• Sonuç bulunamadı

Hamid'in felsefesi:Tezat bakımından tabiat ve Hamit

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hamid'in felsefesi:Tezat bakımından tabiat ve Hamit"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YEN

ADA

(2)

H Â M İ O

T E Z A T B A K

Y A Z FELSEFESİ

S

ANATKÂRIN benliği

tabiat-teki ezelî nizam ve kabili­ yetlere mahremdir. Sanat­ kâr, düşüncelerini, duygularını ve yarattığı eserlerde gördüğümüz şe­ killeri, renk ve sesleri, mâna ve heyecanları ruhunun âleminden, tabiatten ve cemiyetten alır, yu-ğurur. ü hâlde, her büyük şairin mutlaka varlığı bir görüş tarzı, kendini ve tabiati kendine m ah­ sus bir anlayışı, yani bir felsefesi vardır. Derin incelenirse, eserle­ rinin ruhunda bıı felsefenin tesiri görülür.

Hâmid’imizin de, benliğini var­ lığa bağlıyan ana bir felsefesi var. Bu felsefe, vecdinin kaynağı­ dır. Bu felsefe vahdeti vücuttür.

Şark’ta ve Garp’ta yayılan bu felsefeye göre, bir bakımdan «ta-biatle Allah, iki değil, bir var

İlktir». B ir bakımdan «Allah bü­

tün varlığın ruhudur». Bir bakım­ dan da «tabiatle Allah mutlak olan varlığın ayrılmaz iki şeklidir, Allahsız tabiat mevhum bir göl­ gedir, tabiatsız Allah da medlûlsüz bir mânadan ibarettir. Hakikî var­ lık tabiatle Allahın ezelî, zarurî ve biribirinden ayrılmaz taayyün-lerindedir. Namütenahi ve ezelî kudretten, iktizaî olarak sayısız ve sınırsız, mümkün ve gayri mükemmel varlıklar ayrılıp yine asılları olan Allah’a gitmektedir». Kâh nâmütenahinin yani Al­ lah’ın mütenahi tabiatte gizli bu­

lunduğunu, kâh bunun aksini

gösteren düşüncelerle, kâh yalnız Allahın, kâh yalnız tabiatin var­

lığını söyliyen akidelerle türlü

şekiller alarak Hegel ve Spinoza’-ya kadar uzanan ve bâzı tâbir ve izah farklarıyla yine «mütenahi ile nâmütenahinin birleşm esine

varan bu felsefe Hâmid’imizde

canlı bir akîde ve coşkun bir inandır. Hâmit bu inanda tabiatle Allah’ı birleştirmiştir.

Sahra da, bir şiirinde : ağaçlar

rüzgârın nefhalarından vecde ge­ lerek Hazreti Fıtrat’a secde eder­ ler. Bedevî bu heyecan içinde bü­ tün tabiatte «Hay, mevcut, vâcit

8

’İ N F E L S E F E S İ

İ M İ N D A N T A B İ A T V E H Â M İ T

A N :

F .

S A C İ T

Ö L K Ö

/J nisan 1941 Aptülhak Hâmid’in ölümünün beşinci yıldönümüdür.

H er yıl dönümünde büyük şaire birkaç sayfasını ayırmayı kendine bir borç bilen gazetemiz, bu sayısında da, onun tezatlarla dolu olan felsefî şahsiyetini tahlil eden bir yazı basıyor. Muharrir; kendi sanat anlayışına göre onu ve eserini inceledikten sonra “ Tezat varlığın bi­ ze hayret veren büyülü bir görüşüdür. Hâmid'in şiirinde de böyledir. Diyebiliriz ki varlık ve hayat zıtların bir anlaşma ahengi, bir uzlaş­ ma tılsımıdır. Hâmid’imizin şiirlerinde gördüğümüz tezatların sebebi, benliğinde varlığın bu sırrına mahrem oluşudur. Bu mahremlik aynı

zamanda onun dâhiliğine bir delildir,, neticesine varmaktadır.

