• Sonuç bulunamadı

Franz Liszt'ın Perukası ve Beyoğlu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Franz Liszt'ın Perukası ve Beyoğlu"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

)

Selim İLERİ

Pazar akşam ları TRT

b irin ci

IraTialria

izlediğim iz

“İşte Beyoğhı”adlı dramatik:

belgesel, yakın

tarih im izi

bile çözümleyemeyecek durama

geldiğim izin bir belgesi

sayılabilir. Dizide Beyoğlu’nuıı

dünü ve bugünü bir arada,

diyalektik bir akışla

yansıtılm ak isteni3r0r.Hk

bölümde her nedense uzun

uzadıya oyuncak otomobiller

gösterildi. Bir de Cahide

Sonku’yu canlandırmak

ereğindeki sanatçının,

Srürüjrüşte, davranışta,

oturup kalkışta onu hiç mi hiç

andırmıyorsa, oyunculuğu

nerede kalıyor?

Haziran 1847 Cuma günü Büyükdere'- deki Franchini Köşkü salonlarında Franz Liszt konser verir. Saray benzeri köşk, çayırlığın yanında, Büyükdere koyu üstündedir. Daha sonra Hubasch'ın evi olur.

Müzikal matinede Liszt, Norma opera­ sından motifler, Chopin'in Mazurka'sını, Schubert'in melodilerini de çalar. Biletler Avrupa Oteli'nde satışa sunulmuş, konser günü Franchini Köşkü girişinden de temin edilebilmiştir. Konser çok başarılı geçer.

Franz Lişzt İstanbul'da Beyoğlu'nda kal­ mıştır. Eski İnsanlar Eski Evler yazarı Said N. Duhanî, büyük sanatçıyı piyano yapım­ cısı, usta Mösyö Alexandre Commendin- ger'in misafir ettiğini söyler. Nuruziya So- kağı'nda 19 numaralı ev. Duhanî, saptayım- larını sürdürüyor:

“Commendinger'lerin çatısı altında az kalsın Kamelyalı Kadın da kalacaktı. Çün­ kü Marie Duplesis adıyla bilinen Alphon- sine Plesis, Liszt'in dünyasını öylesine al­ lak bullak etmişti ki, sanatçı onunla Paris'­ ten ayrılmaya ve bir süre için sarışın sev­

gilisi Agoult Kontesi Lorley'i terk etmeye kalkmıştı. Kompozitöre sırılsıklam âşık olan Marie de onun için her şeyini terk edecek ve Almanya'ya gidecekti. Ama sa­ natçı, kızı bu düşüncelerinden vazgeçirip, özellikle Boğaziçi'ni görmek için İstan­ bul'a gitmeye ikna etti. Liszt İstanbul'a doğru yola çıkmış, Peşte'ye vardığında ise (burada buluşmayı kararlaştırmışlardı) Kamelyalı Kadın ın randevusuna gelmedi­ ğini görmüştü. Ne yazık ki, âşıklara karşı hiç de yufka yürekli davranmayan zalim ölüm genç kadını ortadan kaldırmaya ha­ zırlanıyordu. Alphonsine Plesis, Paris'te Madeleine Bulvarı 11 numarada A la Mar­ quise de Sévlgné Çikolata dükkânında öldü.”

Ne münasebet efendim! TRT birinci.ka­ naldan pazar akşamları izlediğimiz İşte Beyoğlu dramatik belgeseli, Alphonsine Plesis'i, Anna Karenina'nın hazin intiharını o kadar hatırlatırcasına, tren istasyonlarında, Liszt'e kavuşturamadan öldürüyor ve bugü­ ne kadar açıklanmamış bir ölümü dile getiri­ yordu. Liszt İstanbul'dadır; başında tüyler

ürpertici bir siyah ya da koyu kumral pe­ ruka, durmaksızın piyano çalar. Profilden görüntüsünde perukanın tarazlanmış kaba­ rıklığı, Türkiye'mizin dört bir yanına kompo­ zitörü Drakula kılığıyla tanıtmak için eşsiz bir fırsat yaratmış bulunmaktadır. Bu arada trenler geçer, durmuş lokomotiflerden bu­ harlar püskürür, Kamelyalı Kadın'ın parodisi ordan oraya, müteverrim bir sıhhat anıtı gibi salınır.

