi ve Dini Açıdan Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal

Işık sayesinde yüzeyden elektron kopma- sının ne kadar hızlı geliştiğini detaylı bir şekilde anlamak için attosaniye (10 -18 saniye, 0,000000000000000001n. saniye)

Yakın zamanda uzaya gönderilen Parker Solar Probe ve Solar Orbiter uzay araçla- rından elde edilecek gözlem verileri sayesinde, yıldızımıza daha yakından bakarak,

Ancak, İtilaf Devletlerine olan savaştan önceki borçların ödenmesi ve uygun bir savaş ödentisinin verilmesi için gereken denetimin Türk egemenliği ilkesiyle