Yanda
Kalan
Bu kez Türk
edebiyatının
unutulmaz adı
Hüseyin
Rahmi
Gürpınar'ın
iki kez yazdığı ve
ikisinde de
tamamlayamadığı
eserini gün
ışığına çıkarıyoruz
AKILLI BUDALA
H ü s e y in R a h m i G ü r p ın a r
Yayına Hazırlayan: Murat Bardakçı
Başlarken
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın el yazısıyla olan "Akıllı Bu<lala"mn
müsveddeleri incelendiğinde.romamn "iki kez yarım kaldığı" görülüyor. Yazar. 23 Nisan 1933 günü başladığı romanı ancak 34 savfa kadar yazabilmiş. Parlak kâğıtla- a siyah mürekkeple ve okunaklı bir Osmanlıca’yla kaleme alınan romanda geçen bazı "yanlış okunabilecek" kelimeler, sayfalanıl kenarlarına, bir kez de Lâtin harfleriyle kaydedilmiş.
Gürpınar bir yıl sonra, 29 Mayıs I933’te, “Akıllı Bndala”yı
gözden geçirerek, yeniden yazmaya başlamış. Birinci müsveddedeki karşılıklı konuşma biçimindeki giriş, bu kez Hüseyin Rahmi'nin
diğer eserlerinde de sık sık rastlanan tipik bir kenar mahalle tasvirinden sonraya alınmış, ancak konunun aynı kalmasına karşılık, metin tümüyle değiştirilmiş. Bu ikinci müsvedde de yine eski harflerle ve 14 sayfa kadar yazıiabilmiş. Bu şekilde "iki kez yarım kalan" Hüseyin Rahmi'nin "Akıllı Budala"s! kaleme alınışından tam50 yıl sonra yayımlanırken, yazarın kullandığı sözcüklerde hiçbir değiştirmeye gidilmedi, ancak bugün artık unutulmuş bulunan bazı kelimelerin yanma günümüzde kullanılan karşılıkları konuldu.
— Olur mu?.. — Olur...
— Hem akıllı, hem budala.. — Evet...
— Bu iki zıt söz birbirini gö türmez mi?..
— Bu tatlı ile ekşi karışımı gi bi öyle bir dimağ m ahlutudur ki (zihinsel bileşim), bazen mide sız latacak kadar mayhoş, bazen de yürek yakar derecede koyu tatlı ve ağdalı olur... ikisi ortası, yani ekşisi ve tadı kararında olursa, lâ tif bir limonataya benzer...
— Tuhaf söylüyorsun Bedri... — Ben tuhaf söylemiyorum, sen işitmeye alışık olmadığın sözleri acayip buluyorsun.
— Ömrümde böyle acayip tahlillerle uğraşmış değilim...
— Zararı yok. İnsan daima bil diği şeylerle meşgul olmamalı, bilm ediği şeyleri de öğrenmeye çalışmalı...
— Peki, göster bakalım bu özelliği...
— Akıl terazisinin bir gözü if rata sarkan (aşırıya kaçan) bir genç tanıyorum, iki gün evvel bu
Bedri Nâzım, cebinden çıkardığı
mektubu okumaya koyuldu:
"Hiçbirimiz
insaniyete limon
kadar lüzumlu
Hüseyin Rahm i
Gürpınar Kimdir?
Sultan Abdülaziz’in yaverle rinden Said Paşa’ yla Ayşe Sıdı-
ka H am m ’ ın oğlu olan Hüseyin Rahmi Gürpınar 19 Ağustos 1864’te İstanbul’ da, Ayazpaşa’ - da doğdu. Ağayokuşu mahalle mektebim, Mahmudiye Rüştiyesi’- ni b itird i. A dliye ve Nafıa Neza- retieri’ nde bir süre çalıştıktan sonra İkinci M eşrutiyet'in ilânıy la resmî görevlerinden istifa ede rek yaşamının sonuna kadar yazarlıkla geçindi.
İlk romanı olan “ Ştk” ı 1889 yılında yayınlayan Hüseyin Rahmi, A h met M ithat Efendi’nin teşvikiyle başladığı yazarlık hayatında, eski İstan bul yaşamının en iyi aktarıcısı olarak ün yaptı, Türkiye’nin en çok okunan yazarlarından b iri oldu. Eski İstanbul evlerinin tip ik b ir örneği olan anne annesinin Aksaray’ daki konağında edindiği izlenimleri genellikle mizah üs lûbu içerisinde yazdığı romanlarında büyük b ir başarıyla ele alırken, fakir semtlerdeki gündelik hayatı ve sosyal bünyedeki değişiklikleri aynı başa rıyla nakletti. 1936-1943 yılla n arasında Kütahya m illetvekili olarak T B M M ’ de bulunan Hüseyin Rahmi Gürpınar 41 roman, 9 hikâye kitabı, 4 tiyatro eseri, 7 çeviri ve 2 edebî tenkit çalışması kaleme aldı. 8 M a rt 1944 günü ölen H üseyin Rahmi Gürpınar’ın Heybeliada’daki köşkü daha sonra müze haline getirildi.
a
Bedri Bey okumayı
sürdürdü: "Muhterem
efendim, dostum,
azizim gibi çok
bayatlamış, yıllardan
beri ağızları
kalemleri, aşındırmış
kelimelerin
banalliklerinden artık
tiksiniyorum.
...Gülüm , şekerim,
kaymağım deniyor
da, niçin "lim onum "
denm esin?"
deâiliz!”
kaçıktan bir mektup aldım. Ma lum ya, böyleleri âleme parmak ısırtmak için akıl hâzinelerini et rafa taşırtıp dururlar.
Bedri’nin bir eli ceketinin yan cebine girdi.
Kâmil Salih'in ağzından bu sözler çıkarken, Bedri’nin bir eli de ceketinin yan cebine girm iş ti. Oradan aldığı bir zarfı arkada şına uzatarak:
— Bak, dedi. Küçük bisküvi gibi tam murabba (kare) bir zarf. Bunları kendisi için mahsus ıs marlama yaptırır. Merakı kimse ye benzememek ve daima İcat çıkartmaktır. Bu genç yirminci asırdan otuzuncuya atlamak he- vesindedir. Mektubunu okuyayım da dinle, fakat bir sinir gülmesi ne veya hiddete tutulmamak için kendini sıkı tut.
Bedri Nâzım okur: — “ Benim lim onum ” ... — Ne dedin?.. — “ Limonum...”
— Mektubun başında bu ek şi meyvenin münasebet alır yeri var mı?.. \
Birdönemin üç iinlü yazarı birarada (soldan): Mahmud Sadık. Ahmet Rasim ve Hüseyin Rahmi Beyler.
— ilk sözden sinirlenme, dinle.
Bedri okumaya devam eder: — “ Sana bir elkab (hitap şı>k-j |i) bulmak için d ü ijn d a r .- u .liu *
nu muvafık buldum... Muhterem efendim, dostum, azizim gibi çok bayatlamış, yıllardan beri ağızları, kaiemleri aşındırmış kelimelerin Ocu ıazitkn*ı m iddi ı artık tiksiniyo
rum. Dosta, düşmana karşı da hep bu samimiyetleri suiistim a le (kötü kullanıma) uğramış tabir leri kullanırız. Fakat limon ne âlâdır!.. Hem yemiştir, hem deva dır, hemen her yemeğe girer. Hiç birim iz insaniyete limon kadar lüzumlu değiliz. Gülüm, şekerim, kaymağım deniyor da niçin limo num denmesin?.. Binaenaleyh bu yepyeni teşbihle (benzetmey le) senin kadrini yükseltm iş olu yorum...”
— Bu çocuk sokaklarda bağ- sız mı gezer?.. Bu çok ekşi iltifa ta tutulmadın mı?..
— Dinle dostum... Okur:
— “ Bazen bu çok kullanılmış dünyadan istikrahla (iğrenmeyle) bıkarımda başka bir âlemin has retini, yeni bir Allah’a kulluk ar zusunu çekerek, sinirlenir, çırpı nır. ağlarım.”
“ Âdem babamızın tipini mu hafaza ediyoruz” .
“ Eski Allah’tan kulları çok müşteki (şikayetçi) derler fakat hailine imkân bulamadıkları için
istibdadını çekiyorlar. Bize ceb ren esir hayatı yaşatan kadim (es ki) Haktealâ Hazretleri yeniliğe karşı çok tembeldir. Öyle değil mi ya?.. Hâlâ burunlarımız surat larımızın ortasında duruyor, hâlâ cephede iki göz, yanlarda iki ku lak, bir ağız, iki dudak, hâlâ saç larımız tepemizde bitiyor, hâlâ iki bacak üzerinde yürüyoruz... Ha şılı, binlerce asır evvel yaratılmış Âdem babamızın tipini muhafaza ediyoruz.Zaman zaman bu uzuv ların (organların) şekillerini, yer lerini değiştirm ek icabetmez mi?.. Kübizm çıktı, mimari, hey keltıraşlık, resim falan bütün de ğişti. Allah'ın sanatında ise hep ebeddiyet kaim fsonsuzluk var). Allah'ın Âdem’e verdiği bu şekil bediiliği (güzelliği) son tekamü lünü bulmuş bir güzellikte mi dir?!.. Cenab-ı Hak müşavereyi (danışmayı) kabul edip de hilkat (yaratış) fabrikasına dünyanın gü zel sanatlar profesörlerinden, mühendislerinden birkaçını im dadına davet etmiş olsaydı, in sanlığa daha yakışıklı bir biçim b u lu nm u ş olurdu...”