Biraz geriye dönelim. İşte Beyoğlu, Be- yoğlu'nun dününü ve bugünü bir arada, di­ yalektik akışla yansıtmak amacındadır. Di­ zinin ilk bölümünde her nedense uzun uza­ dıya oyuncak otomobiller gösterilir. Sonra sahici otomobillerin istiklal Caddesi'nde yağmurlu bir gün yol alışları saptanır. Dünkü Beyoğlu'nu ise Concordia simgeleyecektir. Bugünkü Saint-Antoine Kilisesi'nin yerinde bulunan o eski Concordia, yazlık bahçesi, kışlık salonu, yarı gizil kumarhanesiyle İs­ tanbul'da iz bırakmış, anılara geçmiş bir mekândır.

Aşk-ı Memnu'nun çapkın kahramanı Behlûl bir gece Tepebaşinda operet dinler,

(2)

Cahide Sonku Türk tiyatrosunun en ünlü yıldızıydı. Fırtınalı bir ömür sürdü. Günün birinde ünlü kalmak kaygısını bir yana bıraktı; serserice bir hayatı seçti. Bu tutumuyla çevresinin yükseliş ihtirasından intikam alır gibiydi.

'f i R U í W Í

Beyoğlu na bir dik bağlantıdır Yüksekkaldırım. Arnavut kaldırımları, basamak

basamak merdivenleri, kararmış yüzleriyle eski binaları,

Yüksekkaldırım 'ın kaybolmayan özelliklerini oluşturuyor.

YENEUEK H C M H E T *!jgSL;

bir gün Erenköyü'nde bir siyah çarşafın pe­ şine takılır; bir pazar günü de “Konkordiya” muganniyelerinden birini arabayla Maşlak'a kadar götürür. Şair Nigâr Hanım, eşi İhsan Bey'in Concordia salonlarında sabahlara dek eğlenmesinden yakınır; İhsan Bey “se­ fahat alemlerinden, içki, kadın, kumar düş­ künlüklerinden” bir türlü kurtulamamıştır. Yakup Kadri Bey, Abdülhak Hâmit'i aynı me­ kânda tanıyacaktır. Camlı kapısı açıldıkça sokağa dumanla karışık boğuk kadın sesleri dökülüşen, hep gürültülü patırtılı, keman nağmeleri biraz çatlak bir kafe-konser. Hâ- mit burada genç bir kızla ileri yaşına rağ­ men flört etmektedir... İşte Beyoğlu'nun Konkordia'sında fesi çarpılmış bir külhan­ beyi naralar atar; lüks gazino ansızın Ga­ lata balozlarına dönüverir. Birimleri arasın­ da tiyatroyu da barındırmış Concordia, bel­ geselde ağzından alevler çıkaran Hint fakir­ lerinin gösteri yeridir.

Derken koskoca bir imparatorluğun pa­ şaları, levanten balolarında boy gösterirler. Ama ne boy gösteriş! Daha çok, çocukluğu­ muzdaki 23 Nisan müsamereleri çocuk ba­ lolarına nasılsa sızabilmiş, Kızılay'dan yar­ dım gören yoksul evlatlarımızı çağrıştırmak­ tadır paşalar. Şaşkın şaşkın sağa sola bak­ makta, bir an önce karın doyurmaya çalış­ maktadırlar. İbret dolu bu sahneyi çekenler, çöksün çökmesin, bir imparatorluğun yük­ sek mevkideki kişilerine -hele hele- azınlık­ ların nasıl davrandığını lütfedip araştıra- mazlar mıydı?

I

Cahide Sonku

piyasada

Boş yere soruyorsunuz. Şenlik bitecek gibi değil. Pera Palas'ın karate filmlerinde bile görünmüş salonunda bu kez Cahide Sonku belirecektir. Kuşkusuz kendinden menkul bir Cahide Sonku. Salonun bir ucun­ dan bir ucuna hışımla yürür. Sonku'yu can­ landırmak ereğindeki oyuncudan elbette bazı beklentilerimiz olacak. Fizik benzerlik değilse de, yürüyüşte, davranışta, oturup kalkışta Cahide Sonku'yu hiç mi hiç andır- mıyorsanız, o havayı veremiyorsanız oyun­

culuğunuz nerede kalıyor.

Bir hafta sonra Cahide Sonku, Beyoğlu'­ nun arka sokaklarında, elinde mavi ispirto şişesi, düdükler çala çala dolaşıyor. Sırtın­ dan tuvaleti filan çıkarmış; fakat atkısını bo­ hem bir edayla dolamayı unutmamış. İspirto şişesiyle bekçi düdüğünün vebaliyse maa­ lesef bu satırların yazarına ait.

Bu satırların yazarı, eski bir tarihte, Cahi­ de Sonku'yu bir gece sabaha karşı mavi ispirto şişesi ve düdüğüyle görmüş; gördük­ lerini de kaleme almıştı. Düdüğün birkaç kez uzun uzadıya çalındığını belirtiyordu. Beyaz camdaki “oyuncu” Cahide bitmez tükenmez düdük öttürüşleriyle yürüdü de yürüdü. Bu arada bir sarhoş kendisinden imzalı fotoğraf istedi. Akla mantığa sığma­ yacak talep “oyuncu” Cahide'yi kızdırdı. Yine de evinin merdiveninde maziyi hatırla­ madan edemedi.

O günlerde Cahide Sonku'yu tanıyan bile kalmamıştı, değil ki gece yarısı kendisinden fotoğraf istensin!

Hayır efendim, aldanıyorsunuz. İste Be­ yoğlu'nun Cahide'sinin peşine filmciler takı­ lıyor. Evinin -Hangi ev?- penceresinde gö­ rünür görünmez kameraman ve yardımcı­ ları harekete geçiyorlar. Cahide Hanım pen­ cereyi açıp basıyor yaygarayı. Rahat bırakıl­ mayı istiyor! Sokağa, şapkayla otufak arası bir kırmızı nesne fırlatmayı da ihmal etmi­ yor tabii. Köhne evinin duvarında dev-âsâ portresi asılı durmakta; genç, güzel Cahi­ de... Cahide Sonku, asıl Cahide Hanım, ma­ zisine omuz silkip geçmiş bir yıldızdı. Kendi­ ni korumamayı erdem bilmiş bir kadının gü­ zellik yıllarını burnunun dibinden ayırma­ ması hayli yadırgatıcı.

Siz iyice baktınız mı: Cahide Sonku'nun çehresi İşte Beyoğlu'nda cüzam yaralarıy­ la delik deşik. Alkolik olduğunu bildiğimiz yıldız, meğerse cüzammış...

Tünel'den Galatasaray'a doğru yürüyen levanten çift, bugünün Beyoğlu sakinleri üzerinde -tırnak içinde- derin etki bırakır. Mösyöyle madam’ ilerledikçe, lümpen ta­ kımı kameraya bakıp bakıp gülerler. Acaba

neye gülüyorlar? Halimize mi, yurttaşın ce­ binden çıkmış parayla çevrilen belgesele mi, neye? Bütün tarihi dekorlu filmlerimizde yer alan sucu figüran kardeş, edevatıyla bir­ likte mösyöyle madamın yanından geçer. Diyalektik akış yetkinlikle sağlanmıştır işte.

Beyoğlu postanesinde inler cinler top oy­ nuyor o sırada. Erol Keskin, Nüvit özdoğ- ru'ya bir şeyler okuyor. Jön Türkler'in gaze­ tesi, Fransa'da yayınlanıyor, inler cinler top oynarken postaneye Jön Türk Yılmaz Zafer, fesinden fışkıran arslan yelesi saçlarıyla çı­ kageliyor. Gazeteden edinip aydınlanacak ve de memleketi aydınlatacak. Ne var ki postane çalışanı uyanıktır, o sıra bomboş mekânda dikilip kalmış jurnalciyi fark eder. Hayır, bugün “dergi” çıkmamıştır postadan. Ateşli Jön Türk yarın yine uğrayacağını söy­ ler; jurnalci fırlayıp -herhalde- Yıldız Sa­ rayı'na koşar...

Üst katta ilk radyoevimiz faaliyettedir. Kömür siyahı bıyıklarıyla Şerif Muhittin Bey çalar, Mesut Cemil tarzan Fransızca'sıyla anons eder.

Yüksekkaldırım'da çamaşırlar, çamaşır­ lar. Kamera, süreyi nasıl dolduracağını bile­ memiş, yönetmeni mutlu kılmak uğruna, bü­ tün Beyoğlu'nun ne türden iç çamaşırı kul­ landığını gözler önüne serer. Bir kadın so­ kağa sofra örtüsü silkelemekte, sunucu Ser­ pil Akıllıoğlu duyarlı sesiyle iplere gerilen “tüller”den söz açmaktadır. Fahişe alışve­ rişi başlamış, akşamın “gizeminden” konu­ şulmakta...

