B A Y K A M
-^UIIIIIIIIIIIIIIIIIIII!llllllll!lllinHIIIIIIIIIIIII!!l!lll!!!l!!HI!llll!UIHMLHI!l!l!HIHHI!!!l|lll!!lf^
IEdebî sohbeti
B
İZİM divan şiirinde naz - mm esas ölçüsü beyit ve mısra olduğu için bilhassa orta halli şairler hiç olmazsa dar bımesel halinde bir söz söyleyip “berceste” kıymetli bir beyit ya ratmayı kendi namlarını ebedi - leştirmek için kâfi görürlerdi. Es kilerin “Darbımesel” dedikleri a- ta sözleri şeklen kısalığı ve mâ naca olgunluğu yüzünden hafıza larda kolaylıkla kaldığı için ne silden nesile bütün milletin ma lı olarak yaşar durur. Türkçe - miz bu bakımdan en zengin bir hâzineye maliktir. Bunların çoğu o kadar özlüdür ki, meselâ “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” meseli dünyayı çalkalıyan en heybetli bir İçtimaî derdi en komprime bir halde ifade etmiyor mu?Dilimizdeki böyle anonim me sellerin bu mazhariyetine imre nen şairlerimiz o meselleri aru - zun kalıbına koyarak, kendi man zumeleri içine almak suretiyle kendi nazmlarına da yaşamak ka biliyeti verileceği vehmine düştü ler. Eski şiirin büyük teknik üs tadı Nâbi bunu kâfi görmez: Sözde darb-ı mesel irâdıııa söz
yok amma Söz odur âleme senden kala bir
darb-ı mesel Demek suretiyle bu beytini de dîvan şiirine bir darb-ı mesel kuv vetiyle nakşetmiş oldu.
O beytin ikinci mısraı sahiden bir mesel gibi söylenir durur. Za ten mesellerin en büyük hususiye ti kısalıkları olduğu için onlar beyit halinde değil ancak misra halinde y^şıyabiliyorlar. Halbuki şairler, o mısraları mesel olsun diye fek başına söylemezler. On lar bir gazelde beyit olarak söy lenmişlerdir. Halk hâfızası ise işin kestirmesine ve kolayına git tiği için beyti cleğil onun yarı sını, yani tek mısraı alıyor. Bu a- lınan mısra asıl mesel kuvvetini haiz olandır, o- meseli doğuran ö- teki mısra ise unutulup gider. İş te meselâ Nâbi’den kalaıı bir dar bı ıMseli ■
Bil e (nctn eVliyocek hande midir, girye midir? Halbuki bu söz beyitte ondan
YAZAN
İsmail Habib Sevük
]
evvel gelen şu ana mısradan doğ du:
Oldu sermâye-i hayret ban bîm ü iimnıid Yani şair şöyle bir mefhum yakalamış: “ Bendeki bu hayret ve şaşkınlık sermayesi korku ile ümit arasında kalışımdan ileri gel di. Bilmem ki, bu hale gülmeli mi, aqlamah mı?” Halk bu iki mefhumdan doğuranı atıp doğanı kendine mal ediyor. Yine Nâbi - ııin şu mısraı da biraz mürekkep yalamış olanların ağızlarında hâ lâ söylenir durur:
Kenarın dilberi nazik te olsa nâ- zenin olmaz Bunu doğuran ondan evvelki mısra ise “naz ve işvenin üslûp ve âdabı ancak İstanbul toprak - larında öğrenilir” mânasına şu - dur:
Bileıı hâk-i Stanbuldıır rüsum-ı şive vü nâzı Yani şair bu ilk mısraı “Es- bab-ı mucibe” olarak ileri sürü yor. Halk ise mucip sebebi şairin dîvanında bırakıp İkinciyi kendi hafızasına mal etmiş. Bazan hal kın bu ayırışı mesel halindeki mis ram kuvvetini artırmak .bakımın dan çok hayırl da olmaktandır. Meselâ Baki’nin şu meşhur mıs- rama bakın:
Baki kalan bu kubbede bir hoş şada imiş Bu tek mısra bize her şeyin fâni olup yalnız ölmiyecek kıy met taşıyan sözlerin yaşıyacağı, yâhut hayırlı bir nam bırakmak lâzımgeldîği gibi kafamızda bir takım tnefhumlar canlandın - yor. Halbuki bu geniş çaplı ses şu cılız mısradan çıkmaktadır: Avâzeyi sen âleme Dâvûd gîbi
sal Yukardaki meseli bü mısraa bağlayınca o geniş mâna. Davut Peygamberin “Miziñaí” iné takı lıp kalmıyer 1011"?
Hele yine -Bakiden meset t ik linde kalan şu, güzel mısra: Görelim âyîne-i devran ne suret
gösterir İlk hecenin “ gö” sini uzatıp imale yapmak zaruretine rağmen mısra asırlardır canlılığını mu - hafaza edip geldi ve edip gidecek. Meğer şair gözlerimizin önüne devran aynasından renkli bir tab lo çizen o mısraı bayram yerinde dönme dolapları seyrederken bul muş:
Idgehte vâralım dolâba dilber seyrine On oltmcı asır şairlerinden Kâ- mî-i Karamanî’nin şu mısraı ise eski şiirden kalma meseller içinde belki en çok dillerin pelesengi 0- lanıdır. Hakikaten onu her yer de ve her vesile ile söyler duru - ruz:
Verak-ı mihr ü vefayı kim okur kim dinler Halbuki onu doğuran ana mıs ra şudur:
Giile gûş ettiremez yok yere bül bül inler Halk ruhunun realistliğı gül ve bülbül efsanesini bir tarafa atıp kendine lâzım olan o acı mânalı doğru mısraı vefasızlığı neşter - ,lemek için kullanıp durmakta dır. Ziya Paşanın şu meşhur me seli de öyle:
Ol saltanatın yeller eser şimdi ye rinde Bunu da son Mısır Kralına ka dar tatbik ederek söylemekteyiz. Halbuki onu doğuran:
Seyretti hava üzre denir taht-ı Süleyman Mışramdaki “hava” ile doğan mısradaki “yel esmek” arasında sanatlı bir bağ dâ bulunmasına rağmen dillerde sadece doğan ya şamaktadır. Görülüyor ki, mesel ler beyit halinde doğdukları hal de hep tek mısraa iniyorlar. Na dir de olsa bazan beytin iki mıs raı ciribirine o kadar kuvvetle jıerçinlidii^ii,, . „ onları ayırmak mümkün ofmıyacağı için böylele -ri-beyit-olarak- söylenirlerî-
Akil isen deme Seylâ ile Mec- nun’a deli
Eyle bak halka nazar her biri bir gûııe deli Bu mübarek beyit hem tek mıs- raa inemiyor, hem dört cüzle ya pıldığı için mısraları fazla uzun - dur. halbuki ilk cüzü atılarak o beyit pekâlâ şu şekle konabilir: Deme Leylâ ile Mecnlın’a deli Halka bak lıer biri bir güne deli
Molozlarını atan beyit tabia- tiyle daha hafif ve bellenmesi da ha kolay bir hale gelmiyor mu ?
Şiirde bercesteliğe gelince: Me seller beyit halinde doğmalarına rağmen tek mısraa iniyoılar ama “ Berceste” beyitler hep beyit 0- larak kalırlar. Vâkıa Ragıp Paşa: Eğer maksûd eserse mısra-ı berceste kâfidir derler amma onun söylediği bu mısra da ancak mesel oldu, ber- ceste olmadı. Berceste manen ve lâfzen söylenemiyecek kadar kıy metli beyitlere denir. Bunlar me seller gibi herkesin dilinde yaşa maz. Onların güzelliklerini ancak güzideler anlıyabilir. Siz eski şa irlerin berceste beyitlere ne ka - dar ehemmiyet verdiğine bakı nız ki, “ceride-i havadis” ci Âli nin:
Neşve tahsil ettiğin sâger de senden gamlıdır Bir dokun bin âh dinle kâse-i fağfurdan Beytine karşı koskoca bir di van sahibi olan Hersekli A rif Bey: “ Böyle bir beyit söylemiye bütün divanımı feda ederim” de mişti. Hakkı da yok değilmiş ha ni. Kendinin koca divanı unutu lup gitti de Alinin o tek beyti ya şayıp duruyor.
Muasırlarımızdan olup şiirle - rini bir kitap halinde neşretmi - yen rahmetli dostum Müftiizade Pveşit Beyin bir gazelindeki şu beyit de onun adını tek başına yaşatmaya kâfi gelecek bir ber- cestelik taşımaktadır:
Gözlerinden feyzalıp taksim kıl mış neşveyi Sâki-i bezm-i ezel peymâneden peymâneye On yedinci asır ortası şairlerin den Vecdinin bir beyti de divan edebiyatında sesini ve öz şiir un surlarını aksettirmek bakımından ön"sâfta“ bir meziyete sahiptir. Kıvrımlı giil ki, kıvrımlı kulaqa benzer: “Yüz yapraklı o güle gidip sadece kulak kesilmesini sövliyerek anlatın ki, artık bül bül beyhude yere feryat edip durmasın, feryat sırası şimdi şairindir” mealinde en lirik olma sı lâzırri gelen bir hisse şair san ki tuğralı bir padişah fermanı gönderircesiıye ihtişamlı bir eda vermeyi bilmiş:
Gül-ü sad-berke vârm söyleyin yekpare gûş olsun Benimdir nevbet-i feryâd bülbül ler hamûş olsun Yine aynı asır şairlerinden Ni- şatî de tasavvufî bir mefhuma tek bir beyit ile en yüksek şiir te celisi vermiye muvaffak oluyor.
(Devamı 7 nci sayfada)