SAYFA CUM H UR İYET
8
Dİ
15 HAZİRAN 2000 PERŞEMBE
Moskova ya geldiğimizde karşımıza ilk olarak adı Rus harfleriyle yazılmış bir McDonald s çıktı
Çınarlı, kubbeli mavi bir gezi
w]
V W v vV vV 1 T M MM
&
Æ-fiireğim in Sesinden
loskova, L en in grad
N o tla n
Ü M İ T
Z İ L E L İ
1
-A klima George Onvell’ın ünlü “1984” romanın-
/ § daki o tüyler ürperten cümle geldi: -Big brother
X X
yvatchingyou!.. (Büyük kardeş seni izliyor.) Bü
yük kardeş; gözlüyor, izliyor ve onun istediği gibi dü
şünmeni sağlıyordu! Daha sonraları; ideolojisi ne
olursa olsun Moskova’ya gelen hemen herkesin aynı
düşünceleri taşıdığını ve daha uçak kent üzerinde sü
zülürken aynı şoku yaşadığını da öğrendim...
T " \
uslar Hitler’i ölerek durdurdu!.. O anda, “Şa-
r \ y et Mitler durdurulamasaydı ne olurdu ” soru-
X V
sunun yanıtını düşündüm. Bugün belki de Al
man faşizminin egemen olduğu Moskova ’yı geziyor
olacaktık. Belki de olamayacaktık!.. Belki de biz bile
olamayacaktık!.. Alman ordularının Rusya’ya saldır
madan önce üç uzun gün Türkiye’nin Bulgar sınırının
çok yakınlarında beklediğini anımsadım. Ürperdim!.
TT"\ asaport kontroldeki polis memuru dikkatle
b - J yüzüme bakıp pasaportumda bulunan res- A mimle beni bir güzel karşılaştırınca; üste
lik bu süre uzayınca bayağı huzursuzlandım!.. As lına bakarsanız; belki yüzlerce kez yurtdışına çık mama karşın her pasaport kontrolünde huzursuz olu rum. Giriş ya da çıkışta, hep o kötü duygu yükse lir içimden; ne bileyim, sanki polis memuru ani den, “Sizi şöyle alalım”. “Biraz bekleyeceksiniz” de yip pasaportuma el koyacakmış, uçamayacakmı şım hissine kapılırım!.
- Üstelik bu kez Rusya’ya gidiyorum!.. Daha da önemlisi ilk kez gidiyorum. Gerçi “Ko
münistler Moskova’ya” sloganlarının üzerinden
çok sular aktı, artık Rusya’da kerliferli işadamları ile bankacılar ve Fethullahçılar itibar görüyor ama olsun, yine de korkuyorum!.. Üstüne üstlük; Ame rikan patentli bir “ilerici gazete”nin “Kızıllar Mos
kova’da” başlığı birinci sayfadan sırıtıyor!..
- Yazı gerçekten müthiş!..
Koca başliğin altında spotlar; “Eski tüfekler Nâ-
zun’a gidiyor” gibisinden... Yanda da Moskova’ya
giden kızılların listesi... Liste şöyle başlıyor; - İn
ci Zeynep Oral (gazeteci), Ömer Zülfîi Livanelioğ lu (sanatçı I..! Benim adım da şöyle geçiyor; “Ümit Erkaç Zileli...” Ortadaki, kimsenin bilmediği is
mim yanlış yazılmış. Meslek hanesi boş!.. Herhal de nereden aldılarsa aynen basmışlar!.. Zahmet edip de bakmamışlar bile. Belki bilerek öyle koy muşlar!.. Havaalanmdaki gazeteciler ve sanatçılar arasında günün ilk konusu işte bu başlıktı, tik tep kiler neredeyse aynıydı:
‘Şaka’ haberi..
• •
O
nce inanmaz bir bakış, ardından acıma dolu bir yüz ifadesi, sonra dişlerin arasından“cık cık” sesi ve bir tek kelime, “Yazık!..” Doğan Hızlan haberi kendine özgü alaycı yüz ifa
desiyle okuduktan sonra, “Acaba bu listeyi nereden
almışlar" diye ortaya sordu. Yanıt, yanılmıyorsam Necati Doğru dan geldi:
- Olsa olsa polisten!..
Zülfü Livaneli çok kızmış, “Yahu Ömer Zülfü Livanelioğlu diye yazıp yanma da sanatçı diye ek lemişler. Şu gezide kendi gruplarından altı gazete ci var. Çok yazık, çok ayıp” diye söyleniyordu. Bi
raz sonra o gruptan bir arkadaşın bu müthiş habe ri yapan gazetenin üst düzey sorumlusuyla yaptı ğı telefon konuşmasını öğrendik. Onca gazeteci nin, ülkenin yüz akı sanatçıların tepkisini duyan yö netici pek şaşırmış, “Yahu biz şaka yaptık” demiş.
-Ç ok güldük!..
Neyse, sonunda kontrolden kazasız belasız geç tik. Birazdan Türk Hava Yollan’mn bilmem kaç se fer sayılı uçağıyla havalanacağız...
- 2 saat 50 dakika sonra ver elini Moskova!..
Amerikan propagandasının dayanılmaz ağırlığı!..
Y
Tçaktayız... Yanımda Refik Durbaş, elindeI
J
inadına kızıl bir kitap!.. Baktım ve hemen elinden kaptım; Rusça konuşma kılavu zu!.. Birkaç dakika sonra pes edip geri verdim. Orada yazılı olan, örneğin, “Bir kadeh votka verirmisiniz” cümlesini bırakın telaffuz etmeyi, söyle
yememiştim bile!. Aynca konuşulan dilin yazılan dan çok ayrı olduğunu tecrübelerimle biliyordum. Hiç yanılmadığımı, daha sonra Rusça konuşmaya çalışanları görüp, kahkahadan yerlere yatarken an ladım!.. Kültür Bakanı Istemihan Talay ’ m Nâzım a gelmekten son anda vazgeçtiğini de yolculuk sıra sında öğrendik. Niçin gelmediği konusunda çeşit li tahminler yürütüldü ister istemez. Ortak yargıyı şöyle özetleyebilirim:
- Bazı şeyleri sırtlamak, sırtlayabilmek zor iştir, deli bir yürek ister!..
Hostesin, Moskova üzerinde alçalmaya başladı ğımızı belirten anonsuyla birlikte bizler, Rusya’ya ilk kez gelenler pencerelere yığıldık. Uçağın kü çücük penceresinden altımda uzanan yeşilin bin lerce tonuna bakarken öylesine şaşkındım ki; du daklarımdan. “Burası mı Moskova” sözcükleri dö- külüverdi!..
O anda, bu ülkeyi daha önce görenlerin alaycı gülüşleri hiç mi hiç umurumda değildi. Ben tam o anda geçmişten bugüne, bir diğer deyişle; dünya yı kendi ölçülerimle kavramaya başladığımdan bu yana yani neredeyse çeyrek asırdır nasıl aldatıldı ğımı düşünüyordum!. Geçen hafta köşe yazımda biraz anlatmıştım ama burada bir kez daha, biraz daha detaylı tekrarlamak istiyorum; Ben, kapkara dehlizleri, daracık ve de korku dolu sokaklan, ölü müne puslu ve soğuk havası ve de peşime takılmış kara gözlüklü ajanlarıyla bir “kâbus kenti”ne ha zırlamıştım kendimi!..
- Ama suç bende değildi!..
Suçlu, milyarlarca dolarlık dev Hollywood sa nayisi, tüm dünyada milyonlarca satan “bestsd-
ler” casusluk romanları, gazeteler, televizyonlar
ve politikacılardı... “Hürdünya”mn efendileri yıl lar yılı nasıl istiyorlarsa öyle düşünmemizi sağla mış, eğer deyim yerindeyse milyarlarca insanı “İğ
fal” etmişlerdi!..
'Büyük kardeş seni İzliyor'
A klima George Onvel’in ünlü “1984” roma-
/ I nmdaki o tüyler ürperten cümle geldi: - Big i l brother watching you!.. (Büyük kardeş seni
izliyor).
D Amerikan patentli “İlerici” gazetenin dediği gibi; Biz “Kızıllar” Moskova’da!.. 2) Kızıl Meydan’da rengarenk masal şatosu
önünde. 3) Kızıl MeydanTn tam da ortasında Rutkay
\A o .
Siz göremiyorsunuz, ama o Lenin Mozalesi’ne bakıyor. 4) Bizim
sokaklarda dolaşan çalgıcı çingene çocuklarına benziyorlardı, ama onlar “Rahmaninov, Çaykovski” çahyoriardıL
Aslında yaşananlar Onvel’in fantezilerini de ge ride bırakmıştı. Büyük kardeş; gözlüyor, izliyor ve onun istediği gibi düşünmeni sağlıyordu!!! Daha sonraları; ideolojisi ne olursa olsun, solcu, sağcı, dinci, faşist Moskova’ya gelen hemen herkesin ay nı düşünceleri taşıdığını ve daha uçak kent üzerin de süzülürken aynı şoku yaşadığını da öğrendim... - Amerikan propagandasının dayanılmaz ağırlı ğı işte buydu!..
Moskova'nın halleri!..
/
Şte Rusya’dayım... Ama bir türlü Moskova’ya adımımı atamıyorum. Çünkü bırakmıyorlar!.. Bizim İstanbul Havaalanı eski terminaline rah met okutacak denli kötü terminalin pasaport bölü münde bekliyoruz, iyice bekledikten sonra grup tan ilk ben yaklaştım pasaport kontrole. Kadın po lis evire çevire inceledi pasaportumu, sonra bildi ği tek İngilizce kelimeyle sordu:'- Vaucher!..
Karşılıklı bakışıyoruz!. Sonunda sıkılan kadın cağız elinde pasaportum beni orada bırakıp gitti. Biraz sonra amiriyle geldi. O da kadın. Bana şöy le bir bakıp, “Beni takip et” işareti yapıp yürüdü ve aniden yok oldu. Pasaportum yaklaşık sekiz el değiştirdikten sonra otel rezervasyonu sordukları nı güç bela anladım!.
Deklarasyon formu
G
eziyi organize eden tur şirketi Bemol’ün sevimli, iyi yürekli rehberi, Bulgar göçme ni, iki üniversite mezunu Hüseyin mükem mel Rusçasıyla imdadıma yetişti de pasaport en gelini aşabildim!.. Ardımdan grup fasa sürede geç ti. Tam “Ohh, kurtulduk” derken son bir engelin kaldığını öğrendik. Kimine göre 300, kimine göre 500, kimine göre ise 1500 dolardan fazla para sı olanların deklarasyon formu doldurması gere kiyordu. Gerçek rakamı bir türlü öğrenemeyince herkes bu formu doldurdu ve havaalanı dışına ka pağı attık. Attık ama hâlâ gidemiyoruz!.. Bu defa da bizi otele götürecek otobüslerin önünde bekle- şiyoruz. Biraz sonra Zeynep Oral niçin beklediği mizi açıkladı:
- Arkadaşlar, Rus gümrüğü, Nâzım’ın mezarına dikeceğimiz çınar ağacını karantinaya almış, onu bekliyoruz!..