Onun feryadı bile Allah’ın bir­ liğinden coşup geliyor ; Ama o birlik veya o Allah bir kaynak ki

kendinden Çıkan sudan haberi

yoktur.

Son iki mısraın birincisinde Hâmit tamamiyle Allah’a

mı'inka-liptir; İkincisinde filozoflardan ,

«idrâk ve irade mahlûkların sıfa tidir, bunlar Allah’ta yoktur, onun tezahürü zarurî bir inkişaf ve in-bisattır» diyen Spinoza’ ya ben­ ziyor.

Şairimiz Garam’da felsefesini daha açık söyler :

Kâinatın hepsi mahzâ senliğin; Aslı sensin, bizde zâhlr benliğin! Bir görür fikr eyliyen\encâmmı, Bunda Allah’la tabiat nâmını!

Ölü’de şöyle der : «Âlemi ki­

tap gibi okursak vücud-ü mutlakı anlarız. Bütün gizli şeyleri ince­ leyin : Allah görünür. Bütün gö­ rünen şeyleri derinleştirin Allah gizlidir. Berut’ta kumların içinde yatan o gençlik ve güzellik hâzi­ nesinin içinde de, baktım, o var­ dır!».

Bu düşüncesinde Firdevsî gibi, «Ne dânem çiî, her çihestî tüî» — Bilmem nesin? Her ne varsa sen­

sin! — veya Mııhyeddin gibi

«Sübhânellezl azharel’ eşyâe fehüve aynühâ» — Eşyayı zuhura geti­ reni kutlarım ki o eşya kendisi­ nin aynıdır — demiye kadar va­ rıyor. Hâmit’imiz bunu düşünce­ sinin tezat ve tenazuru ile daha güzel söylüyor:

Bütün serâiri tetkik edin : Hudâ zahir!' Bütün mezâhiri tâmîk edin ; Hudâ

mazmun ! Karikatürist Cemin kalemiyle Hâmit

ve mucit» «olan Allah’ı görür.

Kürsi-i Istigrak’tai, Hâmit bu

vecd ile varlığa daha çok dalarak derinleşir : (Zühre yıldızıyla zerre birbirini öper. Kuşla balık, meh­ tapla yarasa kuşu aynı yolda gi­ der. Denizi kuşatan şu taştan min­ bere o tu r: gökten deniee ve ka­ faya uzanmış Allah’ı gör!)

Herden geliyor bu âh-ü feryat? Cûş etmede vahdet-i hudâdan; Menbâ ki değil habîr mâdan!

(3)

Hâmit benliğindeki bu mâverai coşkunluk kabiliyetine göre bu

felsefenin veediyle ruhlarımıza

tabiatten daha güzel, varlıktan da­ ha derin güzellikler sunmuştur.

(Bunu başka bir yazımızda fır­ sat bulursak tahliller ve delillerle gösterebiliriz).

Büyük şairimizin ana felsefesi «vahdet-i vücut» olmakla bera­ ber, ölümün ebedi karanlığını ak­ lının ışığıyla, delmiye çalışıp da delemedikçe kalbinin- ve aklının İstırapları onu çeşitli, bir çok

felsefî düşüncelere götürdü. Ölü’de f

dehâsı yarıp geçemediği karan­

lıklar önünde şimşeklenirken,

«varlığın sırrını bilemeyiz» diye feryat eder.

(Gördüğümüz bu varlık baştan başa hakikatlerdir; fakat yazık ki gönlümüzün hiç bir hakikatten haberi yok. Gözler zindanın derin­ liğini görebilir mi ki akıllar vat­ lığın sırrını bilebilsin!) ve :

Dinler, yeri, kalkarım havaya ; H er şeyde alelumûm ■ — Bilmem !

derken Hayyam gibidir. Fakat,

bu agnostik düşüncede kalmaz,

nihilizme de kayar.

Hayat nâmı verilmiş, nedir

bu zıll-i sübût ?

