• Sonuç bulunamadı

AKDENİZ BÖLGESİNDE YAŞAYAN BÜYÜK BEDEN BAYAN TÜKETİCİLERİN HAZIR GİYİM ÜRÜNLERİNDE KARŞILAŞTIKLARI PROBLEMLER

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "AKDENİZ BÖLGESİNDE YAŞAYAN BÜYÜK BEDEN BAYAN TÜKETİCİLERİN HAZIR GİYİM ÜRÜNLERİNDE KARŞILAŞTIKLARI PROBLEMLER"

Copied!
103
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Alınan enerjinin kullanılan enerjiden fazla olması durumunda şişmanlık ortaya çıkmaktadır. Şişmanlık, orta yaşın hastalığı görünüyorsa da yaşamın herhangi bir döneminde ortaya çıkabilir. Gerek genetik, gerek yaş faktörü, gerek cinsiyet, gerek psikojenik faktörler, gerek besleme alışkanlıkları, gerek fiziksel aktivitenin azalması, gerek sosyo-ekonomik düzey, gerek çevresel faktörler, gerekse daha başka faktörler şişmanlığa sebep olmaktadır.

Sebebi her ne olursa olsun şişmanlık, önemli bir uygarlık hastalığı niteliğini kazanmıştır. Günümüzde şişmanlık konusu tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de güncelliğini devam ettirmektedir. Teknolojinin gelişmesine paralel olarak şişmanlık da Dünya’da, dolayısıyla Türkiye’de daha ciddi bir hal almaktadır. Şişman insan sayısı gün geçtikçe arttığından giyim ihtiyacı da aynı orada artış göstermektedir.

İnsan yaşamındaki önemli faktörlerden bir tanesi de giyinme ihtiyacıdır. Çeşitli fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçları karşılayan bir unsur olan giyim, tüm bireyler için sosyal etkileşim, fiziksel refah ve tatmin açısından büyük önem taşımaktadır.

Tüm bu durumlar pazarda var olan hazır giyim ürünlerinin büyük beden bayan tüketicilerin rahatça bulabileceği çeşitte olup olmadığı, var olan giysilerin ihtiyaçlarını ne derece karşılayabildiklerini ve bu ürünleri kullanma problemlerinin olup olmadığını akla getirmektedir.

Bu konu ülkemizde henüz yeterince önem kazanmamış, olgunlaşmış ve üzerinde yeterince çalışılmamış bir konudur. Büyük beden bayan tüketicilerin giyim eşyalarına yönelik uyum, renk, çeşit, model olarak sorunları mevcuttur.

Hazır giyim işletmelerinin, büyük beden bayanların ihtiyaçlarını ve vücut yapılarını göz önünde bulundurarak, üretimlerinde büyük beden kıyafetlere de yer vermeleri gerekmektedir.

(2)

Bu araştırma ile büyük beden bayan tüketicilerin pazarda var olan hazır giyim ürünlerinden ne ölçüde yararlanabildikleri, var olan ürünlerin ihtiyaçlarına ne derece cevap verebildiği, ürünler ile ilgili beklentileri, alım ve kullanım anında karşılaştıkları problemler tespit edilmiştir. Büyük beden bayanların giysi tüketimine yönelik isteklerinin, ihtiyaçlarının, sorunlarının bilinmesi ve bu doğrultuda ihtiyaçlara cevap verecek şekilde giysi üretiminin tasarlanarak yapılmasına yardımcı olabilmek için öneriler sunulmuştur.

1.1. Problem

Problem Cümlesi;

“Akdeniz Bölgesi’nde yaşayan büyük beden bayan tüketiciler, hazır giyim ürünlerini alırken ve kullanırken ne gibi problemlerle karşılaşmaktadırlar?”

1.1.1. Giyinme İle İlgili Kavramlar 1.1.1.1. Giyim

Giyim, tarih kadar eski bir konudur. İnsanların var oluşlarıyla birlikte ortaya çıkan vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. İlkçağlarda tabiat olaylarından korunma ihtiyacından doğmuş, sonraları ise toplumlara göre değişerek gelişmiştir (Karaman, 1976, s.7).

Giysilerin ilk kez Akdeniz ve yakın doğudaki uygarlıkta yaşayan insanlar tarafından kullanıldığı ileri sürülmektedir. Derinin o zamanlarda en çok kullanılan materyal olduğu, kemikten yapılmış iğne ve düğmeler ile giysi formu elde edildiği bilinmektedir (Bozkurt, 1995, s.3).

Giyim, ilkel insanlardan bu yana, korunma ve süs olarak kullanılmıştır. Başlangıçta basit bir konu olan giyim, yerinin akışı içinde değişikliğe uğramış; bu değişiklik, sosyal durumun sürekli gelişmesine paralel olarak, yol almıştır. Genellikle giyim ihtiyaçlarının saptanmasında, sosyal durumun etkisine inanılmaktadır. Günümüz giyimi, düne göre daha önemli bir konu durumuna gelmiş bulunmaktadır. Bugün birey ve aile için giyim düzenlenmesi, artık sadece günlük elbise temini ve üstün kaliteli kumaşlardan elbise yapımı değildir (Kırzıoğlu, 1992, s.6).

(3)

İnsanlığın gelişmesinden giyim de etkilenmiş, kişinin yaptığı işe uygun giyinmesi gerekli olmuştur. Aynı zamanda toplumsal bir nitelik kazanarak, kişiler sınıfsal durumlarına göre giyinmeye başlamıştır. Böylece giyin insanların toplumsal sınıflarını sembolize eder biçime dönüşmüştür

(http://ismek.ibb.gov.tr/portal/bransicerik.asp?icerikID=31&BransCode=19).

Giyim tarihine bakılarak giysinin büyük değişikliklere uğradığını görmek mümkündür. İlkçağlarda giyimi, inançlar, iklim ve toplumdaki sınıf ayrılıkları, Ortaçağda savaşlar, göçler ve milletler arası ticaret etkilemiştir. Günümüzde ise turizm ve teknolojik gelişmeler etkisini göstermektedir. Giysi: bilimsel, teknik, teknolojik ve sanatsal bir bütünlüğün estetik ve işlevsel ürünüdür (Kazazi, 1999, s.93).

Kişileri tanıma biçimlerinden biri davranışların dışa yansıması, diğeri de giyimin dışa yansımasıdır. Kişilerin giyim felsefesi, estetik zevk ve beğenilerini, ekonomik durumlarını ve üyesi oldukları grup veya olmak istedikleri grup hakkında giysiler fikir verirler (Arslan, 1999, s.33).

Geleneksel yaşamda her kuşak kendinden önceki kuşağı izleyerek bu giyim-kuşam anlayışını, günümüze taşır. Ancak giyim-giyim-kuşam anlayışında hiçbir değişimin olmadığını söylemek mümkün değildir. En azından malzeme değişmekte, işçilik eski özenini yitirmekte, yaşanan günün koşulları farklı biçimleri doğurmakta ya da başka modalardan etkileşim gözlemlenmektedir (http://www.discoverturkey.com/kultursanat/b-h-giysi.html).

Kişinin giyim anlayışı, giyim seçimini etkileyen faktörler hakkındaki bilgisine bağlıdır. Bu nedenle, her ülkenin giysi türleri ve biçimleri, o ülkenin her bir bölgesinin kültür durumuna, ekonomik düzeyine, iş ve sosyal durumuna ve yaşa göre değişmektedir. Kişisel psikolojinin doğal bir eğilimi olarak, kadın-erkek herkes, güzel ve zevkli giyinmek, çekici görünmek ister (Kırzıoğlu, 1992, s.7).

Bireyler giydikleri elbiselerden dolayı sıkılmış, utangaç, rahatsız olmuş veya endişeli hissettiklerinde psikolojik rahatsızlık oluşur. Bu rahatsızlık, bireylerin; kendi giysileri ile diğerlerinin arasında zıtlık bulmasının, giysilerin kendileri için rahat olmaktan çok kendilerine dikkat çekeceğine inanmalarının veya kendilerini toplumsal

(4)

olarak ortama uygun hissetmekten çok elbiselerin kendi vücutlarını sergilediği veya buna dikkat çektiğine inanmalarının bir sonucu olabilir (Erden, 2001, s.20-21).

1.1.1.2. Moda

Moda, “insanların değişiklik arama ve yeni biçimler ortaya koyma tutkusudur”. Daha geniş anlamda tanımlanırsa “toplumdaki süslenme ve değişiklik ihtiyacından doğan geçici bir yeniliktir” denilebilir. Örnekleri; giyim, saç modeli, mobilya, yabancı dil modalarında görülür (Komşuoğlu, 1986, s.2).

Moda, kısa ömürlü davranış kalıpları arasındadır, insanlar, modanın geçiciliğini bildikleri halde, yine de ona uymaya, zamanın gerisinde kalmamaya çalışırlar. Modanın toplumca kabul edilmesi, onayı, yararından ya da yüksek değerinden değil, fakat beğeni ve duygulara yönelik oluşundan ileri gelir, insanın değişiklik gereksinimlerinden de kaynaklanan moda, cins ve yaş grupları arasında daha belirgin, toplumsal tabakalara göre farklılaşan bir olgudur. Moda, üst toplumsal kategorilerle benzeşmeyi sağlayan bir araçtır, ikili bir toplumsal süreci kapsar. Birincisi, alt tabakaların üst tabakalara benzemek için oluşturdukları bir toplu etkinliktir, ikinci süreçte ise, üst tabakalar, altta- kilerin kendilerine benzemesini engellemek amacıyla, yeni farklılaşma biçimi, yeni özellikler yaratma peşindedirler (http://www.1001kitap.com/Bilim/Mahmut_Tezcan/turk_ailesi_antropolojisi/aile08_g iyim.html).

Moda, giderek ya görenek biçimine dönüşür, ya da kısa bir süre sonra ortadan yok olur. Örneğin; İkinci Dünya Savaşı’nda Amerikalı erlerin giydiği Blue-Jeans’ler önceleri Avrupalılarca yadırganmış, sonra Avrupa ve Amerika toplumlarının yaşam biçimleri birbirine benzemeye başlayınca, Blue-Jeans’ler dünya gençliğinin ortak giysisi olmuştur. Diğer yönden, 1930’ların Yo-Yo oynama modası, 1950’lerin Hula-hop dansı kısa bir sürede moda olarak yayılmış ve yok olmuştur. Bu modalar bir süre sonra yeniden ortaya çıkabilir. Ancak modacılar günün koşullarına uygun değişikliklerle, eski modayı daha etkileyici ve çağın anlayışına uygun olarak yeniden oluştururlar.

