YEN
ADA
H Â M İ O
T E Z A T B A K
Y A Z FELSEFESİ
S
ANATKÂRIN benliğitabiat-teki ezelî nizam ve kabili yetlere mahremdir. Sanat kâr, düşüncelerini, duygularını ve yarattığı eserlerde gördüğümüz şe killeri, renk ve sesleri, mâna ve heyecanları ruhunun âleminden, tabiatten ve cemiyetten alır, yu-ğurur. ü hâlde, her büyük şairin mutlaka varlığı bir görüş tarzı, kendini ve tabiati kendine m ah sus bir anlayışı, yani bir felsefesi vardır. Derin incelenirse, eserle rinin ruhunda bıı felsefenin tesiri görülür.
Hâmid’imizin de, benliğini var lığa bağlıyan ana bir felsefesi var. Bu felsefe, vecdinin kaynağı dır. Bu felsefe vahdeti vücuttür.
Şark’ta ve Garp’ta yayılan bu felsefeye göre, bir bakımdan «ta-biatle Allah, iki değil, bir var
İlktir». B ir bakımdan «Allah bü
tün varlığın ruhudur». Bir bakım dan da «tabiatle Allah mutlak olan varlığın ayrılmaz iki şeklidir, Allahsız tabiat mevhum bir göl gedir, tabiatsız Allah da medlûlsüz bir mânadan ibarettir. Hakikî var lık tabiatle Allahın ezelî, zarurî ve biribirinden ayrılmaz taayyün-lerindedir. Namütenahi ve ezelî kudretten, iktizaî olarak sayısız ve sınırsız, mümkün ve gayri mükemmel varlıklar ayrılıp yine asılları olan Allah’a gitmektedir». Kâh nâmütenahinin yani Al lah’ın mütenahi tabiatte gizli bu
lunduğunu, kâh bunun aksini
gösteren düşüncelerle, kâh yalnız Allahın, kâh yalnız tabiatin var
lığını söyliyen akidelerle türlü
şekiller alarak Hegel ve Spinoza’-ya kadar uzanan ve bâzı tâbir ve izah farklarıyla yine «mütenahi ile nâmütenahinin birleşm esine
varan bu felsefe Hâmid’imizde
canlı bir akîde ve coşkun bir inandır. Hâmit bu inanda tabiatle Allah’ı birleştirmiştir.
Sahra da, bir şiirinde : ağaçlar
rüzgârın nefhalarından vecde ge lerek Hazreti Fıtrat’a secde eder ler. Bedevî bu heyecan içinde bü tün tabiatte «Hay, mevcut, vâcit
8
’İ N F E L S E F E S İ
İ M İ N D A N T A B İ A T V E H Â M İ T
A N :
F .
S A C İ T
Ö L K Ö
/J nisan 1941 Aptülhak Hâmid’in ölümünün beşinci yıldönümüdür.
H er yıl dönümünde büyük şaire birkaç sayfasını ayırmayı kendine bir borç bilen gazetemiz, bu sayısında da, onun tezatlarla dolu olan felsefî şahsiyetini tahlil eden bir yazı basıyor. Muharrir; kendi sanat anlayışına göre onu ve eserini inceledikten sonra “ Tezat varlığın bi ze hayret veren büyülü bir görüşüdür. Hâmid'in şiirinde de böyledir. Diyebiliriz ki varlık ve hayat zıtların bir anlaşma ahengi, bir uzlaş ma tılsımıdır. Hâmid’imizin şiirlerinde gördüğümüz tezatların sebebi, benliğinde varlığın bu sırrına mahrem oluşudur. Bu mahremlik aynı
zamanda onun dâhiliğine bir delildir,, neticesine varmaktadır.
Onun feryadı bile Allah’ın bir liğinden coşup geliyor ; Ama o birlik veya o Allah bir kaynak ki
kendinden Çıkan sudan haberi
yoktur.
Son iki mısraın birincisinde Hâmit tamamiyle Allah’a
mı'inka-liptir; İkincisinde filozoflardan ,
«idrâk ve irade mahlûkların sıfa tidir, bunlar Allah’ta yoktur, onun tezahürü zarurî bir inkişaf ve in-bisattır» diyen Spinoza’ ya ben ziyor.
