• Sonuç bulunamadı

Dolmabahçe Sarayı'nda Dört Büyük Salonda İç Mimaride Kullanılan Renkler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Dolmabahçe Sarayı'nda Dört Büyük Salonda İç Mimaride Kullanılan Renkler"

Copied!
108
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

i T C İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ

FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

DOLMABAHÇE SARAYINDA DÖRT BÜYÜK SALONDA İÇ MİMARİDE KULLANILAN RENKLER

YÜKSEK LİSANS TEZİ ARZU ECEOĞLU

Anabilim Dalı: Fen Bilimleri Enstitüsü Programı: İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı

Tez Danışmanı: Yrd. Doç.Dr. Levent ARŞIRAY

(2)

ii ÖNSÖZ

“Dolmabahçe Sarayında Dört Büyük Salonda İç Mimaride Kullanılan Renkler” adlı tez çalışmamda bana her türlü yardımda bulunan, yol gösteren ve desteğini esirgemeyen değerli hocalarım Yrd. Doç. Dr. Levent Arşıray , Prof. Dr. Oğuz Ceylan , Yrd. Doç. Dr. Banu Manav ve Yrd. Doç. Dr. Osman Arayıcı’ ya sonsuz teşekkür ederim.

Ayrıca çalışmama katkılarından dolayı değerli çalışma arkadaşlarım Arş. Gör. Ceren Altun’a ve Arş. Gör. Yeşim S. Yorulmaz’a teşekkürlerimi sunarım.

Yaşamım boyunca herzaman yanımda olan ve ellerini üzerimden esirgemeyen değerli annem, babam ve ağabeylerime , Terane Alizade ve zeytin gözlüme hep yanımda olmaları dileğimle, tüm kalbimle teşekkür ederim. İyiki varsın…

(3)

iii

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER... iii ÖZET ...11 ABSTRACT ...7 GİRİŞ ...11 1. RENK ...13

1.1. Renk Kavramına İlişkin Tanımlar: ... 13

1.1.1. Fizik Olarak Renk: ...13

1.1.2. Gökkuşağı Renkleri ...14

1.1.3. Fizyolojik Olarak Renk...15

1.1.4. Psikolojik Olarak Renk...18

1.2. Rengin Algılanması……….19

1.2.1. Ana ve Ara Renkler ... 21

1.2.2. Sıcak ve Soğuk Renkler………21

1.2.3. Renk Planları ... 22

1.2.4. Renklerin Duygusal Özellikleri ... 22

2. KÖK BOYALAR ...22

2.1. Boya Türleri... 26

2.1.1. Tabii Boyalar;...26

2.1.2. Toprak Boyalar...27

2.1.3. Bitkilerden Elde Edilen Boyalar ...27

2.1.4. Hayvanlardan Elde Edilen Boyalar ...27

2.1.5. Madenlerden Elde Edilen Boyalar ...27

3. BALYAN AİLESİ ...28

3.1. Aile Mesleği ... 28

3.2. Balyan Üslubu ... 28

3.3. Krikor Amira Balyan (1764-1831) ... 29

3.4. Senekerim Balyan (1768-1833)... 30

3.5. Nigoğos Balyan (1826 -1858) ... 30

3.6. Levon Bey Balyan (19. yy)... 31

3.7. Garabet Amira Balyan (1800 - 1866) ... 31

3.8. Batılılaşmada mimarinin rolü ... 32

3.9. Farklı Görüş... 33

4. DOLMABAHÇE SARAYI ...35

4.1. Sufera Salonu (Resmi Kabul, Tören Ve Toplantı Salonu) ... 41

4.2. Muayede Salonu ... 42 4.3. Medhal Salonu... 44 4.4. Mavi Salon... 45 4.5. Barok ... 45 4.6. Barok Sanat... 49 4.7. Rokoko ... 59 4.8. Ampir... 60

4.9. Sarayın Mimari Üslubu ... 61

4.10. Özellikleri ... 61 4.11. Süslemeleri ... 63 4.12. Duvar ve kapıları ... 64 4.13. Bahçeleri... 65 4.14. Hamamları ... 65 4.15. Aydınlatma ve ısıtma... 66 4.16. Halılar ... 67 4.17. Su Mermeri ... 68

(4)

iv

4.17.1 Oniks Mermerler ...68

4.17.2. Fausto Zonaro...68

4.17.3. Ivan Konstantinoviç Ayvazovsky ...70

5.DÖRT SALONDA İÇ MEKANDA KULLANILAN RENKLER...71

6.SONUÇ...100

KAYNAKLAR ...105

(5)

5

ÖZET

Dolmabahçe Sarayı'nın bulunduğu alan, bundan dört yüzyıl öncesine kadar Boğaziçi'nin büyük bir koyuydu.

Osmanlı Kaptan Paşalarının gemilerini demirledikleri, geleneksel denizcilik törenlerinin yapıldığı bu koy zamanla bataklık haline gelmiş ve 17'nci yüzyıldan itibaren başlayarak doldurulmuş, padişahların dinlenme ve eğlenceleri için düzenlenen bir "hasbahçe"ye dönüştürülmüştü. Bu bahçede, çeşitli dönemlerde yapılan köşkler ve kasırlar topluluğu, uzun süre Beşiktaş Sahil Sarayı adıyla anıldı.

Beşiktaş Sahil Sarayı, Abdülmecit döneminde (1839-1861), kullanışsız olduğu gerekçesiyle ve 1843 yılından itibaren bölüm bölüm yıktırıldı. Aynı yıllarda, Dolmabahçe Sarayı'nın 15.000 m2'lik bir alanı kaplayan temelleri, meşe kazıklar ve ağaç hasırlar üstünde yükselmeye başladı.

Yapımı, çevre duvarlarıyla birlikte 1856 yılında bitirilen Dolmabahçe Sarayı 110.000 m2’yi aşan bir alan üstüne kurulmuş ve ana yapısı dışında onaltı ayrı bölümden oluşmuştur. Bunlar saray ahırlarından değirmenlere, eczanelerden mutfaklara, kuşluklara, camhane, dökümhane, tatlıhane gibi işliklere uzanan bir dizi içinde, çeşitli amaçlara ayrılmış yapılardır. Bu yapılar arasına Sultan II. Abdülhamid Döneminde (1876-1909) Saat Kulesi ve Veliahd Dairesi arka bahçesindeki Hareket Köşkleri eklenmiştir.Dönemin önde gelen Osmanlı mimarları Karabet ve Nikogos Balyan tarafından yapılan sarayın ana yapısı; Mabeyn-i Hümâyûn (Selâmlık), Muayede Salonu (Tören Salonu) ve Harem-i Hümâyûn adlarını taşıyan üç bölümden oluşur. Mabeyn-i Hümâyûn; devletin yönetim işleri, Harem-i Hümâyûn; Padişah ve ailesinin özel yaşamı, bu iki bölümün arasında yer alan Muayede Salonu’ysa; Padişah’ın devlet ileri gelenleriyle bayramlaşması ve kimi önemli devlet törenleri için ayrılmıştır.

Tüm yapı, bodrumla birlikte üç katlıdır. Biçimde, ayrıntılarda ve süslemelerde gözlenen belirgin batı etkilerine karşılık bu saray, bu etkilerin Osmanlı ustalarca yorumlanmış bir uygulamasıdır. Öte yandan, gerek kuruluş gerekse oda ve salon ilişkileri açısından geleneksel Türk evi plan tipinin çok büyük boyutlarda uygulandığı bir yapı bütünüdür. Beden duvarları taştan, iç duvarları tuğladan, döşemeleri ahşaptan yapılmıştır. Çağın teknolojisine açık olan saraya, 1910-12 yıllarındaysa elektrik ve kalorifer sistemi eklenmiştir. 45.000 m2’lik kullanılır döşeme alanı, 285 odası, 46 salonu, 6 hamamı ve 68 tuvaleti vardır. Döşemelerin ince işçilikli parkelerinin üstünde, önce sarayın dokumevinde, sonra da Hereke’de dokunmuş 4454 m2 halı serilidir.

(6)

6 Padişahın devlet işlerini yürüttüğü Mabeyn; işlevi ve görkemiyle Dolmabahçe Sarayı’nın en önemli bölümüdür. Girişte karşılaşılan Medhal Salon, üst kat ile bağlantıyı sağlayan Kristal Merdiven, elçilerin ağırlandığı Süfera Salonu ve padişahın huzuruna çıktıkları Kırmızı Oda; imparatorluğun tarihsel görkemini vurgulayacak biçimde süslenmiş ve döşenmiştir. Üst katta yer alan Zülvecheyn Salonu; padişahın Mabeyn’de kendine özel olarak ayrılmış dairesine bir tür geçiş mekanı oluşturmaktadır. Bu özel dairede, padişah için mermerleri Mısır’dan getirilmiş görkemli bir hamam, çalışabileceği oda ve salonlar bulunmaktadır.

Harem ve Mabeyn bölümleri arasında yer alan Muayede Salonu; Dolmabahçe Sarayı’nın en yüksek ve en görkemli parçasıdır. 2000 m2’yi aşan alanı, 56 sütunu, yüksekliği 36 m.yi bulan kubbesi ve bu kubbeye bağlı yaklaşık 4,5 tonluk İngiliz yapımı avizesiyle bu salon, sarayın diğer bölümlerinden belirgin bir biçimde ayrılmaktadır. Salon, bodrumdaki tesislerden elde edilen sıcak havanın sütun diplerinden içeri verilmesiyle ısıtılmakta, böylelikle soğuk mevsimlere rastlayan törenler daha sıcak bir atmosferde yapılabilmekteydi. Geleneksel bayramlaşma töreni günlerinde, Topkapı Sarayı’nda bulunan altın taht bu salona getirilerek kurulur ve padişah bu tahtta devlet ileri gelenleriyle bayramlaşırdı. Galeriler ise elçilik görevlilerine, Saray Orkestrası’na, bay ve bayan konuklara ayrılmıştı.