(5)

Modanın önemli bir özelliği de değişkenliğidir. Bunu “modayı izlemek, ya da “modası geçmiş” deyimlerinden anlamak mümkündür. Giyimin; saç biçimlerinin, mobilyanın teknik yeniliklerin yayılması bile bir moda niteliği taşımaktadır (Komşuoğlu, 1986, s.2).

Tarihte giyecek, bir grubun ayırt edici göstergesi olarak görülür. Eskiden giyecekler toplumsal hiyerarşiyi yansıtmaktaydı. İnsanların kendi sınıflarından başka sınıflara ait giysiler giymesi düşünülemezdi. 28 ağustos 1789 yılında Fransa İhtilalini modanın başlangıç tarihi olarak kabul edersek, yayımlanan Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirisi iki büyük hakkın varlığını tanıdı. Bunlar özgürlük ve eşitlikti. Böylece yeterlilik dışında herkes her görevi yapabilecekti. Demokrasi, seçimlerde aynı oy hakkına sahip olan herkesin aynı giysiye de sahip olabileceği düşüncesine yol açtı. Sınıf farklılıkları kıyafet yolu ile ortadan kalkacaktır. Bu da giysilerde çeşitliliğe neden oldu (Olgaç, 2005, s.28).

1.1.1.3. Hazır Giyim ve Tarihi Gelişimi

Barınma, beslenme ve giyim, insanların temel gereksinimidir. Giyim, tarih kadar eski bir konudur. Giyime duyulan gereksinim insanların ilkel aile toplumları halinde yaşamaya başladıkları sırada, yani mağara devrinde örtünmek, korunmak ihtiyacı ile ortaya çıkmıştır. Soğuk ülkelerde yaşayanlar avladıkları hayvanların postlarına bürünerek, sıcak ülke insanları ise sazlarla, çeşitli bitkilerle vücutlarını korumaya çalışmışlardır. Bu koruma her millette, her ırktaki insanlarda değişik boyutta gelişip farklılıklar göstermiştir ve insanı insan yapan unsurlardan biri olmuştur (Bayraktar, 1993, s.1).

Örtünmek insanlar için önceleri ihtiyaç daha sonraları ise süslenmek amacına dönüşmüştür. Aile topluluğunu kurulmasıyla örtünme ihtiyacı artmıştır. Giyim zamanla toplumsal bir nitelik kazanmış, insanlar sınıfsal durumlarına göre giyinmeye başlamışlardır (Muratoğlu, 1994, s.13).

İnsanların ne zaman giyinmeye başladıkları kesin olarak bilinmemekteyse de ilk insanların hayvan postlarına sarıldıkları kesin olarak bilinmektedir. Uygarlık ilerledikçe postlara sarınarak korunma yerini yün ipliklerden yapılan basit örgülere

(6)

bırakmıştır. Daha sonra dokumacılık sanatı doğmuştur. Dokumacılığın geliştiği ilk dönemlerde insanlar basit giysiler yaparak giyim sanatına el atmışlardır. Toplumların kültür değerleri ve inançları bakımından ve ekonomik açıdan geliştikçe kendilerine özgü giyim tarzları oluşturmuşlardır. Giyim tarihi incelenecek olursa, giyimin eski devirlerden bu güne dek pek çok evreler geçirdiğini görürüz (Bayraktar, 1993, s.1).

İnsan toplumun bir bireyi olarak, kendini topluma kabul ettirmek ve beğendirmek durumundadır. Bunun en kısa yolu iyi giyinmektir. Giyimde ilk çağlarda ilkellik, daha sonraları işlevsel nitelik, toplumsal sınıflaşmanın sonucu olarak da kişiler arasında giyim ayrılıklarının doğduğu görülür (Sever, 1988, s.11).

Giyecek kişinin ölçülerine göre hazırlanıp provalı olarak dikilen ısmarlama giyim, moda evleri ve terzihanelerde tek olarak yapıldığında pahalı olmaktadır. Bu nedenle ısmarlama giyim toplumun büyük bir kesimince bırakılmış, yerini daha ekonomik olan hazır giyim almıştır. Hazır giyim moda akımını üzerinde taşıyan rahat, kısmen ucuz alımı kolay bir giysi şeklidir (Lokmanoğlu, 1989, s.1).

Dünyada 6 milyar insanın yaşadığı düşünülürse, giysi üretenler için o kadar farklı tip vardır. Her tek kişiye giysi dikimi olan terzilikle bu kadar yüksek talebe cevap verilemediğinden, dikiş makinesinin ilk kullanıma alındığı 1970’li yıllardan beri seri üretim olan hazır giyim gündeme gelmiştir (Kaynak, 2005, s.23).

Çağımız teknolojik gelişmelerin, makineleşmenin en fazla olduğu çağdır. Bu gün hemen hemen her iş ya makinelerle yapılmakta ya da makine yardımına gereksinim duyulmaktadır. Teknolojik gelişmelerin ileri olduğu çağımızda tek tek el ile örülüp dikilerek elde edilen giyimler yerini çok gelişmiş makineler sayesinde birçok giysinin hep birden kesilip dikilmesine bırakmıştır (Güner, 1990, s.5). Kentleşme, hareket hızlılığı, kadınların çalışma hayatına gittikçe artan bir hızla girmeleri, günümüz insanını giyim eşyaların diktirmek veya dikmek için yeterli zamanının olmaması, hazır giyim sanayinin sürekli olarak genişleyen bir pazar haline gelmesine neden olmuştur.

Hazır giyim, istatistik verilerden yararlanılarak bulunan ortalama ölçüler esas alınarak, seri halde üretilen ve alıcıların ölçülerine göre satılan giyim eşyasının

(7)

tümünü kapsamaktadır. Hazır giyim kişinin hangi modeli seçeceği, ne kadar kumaş alacağı, kime ve kaça diktirileceği problemini halletmiş, görüp beğenme, deneme ve aynı anda giyme zevki ve rahatlığı vermiş bir giyim sanatıdır. Giyim insanı soğuk ya da sıcaktan koruyan, giyene dekoratif özellik veren ve kişinin belirli bir sosyo-ekonomik topluluğa bağlı olduğunu belirten bir olgudur. Buna bağlı olarak, hazır giyim sanayi insanların istek ve ihtiyaçlarına göre giysi gereksinimlerini fabrikasyon üretim yoluyla büyük kitlelere ulaştıran bir sanayi dalıdır (Gümüş, 1997, s.94).

Endüstri çağı başlamadan önce aile fertlerinin bütün giyecek ihtiyacını evlerdeki basit olanaklarla ev kadınları karşılardı. Bitkilerin liflerini, koyunların yünlerini eğirerek, bunları dokuyup, dokunan kumaşı biçip dikilerek elbise haline getirmeye kadar birçok işler ev kadının göreviydi. 18. inci yüzyıl başlangıcında, hızlanan endüstri faaliyetleri sayesinde kumaşların fabrikalarda dokunması, boyanması mümkün oldu. Dikiş makinesinin icadı ile dikiş dikmek kolay ve zevkli bir hale getirildi. XIX. yy sonundan ikinci dünya savaşına değin ısmarlama olarak modern giysi çalışan isim yapmış terzilerle konfeksiyoncular, giyim üretiminin farklı toplumsal sınıflara yönelik iki ayrı kesimini oluşturuyordu. 1949 da sanayici R. Weill tarafından ortaya atılan hazır giyim düşüncesi iki uç arasında köprü işlevi gördü. 1950 den başlayarak çalışan terzilerin geleneksel müşterilerinin azalması, konfeksiyonculuğun aşama kaydetmesi sonucu hazır giyim yaşam düzeyi yükselen ve zevkleri gelişen tüketim toplumunun gereksinimini karşılamaya başladı. 1960’lardan sonra hazır giyim, savaş sonrası toplumun en kalabalık yaş grubunu oluşturan büyük bir alım isteğine ve bağımsızlığına sahip gençlere yöneldi (Anonim, 1986, s.51).

1.1.1.4. Giysi Kalıbı

Giysi üretiminin en önemli taşı kalıp hazırlamadır. İnsan vücudunun etrafında bir şekil elde etme aracı olarak tanımlanan kalıp hazırlama, giysi üretiminin ilk ve en önemli basamağını oluşturur. Modanın giysilere yansıtılması ve geniş bir kitlenin vücutlarına uyum konusunda memnuniyetin kazanılması, sağlam temeller üzerine oturtulmuş kalıplar gerektirir (Eray, 2000, s.41).

(8)

Giyim için kalıp hazırlamadaki amaç her ölçüdeki vücuda uygun, düzgün giysi elde edilmesine yardımcı olmasıdır. Ayrıca ilerleyen işlemler sırasında hata oranını düşürerek, kumaşın daha ekonomik kullanılmasını, zaman kaybını önlemektir (Avşar, 2006, s.3).

Kalıp hazırlamada önemli unsurlardan birisi de iyi ve sisteme uygun, sağlıklı alınan ölçüdür. Kalıp hazırlama konusunda modaya öncülük eden Fransa, İngiltere ve Almanya gibi ülkelerde yapılan çalışmalar sonucu çeşitli biçki sistemleri geliştirilmiştir

(http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makaleler%5CSaadet%20BED%C3%9C K%20%20%C5%9Eerife%20YILDIZ%5CG%C4%B0YS%C4%B0%20%20TASARI MINDA...pdf)

Kalıp hazırlama yöntemleri şu şekilde sınıflandırılabilir

(http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makaleler%5CSaadet%20BED%C3%9C K%20k%20%C5%9Eerife%20YILDIZ%5CG%C4%B0YS%C4%B0%20%20TASA RIMINDA.pdf):

• Biçki Sistemi ile Kalıp Hazırlama: Bir giysinin yapılmasında gerekli olan kalıpların vücut ölçülerine göre çeşitli biçki teknikleriyle çizilmesidir.

• Bilgisayar Destekli Kalıp Hazırlama: Değişik bilgisayar programları ile kısa sürede model tasarımı, kalıp elde etme ve serileştirme gibi işlemler yapılabilmektedir.

• Model Paftalarından Kalıp Hazırlama: Çeşitli model paftaları yardımı ile de model uygulanmış kalıp elde etmek mümkündür.

• Drapaj Yöntemi ile Kalıp Hazırlama: Giyim tasarımcıları, günümüz giyim sektöründe ve moda dünyasında model hazırlamak, kalıp üretmek için birçok değişik yöntem kullanırlar. Özellikle moda evlerinde, bu konuda yeterli eğitime sahip kişilerin en çok kullandıkları kalıp elde etme tekniklerinden birisi de drapaj yoluyla modeli hazırlayarak, kalıp elde etme

(9)

yöntemidir. Bu yolla elde edilen kalıplar kişiye özel olduğu için serileştirilmesi yapılamaz.