Çınarın kurtuluşu!..
G
ümrükten Nâzım’a götürülen leylak ve toprak geçmiş ama güzelim çınar fidanı ge çememişti. Gruptan daha önce Rusya’ya gelmiş biri, “Hadi yine şanslısınız. Sovyetler zamanında gümrükten en az beş saatte geçerdiniz” de
yince fenalık geçiriyorduk!.. Uzun bir bekleyiş so nucu çınar da kurtuldu ve nihayet yola çıkabildik.
- işte Moskova’daydık!..
Aslında tam anlamıyla değildik. Daha kente 20 kilometre yolumuz vardı. Otobüste kendi kendim le ilk neyle karşılaşacağım üzerine iddiaya gir dim... Ve kazandım:
- McDonald’s!..
Daha havaalanından ayrılmıştık ki karşımıza çı kıverdi!. Adı Rus alfabesiyle yazılmıştı ama ünlü renkleri ve yapısıyla tanımamak olanaksızdı.
Daha sonra ona şehrin her yerinde rastladık, ilk şubesini henüz on yıl önce, ünlü Kızıl Meydan’ın hemen y am başında törenle açan McDonalds’m bu gün yalnızca Moskova’da 50 restoranı olduğunu, dünyanın en çok hamburger satan şubesinin ise Puşkin Meydam’nda o görkemli Puşkin heykeli nin tam karşısında bulunduğunu öğrendik!.. Mos kova girişinde 2. Dünya Savaşı anısına yapılan anıt
yer alıyor. Rehberimiz tam o anda o korkunç sa vaşta 26 milyon Rus’un yaşamını yitirdiğini anla tıyordu. Yani Dünya Savaşı’nda yitirilen canların yarısından çoğu Rus yurttaşıydı. 26 milyon Rus,
Hitler’in ordularını durdurabilmek için can ver
mişti. Rakamın büyüklüğü karşısında, her defa sında olduğu gibi bir kez daha dehşete düştüm. Rehberin bir cümlesi ise bir daha hiç çıkmamaca- sına belleğime kazındı:
- Ruslar Hitler’i ölerek durdurdu!..
O anda, “Şayet Hitler durdurulamasaydı ne olur
du” sorusunun yanıtını düşündüm. Bugün belki de
Alman faşizminin egemen olduğu Moskova’yı ge ziyor olacaktık. Belki de olamayacaktık!.. Belki de biz bile olamayacaktık!.. Alman ordularının Rus ya’ya saldırmadan önce üç uzun gün Türkiye’nin Bulgar sınırının çok yakınlarında beklediğini anım sadım. Ürperdim!. İsmet Paşa’ya şükranlarımı mı rıldandım. “Türkiye 2. Dünya Savaşı'na girseydi 12
ada bizimdi” diyen Ozal kuyrukçusu mandacıları
bir kez daha yad ettim!. Aynı duygulara, daha yo ğun şekilde Leningrad’da, yeni adıyla St. Peters- burg’daki 900 gün süren o müthiş kuşatmada ya şamını yitiren 2 milyon Rus’un anısına dikilen ve de meşaleleri yarım asırdır sönmeyen anıtı gezer ken kapıldım. Bu görkemli anıtı ve duygularımı Le ningrad bölümünde anlatacağım sîzlere...
Dev mobilya mağazası
M
oskova girişindeki bu anıtın beş yüz metre kadar sağında dünyaca ünlü İsveçli İkea firmasının dev mobilya mağazası vardı. Rehberimiz Okyana’nın İkea’yla ilgili hikâ yesi hepimizi hem kahkahalara boğdu hem de acı acı düşündürdü. Dev mağaza ana caddeden bir hayli içeriye kurulmuş. Firma temsilcileri Rus yet kililere başvurarak ana yola bağlanan bir caddeisim babası Deniz!,
-
Hay Allah, acaba başlık
olarak ne koysam?!.
Aslına bakarsanız, ben
genel olarak önce yazımı
yazar, sonra başlığı
düşünürüm... Ama bu kez
öyle olmadı!.. Takıldım
kaldım... Sonunda çoğu kez
olduğu gibi
Deniz
Som’a
telefon açtım;
- Sence ne olabilir?..
Deniz, biraz düşündükten
sonra sordu:
- Sen
Nâzun’a
gittin değil
mi?..
- Evet ama, Rusya’yı,
Moskova’yı, Leningrad’ı da
anlatacağım...
-Yaz öyleyse!..
“Çok yorgunum, beni
bekleme kaptan
• •
Seyir defterini başkası
yazsın.
Çınarlı, kubbeli, mavi bir
liman.
Beni o limana
çıkaramazsın...”
Deniz, odasının kapısında
asılı olan, benim de
yüzlerce kez içim acıyarak
okuduğum Nâzım Tn bu sıla
ve sevda şiirini okuduktan
sonra noktayı koydu:
- Hem Nâzım’a selam ver
hem de geziyi anlatmış ol;
dizinin ismi
“Çınarlı,
kubbeli mavi bir gezi”
olsun... Üstbaşlığı da ben
koydum;
“Yüreğimin
sesinden Moskova,
Leningrad notlan...”
- Sağ ol Deniz!..
Lenin; sanki uyanacak!.
Lenin
’in Kızıl
Meydan’daki mozolesine
gitmedim!..
