• Sonuç bulunamadı

Atatürk'ün yöntemi ve yönetimi üstüne (Prof. Niyazi Berkes'e yanıt):Atatürk'ün en büyük başarılarından biri, muhalefete karşın iş görmesiydi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Atatürk'ün yöntemi ve yönetimi üstüne (Prof. Niyazi Berkes'e yanıt):Atatürk'ün en büyük başarılarından biri, muhalefete karşın iş görmesiydi"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Jf —i, ^

CUMHURİYET 16 ŞUBAT 1979 ' ' - '

Atatürk’ün

Yöntemi

v e

Yönetimi

Üstüne

(Prof. Niyazi

Berkes’e Yanıt)

_________________ Mete TUNÇAY.

Sayın Berkse, Cumhuriyet in 26 ocak - 2 şubat 1979 günkü sayılarında yayımlanan uzun bir yazı dizisinde, benim gecen yıl Toplum ve Bilim dergisinde (Sayı 4, Kış 1978) çıkan «Ata­ türk'e Nasıl Bakmak» başlıklı kısa bir yazımı eleştirdi, ilgisi­ ne teşekkür ederim.

önce, Berkes’in beni kafa ka­ rışıklığıyla, tarihsel olmayan soyut kavramlar kullanarak yanlış yorumlar yapmakla suç­

layışının «eda»sından hoşlan­ madığımı söylemek istiyorum. Eğer, bu alaycı-azarlayıcı ce- aa»yı kullanmaya, benden bir hayli yaşlı olduğu İçin kendisin­ de hak görüyorsa, ona şunu hatırlatmam gerekir ki, yaşlılık kendimizden gençlere (ya da — benim gibi— daha az «yaşlı» olanlara) karşı, bize bu tür ay­ rıcalıklar vermez, belki daha an layışlı ve hoşgörülü olma yo­ lunda birtakım yükümlülükler getirir. Yok, düşüncelerimi pek saçma bulduğu için böyle dav­ ranabileceğini sanıyorsa, o za­ man çok daha dikkatli olma­ lıydı.

Berkes'in eleştirilerini oku­ yanların büyük bir çoğunluğu, eleştirdiği yazıyı (benim yazı­ mı) okumamışlardır. Oysa, Berke3 benden alıntı verdiği sözleri doğru aktarmıyor; bana dilediği görüşleri maledip di- lediğlnce eleştiriyor. Bu durum, «eda»sının uygunsuzluğunu bir kat arttırmaktadır.

Toplum ve Bilim'deki yazım­ da neler söylediğimi yineleme­ yeceğim. (Merak eden okuyucu­ lar, derginin o sayısını bulup okurlar, umarım. Son sayıda bana bir yanıt verildi; gelecek sayıda da, benim karşı-yanıtım yayımlanır belki.) Burada ama­ cım, Berkes'in bana yönelttiği kimi eleştirilerin haksızlığını ve yanlışlığını göstermek. Fakat, kendisinin yazı biçiminin tadı­ na varabilenlerden olmadığımı itiraf etmek zorundayım. Söyle­ diklerini çoğu kez belirsiz bulu­ yorum. Bana pek bulanık ge­ len görüşlerini kavrayanlara gıpta ettiğimi saklayamayaca- ğım. Ancak bir noktayı kesin­ likle anladım kİ, Berkes'in ya­ kın tarihimiz üstüne «nesnel» bir değerlendirme yapmasını olanoksız kılan, — deyim yerin­ deyse— bir kamburu vardır: İnönü düşmanlığı. Oysa, tarihe bakarken aşklarımızı - nefretle­ rimizi işe karıştırmamaya çalış­ malıyız. Berkes ise. Ebedî Şef’in övgücüsü. Mili! Şefin yergicisi.

Berkes'e göre, benim «oku­

yanı yerinden zıplatacak tuhaf­ lıkta* bir iddiam varmış; Cum­ huriyet döneminin III. Selim, II. Mahmut ile ittihat ve Terakki'- nin devamı olduğunu ileri sürü­ yormuşum. Neden Mecit'i, A- ziz'i, Abdülhamit'i atlamışım di­ ye de benimle dalga geçmeye kalkıyor. Vahdettin'i de eklesey mişim. Oysa, adayan Berkes’in kendisi. Benim cümlem şu; «Cumhuriyetin toplumsal düzel- tlmlerlne [alafrangası; sosyal reformlarına] gelince, bunları III. Selim ve II. Mahmut zaman­ larında başlayıp günümüzde de süregelen bir zincirin orta hal­ kaları diye görmek gerekir.» Hem. benim öyle «kamburla­ rım olmadığını unutmasın: «O zavallı Abdülhamit’i atlamakta (anmakta ya da listeye katmak­ ta, demek ister) ne sakınca var­ dı?» diyor. Hic bir sak nca yoktu! Ben düzeltim çizgisinin başlangıcına işaret etmiştim, yalnızca. Elbette, Cumhuriyet ve İttihat ve Terakki dönemle­ rinden önce, II. Abdüiham.t devri, ordu ıslahatı ve maarif ıslahatı gibi bazı bakımlardan, b j zincirin çok önemli bir bö­ lümünü oluşturur. Ulu Hakancı- ların alkışlaması da. Meşruti- yet-Cumhuriyet devrimbazlorı- nın yuhalaması da, bu tarihsel gerçeği söylemekten beni alı­ koyamaz.

Türkiye Cumhuriyeti, elbette, OsmanlI imparatorluğu'nun için den çıkmıştır ve İttihat ve Te­

rakki döneminin doğrudan bir devamı gibidir. Atatürk ve ar­ kadaşlarının İttihat ve Terakki ideolojisinin kimi noktalarına karşı olması, bu bakımdan ne değiştirir ki? Eski bir hukuk terimiyle, «beyyine külfeti» (ya­ ni kanıtlama yükümlülüğü) Cumhuriyetin gökten zembille indiği teorisini savunanlara düşmektedir.

Berkes, Atatürk’ün kuvvetler birliği - kuvvetler ayrılığıyla il­ gili bir Meclis konuşmasına de­ ğinmem dolay isiyle, bana bir kere daha takılıyor: «Tuncay'a göre Fransız Devrimi’nl düşü­ nürler hazırlamış olacak.» Fa­ kat dikkat etseydi, benim «Fransız Devrimi’ni hazırladı­ ğı söylenen düşünürler» dedi­ ğimi görürdü. Bundan sonra da şunları söylüyor: «Korkarım bu olayda elindeki söylevler ko­ leksiyonu gibi bir ’edition’ kriti ğinden geçmeden Atatürk söy­ ledi diye onun her söylediğini arka arkaya koyan kitaplardan birinin kurbanı olsa gerek. Yan­ lış mı biliyorum bilmem ama, Mustafa Kemal 'tevhid-i kuva1 yanlısı değil, 'tefrik-i kuva’ yan­ lısı idi..» Sonra, bana bir sa­ taşma daha: Mustafa Kemal'in «Koşullara bakmadan 'fikirlerin yürürlük ya da olanaksızlık yan larını secemeden kitaplardan öğrenilmiş doktrinlerle soyut ukalâlıklar eden siyasal bilim­ ciler! aşağı görmek gibi bir ku­ suru vardı.»

t

t

* rnY

B E Ş

■ ATATÜRK’ÜN SINIFSAL BAĞLAŞ­

MALARININ

TOPRAK

REFOR­

MU YAPMASINA ELVERMEDİĞİNİ

BİLİYORUZ. AMA O’NUN BÜYÜK

ADAM OLDUĞUNDAN DA KUŞKU­

MUZ YOK. BÜYÜK ADAM, BAŞKA­

LARINA OLANAKSIZ

GÖRÜNENİ

BAŞARABİLEN İNSAN DEMEK DE­

ĞİL MİDİR? ATATÜRK’TEN BUNU

BEKLEMEK HAKSIZLIK

MIDIR?

. . . .

4

- - - V

HARB-İ UMUMİ SONUNDA ÜLKE-

'

NİN, SARAYIN VE BABIALİ’NİN

DENETİMİNDEN ÇIKTIĞI İÇİN «SA-

HİPSİZ»

KALMASININ ANLAMI,

EGEMENLİĞİN VE SİYASAL ER­

KİN

PARÇALANARAK

YEREL

GÜÇLERİN ELİNE GEÇMİŞ OLMA­

SIDIR.

ATATÜRK,

BUYUK

BİR

GERÇEKÇİLİKLE MEMLEKETİN BU

SAHİPLERİNİN KİMLER OLDUĞU­

NU GÖRMÜŞTÜR.

Atatürk’ün en büyük başarılarından

birit muhalefete karşın

Berkes'in dilinin sivriliğine diyeceğim yok, ama bunu des­ tekleyecek dikkat, bilgi ve sağ­ lam akıl yürütme yetilerinden yoksun oluşu, üzücü. Burada ileri sürdüğü üc noktaya birer birer karşılık vereyim. Bir kere, benim Mustafa Kemal Paşa'nın sözlerini aktardığım kaynağın rastgele ve yalan-yanlış bir der leme olmadığı acıktır. Ben ya­

zımda, Türk inkılâp Tarihi Ens- titüsü'rıun yayınlorından Ata türk'ün Söylev ve Demeçleri­ nin 1 'inci cildinin (Ankara: Türk Tarih Kurumu B., 2. bas.. 1961) 216'ncı sayfasına gönderme ya­ pıyorum. Bu, bir eleştirili ba­ sım değildir, eksikleri de var­ dır; ama içindeki metinlere ol­ dukça güvenilebilir. Kaldı ki, ben okuyuculara kolaylık olsun diye bu kaynağı gösterdim

Yoksa kendim, Mustafa Kemal Paşa'nın 1 aralık 1921 tarihli söylevinin hangi bağlam için­ de verildiğini, konuşmasının hangi fikirlere karşı yapıldığını karşıtlarının neler dediklerim anlayabilmek için, bu sözleri TBMM Zabıt Ceridesi'nden o- kudum. Dolayısıyle, Berkes'in benim kaynak seçme konusun­ da yeterince titiz davranmadı­ ğım yolundaki ilk kuruntusu bütünüyle geçersiz. İkincisi, Mustafa Kemal Paşa kuvvetler ayrılığı yanlısıydı, deyişi hava­ da kalıyor. Atatürk ne zamon kuvvetler birliğini, ne zaman kuvvetler ayrılığını savundu, di­

lerse uzun uzadıya tartışırız; fakat benim söz konusu etti­ ğim söylevinde, karşıtları kuv­ vetler ayrılığını ve kuvvetler dengesini savunurlarken, o bu fikri 1876 Kanun-u Esasisini yansıtan geri bir düşünce sa­ yarak. kuvvetler birliğini tut­ maktadır. Yani, durumun «tevil» götürecek bir yanı yok. Üçüncü olarak, Atatürk'ün korkusun

ian, onun karşısında ^ağızlarını açamayan fikir ukalâlarına Ber­ kes ne denli sövse yeridir. Doğ­ ru bildiklerini, hor ne pahasına olursa olsun söylemeliydiler; buna belki, Atatürk de mem­ nun olurdu. Fakat, kendi pa­ yıma, bu suçlamanın dışında kaldığımı belirtmeliyim: Ber-kes’ın doğru tahmin ettiği gibi. Atatürk yaşarken ben kundak­ taydım.

Yazımda, Atatürk İçin, «Mil­ letvekilleri onu değil, o millet­ vekillerini bir bir seçmiştir» de miştirr. Berkes, «Bunu bilmiyor icluk da şimdi Tuncay gibi uz- jman bir bilim adamından öğ­ reniyoruz» diye, benimle bir ke­ re daha dalga geçmeye yel­ tendikten sonra, baklayı ağzın­ dan çıkarıyor: «Bugün milletin seçtiği milletvekillerinin, Ata­ türk'ün seçtiği milletvekilleri­ nin daha üstünde olduklarını o milletvekillerinin kendileri savunabilirler mı?»

Millî Şef’in iktidarının son­ larında «fazla ilerici» olduğu için üniversiteden ayağı

kaydı-rıtan, geçimini sağlamak ve a- kademik uğraşını sürdürmek için yurtdışına göçmek zorun­ da bırakılan Niyazi Berkes, şim­ di bu satırları yazıyor, işte. A- caba o zamanlar da böyle miy­ di, sonradan mı oldu, diye dü­ şünmekten kendim! alamıyo­ rum. Sayın yazarın demokrasi (halk yönetimi) ile aristokrasiyi ya da meritokrasiyi (en iyilerin ya da en yeterlilerin yönetimi­ ni) karıştırdığı besbelli. Ata­ türk’ün seçtiği milletvekilleri­ nin bugünkü halk temsilcilerin­ den daha üstün düzeyde olma­ sı neyi değiştirir. Kaldı ki. be­ nim yazımda o günkü ve bu­ günkü parlamenterlerin karşı­ laştırmasını yapmak gibi bir a- mac kesinlikle yoktur. Hem. tek-parti döneminin milletve­ killeri hangi bakımdan şimdiki­ lerden üstündü? Daha okuyup yazmış, daha bilgili kişiler ol­ dukları için mi? Öyle olmuş ol­ salar bile — ki değillerdi— . buy rukla oy veren, çoğu cıkarcı kişilerin, siyasal yaşamda her­ hangi bir önem ve değer taşı­ dıklarını sanmıyorum.

Berkes’in bana gülerken bili­ sizliğini itiraf ettiği bir nokta da, benim «Atatürk bir siyaset adamıydı; ama siyaseti kendi başına ve kendi içinde bir de­ ğer sayan, çağdaş anlamıyla coğulcu demokrasiden yana bir siyasetçi değildi. Birtakım amaçları gerçekleştirme uğru­ na. siyaseti bir kenara

Itlliveri-lebilecek bir araç sayma eği­ limindeydi» dememle ilgili, bu­ na karşılık, Berkes, «Bu konu­ daki cahilliğimi kayıtsız şartsız açıklamaktan çekinmeyeceğim» diyor, «Siyasayı araç olarak görmeyen devlet adamı ya da düşünür? Bilmiyorum boyie bir yaratığın bulunduğunu.» Bil­ memek ayıp değıı. öğrenme­ mek ayıp, Sayın Berkes - he­ le bilenleri eleştirmeye kalka­ cak biri icın. Çağdaş coğulcu (Batılı ya da burjuva-libera!) demokrasi anlayışının altında, siyasetin bir araç değil, kendi başına ve kendi içinde bir de­ ğer olduğu inancı yatar. Siya­ set kuramı. Machiavelli'nın si­ yaseti araç sayan anlayışından ibaret değildir. (Ben tam bu konunun hocası olduğum hal­ de, Nizamülmülk’ün Siyasetna- me'sinin niye söz konusu edil­ diğini anlayamadım. Ama. bel­ ki benden daha ferasetli oku­ yucular anlamışlardır.) Atatürk gibi Batıcılardan olmadığım ve burjuva-liberal anlayışı sonuna doğin paylaşmadığını halde, si­ yaseti salt araç sayan görüşe yakınlık duymadığımı, ilkin on- ıki yıl önce yayımlanan, Türki­ ye'de Sol Akımlar: 1908 - 1925 adlı kitabımın (3. bas.: Bilgi Yo- yınevi, 1978) Giriş’inde, Ber- nard Crick'in İn Delense ot Po- litlcs (Siyasetin Savunusu Üs­ tüne) yapıtına gönderme yapa­ rak belirtmiştim.

Berkes’in sekiz gün boyunca

bana yönelttiği eleştirilerin he­ men hemen butun bir günlüğü (2. yazısı), benim Atatürk hak- kırıdakı «halka rağmen, biçim­ sel Batılı değerleri topluma be­ nimsetme çabalarının — bir ay­ dın azınlığı dışında— başarılı Olamadığı» sözümdeki İki söz­ cüğün, «biçimsel» ve (halka) «lağmen» sözcüklerinin irdelen­ mesine ayrılmış. ilkiyle ilgili olarak, bicım'in öz'den ayrıla­ mayacağını söylüyor. Kuramsal düzeyde haklı bir sav, bu. Ger­ çekten, biçlm'in nerede bittiği­ ni, öz'ürı nerede başladığını söylemek zordur. Onun örnek verdiği İngiliz demokrasisinde öyle birtakım biçimsel kurallar vardır kı, rejimin özü bunlara dayanır. Mantıkça, «biçim ve öz» bir kavram-ciftl oluşturur­ lar. Tıpkı, «içlem ve kaplam», «soyut ve somut» gibi. Bunla­ rın arasında, (uylaşıma, kabu­ le dayanan) bir tür karşıtlık vardır; her biri öbüründen bir parçayı içinde taşır; dolayısıy- ¡e, göreli (relative) ya da bir­ birlerine göredırier. Fakat gün­ lük dilde, bu terimleri pek ince eleyip sık dokumadan, sanki mutlak anlamları varmış gibi kullanırız. Nitekim, Berkes ae beni «soyut kavramlarla düşü­ nüyorum, diye suçluyor. Peki, hiç «somut kavram» diye bir şey olur mu? Düşünmenin tü­ mü soyut bir eylem değil mi?

Gelelim, benim bir kısaitma olarak, «biçimsel» sözcüğüyle neyi anlatmak istediğime. Ör­

neğin, şapka «ıksos» ettirmek, giyım-kuşam değiştirtmek, bi­ çimsel düzeitımler olmuştur. Bugün artık tutmuş olsalar da. bunlar vaktiyle öncelik tanın­ ması yanlış ve toplumsal mali­ yeti, kazandırdıklarına galibe değmeyecek kadar yüksek «dev rımlersdir. Toplumsal bir dü­ zende çeşitli öğeler arasında, hiç kuşkusuz, karşılıklı bir iliş­ ki vardır. Fakat kimi öğeler o- tekilere oranla daha bir belir­ leyicilik özelliği taşır; berikiler (biçimsel olanlar) ise, daha çok, bağımlı değişkenler duru­ mundadırlar. Devrim adına la­ yık bir harekette, «toprak ıe- formu» gibi temel ve belirleyici etkenlere öncelik vermek gere­ kirdi. Meşrutiyet ve Cumhuri­ yet dönemlerinde boyie düzei- timler gerçekleştirilemediği ıc.n dır ki, bizim burjuva devrımı- nıız eksik kalmıştır. Onun ye­ rine, biçimse! öğelerle uğraş­ mak, halkı yönetimden yaban­ cılaştırmak gibi istenmeyen — ya da istenmemesi gereken— sonuçlar doğurmasının yanısı- ra, çağdaşlaşma yönünde de (daha dolaysız yollar varken) dolambaçlı bir yöntem seçilme­ si demek olmuştur. Holka rağ­ men olmayan hiç bir devrim yoktur diyen Berkes'e, toprak reformuna gırişilebilseydi — ha/ dı, bu yönde baskı yapan ile­ rici bir burjuvazimiz bulunma­ dığını kabul edelim, ama— hü­ kümetin arkasında halk kitle­ lerinin desteği olmaz mıydı, so­ rusunu sormak isterim. Ato- türk'ün sınıfsal bağlaşmaları­ nın toprak reformu yapmasına elvermediğini biliyoruz. Ama, o- nun büyük adam olduğundan da kuşkumuz yok. Büyük adam, başkalarına olanaksız görüneni başarabilen insan demek de­ ğil midir? Atatürk'ten bunu da beklemek haksızlık mıdır?

Atatürk'ün en kuvvetli yanı, Kurtuluş Savaşımızın başında, şeyhler, ağalar, beyler, İttihat ve Terakki ileri gelenleri ve or­ du subayları gibi, «ülkenin sa- hiplerı»ni tanılayıp onların des­ teğini sağlamış olmasıdır gibi bir şey söylediğim için, Berkes beni başlıca iki bakımdan eleş­ tiriyor; bir kere o sıra ülke «sa­ hipsiz» kalmıştı diyor. İkincisi Mustafa Kemal Paşa nın İttihat ve Terakki ileri gelenlerine da­ yandığının tüm(den) asılsız ol­ duğunu ileri suıuyor. Korkarım, her iki noktayı da yanlış anla­ mış. Harb-I Umumi sonunda, ülkenin Sarayın ve BabIâli'nin denetiminden çıktığı için «sa­ hipsiz» kalmasının anlamı, ege­ menliğin ve siyasal erkin par­ çalanarak yerel güçlerin eline geçmiş olmasıdır. Mustafa Ke- mai Paşa büyük bir gerçekçi­ likle, memleketin bu sahipleri­ nin kimier olduğunu görmüş ve onların desteğim sağlamayı ba­ şarmıştır. «ittihat ve Terakki ileri gelenleriyle kastım da, çoğu Avrupa'ya kaçmış olan Merkez-i Umumi'nin önderler takımı değil, yine yerel düzey­ deki ittihatçı ileri gelenleridir. Anadolu'nun çeşitli yerlerinde kurulan, sonra do TBMM'ne dönüşen Müdataa-ı Hukuk Ce­ miyetlerinin yönetici kadroiarı, hemen tümüyle bu İttihatçı ile­ ri gelenlerinden oluşmuştur.

Berkes'in bono kızdığı konu­ lardan biri de. Atatürk'ün kar­ şıtlarıyla ilişkisi sorunu. Ona göre. Atatürk'e karşı çıkanlar. Atatürk’ün antı-monarşızmıni önce «solculuk, giderek kızıllık, daha giderek ulusçuluk düş­ manlığı» diye göstermişlerdir. Tuncay'ın Atatürk'ü taham­ mül edememekle sucıori.ğı mu­ halefet bu işte» diyor. Bu nok­ tada bazı ayrımlar yapmam ge­ rekil. Önce şunu açıklayayım ki, Atatürk’ün tek tek muhalif­ lerinin savunuculuğunu üstlen­ meye niyetim yok Sivas Kon­ gresinde İsmail Hâml Doniş- mont ona karsı Amerikan man­ dacılığını savunmuşsa, Ata­ türk ulusa! egemenlik ilkesinde Lenin’cl tezi benimserken (?) birtakım kişiler (örneğin, Cum­ huriyetin kurucusu Yunus Na- di) VVilsoncu doktrini benimse­ mişlerse, bunlardan bana ne? Yalnız, Mustafa Kemal Pcşa'- nın muhalifleri. Berkes'in dedi­ ği gibi, «Muhafaza-i Mukadde­ sat» yobazlarıyla Batı uyducu- larından ibaret değildi. Ata­ türk'ün zaman zaman —hatla (Arkası 11. Sayfada)

(2)

Atatürk’ün Yöntemi

«(Baştarafı 5. Sayfada) onlarla bağlaşarak— söi rnuha- ' iöfeîr cfe bcftTitd'Şıni

urTutmflVtr-lım. Sonra, benim ilgilendiğim, muhalifler değil, . muhalefettir. Demokratik bir siyasal yaşam İçin, muhalefetin varlığının — ni­ teliği ne olursa olsun— zorun­ luluk taşıdığına inanıyorum. Bunu söylerken de, yabancı si­ yaset bilimi kitaplarının so­ yut tanımlarına dayanmıyorum; Mustafa Kemal Paşa'nın kendi­ sinin 1919'dan 1925'e değin yaptıklarına, yani yaşanmış bir dönemin somut gerçekliğine bakıyorum. Bu dönemde, Ata­ türk'ün büyük işler başardığını gözlemliyor ve muhalefetin var­ lığı karşısında iş görmesini, en büyük başarılarından biri sayı­ yorum. 1925'ten sonra siyasal özgürlükten vazgeçmesini ise, o tarihten itibaren bize kazan­ dırdıklarını gölgeleyen bir ha­ reket diye düşünüyorum. Ata­ türk’e karşı çıkanların Ata­ türk'ün yanında sığ kaldıkları, onun yerinde olsalardı yaptıkla­ rını yapamayacakları, Işüyük bir olasılıkla doğrudur. Fakat, Berkes'in «bunlor mı demokra­ tik muhalefet» diye dudak bü­ kerken anlayamadığı nokta, ancak onlar varolduğu sürece, Atatürk’ün yönetiminin kişi­ sel bir diktatörlük olmadığıdır.

Berkes’in yakın tarihimizde en çok içerlediği kişi olan İnö­ nü’yle ortak bir saplantısı var; din. Laiklik (Çağdaşlaşma) üs­ tüne koskoca bir kitap da yaz­ dığı halde, Berkes Atatürk’ün ve İnönü'nün yaklaşımına o denli bağlı ki. «din»in toplum*- sal anlamını ve işlevini bir tür­ lü kavrayamıyor. «İslâmî Dev­ let» elbette saçma bir kavram­ dır; çünkü İslâmiyet «devlet»! zaten içerir. Bu konudaki gö­ rüşlerimi merak ederse, kendi­ sine, geçen aralık ayında İs­ tanbul'da düzenlenen Lâikliğin 50. Yıldönümü Sempozyumun­ da okuduğum «Lâiklik ve Halk­ çılık» başlıklı bildirime bir bak­ masını salık veririm.

Toplum ve Bilim'deki yazım­ da, 1920'de «millet», «milliyet», «millî hâkimiyet» vb. denilirken, bu sözcüğün Arapça aslının an­ lamına uygun olarak, «Türk Kavmiyeti» (hatta Türk Ümme- • ti) değil. «İslâm Milliyeti» anla­ mına da geldiğine değinmiş­ tim. Atatürk ve arkadaşları, başlangıçta, «milletsin bu çift- anlamlılığından yararlanmamış­ lar mıdır? O zaman, Berkes nasıl kolayca «ulus» ve «ulusal egemenlik», «ulusal bağımsız­ lık» diyebiliyor?

Bana yöneltilen eleştirilerin hepsini karşılayabilmem, be­ nim de en azından Berkes’inki kadar uzun bir yazı dizisi ha- zırlomamı gerektirirdi. Fakat, elde edilebilecek sonucun, (şimdilik) böyle bir çaba har­ camama değmeyeceği, yukarı­ da verdiğim örneklerden anla­ şılacaktır, İnancındayım. Ber­ kes, eleştirilerinin bir yerinde, benim tutumumun altında bir

«hmçljlık» .yatuğı izler- 'ı..nir- .

veriidtgmh ile*, »u.ıitekteoıî.

Aç«W*yoywrt tvcrfŞt İ

herhangi bir hıncım yok; tam tersine, ona saygı, sevgi ve hayranlık duyuyorum. Bugün Atatürk’çü geçinenlere, gide­ rek maddi ve manevi anlam­ da Atatürkçülükle geçinenle­ re karşı duyduğum — hınç de­ ğilse bile— öfke de, bu say­ gı, Sevgi ve hayranlığımdan kaynaklanıyor. Berkes'in ilk yazısında beni istemeye ça­ ğırdığı gibi, Atatürk'ün unu­ tulmasına hem gönlüm razı değil, hem kafam. Ancak, onu doğru görmeye ve anlamaya çalışmalıyız. Şunu da. olanca İçtenliğimle söyleyeyim ki, benim kuşağım için, bir dö­ nemde, çok saygıdeğer bir İsim olan Sayın Berkes'le böy le çatışmak istemezdim. Ne yapayım ki, tartışmamızın dü­ zeyini ve biçemlni onun yaz­ dıkları belirledi.

Kişisel A rşivlerde İstanbul Belleği T a h a T o r o s Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Sıra Adı Soyadı D.Yılı Kulübü Derece.. 50m serbest-Free 9 Yaş

Atatürk’ü dış politikada gerçekçilik yönüyle ele almaya çalıştığımız için, onun milli politikasının en genel şekliyle değerlendirilmesini

Mustafa Kemal Atatürk’ün hukukçulara h taben yaptığı aşağıdak k konuşma, Atatürk’ün hukukçulara verd ğ önem ve Türk ye Cumhur yet ’n n çağdaş uygarlık

Son olarak ise büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün akıl ve bilim üzerine önemli sayılacak tavsiye niteliğinde bir. açıklamasını

Yunanlı fikir adamı Thomas Vaidis'e göre, "Mustafa Kemal'in Türkiye sınırlarını aştığı ve onun eseri olan yeni Türkiye'ye bütün dünyanın göz ­ lerini büyük

enim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacakt›r, ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacakt›r” ve “‹ki Mustafa Kemal var: Bir ben, et ve kemik, geçici

Atatürk’ün Hazer Gölü’nün e¤lence ve spor amaçl› olarak düzenlenmesini istemesi üzerine bir imar plan› haz›rla- mak için gerekli hava foto¤raflar›4. çekilip

Atatürk çok sade bir kahvaltı alışkanlığı vardı kahvaltıda bir iki dilim ekmek ile bir bardak ayran veya bir kâse yoğurt tüketirdi... Atatürk’ün en sevdiği yemeklerin