Şairimiz Garam’da felsefesini daha açık söyler :
Kâinatın hepsi mahzâ senliğin; Aslı sensin, bizde zâhlr benliğin! Bir görür fikr eyliyen\encâmmı, Bunda Allah’la tabiat nâmını!
Ölü’de şöyle der : «Âlemi ki
tap gibi okursak vücud-ü mutlakı anlarız. Bütün gizli şeyleri ince leyin : Allah görünür. Bütün gö rünen şeyleri derinleştirin Allah gizlidir. Berut’ta kumların içinde yatan o gençlik ve güzellik hâzi nesinin içinde de, baktım, o var dır!».
Bu düşüncesinde Firdevsî gibi, «Ne dânem çiî, her çihestî tüî» — Bilmem nesin? Her ne varsa sen
sin! — veya Mııhyeddin gibi
«Sübhânellezl azharel’ eşyâe fehüve aynühâ» — Eşyayı zuhura geti reni kutlarım ki o eşya kendisi nin aynıdır — demiye kadar va rıyor. Hâmit’imiz bunu düşünce sinin tezat ve tenazuru ile daha güzel söylüyor:
Bütün serâiri tetkik edin : Hudâ zahir!' Bütün mezâhiri tâmîk edin ; Hudâ
mazmun ! Karikatürist Cemin kalemiyle Hâmit
ve mucit» «olan Allah’ı görür.
Kürsi-i Istigrak’tai, Hâmit bu
vecd ile varlığa daha çok dalarak derinleşir : (Zühre yıldızıyla zerre birbirini öper. Kuşla balık, meh tapla yarasa kuşu aynı yolda gi der. Denizi kuşatan şu taştan min bere o tu r: gökten deniee ve ka faya uzanmış Allah’ı gör!)
Herden geliyor bu âh-ü feryat? Cûş etmede vahdet-i hudâdan; Menbâ ki değil habîr mâdan!
Hâmit benliğindeki bu mâverai coşkunluk kabiliyetine göre bu
felsefenin veediyle ruhlarımıza
tabiatten daha güzel, varlıktan da ha derin güzellikler sunmuştur.
(Bunu başka bir yazımızda fır sat bulursak tahliller ve delillerle gösterebiliriz).
Büyük şairimizin ana felsefesi «vahdet-i vücut» olmakla bera ber, ölümün ebedi karanlığını ak lının ışığıyla, delmiye çalışıp da delemedikçe kalbinin- ve aklının İstırapları onu çeşitli, bir çok
felsefî düşüncelere götürdü. Ölü’de f
dehâsı yarıp geçemediği karan
lıklar önünde şimşeklenirken,
«varlığın sırrını bilemeyiz» diye feryat eder.
(Gördüğümüz bu varlık baştan başa hakikatlerdir; fakat yazık ki gönlümüzün hiç bir hakikatten haberi yok. Gözler zindanın derin liğini görebilir mi ki akıllar vat lığın sırrını bilebilsin!) ve :
Dinler, yeri, kalkarım havaya ; H er şeyde alelumûm ■ — Bilmem !
derken Hayyam gibidir. Fakat,
bu agnostik düşüncede kalmaz,
nihilizme de kayar.
Hayat nâmı verilmiş, nedir
bu zıll-i sübût ?
Hayata kâh «sâbit gölge» der, kâh «âlem bütün hayâldir, gör düklerimiz hakikî varlığı olmıyan gölgelerdir. Hepsi hiçliktir!» .diye inler... Kâh, varlıkta her şeyin akıp gittiğini Heraklit gibi göre rek, «öfkeden sarhoş, elinde bir kadeh tutmuş» olduğu hâlde « bu sel ^dursun!» diye bağırır. Kâh, bütün şekillerin yokolup gidişin deki manzaraya bakıp, varlığın sonsuzluğu ile tükenmez zevali dâhiyane bir m ısraa sığdırarak,
Turhan’ın ağzından, göklere : Ey büyük hiç ! Hîç-i bîpâyan!
diye haykırır.
Bu haykırışı, dehâsının, ölüm önünde sonsuz bir hiç olan kâi natla Allah’ı birleştirip bir tek mısraa sokan hamlesidir. Bu hay kırıştan sonra, pek derin ve çok parlak timsâllerle yine vahdet-i vücut felsefesine dalar :
Varlığın bâzan urmuş olsa da berk, Seni tutmakta ben sehâbım hiç!