Daha doğrusu
gidemedim... İçimden
gelmedi!.. 75 yıl önce*
ölen bir devrim liderini o
şekilde görmek istemedim
belki... Belki de ürktüm,
bilemiyorum... Ama
sevgili
Refik
Durbaş’tan
rica ettim; öyle canlı
anlattı ki sanki ben de
oradaydım duygusuna
kapıldım...
İşte Durbaş’ın anlatımıyla
Lenin:
“Zaten, topu topu iki
dakika sürdü!..
Artık o sert adımlarla
yürüyen, nöbet tutan çelik
askerler yok!..
‘Mesai
bitse de gitsek’
tavırlı yeni
düzen askerlerinin
arasından geçtik, karanlık
bir dehlizde ilerledik.
Aniden karanlık bitti...
Işıklar içinde Lenin’le
karşılaştık.. Uyuyor
gibiydi...
Sanki birazdan dikilecek
ve hesap soracak gibi!..
Bir eli açık, diğeri yumruk
halindeydi...
Hastalığımı! son
zamanlarında bir tarafına
felç inmişti.
Doktorlar, mumyalama
sırasında eli açmak için
kemiklerin kırılması
gerektiğini söyleyince o
şekilde bırakmışlar...”
TT
/ ”ızıl Meydan ’da l9 1
7
Ekim Devrimi’nin önderi
f i
Vladimir İlyiç Lenin ’in mozolesi, yalnız, uzak,
X A
hüzünlü duruyor!. Önünde artık çelik gibi yü
rüyen askerler yok!.. Sıkıntıyla gezinen askerler var!..
Zaten Lenin Müzesi’nin adı Devrim Müzesi olarak de
ğiştirilmiş. Lenin Kütüphanesi’nin adı da Rusya Kü
tüphanesi olmuş. Can Dündar’ın deyişiyle; Lenin tarih
olmak üzere, devrim ise zaten müzelik olmuş!..
yaptırmak istediklerini bildirmişler. Parasını da peşin ödemişler. Ruslar ölçmüşler biçmişler, böy le bir yolun anıta zarar vereceği kararına varmış lar ve isteği reddetmişler.
Ancak İsveç firmasının peşin ödediği parayı da iade etmemişler. Firma yıllardır parasım kurtarma ya uğraşıyormuş!.. Biliyorum; sizin de aklınıza hemen, “Verdimse ben verdim”, “Çankaya'nın
bahçesini bile açarım” yollu meydan okumalar, su
lar altında kalacak Belkıs harabeleri, muhteşem Hasankeyf geldi...
- Acı acı güldünüz!..
Rusya'nın son durumu
T T / ” ente girerken Rusya’nın son durumunu da f ü öğrendik. Sağlı sollu bloklar işçilere ait. En A V . ucuz konutlar da bunlar. Şehrin içine doğ
ru ilerledikçe konutların fiyatları da artıyor. En önemli kriter metroya yakın olmak. 147 milyon luk Rusya’da kişi başına milli gelir 3 bin dolar ci varında. Ancak 1998’deki büyük kriz bu ülkeyi fe na vurmuş, insanlar bir anda dört kat yoksullaşmış. Bugün halkın yüzde 90’dan fazlası 100-150 dolar yani 3-5 bin ruble maaşla yaşamını sürdürmeye ça lışıyor. Ama bu sizi yanıltmasın; hâlâ ev kiralan çok düşük. Doğalgaz, elektrik çok ucuz. Bütün ev lerde sıcak su akıyor. Şehir içi ulaşım neredeyse bedava... Sağlık hizmetleri ve eğitim zaten beda va. Ülke içi telefon ücreti de yok!..
Ama, asıl önemlisi kültür ve sanat faaliyetleri nin sudan ucuz olması. Opera, bale, tiyatro, kon ser etkinlikleri Rus yurttaşlanna 100 ruble, biz tu ristlere 60-70 dolardan başlıyor!.. Bir gazeteci ar kadaşımız bu durumu rezalet olarak nitelediğinde Necati Doğru aynen şu yanıtı verdi:
- Doğrusu bu arkadaş!. Asıl tersini yaparsa ken di halkının üzerinden sana rant sağlamış olur. O sen den aldığı paralarla kendi insanlarının bu sanat et kinliklerini bu kadar ucuza seyretmesini sübvanse ediyor, eserlerinin korunmasını finanse ediyor!..
Ben de; örneğin Londra’da ya da Paris’te bir ti- .yatro ızleıtıe bcdehnin bu rakamın üzerinde oldu ğunu söyleyince kafalar yukarıdan aşağıya sallan dı, hak verildi!..
Kızıl Meydan kızıl değil!..
T / ’enti, tarihsel dokuyu hayranlıkla seyrede r i rek Kızıl Meydan’a ulaştık... Unutmadan; A jL rehberimizin “sokak” diye tarif ettiği o de vasa bulvarlara nasıl imrendim anlatamam!. Ok- yana’nm sokak dediği, neredeyse bizim Vatan ve Millet caddelerinin toplamına eşitti!.
Cadde ve bulvar diye nitelediklerini ise varın siz hesap edin!. Moskova insanın içinde bir ferahlık hissi uyandırıyor. Biraz yorgun ve yıpranmış duy gusu verse de müthiş bir estetik ve zarafet hep ön plana çıkıyor... Aslına bakarsanız tonlarca boya ve biraz restorasyon bu yıpranmışlığı da silip götürür!.. Puşkin Meydanı cıvıl cıvıl..
