¿ i
3 ■
i$ n
tatil
sohbeti
4Ağabeyimin yurttaşlık
Zeynep ORAL
B
İR Yaltırım. kadın: 86 yaşında. İki Samiye çocuk, dört torun sahibi. Yaşıtları çoktan köşeleri ne çekilmiş, ununu ele yip eleğini asmanın tadını çıkarıyor. Oysa o, hâlâ mücadele ediyor... Şimdiki mü cadelesi ağabeyinin vatandaşlık hakkını geri almak için.Ağabeyi Nâzım Hikmet , bundan 42 yıl önce sorgusuz, sualsiz, "tebli- gatsız", alelacele hükümet kararna mesiyle Türk vatandaşlığından çıka- rılıvermişti.
Samiye Yaltırım’la, “Nâzım Hik
met Kültür ve Sanat Vakfı”nın Tüner deki merkezinde konuşuyoruz: isyankâr beyaz saçların, maviş ma viş bakan gözlerin, yılların yüzünde bıraktığı derin çizgilerin gerisinde, acının, yorgunluğun, bıkkınlığın izle rini boşuna arıyorum. Boşuna... çün kü yok... Bu görüntünün gerisinde geçmiş günlerden söz etmekten müt hiş keyif alan neşeli bir kız çocuğu, bugüne dört elle sarılmış bir kadın var... Acı değil, olsa olsa buğulanan gözlerin zaman zaman ele verdiği hüzün... Yorgunluk, bıkkınlık yerine de yalnızca sonsuz bir sevgi, inanç ve kararlılık var.
Samiye Yaltırım, bu günlerde kol ları sıvamış ağabeyi için imza toplu yor. Ağabeyine vatandaşlık hakkının geri verilmesi için Ankara 2. İdare Mahkemesi’nde açtığı davanın olum suz sonucunu Danıştay da onaylayın ca bu yola başvurdu.
“ Bu işin ucunu bırakmayacağım, sonuna kadar gideceğim” diyen tavrı bana bir fotoğrafı anımsatıyor: 1950’- den kalma, sararmış bir fotoğraf: Nâ zım Hikmet’in annesi Celile Hanım, Galata köprüsünün başında açlık grevindeki mahkûm oğlunu kurtar mak için gelen geçenden imza toplu yor... Gözümün önüne gelen fotoğrafı yüksek sesle söylememle Samiye Hanım atıldı:
“Gerekirse aynı şeyi ben de ya parım. Annemin bıraktığı yerden ben devam ederim. Sokakta, köprüde, kapı kapı dolaşır imza toplarım!”
Gözleri çakmak çakmak... Öfkesi ni yatıştırmak için eski günlere dönü yorum. Ağabeyine ilişkin anımsadığı en eski anılar hangileri?
Yüzü aydınlanıyor: “O kadar çok, o kadar güzel hatıralar var ki... Be
nim beş yaş büyüğümdü. Birlikte oy nadık, birlikte dolaştık, bir kere olsun kavga ettiğimiz, beni azarladığı, ba na sesini yükselttiği olmadı. Hani ço cuklukta el kaldırmak falan asla. Hep çok anlaştık, hep çok sevdik birbiri mizi... En eski hatırladığım: Ben daha çok küçükken ağabeyim bana hep şi ir ezberletir, ben de masaların üzeri ne çıkar bütün aileye, misafirlere şiir okurdum. Ama ağabeyim kendi şiir yazmaya başladığında, ilk şiirlerini 12-13 yaşında yazdı, bana başkaları nın değil yalnız kendi şiirlerini ezber letir oldu. Zaten kendi şiirlerini kendi okumaz, hep bana okuturdu...”
Nâzım, Bahriye Okulu’na yolla- nıncaya dek iki kardeş aynı odayı paylaşır.
“Ben yedi-sekiz yaşındaydım, onu Bahriye’ye verdiklerinde. Orası, o günlerde çok modern bir okul. Ama bir kötülüğü var, ağabeyim üç ayda bir eve geliyor, bizi görmeye. Daha fazlasına izin yok. Eve ilk geldiğinde, hiç unutmam, bunlara dans etmeyi öğretmişler, tutturdu, sana vals öğre
hakkım alacağım9
~_____________ "__________________________________ __—_____ __ L ağabeyim kıyametleri kopardı, ççocu-NÂZIM HİKMET’İN KIZ KARDEŞİ SAMİYE YALTIRIM MÜCADELESİNDE KARARLI
ğuma ne yaptın diye... Göbek bu düşecek elbet diye zor İkna ettik... ”Ankara 2. idare
M ahkem esi ’nde dava açtı.