• Hazır Giysi Üzerinden Kalıp Hazırlama: Elde bulunan giysi parçalarının kâğıt üzerine çizilerek kalıpların hazırlanmasıdır.

Günümüz pazarlarının az sayıda üretim ve fazla model değişikliği isteği, kalıp hazırlama işleminin de bilimsel hale getirilmesi zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Bilimsel kuralların kısa sürede öğrenilebilmesi kalıpçılık eğitimini kolaylaştırmıştır. Eski terzi kalıpçılarının tecrübe dedikleri ve kendilerine sakladıkları birtakım bilgilerin gereğini ortadan kaldırmıştır (Kaynak, 2005, s.25).

1.1.2. Ergonomi

F.W.Taylor (1856-1915)’ın 18.yy’da ”iş düzeni” anlayışını geliştirmek için ve işgörenlerin daha verimli çalışabilmesi için çeşitli teoriler ortaya atmasıyla başlamıştır (http://www.baskent.edu.tr/~eraslan/ergonomi.htm).

Ergonomi, çalışanların biyolojik, psikolojik özelliklerini ve kapasitesini göz önünde bulundurarak “insan-makine-çevre” uyumunun doğal ve teknolojik yasalarını ortaya koyan çok disiplinli bir bilim dalıdır (İncir, 1980, s.8).

Ergonomi; insanların anatomik özelliklerini, fizyolojik kapasite ve toleranslarını göz önünde tutarak, endüstriyel iş ortamındaki tüm faktörlerin etkisi ile oluşabilecek, organik ve psikososyal stresler karşısında, sistem verimliliği ve insan-makine-çevre uyumunun temel yasalarını ortaya koymaya çalışan, çok disiplinli bir araştırma ve geliştirme alanıdır (Erkan, 1998, s.13).

Ergonomiye kısaca "fiziksel çevrenin insana uyumlaştırılması süreci" denilebilir. Günümüz endüstri çağında makine-insan arasındaki artan ilişkiler, insana uyumlu çevre, eşya, makine, ofis vs. gibi fiziksel çevre birimlerinin yaratılması çabalarını zorunlu kılmaktadır. Artık sadece fiziksel çevrenin ergonomisinden değil, doğrudan insanın zihnine seslenen bilgisayar yazılımları, Internet, web dizaynı vs. gibi

(10)

öğelerin de insana uyumundan (Zihinsel algılama, kolay kontrol edebilme ve yönlendirebilme açısından) bahsedilmektedir.

Bu anlamda ergonomi, birçok bilimsel disiplinin ortak çalışma alanı olan (Başta mühendislik, mimarlık, tıp, fizyoloji, anatomi, psikoloji, sosyoloji olmak üzere) bir yaklaşımlar bütünüdür. Tüm bu bilimsel disiplinler ortaklaşa bir insana uyumlaştırılmış ideal makine-çevre sisteminin arayışı içindedirler. Elbette ki bu arayışın temel amacı, sadece insanın kendisiyle barışık uyumlu bir çevrede yaşaması değil, en önemli üretim faktörü olan insan gücünün (ya da işgücünün) rahat, kolay ve sağlıklı bir şekilde üretim ve ekonomik faaliyetlerini sürdürebilmesini sağlayan makine, teçhizat, ofis, fabrika düzeni vs.nin yaratılması isteğidir.

Çünkü bilinmektedir ki, insanın verimli çalışması, en iyiyi üretmesi ve ekonomik faaliyetlere en etkin şekilde katılabilmesi, bu ideal uyumun yakalanabilmesine bağlıdır (http://www.kobitek.com/makale.php?id=9).

1.1.3. Antropometri:

İnsan vücudunun boyutlarıyla ilgilenen özel bir bilim dalıdır.

1-Uzunluk, 2-Genişlik, 3-Yükseklik, 4-Ağırlık, 5-Çevre boyutları Biyomekanik yaklaşım;

1- Hareket hudutları, 2- Kuvvet gereksinimi,

3- Davranış hızı gibi yaklaşımlarda insan vücudunun etkisini inceler.

Ergonomik Anlamda Antropometri (http://www.baskent.edu.tr/~eraslan/ergonomi.htm): a. Statik antropometri: Gerçekte antropometri insanların statik duruş ve

oturuşlarındaki metrik değerleri ele alır. İnsan üzerinden 140 fiziksel ölçü alınabilir. Okul çocuklarının oturacağı sıraların boyutları, gaz maskesi yüz ölçüleri gibi tasarımlarda kullanılır.

(11)

b. Dinamik antropometri: Statik veriler çalışma hayatında, insanların kullandığı geçitler, durduğu hacimler, oturma yerleri gibi tasarımlarda kullanılır ancak iş düzeninde insanlar devinim halindedir. Örneğin sürücü koltuğu, sürücünün devamlı hareket etmesi nedeniyle dinamik boyutta ölçülmelidir. Sürücü fonksiyonlarını yerine getirmek için kol, bacak ve gövdesini değişik boyutlarda ve devamlı hareket ettirmesi veya insanlar ayakta dururken veya otururken çevrelerindeki malzeme veya işlem noktalarına uzanmak için eğilme, uzanma, dönme hareketlerinin hudutlarının ölçülmesi, insan-makine arakesitinin optimal tasarımı için önemlidir.

Antropometrik Veriler (http://www.baskent.edu.tr/~eraslan/ergonomi.htm): İyi ölçüm yapılarak alınmalı ve istatistiksel metotlar kullanılmalıdır. İnsan ölçüleri standart değildir.

Veri Tipleri:

a. Yapısal antropometrik veriler: Statik pozisyonlarda vücut boyutlarının ölçülmesi. Örnek; eklemlerin yerden yüksekliği. Mobilya boyutları ve giysi bedenlerinin saptanmasında kullanılır.

b. Fonksiyonel antropometrik veriler: Sabit bir noktaya göre vücudun bir bölümünün hareketlerini tanımlayan verilerdir. Örnek: ayaktaki birinin ileri uzanabileceği max mesafe. İş alanı hacimleri tanımlamada kullanılır. Bir operatörün etrafında kolay ve max ulaşılan alan. Panel tasarımı ve kontrol düğmelerinin optimal yerleşiminde faydalanılır.

c. Kuvvetsel antropometrik veriler: İnsan vücudu üzerindeki yüklerin mekanik analizini yapmada kullanılır. Çalışma esnasında oluşacak uygun pozisyonların tanımlanması ve eklemlerin uygun açı dizilerinin bulunmasında kullanılır. 1.1.4. İnsan Anatomisi

İnsanların kemiklerden oluşan iskeleti, tüm insan varlığının üzerine ya da içine yerleştiği ve taşındığı destek dokusu oluşturur, iskelet; kollar, bacaklar ve gövde

(12)

omurlarında oluşmuş eklemler etrafında hareketlidir. Bütün hareketli kısımlar kaldıraç yasalarına göre görev yaparlar, insanların tüm yaşamları boyu işlevliğini koruyabilen eklemlerinin hareketli yüzeyleri bir kıkırdak doku ile kaplanmıştır. Eklemlerin içinde yüz yüze gelen kısımlar ise pürüzsüz, dayanıklı ve kaygan bir yapılanma gösterir. Eklem noktalarından birbirine bağlı olan kemiklerin tüm hareketleri için gerekli kuvvet iskelet kaslarından gelir. Kasların dengeli bir şekilde uzaması ya da kısalması insan vücudu tüm biyomekanik yeteneklerini sergiler. Kemikler ve kasları birbirine bağlayan kuvvetli bağ dokuları, kaslar, tüm bu kasları uyaran sinirler kasların beslenmesini sağlayan kan damarları ve bütün bu temel dokuları örten deri çok mükemmel yapısal özellikler gösterir (Erkan, 1988, s.23).

Normal bir eklemde, genellikle karşılıklı yüzleri birbirine uyan iki veya daha fazla kemik, onların üzerlerini örten ve penost denilen bir zar, kemiklerin ağırlık çeken yüzeylerinde kıkırdak, ilave olarak dizlerde menüsküsler, omuzlar arasında diskler, eklem boşluğunda sinauyal zar, hepsini içine alan ve onları saran bir eklem kapsülü, duruma göre eklem içinde ve dışında bağlar ve eklemlerin hareketlerini ve her türlü stabilizesini sağlayan adaleler vardır (Ertem, 1983, s.20).

İleri yaşlarda bazı sistemlerin çalışmasında aksamalar ortaya çıkarken vücudun doğru bir konumda tutulması belirgin olabilecek biçimde zorlaşır. Bu tür kısıtlılıklar ilgili sistemlerin işleyişini aksatan bozukluklardan, vücut işlevlerinde görülen genel bir düşüşten ya da daha önce var olan ve yaşlanma süreciyle birlikte ağırlaşan bir durumdan kaynaklanabilir. Söz konusu olumsuz gelişmelerden en çok etkilenen sistemler iskelet, kaslar ve sinirlerdir (Anonim, 1993, s.81). Bu sistemlerde meydana gelen bu değişiklikler organizmanın yıpranması ve işlevlerin bozulması şeklindedir. Yaşlılıkla birlikte, fiziksel hareketler durgunlaşır ve kas hareketleri yavaşlar. Kas hareketlerinde verimlilik ve motor yetenek azalır, bir işi yapmak için gereken hareket sayısı artar. Omurga ve disklerde dejenerasyon oluşması sonucu yaşlıların hareket etmeleri ve eğilip kalkmaları güçleşir. Vücut duruşunda öne doğru bükülme, omurlar arasındaki kıkırdak dokusunun su kaybı ve disklerde meydana gelen değişiklikler nedeni ile de boyda belirgin bir kısalma olur (Kalınkara. 1990, s.2).

(13)

1.1.5. İnsan Vücut Yapısı

Bir giysinin istenilen amaca yönelik tasarlanabilmesi için insan vücudunun geometrik yapısının iyi bilinmesi gerekir. Özellikle giysilerde uyum ve hareket serbestliği, estetik unsurlardan önce geldiğinden, bu tür giysilerin kalıp formunun oluşturulmasında, vücudun geometrik yapısının bilinerek göz önünde bulundurulması son derece önemlidir.

Giysi yapımının ilk aşaması olan kalıp hazırlamaya yön veren temel ilkelerin en önemlisi, insan vücuduna dayandığından, vücut anatomisini dikkate alarak geometrik bir yaklaşım yapmak gereklidir.

Antik çağlardan günümüze kadar uzanan zaman şeridi içinde hekimler ve sanatçılar, insan vücudunu çeşitli kısımlara ayırarak incelemeye çalışmışlar ve vücudun bileşimini açıklayabilmek için çaba harcamışlardır (Kalyon, 1994, s.90).