Rus dilinin yaratıcısı büyük şairin halfan ken di arasında para toplayarak yaptırdığı görkemli heykeli meydanın tam ortasında duruyor. Dört bir yanı yabancı reklam panolarıyla kaplı, öyle ce dikiliyor!.. Yine dört bir yanda cafeler, sine malar, tiyatrolar., ve tabii McDonald’s!.. Aklıma nedense Taksim Meydanı, istiklal Caddesi düş tü, derin bir iç geçirdim. Nebil Ozgentürk ile ba kışıp gülümsedik!.. Dev Cola reklamlarının ara sından süzülüp Kızıl Meydan’a girdiğimizde yü reğimden bir gıpta, daha doğrusu bir kıskançlık duygusu geçmedi desem yalan olur!.
Bilmeyenler için not; Kızıl Meydan adım, adı na dökülen kanlardan almış, renginin adıyla bir ilgisi yok. Meydanın sağ köşesinde 1917 Ekim Devrimi’nin önderi Vladimir Üyiç Lenin’in mo zolesi, yalnız, uzak, hüzünlü duruyor!. Önünde artık çelik gibi yürüyen askerler yok!.. Sıkıntıy la gezinip, turistleri gözleyen askerler var!.. Za ten Lenin M üzesi’nin adı Devrim Müzesi olarak değiştirilmiş. Lenin Kütüphanesi’nin adı da Rus ya Kütüphanesi olmuş. Can Dündar’ın deyişiy le;
- Lenin tarih olmak üzere, devrim ise zaten müzelik olmuş!..
Kremlin Sarayı
M
eydanın alt tarafında ise Kremlin Sarayı tüm görkemiyle yükseliyor.. Gaze teciler ve sanatçılar meydanın ortasın da, sırtımızı K rem lin’e vererek anı fotoğrafları çektirdik; bir gün çocuklarımıza, gerçeği, yalnız ca gerçeği anlatacağımıza söz vererek!..Kalacağımız Metropol Oteli’ne ulaştığımızda çok hoş bir sürprizle karşılaştık; otelimiz tam Bol- şoy Tiyatrosu’nun karşısındaydı. Az sonra otelin lobisinde taa Avustralya’dan Nâzım T anmaya ge len Özen Hanım’ın anlattıklannı dinledim.
Bizden üç gün önce gelen Özen Hanım bir ge ce önce Bolşoy’da opera seyretmiş, çok etkilen mişti. Hem oyundan hem de seyredenlerden:
“Sakın tıklım tıklımdı. Büyük bölümü de Rus’tu« Çoğunun giyimleri eski, fakat tertemizdi. Heye canla izliyor, alkışlıyorlardı. Ama beni asıl etkile yen, hemen yanımdaki yaşlı adamla 10-12 yaşla rındaki çocuk oldu. Yaşlı adanı büyük olasılıkla torunu olan çocuğun kulağına oyun boyunca her sahneyi bir bir anlattı. Oyun bittiğinde o parmak kadar çocuk dakikalarca ayakta alkışladı sanat çıları...”
SAYFA C U M H U R İY E T
Bir türlü gelemediği memleketi, Nâzım 'la buluştu... ve leylak ve yurdunun toprağı...
Nâzım... Çınar.. Bir de ben
Bolşoya
Nikitskaya
No 43 !..
Nâzım’a gelen gruba Moskova Büyükelçisi Nabi Şensoy kendi konutunda bir resepsiyon verdi... Büyükelçi’nin bu nazik davetine gittiğimde hoş bir sürprizle karşılaştım; daha doğrusu daha önce hiç görmediğim bir akrabamla!. Ticaret Müşaviri Aydın Sezer, yani uzaktan akrabam gece boyunca ilgisini esirgemedi... Büyükelçilik Rezidansı’nın ilginç 2 hikayesini de ondan öğrendim: “Bolşoya Nikitskaya Caddesi’ndeki bu görkemli yapı ilk haliyle 18. Yüzyıl sonunda lev Tolstoy’un, “Savaş ve Barış” romanında Prens Nikolay Sergeyeviç Bolkonskiy ismiyle yer verdiği dedesi General N.S. Volkonskiy'e aitti. Daha sonra birkaç kez el değiştiren yer 1898’de arsa olarak tekstil fabrikatörü Valentin Asigkritoviç Balin tarafından satın alındı. Anlatıldığına göre zengin fabrikatör sevgilisine (ya da o zaman ki
tanımlamayla metresine) hediye etmek üzere avuç dolusu para harcayarak mimar Zelenin’e proje çizdirdi ve arsanın üzerine muhteşem bir malikâne yaptırdı. Ancak, gelin görün ki metres bu malikâneyi beğenmedi, burun kıvırdı!. Öfkesinden deliye dönen aşık fabrikatör de sevgilisini malikânenin penceresinden atarak öldürdü!..”. Aydın Sezer bu hikâyeyi anlattıktan sonra beni dev boyuna bir portrenin yanma götürdü ve işaret etti; -İşte o metres!!! Maria Pravot imzalı tabloya uzun uzun baktım.
Duru beyaz tenli, masum bakışlı bu güzel kadının ölüm anını düşünüp ürperdim... -Acaba, fabrikatör Balin uğruna servet harcayacak kadar çok sevdiği metresini öldürdükten sonra neler hissetmişti?!..
N âzını ’ın
kasketi!..