N azım ’a vatandaşlık hakkının
geri verilmesi istemi kabul
edilmedi. Bir de Danıştay
onaylayınca Samiye
Yaltırım ’a imza kampanyası
düzenlemek kaldı. Şimdi bütür
zamanını bu uğraş alıyor
"Vakıfta hem Başbakanlığa hem de Büyük Millet Meclisi'ne hita ben dilekçeler hazırladık. 42 yıl önceki yanlışlığı düzeltin diye... Gençler bunları dağıttı. İmzalayanlar Ankara’ya yolluyor, bir kop ya da bize vakfa yolluyorlar. Her gün yüzlerce imza geliyor."
teceğim diye. Ben küçüğüm. Boyum ona yetişmiyor. Ne yapalım... Anne min siyah atlas topuklu papuçları var. Babam Almanya’dan getirmiş. Onları giydim, ağabeyime yetişmeye çalışıyorum. Bir, ki, üç, bir, ki, üç ev de fır dönüp vals yapıyoruz...”
Karşımda sarı bukleleri savrulan, ağabeyinin boynuna asılmış fır dö nen, kahkahalarla gülen bir kız çocu ğu... Bir, ki, üç, bir, ki, üç... Bulundu ğumuz odada kahkalarla birlikte her şey dönüyor... Kahkahalar durulunca bir de bakıyoruz Celile Hanım’ın gü zelim siyah atlas ayakkabılarının to pukları kırılıvermiş!
“Annem öyle sert bir kadın değil. Hiç kızmadı papucunun topuklarını kırdığıma, bizle beraber güldü geç ti.”
Gülüp geçilen yıllardı onlar... Sonra... Ağabeyle kız kardeşin gülüp geçemedikleri bir olay. Bugün bile Samiye Hanım'ın gözlerini buğulan dıran, iki kardeşin önleyemedikleri olay: Anneyle babanın ayrılışı. Ağa bey okulda, kızkardeş evde gözyaş larına boğuldular.
“Beni halam büyüttü sayılır. 13 yaşında ya var ya yoktum...” (Bu ko nuda konuşmak istemiyoruz galiba)
SAYISIZ
MEKTUPLAR
Sessizlik. Nâzım Hikmet Vakfı'- ndaki cemakânları tarıyor gözlerim. Nâzım’ın ilk kitaplarının, ilk baskıları nın ön kapak içlerinde şairin el yazı sıyla yazdığı tümceler. Birinde "İlk hocam, anacığıma” diyor; ötekinde "Beni ve yazılarımı en çok seven Sa- moş’uma” diyor... Sessizliği Samiye
Hanım bozdu.
“13 yaşımdaydım ağabeyim gitti ğinde. Sarı şiir defterini bir de cüzda nını bana bıraktı gitti. Hâlâ bendedir onlar...” Yıl 1920. Nâzım, Anadolu’ya geçmiştir. İnebolu, Ankara, Bolu, Kastamonu, Ankara... Sonra, Trab zon, Kars, Batum, Tiflis, Moskova... Ve "Samuş’um benim” diye başla yan sayısız mektup...
“O kadar güzel mektup yazardı ki... Bak şurda ne diyor: Cici Samiye- cik, (...) Burada ben okuyorum. Orada da senin pek çok okumanı isterdim. Bir söz vardır kızım, derler ki: Kadın elinin hamuruyla erkek işine karış mamalı. Ben sana aksini söylüyo rum. Elinin hamurunu sil, erkek işine karış. Halam falan bu lakırdıya kıza- caklardır. Ama sen aldırma...’ Bu da
bir başkası: ‘Samuş’um benim, Fran sızca mektubunu o kadar büyük bir zevkle okudum ki, hani şair Nedim’in divanı o kadar mütenezziz edemezdi. Aferin yavrucuğum, mükemmel yaz mışsın. Artık mutfak kedisi olmadığı na şüphe yok.. Cici kardeşciğim, ça lış , çalış... Oku, oku, oku, yaz, yaz, yaz... Seni istikbalde Türkiye’nin en inkılapçı kadınlarından biri olarak görmek isterim. Buraya iyi dikkat et! Bu mektubumu sakla. Samiye, sen inkılapçı bir kadın olacaksın...”
Yalnız bu mektubu d eğ il, Nâzım’- ın yazdığı tüm mektupları sakladı Sa miye. Hatta bir kez terliğinin içine bi le sakladı.
“17 yaşındaydım. Ağabeyim Moskova'dan dönmüş, İstanbul’da kalmış, sonra İzmir’e gitmişti. Bana oradan yazıyordu. İstanbul’da 1925 tevkifatı başlamıştı. Yazılarından do
layı ağabeyimi de arıyorlardı. Ba bam, halam, ben Salıpazarı’ndaki ahşap eve yeni taşınmıştık. Bir gece yarısı halam uyandırdı. Polisler geldi seninle de konuşacaklar diye. Ama kulağıma ağabeyimin mektubunu saklamamı da fısladı... Son mektubu yanımdaydı, hemen terliğimin içine sokuverdim... Polisler, ‘Ağabeyin sa na yazıyor mu?’ dediler, ‘Evet’ de
dim. Adresini istediler, ‘Bende yok’
dedim, öteki mektupları, henüz denk halindeki kitap yığını içindeydi. Bir de kedimiz vardı. Kitap yığınının üzerine pislemiş. Kedi pisliğini görünce fazla karıştırmadılar. Babamı karakola gö türdüler, tehditler falan.. Ama ben kü çüğüm diye bana dokunmadılar...”
Daha sonra, Nâzım’m 13 yıllık ha pis yaşamı boyunca başka baskılar ya da baskınlar oldu mu?
“Hayır hiç olmadı. Evimiz aran madı, basılmadı, karakola çağrılma dık... Hiç baskı görmedik... Kocam, çocuklarım, biz Adana’daydık, her ta tilde, ağabeyim hangi hapishanedey se, gider onu görür, bütün günü bera ber geçirirdik... O içerdeyken, hiç korkmadım.”
SO N GÖ RÜŞM E
"En son ne zaman gördünüz ağa beyinizi?”
“Mehmet doğduğunda. Biz An kara’daydık. Mehmet doğunca, ça ğırdılar. Fırladım geldim. Münevver, bebek hastahaneden yeni eve çık mışlar. Ağabeyim İpek Film’de çalışı yor, bebeğin üzerine titriyor. On gün kaldım. Hatta Mehmet’in banyosunu yaparken göbeği elime düşüverdi de
Samiye Yaltırım, on günün so nunda Ankara’ya dönüş hazırlığında. Akşam trenine yetişecek. Ağabeyi ona yolluk fıstıklı helva getiriyor. İkisi mutfakta yalnızlar, ikisi de çok şey bi liyor: Bahriye Okulu’ndan sonra sağ lık nedeniyle çürüğe çıkarılıp, askere alınmadığını, hapishanede enfarktüs geçirdiğini, ve şimdi 50 yaşında, ha pisten yeni çıkmışken, yeni baba ol muşken, elindeki kapı gibi raporlara rağmen, er olarak askerliğini yap mak üzere Sivas’ın Zara kasabasına yollanacağını... “ Ağabey, sen durucu değilsin” dedi Samiye. “ Evet, öyle” dedi Nâzım.
“Son görüşmemiz olduğunu bil miyorduk. Yurt dışında buluşuruz di ye düşünüyorduk... Ama o zamanlar dışarı gitmek çok zordu. Çok paraydı, paramız yoktu. Pasaportumuz yoktu. Münevver istemiş, ona pasaport ver memişlerdi. Bana verirler miydi?.. Hem sonra araya ölüm gireceğini hiç ama hiç düşünmedk...”
Sessizlik... Sessizliği yine o boz du: “Hiç mi hiç gidici değildi. Hapis
ten sonra karısı çocuğuyla evine yer leşmişti. Şu Zara, şu sürgün yerinde erlik çıkmasaydı... hiç ama hiç gide ceği yoktu...”
Sessizlik... “ Biliyorsun, 1951 Ha
ziranında denize açıldı gitti, 1951 Temmuzunda vatandaşlıktan attı lar...” Evet biliyorum: Refik Erduran’- ın deniz motoruyla... Evet biliyorum, Demokrat Parti Bakanlar Kurulu ka rarıyla...
“ Bugün, bütün dünya Nâzım Hik- met’i Türk şairi olarak tanıyor. Vatan daşlık hakkının geri verilip verilme mesi çok mu önemli sizce?”
“Evet, çok önemli. Ağabeyimin hakkı olan, en doğal hakkı olan bir şeyi elinden aldılar. Sanki... sanki... şahsiyetini, kimliğini çaldılar, elin den aldılar... bunu yapmaya kimse nin hakkı yok. Onun için ağabeyimin vatandaşlık hakkını geri istiyorum.”
Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın telefonları, faksları durmak bilmiyor. Samiye Yaltırım, kendini tatlı bir telaşa kaptırmış vakıfta çalı şan gençlere el veriyor. Ve ağabeyi nin vatandaşlık hakkını geri alacağı na inanıyor. Çünkü...
“Çünkü ... Bak 1987’de DYP’Iİ ka dınlar Nâzım’ın “Kadınlarımız” şiiri ne yer veren bir bildiri yayınladılar. ANAP’lı Mustafa Taşar da onları ten kit ederken ağabeyime hakaret etti.”
(Mustafa Taşar, “ Nâzım Hikmet, bir sapıktır. Yasakların kaldırılması için Yahudi asıllı bir komünistin arkasına sığınacak kadar alçalıyor bu adam lar" demişti.)
“Ben de hakaret davası açtım ve kazandım. Bir buçuk milyon lira taz minat aldım. Bu vakfın ilk parasal damlası böyle oluştu... önemli olan, ağabeyime karşı yapılan başka hak sızlıklara karşı da hakkını aramalı yım.”
Sohbet köşesinin yeri bitti, anılar, uğraşlar, hak aramalar bitecek gibi değil. Teşekkür ederim Samiye Yaltı- rım...
Kişisel Arşivlerde İstanbul Beller ı Taha Toros Arşivi