İnsan vücudunun sistematik analizi ressam ve heykeltıraşlar gibi, hazır giysi üreticilerini de vücut oranlarının tespit çalışmasında yakından ilgilendirmektedir. İnsan vücudu birçok noktalardan, çeşitli yöntemlerle vücut oranları konusunda birçok tespitler yapılmıştır.

Basit bir gözlem, insan vücut yapıları açısından önemli farklılıklar bulunduğunu, değişik vücut biçimlerinin söz konusu olabileceğini göstermektedir. Uzun, kısa, zayıf, şişman gibi vücut tiplerinin yanında, çeşitli vücut bölümleri arasındaki oranlarda da bazı değişimler gözlenebilmektedir.

Başın bedene oranı, bacakların genel boy içindeki payı, omuz genişliği, göğüs ve bel çevresi arasındaki oranlar, kalça genişliği, göğüs kafesi, pelvis, omuz genişliği gibi ölçüler arası oranlar, değişik vücut tiplerinin oluşması sonucunu ortaya çıkarmaktadırlar (Ercan, 1986, s.12).

Aynı cins, aynı yaş ve aynı ırka sahip insanları, aralarında görülen önemli ayrımlara göre, çeşitli tiplere ayırmak güçtür. Hekimlikte insanlar üç temel tipe ayrılmaktadır (Güner, 1990, s.8):

(14)

1.1.5.1.1. Atletik Tipler; Bu tipte olan insanların en karakteristik tarafları, kemik ve kaslarının fazla gelişmiş ve kuvvetli olmasıdır. Boyları çoğunlukla uzunla orta arasında olup, geniş omuzlu, dar kalçalı, kalın bilekli ve elleri büyüktür.

1.1.5.1.2. Astenik Tipler; Uzun kemikli, ince yapılı olduğundan daha uzun görünüşlü, soluk derili, dar omuzlu, ince adaleli, kemikli elli, dar ve düz gövdeli, kaburgaları sayılabilecek belirginlikteki tiplerdir.

1.1.5.1.3. Piknik Tipler; Kısa boylu ve geniş gövdeli olurlar. Bel çok az belli olur. Omuzlar ve göğüs dar, kol ve bacaklar kısadır. Yağ tabakası, özellikle karın duvarında çoğunlukla fazla gelişir. Gövdenin genişlik oranı fazladır.

Vücut şekillerinin dış görünüşüne bakılarak yapılan sınıflandırılmalardan bir diğeri de, William Sheldon tarafından 1940 yılında yapılan somato tiplemeleridir. Bu sistemde insanlar vücut ölçüleri dikkate alınmadan vücudun önden, yandan ve arkadan çekilmiş fotoğraflarındaki vücut görüntüsüne göre Endomorfı, Mezomorfı ve Ektomorf, olmak üzere üç tipe ayrılmışlardır (Fox, 1999, s.12):

1.1.5.2.1. Endomorfi: Bu özellik vücudun yuvarlaklığı ve yumuşaklığı ile karakterizedir. Özellikle baş, boyun, gövde kol ve bacaklarda eşitlik eğilimi görülür. Bu tipin özellikleri kısa boyun, yüksek kare omuzlar ve gövdenin üzerinde karnın çıkık olmasıdır. Hiçbir kasın araya girmediği vücudun dış hatları boyunca bir pürüzsüzlük ve düzgünlük vardır (Şekil: 1-3).

1.1.5.2.2. Mezomorfı: Bu özellik sert, kuvvetli ve göze çarpan kaslılıkla beraber bir kare vücutla karakterizedir. Kemikler büyük ve kalın, kaslarla çevrilidir. Göze çarpan özellikleri ön kolun, bilek, el ve parmakların iriliğidir. Gövde büyüktür ve nispeten incedir. Omuzlar geniş ve gövde genellikle yukarıdadır. Karın kasları dışarıdadır ve kalındır. Deri kaba görünür ve kendiliğinden koyu bir renge bürünerek bu rengi uzun süre korur (Şekil: 2-5).

1.1.5.2.3. Ektomorfi: Vücudun incelik, narinlik ve kibar görünümü göze çarpar. Kemikler küçük ve kaslar incedir. Omuzlar düşük olarak sürekli ektomorfik görünür. Kollar ve bacaklar uzun, fakat gövde kısadır. Yine de zorunlu olarak şahıs

(15)

uzun boylu demek değildir. Omuzlar dar ve kasların oranı azdır. Kişi fiziğinin birçok bölgesinde kaslardan dolayı bir çıkıntı yoktur. Omuz çevresi kassal destekten ve kabarıklıktan mahkûmdur (Şekil: 3-6).

Şekil 1. Endomorfi (Kadın)

Şekil 2. Mezomorfi (Kadın)

(16)

Şekil 4. Endomorfi (Erkek)

Şekil 5. Mezomorfi (Erkek)

Şekil 6. Ektomorfi (Erkek) (Duquet, 1996, s.35)

Gerçekte vücut yapılarının çoğu yukarıda açıklandığı gibi abartılmış biçimde değildir. Üç tipten her biri 7 puan üzerinden değerlendirilir. Değerlendirmede vücudun özellikleri dikkate alınır. İlk sayı endomorfiyi, ikinci sayı mezomorfiyi, üçüncü sayı da ektomorfiyi belirler. Genelde somatotipler 3.4.4 – 4.3.3 – 3.4.3 olarak değerlendirilir. Somatotiplemede vücudu tanımlayan elemanlar, bağımsız

(17)

olmadığından bir eleman artarken diğer ikisi azalma eğilimi gösterir (Kalınkara, 1990).

Bu gruplanmanın dışında vücut kusurları diyebileceğimiz ve bazıları doğuştan olabileceği gibi bazıları da yaş ilerledikçe oluşan belirli vücut tipleri de vardır. Bunlar geniş beden, yukarı bel, geniş kalça ve yuvarlak sırtlı vücutlardır. Bütün bu vücut tipleri dikkate alınarak bireyin kendine yakışan giyimi bulması gerekmektedir. Kendine yakışan giyimi bulabilmesi içinde kendi vücut yapısını çeşitli yönleri ile analiz etmesi, tanıması lazımdır. Bunun içinde geniş çapta bilgiye ve kültüre ihtiyaç vardır. İnsanların fizik yapısına dikkat ederek psikolojik durumlarını incelemesi ve bütün bu özelliklerine göre renk, model, desen, çizgi, aksesuarlar tercih etmesi gerekmektedir. Bütün bunlara dikkat edilerek seçilen giysi ile kişi toplum içinde kendini öz güveni tam, psikolojik olarak da rahat hissedecektir.

Son 50-60 yılda insan vücudunun şekil ve boyutlarında büyük değişiklikler olmuştur. İnsanlar şimdi eskiye göre daha uzun oldukları gibi, hareketsizlikleri ve abur cubur tüketimleri sayesinde hatları daha yuvarlaktır (Ainsword, 2005, s.2).

1.1.6. Vücut Oranları

İnsan vücudunun yapısı, günümüze kadar değişik bilim alanlarında, değişik açılardan ele alınarak incelenmiştir. İnsanın anatomik yapısı, .bu yapının normal, sınırlarının düşünülmesi ve araştırılması, hemen hemen insanın var oluşu ile birlikte başlamıştır.

Bilinen en eski vücut oranı (M.Ö. 3000), Memfis piramidinin mezar odasında bulunmuştur. O günden bu yana bilim adamları ve sanatçılar insan oranlarını inceleme konusunda çalışmalar yapmışlardır.

Bu konudaki ilk çalışmalar, bilimsellikten uzak olarak sadece estetik anlayışına dayanmaktaydı. Sanatçı, bir toplumdaki bireylerin en güzellerini, en güçlülerini ve ideale en yakın olanlarını seçerek, aralarında önce analiz ve sonra sentez yaparak ideal tipi bulmaya çalışır, doğal olarak elde edilen bu değerler bir toplumun ortak özelliklerini yansıtmamaktadır (Erdoğan, 1993, s.139).

(18)

İnsanın anatomik yapısı, bazı kurallarla ifade edilebilen mimari bir yapıta benzetilebilir. Bu düşünceden hareket eden çalışmacılar, insan yapısına ilişkin ölçü ve oranlan bazı "kurallarla" ifade etmeye çalışmışlar ve bazı sabit oranlar aramışlardır. Tıbbın babası sayılan Hipokrat'tan günümüze kadar ortaya atılan kurallarda değişik sabiteler kullanılarak anatomik yapı ifade edilmiştir. Bugüne kadar baş, yüz, el, ayak, omurga, el orta parmağı uzunlukları ve el genişliği gibi bölümleri "birim uzunluk" olarak alınmış, önceki vücut bölümleri ile tüm vücut uzunluğu bu birim uzunluklarla orantılı olarak alınmıştır. İnsan yapısında var olan bu sabit oranlar "kural" adını almaktadır.

Vücut bölümlerinin oranlanmasında en çok kullanılan birim uzunluk baş uzunluğudur. Baş uzunluğunu birim uzunluk olarak kabul eden kurala göre tüm vücut uzunluğu 8 baş uzunluğuna eşittir (Erdoğan, 1993, s.140).

Ayrıca omuz genişliği 2 baş uzunluğuna; kol uzunluğu 3 baş uzunluğuna; ayak uzunluğu da 1 baş uzunluğuna eşittir. Mısırlı Lepsilüs'e göre tüm vücut uzunluğu 6 1/3 ayak uzunluğuna eşittir. Yine Mısırlı Blanc'a göre vücut uzunluğu el orta parmağı uzunluğunun 18 katıdır. Vücut uzunluğunu, yüz uzunluğu ile ifade edenlere göre boy uzunluğu yüz uzunluğunun 10 katıdır (Erdoğan, 1993, s.143).

Gerçek sanatçılar, gerekse hekimler insan vücut bölümleri arasındaki oranlarda bir ölçü birimi aramışlar, bu amaçla zaman zaman baş, el, ayak, omurga ve el genişliği gibi vücut bölümlerini kullanarak ölçümlendirme yapmışlardır.

M.Ö. 500 yıllarında yaşamış Yunanlı ressam Pdyklet günümüzde de kullanılan "Altın kesit" orantısını geliştirmiştir. Altın kesitin bulunuşu ve vücuda uygulanışı Şekil 7'de gösterilmiştir. Yapılan çalışmalar altın kesit kuralının vücuda uygulanması sonucunda, vücuttaki anatomik ayırım noktaları ile çakışma olduğu görülmüştür. Örneğin; tüm boy üstten ayrılınca, bel ekseni ortaya çıkmıştır (Erdoğan, 1993, s.146).