O resmi son anda farkettim... Nâzım’m kasketli, kızıl bakan resmini!.. Masasının üzerinde Rusça’ya çevrilmiş eserlerine göz gezdirirken farkettim... En köşede, hafif gölgede kalmıştı... Nâzım, kıpkırmızı fonun üzerinden gülümseyerek bakıyordu... Başında işçi kasketi... Alt sağ köşede bir orak çekiç... Alttaki resmi daha sonra farkettim... O da kızıl fonlu... Resimde sekiz kişi... dördü ayakta, dördü oturarak poz vermiş.. Ortada Mustafa Suphi...altında bir yazı:
-Türkiye işçi sınıfı şehitlerinden Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve arkadaşları... Sağ köşede ise bir zamanların
meydanlarda çınlayan sloganı;
-Yaşasın işçi ve köylülerin birliği!..
irseklerimi masaya, ellerimi de çeneme dayayıp
J
1
pencereden karşıdaki ağaçları seyre daldım...
JL
—
* Uzunluğunu hiç bilemeyeceğim kadar zaman geçti..
Ve, Nâzım }ın sandalyesine oturmuş, Nâzım Un masasına
yaslanmış, Nâzım Un belki binlerce kez yaptığı gibi karşıdaki
ağaçları seyre dalan ben, kendimi “karlı kayın ormanında ”
dizelerini mırıldanırken yakaladım...
G
ençliğimin kahramanıydı onlar. Arbat Sokağı"hin
asi ve asil çocukları... Okurken tarifsiz gözyaşları
döktüğüm, ağlarken kahkahalarla güldüğüm,
benim çocuklarımın ve de çocukluğumun sokağına büyük
bir coşku, büyük bir heyecanla gittim. Ama o sokak artık
benim sokağım değildi. Arbat Sokağı dilenciler, yankesiciler,
fahişeler, turistler ve hippiler tarafından işgal edilmişti
Y
üreğimin Sesinden
A A V
Moskova, Leningrad
Nodarı
M
ÜMİ T Zİ LE l.
- 2-O
akşamı bir Rus lokantasında noktaladık. Rehberimiz İvan(Mos- kovalıydı, Türk Dili ve Edebiyatı mezunuydu. Ayrıca sıkı bir Antikomünist- ti!) gideceğimiz yeri ve yemeklerini anla tırken ne kadar iyi olduğunu şu sözcükler le tarif etti:- Hiç merak etmeyin, yıl 1ar önce Koç Ai- lesi’ni de aym lokantaya götürdük, çok memnun kaldılar!..
Yemekler olabildiğince kötü, içkiler ise alabildiğine kazıktı!.. Ama ilginç bir ge ceydi. Lokantanın paravanla ayrılmış diğer bölümünde düğün vardı. Rehberimiz tipik bir Rus düğünü olduğunu belirtince izle meye başladık. Kısaca anlatacak olsaydım sanırım şöyle tarif ederdim:
- Elinde mikrofon, nefes bile almadan, sürekli konuşan bir adam... ardı ardına fon- dip yapılan votkalar... Hep bir ağızdan ya pılan “gurka” yani “öpüşün” tezahüratla rı... Ve durup durup öpüşen gelinle da mat!..
O kadar çok konuşuldu ki; yanımda otu ran Can Dündar, “anlaşıldı” dedi, “bu
memleket de çok konuşmaktan batmış!»”
Sonunda konuşmalar ve hediye faslı bitti. Gelin, damat ve davetliler orkestranın çal dığı Amerikan şarkıları eşliğinde dans et tiler!.. Gecenin sonunda o gün gördükle rimizi Moskovskaya votka eşliğinde değer lendirdik. Necati Doğru, Coşkun Aral, Ce
lal Başlangıç, Nebil Ozgentürk, Can Dün dar, Rutkav Aziz, Tarık Akan, Halil Ergün , Zey nep Oral vçjjepjm katıldığım değer
lendirme kurulundan şu ortak yargı çıktı: - Feodal, komünist ya da liberal; gelmiş geç miş tüm yönetimler kentli olmanın gere ğini yapmış!. Toplumun çıkan her zaman bireyin çıkannm önünde tutulmuş. İşte bu nedenle Moskova’da çirkin, uyumsuz ya da daha alışkın olduğumuz deyimle kaçak
ya-f
n yok. İhtişam, zarafet, soyluluk var... Ahh stanbul!.. Bu tarihi kararın altına yürek ler dolusu imzalar atıldıktan sonra günü nok taladık. Odamın penceresinden gece ma visi altında bembeyaz duran Bolşoy Tiyat- rosu’nu seyrettim uzun uzun... Soma yattım. -Yarın, Nâzım’m ölümüne uyanacağım!..Novodevicye Mezarlığı.
Tk ~Tovodevieye Mezarlığı... Karşım-
l \ l da Nâzım... Başucundaçokistedi-
J.
V
ği, uğruna dizeler yazdığı çına rı...Yanı başında bir başka dizenin kahra manı, saçları saman sarısı, kirpikleri ma vi Vera.. Çınarla Vera bakışıyor... Çınarla Vera konuşuyor... Kolay değil, 37 yıllık hasret belki dizelere dökülüyor... Çınarın yanı sıra ülkesinin dört bir tarafından yü rek dolusu toprak ve leylak Nâzım’m me zarıyla buluşuyor. Bir türlü gidemediği memleketi Nâzımla buluşuyor...‘Nâzım’ın değerini bilmediniz1
- Vera’cığıma... Sensizliğin, yani şehrin son köşesinde, sokak feneri oluşum...
İmzalamış ve tarih atmış; 22. XII. 1960... Küçük daktilonun kapağım açtım, içinde iki not; “Mobilyacıya resim yollanacak.” ikinci notta bir isim ve adres; “Pablo Ne-
ruda„.Şili„” 2 Haziran 1963’te Şili Büyü-
kelçiliği’ni arayıp şair dostu Neruda’mn ad resini almış. Vera’sıyla birlikte Şili’ye git mek için... Ama olmamış, olamamış.. Er tesi sabah yedi sularında gazetelerini alma ya giderken o küçücük antrede kavgalar la, sevdalarla, hasretlerle geçen 61 yıllık öm rünü noktalayıvenniş... Yani o not, Nâ- zım’ın eliyle daktilonun kapağına iliştirdi ği not tam tamına 37 yıldır orada duruyor du!..