Kâmil Salih üzgün bir te bessümle:
— Dünya yaratılmazdan evvel sanat ve p ro fe s ö r nerede bulunur?..
— Allah dünyayı yaratmaz dan evvel kendisine birkaç müşa vir halkedemez miydi?
— Ben de ciddiyetle bir mü nasebeti olmayan bu sözlere kar şı içimden kabaran itirazları tutamıyorum.
— Ben sana itiraz hakkı ver medim, yalnız dinle dedim.
Varın: "Yenilenmek, daima
AKILLI BUDALA
H ü s e yin R a h m i G ü r p ın a r
Yayına Hazırlayan: Murat Bardakçı
Dedelerimizden kalm a döşekte,
karyolada yatm ak âdetlerini
niçin değiştirmeyelim?
Niçin salm akta
uyumayalım?
Hüseyin Rahmi Gürpınar ölümünden kısa bir süre önce yeğeni Safter Hanım ve yayımcısı İbrahim Hilmi (Çığıraçan) Bey’le Heybeliada’ da,
Çıkan kısmın özeti
Bedri N inni, arkadaşı Kâmil Salih'e yeni tanıştığı bir genci anlatmaktadır. “ Yir- arinci râr nkhm o tazn cv y a sttamak” ar zusunda olan bu genç çevresinde "ıkıfh ta d a lı" şeklinde anılmakta, her konuda bir yenilenmeye gidilmesini istemekte ve "çok kuflamtarş" dünyadan bıktığım söy lemektedir.
O
Devam eder
— “ Ne yapalım? Şeklen na sıl yaratılmışsak, o sureti kabu le muztarız (zorunluyuz). Fakat değiştirmeye kadir olduğumuz şeyleri aynen bırakmak yalnız m iskinlik değil, vahşettir. Deği- şiksizliğin bu derecesi hâlâ ip ti dai taş devri hayatı süren vahşilere mahsustur. Yenilen mek, daima yenilenmek... İşte bu arzu, insanı zayıflatan çok üzün tülü bir hastalıktır. Zira mütema di (sürekli) bir didişme ister, iki-üç gün şöyle kendinizi gevşe tip de rahata verdiniz mi, zihnen, cismen, adet ve ahlâken eskimiş olursunuz.”
"H er gece aynı biçim bir dö şekte yatmak, sabahleyin tembel tembel gerinerek uyanmak, ma lum yiyeceklerle kahvaltı etmek, giyinip sokağa çıkmak, orada bu rada dolaşmak, aynı suratları gö rüp aynı la fla rı konuşm ak, eskimektir, paslanmaktır. İşte ha yattaki varlığımızı aşındıran, bu mütemadi (sürekli) tekerrürler dir...”
NİÇİR, NİÇİN, NİÇİN?..
“ Dedelerimizden kalma dö şekte, karyolada yatmak âdetle rini niçin değiştirmeyelim? Niçin salıncakta, hamakta uyumaya lım? Niçin büyük ağaçların dalla rı arasında yuva kurarak kuşlar gibi havada yatmayı tecrübe et meyelim? Niçin yastığı başımız dan kaldırıp, ayaklarımızın altına koymayı denemeyelim? Niçin dö şeklerimizi amudl (dikey) yapa rak, kutular içindeki bebekler gibi ayakta dimdik uyumanın fizyolo jik tesirini anlamayalım? Niçin daima ağzımızdan gıda alalım? Niçin vücudumuzun başka taraf larından enjeksiyonla beslene rek, midelerimizi dinlendirmeye lim? Niçin? Niçin?.. Hep bu ni- çinlerin önünde ibadet eder gibi vecde gelerek düşünmeliyiz... Daima aynı âdet ve göreneklere tâbiiyyet (bağımlılık), bizi icad fik rinden mahrum bırakan meşum bir atalettir (hareketsizliktir). İn san b ir halden diğerine, bir is ti malden (kullanıştan) ötekine geçerken, bazı yapmadığını ya parken, yenilenerek yaşadığını anlar. Daima yaptığını tekrarla mak, yani aynı şey olmaktan kur- tulamamak, hayatın diri ölüm şeklidir. 8u âlemde monoton! ka dar insanı canından bıktıran ne vardır?”
“ Kafalarımızı kolay işlerle
tembelleştirmemen, daima zor luklarla güreşmeye alışmalıdır. Telaffuzları anında anlaşılıveren kelimeler, teknik ve terakki lisa nından kovulmuştur. Diller ve ka lemler çetin bir sembolizm ile kültürlenmelidir. Ortaya fırlatılan söz, sektirme taşı gibi zihinde sekiz-on defa zıpladıktan sonra ancak müphemlyetle (belirsizlik le) yerine “ cuk” oturabilmelidir. İşte akıllar böyle böyle bilenerek, usturalaşır. Eski akılları körleşti ren vuzuhtur (açıklıktır).”
HER DEĞİŞME İTİ MİDİR?
Kâmil Salih:
— Hey yaratıcı Allahım, bu son zamanlarda hilkat faturana çok akıl çeşnileri ilâve ettin. Zi hinler, bir tarafa kapaklanmak tehlikesi gösteren yelkenliler gibi dengelerini kaybediyor. Ben de gencim ama, ilk mektepten beri babamdan aldığım nasihatler na sılsa zihnimde kuvvetlice yer et miş. Değişme, değişme diyoruz ama, her değişme iyi midir? Çıl dırmak da bir değişikliktir, hasta
lanmak da... Değişmeli ama, iyiden kötüye doğru değil. Deği şikliğin ahlâk bozukluğuna ve İç tim a î (sosyal) fe lâ k e tle re varanlarını farketmeliyiz...
— Oğlum, babandan aldığın nasihatler altmış-yetmiş yıllık bambayat sözlerdir. Bu antika fel sefeyi zihninden sök at, yerine yenilerini koy...
— Burnumun yerini değiştir mediği İçin Allahıma itiraz ede rek, yastığı başımdan kaldırıp, ayaklarımın altına koymak kabi linden olan yenilikleri mi?
b ikilm iş Adetlerden kaç
Bedri Nâzım bir lâtife tebes sümüyle arkadaşının yüzüne ba karak:
— Oğlum, alışkanlıktan bir denbire çıkmak her kafanın har cı d e ğ ild ir... Babanın eski öğütlerine mukabil ben de sana birkaç yeni nasihat vereyim. Bı kılmış âdetlerden kaç, ne kadar garip görünürlerse görünsünler
yenilerinin arkasından koş... Pek farkına varmaksızın ya vaş yavaş sen de değişirsin.
— Her halde bu mektubu ya zan kadar kızıl divane olamam...
— Garip gördüğümüz şeyler de aslen hiçbir garabet yoktur. Görmediğimiz şeyleri ilk rüyette (görüşte) uğradığımız ürküntüye benzer hal, alışkınlıksızliğimizin tesiridir. Bugün sokakta fesli mesli bir adam görmek acayibi mize gidiyor... Birkaç asır evvel ki İstanbul halkı da şapkaya karşı aynı garabete düşerlermiş. Meş hur Osmanlı tarihi müverrihi Mösyö Hammer silin d ir şapkay la İstanbul sokaklarında görün düğü zaman halkın taaccübüne, köpeklerin hücumuna uğramış tır...
— Bu garabet mektubun alt tarafını oku bakalım, beyefendi daha ne cevherler yumurtlamış...
TARIN:
çamlıca yollarında
İnönü-Gürpırıar
M ektuplaşm ası
Şergili Çaplayan ;
Yıldönümünü kutluyorsunuz . Benim için her zaman ¿ür ve sıcak olan sergi duygularınızı serpiyorsunuz . Yüreğimin içinden teşekkürler , millet kültürüne yüce hizmetlerle geçen varlığı nıza eyi ve özden dilekler sunarak gözlerinizden öperim sevgili Gürpınar .
‘'Sevgili Çağlayan...
”
İk i dönem CHP m illetvekilliği yapan Hüseyin Rahmi Gürpınar’la İs m et İnönü arasında yakın b ir dostluk vardır ve bu dostluk birbirlerine yazdıkları mektuplardan da anlaşılmaktadır.
İnönü 4 Ekim 1941 ’ de Gürpınar’a gönderdiği mektubuna “ Sevgili Ç ağlayan” sözleriyle başlamakta ve “ Yıldönüm üm ü kutlnyorsunuz. Be nim için her zaman gür ve sıcak olan sevgi duygularınızı serpiyorsunuz. Yüreğimin içinden teşekkürler, millet kültürüne yüce hizmetlerle geçen varlığınıza iyi ve özden dilekler sunarak gözlerinizden öperim sevgili Gürpınar” demektedir.
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ ın babası Said Paşa. Said Paşa, Sultan Abdiila- ziz’ in yaverlerindendi.
AKILLI BUDALA
H ü se yin R a h m i G ü r p ın a r
Yayına Hazırlayan: Murat Bardakçı
A v r u p a 'y a ,
A m e rik a 'y a
g itm e y e ne
hacet? B ü tü n
cih an m e d e n iy e ti
e ks tra fik irle rin in
k a za n ı b e n im
e v im d e k a y n ıy o r
Gazetelerin hergün bir dırıltı avı
peşinde koşan gündelikçi yazıcıları
artık sermayeyi tükettiler.