Hayata kâh «sâbit gölge» der, kâh «âlem bütün hayâldir, gör­ düklerimiz hakikî varlığı olmıyan gölgelerdir. Hepsi hiçliktir!» .diye inler... Kâh, varlıkta her şeyin akıp gittiğini Heraklit gibi göre­ rek, «öfkeden sarhoş, elinde bir kadeh tutmuş» olduğu hâlde « bu sel ^dursun!» diye bağırır. Kâh, bütün şekillerin yokolup gidişin­ deki manzaraya bakıp, varlığın sonsuzluğu ile tükenmez zevali dâhiyane bir m ısraa sığdırarak,

Turhan’ın ağzından, göklere : Ey büyük hiç ! Hîç-i bîpâyan!

diye haykırır.

Bu haykırışı, dehâsının, ölüm önünde sonsuz bir hiç olan kâi­ natla Allah’ı birleştirip bir tek mısraa sokan hamlesidir. Bu hay­ kırıştan sonra, pek derin ve çok parlak timsâllerle yine vahdet-i vücut felsefesine dalar :

Varlığın bâzan urmuş olsa da berk, Seni tutmakta ben sehâbım hiç!

Hâmit bulut, Allah ondan fır

lıyan şimşektir. Fakat, bulut ka­ çan şimşeği tutabilir mi?... Bu iki mısra varlık önünde, düşünen in sanla Allah’ın münasebetini ruhî, felsefî ve bediî bakımlardan en uygun ve en derin ifade eden bir düşünce pırlantasıdır :

Kâh, “yokluğa boğulup unutu­

lacak olsaydım bu toprağın üs­

tünde görünmiye ne lüzum vardı? H a y ır! Yokolmak yoktur. Evet, bu varlık sahnesine gelen ezelî­ dir, ezelden gelen de mutlaka ebe­

dîdir,, diye aklının hamlesiyle

hızlanarak, ve “madem ki bakayı özlüyoruz, demek ki baka vardır,, diye hissinin buluşuna kapılarak, ruhunun bakasına inanır ; kâh bu iman şüpheye çevrilir : “kapalı bir kapı var, bu mezar ona met­ haldir. insan bu kapıdan girince benliğini hissedecek m i? Bütün

yanıp yakılışlarımın esası işte

budur„ der.

Kâh, derin bir düşünceyle şu hakikate e r e r : “Allah'a sıfatları

veren aklimdir {Ölü), “Hâlikı yara

tan mahlûktur (Garam). öyleyse in­

san kendinin yarattığı Allah’a ve ruhunun ebedî olup ona gideceğine nasıl inansın ? Peki, inanmasın, ama, hakikati bilmek için elinde bir akıl var, bunun buluşuna da inanmazsa içinden gelen sorguya ne cevap versin V

Tayflar Geçidi’ nde, tezatlarla

yuğrulan tabiatin derinliğine gire­ rek, dikkate pek lâyık bir fikir olgunluğu gösterir ve ölümü, ölü­ me zıt görünen hayatın tecellile­ riyle izah yolunu tutarak, şu ne

ticeye v a r ır : varlık ve hayat

(Lütfen sayfayı çeviriniz).

(4)

sonsuz bir değişmedir, Ölüm ve Hayat, ezelden beri birbirine zıt iki şekilde görünen aynı şeydir. ■ Ölüm tahavvül rolünde mütemadi yen hayatı yenileştirdiği için, ölü­ mün mümessili hayattır* Demek ki, ölüm olmasaydı hayat devam edemezdi!

Hâmit bu düşüncesinde inkılâp felsefesiyle yürüyerek, bir mad-' diveci durumunda “ölüm„’ü tahal hil, hayatı terekküple izah eder­ ken Kanbur’uıı ruhuna :

Ren ölm edim , d em ek ki lahavvül-deyim bu dem ! U kbâ hayatı böyle imiş, y ok d e ­

m ek adem !