Nazdorovya Nâzım
okşamak kelimelerle anlatılamayacak den li mutluluk vericiydi...
Biliyor musunuz, ben mezarlıklardan çokkorkanmL Çocukluğumdan beri, he le gece vakti mezarlıklar bir kabûstur be nim için... Ama Novodevicye Mezarlığı o kadar güzel, o kadar yeşil, o kadar güneş doluydu ki, açıkçası;
- İnsanın ölesi geliyordu!..
Teslim olmamakta bütün mesele
öylenecek ne kaldı?.. O gün o muh- X teşem mezarlıkta sevinç vardı, hüzün
k J vardı, buruk bir mutluluk vardı. Müş fik Kenter o en güzel sesiyle “Taranta Ba-
bu” dizelerini okurken boğazlara takılan
ve bir türlü atılamayan hıçkırık vardı: - Yaşamak güzel şey Taranta Babu, ya şamak güzel şey...
Güneş Karabuda anlatıyor, gözler buğu lanıyordu:
- 1971’de Şili’de dünya şairi Pablo Ne-
ruda ile görüştüm. Nobel ödülünü yeni
kazanmıştı. Yüzüme baktı ve aynen şun ları söyledi: “ Bize şair diyorlar.. Bizi şair
den savıyorlar ama esas şair Nâzım Hik- met'tir.. Ve ne yazık, siz onun kıymetini bi lemediniz!.."
Kuvâyı Milliye Destanı’nın şairine do kunarak yavaşça “hoşça kal” dedim, “se
ni mahkûm edenlerin, seni yurdundan eden lerin bugün isimleri bile anımsanmıyor.» Onların bugün sana küfür eden torunları nın isimleri de yarın unutulacak». Ama bak sen yaşıyorsun». Yiğitçe, özgürce, dimdik».”
Sonra Novodevicye Mezarlığı’nı dolaştım. Birkaç ay önce ölen Raisa Gorbaçov’un, dünya edebiyatının devleri Gogol, Çehov ve Mayakovski'nin mezarlarına birer ka ranfil bıraktım. Her birine insanlık adına teşekkür ettim... Adım bile bilmediğim bir generalin cenaze törenini izledim. Bando nun iç burkan marşı ne kadar ustaca ve saygıyla çaldığına tanık oldum... Sonra mermerden bir mezar taşının köşesine ili şip masmavi gökyüzünün, yeşilin ve ses sizliğin kokusunu içime çektim... Bu an bu rada olmak, Nâzım’a dokunmak, çınarı
F
loraya Pesçanaya Sokağı'ndayız... Sıradan bir sokakta sıradan konut lar... Sosyal konutlar... Ama bir ta nesi diğerlerinden hemen ayrılıyor... Ke mer kapının yamndaki duvarda kocaman bir levha, üzerinde Nâzım Hikmet ‘ in adı... Rusça ama anlamamak mümkün değil... Rusça yazılan gayet iyi Türkçe bilen Na- taşa çeviriyor:- Nâzım Hikmet: Bu evde 1952 yılından 1963’e kadar Barış Ödülü sahibi Türk ko münist şair oturdu ve çalıştı...
Kemer kapıdan geniş, ferah, ağaçların ha fif hafif hışırdadığı eski bir avluya geçtik. Sonra eski bir kapının zilini çalıp, çok es kimiş merdivenlerden çıktık. Çok çok es ki bir asansör vardı ama çalışmıyordu!.. Yi ne eski, aşınmış bir kapının önünde bizi Ve
ra Ttilyakova , Nâzım’m kansı. sevgilisi,
yoldaşı bekliyordu...
- işte Nâzım’ın sevda, kavga ve sıla şi irlerini yazdığı, iki metrekarelik antresin de 63’ün 3 Haziranı’nda yığılıp kaldığı evindeydik!..
Ve şaşkın ve hayretler içindeydik!.. Top lasanız 90 metrekare ancak gelecek ev Nâ zım'dan bu yana aynı titizlikle korunmuş kollanmıştı. Vera37 yıldır bu küçücük ev de Nâzım Ta birlikte yaşamayı sürdürmüş tü... sanki aniden yatak odasının kapısı açı lacak, Nâzım “kusura bakmayın, karşıla-
yamadım” diye özür dileyerek çıkacaktı!..
Küçücük salonun duvarlarında onlarca resim... Bir köşesinde halıya işlenmiş Nâ zını portresi... Hemen karşısında eski ko naklarda rastlanacak türden sarkaçlı bir sa at. Vera hepimizi sıcacık karşıladıktan son ra hediyesini Kıymet Coşkun verdi; bronz dan bir Nâzım rölyefi, Mehmet Aksoy im zalı. Üzerinde Nâzun’uı dizeleri;
işte böyle Laz İsmail
Mesele esir düşmekte değil, Teslim olmamakta bütün mesele. Vera çok duygulandı, sesi titreyerek “çok
çok değerli Şimdi ben bunu nerey e koysam, değerli bir köşe bulmak gerek" diye telaş
landı... Gerçekten de evin dört bir yanı do luydu! . N âzım ’ m masasımn başındayım... 10 metrekarelik çalışma odasının duvarla rı resimlerle bezenmiş. Bir duvar Pablo Pi-
casso ‘nun orijinal, bizzat imzalayıp hedi
ye ettiği resimlere ayrılmış.. İnanılmaz si yah beyaz ve renkli Picasso resimlerini ilk kez bu kadar yakandan görüyorum... Akıl almayacak bir servet.. Ama Vera onlara hiç dokunmamış yalnızca korumuş.