Fikirlerinden istifade edilmedik bir
mahalle bekçileri kaldı
--- -
^
Çıkan kısmın
özeti
Bedri Naıını, yeni tanıştığı bir gençten aldığı mektubu arkadaşı KSzım Salih’e o k u m ak tad ır. Yaşanılan dünyayı "köhnemiş” olarak gören bu genç tüm ge leneklerde bir değişikliğe gidilmesini iste mekte ve alışılmış yaşantıyı “ eskimiş” bulmaktadır.
v ___________________________ /
O
Bedri Nâzım okur. Bu fik ir coşkunu, hayalât (hayaller) köyü nün hiçbir rüyasının yükseleme d iğ i tabakalarına fırla d ıkta n sonra şöyle karar veriyordu:
—“ Bedri, ‘Yeni Güneş’ gaze tesi için yaptığın anketlerden bir kaçının altında imzanı gördüm. Yeni Güneş çok fena isim değil, fakat münderecatta (içerikte) bu parlaklığa tekabül edecek fikir parıltıları göremedim... Sütunla rınız basbayağı söz yığınları tıkış tırılmış yağsız, tuzsuz yalancı dolmalara benziyor... Bunları yi yip dehazmedenlere'afiyetolsun' diyebilirim ama, kendim yuta- mam. Dimağ su-i hazmı (zihnin kötü hazım yapması) mide bozuk luğundan ziyade, halkta fena te sirler uyandırır. Çünkü, mide hastalığının rahatsızlığı yalnız müptelâlarına aittir. Fikir bozuk luğundan ortaya yayılan fenalık lar ise umuma şamildir.”
“ Hele anketler okuyanlara ‘öf, öff’ dedirtecek bir ibtizale (ba yağılaşmaya) uğradı... Gazetele rin her gün bir dırıltı avı peşinde koşan gündelikçi yazıcıları artık sermayeyi tükettiler... Fikirlerin den istifadeye koşulmadık yalnız mahalle bekçileriyle gümrük ha malları kaldı.”
“ Yalnız ben ve benim gibile ri, biz ihmal olunduk. Çünkü, ‘tentürdiyot’ yazan anketçilerln öte taraf malûmatlarını artık an- layıvermelidir (doğrusu ‘Teinture d ’iode’) olacak. Böyleleri yangın kovalarını ayaklarının altına merdiven yapsalar, yine yüksek liğimize erişemezler. Fakat se ninle eski mektep arkadaşıyız.
Yalnız biz ihmal
olunduk
Riyazi (matematik) bir meseleyi senin kalın kafan bir türlü alma mıştı da bir gün kulağını çekip al nını yumruklamıştım. Yoksa hâlâ bu tevbihimin (azarlamamın) gü cünü mü güdüyorsun?”
EKSTRA FİKİRLERİN KAZANI
“ Avrupa’ya, Amerika’ya gitmeye ne hacet? Bütün cihan medeni yeti ekstra fikirlerinin kazanı be nim evimde kaynıyor. Gel gör, şaş da kal. Yaz âleme de parmak ısırsınlar... Asrî mübarek.”
Kâmil Salih tekrar etti:
— ‘Asri mübarek’, bu da be yin adı değil mİ?
— Evet.
— Bu davete gidecek misin? — Böyle bir fırsatı kaçırır mı yım hiç?
— Ben de beraber... — Peki ama, karşılaşacağın her garabeti hoş göreceksin, iti raz memnu (yasak).
— Peki...
— İtiraz edersen, bu akıllı bu daladan daha budala olman lâzım gelir...
— Peki dedik ya... Çarşamba dır, çarşamba...
— Bir perşembenin çarşam ba olduğunu iddia edene karşı böyle denecek... Vaktiyle bu ma salı kadın ninemden dinledimdi.
— İddiacıya karşı hulûs çak makta bir menfaatimiz olunca be yaza siyah denecek...
— Aferin. Bir gazeteye inti- sab edeli (gireli) bu asrî terbiye yi çoktan aldın... Sahip ne emrederse, o yazılacak.
— Yazı hakikate hiç tevaffuk etmese de (uymasa da)...
— Hakikat yoktur, maksat
vardır. Tevaffuk , (uygunluk) an cak bu cihetten aranır...
— Asrî Mübarek Bey davetna mesinde gün ve saat tayin etme miş. Kabul zamanlarını biliyor musun?
— Bunu bilmeye lüzum yok. Asrî Bey, âdet şeklini almış böy le göreneklere tabiiyetten (uy maktan) hoşlanmaz.
— Sormayı unuttum. Bu mü barek genç her aklına esen gara beti fiile çıkarabilecek bir servete malik midir?
— Ziyadesiyle... Babası, meş hur zenginlerden Harun Paşa’dır. Vefatında tek evlât olduğu için tekmil mirası mübarek yedi. İş yok, güç yok... Umuma mahsus eğlencelerle vakit geçirmez oldu. Evvelâ Avrupa’dan bir kuluçka makinesi getirtti, sonra türkü söyleyen bebekler, terbiyeli may munlar, Karmen Operası’nın ‘To readorunu çağıran papağanlar, nihayet göklere bakmak için bü yük bir teleskop... İşte böyle böy le işi azıttı, bugün mektubunda kendi kendini tarif ettiği garabet ler dercesine vardı.
— Semt neresi? Uzak mı? — Çamlıca’da dönümlerle arazi. Hemen bir malikâne...
— Haydi, yollanalım... Saate baktılar, henüz sabahın dokuzu. Kâmil Salih bir mülâha za (düşünce) tavrı alarak:
— Vapur, tramvay... Hemen on’a, on bire doğru oradayız. Ye mek üzeri ayıp olmaz mı?
— Orası bizim fakirhane de ğil ki, aç karnına gelen iki misa firin tasası çekilsin...
Hemen köprünün yolunu tu tarlar. Üsküdar vapuru, tramvay... Kısıklı’da inerler. Büyük - küçük
20. yüzyılın ilk yıllarında “ Halk romancısı’ ’ Hüseyin Rahmi Bey... (üstte).
Hüseyin Rahmi Gürpınar, Heybeli- ada vapurunda. Tarih: 1 Ağustos 1941. (yanda).
iki Çamlıca tepelerinin arasından hayli yürürler.
Uzak mesafelere kadar uza nan duvarın ortasındaki saray ih tişamını andıran demir parmak lıklı kapının önünde dururlar. Taa ileride, irili ufaklı m uhtelif cins ten çamların arasında yeşil pan- curlu, beyaz büyük bina kendini gösterir.
Yarın: "Elimi akrep soktu"
İnönü-Gürpmar
Mektuplaşm ası
A n k a r a : 8 . I I I . 1 9 4 3 . A z i z G ü r p ı n a r , M e k t u b u n u z u s e v i n ç İ l e v e t e s e l l i d u y a r a k o k u d u m . Çok m ü t e e s s i r o l m u ş i d i m . S i y a s e t h a y a t ı n ı n c i l v e s i n i o l g u n v e g t t n g ö r m ü ş v a t a n d a ş ı n g ö z ü i l e g ö r m e n i z i t a k d i r e t t i m . S i z b e n i m d a i m e a r k a d a ş ı m k a l a c a k s ı n ı z . H a y a t s ı n ı z v e a f i y e t i n i z l e y a k ı n d a n a l a k a m ı m u h a f a z a e d e c e ğ i m . H l ç e ' d e n ö r n e k l e r i n i z i l e z z e t l e o k u a u m . ( D ü r m e y e n k e r v a n ) i ç i n b ü y ü k b i r h ı r s i l e s a b ı r s ı z l ı k h i s s e t t i m . Bu k ı y a e t l i m ü j d e n i n a r k a s ı n ı b ı r a k m a y a c a ğ ız, y e r i n e g e t i r i l m e s i n i i s t e y e o e g i z . S e l â m l a r v e s e v g i l e r l e - c i‘i
Siz benim daima
arkadaşım kalacaksınız...
”
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “ öz Türkçe” akımına uyarak, bunu gün lük yazışmalarında da kullandığı, İnönü’ye yazdığı b ir mektubundaki, “ Bu
kocam ış yazıcı, öm rünün en büyük ödem i olan yünellerinizin önünde ruhunun en derin saygılarıyla eğilir" şeklindeki sözlerinden anlaşılıyor. G ürpınar’ ın 1943 seçimlerini kaybetmesinden sonra İsmet İn ö n ü ta rafından yazılan bir başka mektupta ise, “ Siz benim daima arkadaşım kalacaksınız. Hayatınız ve afiyetinizle yakından alâkamı m uhafaza edeceğim ” deniyor.
--- \
Çıkan kısmın özeti
B<dri Nailin, arkadaşı Kamii Salilı*!c Nriikıe “ A k * Budab*’nm Çamlıca'daki köküne doğru yola yıkarlar. Genç bir mi rasyedi olan “ Akılh Budala'* dünyadaki tum geleneklerin değişmesini ve yeni bir ya şam biçimi oluşmasını istemekte, “ köh- tıenıiş" dünvadan bıktığını söylemektedir.
V________
)
Ş a k ir A ğ a n ın elini
a k re p s o k m u ş tu .
H a b e ş uşağın d a ,
k ö ş k ü n h e p s in in
d e ...
O
Bedri Nazım: — İşte burası. — Prens kâşânesi...Kapının demir ray üzerinde yürüyen bir kanadını ittiler. K ili se çanı gibi havayı dolduran ma denî bir ses, dışarıdan gelen olduğunu içeriye haber verdi.
Biraz gittikten sonra, birkaç kola ayrılan bir allee’den yürüdü- ler.Kulübelerinden fırlayan iki iri köpek, zincirlerinin müsaadesi derecesinde boyunlarını uzatarak korkunç bir hırıltıyla misafirlere keskin dişlerini gösterdiler.