Hâmit bulut, Allah ondan fır
lıyan şimşektir. Fakat, bulut ka çan şimşeği tutabilir mi?... Bu iki mısra varlık önünde, düşünen in sanla Allah’ın münasebetini ruhî, felsefî ve bediî bakımlardan en uygun ve en derin ifade eden bir düşünce pırlantasıdır :
Kâh, “yokluğa boğulup unutu
lacak olsaydım bu toprağın üs
tünde görünmiye ne lüzum vardı? H a y ır! Yokolmak yoktur. Evet, bu varlık sahnesine gelen ezelî dir, ezelden gelen de mutlaka ebe
dîdir,, diye aklının hamlesiyle
hızlanarak, ve “madem ki bakayı özlüyoruz, demek ki baka vardır,, diye hissinin buluşuna kapılarak, ruhunun bakasına inanır ; kâh bu iman şüpheye çevrilir : “kapalı bir kapı var, bu mezar ona met haldir. insan bu kapıdan girince benliğini hissedecek m i? Bütün
yanıp yakılışlarımın esası işte
budur„ der.
Kâh, derin bir düşünceyle şu hakikate e r e r : “Allah'a sıfatları
veren aklimdir {Ölü), “Hâlikı yara
tan mahlûktur (Garam). öyleyse in
san kendinin yarattığı Allah’a ve ruhunun ebedî olup ona gideceğine nasıl inansın ? Peki, inanmasın, ama, hakikati bilmek için elinde bir akıl var, bunun buluşuna da inanmazsa içinden gelen sorguya ne cevap versin V
Tayflar Geçidi’ nde, tezatlarla
yuğrulan tabiatin derinliğine gire rek, dikkate pek lâyık bir fikir olgunluğu gösterir ve ölümü, ölü me zıt görünen hayatın tecellile riyle izah yolunu tutarak, şu ne
ticeye v a r ır : varlık ve hayat
(Lütfen sayfayı çeviriniz).
sonsuz bir değişmedir, Ölüm ve Hayat, ezelden beri birbirine zıt iki şekilde görünen aynı şeydir. ■ Ölüm tahavvül rolünde mütemadi yen hayatı yenileştirdiği için, ölü mün mümessili hayattır* Demek ki, ölüm olmasaydı hayat devam edemezdi!
Hâmit bu düşüncesinde inkılâp felsefesiyle yürüyerek, bir mad-' diveci durumunda “ölüm„’ü tahal hil, hayatı terekküple izah eder ken Kanbur’uıı ruhuna :
Ren ölm edim , d em ek ki lahavvül-deyim bu dem ! U kbâ hayatı böyle imiş, y ok d e
m ek adem !
. mısralarını söyleterek, “tahaw ül„‘-den makûs bir sıçrayışla yine ruha inanıyor. Bakıyoruz:
Yoktan bizi var eden bu fıtret, Vardan da y o k etse haktır elbet
diyerek, mantık yoluyla, yokluğu kabule ve ona karşı celâdet gös-termiye çalışıyor. Bir de bakıyo ruz : Bir fikir veya his isti halesiyle ve yine mantık hızıyla,
Mahlûkunu hiç ed er mi h âlık ?
diye bunun aksini kabul ediyor. Büyük şairimiz, böylece, şimdi meyus ve bedbin., şimdi mütesel li ve nikbin. Şimdi nihilist, şimdi mutekit ve koyu mütesavvı'f.J Şimdi reybi, şimdi mutmein.. Düşünce nin her şekliyle düşünür ; türlü felsefî görüşlerde seyahat eder...
Bin y old a sen i düşündüm ey m â h ! K ald ı y arı y o ld a akl-ı kûtah :
Bir sa ik a var, sad âsı çıkm az ; Bir mir düşer, zıyâsı çıkm az !