Karşı duvarda Abidin Dino resimleri... Hani o “sen mutluluğun resmini çizebilir
misin Abidin” dizelerindeki yoldaşının
muhteşem çizgileri... Hemen yanında Av-
ni Arbaş ‘ m çizgileriyle bir Nâzım portre
si. Altında Arbaş’m Vera’ya ithali; “Vera'ya
sevgilerle-17 Kasım 1961 Paris”. Bir de
Arbaş’ m 195 l ’de yaptığı bir karakalem re sim, altındaki ithaf ise şöyle:
- Sevgili Nâzım Hikmet’e kavuşmak ümidiyle...
T - 'v irseklerimi masaya, ellerimi de çe- f 1 neme dayayıp pencereden karşıda k i_S ki ağaçları seyre daldım... Uzun luğunu hiç bilemeyeceğim kadar zaman geçti... Ve, Nâzım’m sandalyesine otur muş, NâzımYn masasına yaslanmış, Nâ- zım’ın belki binlerce kez yaptığı gibi kar şıdaki ağaçlan seyre dalan ben, kendimi
“karlı kayın ormanında” dizelerini mınl-
danırken yakaladım...
- Ve masaya yuvarlanan bir damla göz yaşını O ’na armağan ettim...
Gitmeye yakın, salonda küçücük votka kadehlerimizi havaya kaldınp bir dikişte iç tik ve sessizce andık büyük ustayı:
-NazdorovyaNâzım, şerefine... seni çok özledik...
Arbat Sokağı çocukları.
Cadde, ağaç ve kuş sesleri
Ti T"âzun’m masası pencereye dayalı...
I \ l Sandalyeye oturduğunuzda cadde
-L s ve ağaçlar görünüyor, bir de kuş ses leri... Sandalyeye oturdum, önce iki eski dak tilodan küçük olamna dokundum usulca... sonra Vera’nın Refik Erduran ‘in omzuna yaslanmış resmine daldım... Vera mutlu... Vera gülümsüyor... Nâzım’ın (yani benim) solunda biraz yüksekte Tolstoy ‘un müthiş etkileyici yağlı boya portresi, hemen ya nında Nâzım’la Vera’nın karakalemle çi zilmiş gibi duran büyük bir fotoğrafı... Pa ris’te Nötre Dame Katedralinin önünde mutlu, gülümseyen bir resim... Soluma doğru uzandım, Nâzım’m İtalyanca’ya çevrilmiş iki ciltlik şiir ve oyunlarını aldım. Kapaklar Abidin Dino tarafindan resimlen miş. .. Adı “Pbesiye”. iki cilt de ayn ayrı Ve ra’ya imzalanmış.
İlk ciltte Nâzım el yazısıyla şöyle yaz mıştı:
- Vera "çığıma... Şehrine ulaşamadan bi tirirken yolumu, bir gül bahçesinde dinlen dim senin sayende...
ikinci ciltte ise şöyle yazıyordu:
G
ençliğimin kahramanıydı onlar... Arbat Sokağı ’nnı asi ve asil çocuk ları... Okurken tarifsiz gözyaşları döktüğüm, ağlarken kahkahalarla güldü ğüm, sığınılası düşlere sürüklendiğim be nim çocuklarımın ve de çocukluğumun sokağına büyük bir coşku, büyük bir he yecanla gittim... Ama o sokak benim so- kağun değildi!... Bu bana çok uzak Arbat Sokağı dilenciler, yankesiciler, fahişeler, tu ristler ve otuz yıl gecikmiş hippiler tara findan işgal edilmişti...-Arbat sokağı artık turistik bölgeydi!.. Hüzünlendim... Bir baştan diğerine yü rüdüm. Yeni evlenmiş bir çifte öpüşmele ri için tempo tutan gruba katılıp “Gorka” diye avazım çıktığı kadar bağırdım... Tu rist olduğumu anlayınca beni kazıklamak için elinden geleni yapan sokak satıcılarıy la kıyasıya alışveriş yapıp gönüllü kazık landım!.. Çaldığı kemanlar kendilerinden büyük dünya güzeli iki küçük dâhinin Rah- maninov, Çaykovski nağmelerini yudum layıp cebimdeki rublelerin önemli bölü münü onlarla paylaştım... Dev reklam pa nosunda baştan çıkarıcı bir tavırla gözle rinizin içine bakarak Cola içmeye çağıran
Ricky Martin ‘e dil çıkardım!.. Sonra da,
yeni Arbat Sokağı’mn en çirkin cafesine oturup, benim Arbat Sokağım şerefine buz gibi bir stolichnaya içtim...
- Yeni Arbat Sokağı’nı hiç arkama bak madan terk ettim!..
O akşam, Necati Doğru, Celal Başlangıç,
Gül Selçuk ve ben Bolşoy Tiyatrosu’nun
hemen arkasındaki turistik olmayan bir Rus lokantasında yemek yedik. Dil bilme yen, sempatik Slav garsonların sundukla rı yemekleri büyük bir iştahla atıştırdık... Moskova’da bir Rus gibi eğlendik!..
Ve bir gece yarısı kuzeye, eski başken te, yeni adı St.Petersburg olan Lenin - grad’a doğru uzun bir tren yolculuğuna çık tık...
SÜRECEK
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi