• Sonuç bulunamadı

Fevzî-i Bağdadî’nin şiirleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Fevzî-i Bağdadî’nin şiirleri"

Copied!
206
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TRAKYA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI

TÜRK EDEBİYATI BİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

FEVZÎ-İ BAĞDADÎ’NİN ŞİİRLERİ

KÜBRA SÖYÜ

1158202108

TEZ DANIŞMANI

DR. ÖĞR. ÜYESİ CUMHUR ÜN

(2)
(3)
(4)

Tezin Adı: Fevzî-İ Bağdadî’nin Şiirleri Hazırlayan: Kübra SÖYÜ

ÖZET

Irak’ta yetişmiş Türkmen şairler hakkında bilgi veren eserler pek nadirdir. Bu memleketin yetiştirdiği yüzlerce şairden ancak birkaçının eserleri basılmıştır. Nitekim elimizde bulunan bir takım şiir mecmualarından anladığımıza göre divan sahibi birçok şaiirlerimizin, bugün ancak birkaç manzumelerinden başka eserleri görülmüş değildir. Asıl adı Muhammed Emîn olan Fevzî’nin divan tertip edip etmediği belli olmasa da kaside, tahmis, gazel ve tarihleri bulunmaktadır. Arapça ve Farsça ’yı tahsil görüp daha sonra başkalarını okutmaya başlamıştır. Türkçede ün yapmış bir münşi sayılırdı. Fuzuli’nin bir gazelini tahmis etmiş, Nedim’in gazeline nazire söylemiştir.

Bu çalışmada XIX. Yüzyıl şairlerinden Fevzî-i Bağdadî’nin şiirleri incelenip çeviri yazı metni hazırlanmıştır. Çalışmamız, Asâr ve Türas Genel Heyeti Mahtûtât Ulusal Merkezi’ndeki nüshadan hareketle oluşturulmuştur.

Fevzi-i Bağdadi’nin Şiirleri üzerine yaptığımız çalışma giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında XIX. Yüzyılın siyasi, kültürel ve edebi durumu üzerine kısa bir değerlendirme yapılmıştır. İlk bölüm Fevzi-i Bağdadi’nin hayatı, edebi kişiliği hakkında verilen bilgilerden oluşmaktadır. İkinci Bölümde, şiirlerinin metni şekil ve muhteva bakımından incelenmiştir. Üçüncü bölümde Fevzi- Bağdadi Şiirlerinin çeviri yazı metni verilmiştir. Çalışmanın sonunda Fevzi-i Bağdadi Şiirlerinin eski yazı nüshası eklenmiştir.

Bu çalışmada Irak’ta yetişen Fevzi-i Bağdadi tanıtılıp, çeşitli şiir mecmualarında olan şiirleri ilim âlemine kazandırılmaya çalışılacaktır.

Anahtar Sözcükler

(5)

Name of Thesis: Poems of Fevzî-İ Bağdadî Prepared by: Kübra SÖYÜ

ABSTRACT

The works that give information about Turkmen poets who are educated in Iraq are very rare. Only a few of the hundreds of poets raised in this country were published. As a matter of fact, since we understand from a number of poetry magazines that we have, many of our poets who own divan have not been seen today except for a few verses. Although it is not clear whether Fevzî, whose real name is Muhammad Emin, organized a divan, has kasid, tahmis, gazel and dates. He was educated in Arabic and Persian and later started to teach others. He was considered a famous monsi in Turkish. He predicted a ghazal of Fuzuli and sang it to Nedim's ghazal.

In this study, XIX. The poems of Fevzî-i Bağdadî, one of the poets of the 18th century, were examined and a translation text was prepared. Our study is based on the copy of the General Delegation of Asâr and Türas at Mahtûtât National Center.

Our work on the poems of Fevzi-i Bağdadi consists of an introduction and three chapters. In the introduction, XIX. A brief evaluation was made on the political, cultural and literary situation of the century. The first part consists of information about the life and literary personality of Fevzi-i Bağdadi. In the second part, the text of his poems are examined in terms of form and content. In the third chapter, the translation text of Fevzi- Bağdadi Poems is given. At the end of the study, the old manuscript of Fevzi-i Bağdadi Poems was added.

In this study, Fevzi-i Bağdadi, which grows in Iraq, will be introduced and the poems which are in various poem magazines will be tried to be gained in the world of science

Key words: XIX. century, Iraqi poet, Muhammad Emin Fevzi, Fevzi-i Baghdadi Poems

(6)

ÖNSÖZ

XIX. yüzyılda edebiyatta edebi türler ve içerik açısından yeni bir edebi anlayış ortaya çıkmaya başlasa da eskiden tamamıyla kopmamış özellikle şiirde eski ile yeni arasında önemli bir fark olmamıştır. Bu dönem klasik Türk edebiyatı nazım şekilleri kullanılmaya devam edilmekle birlikte konu bakımından farklılıklar denenmiştir. Yeni fikirlere rağmen klasik şiir çizgisini takip etmek isteyen şairler de olmuştur.

Biz bu çalışmada Irak’ta yetişmiş Türkmen şairlerden Fevzi-î Bağdadî şiirlerini biçim ve içerik yönünden inceleyeceğiz. Bu sayede klasik şiirin Anadolu topraklarının dışında gelişimini şiirler üzerinde göstererek edebiyat dünyasına küçük de olsa bir ışık tutmaya amaçladık. Bu sayede Fevzi-î Bağdadî günümüz edebiyat dünyasına tanıtılmış olacaktır.

Fevzi-î Bağdadi hakkında edindiğimiz bilgiler, Şehribanlı’nın hem Türkçe asli ve hem de Arapça ’ya çevrilen Tezkiresiyle Resul Havî’nin Devha’sına ve Hatibî’nin Tezkire-yi Şuarâ-yı Bağdad adlı eserine dayanmaktadır.

Çalışmamız giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Girişte XIX. Yüzyıl Osmanlı Devleti’nin siyasi, kültürel ve edebi durumu hakkında kısaca bilgi verilmiştir. Araştırmanın birinci bölümünde Fevzi-i Bağdadi’nin hayatı, edebi kişiliği ve şiirleri hakkında bilgiler bulunmaktadır. İkinci bölümde Fevzi-î Bağdadî şiirlerinin biçim yönünden nazım tekniği ve dil-üslup özelliklerinin incelenmesi ve muhteva özellikleri yer almaktadır. Biçim yönünden incelenirken şiirlerinin şekil, tür ve vezin özellikleri hakkında bilgi verilmiştir. Üçüncü bölümde ise Mecmua nüshası çeviri yazı harfleri verilmiştir. Şiirlerinin çeviri yazı metni ortaya konmuş ve çeviri yazıyı oluşturduğumuz eski yazılı nüshası sona eklenmiştir.

Yüksek lisans tez çalışmam boyunca desteklerini benden esirgemeyen değerli hocam Dr. Öğr. Ü. Cumhur ÜN’e, yine bu tezin elime ulaşmasını sağlayan ve benden alâkaları eksik etmeyen Prof. Dr. Ali İhsan ÖBEK’e, çalışmalarım boyunca samimi ve başarılı hizmetlerinden dolayı Kerkük Vakfına, İSAM

(7)

yönetimine ve personeline, nihayet olarak daima maddi ve manevi desteklerini gördüğüm kıymetli aileme teşekkürü borç bilirim.

Fevzi-i Bağdadi’nin hayatı ve edebi şahsiyetini ele aldığımız ve şiirlerinin transkripsiyonlu metnini ilim âlemine mümkün olduğunca az hatalı bir şekilde sunmaya gayret ettiğimiz bu çalışmanın elbette eksik ve kusurları vardır. Bu eksik ve kusurlarımızı okuyucularımızın hoşgörü ile karşılamalarını bekliyor ve çalışmamızın sahaya katkı sağlamasını temenni ediyoruz.

Kübra SÖYÜ 2019

(8)

İÇİNDEKİLER ÖZET………..………...I ABSTRACT……….II ÖNSÖZ………...…...…III İÇİNDEKİLER………V KISALTMALAR………...VI GİRİŞ………..………...1

BÖLÜM 1: FEVZİ-İ BAĞDADİ’NİN HAYATI, EDEBİ KİŞİLİĞİ…………..9

1.1.HAYATI………..9

1.1.Molla Nusret Ali……….…..……….10

1.2.Edebi Kişiliği………..………..…...………..11

BÖLÜM 2: FEVZİ-İ BAĞDADİ ŞİİRLERİ’NİN İNCELENMESİ…………26

2.1.ŞİİRLERİN ŞEKİL ÖZELLİKLERİ..………..……….26

2.1.1.Tertip Şekli………...26 2.2.Ahenk……..………...27 2.2.1.Vezin………...27 2.2.2.Kafiye-Redif………...28 2.3.DİL VE ÜSLUP ÖZELLİKLERİ………...29 2.3.1.Söyleyiş Özellikleri………....29

2.3.1.2. Arkaik (Eskicil) Özellikler………...29

2.3.1.3. Sebk-i Hindi………30 2.3.2.Edebi Sanatlar………..……...32 2.3.2.1.Teşbih………...32 2.3.2.2.İstiare………..…..………...32 2.3.2.3.İktibas……….……….33 2.3.2.4.Tezat………...34 2.3.2.5.Telmih……….……….35

(9)

2.3.2.6.Tecrid………...36 2.3.2.7.Nida……….…...36 2.3.2.8.Tekrir………...37 2.3.2.9.Hüsn-i Ta’lil………37 2.3.2.10.Mübalağa……….…...37 2.4.MUHTEVA ÖZELLİKLERİ………...38 2.4.1. Âşık, Aşk ve Sevgili………..…...38 2.4.2. Din ve Tasavvuf………..40

2.4.2.1. Dinî Kavram ve Terimler………....40

BÖLÜM 3: FEVZİ-İ BAĞDADİ’NİN ŞİİRLERİNİN METNİ………....44

3.1.Transkripsiyon Tablosu………..…………...44

3.2. Transkripsiyonlu Metin………...45

SONUÇ………..122

KAYNAKÇA……….123

(10)

KISALTMALAR DİZİNİ

Bk.: Bakınız C.: Cilt H.: Hicri Haz.: Hazırlayan Hz.: Hazreti G.: Gazel M.: Miladi Mad: Madde Ö.: ölüm s.: Sayfa TDK: Türk Dil Kurumu TDV: Türkiye Diyanet Vakfı

(11)

GİRİŞ

XIX. YÜZYILDA OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA

SİYASİ, KÜLTÜREL VE EDEBİ DURUM

XIX. asırda Osmanlı devleti orduya yeni bir güç kazandırma düşüncesiyle Batı’nın bilgi ve tekniğini almak için ıslahat ve yenileşme hareketleri yapmaktadır. 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla hem yeni bir ordu kurulmasının önü açılmış hem de köklü değişmelere uygun zemin oluşturulmuştur. Harbiye nazırı Mustafa Reşid Paşa’nın gayretleriyle 3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’yla yeni bir dönem başlamıştır. 1876’daki Meşrutiyet’in ilanıyla özellikle hukuk ve rejim açısından köklü değişiklikler yaşanmıştır.

XIX. asır Osmanlı siyasetçisi ve edibinin, edebiyat ve olaylara bakış açısı ile bir önceki dönemdekilerin bakış açısı arasında belirgin farklılıklar görülmekmektedir. Bir önceki asırdaki devlet adamları ve yazarlar, medeniyet değiştirmeyi hiç düşünmeksizin, topluma ait eski dinamikleri yeniden canlandırıp kazandırma gayretine girmişlerdi. Damad İbrahim Paşa ve onun etrafında toplanan âlim, şair ve edipler kendi kültür ve medeniyetlerini daha iyi öğretme ve tanıtma amacıyla din, tarih ve biyografi türlerinde bazı eserler kaleme almışlardı. Devlet ve toplum yapısındaki ahlaki gerileme bu devir siyasetnamelerinde dikkat çekmektedir. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı’daki askeri, ilmi ve teknik gelişmelerden yararlanılmasının gerekliliği inancı da yaygınlaşmaya başlamıştır. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı’nın din, dil ve ırk ayırt etmeksizin herkese yaklaştığı “hoşgörü” ile bürokrasi, ordu ve maliye gibi en önemli kurumlarının şekillenmesi kısmen de olsa Batılılar ve azınlıkların ellerine geçmiştir.

Bu yüzyılda Batılı Türkologların Orta Asya’ya giderek orada Türk medeniyetinin kökenleri ile ilgili yaptıkları çalışmalar, Türkler için medeniyet arayışlarına ilmi bir zemin hazırlamıştır. Bu dönemde batıcılığı bilim ve teknikte ilerleme şeklinde anlayanlar da vardır. Çocuklarının batıda eğitim almasını arzu eden Abdülhamid’in şu sözleri onun batıcılık anlayışı hakkında bilgi vermektedir: “Avrupa medeniyetinin en iyi taraflarını alıp şark kültürüyle mezcetmek suretiyle

(12)

meydana gelecek ve olgunlaşacak yepyeni bir medeniyeti bizde ancak müstakbel nesiller görebileceklerdir.”

XIX. yüzyılda Batı’daki gelişmeleri takip etmek ve batı ile ilişkileri düzenlemek için başta Fransızca olmak üzere Batı dillerini bilen insanlara ihtiyaç duyulmuştur. Osmanlı’nın mevcut eğitim kurumları yabancı dil ihtiyacına cevap verecek durumda olmadığı için, yabancı dil bilen Rum, Ermeni, Yahudi ve mühtediler ile bu sorun çözülmek zorunda kalınılır. Bunun sonucunda dil bilen belli bir kesim azınlığa yeni bir “imtiyaz kapısı” açılır. Bu durum karşısında meşhur İngiliz tarihçisi Arnold Toynbee dediği gibi “Böylece devlet yapısında doğulu

Hıristiyanların işgal etmeleri için yüksek yönetim ve diplomatik mevkiler ihdas”

edilmiştir. Osmanlı’nın dış ilişkilerinde kullanmak istediği gayrimüslim tebaa, aynı zamanda Batı’nın Osmanlı içindeki en önemli iş birlikçisidir. Metin Eriş’in şu ifadeleri bunun bir göstergesidir:

“Genişleyen ve uzlaşan Hıristiyanlık anlayışı, iktisadi yapı yanında kültürel unsurlarıyla da Osmanlı bünyesindeki Hıristiyan tebaaya daha kolay sızma şansını yakalamıştır[…] Zihinlerini batı ilmine, sanat ve kültürüne olduğu kadar siyasi gelişmelerine de açan Hıristiyan tebaa üzerinde batının etkisinin git gide arttığı görülecektir.”

II. Mahmud, 1832’de Tercüme Odası’nı açarak Müslüman nüfusun da Fransızca öğrenmelerini istemiştir. Dönemin bazı siyasetçi ve edebiyatçılarının yetiştiği yer olan Tercüme Odası, aynı zamanda dilin sadeleşmesi ve Batı kültürünün tanınması gibi önemli roller de oynamıştır. Nitekim Tercüme Odası’na giren Ahmed Vefik, Fransa yönetimi ile dostane ilişkileri ve birçok Batı dilini bilmesi gibi özellikleri sayesinde sadrazamlığa kadar yükselebilmiştir.

Batı’nın menfaat iş birliğine girdiği insanlar arasında, misyoner ve azınlık okullarında eğitim almış ve böylece Hıristiyanlığı veya pozitivizmi benimsemiş olanlar, Tercüme Odası, Tıbbıye ve Harbiye gibi okullarda ders veren ve öğrencileri etkileyen yabancı hocalar, mürebbiyeler, Paris’te bohem hayatına alışan ve “Milletim nev-i beşerdir, vatanım ruy-ı zemin.” Demeye başlayanlar şöhret düşkünü aydın ve edipler de vardır. Nitekim “pozitivizm” in kurucusu

(13)

Auguste Comte, Reşid Paşa’ya bir mektup göndererek Türklerin pozitivizmi benimsemesi için ona iş birliği teklif etmiştir. Hıristiyanların İspanya’daki Yahudilere yaptıkları zulümleri anlatan Engiziyon Tarihi Ethem Pertev Paşa ve Ziya Paşa tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir. Edhem Pertev Paşa’nın ayrıca Târîh-i Ehl-i Salîb çeviri vardır. Bu eserlerin hangi ihtiyaca cevap olarak tercüme edilip yayınlandıkları ve bunda ne kadar başarılı oldukları tam olarak bilinmemektedir. Ancak bir din olarak Hıristiyanlığı eleştiren eserlerin, o dönem okuyucusunun zihnini psikolojik olarak pozitivizme hazırladığı tahmin edilebilir. Batılıların Osmanlı topraklarında misyonerlik amacıyla açtıkları okullardan yetişerek siyasi ve edebi hayata birçok insan girmiştir. Hıristiyanlık yerine pozitivizmi tercih eden Beşir Fuad da bu felsefeyi Türk halkına positivizmi tanıtmaya ve benimsetmeye çalışmıştır. Yüzyılın önemli şâir ve ediplerinden Ahmed Cevdet’in torunu Zübeyde İsmet rahibe, Tevfik Fikret’in oğlu ise rahip olmuştur.

Batılı oryantalistlerin bu yüzyıldaki eski Türk Kültürüyle ilgili çalışmaları da dikkat çekmektedir. Türk halk edebiyatı biliminin kurucularından olan Vambery, Hammer’in yönlendirmesiyle 1857’de İstanbul’a gelerek Reşid adını almış bir taraftan yabancı dil dersleri verirken diğer taraftan da Hariciye Nezareti’nde tercümanlık yapmıştır. Hammer ve Redhouse, Reşid Paşa’nın kurduğu Encümen-i Dâniş’in üyesidirler. Bu arada Batılı Türkologlar Türk kültürüne ve medeniyetine ait birçok konu üzerinde araştıma ve inceleme yaparak yayımlamışlardır. Bunlar içerisinde Türk Edebiyatının yetiştirdiği mümtaz şahsiyetlerden Redhouse otuz iki sene uğraşarak, önemini hâlâ koruyan Türkçe-İngilizce Sözlük’ünü yazmıştır, Hammer ise Osman Gazi’den 1774’e kadar olan dönemi ihtiva eden 17 ciltlik Türk Tarihi ve 2200 Türk şâirini tanıttığı Osmanlı Şiir Sanatı Tarihi adlı tezkiresi vardır. E.J.W. Gibb 6 ciltlik Osmanlı Şiiri Tarihi adlı eserlerinde Türk edebiyat tarihi dönemlerinin bir panoramasını vererek kaleme almıştır. Alman Türkolog Wilhmem Schot’un öğrencisi olan Radloff Çuvaşca üzerine yaptığı çalışmalarla Türk diline katkıda bulunmuştur. Conolly, Soddart, Vambery Türk kültürünün temellerini aramak için Orta Asya’ya gitmişlerdir. XIX.

(14)

Asırda Türk dil, tarih ve edebiyatı ile ilgili eser yazanlar, Batılı Türkologların takipçisi veya öğrencisi olmaktan, onların bakış açısını taşımaktan âdeta imtiyazlı bir gurur duymuşlardır (geniş bilgi için. Bk. Menderes Çoşkun, “Geç Dönem Nesir”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, c.VI, Ankara, s.354-59).

XIX. YÜZYIL OSMANLI SAHASI TÜRK EDEBİYATI

Bu dönemde edebiyat, geçen asrın bir devamı görünümündedir. Şiire yeni bir nefes kazandıran Şeyh Gâlib’den sonra klâsik edebiyatın âdeta beslendiği kaynaklar kurumuş, özgünlüğünü kaybetmiş, şâirler eski ustaları tekrarlamaktan ileriye gidememiş, özgün eserler ortaya koymak hevesiyle şairler yapmacıklık, yavanlık hatta bayağılığa düşülmüştür. Tanzimat ile birlikte Fransız edebiyatının tesirinde oluşmaya başlayan yeni edebiyatın karşısında gücünü kaybeden eski edebiyat, kendi geleneği içerisinde dahi değerini koruyamaz duruma gelmiştir. Bu asırda Nedîm’de zarif bir senteze ulaşan “mahallî tarz” etkisini göstermeye devam etmiştir. Ancak bu dönemdeki şiirlerde Nedim’deki zerafetin yerini bayağılığa bırakmış, duygu derinliği, hayal zenginliği ve âhengin yok sayıldığı, dolayısıyla kelimelerin yan yana dizilmesinden oluşan titizlikten uzak, zevksiz manzumeler yazılmıştır. Zarif İstanbul Türkçesi yerine normalin altındaki seviyede konuşulan halkın dili hatta kaba köylü ağzı kullanılmıştır. İsmail Ünver, bu yolda söylenmiş şiirleri günümüz musikisindeki arabesk parçalara benzetmenin mümkün olduğunu söyler. “Tasavvuf”, bu dönem şâirlerinin de beslendiği önemli şiir kaynaklarından biri olma özelliğini korur. Özellikle çeşitli tarikatlara mensup şâirlerin fazlalığı dinî-tasavvufî şiirlerin sayısınında artmasını sağlamıştır. Herhangi bir tarikata mensup olmayan şâirler ise tasavvufî terminolojiden istifade etmiştir. Ancak bu dönem şairleri geçen asırlarda yetişen şâirlerin seviyesine ulaşamamıştır. “Sebk-i Hindî” üslubuna bu asırda geçen döneme göre rağbet edilmeği görülmektedir. Bunun nedeni ise geçen asırlardaki gibi kudretli şâirlerin çıkmaması olarak görülmektedir Bu üslubu özellikle “Encümen-i Şuarâ” şâirleri tercih etmiştir.

Bu dönemdeki klâsik şiiri içine düştüğü kısır döngüden kurtarma düşüncesiyle Encümen-i Şuarâ isimli edebî bir topluluk kurulmuştur. Yeninin gücü karşısında 1277-1278 yılları arasında süren bu topluluğun toplantıları, İstanbul’da

(15)

Hersekli Arif Hikmet Bey’in Lâleli’de Çukurçeşme’deki evinde yapılmaktaydı. Encümen-i Şuarâ, bir yerde toplanarak şiir ve edebiyat sohbetleri yapan, daha çok ortak bir zevki paylaşan, daha önce de birbirleriyle tanışan ve hemen hemen aynı kültür ve anlayışa sahip insanların bir araya gelerek oluşturdukları bir dost meclisi görünümündeydi. Bu meclise katılan şâirler şunlardır: Kadirî Şeyhi Osman Şems Efendi, Mustafa Eşref Paşa, Mustafa Refik Bey, Mehmed Lebîb Efendi, Koniçeli Musâ Kâzım Paşa, Hoca Sâlih Nâ’ilî, Üsküdarlı Hakkı Bey, İbrahim Hâlet Bey, Recâî-zâde Mehmed Celâl, Memduh Fâik Bey, Deli Hikmet, Sâlih Fâik Bey, Mustafa İzzet Efendi, Sadullah Râmî Bey, Mustafa İsmet Efendi, İrfan Paşa, Namık Kemal ve Ziya Paşa. Bir dost meclisi havası içinde olan Encümen-i Şuarâ topllantılarında okunan şiirler üzerine mübahese ve müzakereler yapılmıştır. Bu meclise katılan şâirler çoğunlukla Nâ’ilî, Nef’i ve Fehim-i Kadîm gibi şâirlerin şiirlerine yönelip o tarzda şiirler söylemişler, hatta onları okumayı tavsiye etmişlerdir. Bunun yanında onları eskilerden ayıran bazı özellikler de dikkat çekmektedir. Encümen-i Şuarâ şairleri arasında klasik şiiri bazı yönleri ile tenkit hatta tahkir edenler, eski şiire “nev-zemin” bir yol açmaya çalışanlar, şiirlerine gelenekte olmadığı şekilde başlık koyanlar, hece veznini, halk şiiri tarzını ve sade Türkçeyi benimseyenler, yeni konu arayanlar, özellikle siyasi-içtimaî konularla ilişkisi olan kavramları, hatta Fransızca birtakım kelimeleri kullananlar bile vardır. Bundan dolayı encümenin, daha sonra yenileşme dönemi edebiyatının öncüleri arasında yer alacak neslin edebi görüşlerini belli ölçüde de olsa etkilediği söylenebilir. (Geniş bilgi için bk. “Encümen-i Şuara” mad. TDV İslam Ansiklopedisi, c.XI. İstanbul 1995, s.179-81).

Bu devirde geçmiş asırlarda kullanılan nazım şekillerinin kullanımına devam edilmiştir. Ancak bunlardan bazılarında bir artış, bazılarında ise gözle görülür bir azalma olmuştur. Geçmişe oranla bu dönemde en az kullanılan nazım şekli “mesnevi” dir. Yine bu dönemde önemli kaside şâiri de yetişmemiştir. Özellikle bentlerden kurulu nazım şekillerinde olan artış dikkat çekmektedir. “Terci-bend”ler, “terkib-i bend”ler, “şarkı”lar ve çeşitli “tarih” kıt’aları bunlardandır. Bunlardan “şarkı” türünün en fazla örneğini Endurunlu Vâsıf

(16)

vermiştir. Vâsıf özellikle “muhammes” nazım şekliyle kaleme aldığı “şarkı”larıyla tanınmıştır. Sürurî ve Refî-i Kâlâyî ise en fazla “tarih” düşüren şâirlerdir. Eşref Paşa dönemin en fazla “kıt’a” yazan şâiridir. “Rubai”lerinin çokluğuyla Mahmud Celâleddin Paşa, “müseddes”lerinin çoğunluğu ile de Şeref Hanım dikkat çekmektedir.

Bu asırda geçen asırların aksine divanlarda yer alan gazel sayısında azalma, kaside sayısında ise gözle görülen bir artış olduğu görülmektedir. Bu dönem kasidelerinde, kasidenin bütün bölümleri sadece bir memduha sunulan “medhiye/maksud” kasidelerinde görülmektedir. Bunun dışında kasidelerin bütün bölümlerini içeren tam bir kasideye oldukça az rastlanmaktadır. Özellikle tevhid, na’t, münacat gibi dini konuların ağırlıklı olduğu türlerde, kasidenin yalnız iki bölümünün, “maksud” ve “dua”, bulunması neredeyse genel bir kural halini almıştır. Kasidenin medhiye bölümünün, “maksud” bölümü ise her zaman övgü amacı taşımayıp türe göre değişik amaçlara yönelmiştir. Bu dönem şairleri Memduhlarını övmek için daha fazla gerçekçi sebeplere yönelmişler ve Memduhlarının vasıflarını daha realist olarak ele almışlardır.

Bu yüzyılda kasidelerin şekil açısından değişik kullanımlarına da rastlamaktadır. Meselâ, bazı şâirler kasidelerine “kâside-i mesnevi” veya “kıt’a yollu kaside” gibi isimler vererek kasidenin bir edebi tür olarak algılanmasına yol açacak insiyatiflerde bulunmuşlardır. Yahut da kasideyi medhiye konusuyla özdeşleştirmişlerdir. Yine bu dönemde kasidelerde kullanılan Türkçe başlıklar diğer yüzyıllara göre artmıştır. Başta Nef’i’nin kasidelerine olmak üzere birçok nazire kaside yazılmıştır. Ayrıca Arapça’dan Türkçeye çeviri kasidelere de rastlanmaktadır.

Bu asırda kasideler tür açısından çeşitlilik gösterdiği gibi içerik açısından da bütünlük göstermektedir. Hürriyet kasidesinde olduğu gibi bir kavramın yüceltilerek Memduh yapıldığı veya siyasi amaçların işlendiği kasideler de vardır. Ancak bunların sayısı sanıldığı gibi XIX. Asır kasidelerini temsil edecek kadar fazla değildir. Bu tür kasidelerde “hürriyet, milliyet, vatan, istiklal” gibi

(17)

önceki yüzyıllarda pek rastlanmayan kavramlar işlenmiştir. Buna göre XIX. Asır kasidelerinin üç mecrada geliştiğini söyleyebiliriz:

a. Klasik kaside geleneğini aynen devam ettirenler.

b. Klasik kaside geleneğini şekil açısından devam ettirip içerikte büyük değişiklik yapanlar.

c. İçerik açısından tamamen yeni bir anlayışa yönelenler.

Bu asırda birinci ve ikinci sırada yer alan anlayıştaki kasidelerin çoğunluğunu oluşturmaktadır (bk. İsrafil Babacan, XIX. Yüzyıl Türk Edebiyatı’nda Kaside Nazım Şekli (Şekil ve İçerik), Gazi Üniversitesi, Yüksek Lisans tezi, Ankara 2001, s.76-77).

Bu dönemde de geçen asırda olduğu gibi çok sayıda şâir yetişmiştir. Bunlardan bir kısmının günümüze ulaşabilen divanlarının sadece İstanbul kütüphanelerindeki yazma nüsha sayısı 114’tür. Ayrıca bu dönemde matbaanın yoğun olarak hayata girmesiyle birçok divan da neşredilmiştir. Yine zihniyet dünyasındaki değişimin bir göstergesi olarak, kadın şâirlerin sayısında görülen büyük artış dikkat çekmektedir. Bu rakam geçen asırlarda birkaç hanım şâirle sınırlıyken, bu dönemde yirminin üzerindedir. Bunlar içerisinde en dikkat çekenleri Şeref Hanım ve Leyla Hanım ve Adile Sultan’dır. Bu dönem edebiyatında dikkat çeken hadiselerden biri de Verne adlı bir Fransızın kendi kendine öğrendiği Türkçe ile henüz 14 yaşındayken basılacak bir divançe (Hayriye S. Köktürk, Charles Werne Dîvânı, Yüksek lisans tezi, İstanbul Üniversitesi, 1998) oluşturacak sayıda şiir söylemesidir. Bu durum Türk Kültürünün Avrupa’daki yansımalarının bu dönemde de devam ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Verne Hristiyan olmasına rağmen, şiirlerinde özellikle İslâmî terminolojiyi elden geldiğince başarıyla kullanmıştır. (Bk. Ahmet Atilla Şentürk, Osmanlı Şiiri Antolojisi, İstanbul 1999, s.649-51). Klâsik kültürü besleyen kaynakların hâlâ devam ettiğini gösteren şâir kadrosundaki bütün bu fazlalığa rağmen, üslup sahibi yahut geçen asrın ikinci derece şâirleri ayarında bir şâir yetişmemiş ve doğal olarak da ortaya mükemmel eserler konulmamıştır. Bu dönem eserleri, genellikle derinlikten, incelikten, titizlikten ve âhenkten mahrum, içi boş kelimelerin dizilmesinden oluşan

(18)

vezinli-kafiyeli manzum söyleyişler görünümündedir. Tasavvufun bu dönem şâirleri üzerinde de etkisi devam etmiştir. Başta Mevlevî dergâhı olmak üzere Nakşibendî ve Celvetî dergâhları şairlerin feyiz aldıkları mekanlar olmuştur. Dönemin önemli şâirlerinden İzzet Molla, Yenişehirli Avnî, Şeref Hanım, Pertev Paşa ve Aynî “Mevlevi”; Adile Sultan, Arif Hikmet ve Osman Nevres “Nakşbendî”; Musa Kâzım Paşa ise “Celvetî” tarikatına mensuptur. Bu asırda sultanlardan sadece II. Mahmud edebiyatla uğraşıp Adlî mahlasıyla şiirler söylemiş ve çeşitli besteler yapmıştır. Dönemin şairleri, genellikle üstat olarak nitelendirilen şâirlerin izinden giden ve taklit ve tekit seviyesinde kalan nazire şâirleri olarak dikkat çekmektedirler. Bunlar arasında eserleri gerekli dikkat ve titizlikten yoksun olmakla birlikte çağdaşları arasında meşhur olmuş, nazım ve nesri devrinde kabul gören güçlü isimler de yetişmiştir.

(19)

1. BÖLÜM: FEVZȊ-İ BAĞDADȊ HAYATI, EDEBİ KİŞİLİĞİ

1.1. Hayatı

Fevzi-i Bağdadi hakkında edindiğimiz bilgiler, Şehribanlı’nın hem Türkçe asli ve hem de Arapça ’ya çevrilen Tezkiresiyle Resul Havî’nin Devha’sına

dayanmaktadır. Çalışmamızda yer alan şiirleri ise şairin yaşadığı zamandan az sonra yazılan yerli cönklerden derlenmiştir. Bunlardan var redifli gazeli 17 Nisan 1957 tarihli Kerkük gazetesinde de yayımlanmıştır.

Mehmet Emin Fevzî, arzuhalci Ali Efendi’nin oğludur. Ali de Abdullah adında bir kişinin oğlu olup saray kapısında arzuhalcilik yapmakta, fıkıh ve feraiz ilminde mahir bilgin bir kişiydi. 1233 Hicrî yılında yetmiş yaşında ölmüştür.

Kerkük Şairleri kitabında Fevzî’nin esas memleketinin Kerkük olup, Bağdat’ta dünyaya geldiğini bu yüzden bazı şiir mecmualarında Fevzî-i Bağdadî diye anıldığından bahseder. Hatibi Tezkiresinde ise Fevzi’nin Bağdat’ın Bihişt-Abad kentinde doğduğu bahsedilir. Nereli olduğu konusu hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Arapça ve Farsça ’yı tahsil görüp daha sonra

başkalarını okutmaya başlamıştır. Türkçede ün yapmış bir münşi sayılırdı. Saît Paşa’nın Bağdat valiliği sırasında masrafhane kâtibi olmuş, Davut Paşa

zamanındaysa hazine kâtipliğine atanmıştır. Ölet salgınının 1246 Hicrî yılında belirlenmesine değin bu vazifede kalmıştır. Ali Paşa zamanında tekrar

masrafhaneye dönmüştür. Bağdat gümrükçüsü Abdulkadir Paşa’nın her gün

konağına giderek Ahmet Efendi’ye Farsça dersler vermiştir. Necip Paşa’nın valiliği sırasında H. 1258(1842-Hicri 1264/M.1848) altmış iki yaşındayken vefat etmiştir.

Kerküklü Resul Hâvî’nin Devhat-ül-Vüzerâ kitabında belirtildiğine göre 1235 Hicrî yılında Davut Paşa’nın oğlu Dursun Yusuf’un sünnet düğünü törenlerinde Paşa’nın huzurunda şair Fevzî tarafından okunan parlak bir manzume Davud Paşa’nın hoşuna gitmiş ve takdirini kazanmıştır.

Divan edebiyatına bağlı olan Fevzî şiirlerinde Kerküklü Esat Naipoğlu’nun etkisi altında kalmıştır. Esad’ın şiirlerine birçok nazireler yazmış ve

(20)

bazı şiirlerini tahmis etmiştir. Kerküklü Şeyh Abdurrahman Hâlis’e de peyrevlik etmiştir.

1.2. Molla Ali Efendi-i Nusret

Merhûm, aslen ve vatanen Bağdâdî Abdullâh’ın oğludur. Edebiyat

konusunda bilgi sahibi olmasına rağmen o arzuhalcilik taifesine yetinmiş ve hayatın zorluğuna istiğna etmişdir.

نقورقف ىوربا ام ميرب يمن تعا

1تسردقم ىزور هك وگب هاشداپ اب

Latif kelimeleri anber kokulu dil-rüba istiarelerle beraber, edatlarla dolu, Nazm- Süreyya nizamında güzel ve değerli, süslü ve manalı şiirler yazmıştır.

Āsûde-i sevâid-i ümmühât-ı belâğat ve kılâde-i sudur-ı benât-ı belâğat olmaya çesbân işbu leâlî-âsârı kilk-i dür-feşândır:

Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün Bir kemân-ebrû güzel bir serv-i gül-nâzım geçer Serv boylu müşg-bû bir böyle tannâzım geçer

Çok beni âzürde kılma yoksa kim dâd eylerim /128a/Aşk sultanına öz hâlimce hem-nâzım geçer

Bî-nevânım ben bugün buldum benimçün hoş-nevâ Buselik vakti sabâ uşşâka şeh-nâzım geçer

Târ-ı zülfün yâd idüp gâh ağlarım gâh sızlarım Şeb seher tâ sübha dek bu nev’ ile sâzım geçer

Nusretâ ol şuha te’sir eylemez âhım benim Çenber-i eflâkden âh ile âvâzım geçer

1 “Biz fakrın ve kanâatin şerefini ayaklar altına almalıyız. Padişaha de ki: Bunlar da belli zamana

(21)

Nusret mahlasıyla erbâb-ı maârif arasında meşhûr olmuş. Ammâ bâlâ-yı ahvâli kıbâ-yı gınâdan mücerred ve hânçe-i devletden hırmân ile

müstemend idi.

Çıkdı bir nîm-ten kadd-i bülend himmete Atlas-ı gerdûnu birkaç kerre tahmin itdiler

Altmışdokuz sene dükkançe-i cihânda arz-ı hâl-i zindegânî olup, 1233(1817) senesinde kırtâs-ı hayâtı burîde-i mıkrâz-ı memat oldu.

بلطم نان و اردب نودرگ هناخ زاورب ارنامهم دشگن رخاب هساك هيس نيا

1.3. Edebi Kişiliği

Adı geçen, Nûn harfinden zikredilen Bağdâdî Nusret Molla Ali’nin mahdumu Fevzi, Bağdât’ın Bihiş-âbâd kentinde doğmuştur. Irak şairlerinden kinayeli şiir söyleyen, nazımda benzerlerinden üstün olan, anlam bakımında Sâbit ü Rûhî, hayallerinde Râğıb u Nef’i ondan sönüktür.

Lücce-i fehm ü hüner bahr-ı muhit-i ma’rifet Safha-i kalb-i latîfî hep likânın defteri

Şiir yazma konusunda endişe duymadan şiir yazacak kadar yetenekli bir şairdir. Kelime ve anlamda her zorlu düğümü, mutluluk nefeslerini, sayısız öğrenciyi ve süslü bahçeleri muradına erdirmiş, benim gibi(Hatibi) hakîr ve yeni yetişen temiz öğrencilerinin ednâsı olmakla ki onlar şiir kadehlerini idrak ettikleri vakitte, (ben Hatibi)devr-i cam-ı ihsânları ancak o zaman halime yakışır hale gelmişdi.

Ne diyeyim bilmem! Tahmîsâtında kelimelerin birbiri ile olan uyumunu tavsif eyleyemem. Veyahûd tasannu ile dolu kasidelerini, tarihlerini, gazellerini tarif eyleyeyim. Dîbâce-i menkabet-i Hazret-i Veliyyü’n-niamî’de beyân olunduğu üzere yüce köşkler, hükümdarlık hayalinin çardağından söz gelini

güzelliğini gösterir, ya’ni işbu latif manalı gazeli tahmis etmiş: Fâʽilâtün/ Fâʽilâtün/ Fâʽilâtün/ Fâʽilün Dâimâ dünyâ kimi mesrur u handân eylemiş

(22)

Devlet-i te’bîd ile zî-şevket ü şân eylemiş

/93a/ Kimsenin zann itme kim re’yiyle devrân eylemiş Her kimi kim çerh-i gerdün dehre sultân eylemiş

Âkibet anı karîn-i ye’s ü hırmân eylemiş

Ger beka mülkün dilersen yapmağa ey ehl-i dil Levh-i dilden nakş u eyvân-ı safâ levhini sil Ol binâ âhir yıkılır kim ola bünyâdı kül

Her yıkık kim var bu köhne deyr içinde şöyle bil Bir sikender mülküdür devrânı vîrân eylemiş

Kâmet-i ra’nası irdikde kemâl ü haddine Servler âzâd iken kul oldu ânın kaddine Perde-dâr idi hicâb-ı rûyu gözler seddine Ol perî-rû kim nazar irmezdi ânın haddine Anı dehr-i bî-vefâ hâkile yeksân eylemiş

Behre-yâb-ı fazl u irfân olan erbâb-ı fünûn Gûşe-i hayretde kalmış fâkadan zâr u zebûn Dehr-i hânından nasîbi olmuş anın eşk-i hûn Sanma danişmendedir meyl-i sipihr-i nilgûn Nice dânâyı hamûl-i bâr-ı nâdân eylemiş

Temşiyet-yâb-ı umûr-ı kâinât için Hudâ Kimini şâh-ı cihân itmiş kimin itmiş geda Çerh-i gerdânın ne dahli var bu sun’a Fevziyâ /93b/ Adet olmuşdur itâb-ı çerh yoksa Hâkimâ Hâlık-ı çerh hikmeti hükmünde pinhân eylemiş

(23)

Hazret-i Veliyyü’n-niamî’nin devha-i tab’ı olan işbu müfred gazeli tahmis etmiş:

O şâh-ı hüsne kim menzil-geh olmuş ana zîr-i leb(?) Şarâb-ı şerbet-i çâh-ı zekândan aluben meşreb Gümüş ma’den boğazından seğirdip tevsen-i matlab Suğûr-ı hüsn-i teshîrine ol tüffâha gabgab

Çıkup Rûmî hudûdundan Kızılelma’ya girmişdir

Fuzûlî merhûmun dahi nevâdirinden olan işbu müşkil ve endişe-muhtâc gazel-i belâğat-imtizâcını güzel tahmis edip, ba’zısı budur:

Mefāʽilün Mefāʽilün Mefāʽilün Mefāʽilün

Dehânın mîm-i ma’nâdır tekellümde makâl üzre Ham-ı zülf-i siyâhın cimdir san kim cemâl üzre Kenâr-ı cûy-bâr-ı devha-i nâz ı dilâl üzre Nihâl-i servdir kaddin kaşın nûn ol nihal üzre Misâl-i nokta-i nûn hâlin ol müşgin hilâl üzre

Sorarsan hâlimi hâtır mükedderdir gönül gamlu İdüp çeşm-i terim nem olduğun merdümler bellü Ne vechile derûn-ı sînede zahmım kalur gizli Zülâl-ı hûn-ı dildendir gözüm peymânesi memlû Habâb altındadır ol nokta kim korlar zülâl üzre

Kad-i serv-i revânı istikâmetde mukim itmiş Kelâm-ı Fevzi dânâyı mânend-i kelîm itmiş

/94a/ Zebân-ı rast-gûy kilk-i mevzûnun dü-nîm itmiş Fuzûlî’nin tarîk-ı nazma tab’ın müstakîm itmiş

(24)

Nihâl-i kâmetin kim bir elifdir i’tidâl üzre 1240 (1825) senesinde pâdişâh’a denk olmasın, âlim-i kün-fe-kân ve âlemin ve varlığın hallerini atfedilmesi, bu tembel ömürde bilgin, deyiş yerinde ise fıkra-i lâ yüs’el ammâ yef’al(soru sormadam yapıyor) –yüce şanı ve bol ihsanı- hazretlerinin fermân-ı şeriflerinin yerine getirilmesi ile, tennûr-ı tufân cûşişiyle Dicle suyunda ortaya çıkan hârıkulade eseri, Bağdat şehri gibi askerlerle kuşatan ve ihtiva edip, Bağdat’ta ikamet edip yaşayanların tamamı hüzünlü olmuşlar iken hükümdar olan İskender himmeti ve (Süleyman peygamberin veziri) Asaf’ın yüce kudret, huylar toplanmış Hazret-i Veliyyü’n-niam Efendimizde, (onun) gelişi ile ol Ye’cuc-ı belâ ve Me’cûc-ı belvâyMe’cûc-ı def etmiş buyurduklarMe’cûc-ında bu nadide vakMe’cûc-ıa ve duyulmamMe’cûc-ış zikredilen bu kaside-i ferideyi içen alan nazım itmekle, uzun olsa da bir müfredini geçmek revâ olmadığından mecmûu nakş olundu:

Mefāʽilün Mefāʽilün Mefāʽilün Mefāʽilün Yine hamd ü senâ olsun Cenâb-ı Hayy u Sübhân’a Ki eyyâm-ı mihen-âvân-ı dehşet irdi pâyâna

Sihâb-ı seyl-bâr lutf-ı Bârî sahn-ı Bağdâd’ı İdüp lebrîz-i feyz-i merhamet mânend-i peymâne

Tulû’-ı keştî gibi âmâde-i gark-âb iken Zevrâ Yapışdı Hızr-ı tevfîk-ı ilâhî dest-i sükkâna

Mizâc-ı âba bir dürlü fesâd olmuşdu müstevlî 94b/ Ki hadd-i i’tidâlinden geçip ser çekdi tuğyâna

Sanırsın kuş kapar hiddetinden(?) cümle murg-âblar Sadâ-yı savletinden kaçdılar kûh ile yabâna

(25)

Değildir Dicle bünyâd-efgen ârâm u râhatdır Salardı şiddetinden lerze-i haşyet dil ü câna

Değildir mevc-i zencîrek sürer dîvâne meşrebdir Hevādan mest olup Mecnûn-sıfat düşmüş beyâbâna

Kenârında olan bünyânı hep yıkdı harâb itdi Hazân faslı gibi âdet-ger oldu bâğ u bustâna

Fesâda virdi mahsûlünü dih-gân u reâyânın Nasîb-i müstemendânı havâle itdi hırmâna

İhâta itdi şehri ser-be-ser bahr-ı muhît oldu Kodu zencîr-i emvâcıyla şehri sanki zindâna

Berâ-yı hırz-ı cân hızbu’l-bahr ed’ıyyesi dâim Hulûs-ı sâf ile vird oldu ehl-i din ü îmâna

Umûman böyle müstağrakdı bahr-ı fikrine her kes Çalardı dest ü pâ girdâb-ı hayretde ğarîkâna

Bu tûfân-ı pür-âşûb bilâ tedbir def’ında(?) Müşîr-i memleket edâ idüp re’y-i hekîmâna

Der-i deryâ-yı devlet Hazret-i Dâvud Paşa kim Mümâsildir kef-i cûd u atâsı ebr-i nîsâna

(26)

Ki feyz-i ilm u fazlı irdürür Āl-i Osman’a

Hükûmet bahrı içre lenger-endâz-ı hilâfetdir Bu hod su gibi rûşendir nazar kıl nass-ı Kur’ân’a

Felâtun-ı fetânet kulzum-ı bî ka’r-ı illetde Müşâbihdir leb-i huşk ile durmuş âb-ı cûyâna

Tarâvet virdi bâğ-ı adl ü dâda âb-ı şimşîri Binâ-ı hâne-i bağy u fesâdı itdi virâna

Tecessüs itse gavvâs-ı hıred teyyâr-ı âfâkı Anın tek gevher-i ferdi getirmez dest-i imkâna

Safâ-yı neş’e-bahş-ı selsebîl-i menhel-i lutfu İbârât-ı selîs işrâb ider tab’-ı suhendâna

Çıkup bi’z-zât bend-i sedde ol İskender-i devrân Açıp dest-i duâyı dergeh-i Feyyâz u Yezdân’a

2 ( ءاَملْا َضيِغ َو) nehri reşhasından itdi istirşâh

Hamûd-ı âteş-i fevvâre-i tennûr-ı Tûfân’a

Birûn-ı şehrde teşyîd ü istihkâm içün seddi İdüp fermân-ı âlî şeyh ü şâb u rükn ü a’yâna

Habâb-âsâ kıyâm itdi kıbâb ile hıyâm ol kevn

2 11.Hûd Suresi, 44.âyet.

(27)

Çıkup ehl-i vilâyet imtisâlen emr ü fermâna

Umûmen dâmen ile nakl-i hâke oldular der-kâr /95b/ Hasîr ü bûriyâ ile anı te’sîs ü bünyâna

Türâb ile teyemmüm eylemek vâcip idi her kim Kenârına gelip itse nazar ol bahr-ı ummâna

Hudûs itmişdi bir hâlet garîb u hârık-ı âde Nazîr ü misli mesnû olmamışdı gûş-ı pîrâna

İki mâhı tecâvüz itdi tûl-ı müddet-i meksi Olup bin ikiyüz kırkıncı sâlinde bu efsâne3

Yüzü ağ olsun etbâın dahi hem itdiler icrâ Hukuk-ı ni’met ü nânı kemâl üzre gayûrâne

Ne dürlü itmesünler hakk-ı nân u ni’met icrâsın Kamu müstağrak olmuşlardı bahr-ı lutf u ihsana

Husûsan masraf-ı sâhib-şeref erbâb-ı himmet kim İdüp ihlâs ile masraflık ol destur-ı zîşâna

Sadâkat sarf idüp hizmetde kesb-i âb-rû itdi Bu vechile ser-efrâz oldu ol emsâl u akrâna Fureyhâ’nın yukarısında nehr-i Dicle-i uzmâ Şikest olmuşdu ol yirden sular çıkmışdı cevlâna

3 1240 (1824-25) senesesi.

(28)

Refâh-ı âm içün teşmîr-i dest-i i’tinâ birle Cebîre bend olup ol rahne-i meksûre merdâna

Hıdîvâ âsafâ deryâ nevâle ma’dilet-peymâ Vücûḍ-ı âlem-âsûdun sebebdir emn ü âmâna

/96a/ Sen ol şemsü’l-maârifsin ki nûr-ı mihr-i irfânın Bağışlar burc-ı şöhretde ziyâ mâh-ı dırahşâna

Fesâd-ı âlemi re’y-i sedîdin eyledi ıslâh Mevâdd-ı ratb-ı pür-ızrârı ref itdin tabîbâne

Mesîh ü himmet-i sa’yin hayât-ı tâze-bahş oldu Zülâl-i çeşme-sârı zindegîden dest-i şûyâna

Nühüfte bir belâ-yı nâgehânî hâdis olmuşdu Velî hayr ile geçdi çok şükür dergâh-ı Yezdân’a

Nidâ-yı (ىِعِلْقَأ ءاَمَس اَي)4‘den müjde-res geldi

Yubûset irdi (ىِعَلْبا ض ْرٔا اي) 5 den âb-ı çûşâna

Gamâm-ı gam hevâ-yı hümmetinden münkeşif oldu İrişdi Dicle’nin sermâyesi ser-hadd-i noksana

Ol esnâda mukarrer müjdesi dahi zuhûr itdi

4 “Ey yer! Suyunu yut.” (11.Hûd Sûresi, 44.Ayet) 5 “Ve ey gök! Suyunu tut.” (11.Hûd Sûresi, 44.ayet)

(29)

Temevvüc eyledi deryâ-yı tevcîhât-ı şâhâne

Sürûr oldu dü-bâlâ âleme vird-i zebân oldu Hulûs eyle duâ-yı devlet-i ömr-i hidiv-âne

Kemîne bende hem yenbû’ı tab’-ı pür-surûrumdan Sorarım bir nihâl-i şi’r-i nev-hîz-i zarîfâne

Sakın aldanma ey dil rûy-ı âl-i la’l-i cânâna Düşersin âkıbet bu âl ile çâh-ı zenahdâna

Ser-i kûyunda hâk-i pâyine yüz sürmeye her dem Akar seyl-i sirişkim câ-be-câ cû gibi her yana

/ 96b/ Kızardı reng-i gül ğark-ı gülâb oldu hacâletden Seher ol la’le-ruh itdi çün seyr-i gülistana

Midâd-ı hûn-ı dilden suret-i reng-i ruh-ı alin Yazardım çeşmime ammâ yazılmaz kân ile kâna

Gören bu şîve-i reftâr ile bâlâ-yı mevzûnun Çemende eylemez meyl-i nazar serv-i hırâmâna

Yine giryân u pâmâl itmeye çeşm-i dil ü zârı Süvâr olmuş semend-i izz ü nâza şeh-levendâne

Ne hoşdur bûse almak Fevzi la’l-i âb-ı dârından Leb-a-leb olmuş iken âlem âb ile mestâne

(30)

Kelâmı muhtasar kıl sıdkıla hayr-duâ eyle Virir acz u melel tûl-ı kelâmın ehl-i irfâna

İlâhi safha-i rû-yı zemînin âb-ı enhârı Cihanda câri oldukça riyâz-ı ıyş insana

Safâ-yı hâtır eyle sadr-ı vâlâ-yı vezâretde Ola ahkâm cârî emri nâfiz çerh-ı gerdâna

Gül-i bâğ-ı nezâket Yûsuf-ı Mısr-ı necâbet hem Ki oldur mîve-i bâğ-ı dil ol düstûr-ı devrâna

Baîd olsun nevâyib gevher-i zât-ı şerifinden Ola mahfûz-ı hıfz-ı lem-Yezel ol dürr-i yekdâna

لاسلس اهرهنءام ةضور نوزوم اهريط عجس ةحود

/97a/ sözü geçen kişi hakkında, kalenin içinde yeni inşa edilen irem bağı gibi ve Firdevs bahçesi gibi Hazreti Veliyyü’n-niamî’nin gönül açan kapısında latif tarih yazılmış, nadir eserlerindendir.

Mefāʽilün Mefāʽilün Mefāʽilün Mefāʽilün

Ne zîbâ gül-şen-âbâd u ne hoş gül-zâr-ı ra’nâdır Heman geşt ü güzâr u vaz’ı kilkeşt-i Mûsâllâdır

Çekilmiş sîm-cedvel gibi etrâf-ı gülistâna Anın enhâr-ı sâfı kim safâ ile mücerrâdır

(31)

Nihâl-i ravza-pîrâ-yı hilâfet vâlî-i Zevrâ HItâb-ı izzet ile mazhar-ı 6(اَنْل

َعَج اّنِا) ‘dır

Teferrüc itmeğe sun’ı Hudâ-yı anı tarh itdi Garaz bâğ-ı cihandan bildi çün seyr ü temâşâdır

O sırr-ı bâğ-dâdın itme Yâ Rab sâyesin zâil Ki zıll-ı re’feti ehl-i Irâk’a râhat-efzâdır

Sezâdır dinse Fevzî heşt-bihişt ile ana târih Bu gül-zâr-ı cedîd inşâ iden Dâvud Paşa’dır

7رداشاپ دواد نديا اشنا ديدج رازلگ وب

Saray-ı Enderun’da vâki olan, güneşten daha parlak, cennetin Firdevs evleri ona gıpta etmiş, herkes tarafından kabul gören, yüksek rütbeli olan, hükümdarın güven yeri, vezirin huzur ve ilim yeri ve kutsal bağın aynası vasfında her mısrası son parlak güneş bir tarih olmak üzere bu birkaç müfredi en eksik hüner ve eserindendir.

Mefāʽilün Mefāʽilün Mefāʽilün Mefāʽilün

Zihî kâşâne-i ra’nâ ferah-âbâd u feyz-âsâr

/976/ Ki tesdîd-i binâ medhine oldu hem kalem mi’mâr

Ana her mısra’-ı sânîde bir târih tarh itdi Bu tarz ile münakkaş idüp anı kilk-i mînâ-kâr

6“Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık.(38. Sâd Sûresi, 26.ayet) 7 Bu mısradaki hesaplamadan 1227 tarihi çıkmaktadır.

(32)

Bu kâh-ı pür-safâ sahn-ı sarâyın âb-ı rûyudur Cilâlanmış cilâ ile ser-â-pâ hep der ü dîvâr

Husûsan Hazret-i Dâvud Paşa’nın vücûduyla Muâdâya nûrun alâ nûr oldu cevher-vâr(?)

Revâk-ı kadr u tâk tâkat Kisrâyı kesr eyler(?) Berâd-ı ney cünbüş-i ebrûyla bu âlem-i dâdar(?)

Hilâfet-gâhının nakşı ola ( َكاَنْلَعَج َاّنِإ) 8

Semâ kasrında oldukça kevâkib sâyir ü devvâr

Ne hoş Dâru’s-safâ itmiş vezâret bezm-gâhında Hevâsı dil-keş ü bezmi safâ-efrûz u pür-envâr

Bu üslûb ile kasr-ı cennet-i hulde mümasildir Binâda üstüvâni serv-i sîm-endâm u revnak-bâr

Safâ-yı âb u tâbı âb-ı rûyun pür-safâ itmiş Bu yüzle âb-ı Dicle yüz urur dîvârına her bâr

Makam-ı çâr-gâhı râhatu’l-ervâh idi lâkin Dügâhı can-perver ya’ni ki ol nev-rûz ile ayar

Nigeristânı Çin’in ana teşbîhi Hatâ’dandır Bunun̄ mirât-ı câm oldu tılâ-dûzu anın jengar

(33)

Nukûşuna nazarla reng-i nakş suret-i Mâni /98a/ Heyûlâ olmaya hâl-i sükûtu eyledi ikrâr

Mücellâ câm-ı Cem’dir yoksa mir’ât-ı Sikender’dir Bu bezm-i kuds-gâhı eyledikde Fevzi istifsâr

Miyânın çıkarub hâtif nevanın söyledi târih Mahall-i mesned-i Dâvud Paşa oldu bu tâlâr

9 رلاات وب ىدوا اشاپ دواد دنسم لحم

Merhûm, Nedîm-i nükte-dânın gazeline iş bu nâzire-i dil-rübâyı tarh eylemiş:

Mefāʽilün Mefāʽilün Mefāʽilün Mefāʽilün

Hevâ-yı bûy-ı zülfüñ kim ser-i şeydâya girmişdir Hayâliyle süveydâ-yı dilim sevdâya girmişdir

İder geh terk-i çeşmi geh nigâhı sabrımı yağma Bu hâl ile perişân ḫâṭırım gavgâya girmişdir

Niyâz almak değil uşşâka belki nâz hem ṣatmaz Bu bî-pervâ bugün bâzâr-ı istiğnâya girmişdir

Kemân u tīr ile ıklim-i hüsn itmege teshîr Saf müjgânları ebur-yı ʽanber sâye girmişdir

(34)

Görüb bu renk ü âb tâb ile ruḫsârını ṣahbâ Ayağa düşmeden evvel varub minâya girmişdir

Miyān-ı Çīn zülf-i mis̠k-i sâde noḳṭa-i ḫāli Misâl Hindu-yı Keşmîr der şehbâye girmişdir

Dil-i ʽuşşâḳı zülfünden perişân eyleyen şâne Yine bir muʾtarıż cümle gibi araya girmişdir

Dürer-i naẓmında Fevzī pey-rev olmağla Nedimâ’ya /98b/ Bu şi’r-i dil-keşi rengin edâ imlâye girmişdir

Peyrevlik ile zikredilen gazeline bu fâkir (Hatibi) dahi işbu meâli olmayan gazeline tanzîr ve terkim eyledim:

Mefāʽilün Mefāʽilün Mefāʽilün Mefāʽilün

Gönül Leylâ-yı zülfün seyr idüp sevdâya girmişdir Hulâsa suret-i Mecnûn-ı bî-pervâya girmişdir

N’ola ol meh-cebînin tutsa mihri çerh u âfâkı Büt-i reşk-i cemâli mihr-i Pertev-zâya girmişdir

Meşâm-ı cân u dil bâd-ı sabâyı intizâr eyler Ki şâyed kûy-ı dil-dâr-ı cihân-ârâya girmişdir

Temâşâya bulur mu hüsnüne ehl-i nazar fırsat Saf-ı müşganları tîr-i kazânın yaya girmişdir

(35)

Nihân olmak ne mümkün arzû-yı la’li sînemde Şarâb-ı neş’e-bahş-ı nâbdır mînâya girmişdir

Hezârân mürde-i sad-sâleyi ihyâ eder nutku Lebinden bir eserdir mu’ciz-i İsâ’ya girmişdir

Komaz gelsin miyâna hâl-i müşgîni hakem olsun O tîğ-ı ebruvânî hayliden gavgâya girmişdir

Sarîr-i hâmemiz eyler Hatîbî bülbülü hayrân Ki peyrevlikde bezm-i Fevzî-i dânâya girmişdir

Fârisîde dahi şekerden daha tatlı ve a’lâ tahmisleri ağızlarda şöhret bulmuş bazıları: ركتمارم مك مشچب ابهص شكاي رد منم رواب نكم مماج هداتفا بارخ ىمد ددوج رسزا نم شوه هتفرن هراپكي هك نك رپ حدق ردكم نمز ىقاس مراد ىروعش كدنا زونه budur: ار ىلاخ ماج نيا نك فيلكت دوخ تسم مشچب Diğer: دزادنا هنحر رگ نابز غيت افج زا ار ىلد دزاونبرابدص رگا دوخ شمايتلا دشابن زادرپ تحص ىمه رماب مخز شمخز وج دزايمغ هن مهرم چيه ارنابز مخز ىنغ دزار نابز مخز تيصاخ نابز مخزركم

Şöhretin olgunluğu ve sesi insanlarında kulaklarına duyulmaya başlayınca, ىرادن ىروتسم بانود وكين

(36)

10درآربرس نزور ز ىدنب شرد

İnzivada kalması mümkün olmayıp, adının parlaklığı tek başına tulû itmekle Said Paşa-ı merhumun vezirliği zamanında masrafhane kâtibi ve haliya Hazret-i Veliyyün’niami’de hazine kâtibi olmuş, Fevzi Galip Efendi’nin elinde kitabet hizmeti ile yetişmiş.

Bu kadar bilgiliye mazhar ve adab u hüner sahibi iken iddiada bulunmamış dehan-ı halini bozmamış, tevazu sahibi ve hayr-endişe, harabat ehli ve letafet sahibi olmuşdur.

سبو دنرخيم ىلد هتسكشام هاررد

11تسرگيد هار نآزا ىشورف دوخ رازاب

Fâiz-i sermâye-i maârif ve hâyiz-i hamîre-i letâif olduğundan Fevzî mahlasıyla meşhûr olmuş.

BÖLÜM 2: FEVZİ-İ BAĞDADİ ŞİİRLERİ’NİN İNCELENMESİ

2.1.Şiirlerin Şekil Özellikleri

2.1.1.Tertip Şekli

Mürettep bir divanda: 1. Kasîdeler, 2.Tercî-i bend, Terkib-i Bend, 3. Küçük Mesneviler, 4. Tarihler, 5. Musammatlar, 6.Şarkı, 7.Gazel, 8.Mukatta’ât (Rubâi, kıt’a, dü-beyt vb), 9.Müfredât (Müfredler) bulunur. Genellikle bu şekilde düzenlenmesine rağmen bazı nazım şekillerinin tertibi sırasında farklılık olabilmektedir. Özellikle 19.yüzyıl divanlarında şekilde ve içerikte şahsi tasarrufların arttığı, dolayısıyla mürettep divan usulünün dışına çıkıldığı görülür. Elimizdeki eserin başında Fevzi-i Bağdadi divanı denilse de bir divan olmayıp, yerli bir cönkte şiirleri derlenmiştir. Fevzi-i Bağdadi Şiirleri adlı eserimizin tertip şekli şöyledir: 1.Kaside, 3.Gazel, 4.Musammat (Tahmis).

10 “İki şey vardır ki örtülü olmaz. Onları kapıdan kovarsan pencereden girer.”

(37)

2.2.AHENK

2.2.1.Vezin

Fevzi-i Bağdadi’nin şiirlerinde 90 manzumede 5 farklıaruz kalıbı kullanılmıştır. Kullanılan aruz kalıpları ve sayıları şunlardır:

Fāʽilātün Fāʽilātün Fāʽilātün Fāʽilün:47 Feʽilātün Feʽilātün Feʽilātün Feʽilün: 7 Mefāʽīlün Mefāʽīlün Mefāʽīlün Mefāʽīlün:24 Mefʽūlü Fāʽilātü Mefāʽīlü Fāʽilün: 3

Mefʽūlü Mefaʽilü Mefaʽilü Feʽūlün: 9

Şiirlerinde vezin yönünden baktığımızda çok titiz davranmadığını görüyoruz. Şiirlerinde tespit ettiğimiz birçok vezin kusuru vardır. Vezin kusurları ve vezinle ilgili bazı unsurlar aşağıda gösteriyoruz:

Bir pādişāh-i ʽAdl [ü] Ḥakemdir ki yoḳ anın̄ Dergāh-ı raḥmetinde farḳ-ı şāh ile gedā12(s. 7115)

Ḥayretdedir kemālini bilmekde ʽaḳl-i küll

Dem-bestedir cemāl vasfında ūli’n-nühā13(s. 7115)

Fevzī gibi şeydā olup var iştiyāḳları14

Āb-rūna rū-yı alın̄a meh-tāb [u] āf-tāb (s. 7120)

Nevā-yi nāy-ı kilkim naʽme-i uşşāḳ ile Fevzī

Éder taḥrīr-i ḥarf-i ʽışḳ-ı āteş-bāddan15 feryād (s. 7129)

12 Bu mısrada vezin bozuktur. 13 Vezin “Sıfatında” okunursa düzelir. 14 Bu mısrada vezin bozuktur.

(38)

Sermāye-i idrāk bāzār-ı hevāda16

Sevdā-yı cünūn étmege elbet naẓarım var (s. 7132)

Çār-ebrūya véren bir kez naḳd dil bī-çāresin17

Çār şemşīr-i belā yaraların dūçār éder(s. 7107)

2.2.2.Kafiye-Redif

Sözlükte “arkadan gelen, takip eden” anlamındaki redif kelimesi divan edeviyatında kafiye düzeniyle ilgili bir terim olmuştur.18 Redifin ek olsun, kelime

olsun ilgili her mısrada hiç değişmeden tekrarlanması genel bir kuraldır. Fevzi-i Bağdadi’nin şiirlerinde redifin çok sayıda kullanıldığı görülmektedir. Şiirlerinde kullanılan redifler bazı kelimelerde ek olarak, bazılarında kelime olarak bazılarında ise hem ek hem kelime olarak kullanılmıştır. Bu çalışmamızdaki şiirlerin yetmişi redifle yazılmıştır. Bu şiirlerden kullanılan redifler şunlardır: “olmuş sana, -ı âf-tab, -ne mehtâb u âf-tâb, -yı mahabbet, et, olur bâ’is, -den geç, güç, kadeh, -i çarh, meded, -dan feryâd, leziz, -ya girmiştir, -e hasrettir, var, gülgundur, -dir, götürür, eyler, görinür, gösterir, -dır, geliyor, eder, eyler, -dedir, -ıma sor, nın hüsnü var, par par yanar,olur, -dır sensiz, olmaz, vermez, -emiz, -yı heves, -a uydurmuş, etmiş, eylemiş, görmemiş, almış, -ına mahsus, -dan garaz, -ıma arz, -dan mahsus, şem, etdin, -dan usandım, -dan geçmişi, olsun, -dır çeşm-i kebudundan, -den, -in, -dan. Muhammeslerinde kullandığı redifler şunlardır: -e gelmişdir, -lardanız, ben, olur.

“Uyak(kafiye), en az iki dize sonunda, anlamca ayrı, sesçe birbirine uyan iki sözcük arasındaki ses benzerliğidir.” (Dilçin, 2009, s.59) Fevzi-i Bağdadi’nin şiirlerinde kullandığı uyaklar şunlardır:

1.Yarım kafiyeli gazeller:7115: â, 7116: â, 7121: â, 7121: n, 7126: â, 7131: â, 7132: r, 7133: â, 7134: â, 7109: â, 7094: a, 7086: â, 7083: â, 7077: â, 7076: â, 7075: â, 113: â, 115: â

16 Vezin eksik

17 Vezin bozuk

(39)

2.Tam kafiyeli gazeller: 7116: al, 7117:âb, 7118:âb, 7119:âb, 7122:âz, 7122:âr, 7123:ân, 7125:âm, 7126:âc, 7127:ar, 7128:âd, 7129:âb, 7130:at, 7131:âr, 7133:ûs, 7134:in, 7112:ân, 7111:âz, 7111:âr, 7110:ân, 7109:at, 7108:ân, 7107:ân, 7107:âr, 7106:er, 7105:ân, 7104:ân, 7104:er, 7103:ân, 7102:ar, 7101:âb, 7101:âr, 7100:ân, 7099:ân, 7099:âr, 7098:âz, 7097:er, 7095:es, 7094:am, 7093:am, 7092:em, 7092:ân, 7091:ân, 7091:er, 7090:ân, 7089:âb, 7089:er, 7088:âr, 7087:âs, 7086:ân, 7085:at, 7084:âr, 7082:ân, 7082:ağ, 7081:if, 7080:âf, 7079:ef, 7078:âd, 7077:âl, 7076:âl, 7075:ağ, 7074:ar, 7073:ûr, 7072:er, 7071:ân, 7071:en, 7069:et, 7070:âr, 111:âd, 112:um, 112:ar, 113:âk, 113:iz, 114:râ, 114:at, 115:ûr, 115:ir,

3.Zengin kafiyeli gazeller:7120: âli, 7120: -âmet, 7128: âre, 7096: ane, 7083: ane,

2.3.DİL VE ÜSLUP ÖZELLİKLERİ

2.3.1.Söyleyiş Özellikleri

2.3.1.1.Arkaik (Eskicil) Özellikler

Fevzi-i Bağdadî’nin şiirlerine baktığımızda Eski Anadolu Türkçesine ait özellikler görülür. Türkçe metinlerin görülen en karışık sorun /e/i/é/ sorunudur. Eski Anadolu Türkçesi metinlerinin yazıldığı Arap alfabesinde de bu ses gösterilmemiştir. Bu sesle söylendiği düşünülen kelimeler genellikle y (“ى”) ile yazılmış ve bundan dolayı da /i/ olarak okunmuştur. Bazı metinlerde de /e/ ile yazıldığı görülür.19 Fevzi’nin şiirlerinde “ى” olarak yazılan bu harfi metinde “é”

olarak gösterdik. Aşağıda örnekleri yer almaktadır: Rişte-i sevdā ile merdümleri ceẕb étmege

Resm-i ḫaṭṭ-ı nevresin̄ siḥr-i ḥelāl olmuş san̄a (s. 7116)

Gül yüẕün̄den şebnemi cezb ét nigāh-ı tābla Bu durur gülşende esbāb-ı gülāb-ı āf-tāb (s. 7117)

19 Ali Akar, “Eski Anadolu Türkçesi Ders Notları -1”,

file:///C:/Users/K%C3%BCbra/Downloads/EAT+DERS+NOTLARI+AL,%C4%B0+AKAR.pdf,(28.0

(40)

Cedvel-i zer-kār ile cild-i żiyā efşān eyle

Baḥs̠ ider āyāt-ı ḥüsnünden kitāb-ı āf-tāb (s. 7118)

Eski Türkçe (Köktürk, Uygur, Karahanlı)’deki kelime ve hece sonundaki /-g/ler Oğuzca’da düşmüşdür. Fevzi’nin şiirlerinde Eski Türkçe’de kapug olarak yazılan kelime kapu olarak yazılmıştır.

İltifātı Fevzīnin̄ yoḳdur ḳapun̄dan ġayrıya

Eylemiş ḳaṭʽ-ı naẓar her vechle min külli bāb (s. 7119)

Bu maʽmūl ile her dem mukīm-i āsitānın̄dır

Ki yansun āteş-i ʽaşḳın̄la ḳapun̄da çerāġ olsun (s. 7075)

Eski Anadolu Türkçesindeki –uban/-üben zarf fiili Fevzi’nin şiirlerinde de yer almaktadır.

Her ṣubḥ u şām ṭavāf édüben yüzlerin sürer Ḳaṣr-ı minā-misālin̄e mehtāb u āf-tāb(s. 7120)

Ercilasun, Oğuz Dönemi’nde “durur” un yanında “dur” da yaygınlaştığını (Yunus durur, Yunus dur, Yunus tur) (460), ‘Osmanlı Türkçesi’ dönemine

gelindiğinde, durur’un bildirme eki olarak kullanımının 15.yüzyıldan itibaren seyrekleştiğini ve 17.yüzyılda da kaybolduğunu belirtir.20 Bu ek Fevzi’nin

şiirlerinde “durur” olarak geçmektedir.

Zülfi sevdāsıyla gön̄lüm ḳalsa ẓulmetde ne var

Berḳ-ı āh-ı pür-şerārım-vār durur par par yanar (s. 7102)

Fażl-ı zāt-ı raḥmet-āyātın̄durur kim ādeme

Vaṣf-ı kerremnā ile taʽlīm-i esmādan ġaraż (s. 7086)

2.3.1.2. Sebk-i Hindi

20 Hülya Savran, “Türk Dilinde “+dır” Bildirme Eki ve “+dir” Bildirme Ekiyle Yapılan Belirsizlik

(41)

İran, Hindistan ve Afganistan’da revaç bulan Sebk-i Hindi, XVII. Yüzyılda Türk edebiyatına girerek şâirler arasında yayılmıştır. XI. ile XVII. yüzyılda yaşayan çağdaşları gibi Türk şâirlerinin birçoğu da bu üsluba uyygun şiirler yazmışlar, kendi hayal zenginliklerini, fikirlerini, duygularını bu üslûba uygun olarak mübalağalı bir tarzda şiirlerine yansıtmışlardır. Şiirleri umumiyetle Farsça kelime ve terkiplerle dolu olduğundan ağdalı bir hal almış, bu ağdalı dilin ince ve nazik hayallerle birleşmesi onların anlaşılmalarını güçleştirmiştir.21

Mevādd-ı ʽaşḳ-ı şāmil-nüsḫa-i dil pür-meʽānidir

Sirişk-i çeşm-i ḫūnbārım anın̄ şerḥ u beyānıdır (s. 7108)

Aşkı içine alan bütün gönüllerin levhası manalar ile doludur. Gözlerinde kan yağdıran(sevgilim) onun şerh ve beyanıdır. Fevzî bu şiirinde sevgilinin kan akıtan gözlerinde aşkın gerçek manasını şerh ve beyan ettiğini söyler. Yoğun hayaller ve yeni mazmun arayışlarının ağırlık kazandığı Sebk-i Hindî hususiyetleri Fevzî’nin birçok şiirinde görülmektedir.

Gön̄ül incinme tīr-i nīm-bāz-ı çeşm-i nāzından Ki düzdīde-naẓarla ġamzesi luṭf-i nihanıdır (s. 7107)

Gönül sevgilinin şımarık gözlerinin okundan incinme. Çünkü sevgilinin bakışları, gamzesi gizli lütuflarıdır. Fevzi sevgilinin bakışlarını aşığı hedef alan oka benzetmiştir. Divan edebiyatında sevgiliden şikâyet edilmez hatta onun eziyetleri bile aşık için bir lütufdur.

Nigāh-ı çeşm-i cādū çīn-i zülf-i müşk-būsundan

Ġazāldan iltifāt-ı ʽayn u resm-i piç [ü] tāb [almış](s. 7089)

Büyücü gibi aşığı bakışları ile büyüleyen sevgili, müşk kokulu saçlarından, parlak ve kıvrımlı hatlarından dolayı ceylandan iltifat almıştır. Fevzi bu beyitte sevgilinin güzelliklerini sıralayıp ceylandan da bunun iltifatını almıştır. Fevzi yeni mazmunlar elde edebilmek için hayal gücünü kullanmış ve ceylanın bile sevgilinin güzelliği karşısında etkinlenmeden duramadığını, sevgiliye iltifat ettiğini söylemiştir.

21 Cem Dilçin, “Divan Şiirinde Gazel”, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı II(Divan Şiiri), Sayı

(42)

2.3.2.Edebi Sanatları

Fevzi-i Bağdadi şiirlerinde anlam ve sözle ilgili birçok edebi sanat kullanmıştır. Bu sanatlardan en çok kullanılanları örnek olarak veriyoruz.

2.3.2.1.Teşbih

“Sözü daha etkili bir duruma getirmek için, aralarında türlü yönlerden ilgi bulunan iki şeyden, benzerlik bakımından güçsüz durumda olanı nitelikçe daha üstün durumda olana benzetmektir.” (Dilçin, 2009, s.405). Aşağıdaki şiirde sevgilinin ağzını küçüklüğünden ve hiç açılmamış olmasından dolayı goncaya benzetmiştir.

Gel ey ġonca dehānım gülşene güllerle gel nāz ét Figān u nālede uşşāḳı bülbüllerle dem-sāz ét(s. 7121)

Şair, divan edebiyatı geleneğine bağlı kalarak sevgilinin kaşlarını şekli itibarı ile yaya, kirpiklerini de aşığı hedef aldığı için oka benzetmiştir.

Ġamze-i çeşminde mużmer fitne-i devr-i ḳamer Ebruvānın̄ ḳavs müjgānın̄ nibāl olmuş san̄a(s. 7116)

Aşağıdaki beyitte şair sevgilinin gözlerini ahuya, saçlarını ise geceye benzetmiştir.

Ḳara sevdālar ile kūy-ı ʽaşḳında beni mecnūn İden bir gözi āhū saçı şeb ü zülfi leylādır(s. 7108)

2.3.2.2.İstiare

“Bir şeyi kendi adının dışında, türlü yönlerden benzediği başka bir şeyin adıyla anma” anlamına gelir.” (Dilçin,2009 s.412). İstiareyi, “Bir şeyi diğer şeye benzetmek isterken açık bir şekilde teşbih etmek yerine kapalı bir biçimde teşbih yapmak” olarak tanımlayan Abdülhakir el-Cürcâni (Delâ’ilü’l-iʽcâz, s.67), diğer bir yerde asıl anlamından başka anlama nakledilen her ibarenin istiare olamayacağını, mecaz ve istiarenin gerçekleşmesi için naklin beraberinde iki anlam arasında uygun ilginin de bulunmasının şart olduğunu, bu sebeple anlam nakliyle teşekkül etmekle birlikte benzeşme ilgisi bulunmadığı için özel isimlerin istiare sayılmasının yanlış olduğunu ileri sürmüştür. Aşağıdaki beyitte şair sevgiliyi şarabın kızına benzetmiş

(43)

ama sevgilinin adını kullanmadan sevgiliyi kastettiği için açık istiare sanatı kullanılmıştır.

Bintü’l-ʽineb ki merdi yıḳar bir ayaġılan

Olmaz o merd-i efgene bir kimse pençe-tāb(s. 7119)

Şair, aşığın sevgilinin peşinde koşmasını Kâbe’nin etrafında dönülen tavaf olayına benzetmiştir. Şairin sevgiliyi benzerlik yönü sebebi ile etrafında dönüle Kabe’ye benzetmiştir. Benzetme yönü söylenerek benzetilen kastedildiği için kapalı istiare sanatı kullanmıştır.

Her ṣubḥ u şām ṭavāf édüben yüzlerin sürer Ḳaṣr-ı minā-misālin̄e mehtāb u āf-tāb(s. 7120)

2.3.2.3. İktibas

Sözlükte “ateşten köz almak” manasına gelen iktibâs mecazi olarak “bilgi elde etmeye çalışmak, birinin ilminden istifade etmek” anlamında da kullanılır. İfadeye canlılık ve sıcaklık kazandırdığı, sözü pekiştirip güzelleştirdiği için Kur’an veya hadisten yapılan iktibaslar edebi bir sanat kabul edilmiştir.22 Şiirde iktibas

edilen kelimelerin vezin ve kafiye zarureti dolayısıyla yer değiştirmesine ve bazı kelimelerin alınmamasına müsamaha ile bakılmıştır. Bu sebeple ayet-i kerimenin veya hadis-i şerifin tamamı ya da bazı kelimeleri alınabilir (Saraç, 2015, s.74)

Allāhü zü’l-celāl ki bir emr-i kün ile

Ḳudretle yoḳdan eyledi īcād-ı mā-sivā(s. 7115)

Bu beyitte Allah’ın bir varlığı veya olayın gerçekleşmesini istediği zaman ‘ol’(kün) der, o da hemen oluverir” anlamındaki Bakara suresi 117, Ali İmran suresi 47 ayet ve 59 ayet, Enam suresi 73 ayet, Nahl suresi 40 ayet, Meryem suresi 35 ayet, Yasin suresi 68 ayetlerinde geçmektedir.

Nāzenīn̄-ī “li maʽa’llāh” maḥrem-i esrār-ı vaḥy Şeh-süvār-ı ʽarṣa-ı “levlāke” faḫr-ı enbiya (s. 7115)

Yukarıdaki örnekte geçen “Levlake” sözcüğü hadis-i şerife iktibas yoluyla şiirde yer verilmiştir. Hz. Peygamber’in altmış üç senelik zamanla sınırlı cismani

(44)

hayatından ayrı bir varlığı daha mevcuttur. Allah’tan başka hiçbir şey yokken ilk defa hakikat-ı Muhammediye var olmuş, bütün yaratıklar bu hakikatten ve onun için halk edilmiştir. Ȃlemin var olan sebebi, maddesi ve gayesi bu hakikattir. Tasavvufta sık sık kullanılan ve kutsî hadis olarak da rivayet edilen, “Sen olmasaydın ben kâinatı yaratmazdım” (Levlake…) (Aclȗnî, II, 164; Hâkim, el-Müstedrek, II, 165) ifadesiyle bu husus anlatılır.23

Bī-tekellüf “ḳābe ḳavseyn” rütbesin vérdi san̄a

Ḥażret-i Mūsāya virmiş sırr cevāb-ı “len-terā” (s. 7116)

Kur’anda Hz. Mūsā’nın Allah’ı görmeyi talep ederek, “Rabbim, bana kendini göster, seni göreyim” dediği, rabbinin de ona, “Sen beni göremezsin (len terani), fakat şu dağa bak, eğer yerinde durabilirse beni görürsün” 24diye cevap

verdiği el-Araf 143. Ayetinde geçmektedir.

2.3.2.4.Tezat

Sözlükte “zıt, aykırı, ters; eş, benzer, denk” anlamlarındaki zıdd kökünden türeyen tezâdd “iki şeyin birbirine zıt olması” demektir (Lisânü’l-Arab, “zdd” md.) Bir kelime veya ifadenin anlamının, zıddının kaydedilmesiyle daha açık biçimde ortaya çıkacağı, güzelliğin zıddıyla daha iyi anlaşılacağı düşüncesiyle zıtların bir arada anılması söz sanatlarından kabul edilmiştir.25

Bir pādişāh-i ʽAdl [ü] Ḥakemdir ki yoḳ anın̄ Dergāh-ı raḥmetinde farḳ-ı şāh ile gedā (s. 7115)

Bu beyitte şah ile geda sözleri kullanılarak tezat sanatı yapılmıştır. Ey gön̄ül cism-i cān-ı derdime dermān geliyor

Pürsiş-i ḫāṭır-ı bīmārıma cānān geliyor (s. 7108)

Bu beyitte dert kavramının zıttı olarak derman kavramı kullanılarak tezat sanatı yapılmıştır.

2.3.2.5.Telmih

23 Mehmet Demirci, “Hakîkât-i Muhammediyye”, TDV İslam Ansiklopedisi, C.15, İstanbul 1997,

s.179.

24 İskender Pala, “Len Terânî”, TDV İslam Ansiklopedisi, C.27, Ankara 2003, s.138. 25 İsmail Durmuş, “Tezat”, TDV İslam Ansiklopedisi, C.41, İstanbul 2012, s.58.

(45)

Sözlükte “göz ucuyla bakmak; ışık ortaya çıkmak, parıldayıp görünmek” anlamlarındaki lemh kökünden türeyen telmih “bir şeye işaret etmek, üstü kapalı söylemek, sezdirmek manâsına gelir (Lisânü’l-Arab, “Imh” md.). Belâgat ilminin bedî koluna ait bir terimdir.26

Manṣūru ber-i dāre çeker dār-ı fenādan

Herkes bulamaz rütbe-i vālā-yı maḥabbet (s. 7121)

Fenānın̄ dārına Manṣur olan çoḳ merdi bu devrān Çekipdür pāy-dāre kimseye hiç pāy-dār olmaz (s. 7099)

Bu beyitte Hallac-ı Mansur’un Enel-Hak (Ben Allah’ım) demesi üzerine darağacına asılması olayına telmih yapılmıştır.

Ṭūfān getürür Nūḥ-ṣıfat merdüm-i çeşmim

Çūş eylese sīnemdeki deryā-yı maḥabbet (s. 7121)

Bu beyitte şair yüreğindeki sevdasının büyüklüğünü Nuh tufanına benzeterek hem teşbih sanatı hem de telmih sanatı kullanmıştır.

Leylālara Mecnūn gibi uşşāk-ı ḥazīni

Ᾱşüfte éder neş’e-i ṣahbā-yı maḥabbet (s. 7121)

Bu beyitte bütün hüzünlü aşıklar Mecnun’a benzetilerek hem teşbih sanatı hem de telmih sanatı yapılmıştır. Necid’de bulunan Beni Ȃmir kabilesine mensup Kays ile Leyla kabilelerinin hayvanlarını otlatırken birbirlerini severler. Büyüyüp aşklarının meydana çıkması üzerine Leyla çadırda alıkonur ve Kays’a gösterilmez. Bunun üzerine Kays’ta aşkın ilk ıstırabı başlar; babasına Leyla’yı istemesini söyler. Ancak aşkları sebebiyle kızın adı dillere düşüp namusu lekelendiği için bu teklif reddedilir ve Leyla bir başkasıyla evlendirilir. Kays ıstırabın tesiriyle aklını büsbütün kaybeder.

Gözüm Ya’ḳūb veş ol Yusuf-ı Mıṣr-ı melāḥatden Beşir ile gelen pirāhen-i iḫbāre ḥasretdir (s. 7131)

Referanslar

Benzer Belgeler

Neşe kadehini yere çal ey sâkî çünkü zaman meclisinden Bâkî gitti şeklindeki vasıta beyti bu bendin ifade ettiği duygularla biraz daha çâresizlik, kabulleniş ve

Genel plânlama gereğince (metropoli- ten plân) başkent etrafında kurulması ön görülen peyk kentlerin ve iş merkezle- rinin bir an evvel tahakkuk edebilmeleri için

Çocukla kişisel ilişki kurmak için icra dairelerine yapılan baş- vuru sayısının azaltılması ve ebeveynler ve çocuk arasında yaşanan problemlerin mümkün olduğunca

Bi‐lütfillâhite’âlâmedîne‐i  Nevşehir  envâ’‐ı  hayrât  ve  hasenât  ile  gün  be‐gün  ma’mûr  ve  âbâdân  olub  lâkin  i’mâr‐ı  memlekete 

Bu süreçte özellikle Katolik inancının hâkim olduğu bölgelerdeki dönüşüm, Protestanlık inancının hâkim olduğu ülkelerdeki dini dönüşüme göre oldukça yavaş

Göç etmede, göçmenlerin üretim sürecine dâhil olma amacıyla hareket etmede çok duyarlı olmadıklarını destekleyen bir diğer önemli bulgu ise, iş amacıyla göç edenlerin

Kılcal damarların duvarı ve damar boşluğu diğerle- rinden incedir. Kapalı kan dolaşımına özgü olup açık do- laşım sisteminde bulunmaz. Bu damarlar, kan sıvısı ile

yit, bunların işlev ve konumlarına göre aldıkları adlar (matla‘, makta‘, hüsn-i makta‘, tâc beyt, şâh beyt, beytü’l-kasîd, tecdîd-i matla‘),