Güzelliğin füsunuyla taştığı
zaman, yine vahdet-i vücut şev kiyle, hislerin âyeti gibi coşkun mısralar hâlinde şöyle söyler : “Şeyhim, bitginim, şarap getir ! Bütün eşyayı birleştiren bir şey getir! .çeyim. Ben d e . zerreyim, âlemim, sonsuz vurlğım ! Hem hayvan, hem taş, hem de insa nım! Ben âşıkım, âşıkım, âşık ! Ben o göksel gözde başka renk gördüm : gökler gözümde kara rıp daraldı, asıl varacağım varlık oldum ! Başımdaki sevda birlik sırrıdır, dinden ve imandan sıy rıldım ; haberim yok„!
Mey getir şeyhim , geberdim , mey getir ! Cam iüVeşya olan bir şey getir !
1 0
Ruhu vahdet-i vücut şara
bıyla dolup taşan büyük şairimiz bu mısraları yazdıktan altmış yıl sonra ve ölümünden pek az önce :
Bir ism -i c elâ l olsa get-ek nâm-ı tabiat, A y a l i İlâhiyedir ilham i tabiat !
diyerek, yine tabiati Allah’la bir
■leştirdi. Sanki bu iki mısranm
hızıyla kanatlanark, tabiat dediği Allah’a kavuştu.
TEZAT BAKIMINDAN TABİAT VE HÂMİT Hâmit’in tezatlarındaki fikir ve şiir kıymetini anlamak için ta biatteki -¿ezanların durumunu in celemek ve Hâmit’teki tezadı bu
durumla karşılaştırmak en iyi
yoldur, sanıyorum.
Tabiatte iki zıt birbirini boz maz, tamamlar ; bunların karşı lıklı unsurları çarpışıyor gibi gö rünerek birbirini ku
vvetleııdirir-Jer. Zıt görünüşleri şekildedir,
yani bize göredir. Hattâ bunlar gerçekte, biribirine öyle samimî ve içten bağlıdırlar ki, birisi yok olsa ötekinin de varlığı kalmaz. Bundan anlıyoruz ki, iki aykırı şekil gösteren iki zıt, şekillerin ardındaki gayede birbirine kal bu larak birleşen aynı mahiyet ve aynı asildir.
ku Hayat ve ölüm : işte iki zıt. Ölüm hayatı mahvediyor görünür. Fakat, yıpranmış ve çürümüşlerin yerlerini tazelerine bırakarak, ha yatı kuvvetlendiriyor. Hayat can sızlardan vpya ölenlerin vücudiin-den fışkırdığına göre ölüm ol
masa hayat da olmıyacaktı ve ha yat dediğimiz bu şuurlu coşkun luğu tabiatte göremiyecektik. Bu yandan hayat, her ân gençliğin ve tazeliğin çeşitlerini yaratarak bu yandan da, ölüm çürükleri temiz-liyerek tabiate ye maddeye son suz ve devirli bir hayatın bahar manzarasını verirler ve her ikisi iç, yüzden bu gayede birleşirler..
İki zıt daha : ışık ve karan
lık. •
Karanlık ışığın yokluk hâlidir.
Işık varsa karanlık görünmez.
Bunlar da, böylece bize karşı zıt görünürler. Fakat, ışık karanlık maddeden doğmuştur, böyle ol
masaydı aslında karanlık olan
varlık sonu yok bir karanlık kül çesi hâlinde kalacak, hiçbir gü
neş yanmıyacak, hiçbir pırıltı
titremiyecekti. Mademki ışık ka ranlık maddeden doğuy or, oh Ai de bu iki zıt aslında veya mayada birdir, biribirine istihâle eder du rurlar ki, gaye : ışığın ve ateşin parlamasıyla, karanlık maddede gizlenmiş, uyur bir lıâlde bulunan hayat ve şuurun zuhurudur. De mek ki, bu iki zıt da gayede bir îeşiyorlar.
Bütün zıtlar böylece tahlil edi lirse varılacak netice aynıdır: ga
yede birleşmek. Gaye ya var
lığı, ya hayatı veya bedenlerin “ruh,, dediğimiz kurüluş ve hare ket ahengini devam ettirmektir.
Tabiatın en kabiliyetli bir ço cuğu olan Hâmit de, varlıktaki zıtların bu tılsımına şuuruyla ve hattâ şuuralrıyla âşinâdır. Âşinâ
değil, hattâ bu tılsımın sırları
şuurunda ve şuuraltında erimiş tir. O da tabiat gibi engin bir âleııi olduğu için, onun şiirlerin deki, tezatların unsurları da biri-birini bozmadan, biribiri-birini tamam-lıyarak gayede anlaşırlar.