1.1.6.1. Altın Oran (Golden Section) : "Altın Bölüm" ya da "Altın Kesit" de denir. Herhangi bir geometrik biçimde, varlığı ESTETİK bir üstünlük sayılan ORAN. Parçalar arasındaki orantıda, küçük parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın bütün parçaya oranına eşittir. Cebirsel olarak; a/b= b/ (a/b) biçiminde ifade

(19)

edilir. Parçalar arasındaki oranın değeri olan 1.618 ya da ykş. 3/5, "altın sayı" adını alır. Altın Oran geometrik olarak, iki kareden oluşan bir dikdörtgenin köşegeni aracılığıyla kurulur. Antik Çağ'dan bu yana matematikçilere ve sanat kuramcılarına konu olan Altın Oran, bu adı 19.yy' da almıştır. Eski Yunanlılar' ın kısaca bölüm olarak adlandırdıkları bu orana, İtalyan matematikçi Luca Pacioli divina proportine; LEONARDO DA VINCI ise sectio aurea adını vermiştir. Altın Oran'ın aritmetik, cebir ve geometri özellikleri taşımasının yanı sıra, doğada, müzikte ve insan vücudunun organları arasında var olan çeşitli oranlarla da yakın ilişkisi bulunduğu, bütün öteki oranlara üstünlüğününse çeşitlilik içinde birlik özelliğinden kaynaklandığı öne sürülür. Bazı kaynaklara göre, insanlar, Altın Oran' a yaklaşan orantıları daha çok beğenmektedir (http://www.sanalmuze.org/sozluk/sozluk.html).

Şekil 7. Altın Kesitin Bulunuşu ve Vücuda Uygulanışı (Erdoğan, 1993, s.146)

AB: Bölümlenecek doğru parçası BC: B' den çıkılan dik (Boyu = AB / 2 ) BD: C merkezli yay

DE: A merkezli yay BE/AE; AE/AB

Rönesans'ın büyük ustaları; Leonardo do Vinci (1452 1519), Mikelanj (1475 -1564) ve Albrecht Düver (1471 – 1528) de orantı biliminin vücuda uygulanması için

(20)

çalışmışlardır ve günümüzde de kullanılan (8'li bölme) olarak isimlendirilen dağılımı bulmuşlardır (Kalınkara, 1995, s.728) (Şekil 8).

Şekil 8. Vücudun bölümlendirilmesi ile elde edilen oranlama sistemi 8'li bölme günümüzde çok kullanılan ve iyi sonuçlar veren yaklaşım olarak görülmektedir. Kalıpçılar için bunun anlamı; temel ölçüler belirli iken, yardımcı ölçülerin oran yolu ile bulunması ve bulunan ölçü üzerine rahatlık, moda etkisi paylarının verilmesi ile kalıpta kullanılacak ölçülerin elde edilmesi demektir (Erdoğan, 1993, s.147).

Genel olarak vücudun bölümlendirilmesi ile elde edilen oranlama sistemi sonucuna göre;

- Ortalama bir kadının boyu 168 cm ile 170 cm. arasında kabul edilmiştir. - Göğüs çevresi, kalça çevresinden en az 30 cm. daha dardır.

- Bel çevresi ise, kalça çevresinden en az 30 cm. daha dardır.

(21)

başka farklar da vardır. Bunlar;

- Kadının omuzları, erkeğin omuzlarından daha dardır.

- Göğüsler daha aşağıda, meme uçları da erkeğe göre biraz daha aşağıdadır. - Kadın beli, erkek belinden daha incedir.

- Göbek deliği daha aşağıdadır. - Kalçalar nispeten daha büyüktür.

- Profilden bakıldığında, kalça omuz hizasından düşey çekilen çizginin dışına taşar, omuz kemiği ve baldırlar genellikle aynı hizadadır (Baysal, 1995). Leonardo da Vinci'ye göre ayakta dik duran bir insan, ayaklarını hafif yanlara açar ve kollarını da hafifçe yukarıya kaldırırsa bu insanı bir daire ile sınırlamak mümkündür. Bu dairenin merkezi göbeğe isabet eder; ayaklar arası uzaklık dairenin yarıçapı kadar olmalıdır. Leonardo da Vinci'ye göre kolları iki yana açık olarak ayakta dik duran insanı kare içine almak mümkündür (Erdoğan, 1993, s.140) (Şekil 9).

Şekil 9. Leonardo da Vinci'ye göre kollarını iki yana açık olarak uzatan insanın kare ve daire içindeki görünümü (Erdoğan, 1993, s.141)

(22)

1.1.7. Normal Yapıdaki Kadın Vücudunun Önemli Özellikleri

Kadın vücutları erkek vücutları ile karşılaştırıldığında, vücut oranları bakımından genel olarak şu farklılıklar görülür (Anonim, 1997, s.21).

- Kısa boy

- Dar omuz ve göğüs kafesi - Geniş leğen kemikleri

- Uzun üst beden (düşük kalça) - Yuvarlak formlar

Normal Yapılardan Özel Sapmalar: Genelde ideal vücut tiplerine daha ender rastlanır. Normal yapıdan farklılıklar ancak belirli ölçülerin üzerine çıkılınca fark edilir. Bu farklılıkların belirgin olması halinde karışık yapılardan söz edilir. Normal yapının dışındaki vücut özellikleri giysi üretiminde önemli problemler yaratır.

Normal yapılardan sapmalar şunlardır;

- Yüksek omuzlar (kısa boyun) düşük omuzlar (uzun boyun) - Öne eğik omuzlar

- Tek taraflı eğik omuzlar - Yüksek göğüs

- Çıkık kürek kemikleri

- Düz leğen kemiği ve düz kalça (kuyruk sokumu eğiminde düzlük)

- Vücudun eğik veya sarkık durumu (çıkık leğen kemiği, düşük kalça, yuvarlak sırt)

- Dik duruş (düz sırt, öne çıkık göğüs kafesi) - X duruşlu bacaklar (dizler içe dönük) - O duruşlu bacaklar (dizler dışarıya dönük)

(23)

yerinden kaymış kalça vs.)

- Şişmanlık (erkeklerde genellikle karın kısmında, kadınlarda göğüs, kalça ve baldırlarda yağlanma)

- Yaşlı insanlardaki farlılıklar boy kısalması, sırtın yuvarlaklaşması, düz göğüs, öne eğik dizler gibi (Anonim, 1997, s.21).

1.1.8. Şişmanlık ve Nedenleri 1.1.8.1.Şişmanlık

Tarih boyunca şişmanlık çeşitli tanımlamalarla algılanmıştır. Bu kimi zaman güçlülük, kudret, hükümran, heybetli gibi terimlerle adlandırılırken; kimi zaman da doğurganlık, bereket, bolluk ile beraber anılmışlardır. İlk çağ tanrılarında şişmanlık, gücün ve hayatın devamlılığının simgesi olmuştur. Ancak sanayi devrimi ile beraber şişman kişilerin toplumdaki konumu değişmiştir. Günün çalışma temposunda bu devinime uygun gösterecek fiziksel nitelikteki insanların aranması, kilolu kişilerin hantal, sorunlu, yavaş ve sağlıksız terimleriyle birlikte anılmasına sebep olmuştur (Özarmağan, 2002, s.1).

İlkel insandan günümüze, modern insana uzanan bir yolda hareketin biyolojik olarak çok farklı bir boyuta geldiğini görmekteyiz. Tekerleğin icadı ile insanoğlu, kendisine verilmiş olan özel kuvvet ve gücünü makineler yardımıyla kullanmaya başlamıştır (Peker, 2000, s.83). Günlük yaşamdaki hareket azlığı şişmanlığın artmasına neden olmaktadır. İlerleyen teknoloji; bilgisayarlar, portatif telefonlar, televizyon, ulaşım araçları insanların fiziksel aktivitelerini sınırlar. İlerleyen yaş, azalmış fiziksel aktivite şişmanlığı beraberinde getirir (Özarmağan, 2002, s.5). Tüm bu değişmelere paralel olarak, birey beslenme alışkanlıklarını değiştirmediği ve bedensel aktivitesini arttırmadığı için alınan enerjinin kullanılan enerjiden fazla olması sonucu şişmanlık ortaya çıkmaktadır (Peker, 2000, s.83).

Vücutta aşırı miktarda yağ birikmesi “şişmanlık” olarak isimlendirilmektedir (Bray, 1998, s.9). DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından “vücut yağ miktarının sağlığı bozacak şekilde aşırı veya anormal birikmesi” olarak tanımlanmaktadır (WHO,

(24)

2000, s.256). Normal beyaz erkeklerde vücut yağ oranı % 25 ve kadınlarda % 33 kadardır (Deurenber, 1999, s.1). Vücut yağ oranının bu düzeylerden fazla olması şişmanlık olarak yorumlanmaktadır. Bu tanıma göre, bir kişinin şişman olup olmadığının belirlenebilmesi için vücut yağ miktarının ölçülmesi gerekmektedir.

Dünyada ortaya çıkışı 1950’lere dayanan fast food tarzı beslenme çocuklar arasında giderek yaygınlaşmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 1970’li yıllardan 1990’lı yıllara fast food tüketimi beş kat, restoran sayısı da iki kat artış göstermiştir. Türkiye ile ilgili bilgiler net olmasa da, 1990’lı yıllarda özellikle şehirlerde fast food restoranları ile birlikte tüketim alışkanlıklarının da arttığı bilinmektedir. Oysa büyük boy bir hamburger menü yaklaşık 1000 kalori içermekte ve 10 yaşındaki bir çocuğun günlük ihtiyacının yarısını karşılamaktadır. Televizyon ve bilgisayar karşısında geçirilen hareketsiz saatler de eklenirse, obezite çocukluk çağlarında karşımıza çıkabilen bir problem olmaktadır (Bakar, 2005, s.12).

İşyerlerinde insan gücüne gereksinimin makineleşme nedeniyle giderek azalması, ev işlerinde yardımcı aletlerin kullanılması ile harcanan enerjinin azalması, evde ve işyerlerinde bilgisayarın kullanımının yaygınlaşması sonucu fiziksel aktivitenin azalması gibi modern yaşam koşullarında günlük yaşamı kolaylaştıran değişikliklerin kişilerin enerji harcamasını giderek azaltması obezite prevelansını giderek arttırmaktadır.

Günümüzde (2007) ABD'de 6 milyon insan hastalık derecesinde şişman, 100 milyon ise şişman olarak nitelendirilmektedir. Her yıl yaklaşık 400 bin Amerikalı şişmanlık nedeni ile ortalamadan erken ölmektedir ve yakın zamanda önlenebilir ölüm nedenleri içinde sigarayı geçip birinci sıraya oturması beklenmektedir. DSÖ istatistiklerine göre normal kilosundan fazla olan insanların oranı ABD'de %65, Avustralya'da %59, Rusya'da %54, İngiltere'de %51, Brezilya'da %36 ve Çin'de %15’dir (http://www.kadikoysifa.com/news.asp?id=%7B0D0648A4-5A72-4FAA-A27D-6FAD81E29128%7D).

Şişmanlık sağıltımında diyet, yemek alışkanlıklarının değiştirilmesi, spor ve ilaçlar kullanılmaktadır ancak, hastalık derecesindeki şişmanlıkta bu önlemlere ve ilaç

(25)

kullanımına rağmen hastaların %95 ila 97’si verdikleri kiloları geri almakta ve kullanılan ilaçların (uyarıcı ve iştah kesiciler, antidepresanlar ve yağ emilimini kısıtlayan ilaçlar) önemli yan etkileri görülmektedir. Hastaların çok büyük kısmı uzun süre diyet ve hayat şekli değişikliklerini sürdürememektedir. Bu nedenle şişmanlığın sağıltımında girişimsel yöntemler kullanılmaya başlanmış uzun dönemde çok etkili oldukları kanıtlanması ile birlikte obezite cerrahisinde bir patlama yaşanmış ABD'de 1990'lar başında yılda 16.000 şişmanlık operasyonu yapılırken bu sayı 2003'de 103.000'e çıkmıştır (http://www.kurumsalhaberler.com/b.aspx?4158).

Şişmanlık bazı hormonların fazlalığına ve bir dereceye kadar bu hormonların yapısına bağlıdır. Erkek tipi şişmanlıkta özellikle gövde kalınlaşır; bu çeşit şişmanlık, kaba, kaslı ve kıllı erkeklerde görülür. Kadın tipi şişmanlıkta kalça ve memeler irileşir, karın büyümez, gövde yağlanır, butlar kalınlaşır; hastanın derisi ince ve kılsızdır. Bu tip şişmanlık daha çok kadınlarda ve hormon etkisi henüz belli olmayan çocuklarda görülür. Böbreküstü bezi kabuğunun aşırı çalışması, gövdede ve yüzde hafif bir şişmanlığa sebep olur; kaslar zayıflar (protein katabolizması ve yağ anabolizmasından). Hipotiroidi ise sahici bir şişmanlığa değil, bazı kısımlarda miksödemli bir yağ birikimine sebep olur (Meydan Larousse, 1973).

Vücutta biriken yağ dokusu karmaşık birçok faktörün etkisiyle ortaya çıkar. Bunlar genetik ve psikolojik faktörler, sosyal ve kültürel etkenler, beslenme alışkanlıkları ve vücudun harcadığı enerji ile ilgilidir. Yapılan araştırmalara göre vücutta, özellikle gövdede yağ birikmesi %5-25 oranında genetik faktörlere, %30 oranında ise kültürel faktörlere bağlıdır (Tuzlacı, 1993, s.49).

Asrın en büyük sorunu olan enerjinin fazla harcanmadığı bir hayat tarzının ortaya koyduğu rahatlık ve hareketsizlik enerji kaybını önlediği gibi, ekonomik ve sosyal sorunların ortaya koyduğu bunalım gerginlikler, kolay besin ve çabuk yeme alışkanlıklarını ortaya getirdiği için yemenin ve mideyi doldurmanın verdiği tatmin hissi ile alkol ve sigara alışkanlığı gibi devamlı yemek yeme alışkanlığı ortaya çıkmaktadır (Peker, 2000, s.84).

(26)

Koridorun sonundaki arkadaşına saat başı iki dakikasını ayırarak yürüyüp haber iletmek yerine e-mail yolunu tercih eden bir kişinin 10 yıl sonunda kilosunda ortalama 5,5 kg.lık bir artış olacağı hesaplanmıştır. Nitekim markette dolaşarak alışveriş yapmak, internet üzerinden alışverişle kıyaslandığında 2-3 kat daha fazla enerji harcanmasına yol açmaktadır. Fiziksel aktiviteye bağlı günlük enerji tüketiminin azalması pozitif enerji dengesi ve obezite gelişimi için ciddi bir risk oluşturmaktadır(Özbey, 2002, s.177).

Şişmanlığın toplumda dağılımı çeşitli etkenlere bağlıdır. Genellikle sosyal düzeyleri yüksek olan gruplarda erkeklerde % 15, kadınlarda % 5 şişmanlık görülürken, sosyo-ekonomik düzeyleri düşük olanlarda erkeklerde % 10, kadınlarda % 30 oranına rastlanır.

İnsanların boyları, ağırlıkları, hatta zayıf veya şişman olmaları onların genetik yapılarına, yaşadıkları bölgelere, aktivitelerine ve beslenmelerine göre farklılıklar gösterir. Bütün bunlara rağmen bir insanın cinsine, yaşına ve boyuna bağlı olarak sahip olması gereken en uygun ağırlıklar belirlenmiştir (Peker, 2000, s.84).

Normal bir insandaki yağ yüzdesi veya ağırlık fazlası saptanarak bu kişinin şişman olup olmadığı kolayca söylenebilir. Normal bir kişide yağ oranı erkeklerde %20'den kadınlarda %30'dan küçük olmalıdır. Yağ erkeklerde %20'yi kadınlarda %30'u aşarsa şişman, %50-70'i aşarsa ağır şişman, tanımına girer. Eğer yağ %'si azsa zayıf olarak tanımlanır (Peker, 2000, s.84).

1.1.8.1.1. Normal ve Fazla Kilo Nasıl Değerlendirilir?

Bunun kati definisyonu yapılamamaktadır. Çünkü ideal kilo yaş, cins, aktivite, ırk ve beslenmeye göre değişiklik gösterir. Bunun için ideal kilodan ziyade yağ dokusu hücrelerinin yapıları sayıları ve hacimlerinin tayını en doğru yoldur. Fakat bu zor ve pahalı bir yöntemdir. Ancak araştırmalar için kullanma imkânı vardır (Bağrıaçık, 1999, s.37).

(27)

1.1.8.1.1.1. Beden Kitle İndeksi (BKİ):

Vücut ağırlığının boyla uyumlu olup olmadığının ölçüsüdür. Erkek ve kadınlar için ayrı değerler kullanılır (Peker 2000, s.87).

Vücuttaki yağ miktarını ve dağılımını tespit etmek için en sık kullanılan yöntem “Beden Kitle İndeksi”nin hesaplanmasıdır.

Ağırlık (kg)

BKİ =  Boy Uzunluğu (m2)

Çıkan rakam erkekler için 22, kadınlar için 21 olursa, o kişinin beden yapısı uygundur. Ancak her birey aynı yapıda olmayacağından, BKİ'nin 19-20 olması alt sınır, 24-25 olması üst sının gösterir. BKİ'nin 25-29.9 arası olması hafif şişmanlığı, 30'u aşması ciddi şişmanlığı gösterir (Baysal, 1988, s.61; Saçaklı, 1990, s.5; Tuzlacı, 1993, s.52).

Örnek: Formül uygulanacak olursa; (Ağırlık kg.)(x)

21 =  1,60'ın karesi = 2,56 (1,60 m2) X =53.76 kg

Şişmanlığın değerlendirilmesinde boya göre ideal vücut ağırlığı ölçümlerinden de faydalanılabilinir. İdeal vücut ağırlığının % 15-25 fazlalığı hafif, 26-50 fazlalığı orta, %51'den yukarısı ise ağır şişmanlık olarak tanımlanmaktadır. Bugün en yaygın olarak kullanılan yöntem bilindiği gibi ideal ağırlık cetvelleridir (Desprres, 1991, s.167).

BKİ değerlendirilirken National Insititue of Health’in (NIH) önerdiği sınıflama kullanılmaktadır (WHO,2003). Bu sınıflamaya göre BKİ (kg/m²) değeri;

(28)

Tablo 1. BKİ (BMI) Uluslararası Kabul Edilen Sınırlar (Bağrıaçık, 1999, s.45) WHO Sınıflaması BMI(kg/m2) Morbidite riski

Zayıf <18.5 Az

Normal kg 18.5-24.9 Orta

Fazla kilolu 25.0-29.9 Biraz artmış

Şişman ≥ 30.0-0 1° 30.0-34.9 Artmış 11° 35.0-39.9 Fazlaca artmış 111° ≥ 40.0 Çok artmış Bel/Kalça oranı (W/HR) Erkekte' > 0.94 Kadında > 0.85

Amerika ve Avrupa’da obezite giderek yaygınlaşmaktadır ve bu maalesef ülkemizde de böyledir. Amerika Birleşik Devletlerinin verilerine göre bu ülkede yaşayan kadınların %25’i kilolu, %25’i ise obez kategorisindedir (http://www.hormonlar.com/obezite.html).

1.1.8.2. Şişmanlığın Nedenleri

Psikososyal bir problem olan obezitenin oluşmasında genetik, endokrin, psikojenik, kültürel ve alışkanlıklarla ilgili faktörlerin etkili olduğu bilinmektedir (Buyru, 2002, s.101 – Tüzün,1999, s.11).

1.1.8.2.1. Obezite Gelişimi Üzerine Etkili Faktörler

(http://www.obeziteyardim.com/portal/modules/content/index.php?id=1). • Sedanter yaşam tarzı.

(29)

• Tekrarlayan diyetler sonunda kilo alıp vermeler nedeniyle vücut ağırlığında dalgalanmalar.

• Altta yatan hastalıklar (ör: Hipotiroidi)

• Genetik Hastalıklar (ör: Prader Willi Sendromu) • Yeme Bozuklukları ( ör: Binge Eating Disorder) • Strese Yatkın Kişilik Yapısı

• Yetersiz Uyku

• İlaçlar (ör: Atipik Antipsikotikler)

• Tıbbi Destek Alınmadan Sigarayı Bırakma • Genetik Faktörler

• Oburluk (Hastalık)

Yukarıdaki durumların yanında, kalorik dengedeki bozulma sıklıkla genetik ve çevresel faktörlerin ilişkisinden kaynaklanmaktadır. İştah, metabolisma ve adipokin salgılanımını kontrol eden genlerdeki polimorfizm obeziteye yatkınlık yaratmaktadır, ancak bu durumda dahi bireyin fazla miktarda kalori almasına ve tam olarak aydınlatılmamış başka faktörlere ihtiyaç vardır. Obeziteye neden olan genlerin büyük bir bölümünün henüz keşfedilmemiş olduğu sanılmasına rağmen, obezite genetik yatkınlığın yanı sıra çevresel faktörler tarafından tetiklendiği bilinmektedir. Yapılan araştırmalarda çevresel faktörlerin genetik faktörler kadar etkin olduğu gösterilmiştir (http://www.obeziteyardim.com/portal/modules/content/index.php?id=1).

1.1.8.2.1.1. Genetik Faktörler:

Şişmanlığın oluşmasında genetik faktörün etkisi devamlı araştırılmaktadır. Yapılan bir araştırmada, normal anne, normal babanın çocukları arasında şişmanlık % 8–9 iken, anne ve babadan birinin şişman oluşu çocuklardaki şişmanlık sıklığını %40'a, her ikisinin de şişman oluşu % 80'ne çıkarmıştır (Baysal, 1996, s.463; Boyg, 1976, s.1205; Köksal, 1993, s.39). Ancak bu durumun genetik değişiklik kadar ailenin beslenme alışkanlığından da ileri geldiği sanılmaktadır. Genellikle ailenin

(30)

yemeklerinin enerji değerinin yüksek oluşu, bütün bireylerinin fazla enerji tüketimine yol açmaktadır (Baysal, 1996, s.463).

Tek yumurta ikizleri, eğer benzer koşullarda yaşıyorlarsa vücut ağırlıkları aşağı yukarı l kg kadar oynar. Eğer yaşam koşullan çok farklı ise yalnız 2–3 kiloluk bir fark gösterirler. Bu kısmen çocukluk çağında kazandıkları yeni alışkanlıklardan doğar, fakat ikizler arasında bu yakın benzerliğin genetik olarak kontrol edildiğine inanılmaktadır (Guyton, 1988, s.1179; Tuzlacı, 1993; s.45).

Bazı araştırmacılar genetik etkinin çok olduğunu, bazılarında ise az etkili gözükmesine karşın sonuç olarak bütün araştırmaların dayandığı netice şişmanlık üzerinde kalıtımsal etkisi vardır (Zorba, 1995, s.5).

Genetik faktörler obezitenin gelişiminde açıkça etkilidir. İkizler ve evlatlık verilen çocuklar üzerinde yapılan araştırmalarda genetik olmayan öğeler tahmini %30 civarında (ailesel ve ailesel olmayan faktörler) olduğu bu iddiaya önemli bir destektir. Araştırmanın dayanağı çekirdek ailelerdeki evlatlık edilmiş çocukların ve tek ve çift yumurta ikizlerinin genetik faktörlerinin takip edilmesidir (Bray, 2005; s.49).

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi iç Hastalıkları Polikliniğine başvuran olasılıksız örneklem yöntemi ile seçilen, BKİ 30 ve üzerinde olan bireyler üzerinde yapılan araştırma sonucunda, obez bireylerde ev hanımlarının oranı yüksek bulunmuştur. Obez bireylerin ailelerinde obez birey bulunma oranının daha yüksek olduğu saptanmıştır (Khorshid, 2004, s.101). Araştırma sonucunda medeni durum, aylık gelir düzeyi, oturduğu yerleşim birimi, eğitim düzeyi, aile tipi, sigara içme, alkol kullanma, egzersiz yapma sıklığı ve türü ile obez olma arasında ilişki tespit edilememiştir (Erkol, 2004, s.107).

1.1.8.2.1.2. Yaş:

Şişmanlık orta yaşın hastalığı gibi görünüyorsa da yaşamın herhangi bir döneminde ortaya çıkabilir. Şişman yetişkinlerin önemli bir oranında şişmanlığın çocukluk hatta süt çocukluğu devresinden itibaren başladığı ileri sürülmektedir (Yıldız, 1993, s.43). Şişman çocuklarla şişman olmayanlar karşılaştırıldığında

(31)

şişmanların yağ dokularındaki hücrelerin daha büyük olduğu ve daha fazla sayıda yağ hücresi bulunduğu gözlenmiştir (Aller, 1998, s.333; Köksal, 1993, s.42; Yıldız, 1993, s.43).

Genç, aktif kişilerde enerji harcamasındaki artmalar, enerji alımındaki artmalarla karşılanır. Fakat yaş ilerledikçe hareketsizlik arttığı gibi (%85) vücudun aktif metabolik hücrelerinde de bir azalma meydana gelir. Bu iki faktör enerji harcanmasında bir azalmaya sebep olur. Buna karşın yeme alışkanlığı ve iştah değişmediğinden enerji dengesi bozulur ve yağlanma artar. Bu yüzden yaş ilerledikçe şişmanlığın sıklığı artmaktadır (Yıldız, 1993, s.45; Şentürk, 1981, s.21). Tablo 2’de görüldüğü gibi vücut ağırlığının artışı ile yaş arasında pozitif bir ilişki bulunmaktadır.

Fizyolojik olarak 5-7 yaşlar ile adölesan dönemi, erken erişkinlik ve menopozda kilo alma eğilimi artmaktadır (Erkol, 2004, s.101).

Genelde erkekler kadınlardan daha yüksek BMI ‘ya sahiptirler ve batı ülkelerinde, yaşın artmasıyla BMI hem kadınlarda hem de erkeklerde artmaktadır (Östman, 2004, s.1).

Yaşlılar üzerinde yapılan bir araştırmada; kadınların % 37,5’inin hafif şişman % 37,5’nin de şişman, erkeklerin ise % 39,5’nin hafif şişman % 9,2’sinin de şişman olduğu rapor edilmiştir (Peker, 2000, s.86).

Tablo 2. Yetişkin Erkek ve Kadında Yaşa Göre Şişmanlık Durumu (Hasipek, 1988)

Yaş Şişmanlık % si

(yıl) Erkek Kadın

25–29 33 21

30–39 47 35

40–49 60 53

50–59 50 64

(32)

1.1.8.2.1.3. Cinsiyet:

Şişmanlık insidansı, her toplumun özelliklerine göre değişim göstermektedir. Toplumun yeme alışkanlıkları, yaşadıkları ortam, çalışma koşulları ve genetik faktörler insidansa etki eden faktörlerdir. Ancak tüm toplumlar için kabul edilen yaşla kilo alımının arttığı ve kadınlarda şişmanlığın erkeklere 4 kat fazla görülmesidir (Özarmağan, 2002, s.4). Obezite, kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülmektedir (Tüzün,1999, s.28). Dünya genelinde obezite prevalansı artmaktadır ve kadınları daha çok etkilemektedir. (Akman, 2004, s.113-114; Yumuk, 2005, s.9).

Gebelik ve menopoz devrelerinde hormon dengesinin bozulması, kadınlarda şişmanlığın sıklığını artırmaktadır (Özarmağan, 2002, s.5). Kadınlarda % 70,7'sinin doğumlardan sonra % 84,2'sinin de evlendikten sonra kilo almaya başladıkları saptamıştır (Peker, 2000, s.87).

ABD’de şişmanlığın oranı kadınlarda %25, erkeklerde %20; Avrupa kıtasında ortalama kadınlarda %22, erkeklerde %15’tir. Bu oran ülkemizde yapılan çalışmalarda; kadınlarda %29, erkeklerde ise %10 olarak hesaplanmaktadır (Özarmağan, 2002, s.5).

Gebelikte kilo alımı ve sonraki kilo üzerine gebeliğin etkisi, kilo alma anamnezi olan kadınlarda önemli yer tutar. Gebeliğin kendisi kilo arttırıcıdır. Primiparlar nulliparlara göre 2-3 kilo daha fazla almaktadır. (Buyru, 2002, s.103).

Menopozdan sonra kilo artar ve yağ oranında artış görülür. Östrojen ve progesteron salgılarındaki azalma yağ hücre biyolojisini değiştirir dolayısıyla ortalama yağ birikimi artar. Östrojen hormonunun vücuda dışarıdan verilmesi kilo artışını önlemediği halde yağ oluşumunu minimize eder (Sugerman, 1989, s.93).

1.1.8.2.1.4. Psikojenik Faktörler:

Şişmanlarda yapılan incelemeler, büyük bir çoğunluğunda, psikojenik faktörlerin rol oynadığı görülür; bu belki de şişmanlığa yol açan en önemli faktördür.

(33)

Bazı kişilerin iştahları normal olmasına rağmen, çevrelerine karşı duydukları öfke ve intikam hissi nedeni ile aşırı miktarlarda yemek yemektedir (Peker, 2000, s.87).

Şişman kadınlarda yapılan araştırmalarda, kişilerin “hemen hepsinin, endişe, üzüntü ve sıkıntılarını gidermek veya zevk için aşırı yemek yedikleri gözlenmiştir” (Şentürk, 1981, s.21).

Çocuğun ruhsal yapısına bağlı olarak bazı ailelerde tepkiler az yeme şeklinde bazı ailelerde ise fazla yeme şeklinde bir yerde yaşanan olumsuz olaylardan kaçış olarak kendini belli eder. Anne, baba ve çocuk arasındaki olumsuz ilişkiler, arkadaş edinememe, ağır hastalık gibi stres durumlarında veya mental depresyonda şahısların büyük ölçüde kilo almalarına sık rastlanır (Peker, 2000, s.87).

1.1.8.2.1.5. Beslenme Alışkanlıkları:

Şişmanlıkta en önemli faktör fazla yeme davranışıdır. Çocuklukta yanlış ve dengesiz beslenme alışkanlıkları sonucu ortaya çıkan sorunların başında şişmanlık gelmektedir. Yaşamın ilk birkaç yılında yeni yağ hücrelerinin oluşum hızı özellikle fazladır. Yağ depolanması hızlandıkça yağ hücrelerin sayısı da artar. Şişman çocuklarda yağ hücrelerin sayısı çoğu kez normal çocuklardakinin yaklaşık üç katı kadardır. Puberteden sonra yağ hücre sayısı yaşam boyu hemen hemen aynı kalır. Bu nedenle çocukları, özellikle süt çocukluğu, daha küçük ölçüde de çocukluğun daha ileri çağlarında aşırı beslenmenin yaşam boyu şişmanlığa yol açabileceği bildirilmektedir (Brooks, 1984; Guyton, 1988, s.1247; Ross, 1995, s.117).

Aşırı beslenmenin diğer bir nedeni de; özellikle kadınlarda hamilelik ve emzirme döneminde gereğinden fazla alınan kilolar doğumdan sonra verilememektedir. Hamilelik sayısı ile şişmanlık arasında anlamlı bir ilişki olduğu araştırmalarda saplanmıştır. Bir veya iki kez hamile olanlarda şişmanlık oranı % 43,8, beş ve daha fazla hamile olanlarda şişmanlık oranı ise % 58,5 olarak bulunmuştur (Hasipek, 1988).

(34)

1.1.8.2.1.6. Fiziksel Aktivite:

Her türlü fiziksel aktivite enerji harcamasını gerektirir. Fiziksel aktivite ile enerji harcaması arasındaki etkileşim şişmanlığın oluşmasında önemli rol oynar (Peker, 2000, s.87).

Ağır işte çalışanlar arasında şişman kimselere az rastlanmasına karşılık oturarak iş yapan kişilerde şişmanlığın daha sık görülmesi, fiziksel hareketlerin enerji alımı ve vücut ağırlığı üzerindeki etkisini açıkça göstermektedir (Baysal, 1988, s.52).

Şekil 9. Şişmanlık ve Fiziksel Aktivite Arasında İlişki (Racette, 1995, s.486) Şişman kişilerin fiziksel aktivitelerinin çoğunlukla az olduğu bir gerçektir (Biyal, 1986, s.15; Brooks, 1984). Chiriko ve Stunkard 15 şişman kadın ve 25 şişman erkeği, şişman olmayan kontrol grubu ile karşılaştırmışlar ve şişmanların kontrol grubuna oranla daha hareketsiz olduklarını ve ayrıca şişman kadınlardaki hareketsizliğin, şişman erkeklere oranla daha fazla olduğunu saptamışlardır (Akgün, 1994, s.73).

1.1.8.2.1.7. Sosyo-Ekonomik Düzey:

Şişmanlık tüm toplumsal tabakalarda görülebilirse de istatistik olarak düşük sosyo-ekonomik gruplarda hastalığa yakalanma daha yüksektir (Saçaklı, 1990, s.7). Bu durum ucuz besinlerin seçiminden kaynaklanmaktadır (Köksal,1993, s.42). 11-15

(35)

Yaş adölesanlar üzerinde yapılan bir çalışına ile yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların % 14.9'u, düşük sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların ise % 22,5'i şişman ve hafif şişman olarak saptanmıştır (Peker, 2000, s.90).

Coldblatt ve arkadaşları 1660 erişkin kadın ve erkek üzerinde yaptıkları çalışmada, erişkin kadınlarda şişmanlık oranını, düşük sosyo-ekonomik seviyede % 31, orta sosyo-ekonomik seviyede % 27, yüksek sosyo-ekonomik seviyede % 10 bulmuşlardır. Yetişkin erkeklerde bu oran sıra ile % 30, % 66, % 5'tir (Şentürk, 1981, s.4).

Şişmanlık gelişmiş ülkelerde nispeten alt sosyal tabakalarda sık iken, gelişmekte olan ülkelerde daha çok orta ve üst tabakalarda sık görülmektedir. Asya ve Afrika'nın gelişmekte olan ülkelerinde de şişmanlık hızla artmaktadır. Genel olarak kadınlarda erkeklerden daha sıktır. Son yıllarda çocuklarda şişmanlık prevalansının hızlı yükselişi ciddi kaygılara neden olmaktadır (Ogden, 2003, s.741).

Gelişmiş ülkelerde beslenme hastalıklarından en çok görüleni şişmanlıktır. Şişmanlık ABD, Sovyetler Birliği, Avrupa, Japonya, Yeni Zelanda, Avustralya'da yaygın bulunmakta Afrika, Asya ve Güney Amerika'nın ise zengin gruplarında daha sık görülmüştür (Yıldız, 1993, s.45). Az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerdeki şişmanlık halkın daha çok doygunluk isteğinin tatmin edilmesine bağlı olarak karbonhidrattan zengin besinlerin aşırı tüketilmesi, öğün atlaması veya bazı öğünlerde çok yenilmesi, yani düzensiz beslenme şeklinde olabilir. Gelişmiş ülkelerde ise sağlıklı beslenme bilgisinin yerleşmediğinden dolayı şişmanlığın oluşumunda önemli bir rol oynamaktadır (Peker, 2000, s.90).

Şişmanlık gelişmiş ülkelerde 50–60 yaşlarında, az gelişmiş ülkelerde ise 30-40 yaşları arasında daha sık görülmektedir. Irklar arasında obezite oranındaki fark, toplumları gelişmişlik düzeylerine bağlı olarak değişiklik gösterir (Özarmağan, 2002, s.5).

Türkiye de beslenme yönünden gelişmekte ve ülkelerin beslenme sorunlarını birlikte içeren bir görünüme sahiptir (Yıldız, 1993, s.45).

(36)

Obezite ile ilgili çalışmaların çoğunda obezite ile eğitim durumu veya sosyoekonomik durum arasında bir ilişkinin varlığı gösterilmiştir. Bu durum obezitenin, sosyoekonomik düzeyi düşük grupların bir özelliği olduğu kanısını güçlendirmektedir (Akman, 2004, 113-114).

1.1.8.2.1.8. Çevresel Faktörler:

Özellikle ailenin beslenme yöntemi, kalite ve kantite bakımından alınan besin ve öğün sayısı önemlidir. Bazı çocuklar düzensiz ve çok beslenirler. Aşırı kalori alımına ek olarak böyle çocuklar televizyon seyretmek, kitap okutmak ve oturduğu yerde oynamaktan hoşlanırlar. Giderek vücut ağırlığının artması, fiziksel aktiviteyi azaltır. Kas hareketlerinin azalması, şişmanlığın artmasına yardım eder (Köksal, 1993, s.40).

Okul öncesi ve okul çağında uygun beslenme uygulanmaması, diyetin fazla enerji içermesi, boş kalori kaynaklarını tüketmeyi özendirici çevresel etmenlerin olması, çocuğa normal besin tüketiminin üzerinde yemek yemesi için baskı yapılması şişmanlığa yol açan nedenlerdendir (Köksal, 1993, s. 41).

Toplumun yemek yeme alışkanlıkları, yaşadıkları iklim ve çevre koşulları şişmanlık oranına etki eder. Farklı ülkelerden gelen göçmenlerin yemek yeme kültürlerinin şişmanlık oluşumuna etkisi Hollanda’da yapılan bir çalışma ile ortaya konmuştur. Aynı coğrafi ve çevre koşullarında yaşayan farklı kültürlerden gelmiş çocukları kapsayan bu çalışmada; şişmanlık oranları arasındaki fark belirgindir (Özarmağan, 2002, s.5).

Obezite büyük bir oranda genetik bir hastalık olmakla birlikte çevresel faktörlerin de önemini küçümsememek gerekmektedir (Çorakçı, 2002, s.15).

Bu sahadaki araştırmalar; genetik, sosyal, davranışsal ve kültürel faktörler gibi birçok faktörün obezitenin gelişmesiyle ilgili olduğunu ve bu faktörlerin değişik şekillerde birbirlerini etkilediğini göstermektedir (Östman, 2004, s.2).

(37)

Obez bireylerde ev kadınlarının oranı normal kilolu bireylere göre daha yüksek bulunmuştur (%31.6) ( Erkol, 2004, s.107). Evlilik sonrası dönemde genellikle obezite daha sık görülür (Kopelman, 1998, s.8).

Hekimler, hayat sigorta şirketleri ve beslenme uzmanları, sağlıklı olmak için 25 yaşındaki boya göre uygun olan ağırlığın esas alınması ve yaşam süresince bunun altına düşülmemesini ve üzerine de çıkılmamasını önermektedirler (Baysal, 1996, s.469; Şentürk, 1981, s.21). Boya göre arzu edilen ağırlıklar Tablo 2’de gösterilmiştir.

Tablo 3. Yetişkinlerde Boya Uygun Ağırlıklar (Baysal, 1988, s. 61)

Boy uzunluğu Erkek Kadın

Metre Giysisiz (kg) Giysisiz (kg)

Çıplak ayak Ortalama Alt-Üst Şişman Ortalama Alt-Üst Şişman

Sınırları Sınırları 1,54 49,5 44-58 70 1,56 50,4 45-48 70 1,58 51,3 46-59 71 1,60 57,6 52-65 78 52,6 48-61 73 1,64 59,6 54-67 80 55,4 50-64 77 1,68 61,7 56-71 85 58,1 52-66 79 1,70 63,5 58-73 88 60,0 53-66 80 1,74 66,5 60-75 90 62,6 56-70 84 1,76 68,0 62-77 92 64,0 58-72 86 1,78 69,4 64-79 95 65,3 59-74 89 1,80 71,0 65-80 96 1,84 74,2 67-84 101 VKİ 22,0 20,1-25,0 30,0 20,8 18,7-23,8 28,6

Her bireyin beden yapısı aynı değildir. Bu nedenle tabloda alt-üst sınırlar da verilmiştir. Sınırın üstünde olanlar hafif şişman, daha üstünde olanlar ciddi şişman olarak tanımlanır. Tablonun sonunda yer alan Vücut Kitle İndeksi (VKİ)'ne göre de şişmanlık durumu belirlenebilir (Peker, 2000, s.90).

Şekil

Şekil 1. Endomorfi (Kadın)
Şekil 4. Endomorfi (Erkek)
Şekil 8. Vücudun bölümlendirilmesi ile elde edilen oranlama sistemi  8'li  bölme  günümüzde  çok  kullanılan  ve  iyi  sonuçlar  veren  yaklaşım  olarak  görülmektedir
Şekil 9. Leonardo da Vinci'ye göre kollarını iki yana açık olarak uzatan insanın  kare ve daire içindeki görünümü (Erdoğan, 1993, s.141)
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

• Erken olgunlaşan kızlar akranlarından daha düşük beden imgesi, yüksek depresyon oranı, kaygı, yeme bozuklukları ve panik atak gibi.

 Dinlerken veya konuşurken oturur pozisyonda Dinlerken veya konuşurken oturur pozisyonda öne eğik şekilde ilgili durun. öne eğik şekilde

Depremi yaþayan topluluk içinde önemli bir yeri olan bu gruba psikiyatrik yardým amacýyla, Ýstanbul Týp Fakültesi’nde yatarak tedavi olan depremzedelerin yanýsýra, hiç bir

VII- GÖRMEZ BİREYLERDE RTİM VE MÜZİK EŞLİGİNDE YAPILAN EGZERSİZLERLE HAREKET EGİTİMİ VIII- İŞİTME ENGELLİ ÇOCUKLAR VE BECERİ GELİŞİMİ IX- BUGÜNKÜ

Ayrıca, üzerinde Iran Şahı’nın altından arması bulunan bir gümüş sigara tabakası, eski Pakistan Cumhurbaş­ kanı İskender Mirza’nın hediyesi gümüş

Ellerin kullanılmasıyla, konuşma esnasında kelimelerden çok onu sunuş şeklinin, yani beden dilinin ne kadar önemli olduğu ortaya konulur KAYNAKLAR &#34;Bedenin Dili&#34; Zuhal

Sanýyorum &#34;Þey- tanýn Gör Dediði&#34; baþlýklý köþe yazý- larýnýn birinde; güvenilir kiþilerin ter- tiplediði böyle bir hipnoz deneyine katýldýðýný ve ilginç

Niğde Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulundaki Öğrenim Gören Bayan Öğrencilerin Fiziksel Aktivite Düzeyleri (MET), ağırlık, boy, beden kitle indeksi