. mısralarını söyleterek, “tahaw ül„‘-den makûs bir sıçrayışla yine ruha inanıyor. Bakıyoruz:

Yoktan bizi var eden bu fıtret, Vardan da y o k etse haktır elbet

diyerek, mantık yoluyla, yokluğu kabule ve ona karşı celâdet gös-termiye çalışıyor. Bir de bakıyo­ ruz : Bir fikir veya his isti halesiyle ve yine mantık hızıyla,

Mahlûkunu hiç ed er mi h âlık ?

diye bunun aksini kabul ediyor. Büyük şairimiz, böylece, şimdi meyus ve bedbin., şimdi mütesel­ li ve nikbin. Şimdi nihilist, şimdi mutekit ve koyu mütesavvı'f.J Şimdi reybi, şimdi mutmein.. Düşünce­ nin her şekliyle düşünür ; türlü felsefî görüşlerde seyahat eder...

Bin y old a sen i düşündüm ey m â h ! K ald ı y arı y o ld a akl-ı kûtah :

Bir sa ik a var, sad âsı çıkm az ; Bir mir düşer, zıyâsı çıkm az !

Güzelliğin füsunuyla taştığı

zaman, yine vahdet-i vücut şev­ kiyle, hislerin âyeti gibi coşkun mısralar hâlinde şöyle söyler : “Şeyhim, bitginim, şarap getir ! Bütün eşyayı birleştiren bir şey getir! .çeyim. Ben d e . zerreyim, âlemim, sonsuz vurlğım ! Hem hayvan, hem taş, hem de insa­ nım! Ben âşıkım, âşıkım, âşık ! Ben o göksel gözde başka renk gördüm : gökler gözümde kara­ rıp daraldı, asıl varacağım varlık oldum ! Başımdaki sevda birlik sırrıdır, dinden ve imandan sıy­ rıldım ; haberim yok„!

Mey getir şeyhim , geberdim , mey getir ! Cam iüVeşya olan bir şey getir !

1 0

Ruhu vahdet-i vücut şara­

bıyla dolup taşan büyük şairimiz bu mısraları yazdıktan altmış yıl sonra ve ölümünden pek az önce :

Bir ism -i c elâ l olsa get-ek nâm-ı tabiat, A y a l i İlâhiyedir ilham i tabiat !

diyerek, yine tabiati Allah’la bir

■leştirdi. Sanki bu iki mısranm

hızıyla kanatlanark, tabiat dediği Allah’a kavuştu.

TEZAT BAKIMINDAN TABİAT VE HÂMİT Hâmit’in tezatlarındaki fikir ve şiir kıymetini anlamak için ta biatteki -¿ezanların durumunu in­ celemek ve Hâmit’teki tezadı bu

durumla karşılaştırmak en iyi

yoldur, sanıyorum.

Tabiatte iki zıt birbirini boz­ maz, tamamlar ; bunların karşı­ lıklı unsurları çarpışıyor gibi gö­ rünerek birbirini ku

vvetleııdirir-Jer. Zıt görünüşleri şekildedir,

yani bize göredir. Hattâ bunlar gerçekte, biribirine öyle samimî ve içten bağlıdırlar ki, birisi yok olsa ötekinin de varlığı kalmaz. Bundan anlıyoruz ki, iki aykırı şekil gösteren iki zıt, şekillerin ardındaki gayede birbirine kal bu­ larak birleşen aynı mahiyet ve aynı asildir.

ku Hayat ve ölüm : işte iki zıt. Ölüm hayatı mahvediyor görünür. Fakat, yıpranmış ve çürümüşlerin yerlerini tazelerine bırakarak, ha­ yatı kuvvetlendiriyor. Hayat can­ sızlardan vpya ölenlerin vücudiin-den fışkırdığına göre ölüm ol­

masa hayat da olmıyacaktı ve ha­ yat dediğimiz bu şuurlu coşkun­ luğu tabiatte göremiyecektik. Bu­ yandan hayat, her ân gençliğin ve tazeliğin çeşitlerini yaratarak bu­ yandan da, ölüm çürükleri temiz-liyerek tabiate ye maddeye son­ suz ve devirli bir hayatın bahar manzarasını verirler ve her ikisi iç, yüzden bu gayede birleşirler..

İki zıt daha : ışık ve karan

lık.

Karanlık ışığın yokluk hâlidir.

Işık varsa karanlık görünmez.

Bunlar da, böylece bize karşı zıt görünürler. Fakat, ışık karanlık maddeden doğmuştur, böyle ol­

masaydı aslında karanlık olan

varlık sonu yok bir karanlık kül­ çesi hâlinde kalacak, hiçbir gü­

neş yanmıyacak, hiçbir pırıltı

titremiyecekti. Mademki ışık ka­ ranlık maddeden doğuy or, oh Ai­ de bu iki zıt aslında veya mayada birdir, biribirine istihâle eder du­ rurlar ki, gaye : ışığın ve ateşin parlamasıyla, karanlık maddede gizlenmiş, uyur bir lıâlde bulunan hayat ve şuurun zuhurudur. De­ mek ki, bu iki zıt da gayede bir îeşiyorlar.

Bütün zıtlar böylece tahlil edi­ lirse varılacak netice aynıdır: ga­

yede birleşmek. Gaye ya var­

lığı, ya hayatı veya bedenlerin “ruh,, dediğimiz kurüluş ve hare­ ket ahengini devam ettirmektir.

Tabiatın en kabiliyetli bir ço­ cuğu olan Hâmit de, varlıktaki zıtların bu tılsımına şuuruyla ve hattâ şuuralrıyla âşinâdır. Âşinâ

değil, hattâ bu tılsımın sırları

şuurunda ve şuuraltında erimiş­ tir. O da tabiat gibi engin bir âleııi olduğu için, onun şiirlerin­ deki, tezatların unsurları da biri-birini bozmadan, biribiri-birini tamam-lıyarak gayede anlaşırlar.

Tabiatte zıtların tılsımı varlığı ve hayatı tazeliyerek devam ettir­ mek içindir. Hâmid’in ruh âlemin­ deki zıtların ise tabiat âleminin tecellerine mütenazır ve hudutsuz heyecanlarla kendi ruhunu ve o heyecanı duyanların hislerini gü­ zelliğe ve namütenahiden doğan zevke, biünetice namütenahiye ka­ vuşturmaktır.

Tabiat gibi sanat de çeşitlerin ahengidit'. O çeşitlerle o ahenk

(5)

oi-- ' v , ' V / . ‘\p <• , -V - -■ , ?«y> . . <o O " f-* . . 1 V ' ’ fe . v - , sz v /■< - -.< “e '-i, , r . C» ✓ TV -, X , %e» -^ V * - ' _ - ‘ e , - . 5 * > , - ^ * :•*. C? * V v ~ x> w —. i.,--"-> ... c? *, C-C" ! v '^ * ■ * c ' • V ^ y3 - >v> i. • V . --e, «% X / " ■ 0 < d , • v K < / \ - ■’**’ V it - . / m 4 -V'V- . • v : 6'' ^ ' O v • H ' V . % ı . X». < p j * •*/ *•£> ^ . % £ - • ' ^ - ■ * f ~ :„ t, \ -K r . . ^ ‘ V % \ - V s , . O* V * 0. %~J '~C.ıJ vC >/.-"jf n _ ; v s - . ^ . ' X - ,>/• 5 - \ , - ' X - * H n. • • J <—o *& , -O %S Ç#aı .*< - ' " . . . . " X . . < e-.t ■ s

A ptülhak Ilâ m id ’in el yazısı (b ir mektubundan).

mazdı'. “Çeşitler,, Hâmid’in sana-tinde bazan okadar büyük fark­ lar ve farklı şekiller gösteriyor ki aralan hemen hemen aklın ko­ layca dolduramıyacağı mesafelerle açılmış zıtlar oluyor. Dikkat edi­ lirse, tezatlar, Hâmid’in heyecanı veya, aklının faaliyeti son şidde­ tine doğru hızlandığı sırada vücu­ da geliyor :

Ey kabr ! G elirjban a sükûtun, T akriri o hayy-i lâ yemûtun !