■ Opera ve göbek

1840'ta kurulmuş olan Beyoğlu Naum Ti­ yatrosu konusunda Metin And şu bilgiyi vermektedir:

“Naum Tiyatrosu nda Bosco adında ünlü bir İtalyan gözbağcısı Galatasaray'ın tam karşısında gösterimler vermek üzere bir tiyatro için bir ferman almıştı. Bosco- dan sonra tiyatronun yönetimini ele alan Naum'un tiyatrosu 1847'de yanmış, Naum eski tahta bina yerine yeni bir bina yaptır­ mıştır. Tiyatroda her yıl bir tiyatro süremi

boyunca dışardan İtalyan lirik toplulukla­ rınca opera gösterimleri veriliyor, bunun yanı sıra dramatik, bale ve gözbağcılık gibi gösteriler geçici olarak yer alıyordu. Naum saraydan çok yardım ve destek gör­ müş, kurduğu tiyatro bir çeşit imparator­ luk tiyatrosu olmuştur. Naum Tiyatrosu 1870 Haziranı'nda bütün Beyoğlu'nu yerle bir eden korkunç yangında yok oldu.”

Görüntüde Çiçek Pazarı meyhaneleri, göbek atan gençler; paralel kurgu, Naum Tiyatrosu'na ilişkin iki gravür bozması. Ab- dülmecit'le Abdülaziz, Naum Tiyatrosun­ daki temsilleri, operaları kaçırmazmış. Bu­ günün insanı içip içip göbek atıyor...

Abdülaziz'in alaturkalığı herhangi bir ta­ rih kitabından öğrenilebilir. Güreşe pek me­ raklı padişah, sarayında opera izlememiş, gayet ilginç pandomim gösterileri düzenlet- tirmiştir. Bu gösteriler; savaş bozgunların­ dan o kadar yıkık ve yaralı bir ülkede yeni­ çeri başarılarını dile getirmek amacındadır. Kumkapı'da oturan çok yaşlı bir terziye, uzun ömründen kaynaklanmış bilgisi dolayı­ sıyla yeniçeri giysileri diktirilir; amatör oyun­ cular giyinip kuşanıp Viyana kuşatmasını canlandırırlar. Abdülaziz hoşnut kalır, sa­ vaşçı ruhu tatmin olur.

Evet, yazık ki operaların hiçbir anlamı kalmadı bugünün Pera'sında. insanlar gö­ bek atıyorlar. Biralar, rakılar içiliyor, koko­ reçler, midye tavalar tıkınılıyor. Böylesi ya- zıklanışlar her fırsatta yineleniyor.

Gelgelelim toplumumuzda çok zarif eğ­ lence ortamları var da, oralara mı uğra­ mıyor Çiçek Pazarı sakinleri? Ya da yeniçeri pandomimleri seyreden Abdülaziz, çaresiz günlerinin akşamında iki kadeh içip sapıtan insanlarımızdan çok mu yüksek düzeyde bir kişilik taşıyordu? Besbelli, Müslüman ma­ hallesinde salyangoz satılıyor.

İşte Beyoğlu dramatik belgeseli yakın tarihimizi bile çözümleyemeyecek duruma geldiğimizin belgesi sayılabilir. Nostalji, bu­ günden düşmanca hesap sormaya başla­ dığı zaman, bir hortlak öyküsü olup çıkar.

Zavallı Beyoğlu!

Hürriyet PAZAR 5

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

İlk gençliğimden by yana sevgiyle İzlediğim bir ozan­ dı Dıranas, Benim en sevdiğim sayılı ozandan biriydi, ö - zellitfle Fransız şiirinin etkisini

Erdek kaymakamı tarafından 14 üncü Kolordu Kumandanı Xu suf izzet Paşa’ya verilen bilgiye göre, bu havalide Kırıyan namı ile maruf Rum çetesi de takviye

Birden şiir kitapları ile dolu­ verdi çalışma masam: Yıllardan beri kendisini de, şiirlerini de gö­ remediğim Orhon Murat Arıbur- nu’nun “Buruk Dünya”sı, Cevat

Verilen m do¤rusu ve bu do¤ru üzerinde bulunmayan bir P noktas›n› kullanarak, sadece pergel yard›m›yla P’den geçen ve m do¤rusuna paralel olan do¤ruyu bulman›z

Haniya fecirden evvel âfııka hafif bir renk imtizaelle dağılmış sisler olur ki üzerlerinde tersim oluna - maz, tayin edilemez akisler uçar; nazarlara buseler

Ressam kardeşler aynca, Pa­ ris'te etkinliğini sürdüren A T T Demeği’nin, kadın haftası dola­ yısıyla, 15-30 Mart tarihlerinde, Paris’te düzenlediği Kadın

Z e k i F a i k’ııı tuvaletinde bir kadının çıplak ve diğerinin giyimli olması, pek büyük bir resim üstadının biri üryan ve biri giyimli iki kadını

Anahtar sözcükler: Plevral Neoplazm, Soliter Fibröz Tümör, Hemotoraks, Torakotomi Key words: Pleural neoplasm, Solitary Fibrous tumor, Hemothorax,