Uzaklarda bağcıya, rençbere benzer adamlar çalışıyorlardı. Bu koca arazinin bazı tarafları bakım sız bir haldeydi. Orada burada do laşan b irka ç tavus ile ceylânlardan başka garabet hu susiyeti ima eder birşey göreme diler.
Köşke yaklaştıkları sırada, bi sikletinin lastiğini tamire uğra şan bir çocuğa tesadüf ettiler.
Bedri Nazım sordu:
— Oğlum, Şakir Ağa nerede?
Çocuk gözlerini tamirden ayırmayarak cevap verdi:
— Odasında
— Odasında ne yapıyor? — Elini akrep soktu da, ilaç sürüyorlar.
Biraz daha ilerlerken Kâmil Salih:
— Bu Şakir Ağa dediğin kim oluyor?
— Beyin ihtiyar lalası...
Birkaç adım sonra karşılarına bir Habeş uşak çıktı. Onun da ko lu beyaz bir askı ile boynuna sal- landırılmıştı. Yüzünde bir ağrı ekşiliği vardı.
“ NE OLDU KOLUNA?"
Bedri Nazım ondan da sordu:
— Ağam, geçmiş ola... Ne ol du koluna?
— Akrep soktu efendim.. — Şimdi bu çocuktan işittik.. Şakir Ağa’nın elini de akrep sok muş...
— Evet efendim...
— Nedir bu? Köşkü akrepler mi bastı?
— Onun gibi bir şey efen dim... Beyefendimiz akrepler hak kında tetkikatta bulunmak için onlan geniş blrcamekân altında üreterek kültür yapıyordu...
Yanda Kalan Eserier
-3
AKILLI BUDALA
H ü se yin R a h m i G ü r p ın a r
Yayına Hazırlayan: Murat Bardakçı
Beyefendimiz akrepler hakkında
tetkikatta bulunmak için onları bir
camekân altında üreterek kültür
yapıyordu.
Hüseyin Rahmi Gürpınar, ikinci M eşrutiyet'in ilânından sonra Heybeliada'daki köşkünün salonunda.
Hüseyin Rahm i için
ne dediler?
“ ...Acınacak nokta, kaybedilen fırsat şu k i, Hüseyin Rahmi sadece şe h irli ve İstanbullu id i. Anadolu ile, köylü, ile. eski devirlerde köylünün hükümet ve memur elinden çektiği çile ile münasebet peyda edememişti. Edebilseydi bize asıl memleket romanını da yine kendisi verecekti.”
Refik Halid Karay
“ Türkçem izin şimdiye kadar gelip geçmiş yazarları arasında — Naima ve E vliya Çelebi ihtim al yanşma dışı k a l ı r - en büyük sima id i. Halen okunan ve devamlı okunacak olan Hüseyin Rahmi, Türkçe’ nin b ir müzesi kıymetindedir. Yalnız edebiyat değil, ö rf, âdet bakımından da b ir müze.”
VMS Nurettin Vâ-Nû
“ Hayatını nasıl kalemiyle kalınmışsa, başarısını da yine onunla, o mini m ini eliyle tuttuğu kalemiyle temin etmiştir. Ahmet Rasim’le Hüseyin Rahmi, İstanbul’ un renk ve kokusunu, zevk ve eğilişlerini verdiler.”
A li Canip Yöntem
Bedri Nazım hayretle:
— E, sonra?
— Nasıl olduğu bilinemedi. Camekânı teşkil eden camlardan biri kırılmış, yüzlerce akrep köş ke yayılmış...Her gün rastgeldiği- m lz sekiz-on ta n e s in i öldürüyoruz ama biter, tükenir şey değil ki...
Kâmil Salih bu tehlikeli haber üzerine köşkün önünde irkilerek arkadaşının kulağına:
— Öyle ise içeriye girmeye lim. Sabahleyin aç kamına akre be sokulmak hoş bir şey olmaz...
zi soktular. Ekseriya gece uyku da sokuyorlar. Bilmeden elimizi üzerlerine atınca...
AKREP KAZASI
Misafirin bu tereddüdünü gö ren uşak:
— Buyurunuz efendim, buyu runuz. O kadar yoldan gelm işsi niz. Bu sabah Şakir Ağa’nın odasında üç tane öldürdük... Es kisine nisbeten azaldı...
— Beyefendiyi sokmadılar mı?
— Hayır, köşkte kadın erkek yirm i üç kişiyiz, yalnız
sekiziml-Kâmil Salih’in tereddüdünü yenerek içeriye gidiler. Geniş bir mermerlikte iken merdivenden inen iki delikanlıya tesadüf e tti ler. Biri, fena halde bir yüz buruş- tu ru şla sağ bacağı üzerinde topallıyordu. Ötekinin de yarı yü zü pamuk ve gaz ile sarılıydı.
Bedri Nazım Habeş’ten sor du:
— Bunlara ne oldu, akrep mi soktu?
— Hayır... Bunlar boks salo nundan iniyorlar. Beyefendi on lara b o ks d e rsi v e rir. Yumruklaşma esnasında böyle sakatlıklar olur...
H
X K D C E M H
PAXMM
HOPriblHAP
E<C4 blX 4 HHOI
/JE/IO
rn p e é o
3 Hcp-u-n»«, rO C yA AP C TB EH H O E MlAATE/lbCTBO X X 40>K E C T B EH H 0Û AH TE PATyPbl M O C K O A f 9 5 çHüseyin Rahmi Gürpınar’ ın romanları çeşitli dillere çevrilerek yabancı ülkelerde de yayınlanmıştı. “ Mutallaka” mn Berlin’de 1908 yılındaki ilk baskısı büyük İlgiyle kar şılanırken, “ Hakka Sığındık” 1959’ da Sovyetler B irliğ i’nde çıkmıştı.
köşkten bir kazaya uğramadan çı kabilecek miyiz?
— Melhuz (akla gelen) tehli kelere mukabil çok tuhaflıklara şahit olacağız.
Habeş önden yürürken, Kâ mil Salih arkadaşının kulağına şöyle fısıldadı:
— Sağlam g ird iğ im iz bu
Habeş’in delaletiyle Şakir Ağa’nın nezdine (yanına) girdiler. Asrî Bey’in ihtiyar lalası geniş bir odanın enli sediri üstüne uzan mış gibiydi. M isafirlerini görün ce güler bir yüzle toplanarak:
— O, Bedri Bey oğlum, siz de bize gelir miydiniz? Sizi Çamlıca’-
ya hangi rüzgârlar attı böyle?
Bedri Nazım ihtiyarın elini öp meye uzanıp:
— Mektep arkadaşımı özle dim geldim. Onu yılda bir-iki de fa o ls u n ziy a re t etm eden duramam...
— Bey de sizi çok sever. Ge çenlerde ’Bedri hiç görünmüyor’ deyip duruyordu.
— Geçmiş olsun lalacığım, bir akrep kazası geçirmişsiniz..
YARIN: “ CAMEKÂNIN CAMINI KIRMIŞLAR DA..."
AKILLI BUDALA
H ü s e yin R a h m i G ü r p ın a r
Yayına Hazırlayan: Murat Bardakçı
Asri Bey üç gence verdiği boks
nutkunu kesti, memleketinde
yaptığı asri işlerle alay
edilmesinden yakındı
" Sinirlenme Asrî.
sinirlenme”
Hüseyin Rahmi’nin bir dostuna
yazdığı mektuptan bölümler...
..■i
yA zizim Naci Fikret,
... Hastayım, geçen sene bu aylarda beni uzattılar, başımda evcek ağ laştılar. Şimdiye kadar ölmedim fakat pek de d iri değilim.
... Tozlu yazıhanemin başına geçtim. Kalemler paslanmış. T a kır takır kurumuş hokkaya biraz su akıttım, gözlerim de beraber yaşardı... Şu cüm leleri nasıl yazdığımı bilseniz mutlak siz de biraz ağlarsınız. Ben bu yazı meydanının yılmaz b ir eri idim . Elimde kalem küheylân kesilir, bazen ge m i azıya alır, beni bile korktuğum vadilere süreklerdi.
... Bazı gazeteler, mecmualar benden tercüme-i halimle beraber fotoğ rafım ı istiyorla r, hiçbirine cevap vermiyorum. Bu öteden beri âdetimdir. Doğrusu bu talep hoşuma gitm iyor, böyle b ir şey yapılacaksa bunu ben den sormamalı. Beni sayfalarında teşhir edeceklere yardımda bulunmak izzetinefsime dokunuyor.
... Söz bitmedi ama kâğıt tükendi. Şimdi dördüncü b ir kâğıda başlar sam serâpâ onu da karalayarak belki ben hasta düşerim, siz de yorgun... H u M evlânâ... Hüseyin Rahmi r* , , * . * Jr » • U J e j ■ e e /v U o \ L r , ^ y / J , if c r y * * ’ 6 * ? / ■ . ' , / • , tfc O ' * * T ct v ,« tr f Uxu û c d • <> , , , A t T<1 ■' ,vX lH ‘* \
,
f a ? * .t r%İ(Jfa****
/ * * • ; * . a i * t * } t UA„ r « t * / r f - ' 0 ut * ' cf
Partiye para lâzımsa
bana da can gerek...”
Hüseyin Rahmi G ürpınar’ın Cum huriyet H alk Fırkası Heybeliada il çesinden gelen balo davetiyesi ve teberru isteğine verdiği yanıt:
“ H eybeli Parti Başkantığı’na Sayın Bay,
M ebos değilim, iratçı değilim, kitaplarımdan aldığınccüz'i bir gelir ile kıt kanaat geçiniyorum . Balo yaşım a yaraşm az, kesem e hiç elverm ez. Partiye para lâzımsa bana da can gerek. Saygılarımı sunarım .”
Çıkan kısmın özeti
Kâmil Salih ve Bedri Nâzım, “ As
rî Bey” olarak anılan ve dünyadaki tüm alışkanlıkların değişmesi gerekti ğini savunan bir gencin Çamlıca’da- ki köşkü’ne giderler. Asrî Bey
akreplerle ilgili deney vanarken bir ka za olmuş ve akrepler köşk halkını sok- ^ muştur.____________________ y
O
İhtiyar yüzünü ekşiterek:
— Sorma evlât, sorma... Avu cumu soktu. Gece uykuda bilme den üzerine el atmışım, kâfir hayvan çok canımı yaktı. Cerra hî bir usul ile zehir dışarıya akıtı lırmış. Biz bilmedik, içeride kaldı. Kol omuzuma kadar mosmor şiş ti. Sancıya dayanamadım. Müd- r lr İla ç la r ve rd ile r, şırınga yaptılar... İçeriden üç kadını sok tu. Onların yaralan daha ızdırap- lı oldu. Yine halimize çok şükür, ölümden kurtulduk...
— Akrep sokmasından İnsan ölür mü?
Şakir Ağa acı bir tebessümle:
— Bazı cinsi vardır ki çabuk zehir boşaltılmazsa adamı öldü rür.
— O cinsler bizim memleke timizde ne arar?..
— Hey kuzum, beyefendi A f rika’dan 18 santim boyunda ak repler getirtm işti. Onlardan döl alıp da tecrübeler yapacaktı. Be reket versin kİ, bu müthiş hayvan lar bizim İklimimizde yaşayansa- dıiar...
— Ne d iyo rsu n u z Ş a kir Ağa?..
— Hakikati söylüyorum... — öyle ise bütün köşk halkı na geçmiş olsun... Hemen şimdi beyefendinin yanma çıkamaz mı yız?
— Haber gönderelim, boks salonunda galiba...
— Evet, orada İmiş... Şimdi yanından İki genç indi, gördük. Biri topallıyordu, ötekinin yan su ratı bağlıydı.
BOKS SALONUNDA
Şakir Ağa müteessif bir yüz le önüne baktı. Boks salonuna gönderilen genç bir uşak yukarı çıktı, indi, “ buyursunlar” haberini getirdi.
İki m isafir çifte merdivenler den çıktılar, geniş sofalardan geçtiler. Önlerinden giden genç uşak, boks salonunun kapısını vurdu, içeriden “ entrez” müsaa desi duyuldu, girdiler.
Burası boks edevatıyla (araç larıyla) dolu büyücek bir salondu. Tavandan aşağı “ Le Punchlng
bali” , “ Le sac de sable” , “ Le me- dicine bail” denilen içleri hava,
kum, kıl dolu meşin torbalar sar kıyordu. Bu torbaların her biri ha sım farzolunarak yumruklanır, bu
" A v r u p a 'd a k i
n a tu ra lis t M ö s yö
F a b re b ü y ü k b ir
c a m e k â n a ltın d a
a k re p le ri
ç iftle ş tirir, ü r e tir ,
â d e tle rin i,
a h lâ k la rın ı,
ta b ia tla rın ı
yıllarca te t k ik
e d e r ”
Hüseyin Rahmi Gürpınar, en yakın dostu olan ve yaklaşık 60 yıl arka daşlık ettiği Albay Hulûsi Bey’ie bir likte. Hulûsi Bey, Gürpınar'dan birkaç yıl önce ölmüştü...
suretle sürat ve çeviklik talim olunur...
Asri Bey m isafirlerini görün ce, karşısındaki üş gence verdi
ği boks nutkunu kesti, gelenlere ellerini uzattı. Fakat Bedri Nazım içeriye girmeye korkuyormuş gi bi lâtife tarzıyla bir ürküntü hali gösterince ev sahibi:
— Buyursana Bedri, ne çeki niyorsun?
— Akrepler sokacak diye kor kuyorum...
— Sen de mi benimle alay ediyorsun? Avrupa’da natüralist Mösyö Fabre büyük bir camekân altında akrepleri çiftle ştirir, üre tir, âdetlerini, ahlâklarını, tabiat larını yıllarca tetkik eder. Bütün dünyanın hayranlığını, tebrikleri ni, tes’ldlerlni (kutlamalarını) top lar... Ben de memleketimizde böyle bir şey yapınca istihzalara
(alaylara), kahkahalara uğrarım.
Hatta en münevver (aydın) b ild i ğim samimi arkadaşlarım tarafın dan bfie_
Bedri Nazım lâtifesini yumu şatarak:
— Sinirlenme Asrî, sinirlen me... Sen de AvrupalI natüralist derecesinde takdir, takdis oluna bilirdin, eğer aranızdaki büyük fark olmayaydı...
— Aramızdaki büyük fark ne dir?
— Mösyö Fabre herhalde ak replerine 18 kişiyi sokturtmamış- tır. Üretirken onları sıkı sıkıya zaptetmenin usulünü de bilmek icap etmez miydi?
— Akreplerin muhafazaları camdandı. Bilmem ki hangi kırı lası el bu haltı etti. Mösyö Fabre ile aramızdaki farkı benim şah sımda arama. Onun evindeki in tizam ve adamlannın terbiyesiyle benim kileri mukayese et, iş an laşılır.
— Her neyse... Tetkike değer bunca şeyler dururken akrebe, yı
lana zaman hasretmenin (ayırma
nın) lüzumu da kolayca anlaşıla
bilecek hikmetlerden değildir... — Afrika akrepleri her yıl bin lerce insan öldürüyorlar. Şim di ye kadar bulunan serumlar kâfi derecede müessir değildir... Ben bu panzehirin en kuvvetlisini bul mak üzereyim. Pastör’ün kuduz da olduğu gibi, ben de bu vadide namımı ika edeceğim (sürdürece
ğim)...
— Zavallı lalanızın kolu hâlâ sancıyor galiba. Serumunuzu köşkteki yaralılar üzerinde dene mediniz mi?
— Hayır, keşfimin henüz bir noktacık meçhul yeri var... (Dik
katle Kâmil Salih’i süzerek) Beyi
takdim etmedin, henüz kendile rini tanımakla müşerref değilim... — Evet sizi görür görmez ca zibenize tutularak lâkırdıya dal dım , bu v a zife yi u n u ttu m . Gazeteci arkadaşlarımdan Kâmil Salih. Bu da medhinizi dinleye dinleye kulaktan size âşık olan lardan biridir.
Asrî Bey kısık bir gülüşle:
— Sözü ballandırma canım. Maksadınızı anladım. Anket yap maya geldiniz. Yarın fena basıl mış çirkin bir resim altında bir alay haşviyatın (boş sözün) kaili
(söyleyeni) olarak halka teşhir
edileceğim...
Bedri Nazım:
— A beyciğim, bizi de o ka dar çürütmeyiniz...
Asrî Bey, boks torbalarından birine şiddetli bir yumruk savura rak:
— Elimden gelse sizi, yani gazetecileri işte böyle döverim. Ne diyorsun, çürütmek mi? Ben den başka bu felâkete uğramış olanlar sözlerimin hakikat oldu ğuna birer şahittirler.
Kâmil Salih tevazuyla eğile rek:
— Beyefendimizi gücendire cek bir lâubalilikte bulunmayaca ğımızdan emin olunuz. Anketi burada yazanz, okursunuz. Basıl dıktan sonra bir harf fazla veya eksik görürseniz, her türlü mesu liyeti kabule hazırız. K
— Bu metni götürüp bir kâtip- i adle (notere) tasdik ettirmeliyiz. Çünkü gazeteci her günün işlek liğiyle gevşemiş kalemini elinde sıkı tutamaz, bir şeyler karıştır madan duramaz. Ondaki taşkın zekânın şeametini (uğursuzluğu-
nu) çekmiş olanlar b ilirler...
Yarın: "Gâvurca söyleyon,
oyunu ö rn e f'
Hüseyin Rahmi Gürpınar, Slümünden sonra müze haline getirilen Heybeliada’ daki köşkünün çalışma odasında.
Yayma Hazırlayan: Murat Bardakçı
^ -.ç ıfc a n kısmın özeti— .
Bedri Nâzım ile arkadaşı Kâmil Salih, çevresinde "Akıllı Budala"
adıvia tanınan çok zengin bir gencin Çam ka'daki köşküne giderler. Dünya üzerindeki tüm geleneklerin değişme sini isteyen "AkıllıBudala" akrepler üzerinde incelemeler yapmakta ve boks dersleri vermektedir.
"Ben Ali'nin karındaşı
veli'yim. Am an
beyefendiciküm,
ocağına düştüm "
— B oks ö ğ r e n ip
d e ne
y a p a c a k s ın ? "
—" M e m le k e te
v a rın c a kırıla c ak
b irk a ç d o n g u z
kafası v a r ”
O
A sri Bey böyle söylenirken, gösterdiği gülümsemeyle anke ti reddetmeye kati bir taannüdû (direnmesi) olmadığını da anlatı yor gibiydi.
Asri Bey, gazetecilere karşı larında duran iki genci göstere rek:
—Beyler yeni taiebemdir, İh san Nuri, Ahmet Şefik beyler...
Takdimen (tanıştırılırken) ad- iarı söylenirken, iki genç boyun keserek eğildiler...
Asrî Bey sonra, biraz arkada duran kaba şimali, hödüğümsü bir delikanlıyı işaretle:
—Bu da, Veli bendeniz. Bizim bağda çalışan rençberterden bi rinin kardeşidir. Memleketinden geleli çok olmadı. (Veli’nin yüzü
ne bakıp başını sallayarak) Öyle
yontulmamış bir meşe yarması ki, inceltmeye uğraşıyorum. Bir gün bahçede geziyordum, karşı ma çıktı, beni etekledi. “ Ne is ti yorsun?” dedim, aramızda şu muhavere açıldı:
Asrî Bey Anadolulu taklidi ya parak:
—“ Efendim, beni lamdı mı?” —“ Hayır...”
—“ Ben A li’nin karındaşi Ve- ii’yim ” .
—“ Pekâlâ, ne istiyorsun?” —“ Aman beyefendiciküm , ocağına düştüm, yalvarıyom. Ba ğa yumruk oyunu örget.”
—“ Boks mu talim edecek sin?”
—“ işte o bok soyunu örgen- meye çok hevesim geldi...”
—“ Öğrenip de ne yapacak sın?”
— “ Memlehete varınca kırıla cak birkaç donguz kafası var.”
—“ Ulan, boks kafa kırmak için öğrenilmez...”
—“ Başha ne işe yarar ki?”
Asrî Bey söylerken, gülümse yerek Veli’nin yüzüne bakıyor, o da utangaç bir sırıtışla başını ar kaya çeviriyordu.
"MEŞEYİ YONTARAK..."
Beyefendi devam etti:
—“ Bu meşeyi yontarak, boks bilgisi üzerindeki istidadını dene mek, benim için çok eğlenceli bir meşguliyet olacağını anladım, işe başladık... Kırların genişliği içinde alabildiğine iptidaî bir hı şırlıkla yetişm iş bu köylü kafası, teknik usûllerini benimsemede çok zorluk çekiyor, daima salla pati hareketlere kaçıyor, “ para- d e s ” larda, “ e s q u iv e ” lerde kendini şaşınyor, ne yaptığını bil mez bir çırpınmaya tutuluyordu. Onun bu hamlığına karşı benim de inatla tekrarladığım derslerin zorluğuyla Veli bir gün yılarak de di ki:
—“ Begüm, bu ıvır zıvıria n i çin yorulah ki, karşıdaki dongu- zun suratına şaplağı yapıştırın- cah götüstü yere kakılakaltr, gayrıh bir daha direnemez...”
Asrî Bey’in onu takliden bu söylediklerine herkesle beraber Veli de güldü...
Bey şimdi hitabını Veli’ye çe virerek:
—“ Hemücüğüm, öyle değil mi? Bu senin kaide kabul etme yen katın kafanla ne yapacağız? Yumrukladıkça meşin torbaları tavana fırlatıyorsun ama fen yok, teknik yok... Böyle kuru kuvvet ayıda da var.
BOKSUN MARİFETLERİ
Asri mübarek bu defa yeni şa kirtlerine (öğrencilerine) hitapla:
—“ Asrımızdaki ehemmiyeti taktirle (önemi anlayarak) boks öğrenmeye heveslenmişsiniz. Si ze onun bütün faydalarını saya cak değilim . Bu geçirdiğiniz mücadele hayatında nefis izzeti ni bilen her fert için boks bir va zife m ecburiyetini atmak lâzım gelirken, bazıları onu vahşiyane bir spor telakki etmekte yanılıyor lar. Boks insanı soğukkanlı ya par. H ü kü m le rin e s iir ’at ve kat’iyyet verir. Bedenimizi çevik leştirir, fik ir ve hareketlerimizde bizi isabete alıştırır, ahlâkımızı düzeltir. Büyük boksörler vahşi
Hüseyin Rahm i için
ne dediler?
“ T ü rk romanında hakiki konuşma Hüseyin Rahmi ile başlar. Onda her cins adam ve her tü rlü konuşma vardır. Hüseyin Rahmi’ nin büyük kuvve ti, insan yaratmasını bilmesidir. Kahramanlan, kitabın ortasında tabiî mu hitlerinde im iş gibi yaşarlar. 0 , halkımızı ve hayatımızı tanıyan yazarlardandır. Fakat asıl edebiyatımıza sokak onunla g irm iş tir.”
A hm et Hamdi Tanpınar
“ Hüseyin Rahm i’nin rom anları, İçtim aî hayatımızdaki 50 yıllık deği şikliklerin, İstanbul’ da geçen bir ta rih i gibid ir. Bu devre içinde onun aldı ğı mevzular, şahıslar, vakalar, devirden devire değişiyor. Fakat umumî çizgileriyle takip edilirse bunlarda âdeta b ir b irlik olduğu görülür. Sosyal hayatımızdaki birçok değişmelerin ayn ayrı safhalanm bunlarda tespit ede bildiğim iz gibi, bu safhalar boyunca yazann görüşündeki gelişmeyi de ta k ip ed ebiliriz.”
Niyazi Berkes
“ Kendisine soyadı olarak G ürpınar’ ı almıştı. Nasıl almasın k i, 80 ya şında vefat eden Hüseyin Rahmi, yaşı kadar eser vermiş b ir m u h a rrird i.”
Fikret Adil
V .
insanlar değil, bilakis en munis (canayakın) kimselerdir. Nefisle rine itim atları (gUvenieri) olduğu için, hiçbir meselede sinirlen mezler, hırçınlaşmazlar. Aceleye, heyecana kapılmazlar. Boks ha reketleri ahlâka, sıhhate neti (ya ra rlı) o ld u ğ u g ib i, vücudu ahenklendirerek güzelleştirmek te de büyük bir âmildir. Eski Yu nan heykeltraşlannın güzellik modellerine en ziyade yaklaşan gövde tiplerini, boksörler arasın dan aramalıdır.”
—“ Boks talim leri alâlâde kı yafetimizdeki pantolon ve sokak ayakkabılanyla da yapılabilir. Yal nız ceketi, yeleği çıkanrsınız, fa kat ringe girmek icapedince, boksa mahsus hafiflikte soyun maksınız. Üst beden çıplak, veya hut yün, pamuktan gayet ince dokunmuş bir mayo ile örtülür. Tuval, pamuk veya jerseyden, diz lerden yukarı kısa bir külot, ba caklar çıplak, ayakkabılar çivlsiz, meşin tabanlı, mümkün olabildi ği kadar hafif neviden olmalıdır. Ganlar talim için 225 ve kuvvetli kimseler İçin 285 gram ağırlığın da olabilirse de, döğüş için 4, ni hayet 6 ons’tan fazla olmama lıdır.”
Asrî mübarek bey döğüş ma halli, kıyafeti ve şartları hakkın da uzun tafsilat verdikten sonra, yeni şakirdlerini (öğrencilerini) tarttı, bunların enini boyunu ö lç tü, bütün mafsallarının ve bilhas sa b ile k le rin in o yn a k lığ ın ı muayene etti, birinci derse giriş ti, çocukları hayli terletti.
Nihayet V eli’ye hitaben:
“ Gel bakalım
hemücü-Veli soyunmuştu. Çok kıllı vü cudu, iptidaî (ilkel) zamanlarında insanların ayılar gibi kaba tüylü birer posta‘mâlik olduklarına şa hadet ediyordu.
Hödük pehlivan, kollarını sal laya sallaya beyin karşısına gel d i. Boks başladı. V eli, yorgancıların yumruklaya yum- ruklaya minder doldurdukları gi bi pataklanıyordu. Hiddetinden iri iri soluyor, iri yumruklarının darbesi altında beyi ezmek is ti yor, fakat ne mümkün, onun en ufak kımıldanışını sezen hasmı, bütün hamleleri defediveriyordu.
Bey:
—“ Veli, sol tarafına ineceğim, kendini koru... İhtarıyla haykırı yor, lâkin bu müsaadeye rağmen kendini bir türlü toparlayamayan ağır şakird (öğrenci), yumruğu yi yor, onun bu ataletine (hareket
sizliğine) kızan bey, “ Parade, toi
Im becile” narasını kopardıktan sonra hasmının suratına birbiri arkasına yumrukları yağmur gibi yağdırıyor, sıkıştırılan bir hayvan ürkekliğiyle sığınacak yer arayan Veli, donuk gözlerle “ Gâvurca
söyleyon, anamıyorum ki” ho
murtusuyla kızarmış şakağını, şişm iş avurdunu yoklayarak dö vüşten çekiliyor. Karşısı boş ka lan Asrî Bey, bu sefer gazeteci m isafirlerine dönerek:
—Geliniz, sizi de biraz çevik leştireyim...
YARIN:
AKILLI BUDALA
H ü s e yin R a h m i G ü r p ın a r
Yayına Hazırlayan: Murat Bardakçı
Çıkan kısmın özeti
Çamlıca'daki köşkünde oturan ve çevresinde “Akıllı Budala” olarak ta nınan çok zengin bir genç, tüm gele neklerin değişmesini istemektedir.
Bedri Nazım’la arkadaşı Kâmil Sa- Hh köşke gittiklerinde Akıllı Budala’yı
gençlere boks dersi verirken bulurlar.
• " E ğ e r b iz neslen
m a y m u n d a n g e l
m iş isek, nasıl o lu
y o r da b iz y ü k s e k
d e re c e d e m e d e n i
le ş tiğ im iz h a ld e ,
o n l a r o i p t i d a î
m a y m u n y a ra d ılı
ş ın d a k a lıy o rla r? ”
O
Bedri Nazım:—Teşekkür ederiz elendim, V ell’yl pataklamadan henüz kol- lartnızın yorulmadığı anlaşılıyor. Dövmenin hoş olduğu kadar dö vülmek tatlı değildir. Biraz sağ lam geldiğim iz bu yerden sakat çıkmak İstemeyiz...
itizariyle (af dilemesiyle) pek de mûkrlmane (ağırlayıcı) olma yan bu teklifi geçiştiriyor.
Boks salonundan çıktılar. Tarih-I tabiî (doğa tarihi) müzesi ne girdiler. Bu müzede, Asrî Bey’in en ziyade ehemmiyet ver diği kısım, insanın maymundan azman olduğunu İ3pata yara yanıdır.
Mukayeseli teşrih tasnifi üz re, muhtelif uzuvların (organların) insan ve maymun kemikleri yan yana dizilmiş... Şişeler içinde iki nev’in (türün) birbirine çok ben zeyen ceninleri...
Asri Bey, her numara önünde durarak tafsilâta girişti (ayrıntıları anlattı):
—“ Bugün gördüğünüz İnsan, dinî masallarda okuduğumuz su rette iri bir bebek yapılır gibi bal çıktan İmal olunarak içine ruh üfürüldükten sonra, İşlediği gü nahın cezasını çektirmek için yeryüzüne İndirilm iş değildir. Tarih-i tabiî (doğa tarihi) bize gös teriyor kİ, dünyada birdenbire ya- ratılıvermlş bir şey yoktur. Her mahlûk, mutlak kendinden evvel gelm iş bir soydan, bir nesilden, hasılı bir tohumdan vücut bulur. Bugünkü İnsanın birçok İstihale ler (aşamalar) geçirerek şim diki şekli alabilmiş olduğuna şüphe yoktur. Biz evvelden ne biçimde bir hayvandık, merak edilecek şey... Yavaş yavaş, milyonlarca yıl süren çok tedrici (aşamalı) bir tekâmül ile insanlaştık. Şimdi te kâmülün başladığı mazimizi araş
Asri Bey doğa tarihi anlatıyor:
"Şempanzeler, goriller hakikaten
adamdırlar.
Fakat çok tembeldirler"
itin mavmun gibi
* görünüyorlar”
tırarak, hilkatte (yaratılışta) bize en yakın akraba olarak maymun ları buluyoruz.”
“ Bu benzerliğin bazen çok kuvvetli nişaneleri (belirtileri) önünde şaşırıyoruz.” Singes ant- hropoides, yani insan suretindeki maymunlar... Frenklerin onlara verdikleri bu isim de hakikati an latmakta kâfi bir delildir. Benze rimiz bu mahlûklar dört nev'idlr (türdür). İkisi A frika’da b u lu n u r Goril ile şempanze... İkisi de As ya’da: Orangutanla glbon... Bu benzerlerimizin görünürde kuy rukları da yoktur. Bu “ Anthro- poide” maymunlar giderek adam- laşmak İstidadında iptidaî insan lar mıdır? Mesele, Darvin’den beri “ Anthropologie” ile uğraşan âlimleri yormaktadır. Her nev’I (tüı) hayvanın kanlanndakl yuvar- lacıklar şeklen değişir fakat, bu “ Anthropolde” maymunlarının kanı, bizimkinin tamamiyle aynı bulunduğu bilkimya (kimya b ili miyle) sabit olmaktadır. M uhtelif tabiatlardaki (çeşitli gruplardaki) kanlar birbirine aşılandığı vücut lara zehir gibi fena tesir yapar. Bu maymunlannki, bizim kanlanmız- la bilâ ârıza (arızasız) ve mükem melen kaynaşmaktadır. Bu da, kanca onlarla ayniyyetlmizi gös teriyor. Amerika zencileri arasın da yayılmış tuhaf bir “ legendes” (efsane) vardır. Onlar derler kİ, şempanzeler, goriller, hakikaten adamdırlar. Fakat çok tem beldir ler. Çalışmak İstemedikler! için maymun gibi görünüyorlar.” ^ ^
“ Eğer biz neslen maymunlar dan gelmiş isek, nasıl oluyor da biz yüksek derecede medenileş tiğimiz halde onlar o iptidaî (ilkel) maymun hilkatinde (yaratılışında) kalmış bulunuyorlar?”
“ Küremizin üzerinde henüz maymun hayatı süren insanlar vardır. Misal olarak Avustralya vahşilerini gösterebiliriz. Bunlar ormanların derinlikleri içinde çı rılçıplak, taş devrini andırır vah şette yaşamaktadırlar. Cava’da bulunan bazı kemikler, maymun la insan arasında “ Pithecanthro- pe” denilen mutavassıt (ara) bir neslin yaşamış olduğuna ihtimal verdirmektedir.”
ÂDEM BABAMIZ
“ Acaba Âdem babamız bu İs tihalelerini (geliştirmelerini) cen nette mi geçirdi? Yoksa oradan kuyruklu çıkıp da bu sallantısı nı yeryüzünde mi düşürdü? Gö rülüyor ki, hiç de övünecek ecdadın hafidleri (soyun izleyici leri) değiliz.”
“ Bazı âlimleri düşündüren tu haf bir mesele daha var. Eğer biz önceden maymun İken yavaş ya vaş tekemmül ederek (olgunlaşa rak) insan olmuş isek, hilkat faturasından İnsanlığın en mü tekâmil, binaenaleyh en son bir şekil olduğunu iddia edebilecek vesikalara malik miyiz? Hayır. As lımızı bilem ediğim iz gibi, binler ce asırlar sonra uzviyetçe (or ganlar açısından) ne hal, ne şe kil alacağımızı görmek de kebil değildir.”
“ Ebede (sonsuza) kadar böy le insan mı kalacağız? Üzerinde yaşadığımız bu yuvarlak toprak her an hesapsız değişikliklere tâ bidir. İklimlere ârızolan tehavvül- lerin (değişmelerin) bünyeleri mize tesiri de pek tabiidir. Bu noktadan, bizden sonra daha mü tekâmil (pek gelişmiş) bir neslin geleceği ihtim ali öne sürülüyor. Mütekâmilen bizden gelecek bu “ rafine” nesle nispeten (oranla) bizim de maymunlar derecesin de kaba ve zekâca dun (aşağı) ka- lacağım ız sö yle n iyo r. Bizim halline muvaffak olamadığımız meselelerin bir kısmını belki bu ikinci insan nesli fasi edecektir (çözecektir).”
“ Bize çok mütefevvik (üstün) neslin zuhuruna yerinmeyelim. Biz de şimdiye kadar tüylerimizi dökmüş, kuyruklarımızı atmış o l duğumuza şükredelim.”
İNSAN NESLİNİN ASALETSİZLİĞİ
Asri Mübarek Bey’in samîle- ri (dinleyicileri) insanlığın neslen asaletsiz ve şerefsizliği hakkında uzun bir nutuk dinledikten son ra merdivenden çıktılar.
Şimdi tayyare galerisine giril di. Burada küçük küçük birçok “ avlan” ve m otor modelleri var dı. Asri Bey müteharrik (oynak) kanatlar ve yerden birdenbire amudi (dikey) yükseliş için havayı altederek bir üstüvane etrafında dönen pervaneler icadıyla meş guldü.
1933 yılında Mısır’ a bir gezi yapan Hüseyin Rahmi Gürpınar, Kahire civarındaki ünlü “ Keops Piramidi” nin önünde rehberiyle birlikte. Gürpınar bu fotoğrafının ar kasına “ Hayatımda işgal ettiğim en yüksek mevki” diye yazmış.
r --- ' n
Hüseyin R ah m i için
ne dediler?
“ Çocukluğumu, delikanlılığmu ve kırkına merdiven dayayan yaşımı k i taplarında toplayan b ir yazıcı olduğu için onu, şu veya bu düşüncenin dı şında tabiatın b ir gürünüşünü sever gibi severim... Bugün kaç yaşındadır, bilm iyorum . Ancak b ir büyük yazıcının ara sıra kutlulanması yaşma bağ lıysa, bu yaşa nasıl olsa çoktan gelmiş olduğunu sanıyorum. Ve yine sanı yorum ki, halkın en çok okuduğu b ir büyük artisti kutlulam akta geç bile kalınm ıştır.”
Nâzım Hikm et
“ Eğer Hüseyin Rahmi bu rom anlarını yazmasaydı, son 75 yıllık sos yal tarihim izi, âdet ve ananelerimizi tesbit etmeye yarayacak zengin b ir mehazdan mahram kalacaktık. Onun eserleri, ileride eski İstanbul’ un hu susiyetini yazmak isteyenler için başvurulacak yegâne malzeme hâzinesidir.”
Münir Süleym an Çapanoğlu " . . . Gerçekten Hüseyin Rahm i’ nin romanlarında müşahede mahsulü sahneler, — Hayattan Sayfalar— bulduğumuz gibi, icat ve hayalin yarattı ğı, geniş anlamda b ir terkip sonucunda meydana çıkan tip le r, sahneler ve entrikalara da rastlarız. ...Gelecek nesiller tarafından epeyce yadırgana cak diline rağmen, eserlerinde ölmez çok şeyler bırakm ıştır.”
Pertev Naili Boratav
v _____________________________________________________________y Burada da dinleyenlerin ku
laklarını hayli tafsilatla yorduktan sonra laboratuvarına ve daha sonra fotoğrafhaneye, marangoz haneye gidildi. Bu köşkte gaze te c ile rin geveze kalem lerine dolanacak sermaye bolluğu var dı.
Asri Bey hezarfen (çok bilmiş) görünerek, birçok işlere el atıp da hiçbirini başaramayan mirasyedi lerden biriydi. Onu yalnız refah memnun etmiyor, icatçı ve dahi görünmek merakıyla bövle binbir tezgâh kuruyordu. Hiç yoktan
servet yapanlarla hazır parayı is rafla marifet göstermeye uğra şan la rın hali b ilm e m b ir memleketin iktisadiyatında (eko nomisinde) ne tesir peyda eder... Yorgunluk geçirmek için köş kün önünde ve havuz kenarında ki banklara o tu rd u la r. B irer dinlenme kahvesi ve cıgaralar içi lirken, uzun uzadıya evlenme me
selesinden bahsolundu.
YARIN: "Ben samimî kadını severim”
AKILLI BUDALA
H ü s e yin R a h m i G ü r p ın a r
Yayına Hazırlayan: Murat Bardakçı
Çıkan Kısmili özeti — >
Btdri Nazım ve arkadaşı Kâmil Şafii, "Akıllı Budala” adıyla tanı nan çok zengin bir gencin Ç am hca- daki köşküne giderler. “ Akıllı Budala”, dünyadaki tüm gelenekle rin değişmesini istemekte ve yeni bu luşlar peşinde koşmaktadır. Evlilik konusunda da değişik düşünceleri var dır.
Asri Bey bir ankete cevap veriyor:
"Evlenmeye, ışıksız bir obaya girer
gibi gözü kapalı ve yalnız el
yoröamıyla atılm am alıdır"
f --- \
Hüseyin Rahm i için -
ne dediler?
“ A ydın, yarı aydın ve çeyrek aydınlardan kaç kişi okumamıştır daha çocukluğunda Hüseyin Rahm i’nin birkaç romanını? İlk romanından son romanına kadar m u hitini, şehrini ve insanlarım ne kuvvetli b ir bakışla kav ramıştı! Eski İstanbul’ un bütün tip le rin i, geleneklerini, yaşayışındaki ve konuşmalarındaki özellikleri onun gibi kim kaleme a la b ild i... Dile kolay, altmış eser!”
H alit Fahri Ozansoy
“ Hüseyin Rahmi, T ü rk romancılığının b ir sembolü id i. Onun feyizli kalemi zekâya, inceliğe, zerafete susayanları senelerce tatm in eden berrak, temiz, b ir ab-ı hayat kaynağı olm uştur... O, mesleğinin icap ettirdiği sa hada memleketine karşı en büyük vazifeyi ifa etmiş, vatandaşlarına bo yunca kitap verm iştir” .
Ref’i Cevat Ulunay
S__________________________________________
• Ek s e riya sevişile
rek e vle n ilir. Lâkin
bu aşkın e b e d iy -
y e n d e v a m ı e n d e r
b a h tiy a rlık la rd a n
d ır ”
O
Ertesi gön Yeni Güneş gaze tesinin dört sütunu bu yağlt-ballı anketle doldurulmuştu. Asri Bey, ^fen yolunda memlekete büyük 'b ir istikbâl vaat eden pratik bir bi lim adamı pohpohlarıyla tasvir olunuyor, bu vâdide hayli tafsilât (ayrıntı) verildikten sonra havuz başında edilen teehhül (evlenme) bahsine geçiliyor.
Anketin bu kısmı aynen şu d u r
“ AsriMübarek beyefendi, her cihetçe tam inkılâpçıdır. Buyuru yorlar ki, İslah ve yenileşme ame- Iiyesi kökten yapılmazsa, eski marazi (hasta) hallerin tekrar filiz lenmesi tehlikesi bâki kalmış olur. Yükselmelidir... Yükselme lidir... Ta ki, mûrteciier yaralamak İçin aya silah atan kafirlerin va ziyetinde kalsınlar...”
“ Hükümetin kanunları umu midir. Fakat niçin her aile, belki her ferd, lüzum gördüğü müşkül hayat meseleleri üzerinde kendi sini tebeiyyete (bağımlılığa) mec bur kılacak hususî kanunlar tanzim etmesin? İşte evlenme meselesi umumî kanunların pü rüzlerini ayıklamaya muvaffak olamadığı davalardan biridir.”
“ Ben, kendime eş yapmak için seçeceğim kadınla yan yana evlenme memurunun huzuruna dikifmezden önce birçok mühim noktalarda anlaşmak isterim . 'Ben sana âşık oldum, sen de ba na gönül verdin,haydi izdivaç dö şeğine g ire lim ’ deyivermek, kankocalîk saadetini temine kâ fi değildir. Bu acele iie insan ba
zen başına büyük bir belâyı dolamış olabilir.”
“ Evlenmeye, ışıksız bir odaya girer gibi gözü kapalı ve yalnız el yordamıyla atılmamalıdır. Görül mesi, bilinmesi elzem (gerekli) noktalan karış karış yoklamaya uğraşmalıdır. Bazı ukalâ kadın gönlünü anlaşılmaz bir muamma telâkki ederek, bu esrarlı kapalı kapı önünde boyun büküp divan dururlar. Bu anahtarı buluncaya kadar araştırmaya üşenmeye lim .”
YÜREĞİNİN KÖŞELERİ
“ Ben, samimî kadını severim. ‘Göster bana y ü re ğ in in köşelerini” deyince, o bana he men riyasız, yalansız açılmalıdır.
“ Cehennemlik” adlı ünlü romanı nın yayınlanmasından sonra Hüse yin Rahmi karikatürlere de konu olmuştu.
Ben de ona kalbimin sırlarını, en tatlı ve acı cihetleriyle dökmek ten çekinmem.”
“ Her insanın tabiatı başka türlüdür, birbirine uymaz. ‘Sevdi ğimin sevdiği şeyler, benim de sevdiklerim olacaktır’ demekle mesele halledilm iş olmaz... Ha yattaki meyillerimiz, emellerimiz birbirine uymuyorsa, yani zıd ta- biatte yaratılmış isek, ilk sevginin kusurlarımız üzerine serdiği örtü ler, zamanın vereceği bıkkınlıkla birer birer açılınca dirliksizlik başlar. Bazı bazı da, bu dünyada bir cehennem havasına girilm iş olur.”
“ Şimdiye kadar düşünülme miş bir noktaya temastayız. Ev lenmemizin adımları önünde böyle bir Cehennem kapısı açılın ca bu azaptan nasıl kaçabilece ğiz? Ricat hattını önceden açık bulundurmakla.”
“ Nikâh, bir nevi içtim ai (sos yal) mukaveledir. Fakat buna gö nül şartları kayıt olunmaz. Ben evleneceğim hanımla, bu şartla rı inceden inceye konuşmalıyım. Çoklarının içinde kebab oldukları cehennem yolunu akitten (imza dan) önce kapatmalıyız.”
“ Ekseriya sevişilerek evleni lir. Lâkin bu aşkın ebediyyen de vamı ender bahtiyarlıklardandır. Karı-koca birbirinden usanınca bu bağın ayakları perçinlenmiş güllesini bütün ömürce taşımak ne felâkettir. Bunun çaresi ayrıl maktır. Usanç iki taraflı ise, bağ kendi kendine çözülür. Ama bir tarafın gönlü soğumamışsa, so- ğuyamamak hilkatinde ise, o za- va llı hayatın en taham m ül olunmaz işkencesine tutulm uş olur.”
“ Buna ne çare? Bu çareyi ta- Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Türk Edebiyatı‘ nm önde gelen roman,hi-
biatm insafsız felsefesinde ara- *âye,şıır ve tiyatro yazarlarının çoğunu toplu halde gösteren tarihi bir ra
yacağız, düşkünü kendi ateşine sim.
terk edeceğiz... Tutulduğu elem fırtınasının dalgalan arasında ya boğulur, ya kurtulur.”
“ Evleneceğim hanımdan bı karsam bu felsefenin diyapazonu üzerine bir teessüf nâlesi kopa rarak ondan ayrılma müsaadesi ni önceden rica edeceğiz. Daha evvel o benden usanırsa, beni ka yıtsızlığının zehirli hançeriyle ya ralasın. N e fre tin in tekm eleri altında ezsin, gitsin...”
1928 yılında çekilen ve dönemin ünlü edebiyatçılarını bir arada gösteren bu fotoğrafta tanınabilen kişiler şunlar: 1. Necip Fazıl Kısakürek, 4. Niza- mettin Nazif Tepedetenlıoğlu, 7. Florinalı Nazım, 8. İbrahim Alaaddin Gövsa, 9. Vedat Nedim Tör, 10. Hıfzı Tevfik, 11. Dr. Fahri Celâl, 12. Valâ Nured- din Vâ-Nû, 17. Selim i İzzet Sedeş, 18. Yusuf Ziya Ortaç, 19. Hüseyin j Rıfat, 21. Ahmet Cevad, 22. Etem İzzet Benice, 24. Halil Nihat Boztepe, •
25. Peyami Safa, 26. Orhan Seyfi Orhon, 30. Hüseyin Siret, 31. Hüseyin jj
Rahmi Gürpınar, 32. Halid Ziya Uşaklıgil, 35. Sadık Bey, 37. izzet Melih, jj 38. Ziya Osman Saba, 39. Cevdet Kudeı Sbıtak, 40. Sabri Esat Siyavuş- j gil, 42. Yaşar Nabi Nayır. ^ \ Hüseyin Rahmi Gürpınar'
ın 23 Nisan 1933’te başladığı ve 34 sayfa yazabildiği “ Akıl lı Budala“ adlı romanının ilk müsveddeleri burada sona eriyor. Yarın, romanın 29 Ma yıs 1934 tarihini taşıyan 16 sayfalık ve ikinci kez “ yarım kalan” , yeniden ele alınmış bi çim ini yayınlamaya başlaya cağız.