Hâmit,, mezarın ebedi Sükutun­ dan o ölmez dirinin sonsuz hım işitiyor. Bu tezat , Ticdanmda

P işim de bu secdegâh-ı tevhit...

diye başlıyan derin çalkantının sonunda en yüksek bir his şahi­ kasıdır.

Ey şâm ! Hu neş’e-i. hazinin Tasviri m idir o nazeninin?

Bunu sorarken Fâtım a’mn sev­

gisiyle ölümünün acısı birleşmiş olduğu için, akşamın onun ru­ hunda uyandırdığı duygu bir te zat ânıdır, incelerek derinleşen bir “hazin neşe,, dir,

F ikrim gibi nutk-u bi zebansın, Hüsnün görünür de sen nihansın !

Onun güzelliği —hissinde ha­ yâlinde— görünüyor ; fakat ken­ disi yok. Demek ki, dilsiz ve ke­ limesiz bir nutka benziyor. Nasıl ki Hâmid’in beynindeki “fikir,, de öyledir: kelimesiz ve sessiz! İşte, bu tezattır ki ölümünü ifade eder­ ken şeklin büründüğü bu güzel­ liği yaratmıştır.

Tabiat kendi mâna ve ahen­ gini tamamlamak için tezatlarla göründüğü gibi, Hâmit de en de­ rin heyecanlarına şekil vermek için tezatlar yaratıyor; her ikisi de tenakuza düşmekten münez­ zehtirler.

Hâmit, varlığın kuruluşunda zıtlarm kudret ve mânasını pek derin duyduğundandır ki şiirle­ rindeki tezatlar heyecanlarına çok uygun ve mantıkîdir.

İşte, tezat şekline bürünmüş birkaç fikir ve his hamlesi :

1) ölümün karanlığı önünde

fikrinin ışığıyla varlığın sırlarını araştırırken görüyor ki, hayatın

şekilleri mütemadiyen bozulup

yok oluyor. Sevinçler de kederlerde bitiyor, öyleyse, bunlarda da iki

yüzlü bir tezat oyunu var, bun­ lar da birebirinin ifadeleridir :

Teşrih-ı vücut k ıl, adem dir ! Tâm ik-i nişât kıl, sitem dir !

2) Önündeki toprak sükûta da­ lan Fatım a’smı sakladığı için güzel­ dir, “nur„dur ; fakat ,toprak oldu­ ğu için “siyah renkli„dir:

Ey h âk-i m ünît i y âr-i s â k it , Ey nur-i siyah reng-i sabit !

3) Hayır! 0 toprak, toprak de­ ğil: bitip fışkıran ölümdür. Çünkü o toprak, ölenlerin bedenlerinden yuğrulmuştur. Hayır! ölüm de ölüm değil: susmuş bir haykırış­ tır. Çünkü bu ölüm feryatlar ya­ rattığı, feryatlar susturduğu ve canlarla cihanları altüst' ettiği hâl­ de “sükût« hâlinde görünüyor :

Yok, h â k değil, o mevt-i n â b it ! Yok, mevt değil, gırîv-i s â m i t !

4) ölümün sırrı karanlıktır, o 'karanlık sır ebediyetin yüzüdür:

Hâmid’in idrâkine kapkara bir gü­

neş hâlinde doğuyor :

Yârap, ne siyahtır bu hurşîd, Sandım doğuyor likay-i c â v î d !

5) Ne belâdır, nedir öl hhr-i cehennem berduş !„■ (F inten) öyle güzel ki hûridir. Fakat, şehveti­ nin alevini Hintli uşağının kuca­ ğında serbest ve rakipsiz söndür­ mek ihtirasıyla kocasını o uşağa öldürttüğü için, cehennemi omu­ zuna almış bîr meûlndur: İşte bu­ nun içindir ki büyük biı1 vicdan azâbı içinde inliyeıı kati) Davala-ciro’nuıı ağzından. Hâmid in :

(Arkası 16’bc» sayfada).. <

(6)

YENİ ADAM. - Na. 330. FİATI 10 KURUŞ

H Â M i D ’ i N

F E L S E F E S İ

l l ’inei sayfadan :

Çıkıyor kanlı yüzü karşıma um­ manda bile ! Sönmüyor meşale i laneti tufanda

bile !

demesindeki tezatlar yerindedir. öyle bir vicdan azâbı ki öldürdü­ ğünün yüzündeki kanı ummanlar bile silip temizliyemiyor, öldürte­ nin lânet meşalesini tûfanlar bile söndüremiyorl

6) Yavuz’un hayatındaki kud­

ret ve âzametle ölümündeki ihti­ şama :

Memat çekmede pişinde meş'al-i tekbîr. Hayât kılmada ardınca nâle-i has­

ret!

tezadıyla şekil vermiştir: ölüm,

e-linde tekbirden bir meşale tuta­

rak hürmetle onu baka âlemine götürüyor. Hayat, o eşsiz hilkati kaybettiği için ardında feryat ko­ parıyor:

Gelmiş idi ârzûy-i g iry e; Gülmüş idi sanki rûy-i girye !

mısralarında hissi okadar narin bir tahlil hâlinde ki, ağlama ar­ zusu gelince, “ağlamak,, -arzum yerine geldi- diye sevinerek yüzü gülüyor.

Büyük şairimiz, bunun gibi birçok tezatlarında, bir şeyi, bir hâli, bir hissi zıddıyla. ifade eder. Yani zıddına kalbeder; tabiat gi­ bi! Bu edâ tarzı hem hissinin şiddetinden doğuyor, hem de o hissin tesir kudretini yükseltiyor; öyle bir zevkle ki, benliğimize sanki şiiriyet şarabıyla sarhoşluk

veriyor.

Bunun misâlleri pek çoktur, tahlilleri uzun gider. Tezat varlı­ ğın bize hayret veren büyülü bir örgüsüdür. Hâmid’in şiirinde de böyledir. Diyebiliriz ki varlık ve hayat, zıtların bir anlaşma ahen­ gi, bir uzlaşma tılsımıdır. Hâmi-d’imizin şiirlerinde gördüğümüz tezatların sebebi: benliğinde varlı­ ğın bu sırrına mahrem oluşudur. Bu mahremlik aynı zamanda onun dâhiliğine bir delildir.

F. Sacit ÜLKÜ.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere, Abdülhak Hamid Tarhan ve Kırgız şair Alıkul Osmonov'un şiirlerinde tabiat karşısında alınan tavır, onun ifadedeki

Böylece, doğanın ve yaşam alanlarının talan edilmesinin önündeki son engellerden biri olan Milli Park Kanunu da ortadan kalkm ış oluyor. Örneğin, HES’lere karşı

Günefl, ekvator düzlemiyle 23,4 °’lik aç› ya- pan ekliptik yörünge üzerinde her gün yaklafl›k 1’er °’lik aç›yla bat›dan do¤uya do¤ru ilerlerken, bu s›rada;

Beyoğlu’na çok yakın ama onun gürültüsünden uzakta olması, sanatçılar tarafından tercih edilmesinin en önemli nedeni.. Böylece semt, bir zam anlar üzerinde taşıdığı

Since the E-cadherin-catenin complex is a functional unit, the decreased expression of .gamma.-catenin may affect the function of E-cadherin which in turn may affect the

W ilhelm tarafından kar­ şılandığı gibi mermer ve metal bütün parçaları da Almanya’da hazırlanarak gem iyle İstanbul’a getiril­ miştir.. Abdülhamid’in

Yalnızlığım benim sidikli kontesim Ne kadar rezil olursak o kadar iyi”.. Can Yücel’in

‘İbrahim Çallı’nın Yetişeceği Sanat Ortamına Genel Bakış’, ‘İbrahim Çallı’nın Yaşam öyküsü’, ‘İbrahim Çallı’yt Yetiştiren Öğretim Sistemi’,