Tabiatte zıtların tılsımı varlığı ve hayatı tazeliyerek devam ettir mek içindir. Hâmid’in ruh âlemin deki zıtların ise tabiat âleminin tecellerine mütenazır ve hudutsuz heyecanlarla kendi ruhunu ve o heyecanı duyanların hislerini gü zelliğe ve namütenahiden doğan zevke, biünetice namütenahiye ka vuşturmaktır.
Tabiat gibi sanat de çeşitlerin ahengidit'. O çeşitlerle o ahenk
oi-- ' v , ' V / . ‘\p <• , -V - -■ , ?«y> . . <o O " f-* . . 1 V ' ’ fe . v - , sz v /■< - -.< “e '-i, , r . C» ✓ TV -, X , %e» -^ V * - ' _ - ‘ e , - . 5 * > , - ^ * :•*. C? * V v ~ x> w —. i.,--"-> ... c? *, C-C" ! v '^ * ■ * c ' • V ^ y3 - >v> i. • V . --e, «% X / " ■ 0 < d , • v K < / \ - ■’**’ V i ■ t - . / m 4 -V'V- . • v : 6'' ^ ' O v • H ' € V . • % ı . X». < p j * •*/ *•£> ^ . % £ - • ' ^ - ■ * f ~ :„ t, \ -K r . . ^ ‘ V % \ - V s , . O* V * 0. W» %~J '~C.ıJ vC >/.-"jf n _ ; v s - . ^ . ' X - ,>/• 5 - \ , - ' X - * H n. • • J <—o *& , -O %S Ç#aı .*< - ' " . . . . " X . . < e-.t ■ s
A ptülhak Ilâ m id ’in el yazısı (b ir mektubundan).
mazdı'. “Çeşitler,, Hâmid’in sana-tinde bazan okadar büyük fark lar ve farklı şekiller gösteriyor ki aralan hemen hemen aklın ko layca dolduramıyacağı mesafelerle açılmış zıtlar oluyor. Dikkat edi lirse, tezatlar, Hâmid’in heyecanı veya, aklının faaliyeti son şidde tine doğru hızlandığı sırada vücu da geliyor :
Ey kabr ! G elirjban a sükûtun, T akriri o hayy-i lâ yemûtun !
Hâmit,, mezarın ebedi Sükutun dan o ölmez dirinin sonsuz hım işitiyor. Bu tezat , Ticdanmda
P işim de bu secdegâh-ı tevhit...
diye başlıyan derin çalkantının sonunda en yüksek bir his şahi kasıdır.
Ey şâm ! Hu neş’e-i. hazinin Tasviri m idir o nazeninin?
Bunu sorarken Fâtım a’mn sev
gisiyle ölümünün acısı birleşmiş olduğu için, akşamın onun ru hunda uyandırdığı duygu bir te zat ânıdır, incelerek derinleşen bir “hazin neşe,, dir,
F ikrim gibi nutk-u bi zebansın, Hüsnün görünür de sen nihansın !
Onun güzelliği —hissinde ha yâlinde— görünüyor ; fakat ken disi yok. Demek ki, dilsiz ve ke limesiz bir nutka benziyor. Nasıl ki Hâmid’in beynindeki “fikir,, de öyledir: kelimesiz ve sessiz! İşte, bu tezattır ki ölümünü ifade eder ken şeklin büründüğü bu güzel liği yaratmıştır.
Tabiat kendi mâna ve ahen gini tamamlamak için tezatlarla göründüğü gibi, Hâmit de en de rin heyecanlarına şekil vermek için tezatlar yaratıyor; her ikisi de tenakuza düşmekten münez zehtirler.
Hâmit, varlığın kuruluşunda zıtlarm kudret ve mânasını pek derin duyduğundandır ki şiirle rindeki tezatlar heyecanlarına çok uygun ve mantıkîdir.
İşte, tezat şekline bürünmüş birkaç fikir ve his hamlesi :
1) ölümün karanlığı önünde
fikrinin ışığıyla varlığın sırlarını araştırırken görüyor ki, hayatın
şekilleri mütemadiyen bozulup
yok oluyor. Sevinçler de kederlerde bitiyor, öyleyse, bunlarda da iki
yüzlü bir tezat oyunu var, bun lar da birebirinin ifadeleridir :
Teşrih-ı vücut k ıl, adem dir ! Tâm ik-i nişât kıl, sitem dir !
2) Önündeki toprak sükûta da lan Fatım a’smı sakladığı için güzel dir, “nur„dur ; fakat ,toprak oldu ğu için “siyah renkli„dir:
Ey h âk-i m ünît i y âr-i s â k it , Ey nur-i siyah reng-i sabit !
3) Hayır! 0 toprak, toprak de ğil: bitip fışkıran ölümdür. Çünkü o toprak, ölenlerin bedenlerinden yuğrulmuştur. Hayır! ölüm de ölüm değil: susmuş bir haykırış tır. Çünkü bu ölüm feryatlar ya rattığı, feryatlar susturduğu ve canlarla cihanları altüst' ettiği hâl de “sükût« hâlinde görünüyor :
Yok, h â k değil, o mevt-i n â b it ! Yok, mevt değil, gırîv-i s â m i t !
4) ölümün sırrı karanlıktır, o 'karanlık sır ebediyetin yüzüdür:
Hâmid’in idrâkine kapkara bir gü
neş hâlinde doğuyor :
Yârap, ne siyahtır bu hurşîd, Sandım doğuyor likay-i c â v î d !
5) Ne belâdır, nedir öl hhr-i cehennem berduş !„■ (F inten) öyle güzel ki hûridir. Fakat, şehveti nin alevini Hintli uşağının kuca ğında serbest ve rakipsiz söndür mek ihtirasıyla kocasını o uşağa öldürttüğü için, cehennemi omu zuna almış bîr meûlndur: İşte bu nun içindir ki büyük biı1 vicdan azâbı içinde inliyeıı kati) Davala-ciro’nuıı ağzından. Hâmid in :
(Arkası 16’bc» sayfada).. <
YENİ ADAM. - Na. 330. FİATI 10 KURUŞ
H Â M i D ’ i N
F E L S E F E S İ
l l ’inei sayfadan :
Çıkıyor kanlı yüzü karşıma um manda bile ! Sönmüyor meşale i laneti tufanda
bile !
demesindeki tezatlar yerindedir. öyle bir vicdan azâbı ki öldürdü ğünün yüzündeki kanı ummanlar bile silip temizliyemiyor, öldürte nin lânet meşalesini tûfanlar bile söndüremiyorl
6) Yavuz’un hayatındaki kud
ret ve âzametle ölümündeki ihti şama :
Memat çekmede pişinde meş'al-i tekbîr. Hayât kılmada ardınca nâle-i has
ret!
tezadıyla şekil vermiştir: ölüm,
e-linde tekbirden bir meşale tuta
rak hürmetle onu baka âlemine götürüyor. Hayat, o eşsiz hilkati kaybettiği için ardında feryat ko parıyor:
Gelmiş idi ârzûy-i g iry e; Gülmüş idi sanki rûy-i girye !
mısralarında hissi okadar narin bir tahlil hâlinde ki, ağlama ar zusu gelince, “ağlamak,, -arzum yerine geldi- diye sevinerek yüzü gülüyor.
Büyük şairimiz, bunun gibi birçok tezatlarında, bir şeyi, bir hâli, bir hissi zıddıyla. ifade eder. Yani zıddına kalbeder; tabiat gi bi! Bu edâ tarzı hem hissinin şiddetinden doğuyor, hem de o hissin tesir kudretini yükseltiyor; öyle bir zevkle ki, benliğimize sanki şiiriyet şarabıyla sarhoşluk
veriyor.
Bunun misâlleri pek çoktur, tahlilleri uzun gider. Tezat varlı ğın bize hayret veren büyülü bir örgüsüdür. Hâmid’in şiirinde de böyledir. Diyebiliriz ki varlık ve hayat, zıtların bir anlaşma ahen gi, bir uzlaşma tılsımıdır. Hâmi-d’imizin şiirlerinde gördüğümüz tezatların sebebi: benliğinde varlı ğın bu sırrına mahrem oluşudur. Bu mahremlik aynı zamanda onun dâhiliğine bir delildir.
F. Sacit ÜLKÜ.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi