• Sonuç bulunamadı

Vatandaş resmi sevsin:İbrahim Çallı için hayat resimdi. Resim de para pul işi değildi...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Vatandaş resmi sevsin:İbrahim Çallı için hayat resimdi. Resim de para pul işi değildi..."

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İbrahim Çallı

için hayat resim di. R esim de para pul işi değildi...

VATANDAŞ RESMİ SEVSİN

Ö Z G Ü R DURGUN

allı.İbrahim . Ayçiçeklerinin, manolyaların, beyaz tenli çıplak kadınların ve balıkçıların ressamı. Renk­ li kişiliği, bohem hayatı ve doyumsuz nükteleriyle olduğu kadar ürettiği çarpıcı yapıtlar ve sanatına duyduğu derin sevgiyle de döneminin önde gelen sanatçı­ larından biriydi...

Çallı, 1882 yılında İzmir’e bağlı Çal kasabasında doğ­ muştu. Resme çocuk yaşta gönül verdi. Denizli’de okurken, pabuçlarını bir Rum kunduracıya pençelettiği sırada, dük­ kânın duvarlarında gördüğü Köroğîu-Ayvaz resimlerine vu­ rulmuştu. Her gece düşlerine giriyordu bu resimler. Evleri­ nin beyaz badanalı duvarlarına çiziyordu bu tasvirleri.

İstanbul ilk gençlikyıllanntn düşlerini süslüyordu. Bu es­ rarlı şehri görmeye can atıyordu. Sonunda, ailesi “adam ol da gel” diyerek, gönülsüz de olsa, izin verdi İstanbul yolcu­ luğuna. Düşlerinin kentine adım attığında toy bir gençti. İs­ tanbul’a göçen her taşralı gibi önce bocaladı; memleketli­ lerinin bulunduğu semtlere gider gelir oldu.

Cağaloğlu’nda İzmirlilerim kahvesinde, günlüğü 10 ku­ ruşa bir oda tuttu. Avareliği Rum kahvecinin hoşuna gitmiş­

ti, Çallı’yı Rum kadınlarının dans edip müşterileri eğlendir­ diği “balozlardan birine götürdü. Yeni urbalarım heyecan­ la giydi Çallı; beline bağladığı kuşağa memleketten getir­ diği altınları sakladı. Galata’da içtikçe içti; eğlendikçe eğ­ lendi. Uyandığında gözü gibi sakladığı altınlar yokolup git­ miş, koca İstanbul’da beş parasız kalmıştı. O gün yaşam kavgasının ne dem ek olduğunu anladı. Ekmeğini taştan çı­ karacaktı artık. Arzuhalcilikten adliye mübaşirliğine kadar denemediği iş kalmadı. Ancak resim tutkusunun yerini hiç­ bir şey dolduramıyordu.

Tutku ve raslantıiar...

Çarşı K apısı’nda bir Ermeni ressam vardı. Her geçişinde durup ona bakardı Çallı İbrahim. Bir gün, kendisine ders ver­ mesini istedi Ropen Efendiden. Artık bütün kazancını re­ sim derslerine yatırıyordu.

Resme yönelişinde raslantıiar kadar yeteneğinin de büyük rolü oldu. Şeker Ahmet Paşa’nın önerisiyle A kadem i’ye adımını attı. Ardından tüm dünya sanatçılarının uğrak yeri Paris, kucağını açtı Ç allı’ya. Aydınlanma çağının, akılcı dü­ şüncenin ışığını Paris’te yakaladı ve İstanbul’a bu ışıkla döndü. Paris dönüşünde Devamı 12. sayfada

(2)

CUMHURİYET DERGİ

Çallı İbrahim.

Ayçiçeklerinin,

manolyaların, beyaz

tenli çıplak kadınların ve

balıkçıların ressamı...

Akademi’deki “çapkın”

sicilinden dolayı sekiz

altınlık öğretmen...

Çallı’ya göre sanat insan

malıydı. Bu yüzden

“İsterim ki insan olan

vatandaş resmi sevsin”

diyordu “Bu iş para ile

pulla değildir. Bana bir

çorba içirene bir tablo

verebilirim” diyordu...

Bir çorba içirene bir tablo

*•1. Sayfanın devamı

Sanayi-i N efise’nin öğretim kadrosuna gir­ meyi başarmış çiçeği burnunda bir hocaydı artık.

Kendi yaş grubu içinde yer alan Hikmet Onat, Nazmi Ziya, M ehm et Cemil, Feyha- man Duran, N am ık İsmail gibi ressam ların içinde, Sanayi-i N efise’nin öğretim kadro­ suna giren ilk sanatçıydı Çallı. Ancak Aka- dem i’ye atanırken kendisine teklif edilen üc­ ret son derece düşük ve olması gerekenin al­

tındaydı . Dost m eclislerinde, bu konuyla il­ gili sıkıntısını esprili bir anlatım la dile geti­ riyordu:

“Fransa’dan dönmüşüm. Halil Hoca beni Akademi ’ye tavsiye etti, ‘iyi talebedir’ diye. Boş kadro varmış. 30 altınlık birkadro. Ama Akademi M üdürü ‘Çapkın Çallı, senin sici­ lin bozuk’ diyereksekizaltınbağladı. Buna da şükür, ya Hilal-i Ahmer menfaatine çalış- tırsaydı!”

Şeker Ahmet Paşa, Osman Hamdi ve Halil Paşa gibi ressam ların yer aldığı daha gele­ nekçi ve akademik bir grupla daha yenilikçi

bir sanat grubu arasındaki çizgiyi benim se­ mişti. 1922 yılında Çem berlitaş Basıme- v i’nde açılan “Serbest Resim Atölyesi”, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın em riyle ku­ rulan “ Harbiye Nezareti-Resim A tölyesi”, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti adıyla 1909’da kurulan ve adı daha sonra “Türk Ressam lar Cemiyeti” olarak değiştirilen sanat grupları­ nın en gözde ressamlanndandı. Resimlerini, peyzaj, natürm ort, portre ve çıplak temaları çerçevesinde oluşturan Çallı, izlenimci re­ sim tekniği ile gördüğü ve yaşadığı dünyanın gerçeklerini betimleyen bir anlayışı yeğledi.

Türk resmine sokakları, evleri, günlük ya­ şamın ayrıntılarını kazandıran ilk sanatçılar­ dan biriydi. İstanbul’a gönül vermişti; İstan­ bul d abu aşkı karşılıksız bırakm am ıştı. Be­ bek, Adalar, Yıldız Parkı, Göksu Deresi, Ha­ liç, Rumeli Hisarı ve İstanbul ’ un nice güzel köşesi en parlak renklerini, en doyumsuz pı­ rıltılarını Çallı ’nın fırçasına sunuyordu cö­ mertçe. Marmara sahillerinin bıçkm balıkçı­ ları, sümbüller, krizantem ler, laleler Çal- lı’nın renk paletinde ahenkle salınıp, m odel­ lik yapıyorlardı. Nüresim leri iseTürk resim sanatında yeni bir çağın habercisiydi .Çıplak kadın bedeninin sanatsal değerini toplum a gösteren ilk sanatçı Çallı oldu.

Nazmi Ziya, Hüseyin Avni, Hikmet Onat, Avni Lifij gibi resim sanatının önemli isim­ lerinin yer aldığı 1914 Kuşağı ’na adını veren kişi olarak da sanatının öncüsüydü Çallı. Fır­ çasını tutkulu düşler ve toplumsal yaşam ın gerçekleriyle bezenmiş engin renk evreniy­ le buluşturdu. ‘M anolyalar’, ‘A yçiçekleri’, ‘Güller’ devşirdi o evrenden.

Sanatkâr fani...

Haşan Ali Yücel, Çallı 'n ın im zasıyla öz­ deşleştiği çiçekleri gelinlik kızlara benzeti­ yordu:

“Çallı’dan önce, onun çiçeklerini tanıdım. Galiba Osmanlı Ressamları C em iyeti’nin sergisinde, beyaz giyinmiş gelinlik kızlar gi­ bi manolyalar, koyu yeşillerin içinden tatlı gülücüklerle, sanki içime bakm ıştı. Bu gü­ len, konuşan, şakalaşan, hayret ve hayranlık telkin eden renklerde m eğer Çallı İbrahim adlı sanatkâr bir faninin neşeli ruhu parlıyor- muş”.

Doğanın yanı sıra, insanları da bağrına ba­ san, içtenlikle kucaklayan bir sanatçıydı Çal­ lı. ‘Balıkçılarda, yoksul sarhoşlarla düşüp kalktı. A kadem i’nin yanı başındaki evi, dostlarının gidip geldiği bir ‘dergâh’tı ade­ ta...

Eşi bulunmaz bir öğretmendi. Sınıfına

(3)

12 EKİM 1997. SAYI 603

lenher öğrenci onun için bir sanatçıydı. Öğ­ rencilerine öncelikle özgüven ve sevgi aşıla­ maya çalışırdı. Çallı Atölyesi’nden gelip ge­ çenler, tutkulu bir sevdaya tutulm uşçasına düşerlerdi resmin peşine. Çallı için önemli olan, öğrencilerinin özgün sanatçı kimliğini kazanmalarıydı.

Ö ğrencilerinden E lifN aci, Ç allı’ya duy­ duğu sevgiyi en öz haliyle şöyle anlatıyordu: “Ne zaman bir iftihar fırsatı elime geçtiy­ se, ben sadece, ‘Ç allı’nın talebesiyim ’ de­ dim ve bu bana bütün ömrümce kafi geldi” .

Hilmi Ziya Ü lken ise, Çallı *nın özgün ve özgür olma tutkusunun kaynağını şu sözler­ le betimliyordu:

“Çallı, devrinin heyecanlarını yakaladı. Nazm i Ziya gibi em presyonizm den öğren­ diklerine bağlı kalmadı. İstanbul’un güzelli­ ği, Osmanlı tarihi, Lale Devri, Balkan Harbi, Cihan Harbi, istiklal Savaşı, Mevleviler c a ­ zibesine tutulduğu renk ve şekil dünyasının ruhunda açmış bahçeleriydi. Mevzuun bir sanatkâra ne gibi ufuklar açtığını hiçbir za­ man unutmadı. Kendini Tıldişikulesine’ ka­ patmadı ve bunun için daima aradı...”

Sanatçı kimi iğinin özgür ortamlarda geli­ şebileceğine duyduğu inançla “Sanat insan m alıdır” diyordu “ İsterim ki insan olan va­ tandaş resm i sevsin. Bu iş para ile pulla de­ ğildir. Bana bir çorba içirene bir tablo verebi­ lirim. İlhamı cem iyet sipariş eder. Sanatkâr da yaratır... Zannetm eyiniz ki A llah’la res­ sam arasında sıkı fıkı bir dostluk vardır. Ha­ yır. .. Bir gün bile melaikenin gelip kulağıma bir şey fısıldadığını görm edim . Ancak, da­ ima hatırladım ki Paris’te tahsilde iken otur­ duğum Sirkeci’nin en perişan otellerinden biri kılığındaki pansiyonum un ihtiyar kapı­ cısı kaç defa, ‘ Bana küçük bir tablo yap, bu­ rada birsenebedavaotur’ demişti.”

Yaşamı boyunca insan sevgisini yüreğin­ den eksik etmedi. Küçük mutluluklar, yüre­ ğinin heyecanla dolm asına yetti. Sevincini, hüznünü, kızgınlığım dobra dobra koydu or­ taya. Açık yüreklilikle yaklaştı insanlara.

Devlet adamları, yazarlar, sanatçılarla ol­ duğu kadar; sokaktaki adam la da yakın iliş­ kiler kurabilmesi, insana duyduğu sevginin göstergesiydi. İlişkilerinde önem verdiği en önemli unsur dürüstlüktü. Dürüst ve samimi olduğu sürece kimden gelirse gelsin her tür­ lü eleştiriye göğüs gerdi. Hele bu eleştiriler sanatına yönelik ise daha bir can kulağıyla dinledi. Güzel Sanatlar B irliği’nin 1925

yı-Arşivden bir fotoğraf...

“Bebek Camii” “Neyzen”

lm da A nkara’da açtığı ilk sergiyi bir gün H erkim olursa olsun, hangi sınıftan gelir-M ustafa Kemal de gezdi, resimler hakkında se gelsin dostlarını birbirinden ayırmaz; her-değerlendirm eleryaptı. Çallı ’nın resim leri kese aynı sevgi ve ilgiyi gösterirdi. Dönemi-üzerine şunları söyledi: nin ünlü bürokratlarından Falih Rıfkı Atay,

“Çallı, doğum yerinin efe tipini ne güzel Çallı ile ilgili anılarından birini şöyle anlatı-canlandırmıştır. Ö nün ruhundaki efelik bu yordu:

tablosunda tam olarak görülmektedir. Yalnız “Bir zam anlar büyük bir hevesle benim bir tarafını tenkit edeceğim, tablodaki atlar portrem i yapmaya başlam ıştı. Üç dört defa çok tavlı ve güçlü olarak yapılmıştır. Savaşta atölyesine gittim. Sonuncu gidişimde, bizlerbirparçaarpaekm eğinigüçbulurken, ‘Aman Falih, afedersin’ dedi. ‘Bir paralı atlarımız arpa denilen nesneyi unutm uşlar- müşteri geldi. Başka tuvalim olmadığı için dır. Çallı sen bu atlan biraz zayıflat ki bu tab- senin portreni sildim, onunkini yaptım. “‘ lotam o devrin anlamını taşısın...” Atay, Ç allı’nın bohem kişiliği üzerine de

13

şunlan söylüyordu:

“Daima fakir halliydi. Eline para geçmez değildi. Fakat bohem tabiatlı olduğu için ya elindeki avucundakini bir gecede başkasına yedirir; yahut başkalanndan yer, içerdi...”

İçkiyi severdi Çallı. Güzel de içerdi. Bu konuda onunla yanşabilecek tek kişi, yakın dostu Ahmet R efik’ti. İçki alemlerinde Çal­ lı ve R efik ’in maceraları düşmezdi diller­ den. Haşan Ali Yücel, tadına doyum olm a­ yan anılardan birini şöyle aktarıyordu:

“Bir gün iki kadehdaş, içmeye başlarlar. Ahmet R efik Ada vapurunu kaçırır. Sabaha karşı Çallı ’nın Fındıklı’da Akademi binası­ nın yani eski sarayın halayıklar ve uşaklar kısm ındaki iki odalık dairesine düşerler. Çallı sarhoş misafirini kendi yatağından baş­ ka yatıracak yer bulamaz, fakat onu vermeye de razı olmaz. O sıralarda sattığı tablo para­ sıyla alınmış bir Şiraz halısı üzerine Ahmet R efik’i yatırır ve halıyı sızmış olan R efik’in üzerine yuvarlayarak M ısır mumyalarına benzetir; kendi de yatağına yatıp rahatça uyur.

Ahmet Refik sızma hali geçip de hafiften kendine gelmeye başlayınca, rahat nefes ala­ mayarak uyanır, mezarda olduğunu sanarak korkuyla bağırmaya başlar ve bir makara gi­ bi odanın ortasında yuvarlanıp durur. Bu gü­ rültü ile uyanan Çal lı, m utat ağır hareketle­ riyle tornan açar. Ahmet Refikkan ter içinde ve tabii kızgın bir halde Çallı’ya çıkışır, ‘ya­ hu, ölm eden beni mezara sokmanın sebebi ne? Boğulacaktım. Böyle şaka mı olur?’ Çallı, kendisine yapılmış bu itinaya bu anla­ yışsızlığı gösterm esini hayretle karşılayan bir eda ile ‘Aman canım ’ der, ‘ben seni bu evin en kıymetli eşyası olan Şiraz halısına sardım, bu da mı makbule geçmedi? ’ Sorun­ lar karşısında çözüme gitmeyi yeğledi. Gün geldi, yaptırdığı resmin parasını ödemeyen bir adamın portresini ‘Borcunu Ödemeyen A dam ’ adı altında Beyoğlu’nda Haraççı Kardeşler’in vitrininde sergiledi. Gün geldi, bir tablosunu masaya koyup bakan İsmet İnönü’yü “Paşam, o bir askeri pafta değil, re­ simdir, resme öyle bakılmaz” diye uyardı...

Türk resminde isim yapmış olan ustaların çoğu Çallı Atölyesi’nden yetişti. Cemal Tol- lu, Nurullah Berk, Turgut Zaim, Halil Dik­ men, Nuri İyem, Mahmut Cüda, Cevat Dere- li, E şref Üren... Atölyesi sevgi ve tutkunun içiçe geçtiği verimli birüretim alanıydı. Hiç­ bir öğrencisini kendi çizgisini izlemesi

GİRAY DAN ‘ÇALLI VE ATÖLYESİ’ KİTABI

Türkiye İş Bankası, İbrahim Çallı’yı 7 ekim-21 kasım tarihleri arasında İstanbul Resim Heykel Müzesi’nde düzenlenecek kapsamlı bir sergiyle anıyor. Çallı ve 1914 Kuşağı, uzun bir aradan sonra

sanatseverlerle yeniden buluşuyor bu sergide.

Sergi kapsamında, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanan; Dr. Kıymet Giray’ın hazırladığı ‘Çallı ve Atölyesi ’ başlıklı kitap ise, sergiyi bütünleyen bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Giray’sn kitabı, Çailı’nın Türk sanat dünyasındaki yerini zengin bir kaynak î |aştırmasına dayanarak gözler önüne seriyor. Giray, Çallı ile ilgili bilgileri derlemeye, öncelikle sanatçının öğrencileriyle konuşarak başlamış. Kitabın hazırlık aşamasını şöyle anlatıyor Giray:

“Çallı, Mahmut Cüda, Ali Avni Çelebi, Cevat Dereli hakkında yapılan

incelemelerin kaynak noktasıydı. Sanırım Çallt’yı en çok anlatan Cevat Dereli oldu. Derefi’ye yöneltilen kendisiyle ilgili tüm soruların yanıtı Çallı olarak geri dönüyordu. Dereii’nin Akademi ile ilgili anilarını Çallı'nın atölyeye girişi, dersleri, bir başka söylemle, sohbet olarak akıp giden sanat öğretileri donatıyordu.

Geceler Çallı ile oturulan sofraların çevresinde aynı varsıl sohbetlerin sürüp gitmesi anlamındaydı. Akademi ise, doğrudan doğruya Çallı ile özdeş bir anlam zenginliği demekti”. İbrahim Çallı ve atölyesi hakkında dosyalar dolusu belge ve bilginin peşine düşen Giray, kitabında Adnan Çoker’in fotoğraf arşivinden de yararlanmış. ‘İbrahim Çallı’nın Yetişeceği Sanat Ortamına Genel Bakış’, ‘İbrahim Çallı’nın Yaşam öyküsü’, ‘İbrahim Çallı’yt Yetiştiren Öğretim Sistemi’, ‘İbrahim Çallı ve Atölyesi’, ‘İbrahim Çallı Atölyesi Ressamları’, ‘İş Bankası Koleksiyonu’nda Çallı Atölyesi Resimleri’, başlıklarını içeren kitap Çallı’nın renkli yaşamından kimi enstantenelere de yer veriyor. Kitabı kaleme alış amacını “Çallı ve atölyesini ayrıcalıklı bir bütünlük içinde aktarmak” olarak açıklıyor Giray: “Çallı’nın yaşamını ve sanatını okurken duyumsadığım ikilemi; sürekli olarak insanın yüzünü aydınlatan bir sızılı gülümseyişe dönüşen ince bir hüznü aktarmaya, anlatımımda saklı tutmaya önem verdim. Çallı’nın yaşamını saran o durdurulamayan heyecan fırtınalarını sanata olan karasevdasını yazmaya çalıştım."

(4)

14

İŞ BANKASI KOLEKSİYONUMDA ÇALLI VE ATÖLYESİ

İbrahim Çallı Atölyesi, sanata yönlenen yetenekli gençlerin sevgiyle yoğrulduğu sıcak bir yuvaydı. Bu yüzden Akademi tarihinin en ayrıcalıklı atölyesi olma onurunu hak ediyor. Türk resminin usta isimlerinden Çallı Atölyesi’nden yetişmiş olması da bu gerçeğin altını bir kez daha çiziyor. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun da belirttiği gibi “Türk resminin yarısından çoğunu” oluşturuyor Çallı Atölyesi öğrencileri. Çallı’nın çalışma disiplinini ve sanat akışını benimsemiş sanatçıların şaşırtıcı bir özelliği var; hiçbiri Çallı’yı tekrar etmeye uğraşmıyor. Hatta, sanat tarihçileri ve eleştirmenlere göre, dikkatli incelenirse bu atölyeden çıkan ressamlar arasında bile çeşitli görüş ve estetik farklılıkları bulunabilir. Çallı Atölyesi’ne özgü bu atmosfer, sanatın özgür ortamlarda özgün ve şaşırtıcı kimliğe kavuşabileceğinin en önemli göstergesi. Çallı ve onun çizgisinden yetişen ressamların ürünlerini bir koleksiyon içinde toplu halde bulmak ise apayrı bir önem taşıyor. Bu anlamda, İş Bankası Resim Koleksiyonu, Türk resminin en değerli imzalarını bir araya getiren ve koleksiyonculuk alanında ayrıcalıklı bir konuma sahip olan kuruluşlardan biri. 1940’lardan bu yana tablo alımı gerçekleştiren banka bugün, 19. yüzyılın ikinci yarısından günüm üze dek uzanan

döneme ait 659 sanatçının 1992 yapıtın! bulunduruyor. İbrahim Çallı ise 36 resimle yer alıyor koleksiyonda.

Bu resimlerin ilki, 1950 yılında alınan ‘Mor Salkımlar’ . Ü ç yıl sonra ise Çallı imzası ile özdeşleşen ‘Manolyalar’ koleksiyona katılıyor. 1956 yılına dek İstanbul manzaraları ile zenginleşen Çallı koleksiyonunun en değerli yapıtlarından biri de ‘Atatürk Portresi’. Atatürk’ün huzurunda resim yapabilen sayılı sanatçılardan biri olan Çallı, A ta’nın ardından Celal Bayar’ın da bir portresini yapmış.

İş Bankası, Çallı Atölyesi ressamlarına da aynı ilgiyi göstererek koleksiyonunda geniş bir yer vermiş. Koleksiyonda sayısal olarak en çok Şeref Akdik’in yapıtlarına rastlıyoruz. Cemal Tollu, Hakkı Anlı, Nurullah Berk, Şerif Bursalı, Mahmut Cüda, Ali Avni Çelebi, Cevat Dereli, Refik Epikman, Nurettin Ergüven, Bedri Rahmi, Hamit Görele, Nuri İyem, Zeki Faik, Ercüment Kalmık, Ali Karsan Keseroğlu, Edip Hakkı Köseoğlu, Sami Lim, Elif Naci, Saim Özeren, Saim Resnelioğlu, Esat Subaşı, Saip Tuna, Seyfi Toray, Mustafa Turgut Tokat, Adnan Varınca, Turgut Zaim ve Eşref Üren ise, Çallı

Atölyesi’nden yetişmiş olmanın onuru ve ayrıcalığını taşıyarak koleksiyondaki yerlerini alıyorlar.-^

F* yolunda zorlamıyor; genç sanatçı adaylarını ba­ ğım sız düşünen, özgün ya­ pıtlar üreten bireyler olarak yetiştirmeyi amaçlıyordu. Resimle ilk tanıştığı yıllar­ daki heyecanını yaşamının sonuna dek yitirm edi. U sta­ nın resim aşkını yine Haşan Ali Y ücel’in anılarından ak­ taralım:

“Bir akşam, Osman Hora­ sanlı ile beni Boğaz’a Arna- vutköyü’ne götürdü. Yor- g o ’da sabahladık. Evlere

dönmeye razı olmadı... Güneş doğmuştu. Sulara düşen aksi Boğaz’ın iki kıyısını ateş­ le kırmızılaşmış bir demir putrel gibi birbiri­ ne bağlamış görünüyordu. M üthiş bir man­ zara... ‘Çallı, yapsana bunu’ dedim. ‘Yapa­ mam, yanarım ’ dedi.”

Çallı İbrahim ’in yüreğinden taşan ışık, yapıtlarına da yansıdı. Yeniliklere her zaman açık oldu. Yurtdışına gönderilen ressamların getirdiği yeniliklerin takipçisi ydi. D Grubu, Yeniler G rubu gibi ilerici sanat akımlarının üretimlerini yakından izledi. Öğrencileri Eş­

re f Üren ve Halil Dikmen, hocalarını “doğuştan res­ sam” olarak niteliyorlardı. İlk öğrencileri arasında yer alan Fahriye Fen ise -döne­ min en güzel kız öğrencisi olduğu için arkadaşları ara­ sında Güzel Fahriye olarak anılırdı- 77. yaşında sevgili hocasını ziyaret etmiş; atöl­ yesinin deniz gören köşe­ sinde sohbet etme fırsatı bulmuştu. “Hayat kafi gel­ miyor, çok kısa sanat için” diyordu Çallı. Biryandanda öğrencisini üzmemek için neşeyle ekliyor­ du: “Ağlayan sızlayan insandan bana ne ha­ yır gelir? Benim arkamdan gülün, eğlenin, neŞe ile beni yadedin”.

Sanatçı kişiliğiyle olduğu kadar ‘ insan Tı­ ğıyla da kendisinden sonraki kuşaklara ör­ nek oluşturan İbrahim Çallı, 22 Mayıs

1960’ta, mide kanaması sonucu kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesi ’nde son nefesini ver­ di. Yokluğundan bu yana manolyalar, ayçi- çekleri, sümbüller ve İstanbul biraz daha ök- süzşim di.-^

Referanslar

Benzer Belgeler

İzmir zaferi olduktan sonra, artık Lozan barış müzakereleri yapılırken; o büyük destan içinde büyük hissesi olan bir mütevazı ilim adamı haksmda iki -

Kahve ile birlikte kahve falı da çıkmış, Türk kahvesi adı verilen çekilmiş telveli kahvenin yayıldığı her bölgeye fal da beraber gitmişti.. Son

Dimağın tazedir; Hatıran, hafızan Adananın istasyonun­ dan şehrine kadar yeşil bir tünel olmadığını bilecek kadar cömert ve sağlamdır?. Yalnız ey

1912 yılında Afyonkarahisar milletvekili seçilerek, İttihat ve Terakki Fırkası umumi merkez üyesi oldu.. 1918 yılında ise, bu fır­ kanın ileri gelenleri

Seninle yanan İnan ağabeyim inan Bu çağıl çağıl heyecan Bu gözleri dumanlı Bu kendi gök kubbesince hür İmanlı Ateş kanlı Gençlik. Bıraktığın yolda

firiz le r gibî tefe rru a tın başarılm ası için İkinci safhada bey­ nelm ilel bir m üsabaka açılması lüzum u bildirilm iştir.. kolum uz şark ve garp

Les lauréats et leurs oeuvres sont: Dans la catégorie de Karagöz, le pre­ mier prix a été remporté par Turan Tekdoğan pour “ Yeşil Yandı Geç” (le feu est

Bugün çoğu kansere yönelik çok sayıda bağışıklık kontrol noktası tedavisi denemesi yapılıyor ve yeni kontrol noktası proteinleri hedef olarak sınanıyor. Yüz yıldan