Dolmabahçe Sarayı’nın Batı etkileri altında, Avrupa saraylarından örnek alınarak yapılmış bir saray olmasına karşılık, işlevsel kuruluşu ve iç mekan yapısında “Harem”in eskisi kadar kesin çizgilerle olmasa da ayrı bir bölüm olarak kurulmasına özen gösterilmiştir. Ancak Topkapı Sarayı’nın tersine, Harem, artık saraydan ayrı tutulmuş bir yapı ya da yapılar topluluğu değildir; aynı çatı altında, aynı yapı bütünlüğü içinde yerleştirilmiş özel bir yaşama birimidir.

Dolmabahçe Sarayı’nın yaklaşık üçte ikisini oluşturan Harem Bölümü'ne, Mabeyn ve Muayede Salonu’ndan geleneksel ayrımı vurgulayan demir ve ahşap kapılarla kesilmiş koridorlardan geçilmekte, bu bölümde Boğaziçi’nin yansımalarıyla aydınlanan salonlar, sofalar boyunca padişahların, padişah eşlerinin, çeşitli görevleri olan kadınların, şehzade ve sultanların yatak odaları, çalışma ve dinlenme odaları sıralanmaktadır. Valide Sultan Dairesi, Mavi ve Pembe Salonlar, Abdülmecid, Abdülaziz ve Reşad tarafından kullanılan odalar, Cariyerler Bölümü, Kadınefendi odaları, Büyük Atatürk’ün çalışma ve yatak odası, sayısız değerli eşya, halı, levha, vazo, avize, tablo gibi sanat yapıtları Harem’in ilginç ve etkileyici parçalarını oluşturmaktadır.

(7)

7 Dolmabahçe sarayı renk açısından önemli bir yapıya sahiptir. Tarihimizin en gösterişli ve en rnkli sarayıdır. Dönemin zenginliğine uygun olarak inşa edilmiştir. Kullanılan renk ve desenler de bunu çok güzel yansıtmaktadır. Sıcak ve soğuk renkler uyum içinde bir arada kullanılmıştır. Mimari bu sarayda gerek tavan bezemeleri gerek işlemeler nedeni ile net olarak algılanamamaktadır.

Dolmabahçe sarayı konumu açısından doğu ışığını almaktadır. Bunun en güzel örneklerini giriş kısmında mabeyn salonunda görmekteyiz. Diğer salonlar da plansal olarak ele alındığında aldıkları ışığın özelliklerini taşımaktadırlar. Renkler dört salondada birbirine büyük oranda benzemektedirler ve çoğu yerde aynı renkler kullanlmıştır. Sadece mavi salon adıyla bağlantılı olarak mavi rengin her tonunu fazlasıyla barındırmaktadır.

ABSTRACT

Until the 17th century the area where Dolmabahçe Palace stands today was a small bay on the Bosphorus, claimed by some to be where the Argonauts anchored during their quest for the Golden Fleece, and where in 1453 Sultan Mehmed the Conqueror had his fleet hauled ashore and across the hills to be refloated in the Golden Horn.

This natural harbour provided anchorage for the Ottoman fleet and for traditional naval ceremonies. From the 17th century the bay was gradually filled in and became one of the imperial parks on the Bosphourus known as Dolmabahçe, literally meaning “filled garden”.

Beşiktaş Waterfront Palace was demolished in 1843 by Sultan Abdülmecid (1839-1861) on the grounds that it was made of wood and inconvenient, and construction of Dolmabahçe Palace commenced in its place.

Construction of the new palace and its periphery walls wascompleted in 1856 . Dolmabahçe Palace had a total area of over 110.000 square metres and consisted of sixteen separate sections apart from the palace proper. These included stables, a flour mill, pharmacy, kitchens, aviary, glass manufactory and foundry. Sultan Abdülhamid II (1876-1909) added a clock tower and the Veliahd Dairesi (apartments for the heir apparent), and the Hareket Köşks in the gardens behind.

(8)

8 The main palace was built by the leading Ottoman architects of the era, Karabet and Nikoğos Balyan, and consists of three parts: the Imperial Mabeyn (State Apartments), Muayede Salon (Ceremonial Hall) and the Imperial Harem, where the sultan and his family led their private lives. The Ceremonial Hall placed centrally between the other two sections is where the sultan received statesman and dignitaries on state occasions and religious festivals.

The palace consists of two main storeys and a basement. The conspicuous western style of decoration tends to overshadow the decidedly Ottoman interpretation evident most of all in the interpretation evident most of all in the interior plan. This follows the traditional layout and relations between private rooms and central galleries of the Turkish house, implemented here on a large scale. The outer walls are made of stone, the interior walls are made of stone, the interior walls of brick, and the floors of wood. Modern technology in the form of electricity and a central heating system was introduced in 1910-12. The palace has a total floor area of 45.000 square metres, with 285 small rooms, 46 reception rooms and galleries, 6 hamams (Turkish baths) and 68 lavatories. The finely made parquet floors are laid with 4454 square metres of carpets, the earliest made at the palace carpet weaving mill and those of later date at the mill in Hereke.

THE GARDEN

The white palace itself, rises before us, a majestic facade of balconies and columns. The visitor may freely photograph all exterior aspects of the palace. Within, porters will gladly mind one's cameras for the duration of the visit to the rooms and state chambers of the palace, as photography is not allowed inside the palace. In the foyer, tickets are presented to attendants, cameras are checked, and when a sufficient number of visitors have gathered, an authorized attendant will lead the way into the palace. The magnificence of the palace is at once apparent. Begun in 1844 and completed in 1856, the expense of the construction of Dolmabahce Palace amounted to five million Ottoman goId liras. In today's currency, this would be the equivalent to one hundred million U.S. dollars.

(9)

9 HALL OF ENTRY

In the first hall, hangs a magnificent Baccarat crystal chandelier. There are 36 similar ones throughout the palace: the hall fairly glitters from the reflections of this great chandelier and from the crystal light fixtures rising from floor to ceiling in the four corners of the room, an impressive floor fixture with 30 lamps, and two more crystal fixtures on bases. The two large vases on this side of the opposite door at the foot of the stairs leading to the second floor and beautiful picture vases to the right and the left and in the middle of this hall, are products of the Yildiz Porcelain Factory at Istanbul. The hall is called the “Medhal Salonu” meaning “entrance hall”. In the past, there were no tables in this Middle Hall. Now there is a balsam table with bronze carvings. It supports dark blue and gold-coloured Sevres vases bearing the initials of Abdulmecit.

As we move towards the stairs rising opposite us, we are immediately impressed by the overall magnificence of our surroundings. The staircases together with its crystal ornamented handrails, the gilt carvings, the carpets, and the chandelier hanging high above with its almost indescribable beauty, is virtually unique. It is like no ordinary staircase. A few steps above the lower floor, there is landing. The railing of this splendid stairway is made all of crystal. Two vases, on stands at the back of the folding screen at the beginning of the first section of stairs, are Japanese.

A glass folding screen, and a large upper story Maben Salonu (private apartment of the palace) are before us as we go upstairs to the entry there. The two big vases at two sides of the stairs are Sevres work. Besides these two vases, two huge elephant tusks may be seen, again in opposing positions. These are decorated with silver branches. Silver bowls and candlesticks hang upon them. They are presents of the governor of the Hedjaz when that part of Arabia was a province of the Ottoman Empire.

THE MABEVN HALL

Upon passing the folding screen and entering the salon, we enter an atmosphere of magnificence, spaciousness, richness and lavish a dornment. As in the downstairs of Medhal Salon, a great Baccarat chandelier hangs exactly in the centre of the chamber. Eyes lifted to look upon the chandelier, will be surprised and delighted by the carved and sculptured golden decoration of the ceiling. It is the work of the best Italian and French artists of its age. This centre chandelier is complimented by four corner Baccarat lighting fixtures, each possessing 30 lamps. The parts framing the four big open

(10)

10 fireplaces in the room's four corners, are composed of beveled crystals by the thousands. Throughout all hours of the day, the light and colour reflected by these decorations make changing patterns whenever they may strike the walls. The whole effect here, is delightfully one of crystals.

In the centre of the room the large carpet, whose dimensions are 17 by 6,5 metres, is Turkish and from the famous Hereke factory. The visitor would do well to look through the windows of two closed doors at the right hand of the entrance. Within, he will see a table with silver flowers on a fruit pot, and many comfortable chairs covered with blue damask. This is the informal dining hall. More formal dinner parties were not held here, but in other halls.

Also in this salon are two big silver braziers called “mangal” and two enormous white bear skins. These great skins are placed, symmetrically in relation to the two braziers. The skins are gifts of Russian Czar Nicholas II to the Sultan. One of them is placed in front of the entry of the hall. The other, in a corresponding place, just a little further away.

(11)

11

GİRİŞ

19. yüzyılda Sultan I. Abdülmecit tarafından yaptırılan Dolmabahçe Sarayı'nın cephesi Boğaz'ın Avrupa kıyısında 600 m boyunca uzanmaktadır. Dolmabahçe Sarayı, Avrupa sanatı üsluplarının bir karışımı olarak 1843-1856 yılları arasında inşa edilmiştir. Sultan Abdülmecit'in mimarı Karabet Balyanın eseridir. Osmanlı Sultanlarının her devirde birçok sarayı bulunurdu. Ancak esas saray Topkapı, Dolmabahçe Saraylarının tamamlanmasından sonra terk edilmiştir. Dolmabahçe Sarayı üç katlı, simetrik planlıdır. 285 odası ve 43 salonu vardır. Denizden 600 metrelik bir rıhtımı, kara tarafında ise birisi çok süslü iki abidevi kapısı vardır. Bakımlı ve güzel bir bahçenin çevrelediği bu sahil sarayının ortasında, diğer bölümlerden daha yüksek olan tören ve balo salonu yer alır. Büyük, 56 sütunlu kabul salonu 750 ışıkla aydınlanan 4.5 tonluk muazzam kristal avizesi ile ziyaretçileri hayrete düşürür. Sarayın giriş tarafı Sultanın kabul ve görüşmeleri, tören salonunun diğer tarafındaki kanat ise harem bölümü olarak kullanılmıştır. Iç dekorasyonu, mobilyaları, ipek halı ve perdeleri ve diğer tüm eşyası eksiksiz olarak, orijinaldeki gibi günümüze gelmiştir. Dolmabahçe Sarayı mevcut hiç bir sarayda bulunmayan bir zenginlik ve ihtişama sahiptir. Duvar ve tavanlar devrin Avrupalı sanatkarlarının resimleri ve tonlarca ağırlığında altın süslemeleri ile dekore edilmiştir. Önemli oda ve salonlarda her şey aynı renk tona sahiptir. Her oda birbiriyle aslında bağlantılı fakat biribirinden farklı özellikler taşımaktadır. sarayın bütününde renkler birbirini takip etmektedir. Bütün zeminler birbirinden farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplıdır. Meşhur Hereke ipek ve yün halılar, Türk sanatının en güzel eserleri, birçok yerde serilidir. Avrupa ve Uzak doğunun ender dekoratif el işi eserleri sarayın her yerini süsler. Pırıl pırıl kristal avize, şamdan ve şömineler sarayın pek çok odasında güzelliklerini sergiler. Duvarlardaki , döşemedeki ve kullanılan mobilyalardaki renkler birbiri ile uyum içindedir. Dolmabahçe Sarayı bulunduğu konum itibari ile doğu ışığı almaktadır. Bu nedenle sarayda soğuk ve sıcak renkler bir arada kullanılmıştır.

Dünyadaki saraylar içerisinde en büyük balo salonu buradakidir. 36 m. yüksekliğindeki kubbesinden ağırlığı 4.5 ton olan devasa kristal avize asılı durur. Önemli siyasi toplantılarda, tebrik ve balolarda kullanılan bu salon, önceleri alttaki, fırına benzer bir düzen ile ısıtılırdı. Saraya kalorifer ve elektrik sistemi daha sonraları eklenmiştir. Altı hamamdan Selamlık bölümündeki, eşi olmayan, güzel oymalı alabaster mermerleri ile dekorludur. Büyük salonun üst galerileri orkestra ve diplomatlar için ayrılmıştır. Uzun koridorlar geçilerek varılan harem bölümünde, sultan yatak odaları ve sultanın annesinin bölümü ile diğer kadın ve hizmetkarlar bölümleri bulunmaktadır.

(12)

12 Sarayın kuzey eklenti bölümü şehzadelere tahsis edilmiştir. Girişi Beşiktaş semtinde olan yapı Resim ve Heykel Müzesi olarak hizmet vermektedir. Cumhuriyet döneminde, Atatürk'ün Istanbul ziyaretlerinde ikametgah olarak kullanıldığı sarayda en önemli olay, 1938'de Atatürk'ün ölümüdür.

(13)

13

1. RENK

1.1. Renk Kavramına İlişkin Tanımlar:

İnsanın doğayla olan ilişkisindeki en önemli kavramlardan biri olan renk, farklı bilim dallarının da bulgularıyla görünenden de öte anlamlar taşımaktadır. İnsan güncel yaşantısında istemli yada istem dışı olarak sürekli rengin doğayla olan ilişkisiyle, insanlarla olan ilişkisiyle ve yine rengin diğer renklerle olan ilişkisiyle karşı karşıyadır. Bu durum bilim adamlarını araştırmaya yöneltmiş ve bu araştırmalar farklı bilim dallarında farklı bulgular ve saptamalarla sonuçlanmıştır.

Çağdaş bilimin açıklamalarına göre renk, elektromanyetik dalgalardan oluşur. “Renk, ışığın kendi öz yapısına ve nesneler üzerindeki yayılımına bağlı olarak göz üzerinde yaptığı etki” demektir.1

Renkle ilgili araştırmalar ve bu alanda yapılan çalışmaların büyük bir bölümü fizik, psikoloji ve fizyoloji bilim dallarını ilgilendirmektedir. Fizikçiler, görüneni uyarıcı hale getiren yani onları görünür kılan ve yine onların nesnel karakterlerini ortaya koyan “ışınım” enerjisi üzerinde durular. Buna ek olarak kimya biliminde renklerin pigment ve reaktif boyarmadde özelliklerini inceleyen özel bir alan bulunmaktadır.

Fizyoloji bilimi, göz ve beyinde yer alan sinir sisteminin elektrokimyasal aktivitelerini, psikoloji ise görsel deneyimlerin bir ögesi olarak rengin farkedilmesini inceler.

Bu alanlarda birbirlerinden farklı renk kavramlarının kullanılması konuyu biraz daha anlaşılması güç hale getirmektedir. Ancak, tüm yaklaşımların ortak bir yönü rengin sanatsal bağlamdaki sorunları kapsamındadır.2

Rengin farklı bilim dallarına göre genel açıklamaları şunlardır.

1.1.1. Fizik Olarak Renk:

“Güncel yaşantıda karşılaşılan birçok olay, beyaz ışığın değişik renklerden oluştuğunu göstermektedir. Kristal avizeden duvara düşen renkler ve gökkuşağı renkleri, bu gerçeğin anlaşılmasını sağlamaktadır. Avize kristallerinden geçen beyaz ışık ışınları kırılmaya uğrayarak değişik açılarla ayrılırlar, her rengin kırılma açısı farklı olduğundan duvara farklı renkler olarak düşerler.

1 “Renk” Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul. 1986. s.200. 2 Genç, Adem Görsel Algılama

(14)

14 Fizikçi Isaak Newton 1976’da, prizma yardımı ile güneş ışığının kırılmasını sağlamış ve renklere ayrışan tayfını net bir şekilde göstermiştir. Bu ayrışma ile meydana tayfta bütün temel renkler vardır.

Prizmadan geçerek kırılan güneş ışığı bir perdeye düşürüldüğünde kırmızıdan mora dek geçişli bir renk bandı oluşmaktadır. Bu renk bandı tersine prizmadan geçirilerek perdeye düşürüldüğünde tekrar beyaz ışığı verir.”

Beyaz ışık insanın görme boyutları içinde kalan bölümünü da oluşturur.

İnsan gözüyle sadece 400-700 nm ışık dalgaları algılanabilir. 1 nm = 10-9 m = 0,000001 mm olur.

“Tayf renklerinin saniyedeki dalga uzunlukları ve frekansları şöyledir:

RENK DALGA UZUNLUĞU FREKANS

Kırmızı Turuncu Sarı Yeşil Mavi Lacivert + Mor 800 – 650 nm 640 – 590 nm 580 – 550 nm 530 – 490 nm 480 – 460 nm 450 – 440 nm 430 – 390 nm 400 – 470 milyar 470 – 520 milyar 520 – 590 milyar 590 – 650 milyar 650 – 700 milyar 700 – 760 milyar 760 – 800 milyar

Kırmızıdan mora kadar olan frekans aşağı yıkarı 1/2 oranındadır, ki bu müzikte bir oktavdır.

Her tayf renginin bir dalga uzunluğu varır. O renk dalga uzunluğunun ve frekansının verilmesiyle kesin olarak belirlenebilir. Işık dalgaları, kendi başına renksizdir. Renk ancak bizim gözümüzde ve beynimizde oluşur. Bu dalgalar bizim tarafımızdan tanındığı kadarıyla henüz tam olarak açıklanamamaktadır. Yalnız bilinen şudur ki, her bir renk farklı ışık duyum kalitesinden oluşur.”3

1.1.2. Gökkuşağı Renkleri

Gökkuşağı, güneş ışığının yağmur damlaları tarafından kırılma, dispensiyon ve iç yansımasının kombine etkileri sonucunda gerçekleşir. Koşullar gözlem için elverişli olduklarında iki kuşak görülebilir ve bunlardan iç tarafta olana primer kuşak, dış tarafta olana sekonder kuşak denir. Daha parlak olan iç kuşağın dış tarafı kırmızı ve iç tarafı

(15)

15 mordur. Daha sönük olan dış kuşakta ise renkler tersinedirler. Primer kuşak aşağıdaki tarzda gerçekleşir. Güneş ışıklarının yatay oldukları farzedildiğinde ve yağmur damlasına çarpan bir ışın gözönüne alındığında, bu ışın birinci yüzeyde kırılır, ikinci yüzeyde kısmen yansır ve önyüzden, şekilde gösterildiği gibi, tekrar çıkar. Böyle bir ışının yolunun tam hesabı gayet zordur. Fakat Fransız bilgini Descartes, bir yağmur damlası yüzeyinin farklı noktalarına gelen binlerce ışının yollarını hesapladı ve gösterdi ki, eğer herhangi bir verilen renkteki bir ışın, sapması maksimum olacak bir noktaya gelirse, yağmur damlasının yüzeyine bu noktanın hemen yakınında çarpan aynı renkli bütün öbür ışınlar, birinciye gayet yakın bir doğrultuda yansıyacaklardır. Kırmızı ışığın maksimum sapma açısı 138o dir.”4

Doğadan edinilen gözlemlerin bilimsel saptamalarla anlatıldığı bu açıklamalardan sonra fizyolojik olarak rengin fonksiyonları, yanılsamaları, psikolojik etkileri öne çıkar.

Renklerin birbirleriyle olan ilişkileri, bu ilişkilerin sonucunda insan beyninde ortaya çıkardığı algılama ve yanılsama durumları incelendiğinde rengin, “neden” bir görsel anlatım ögesi olduğu sorusuna cevap bulunur.

1.1.3. Fizyolojik Olarak Renk

“Göz, görme sinirleri ve beyin, ışık uyarısını, öznel karşılığı görsel algı olan sinirsel uyarmalar bütününe çevrilen parçacıkların tümüne birden verilen addır. Görme olayı ve görsel algılama, ışık, göz ve beyin ile oluşur.”5

Gözün fonksiyonel özellikleri ile video kamera, fotoğraf makinalarının işleyiş tarzları karşılaştırıldığında benzer yanlar görülür. Gözün bu fonksiyonel özelliği ritmik bir sırayla görme olayını gerçekleştirir.

“İnsan gözü 380 ve 760 mm dalga boyundaki elektromanyetik ışınlara tepki gösterir. Göz, beyin dışında insan vücudunun en farklı organıdır.

Göz 2,5 cm çapında küresel bir cisimdir. Göz alt deri tarafından çevrelenmiştir. Gözün iç duvarı retinayla giydirilmiştir. Retina görme koridoru üzerinde beyinle bağlı olan, ışığa duyarlı sinir tellerine sahiptir. Retinadaki renk algılayıcılar belirli frekanslara duyarlıdırlar fakat algıladıkları rengin monokromatik mi yoksa renklerin karışımından meydana gelen yeni bir renk mi olduğunu ayırdedemezler. Bu algılayıcılar sadece rengin yoğunluğuyla ilgili bir fikir verebilirler. Gözler, renkleri, üzerlerine düşen milyarlarca

4 *********

(16)

16 fotonun kesin frekanslarını ölçerek görmezler. Saf san renk, frekansı gereği, kırmızı ve yeşil algılayıcıları aynı derecede uyarır, mavi algılayıcıyı ise çok az uyarır.

Gözün görme alanı, anatomik yapısı ve hareket alanı yoluyla sınırlandırılmıştır. Dikey yönde göz, kafa hareket etmeksizin 140 derecelik bir kesit yakalar. Yüzün anatomik yapışınca kaslar ve yanaklar bu kesiti yukarıda ve aşağıda sınırlayabilirler.

Yatay yönde her iki gözün de farklı bir görme alanı vardır. Bir gözün görme alam yatay olarak 150 derecedir. Her iki gözün görme alanı 180 dereceden biraz fazladır. Her iki göz tarafından bakılan bölge yaklaşık 90 dereceyi kaplar.

Bir nesneden yansıtılan ışınlar göze ulaşarak, ağ tabakasındaki merceklerde demetlenerek ağ tabakasının odak noktasına yerleşirler. Maddenin her noktasından çıkan ışınlar, ağ tabakasında küçük bir kopya olarak ortaya çıkarlar. Bu kopyalar yanyana gelerek odak noktasına yerleşirler. Maddenin değişik parçaları ele alınarak üerlerine düşen ışık farklı aydınlıklarda ve farklı renklerde geri yansır.”6

“Bir nesneden gelen ışık demeti, gözün saydam tabakasından, ön odadan, mercekten camsı sıvıdan geçerek göz küresinin girişindeki ağ tabakaya erişir. Ağ tabaka üzerinde yer alan ışığa duyarlı çeşitli elemanlar, yeni koniler ve sopacıklar gelen ışık erkesini görme sinirleri aracılığı ile beyne iletmeye uygun biçimde dönüştürürler. Görme sinirleri ile beyne taşınan bu dürtüler sonucunda biz nesneyi görürüz. Çeşitli uzaklıklara odağı ayarlama işlemi, merceğin biçim değiştirmesi ile sağlanır. Göze düşen ışık şiddeti, daire biçimindeki irisin açılıp kapanması, yani göz bebeği çapının büyüyüp küçülmesi ile sağlanır.

Göz, önce çevresindeki hareketi ışığa bağlı olarak yakalar. Sonra koyu-açık farklılıklarını algılar, en sonunda ise renksel algılama ile beraber tüm özellikleriyle nesnel varlığı algılar.

Gözün retinası en küçük ışık güdüsüne dahi tepki gösterir.”7

“'Çubuklar, açık ve koyunun ayrımına hizmet ederler, ışığın farklı durumlarını kaydederler. Çubuklarla sadece renklerin açıklık değerleri alınmış olur. Çubuklar renk spektrumunun bütün ışınım çeşitleri üzerinde, bununla beraber daha çok ışığın üzerinde dalga boylarıyla birlikte yaklaşık olarak 520 nm'den tepkirler.

Tıkaçlar, renklerin ayrımına hizmet ederler, yani ışığın farklı spektral birleşimine tepkirler.

6 Harald Kuppers, s.210-211. 7 Özlem Erbaş tez.

(17)

17 Retinanın duyarlığı mevcut ışık oranına uyum gösterir. Zayıf ışıklandırmada, çubuklar en küçük ışık alımına dahi tepkirler.

Bunun ardından, sağlanmamış olan çok sayıda ışık retinaya düşerse, yüksek duyarlılığa ayarlanmış hücreler, çok şiddetli olarak gözlerin kamaşmasına yol açarak tepkirler.”8

Görme olayı doğa elemanlarının da algılama durumunu kapsar.

“Bitkilerin değişik dalga boylarındaki renklere karşı tepkileri farklıdır. Renklere karşı tepki bu organizmalar düzeyinde başlamakla birlikte, renk algılamasının başlaması canlıların evrim sürecinde böceklerle başlar. Böceklerde, renklere karşı duyarlık, belki de insandan daha üst düzeydedir. Örneğin; arılar renk seçimi yapmaktan başka, mor ötesi ışık ışınlarına karşı da duyarlıdırlar. Kapalı havalarda güneşli bölgeleri daha kolay keşfederler. Ayrıca, insanlarda renk ayırma yetisinin böceklere göre daha geç belirdiği bilinmektedir. Bu nedenle her ne kadar altı aydan küçük olan çocuklar renkli bir küreyi gri bir küreden ayırma yetisini gösterirlerse de, bu yaş düzeyinin üzerinde olanlar kırmızı, mavi, yeşil ve sarıyı ancak ikinci yıl içinde ayırd edebilmektedirler. Yetişkinlerde ise görme alanı aydınlatma, yaklaşma veya genci algılama bölgesinden merkeze doğru hareket etmek suretiyle yavaş yavaş beliren fiziksel varlık (nesne), renklerden çok daha önce farkedilmektedir. Bu durum retinanın yapısıyla ilgili olup, retinanın dış yüzeylerinin merkeze oranla daha az duyarlı olması gerçeğiyle açıklanabilmektedir.”9

“Işığa karşı refleks tepkiden biraz daha ileri aşamada olan, ilk görsel algılama tek hücreli saydam organizmalarda görülmektedir, amip kuvvetli ışık karşısında zig-zag'lar yaparak uyarının etkisinden kurtulmaya çalışır. Diğer hücrelilerde (protoza) durum biraz daha karmaşık olup sonuçta farklılık gösterir. Klorofil maddesi taşıyan canlılar, ışıktan kaçma yerine ona yönelmeye çalışırlar. Bu canlı yaratıklar insan ölçütlerine göre kördür. Işığa karşı duyarlı olmalarına rağmen gözleri ve beyinleri bulunmamaktadır. Algılamanın bu düzeydeki sürecinde ışıkla ilk karşılaşan insanın irislerinde refleks bir tepki olarak daraldığı düşünülürse, yeni doğmuş bir çocuk ile amip arasında çok az bir duyarlık farklılığı olduğu ortaya çıkar. Dış dünyaya ilişkin herhangi bir imgenin zihinsel olarak oluşması için beynin gereldiliği gözönüne alınınca bu tepkilerin nedeni daha kolay anlaşılır.”10

8 Harald Kuppes, s.247-253.

9 Adem Genç – Ahmet Sipahioğlu. Görsel Algılama Sanatta Yaratıcı Süre., İzmir, 1990, s.17. 10 Adem Genç – Ahmet Sipahioğlu. s.17.

(18)

18 İnsanın beyninin görme olayına karşı anlık tepkimeleri geçmiş güncel şartlanmışlıklarla ilişkindir. Bu durum psikolojik olarak renk algısı olayının araştırma sebebi olmuştur.

1.1.4. Psikolojik Olarak Renk

Algılama olayının en önemli öğelerinden biri olan rengin psikolojik etkileridir. “Bu kavram en geniş anlamıyla, görsel deneyimlerin zaman ve mekan boyutlarından soyutlanması durumunda, arda kalan şey olarak açıklanabilir.”11

Görünen renk algılandıktan sonra psikolojik etkiler yaratır. Rengin insan psikolojisi üzerindeki etkileri, insanın geçmiş yaşanmışlıklarıyla ilişkindir. “Arnheim'a göre: sıcak renkler kan basıncını yükseltir, soğuk renkler düşürür. Konuya ilişkin olarak Kandinsky de şunları söylemiştir: Renk psişik bir titreşim uyandırır. Fiziksel görme hemen ikinci bir olay olarak psikolojik tepkiyi uyandırır. Sıcak kırmızının uyarıcı bir etkisi vardır. Çünkü kana benzemektedir, yarattığı izlenim acılı, üzücü olabilir. Burada renk, renk üzerine üzücü etki yapan başka bir fiziksel olayı canlandırmaktadır. Kandinsky'e göre açık sarı bize ekşi ve asitli bir izlenim vermektedir. Çünkü bize bir limonu düşündürmektedir.”12

“Renklerin insan ruhunda yaptığı ilk etkinin soğukluk ve sıcaklık etkisi olduğu kanıtlanmıştır. Sarıya yakın renkler sıcak, maviye yakın çeneler soğuk etkisi yaparlar. Sıcak etkisi yapan renkler insana yaklaşır, soğuk etkisi yapanlar uzaklaşır. "Delacroix ise sıcak renklerden san, turuncu ve kırmızı zenginlik, sevinç fikirleri verirler ve temsil ederler, diye sözetmiştir.”13 Resimde sarı, seyirciye yaklaşıyormuş etkisi yapabilir. Bir başka resimde de mavi uzaklaşıyormuş etkisi yaratabilir. Sarı etrafa yayıldıkça büyür, mavi ise merkezine doğru kapanır. İkisinin karışımından oluşan yeşil renk ise ikisinin de özelliklerini taşımayabilir. Yeşil, durgun ve edilgen bir renktir. Ne mavi gibi uzaklaşır, ne sarı gibi yakınlaşır, hareketsizdir. Yeşil, sarı ile mavinin arasında iletişim rengidir.

Verimlilik ve mutluluk, huzur, umut, bilim ve inancın sembolüdür. Yeşil gri parlaklığı kırıldığında tembellik hissi uyandırır. Yeşil sarı ile karıştırıldığında genç ilkbahar dolu doğa olarak anlam kazanır. Bir ilkbahar ve yaz sabahı sarı-yeşil olmaksızın, mutluluk ve umut olmadan, verimli yaz mevsimi de düşünülemez. Sarı-yeşil turuncu tarafından en üst aktivitesine ulaştırılabilir. Yeşil, maviye yöneldiğinde ruhsal üstünlüğüne yükselir. Yeşilin karışım zenginliğinin büyüklüğü denendikçe görülür.”14

11

Adem Genç Ahmet Sipahioğlu, s.118.

12 Wassily Kandinsky, du Spiritüel Dans I’Art, Edution Dencel, Paris, 1969, s.85-86. 13 Özlem Erbaş Tez.

(19)

19 1.2. RENGİN ALGILANMASI

A. Beyaz Işığın Fiziksel Özellikleri B. Cisimlerin Yansıtma Özelliği C. İnsan Gözünün Doğası

D. Beynin İnsan Gözünün Retina Tabakasında Oluşturduğu Birtakım Algılama Karakteri A. Beyaz Işığın Fiziksel Özellikleri

Isaac Newton Deneyi : Karanlık bir odaya alınan ince bir güneş ışını üçgen biçimli bir cam çubuktan geçirildiğinde tayfın renklerine ayrılır.

Young Deneyi : Yıllar sonra Newton ‘ un yapmış olduğu deneyin tam tersi yapıldı ve tayın tüm renkleri (ışık renkleri olarak) üst üste getirilerek ışık yeniden oluşturuldu. Young tayfın tüm renklerinden oluşan ışık cinslerini bir araya getirip gün ışığını yeniden oluşturdu. Ayrıca Young tayfın tüm renklerin arasında bir eleme yöntemi kullanarak , birleştiklerinde doğrudan beyaz ışığı oluşturan üç ana rengi belirledi. Bu renkler koyu kırmızı , koyu mavi , yeşil idi. Bu üç renk üç ana ışık rengi olarak kabul edildi.

Bu üç ana renk aralarında ikişer ikişer karıştıklarında daha parlak üç ara rengi

oluşturuyorlardı. Koyu mavi ile koyu kırmızı karıştıklarında grafik dilinde Macenda kırmızısı denilen mavimsi kırmızı , koyu mavi ile yeşil karıştığında yine grafik dilinde cyan mavisi denilen doğal mavi renk ve koyu kırmızı ile yeşil karışınca da sarı renk oluşuyordu.

B. Cisimlerin Yansıtma Özelliği

Saydam olmayan her cisim aydınlatıldığında aldığı ışığın tümünü yada bir kısmını yansıtır. Dolayısıyla cisimler belli renklerde görülürler.

Bir cisme veya bir yüzeye gelen beyaz ışık içindeki üç ana renk den bazıları cisim yada yüzey tarafından emilir geri kalan ise yansıtılır ve böylece yansıyan renklerin birleşimi o cismin yada yüzeyin rengini belirler. Örneğin kırmızı yüzeyler ışığın koyu mavi ve yeşil rengini emer kırmızıyı ise yansıtır ve yüzey kırmızı görülür. Beyaz yüzeyler ışığın bütün renklerini yansıttığı için beyaz görülürler , siyah yüzeyler ise ışığın tüm renklerini emdiği için siyah görünürler.

IŞIĞIN RENK ÜZERİNDEKİ ETKİSİ : A. IŞIĞIN CİNSİ

B. IŞIĞIN ŞİDDETİ A. IŞIĞIN CİNSİ :

Rengin değişik ışık cinslerinde farklı görülebildiklerini bilmekteyiz. Bunun başlıca sebebi , cisimlerin veya yüzeylerin aydınlatılası sırasında farklı fiziksel özelliklere sahip olmalarıdır. Suni ışık cinsleri veya doğal ışık cinsleri daha öncede bahsedildiği üzere tayfın renklerinden oluşur , ancak oranları birbirine eşit olmayabilir. Beyaz ışık görünen tayfı farklı dalga uzunluklarının karışımından oluşmuştur. Fakat bu karışım eşit oranlarda değildir. Gökyüzünün kuzey ışığının mavi derecesi fazladır. Direkt güneş ışığında ise mavi azdır. Tungsten ışığında kırmızı oranı fazladır, gün ışığı veren flüorasan lambada mavi fazla kırmızı azdır. Bu sebeple aynı renk olan cisimler veya yüzeyler değişik ışık cinslerinde farklı görülecektir.

(20)

20 B. AYNI IŞIK CİNSİNİN FARKLI ŞİDDETLERİ

Aynı ışık cinsinin yüksek veya alçak derecelerinde renk farklı görülecektir. Koyu renklerin net görülebilmeleri için bol ışığa ihtiyaç vardır. Parlak ve yüksek dereceli ışık ta rengin değeri yukarı doğru artar. Yani kırmızı renk yüksek dereceli ışıkta turuncuya yakın tonda görünmeye başlar. Işık rengi azaldıkça renk gölgelenir , kırmızı morumsu görülmeye başlar.

Kuzey Işığı : Mavisi fazla mekan soğuk görülür , canlı renkler kullanılır. Gün boyu aynı ışığı alır.

Güney Işığı : En beyaz ışığı alır , ışık hep aynı kalır (gün boyu). Her renk kullanılabilir. Doğu Işığı : Sabah ışığı alır , soğuk ve sıcak renkler bir arada kullanılırlar.

Batı Işığı : Öğleden sonra ışığı alır , sıcak ve soğuk renkler bir arada kullanılır. RENK GRUPLARININ ANALİZLERİ :

Mavi Grubu : Mavi doğanın önemli renklerinden biridir. Mavinin bir çok tonu gün ışığında çok iyi görülür ancak suni ışıkta çoğu griye veya koyu maviye dönüşür. Gözün mavi yüzeylere odaklanması zordur. Mekan içinde mavi kullanılırken koyu tonlar suni ışıkta cansız duracağı için tavsiye edilmez , ancak açık tonları mekanı geniş gösterir. Kütüphane ve çalışma mekanlarında en çok önerilen renktir.

Mor , Leylak Rengi , Menekşe Rengi Grubu : Yumuşak , rahatlatıcı , davetkar olamayan renklerdir. Yalnız koyu mor heyecanlandırıcıdır , lüks ortamlar yaratır. Diğer renkler ile kullanıldıklarında özellikle koyu tonları mekanı olduğundan küçük gösterir. Gri ve mavi ile kullanıldığında ise göz alıcı ve uyarıcı olur. Gün ışığında daha iyi sonuç verirler , akkor lamba ışığında ise özellikle mor rengi olduğundan daha ağır görülür.

Yeşil Grubu : Bir diğer doğa rengi de yeşildir. Yeşil doğanın canlanmasını ve hayatın kendisini temsil eder. İnsan gözünü en az zorlayan renktir. Arka fonda kullanıldığı zaman geniş havadar , rahat bir ortam yaratır , sakinleştirici etkisi vardır. Çalışma mekanlarında ve konsantrasyon gereken erlerde kullanılması tavsiye edilir.

Mavi – Yeşil(turkuaz) Grubu : Özellikleri mavi renge daha çok benzemektedir. Macera duygusunu çağrıştırır , lüks etkisi vardır. Özellikle yemek mekanların da önerilir. Donuk aydınlatmalarda bile parlak görülebilen bir renktir.

Sarı Grubu : Sıcak ve kuvvetli bir renktir ve insan göz hiç hatasız olarak sarı rengine odaklanabilir. Beyazdan sonra ışığı en çok yansıtan ve göze en davet edici gelen renktir. Doğal ışıkta sarı gözün yorulması ile zamanla griye dönüşebilir. Flüoresan ışık da içindeki yeşil oranı fazlalaşmış görülür. Sarı kırmızı ve yeşil arasında kalan bir renk olmasına karşın kuvvetli bir renktir. Kahve rengi , yeşil , portakal rengi ile kullanıldığında doğayı hatırlatan ortamlar oluşturur.

Kırmızı Grubu : En sevilen renktir. Kil renginden pembemsi kırmızıya kadar tonları vardır. Özellikle yemek mekanlarında çok önerilen bir renktir. Kırmızının koyu tonları mekanı olduğundan daha küçük gösterir. Renk kombinasyonlarında diğer renklerin etkilerini azaltır.

(21)

21 Antika mobilyaların oldu mekanlarda daha iyi sonuç verir. Kuvvetli kırmızı çok dikkatli kullanılmalıdır , çünkü kırmızı renginin kandaki adrenalini yükselttiği saptanmıştır. Mekanların boylarını ufalttığı saptandığından uzun koridorlarda kullanılması önerilir.

Beyaz Grubu : Beyaz , ışığın tüm renklerini yansıtan çok kuvvetli bir renktir. Diğer renkler ile kullanıldığında çok yorucu olabilir. Beyaz beraber kullanıldığı renklerin etkisini azaltır. Diğer renklere göre az kullanılırsa rahatlatıcı etki yapacaktır. Beyaz kullanıldığı hacmi geniş gösteren bir renktir. Ancak tamamen beyaz bir hacimde göz odaklanma güçlüğü çekecektir. Işığın az oluğu karanlık mekanlarda kullanılması önerilir. Ancak konsantrasyon gerektiren mekanlarda önerilmez.

IŞIK RENKLERİ VE PİGMENT RENKLERİ

Cisimleri ve yüzeyleri renklendirmek için kullanılan boya maddeleri , pigment denilen renk hücrelerinin karışımları ile hazırlanmaktadır. Pigment renklerinin ışık renklerinden farkı , karıştıkları zaman daha koyu olan renk tonlarını oluşturmalarıdır. Oysa ışık renkleri karıştıklarında daha açık ve parlak olan renkleri meydana getirirler ve hepsi karışınca da beyaz ışık ortaya çıkar. Pigment renklerinin hepsi karışınca siyah renk oluşur. Bu sebeple ana ışık renkleri , pigment renklerinin ikincil renkleri , ikincil ışık renkleri ise pigment renklerinin ana renkleri olarak kabul edilir.

ANA IŞIK RENKLERİ ANA PİGMENT RENKLERİ - Koyu Mavi - Cyan Mavisi

- Koyu Kırmızı - Macenda Kırmızısı - Yeşil - Sarı

İKİNCİL IŞIK RENKLERİ

- koyu mavi + yeşil = cyan mavisi

- koyu kırmızı + koyu mavi = macenda kırmızısı - yeşil + kırmızı = sarı

- cyan mavisi + macenda kırmızısı = k.mavi - macenda kırmızı + sarı = koyu kırmızı - cyan mavisi + sarı = yeşil

1.2.1. Ana ve Ara Renkler

Ana Renkler Kırmızı, Sarı Ve Mavi’dir. Ara Renkler Turuncu,Yeşil Ve Mor’dur. Kırmızı +Sarı=Turuncu

Sarı+Mavi=Yeşil Mavi+Kırmızı=Mor

1.2.2. Sıcak ve Soğuk Renkler

Sıcak Renkler; • Kırmızı

(22)

22 • Turuncu • Sarı Soğuk Renkler: • Yeşil • Mavi • Mor

1.2.3. Renk Planları

Birinci Plan: Bize en yakın olan kısımlardır.

İkinci Plan: Bu plandaki cisimlerin biçimleri ışık-gölge içindeki kitle etkisi verir.renkler de değerlerinden biraz kaybederler.

Üçüncü Plan: Cisimler burada sanki bir sis perdesiyle kaplanmış gibidirler.

1.2.4. Renklerin Duygusal Özellikleri

Kırmızı: Titreşimi en kuvvetli olan renktir.

Turuncu: Güneşin parlaklık ve sıcaklık hissini verir. Sarı: Neşe, hareket veren uyarıcı bir renktir.

Yeşil: Dinlendirici ve huzur veren bir renktir. Mavi: Dinlendirici bir renktir.

Mor: Hüzün ve dönüklük hissi veren düşündürücü bir renktir. Siyah: Keder, ölüm, matem ve karanlığın ifadesidir.

Beyaz: Saflık, temizlik, doğruluk ve güven veren bir anlamı vardır. Gri: Olgunluk ve rahatlık veren bir anlam taşır.

2. KÖK BOYALAR

Türkiye’de boya maddelerini ihtiva eden ve kumaşları, halıları vesaireyi boyamada kullanılan çok sayıda boya bitkileri vardır. Bu bitkilerin muhtelif kısımlarında çeşitli boya maddeleri bulunmaktadır. Mesela: bazılarının çiçeklerinde, yapraklarında, kabuklarında,odunlarında ve köklerinde bulunurlar ve kimya bakımından da oldukça önemlidirler. Bu boya bitkileri irili ufaklı olmak üzere ;ot, ağaçcık, ağaç, bahçe ve bağ bitkileridir. Hatta bazen yosun ve likenlerin de boyama kudretleri vardır. Yurdumuzda boya bitkileri pek eskiden beri çeşitli işlerde kullanılmışlardır. Mesela; eski halılarımız, kumaşlarımız, eski Türk mürekkepleri ve âharları,kâğıtları boyamak ve ebru yapmak için pek çok sayıda bunlardan boyalar yapılmıştır. Mesela: Çividî, sarı,

(23)

23 açık sarı, limon sarısı, al, yeşil, çemen yeşili, mor, asumanî (havai maî), süt maî, narenci (turuncî, portakalî), kırmızı, açık kırmızı, koyu kırmızı, kahve rengi, koyu kahve, siyah vs.

Eski Türk sanatlarında bitki boyalarından başka madeni boyalar da yapılmıştır. Metal bileşiklerinden de istifade edilerek yine çok çeşitli renklerde boyalar elde edilmiştir. Meselâ: çeşitli renklerde mürekkepler: yeşil mürekkep,sarı,altın, lacivert, gül, fıstıkî, mavi, havai maî(asumanî) gibi, hatta gizli yazılar için gerek madeni ve gerekse bitkisel boyalardan da mürekkepler çok yapılmıştır.

Bu bitkilerden elde edilen boyalar kimyasal yapılarına göre sınıflara ayrılırlar.Şöyle ki:

• Kimyasal yapılarına göre sınıflara ayrılması • Kimyasal reaksiyonlarına göre sınıflara ayrılması

• Güneş altında renklerinin değişmesi bakımından sınıflara ayrılması Yurdumuzda eskidenberi bitki boyaları kullanılmaktadır.Yurdumuz vaktiyle bu bitkisel boya ları en çok ve en güzel elde eden ve ihraç eden bir ülke haline geldi.

Suni alizarin boyası keşfedilmeden evvel ülkemizde bol miktarda yetişen boyacı kökü ile halılarımız boyanırdı ve bizim tabii alizarin boyamız 250 yıl evvel dünya alizarin ihtiyacının üçte ikisini elde ederek ihraç ediliyordu. Uzun zaman Türkiye’de elde edilen bitkisel boyaları dünyanın en iyi boyaları diye tanınmıştı.Bir çok Türk milli sanatları:

Halıcılık, yazmacılık, mürekkepçilik, âharcılık, kâğıtçılık gibi sanatlarda kullanılan boyaların hepsi bitkilerden yapılırdı.

Halen memleketimizde bitki boyalarını kullanan birkaç vilayetimiz: Kars, Erzurum, Sivas, Tokat, Kayseri, Konya, Ankara ve Ispartadır.

Armut ağacı; ülkede çok yayılmış bir ağaçtır. Köylüler yapraklarından istifade ederek kahve renginde boya yapmak için kullanırlar.

Sarı gramil; Kalaba, Bolu, Hüseyin Gazi dağ stebi, Etlik dağ stebi, Çubuk vadisi, Kayaş, Kavaklıdere, Ankara’nın taşlık ve kayalık yamaçlarında, Erciyes dağı, Toros-Mersin, Yunanistan, İran, ve Suriye’de bulunur. Memleketimizde bu bitkiye yanlış olarak Havlıcan denmektedir. Botanik bakımından asıl Havlıcan Alpinia officinarum (Galanga) denen bitkidir. Bu bitki Çin, Cava ve Hindistan’da bulunurve ülkeyede buralardan gelmektedir. Bu kökün içinde Anchusin (veya Alkanin) denilen bir boya vardır. Bu boya muhtelif sabitleyicilerle değişik renkler verir:

• Sabitleyiciler

(24)

24 • Kurşun asetat

• Demir-2-sülfat (saçıkıbrıs) • Bakır sülfat (göztaşı) • Cıva-2-klorür (sublime) • Âdi şap • TaninRenkler • Karmen kırmızısı (Lâl) • Mavi • Menekşe • Koyu menekşe • Et rengi • Kırmızı • Kırmızı, koyu kırmızı

Sarı gramil bitkisinin köklerinin kabuklarıyla yapılan kırmızı boya güneş altında gittikçe koyulaşan mat bir hâl alır.

Asma; ülkemizde pek çok çeşidi yetişip çok yerde bol miktarda bulunur. Boyar maddesi Kersetin’dir. Şap ile sarı, demir sülfat ile koyu sarı elde edilir.

Ayva ağacı; birçok yerde pek çok çeşidi mevcuttur. Ayva yaprağı, ceviz yaprağı, soğan kabuğu ve is ile Kahve, koyu kahve, kül rengi,sarıya çalan kahve rengi elde edilir. Ayva kabuğu ve çekirdeklerikaynatılaraklacivert renk elde edilir.

Bakam ağacı;Bu ağaç ithal bitkilerdendir. Amerika ve Antil’lerde bulunur. Ülkemizde çok az olarak Adana ve Tokat’ta bulunur.

• Sabitleyiciler • Tanin • Şap • Krom şapı • Krom Sülfat • Demir-2-sülfat • Alüminyum sülfatRenkler • Kırmızı

• Kırmızı, sarıdan menekşeye geçer • Mavi kırmızı

• Koyu mavi • Esmer mavi

(25)

25 • Kırmızı menekşe

Bakam ağacının boyar maddesi Hematoksilin’dir. (Hematoxyline) bir de ülkemizde Kızıl ağaç olarak bilinen bakam ağacı çeşidi vardır. Kızıl ağaç, Şap ve Ak mazı kaynatılarak kırmızı boya elde edilir. Siyaha çalan kırmızı yapmak içinse Kızıl ağaç, Şap ve Kara mazı birlikte kaynatılır.

Boyacı Aspiri; yalan safranı, yabani safran da denir. Memleketimizde doğu Akdeniz bölgesinde her çeşidi mevcuttur. Çiçeklerinde kırmızı boya vardır. Boyacı Papatyası; öküz gözü, sığır gözü, sarı papatya da denir. Bu papatyadan çeşitli sarı renkler elde edilir.

Cehrî; Sarı boya, Sarı tane, Boyacı dikeni de denir. Bütün Karadeniz bölgesinde ve Sivas, Yozgat, Niğde, Maraş, Kayseri çalılıklarında bol miktarda bulunabilir.

Cehrî’den muhtelif sabitleyicilerle çeşitli sarı renkler elde edilir. • Sabitleyiciler • Şap • Tanin • Krom şapı • Demir-2-sülfatRenkler • Sarı • Esmer sarı • Esmer

Cehrî’nin boyar maddesi Rhamnetine’dir.

Ceviz ağacı; ülkemizde her yerde bol miktarda bulunur. Cevizin yaprağından, kabuğundan ve özünden çeşitli kahve rengi boya elde edilebilir. Sabitleyiciye gerek olmaksızın her tür boyama yapılabilir. Boyar maddesi Juglon veya Nüsin’dir.

Çivit otu; Sıcak ülke bitkilerindendir.İndigo adı verilen mavi boya elde edilir. Doğu Çınarı; ülkede muhtelif yerlerde bol miktarda bulunabilir. Çınar kabuğundan kırmızı renk elde edilir. Sabitleyici olmadan da boyama yapılabilir.

Ebegümeci; ülkemizde muhtelif yerlerde bol miktarda bulunabilir. Yaprakları kaynatılarak yeşil renk elde edilebilir.

Haşhaş çiçeği; Yapraklarından eflatun renk elde edilebilir. Sabitleyici kullanmadan da boya yapılabilir.

Ihlamur ağacı; Ihlamur ağacı kabukları çam kabukları ve şap ile birlikte kaynatılırsa son derece dayanıklı bir kahverengi elde edilebilir. Eskiden balıkçı ağları bu boya ile boyanırdı.

(26)

26 Kadın tuzluğu; Diken üzümü de denir. Bu bitkinin terkibindeki boyar madde Berberin’dir. Gittikçe kararan sarı renk elde edilir.

Kökboya; Türkiye’nin en önemli boya bitkilerinden biridir. Boyar maddesi Rubieritrin asididir. Şap veya Tanin ile çok güzel kırmızı renk elde edilir. Demir-2-sülfat ile esmer kırmızı, Krom şapı ile mavimtırak koyu kırmızı elde edilir. Bazı maddeler ile değişik renkler renkler elde edilebilir.Alkalilerle mavimtırak, asitlerle sarı, kurşun asetat ile esmerimtırak kırmızı gibi.

Mazı; Mazı peliti Türkiye’nin en önemli sabitleyicisidir. İki çeşit mazı vardır, ak mazı ve kara mazı. Mazı pelitlerinin deliksiz olanları daha çok tercih edilir.

Meyan kökü; Bu bitki Türkiye’nin alçak yerlerinde pek çoktur. Şapla sarı boya yapılır.

Nevruz otu; Yabani keten, arslan ağzı da denir. Türkiye’de pek çok çeşidi vardır. Çiçekleri şap ve demir sülfat ile kaynatılarak kırmızı renk elde edilir.

Şeftali ağacı; Şeftali ağacı yaprakları bakır sülfat (göztaşı) ile kaynatılırsa kûfi yeşil elde edilir. Son derece dayanıklı bir boyadır.

Safran; Safranın boyar maddesi Safranin veya Crocine’dir. Sülfürik asit ile açık mavi Nitrik asit ile yeşil renk verir.

Yarpuz; Sapı ve yaprakları demir sülfat ile kaynatılırsa çok güzel parlak siyah bir renk elde edilir.

Yemen safranı; Türkiye’de pek çok yerde bulunabilir. Bu bitkinin terkibinde Luteoline denilen renkli bir madde vardır. Sabitleyici olarak Potasyum bikromat kullanılır.

Zerdeçal; Boyar maddesi Curcumin’dir. Değişik sabitleyiciler ile sarı dan kırmızıya kayan renkler elde edilebilir.

Kırmız böceği; Koşnil de denir. Boyar maddesi Acide Carminique’dir. Suda, alkolde ya da eterde eritilerek lâlî kırmızı elde edilebilir.

2.1. BOYA TÜRLERİ

2.1.1. Tabii Boyalar;

Yazı icat edilmeden öncede insanlar mağara ve kaya yüzeylerine hayvan figürleri ve çeşitli semboller çizerek anlatmaya çalışmışlardır.M.Ö 3000 yılına tarihlenen resimler mevcuttur. Bu da çeşitli tabii maddelerden elde edilen boyaların çok eski tarihlere kadar uzandığını bizlere göstermektedir. Doğal boyalar 4 grupta incelenir:

• Renkli kaya ve topraklardan elde edilen toprak boyalar. • Bitkilerden elde edilen boyalar ve kök boyalar

(27)

27 • Hayvanlardan elde edilen boyalar

• Madenlerden elde edilen boyalar

2.1.2. Toprak Boyalar

Kaya ve taşlardan elde edilen boyalar kırmızı tonları ve kızıl renk topraktan elde edilir. Aşı boyada topraktan elde edilmektedir. Kayalar dövülür toz haline getirilir,ve tabii renklerine ayrılarak kullanılır.

2.1.3. Bitkilerden Elde Edilen Boyalar

Bazı bitkilerin tümü boya için kullanırken bazılarının belirli kısımlarından yararlanılır. Böylece bitkiler üç grupta incelenir:

Çiçekler, yapraklar, tohumlar.

Lacivert ve mavi renkler: önceleri çivit otundan daha sonraları ise indigo bitkisinin yapraklarından elde edilmektedir. Yıldız çiçeği ,iris,kaynar otu, papatya, gibi çiçeklerden sarı renk elde edilir. Kalem işi restorasyonu farklı usullerle yapılır. Bazı örneklerden çatlak ve bozuk renkler önce macun sürülerek

Dallar ve kabuklar:kızıl ağaç kestane ,kızılçam gibi ağaçların dal ve gövde gibi kabuklarından kahverengi renk elde edilmiştir.

2.1.4. Hayvanlardan Elde Edilen Boyalar

Mor ve eflatun renkler elde edilmiştir .murex, purpura adlı iki kabuklu deniz hayvanının salgı bezlerinden elde edilir. Kırmızı böceği denilen böcekten kırmızı renk elde edilir. Hayvansal boyaların elde edilebilmesi güç olduğundan pek kullanılmamıştır.

2.1.5. Madenlerden Elde Edilen Boyalar

Sarı renk potasyumdur, kromat ile arsenik sülfürden elde edilir. Beyaz renk kurşun korbanatın tabiattaki doğal şeklinden elde edilir. Mısır mavisi de kireç ve bakır tozu karışımından elde edilir. Siyah, kömür tozundan, yanmış kemik isinden ve hat sanatında kullanılan, kandil yağı isinden is mürekkebi elde edilir.

(28)

28

3. Balyan Ailesi

İstanbul'da önemli hangi yapıya baksanız altında Balyan imzasını görürsünüz. Balyan Ailesi 19. yy Osmanlı mimarlığının en önermli adları olarak tanınmışlardır. Ermeni kökenli bir aile olan Balyanlar, baba, oğul ve kardeşler olarak art arda dört kuşak hassa mimarı yetiştirmişlerdir. K. Pamukciyan'ın yaptığı araştırmalara göre, aile hassa mimarı Meremetçi (Onarımcı) Bali Kalfa'ya dayanan uzun bir şecereye sahiptir.

Balyan Ailesi Kayserilidir. Meremetçi Bali Kalfa'nın oğlu olan Krikor Kalfa, Balyan soyadını ilk kez kullanan kişidir. Bali Kalfa hakkında pek bilgimiz yok. Ancak Bağlarbaşı Ermeni Mezarlığı'nda gömülü olduğu bilinmektedir.

Yaklaşık bir yüzyıl boyunca, Balyan soyadını taşıyan bu mimarlar birbirlerini izleyerek verimli ve etkin bir hayatları olmuştur. Çok sayıda ve büyük boyutlu yapıların tasarım ve uygulamasını içeren mesleki etkinlikleri, hassa mimarı olarak yetkili kişilikleri, profesyonel yetenekleri ve yaşadıkları dönemin isteklerini karşılamaktaki sezgi ve uyumları Balyan adının ülkede ve hatta ülke dışında duyulmasına neden olmuştur.

3.1. Aile Mesleği

Aile bu başarısını belki de mimarlık mesleklerini bir gelenek içinde hassa mimarı ve hassa başmimarı olarak art arda sürdürmesine borçludur. Aynı adı taşımanın, bir öncekinin etki ve başarı mirasını kullanmanın avantajı, babadan oğula veya kardeşten kardeşe aktarılan deneyim birikimi, Balyanların başarı grafiğini yükseltmede olduğu kadar bu adın hatırlanıp herkes tarafından tanınmasında da etkili olmuştur. Ortaçağın zanaatkar ailelerini anımsatan bu süreklilik, kendini unutturmayan, tersine yineleyen ve yenileyen bir ad olmak, Balyanların gündemde kalmasını sağlamıştır.

3.2. Balyan Üslubu

Balyan Ailesi zanaatkâr aile geleneğinin hâlâ yürürlükte olduğunu gösterdikleri için mimarlık eğitimi tarihi açısından da ilginçtir. İIk üç kuşağın mimarları, mesleği geleneksel yöntemle, iş içinde ve uygulamada en alt basamaktan başlayarak öğrenmişlerdir. Geleneğin çözülüşü de yine Balyan örneğinde izlenmektedir. Koşullar 19. yy'ın ikinci yarısında değişmiştir ve geleneksel eğitimden gelen Garabet Balyan, çağının gereksinmelerini önceden fark eden uzak görüşlülükle oğullarını örgün egitime yönlendirmiştir. 19. yy'ın ortalarında yükselen Balyan etkinliğinde, bu öngörünün payı büyük olmalıdır. Bu açıdan Garabet Balyan, ailenin kilit bireyi durumunda görünmektedir. Kapalı ve baba işliği ile sınırlı meslek hazırlığının, yerini Sainte-Barbe

(29)

29 veya Ecole des Beaux Arts eğitimine bırakması, önemli bir değişimi göstermektedir. Akademik öğrenim ve özellikle Fransa deneyimi, Nigoğos ve Sarkis'in yalnız meslek formasyonunu değil motivasyonlarını da önceki Balyan kuşağından farklı bir yönde olmuştur. Bunu en açık Krikor Balyan 'da görüyoruz. Krikor Balyan yetenekli bir mimar olmasına rağmen, girişimci ve müteahhit Sarkis'le karşılaştırıldığında geleneksel mimar çizgisinden ayrılamadığını, performansını mesleğiyle sınırladığı görülür.

Balyan Ailesi'nin mimarlık tarihinde eşine az rastlanan bir süreklilik ve etkinlikle çalışması, 18. ve 19. yy'lardaki tarihi koşullarla ilgilidir. Osmanlı Devleti Lale Devri itibariyle Batı sanatına, Batı yaşam biçimine ve dolayısıyla bu yaşamı oluşturan mimari yapılara karşı ilgi duymaya başlamıştı. Osmanlının mimarideki bu Batı ilgisi zamanla başka alanlara da kaymıştır. Batı kökenli mimarlık anlayışının, konsept, program, şema ve teknoloji olarak kavranıp benimsenmesinde gereksinilen bilgi edinme süreci, belirli kültürel yakınlıklara bağlı olmalıydı. Bu yakınlık sonucuda dil, din ve kültür olarak Batı'ya yakın olan Hıristiyan tebaa da önem kazanmaya başlamıştı.

Bunun dışında Osmanlı Devleti'nin farklı etnik toplulukları bir araya getiren bir yapısı vardı. Bu yapı doğal olarak iş ve çalışma hayatına da yansıyordu. Dolayısıyla Hassa Mimarları Ocağı'nda her zaman gayrimüslim mimar veya kalfalar bulunmuştur.

Balyan Ailesinden kişilerin adlarının öne çıkması ne kadar yadırganmayacak bir olguysa da, Batılı konsept ve biçimlerin kullanılmasında daha esnek bir anlayışa sahip olmaları bu ailenin mimarlarının ülke çapında isim kazanmasına neden olmuştur. Gayrimüslim mimarlann ve genel olarak gayrimüslim toplulukların ekonomik ve kültürel gelişmelerinin ve Batı'ya açılan ortama kolay ve hızlı uymalarının gerisinde sanayileşmiş ülkelerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki siyasi hesaplarının teşvik ediciliği de kuşkusuz söz konusudur.

3.3. Krikor Amira Balyan (1764-1831)

Hassa mimarı. İlk kuşak Balyan ailesinin hassa mimarı olarak tanınan en önemli kişiliğidir. Hassa mimarı olan Meremetçi Bali Kalfa'nın oğludur. Babasının adından ötürü Baliyan veya Balyan olarak adlandırılmış ve Balyan soyadını ilk kez kullanan kişi olmuştur. Tanınmış hassa mimarı Minas Kalfa'nın damadı ve yine hassa mimarı Ohannes Amira Severyan'ın da kayınpederidir. 1800'de evlendigi Minas Kalfa'nın kızı Sogome'den doğan oğlu Garabet Balyan da hassa mimarı olmuştur. Ermenice kaynaklarda, Krikor Kalfa'nın II. Mahmud'la kişisel dostluğu olduğu, sarayda etkili bir kişilik sergilediği, cemaat işleriyle ilgilendiği, Katolik ve Gregoryen Ermeniler arasındaki anlaşmazlıkları çözmeye çalıştığı, yoksullara yardım etmekten hoşlandığı,

(30)

30 işçilerine karşı tevazu ile davrandığı belirtilmektedir. Üsküdar'da Bülbülderesi üstündeki tepede oturduğu, bülbüle meraklı olduğu ve evine yakın bir yerde özel olarak bu kuşları yetiştirdiği ve semtin adının da bu nedenle Bülbülderesi olarak anıldığı çeşitli kaynaklarda yer almaktadır. 1831'de Üsküdar'da ölmüş ve Bağlarbaşı Ermeni Mezarlığı'na gömülmüştür.

Genç yaşta büyük yapıların sorumluluğunu üstlenen Krikor Kalfa'nın en etkin ve verimli çalışmaları, III. Selim dönemine rastlamaktadır. Bu dönemlerde inşa edilmiş başlıca kamu yapılarının mimarı olarak tanınmaktadır. Krikor Kalfa'nın yapı listesinde 6 saray, 4 kasır, 6 kışla, 1 cami, 2 kilise, 2 büyük bent ve 2 idare yapısı bulunmaktadır.

Başlıca yapıtları: Sarayburnu'ndaki Saray (yandı), Beşiktaş Sarayı (yıktırıldı), Beylerbeyi Sarayı (yeniçeriler tarafından yakıldı), Valide Sultan Sarayı (Kasr-ı Cedid), Defterdar Sarayı (Haliç), Aynalıkavak Kasrı, Nusretiye Camii, Selimiye Kışlası ve çevre yapıları, Davutpaşa Kışlası, Beyoğlu Kışlası, Darphane-i Amire, Valide Bendi (Bahçeköy), Topuzlu Bendi (Bahçeköy), Yangın Köşkü (Beyazıt) olarak sıralanabilir.

Cami, kilise ve bentlei ayaktadır ve özgün durumlarını korumaktadırlar. Sivil yapılarından ise yalnızca Aynalıkavak Kasrı ayakta kalmayı başarmıştır. Aynalıkavak Kasrı, Batılı süsleme ögeleri dışında özellikle divanhaneli plan şemalarıyla Osmanlı geleneğine ters düşmeyen bir tasarım örneği olarak Krikor Kalfa'nın yapı listesinde dikkat çekmektedir.

3.4. Senekerim Balyan (1768-1833)

Hassa mimarı. Meremetçi Bali Kalfa'nın oğlu ve Krikor Amira Balyan'ın kardeşidir. Senekerim Balyan'ın yaşamı hakkında çok az bilgiye sahibiz. Kudüs'te öldüğü ve oradaki Ermeni mezarlığına gömüldüğü bilinmektedir. Yapıları arasında bilinen, yalnızca eski ahşap kulenin yerine yapıIan kagir Beyazıt Yangın Kulesi yer almaktadır. K.Pamukciyan'ın okuduğu Viyana Mıkhitaristler Kitaplığı'ndaki elyazmasına göre Ortaköy'de (1824-1825) yeniden inşa edilen Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi'nin de mimarı o dur.

3.5. Nigoğos Balyan (1826 -1858)

Hassa mimarı. Garabet Amira Balyan'ın oğludur. Balyan ailesinin örgün eğitimden geçen ilk bireyidir. Paris'te Sainte-Barbe Koleji'nde okuduğu ve kolejin müdürü tanınmış mimar H. Labrouste'un favori öğrencileri arasında olduğu bilinmektedir. Meslek yaşamı kısa ama verimli geçmiştir. Ailenin mimar olan bütün bireyleri ile birlikte çalışmıştır. Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu ve iki Saltanat Kapısı, Ortaköy Camii, Mecidiye Kasrı, Ihlamur Kasrı, Göksu Kasrı, Tophane Saat

(31)

31 Kulesi, Dolmabahçe Saat Kulesi ona atfedilen yapılar arasındadır. Nigoğos Balyan'ın yapılarının tümü sapasağlam ayakta durmaktadır ve özgünlüklerinden hiç birşey kaybetmeden koruma altına alınmıştır.

3.6 Levon Bey Balyan (19. yy)

Hassa mimarı. Nigoğos Balyan'ın oğludur. Balyan ailesinin hassa mimarı olarak son kuşağındandır. Paris'te Ecole des Beaux Arts'ta yaptığı mimarlık eğitimi dışında hakkında yazılı bir belgeye rastlanmamaktadır.

3.7. Garabet Amira Balyan (1800 - 1866)

Hassa mimarı. Krikor Amira Balyan'ın oğludur. Gençlik yıllarına ve eğitimine dair bilgi bulunmaktadır. 1831 yılında babasının ölümü üzerine onun yerine geçmiştir. Yedikule'deki Ermeni Hastanesi yaptığı ilk yapıdır. Ermeni cemaatine yalnız mimar olarak değil, cemaat meclisinde üyelik yoluyla, büyük bağışlarıyla ve eğitim kurumları kurup destekleyerek hizmette bulunmuştur. Nazeni Babayan'la evliliğinden 10 çocuğu olmuştur. Bunlardan Nigoğos, Sarkis, Agop ve Simon Balyan da hassa mimarı olarak çalışmışlardır. Beşiktaş Ermeni Mezarlığı'na gömülmesine rağmen mezarı ve kitabesi kayıptır.

Garabet Amira Balyan mimarlık tarihine, "Dolmabahçe Sarayı'nın mimarı'' olarak geçer. Ailenin profesyonel etkinliğinin ve sürekliliğinin sağlanmasında önemli rol oynamıştır. II. Mahmud, Abdülmecid ve Abdülaziz'in hükümdarlık yıllarında hassa mimarlığı yapmıştır. En verimli çalışma dönemi, Abdülmecid'in saltanat yıllarına rastlamaktadır. Yaklaşık otuz yıl süren meslek yaşamında 7 saray, 4 fabrika, 1 kışla, 1 cami, 2 hastane, 3 okul, 2 su bendi, 1 türbe-sebil, 7 kilise ve birçok konut tasarlayıp inşa etmiştir.

Garabet Kalfa'nın yapı listesi gerçekten görkemlidir: Dolmabahçe Sarayı (Muayede Salonu ve iki Saltanat Kapısı Nigoğos tarafından yapıldı), Çifte Saraylar (Eyüp - mevcut degil), Cemile ve Münire Sultan Sarayları (Çifte Saraylar-Fındıklı. Bbugün Mimar Sinan Üniversitesi binaları), Çırağan Sarayı (eski, mevcut değil), Hünkar Kasrı (İzmit - bugün müze), Bayıldım Köşkü'nün yeniden yapımı (Dolmabahçe - mevcut değil), Yıldız Köşkü (mevcut değil), Gümüşsuyu Kışlası (bugün İstanbul Teknik Üniversitesi binası), Kuleli Süvari Kışlası (bugün Askeri Okul), Dolmabahçe Camii, II. Mahmud Türbesi (Çemberlitaş), Mekteb-i Harbiye (bugün Askeri Müze), Sipahi Ocağı (Harbiye - mevcut değil), Terkos tesisleri (Terkos), Kirazlı Bent (Bahçeköy), Bend-i Cedid veya II. Mahmud Bendi, İzmit Çuhahanesi, Hereke Fabrikası, Bakırköy Bez Fabrikası, Beykoz Deri Fabrikası, Zeytinburnu Demir Çelik Fabrikası,

Referanslar

Benzer Belgeler

“Renkler, sarı, kırmızı, turuncu gibi sıcak renkler ve mavi, yeşil, mor gibi soğuk renkler olarak ikiye ayrılmaktadır.. Sıcak renklerin insanı harekete

Bunun sonucunda, etrafında daha fazla sayıda negatif yüklü parçacık bulunduran oksijen kıs- mi negatif yüklü iken hidrojenlerin bulunduğu bölümler ise kısmi pozitif

Bu çalışmada normal doğum yapan kadınların doğum memnuniyet düzeylerini değerlendirmek amacıyla Hollins Martin ve Martin (2014) tarafından geliştirilen, orijinal dili

Yaş tayini için güvenilir yapıyı belirlemek amacıyla değerlendirilen omur, pul, asteriskus ve lapillus otolitleri arasında yüzde uyum değeri en yüksek,

Okuma yazmayı 30 yaşından sonra öğrenen Rafet Aydoğdu, Türk mutfağının uluslararası ünlülerinden.. Aydoğdu, aile mesleği olan aşçılığını ünlülerin

Bu bilgiler ışığında, bu çalışmanın amacı; organik madde kaynağı olarak kullanılan doğal koşullarda altında 1 ve 2 yıl bekletilmiş fındık zurufunun farklı tane

¡Jitr ile musikiyi ve canlı vakaları Cemedeıl blı âyin, dinî bir bid'at suretinde sonradan hâdis ol­ makla beraber, en canlı âyinler sıra­ sına

Demek oluyor ki cansız makine­ ler için bile lâbüt sayılan bir dinlen­ me, bir nefes alma mecburiyeti var­ dır ve buna ehemmiyet verilmedikçe onlardan istifade