_____________________________
' 7 7 S Ş L 7 cJ h J
'
AVNi ARBAŞ
aradığı
Sevgiliyi bulmuş
A v n i A rb a ş u z u n s û re n b ir h a s r e ti
sanatçı d o s tla
r ıy la g id e r ir k e n : (s o ld a n s a ğ a ) C e n g iz T a c e r (k a
m e ra m a n , fo t o ğ r a f s a n a tç ıs ı) , M e h m e t U lu s o y
( tiy a tr o s a n a tç ıs ı) ,
A v n l A rb a ş , F e r it E dgO (ya
z a r,
yayım cı ve Z e y n e p O ra l.
Zeynep ORAI
kucakladı...
â
LM A LA R IN en lezzet lisi yasak olanıdır. Sev gililerin en güzeli uzak taki, aşkların en büyüğü kavu- şulamıyanı... Saçlarına ak düş müş, ağzından piposu, bakışla rından sıcaklık eksik olmayan bir adam, bir süredir, sevgile rin, aşkların en büyüğünü en güzelini yaşıyor....Ünlü ressam Avni Arbaş ve İsta n b u l'd a n süz ediyorum . Otuz yıl süren bir ayrılıktan sonra, eski bir dosta kavuşur gibi, aranan sevgiliyi bulur gibi, üzlenen vuslata erişir gibi, Avnl Arbaş da İstanbul’a kavuştu, İstanbul’u buldu, İs tanbul’u kucakladı...
BİR BURS VE PARİS
Otuz yıldan JŞnceydi, Güzel Sanatlar Akademisinde Leo- pold Levy’nin öğrencisi oldu ğunda, günün birinde Fransız hükümetinden bir burs kaza nıp, bir yıllık eğitim için Paris’e gittiğinde. Resim sanatına vur gun olanlar için Fransa'nın tek seçeneği Paris'di. Tüm ressam ların, derde ressam olacakların rüyası, Paris... Avnl Arbaş Paris’i, Paris'teki yaşamını, sanatını, eğitimini, coşkusunu, sevgilerini bir yıla sığoıramadı. Bir yıl oldu iki yıl. Sonra üç, sonra dürt, beş, altı... Bilinçli alınmış bir karar değildi Paris' te kalmak. Çalışmalar, ilişkiler, kopamamalar, koşullar, neden ler, çünküler, gerekçeler, etki ler, tepkiler, zorunluluklar.... Tam otuz yıl, bir yandan hasretle yandı tutuştu, bir yandan da Paris'teki binlerce ressam arasında yok olup git meden, dimdik durup, kendini kabul ettirmesini bildi.
kavuştu, İstanbul'u
gibi, İstanbul'a
PARİS'TE 30 YILDIR ÇALIŞAN VE
MESLEĞİNİ DİMDİK AYAKTA TUTAN
ÜNLÜ RESSAM, «EN BÜYÜK AKILLILIĞIM
HİÇ BİR EKOLE BAĞLI KALMAMAK
OLDU» DİYOR VE OCAK'TA
SERGİ AÇACAĞINI MÜJDELİYOR
A v n l A rb a ş 'ın r e s im le r in i b ile n le r g ö r m ü ş o la n la r a n ım s a y a c a k la r: S ık
s ık , d ü n y a y a İ lg iy le b a k a n k o c a m a n g ö z le ri, o la ğ a n ü s tü m u n ta z a m
yüz ç iz g ile r i o la n b ir k ız ç o c u ğ u n a r a s tla n ır b u n la rd a . T o ru n u D e ry a '-
d a n b a ş k a s ı d e ğ ild ir b u .. . İş te ş im d i b ir e li D e ry a ’d a , b ir e li İs ta n
b u l ’d a , k e n ti y a ş ıy o r, k e n ti s o lu y o r A v n l A rb a ş . Ç e n g e lk ö y ’d e k i ç a r
ş ıd a , s a n a tç ın ın a k lın ı ve d e g ö n lü n ü ç a la n ,d o m a te s in , fa s u ly e n in ta
d ı m ı d e r s in iz y o k s a k ırm ız ıs ı, y e ş ili m i. . . .
DİMDİK
DURABİLMEK
Bu “ dimdik durabilmeyi’’ ölümünden çok kısa bir süre önce Bedri Rahmi Eyüboğlu şöyle dile getiriyordu:“ Onu (Avni Arbaş’ı) dimdik ayakta tutan, mesleğine besle diği sonsuz sevgi ve doğa ile kurduğu dörtbaşı mamur dost luk olmuştur.” ... Ve yine “ A v ni’nin özelliklerinden biri de konularını boya kutusunda de ğil, yüreğinde ve kafasında her saniye beraberinde taşıması dır....”
İşte şu günlerde “ konulan, yüreğinde ve kafasında", “ do ğa ile dörtbaşı mamur dostlu ğu” İstanbul’un taşı toprağı, suyu havası, yeri göğü ile sürdürüyor Avni Arbaş. Kâh Kanlıca’da, kâh Kalamış’ta, kâh Çengelköy’de, kâh Köpril- altında. Daracık yokuşlan inip çıkıyor, Boğaz’da balık tutma ya yelteniyor. Dostlan “ İzma rit bunlar, olta atmaya değ mez” dediler mi, öfkeleniyor, “ bunlar balığı bile kanıksamış- lar” diye. Sonra en az İstanbul kadar sevdiği, yanından ayır madığı torunu Derya ile elele dolaşıyor “ daha doğmadan ön ce onun resimlerini yapmıştım” diyerek. Eski dostlarıyla karşı laşınca sanki yeni ayrılmış, aradaki yıllar hiç yaşanmamış gibi çocuklaşıveriyor. Sonra anılara geçiyor: Bir Anadolu' dan, bir Fransa'nın güneyin den, bir İstanbul’dan bir Pa ris’ten...
EN BÜYÜK AKILLILIK
“ Paris'e ilk gittiğimde en büyük «kıllı lığım be İH bir ekole bağlanmamak oidn.... Çeşitli ressamların atölyelerinde çalış tım. Genellikle her biri, öğren cilerinden tıpkı kendi yaptığı gibi resim yapmasını istiyordu. Bu nedenle çok ressamın yanın da kalmadım. Bir iki deney yetti” diyor. (Deneylerden biri Fernand Leger'leym iş.) Kral dan çok kralcı öğrencilere kızı yor, sonradan öğretmenlerin “ keşke her söylediğimi dinie- meselerdi” diye nasıl yakındık larını anlatıyor... Sonra savaş sonrası Paris’te nasıl tüm re sim, edebiyat, tiyatro, müzik akımlarının içiçe kaynaştığını, genç sanatçıların sonsuz ve yoğun çoşkularmı, egzistansi yalizm, sürrealizm, devrimci , sürrealizm, lettrizmi ve bunların getirdiği yaşamı, artık yitiril miş bir dönemi... Oysa bugün iki ressam karşılaştığında iliş kinin “ Satıyor musunî” “ Kaç resim sattın?” "Kaça?"dan öte ye gitmediğini belirtiyor.. Son ra kendini anlatıyor: “ Herhan gi bir akıma kapılmaya kişili ğim elverişli değildi. Doğaya karşı gelmek gibi bir şey olurdu. Çünkü akımların tümü elmanın yarısı, diğer yansı benim kişiliğim, içimdeki biri kim. Türkiye, Anadolu, Doğu. Ancak bu birikimin üzerine bir şeyler inşa edebilirim. Bun ların tümünün sentezinden ya rarlanabilirim." diyor. Sonra bir de mutlu bir haber veriyor Avnl Arbaş’ın son çalışmalarını nihayet görebileceğiz: Ocakta sergi açacak. ,
Bütün bunları söylerken, an latırken K a n lıca ’d ayız. Bo- ğaz'a, akıp giden suya, dimdik duran Hisar'a. maviye, yeşile, lâcivert« bakıyor. Yüreğinde otuz yılın ağırlığı, soruyor: "Söyleyin İstanbul'da mıyım? Gerçek mi bu, yoksa düş mü?"
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi