• Sonuç bulunamadı

Türkiye'de demokratikleşme ve Turgut Özal Dönemi siyasal liberalizmi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkiye'de demokratikleşme ve Turgut Özal Dönemi siyasal liberalizmi"

Copied!
96
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRKİYE’DE DEMOKRATİKLEŞME VE TURGUT ÖZAL DÖNEMİ SİYASAL LİBERALİZMİ

(Yüksek Lisans Tezi) Ramazan ÜSTÜNDAĞ

(2)

T.C.

DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Kamu Yönetimi Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

TÜRKİYE’DE DEMOKRATİKLEŞME VE

TURGUT ÖZAL DÖNEMİ SİYASAL LİBERALİZMİ

Danışman:

Yrd. Doç. Dr. Selami ERDOĞAN

Hazırlayan: Ramazan ÜSTÜNDAĞ

(3)

Kabul ve Onay

Ramazan ÜSTÜNDAĞ’ın hazırladığı “Türkiye’de Demokratikleşme ve Turgut Özal Dönemi Siyasal Liberalizmi” başlıklı Yüksek Lisans tez çalışması, jüri tarafından lisansüstü yönetmeliğinin ilgili maddelerine göre değerlendirilip oybirliği / oyçokluğu ile kabul edilmiştir.

.../.../2018

Tez Jürisi İmza

Kabul Red

Yrd. Doç. Dr. Selami ERDOĞAN (Danışman) Yrd. Doç. Dr. Eray ACAR

Yrd. Doç. Dr. Hakan OLGUN

Doç. Dr. Ayhan KAHRAMAN Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü

(4)

Yemin Metni

Yüksek lisans tezi olarak sunduğum “Türkiye’de Demokratikleşme ve Turgut Özal Dönemi Siyasal Liberalizmi” adlı çalışmamın, tarafımdan bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım kaynakların kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım.

.../.../2018

(5)

Özgeçmiş

05.09.1991 yılında Antalya’da doğdu. İlköğretim ve Lise eğitimini Antalya’da tamamladıktan sonra 2009 yılında Dumlupınar Üniversitesi / İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi / Kamu Yönetimi bölümünde lisans eğitimime başladı. 2013 yılında mezun oldu. Aynı zamanda 2010 yılında başladığı ikinci lisans eğitimi olan Anadolu Üniversitesi / İktisat Fakültesi / Uluslararası İlişkiler bölümünden de 2016 yılında mezun oldu. 2014 yılında Dumlupınar Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Yönetimi Anabilim Dalı’nda Tezli Yüksek Lisans eğitimime başladı.

Tez konumun belirlenmesinde ve çalışmamın her aşamasında bana yol gösteren değerli danışmanım Yrd. Doç. Dr. Selami ERDOĞAN’a, yardımlarıyla tezime katkıda bulunan Yrd. Doç. Dr. Eray ACAR’a teşekkür ederim.

Çalışmalarım esnasında her zaman yanımda olan, maddi ve manevi desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen sevgili nişanlım Selcan TEPE’ye, babam Cengiz ÜSTÜNDAĞ’a, annem Zübeyde ÜSTÜNDAĞ’a ve kardeşim Nisanur ÜSTÜNDAĞ’a anlayış ve hoşgörülerinden dolayı sonsuz teşekkür ederim.

(6)

ÖZET

TÜRKİYE’DE DEMOKRATİKLEŞME VE TURGUT ÖZAL DÖNEMİ SİYASAL LİBERALİZMİ

ÜSTÜNDAĞ, Ramazan

Yüksek Lisans Projesi, Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı Tez Danışmanı: Yrd. Doç. Dr. Selami ERDOĞAN

Şubat, 2018, 84 sayfa

Kökleri Antik Yunan’a dayanan ve tarihin çeşitli dönemlerinde etkili olmuş olan demokrasi, zaman içerisindeki dönemsel koşullar ve farklılaşan toplumsal ihtiyaçlar sonucunda önemli değişimler geçirmiş, böylelikle de birçok düşünürün ve teorisyenin onu yeniden ele almasıyla birlikte farklı siyasal kuramlara/anlayışlara konu olmuştur. Bu çalışmada, Turgut Özal dönemi siyasal liberalizmine kadar Türkiye’de demokrasinin tarihsel süreç içerisinde yaşadığı gelişmeler ve onun döneminde siyasal liberalizm anlayışı çerçevesinde gerçekleştirilen demokratikleşme çabaları üzerinde durulacaktır

Özal ve onun partisi olan ANAP’ın yapmış olduğu uygulamalar, Türk siyasal hayatı açısından en çok tartışılan konuların başında gelmektedir. Özal konusu gündeme geldiğinde genellikle ekonomik uygulamalara işaret edilmekteyken, onun siyasal alanda yaptıkları büyük ölçüde göz ardı edilmektedir. Özal, gerek temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi açısından, gerekse Türk hukuk sisteminin Avrupa hukuk sistemine entegrasyonu açısından önemli icraatlara imza atmış bir siyasi liderdir. Onun döneminde yapılan demokratikleşme hamleleri Türkiye’nin daha demokratik bir ülke haline gelmesine önemli katkıda bulunmuştur. Çalışmamızda Özal’ın siyasal liberalizm anlamında yürürlüğe koyduğu uygulamalar ve onun yapmış olduğu konuşmalar esaslı bir şekilde analiz edilecektir.

(7)

ABSTRACT

DEMOCRATIZATION IN TURKEY AND TURGUT OZAL PERIOD POLITICAL LIBERALISM

ÜSTÜNDAĞ, Ramazan

Master Thesis, Department of Public Administration Supervisor: Assoc. Prof. Selami ERDOĞAN

February, 2018, 84 pages

Democracy, which was in antique Greece and affective in some periods of the history, has important changes in consequence of periodical conditions and varying social needs in time, in this way it has been discussed in different political theories in conjunction with being approached again by a number of philosophers and theorists. This study focuses on the developments in the period of democracy in historical process till political liberalism in the term of Turgut Özal and efforts of democratisation in the thought of political liberalism in the period of Turgut Özal.

The practices that Özal and his party ANAP made are the most debated issues concerning political life in Turkey. When it comes to Özal, while it pointed to the economic practices that they made, the political practices were largely ignored. Özal is a political leader who made important commitments regarding expansions of fundamental rights and freedoms as well as the integration of the Judicial System of Turkey into the Judicial System of European Union. Democratisation movements in Turkey made during his period has contributed significantly to become a more democratic country. In this study, practices that Özal made in the political liberalism and the speeches he made will be essentially analysed.

(8)

İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZET ... v ABSTRACT ... vi İÇİNDEKİLER ... vii KISALTMALAR ... ix GİRİŞ ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL ÇERÇEVE 1.1. DEMOKRASİ KAVRAMI VE DEMOKRATİKLEŞME ... 5

1.1.1. Demokrasi Teorileri ... 6

1.1.1.1. Normatif Demokrasi Teorileri ... 6

1.1.1.2. Ampirik Demokrasi Teorisi ... 7

1.2. LİBERAL DEMOKRASİ ANLAYIŞI ... 8

1.3. LİBERALİZM İLE DEMOKRASİ İLİŞKİSİ... 8

1.4. LİBERAL DEMOKRASİNİN DAYANDIĞI İLKELER ... 14

1.4.1. Bireysel Özgürlük ... 15

1.4.2. Sınırlı Devlet (Anayasacılık) ... 16

1.4.3. Piyasa Ekonomisi ... 18

İKİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE’DE DEMOKRATİKLEŞME ÇABALARI 2.1. I. MEŞRUTİYET VE 1876 KANUN-İ ESASİ ... 22

2.2. II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ ... 24

2.3. CUMHURİYET’İN İLANI VE TEK PARTİ DÖNEMİ ... 26

2.4. ÇOK PARTİLİ DÖNEM VE DEMOKRATİKLEŞME ... 29

2.5. 1960 DARBESİ ... 30

(9)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

12 EYLÜL ASKERİ DARBE DÖNEMİ VE TURGUT ÖZAL’IN ÖNDERLİĞİNDE ANAVATAN PARTİSİ’NİN ORTAYA ÇIKIŞ SÜRECİ

3.1. 12 EYLÜL 1980 ASKERİ DARBESİ ÖNCESİ GELİŞMELER ... 36

3.2. 12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ VE SONRASI GELİŞMELER ... 40

3.3. BÜLENT ULUSU HÜKÜMETİ ... 41

3.4. 1982 ANAYASASI HAZIRLANMASI VE KABULÜ ... 42

3.5. ANAP’IN KURULMASI VE 1983 GENEL SEÇİMLERİ ... 45

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TURGUT ÖZAL DÖNEMİ SİYASAL LİBERALİZMİ 4.1. DEMOKRASİYE DÖNÜŞ YILLARI VE TURGUT ÖZAL HÜKÜMETİ .. 51

4.2. TURGUT ÖZAL DÖNEMİ ORDU-SİVİL İKTİDAR İLİŞKİLERİ ... 59

4.3. TURGUT ÖZAL DÖNEMİ BİR TEMEL İNSAN HAKLARI PROBLEMİ: BAŞÖRTÜSÜ ... 61

4.4. TURGUT ÖZAL DÖNEMİNDE PKK TERÖRÜ İLE MÜCADELE ... 63

4.5. TURGUT ÖZAL DÖNEMİNDE AVRUPA EKONOMİ TOPLULUĞU ÜYELİĞİ’NE BAŞVURU SÜRECİ ... 64

4.6. TURGUT ÖZAL DÖNEMİ KÜRT SORUNUNA SİVİL ÇÖZÜM ÇABALARI ... 66

4.7. TURGUT ÖZAL DÖNEMİ’NDE TEMEL HAKLAR VE ÖZGÜRLÜKLER ... 68

4.7.1. Turgut Özal’ın Düşünce ve İfade Özgürlüğü Konusundaki Görüşleri ... 69

4.7.2. Turgut Özal’ın Din ve Vicdan Özgürlüğü Konusundaki Görüşleri... 70

4.7.3. Turgut Özal’ın Girişim Özgürlüğü Konusundaki Görüşleri ... 71

SONUÇ ... 73

KAYNAKÇA ... 76

DİZİN ... 84

(10)

KISALTMALAR ABD Amerika Birleşik Devletleri

AET Avrupa Ekonomik Topluluğu ANAP Anavatan Partisi

AP Adalet Partisi

ASALA Armenian Secret Army of the Liberation of Armenia

CHP Cumhuriyet Halk Partisi

Dev-Genç Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu

DİSK Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu GAP Güneydoğu Anadolu Projesi

HP Halkçı Parti

KİT Kamu İktisadi Teşebbüsü MDP Milliyetçi Demokrasi Partisi MGK Milli Güvenlik Konseyi MHP Milliyetçi Hareket Partisi MİT Milli İstihbarat Teşkilatı MNP Milli Nizam Partisi MSP Milli Selamet Partisi

NATO North Atlantic Treaty Organization

PKK Partiya Karkeren Kurdistane

SCF Serbest Cumhuriyet Fırkası TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi

TCMB Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası THKP-C Türkiye Halk Kurtuluş Partisi- Cephesi TİKKO Türkiye İşçi-Köylü Kuruluşu Ordusu TİP Türkiye İşçi Partisi

TÖB-DER Tüm Öğretmenler Birleşme Ve Dayanışma Derneği TRT Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu

TSK Türk Silahlı Kuvvetleri

(11)
(12)

GİRİŞ

Demokrasi denildiğinde akla “halkın onayına dayalı bir yönetim” biçimi tanımı geliyor olsa da demokrasinin ne olduğu ve ne anlama geldiği konusu üzerinde ortak bir uzlaşıya varılamamıştır. Bu durum, demokrasinin netliği konusunda ciddi belirsizliklerin bulunmasından ve demokrasinin tek bir açık ve ortak anlamının olmayışından kaynaklanmaktadır. Bu yüzden ortaya çıkışından bu yana demokrasi birçok farklı ve “yan anlamlara sahip olmuş”, günümüzde de farklı siyasal, “sosyal ve ekonomik sistemlerin içeriğinden” dolayı kendisine farklı anlamlar yüklenmiştir.

Demokrasiye karşı sergilenen yaklaşımların farklılaşmasıyla ortaya çıkan; “liberal, sosyal, katılımcı ve müzakereci” demokrasi gibi anlayışların başında, liberal demokrasi anlayışı gelmektedir. Liberal demokrasiye bu önemi kazandıran şey, demokrasinin uzun bir süre kesinti yaşamasının ardından, yeniden bu anlayış aracılığıyla tarih sahnesine geri dönmesini sağlaması olmuştur.

Liberal demokrasi ile bağlantılı olan liberal düşünce; insan hakları, sanayinin gelişmesi, sivilleşmedeki değerin yönetimsel açıdan önemli görülmeye başlanması ile birlikte başta; ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin yönetimleri dünya çapında bir etkiye sahip olmuştur. Bu ülkeler liberal olguları en fazla içinde barındıran devletler olarak tarihe geçmiştir. Bu gelişmeler diğer devletleri de etkisi altına almış ve liberalizmin daha fazla popüler olmasına neden olmuştur.

Liberalizm birçok ülkeyi etkilediği gibi Osmanlı’yı da etkisi altına almıştır. Bu etki Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine tekabül etmektedir. Osmanlı’nın yönetim anlayışındaki çıkmazın aşılmasında liberalizmin etkisi büyüktür. Özellikle II. Meşrutiyetten sonra yönetim alanındaki ihtiyacın giderilmesi adına bu modelin kullanılması gerekli görülmüştür. Bu şekilde yönetim kültürünü de içerisine alan bir etki ortaya çıkmıştır.

İlerleyen süreçte Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile birlikte devlet yönetiminde liberal ilkelerin etkisi görülmüş ve bu etki ilerleyen senelerde kendini hissettirmeye başlamıştır. Bu etki, Cumhuriyet reformlarının kendi özel şartlarını da dikkate alarak değişim hareketlerinin önünü açmıştır.

(13)

Bu bağlamda, 1946’da çok partili bir hayata şeklen geçilmiş olsada, gerçek anlamda Türkiye’nin demokrasiye geçtiği yıl 1950 yılıdır. Demokrat Parti’inin iktidara gelmesini sağlayan 1950 genel seçimlerini takip eden yıllara bakıldığında başarılı bir demokrasiye geçiş sürecinin gerçekleştirildiğini söylemek mümkün görünmektedir. Ancak, 1960’lı yıllara yaklaşıldığında ise Türk demokrasisi güç kaybetmeye başlamış ve demokrasiye geçildikten on yıl sonra Türkiye çok partili siyasal hayatındaki ilk darbe ile karşılaşmıştır. 27 Mayıs 1960 yılında meşru Menderes Hükümeti’ne karşı ordu içerisindeki alt rütbeli subaylar askeri darbe girişiminde bulunmuşlar ve başarılı olmuşlardır. Takip eden yıllara bakıldığında ise, Türk demokrasisinin bir takım sorunları olduğunu söylemek mümkün görünmektedir. Çünkü 1971 ve 1980 yıllarında askerler, seçilmiş iktidarlara karşı demokrasiyle bağdaşmayan antidemokratik müdahalelerde bulunmuşlardır.

Darbeler sonrasına baktığımızda ise, Turgut Özal dönemini görmekteyiz. Bu dönem Türkiye için önemli uygulamaların da başlangıcı olarak karşımıza çıkmaktadır. Liberalizmi destekleyen Turgut Özal, üç önemli değer üzerinde durmuştur. Bu değerler; teşebbüs hürriyeti, din-vicdan hürriyeti ve düşünce hürriyeti şeklinde ortaya çıkan gelişmelerdir. Bu bağlamda ekonomideki serbestleşme ve devletin olabildiğince küçültülmesi gerektiği savunulmuştur. Özal iktidarının bu söylemleri zaman içerisinde hayat bulmuştur.

Bu dönemde liberalizmin siyasi yönü, devlete verilen üstünlük ve kutsallık gibi anlayışlara karşı çıkılması yönünde olmuştur. Başta bürokratik yönetim anlayışının eleştirilmesiyle birlikte bürokrasinin gücünü kırmak adına bir takım girişimlerde de bulunulmuştur. Bu felsefeden yola çıkan Özal, milletin devlet için değil de, devletin millet için var olması gerektiğini ifade etmiştir. Araştırmamızda bu bakış açısından yola çıkılarak, Özal’ın siyaset sahnesinde olduğu yıllardaki icraatlarının siyasal liberalizm ile örtüşüp örtüşememe noktasının çalışmanın içerisinde değerlendirilmesi ön görülmüştür.

Bu araştırmada amaç, Türkiye’nin önünü açmak için genellikle ekonomik alanda reformlar yapan Özal’ın; siyasal alanda eksik kaldığı anlayışına bir antitez oluşturarak, Turgut Özal’ın siyasal alanda da reformcu olduğunu göstermektir.

Turgut Özal döneminde gerçekleştirilen temel hak ve özgürlüklerle ilgili (ve siyasal liberalizm olarak adlandırılabilecek) icraatların Türkiye’de demokratikleşmeye

(14)

katkıda bulunup bulunmadığı konusu araştırmanın sorunsalı olmuştur. Araştırmada, Turgut Özal’ın Türkiye’deki siyasal iktidar dönemlerindeki liberal uygulamalarına ağırlık verilmiştir.

Dört bölüm halinde hazırlanan çalışmanın; İlk bölümünde, demokrasi ve demokratikleşme kavramlarının, liberalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte demokrasiyi nasıl şekillendirdiği belirtilmiştir. Bu yapılırken de, yaşanan önemli politik gelişmelerin sonucunda ortaya çıkan liberal demokrasi kavramının ne olduğu beraber ele alınıp, bu yeni yönetim anlayışının ne hedeflediği ve nasıl bir yapıya sahip olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. İkinci bölümde, Cumhuriyetin ilanı olan 1923 yılından 1980 askeri darbesinin yapıldığı yıla kadar geçen süreçte (57 yıllık süreçte) gerçekleştirilmeye çalışılan demokratikleşme çabalarının üzerinde durulmuştur. Üçüncü bölümde, 12 Eylül 1980 tarihinde askeri darbeyle kaybolan demokratikleşme kazanımlarının, yeni demokratikleşme umudu olarak Turgut Özal ve onun önderliğindeki Anavatan Partisi ile yeniden ortaya çıkışı analiz edilmiştir. Dördüncü bölümde, bu yeni demokratikleşme umudu olarak ortaya çıkan Turgut Özal ve iktidarı dönemlerinin liberal demokrasi anlayışı, uygulamalar üzerinden örnekleriyle anlatılmıştır. Sonuç kısmında ise, Özal ve bu uygulamalarına değinilerek bir değerlendirmede bulunulmuştur.

(15)

BİRİNCİ BÖLÜM

(16)

1.1. DEMOKRASİ KAVRAMI VE DEMOKRATİKLEŞME

Demokrasiyi tanımlarken öncelikle demokrasi kavramının muğlaklığına ve bu konudaki zorluklara değinmek gerekmektedir. Çünkü demokrasi, kesin ve ana hatları belli olan, sıradan ve kolay anlaşılabilecek bir kavram veya siyasi bir anlayış olmamakla beraber, birçok toplumu etkileyen ve bu toplumlar tarafından kendisine farklı anlamlar yüklenilen köklü bir geçmişe sahiptir. Bu bakımdan geçmişten günümüze kadar birçok siyasal sistemin demokrasi veya demokratik olarak adlandırılması, demokrasi kavramının tanımlanmasında farklılıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Buna sanıldığının aksine, demokrasi kavramı üzerinde yeterince durulmaması değil, demokrasi üzerinde çok fazla durulması sebebiyet vermiştir. Bu yüzden demokrasi kavramı üzerinde “görelilik” ortaya çıkmış, görelilik de “belirsizliği” meydana getirmiştir (Erdemli, 2000: 68).

Bir de içinde bulunulan zaman, yaşanılan farklı coğrafyalar ve bu coğrafyalardaki sosyo-ekonomik durumlar ve her toplumun kendine özgü kültürel değerlerinin demokrasiye kazandırdıkları veya kattıkları göz önünde bulundurulduğunda, demokrasinin ne kadar karışık bir kavram haline geldiği anlaşılabilmektedir (Schmitter, Gönenç, 1993: 4). İşte bu durum demokrasinin algılanışında farklılıklar yaratmış, bu farklılıklar da birbirinden farklı demokrasi anlayışlarının oluşmasına zemin hazırlamıştır (Arslan, 2015: 8).

Demokrasi, etimolojik olarak incelendiği zaman Yunanca kökenli bir terimdir. Halk, halk kitlesi veya tam yurttaşlık manasında bir kelime olan “demos” ile egemen olmak veya iktidar gücünü kullanmak gibi manalara gelen “kratein” sözcüklerinden oluşmuştur (Schmidt, Köktaş, 2001: 13). Demokrasi bu biçimiyle halk egemenliğini ifade etmektedir.

Demokratik yönetim anlayışlarının kaynağını ve demokrasinin ilk şeklini temsil eden Antik Yunan demokrasisidir. Günümüzde yeniden önem kazanan demokrasi anlayışına ışık tutmaktadır. Hatta bir bakıma Antik Yunan demokrasisi hakkında, bütün demokratik yönetim biçimlerinin el kitabı nitelendirmesi yapılabilmektedir. Bu sayede, Antik Yunan demokrasisinden kaynaklanarak modern dönem toplumlarının benimsediği çeşitli demokrasi anlayışları, özellikle de liberal demokrasi anlayışının temelleri ve bu temellerin üzerinde yükseldiği değerler bilinmektedir (Arslan, 2015: 9).

(17)

Diğer yandan demokrasi kavramından hareketle demokratikleşme ise son yıllarda dünya gündeminin önde gelen politik teması olmaktadır. Demokratikleşme, bu tema içerisinde ele alındığında iki boyutlu bir kavram olarak görülmektedir. Bu kavram, birinci boyutuyla demokratik olmayan bir politik sistemden, demokratik bir politik sisteme geçmeyi; diğer boyutuyla da ana hatları itibariyle demokratik olan bir sistem içindeki demokrasi ilkesiyle bağdaşmayan unsurları demokratik kurum ve mekanizmalarla değiştirmeyi veya demokrasiye ikinci geçişi tamamlamayı ifade etmektedir. Bu anlamda demokratikleşmeye demokrasinin pekişmesi ve yerleşmesi denmektedir. Birinci boyutu, otoriter veya totaliter sistemlerden demokrasiye geçişle ilgilidir. Bunu ülkemizi örnek vererek açıklayacak olursak; uzun yıllar önce dönüşümünü gerçekleştiren Türkiye için bu örnek söz konusu bir gündem değildir. Buna karşılık, demokratikleşmenin ikinci boyutu Türkiye örneği ile doğrudan doğruya ilişkilidir. Çünkü Türkiye’nin mevcut rejiminin demokratik karakteri oldukça cılız olduğu için esas itibariyle seçimlere dayanan parlamentonun ve parlamentoya karşı sorumlu bir hükümetin varlığında kendisini gösterebilmektedir (Erdoğan, 2006).

1.1.1. Demokrasi Teorileri

Demokrasilerin sınıflandırılması noktasında pek çok sınıflandırma türü olmasına rağmen iki tür demokrasi teorisinden bahsetmek mümkün görünmektedir. Bu teoriler; Normatif Demokrasi Teorisi ve Ampirik Demokrasi Teorisi’dir.

1.1.1.1. Normatif Demokrasi Teorileri

Normatif Demokrasi Teorisi’nin özelliği, demokrasiyi sözlük anlamıyla tanımlamasıdır. Tarihi Yunan polis devletinde bu kavram “demagoji” şeklinde kullanılmıştır. Felsefi anlayışın önemli filozoflarından olan Aristo ve Platon da demokrasiyi “demagoji” yani demagogların yönetimi şeklinde kötülemek suretiyle kullanmışlardır.

Normatif anlamda demokrasi, bir ülküyü yansıtmaktadır. Bu şekilde bir rejimin demokratik olması için bütün halkın isteklerine tamamen uyması gerekmektedir. Bu demokrasi teorisi, demokratik rejimlerin ulaşmayı hayal ettikleri bir ülküdür. Normatif anlamda demokrasi teorisini Abraham Lincoln’ün bilinen söylemiyle “halkın halk tarafından halk için yönetimi” şeklinde ifade edebiliriz (Erdoğan, 2015: 195).

(18)

1.1.1.2. Ampirik Demokrasi Teorisi

Ampirik Demokrasi, çağdaş bir demokrasi anlayışını ifade etmek için kullanılan bir terim haline gelmiş bulunmaktadır. Bu teorinin özelliklerini belirtmek gerektiğinde ise temel olarak aşağıdaki unsurları vurgulamak yerinde olacaktır;

 Etkili bir siyasal makamda iş başına seçim ile gelmelidirler. Bu durum Cumhurbaşkanından tutun da köy muhtarına kadar bu şekilde değerlendirilmelidir.

 Seçimlerin süresi içerisinde yapılması gerekir. Seçim dönemleri süresi içerisinde yapılmalı ve belirli sürelerle tekrarlanmalıdır.

 Etkin olan makam sahipleri seçimleri serbest ve adil bir şekilde sürdürmeli, temel ilkeler kapsamında hareket edilmesi zorunlu kılınmalıdır.

 Seçim mantığını doğru anlayabilmemiz için, birden çok seçim alternatifinin sunulmuş olması gerekir. Bu anlamda iki ya da daha fazla partinin varlığı söz konusu olmalıdır.

 Muhalif partilerin iktidar olma şansının bulunması gerekir. Bu anlamda muhalefet göstermelikten ibaret olmamalı ve iktidar olma yarışının içerisinde bulunmalıdır.

 Kamuya ait başlıca hak ve özgürlüklerin tanınmış ve güvencesi verilmiş olması gerekmektedir.

Bu bağlamda demokrasi, bahsi geçen altı şartı yerine getiren rejim olarak tanımlanabilmektedir. Yani günümüzde demokrasi, düzenli aralıklarla tekrarlanan, etkin siyasal makamlar tarafından ve birden çok siyasi partinin katılımıyla, serbest seçimlerle muhalefetin iktidar şansına sahip olduğu, başlıca kamusal hakların tanındığı ve teminatının sağlandığı kavram olarak ifade edilebilmektedir (Gözler, 2011: 636).

Bahsedilen teorilerine rağmen demokrasi, kesin ve ana hatları belli olan, sıradan ve kolay anlaşılabilecek bir kavram veya siyasi bir anlayış değildir. Fakat birçok toplumu etkileyen ve bu toplumlar tarafından kendisine farklı anlamlar yüklenilen köklü bir geçmişe sahip olduğu bilinmektedir. Bu köklü geçmişe sahip demokrasi, siyasal düzenlerin pek çoğu için bir üst kavram olma durumuna gelmiş, demokrasi kelimesi tek başına kullanıldığında belirsizlik oluşturmuş ve bundan dolayı bu kavramı kullanırken

(19)

“liberal demokrasi” gibi niteleme sıfatına ihtiyaç duyulmuştur (Schmitter ve Karl, 1993: 14-15).

1.2. LİBERAL DEMOKRASİ ANLAYIŞI

Liberal demokrasi olarak nitelenen demokrasi anlayışı, liberalizmin ana ilkelerini esas alan, temsili demokrasiye dayalı hükümet şeklini ifade etmektedir. Liberal demokraside yurttaşların siyasal katılımı, sadece belirli zamanlarda yapılan seçimlerle temsilcilerini seçmekle sınırlı kalmamaktadır. Klasik demokrasi modelinde de olduğu gibi, siyasal otorite bazı önemli kamusal meselelerde halkın doğrudan kararlarına başvurmak için referandum uygulayabilir. Bunun dışında, liberal demokrasilerde vatandaşlar bazı sivil özgürlüklere sahiptir. Bu özgürlükler toplanma ve örgütlenme özgürlüğü ile düşünce ve ifade özgürlüğüdür. Sivil özgürlükler sayesinde sivil toplum örgütleri, medya, işçi ve işveren kuruluşları gibi kurum ve kuruluşlar vasıtasıyla kamu ile ilgili meseleler hakkında belirli bir kamuoyu yaratarak siyasi iktidara tesir ederler (Şahin, 2008: 9).

Her ne kadar liberal demokrasi anlayışı yaşadığı krizlerden dolayı eleştirilerin odak noktası olup, kendisinin yerine alternatif anlayışlar sunulmuşsa da tarihsel süreç içerisinde demokrasiye en çok katkıyı ve demokrasinin gelişiminde en büyük etkiyi yine liberalizm sağlamıştır. Fakat liberalizm ve demokrasi kavramlarının bir araya gelmesi ve yan yana kullanılması, bu sözcüklerin birbirine zıt sayılabilecek çağrışımları nedeniyle sanıldığı gibi kolay olmamıştır (Mouffe, 2001: 14-15). Bu yüzden liberalizmin demokrasiyle olan ilişkisine daha yakından bakmak gerekmektedir.

1.3. LİBERALİZM İLE DEMOKRASİ İLİŞKİSİ

Liberalizm, demokrasi ve liberal demokrasi kavramlarını ele aldığımızda, bireysel özgürlüğün, bireyin hukuksal savunmasının ve anayasal devletin kuram ve uygulaması olan liberalizmle yine en sade tanımıyla halkın halk tarafından halk için idaresi anlamına gelen demokrasinin birbirileriyle eklemlenmelerinden meydana gelmiştir. Bununla birlikte İkinci Dünya Savaşının ardından batı toplumlarındaki siyasi kurumları, bu kurumların var olmalarını teminatını sağlayan hukuk kurallarını, bu kurum ve kurallar içinde işlemekte olan siyasal süreci anlatmak için kullanılan kavram olduğunu da görürüz (Holden, Bal, 2007: 7).

(20)

Daha derinlemesine bir bakış açısıyla, liberalizm kelimesinin etimolojik kökenine indiğimizde bu kavramın özgürlük anlamında kullanılan “liberty” kelimesiyle anlamsal çağrışım içinde olması, liberalizm ile bu kelime arasında yakın bir ilişkinin olduğunu göstermektedir (Yayla, 2002: 16). Bu kavramının kökeninde bulunan anlamdaşlığın yanı sıra, liberalizmin tıpkı demokraside olduğu gibi hem tarihsel hem de toplumsal faktörlerden dolayı ortak bir tanımı yapılamamıştır.

Ancak Grimes’ın da ifade ettiği gibi, “liberalizmin kendisi hakkında net bir tanım yapmaya en azından teşebbüs etmemize izin verecek bazı (temel) nitelikleri” bulunmaktadır. Nitekim liberalizmin, her şeyden evvel siyasetteki, ekonomideki, dini inanışlardaki ve kültürel hayattaki farklılığın yanında yer alarak, çoğulcu bir toplumun inşasını kendine ilke edinmiş olan bir fikirler sistemini temsil ettiğini görürüz. Aynı zamanda liberal anlayışın hakim olduğu toplumlarda oluşan veya olması muhtemel tek biçimliliğe karşı durduğu kadar, geleneğin belirlediği şartlara da karşı bir tavır sergilemekle beraber, tekelciliğin her çeşidine karşı olmasıyla kişinin yaşamı ve geleceği üzerine hakimiyet kuran veya bunlara belirleyicilik, ayrıcalık veya bunun bahsindeki tüm güce karşı çıkmaktadır. Liberalizm bu anlamda iradeci bir yapıya sahip olduğu kadar bireylerin kaderinin kendileri dışındaki kişi, merci veya makamlardan daha çok, bu gücün bireylerin kendi elinde olması gerektiğini savunur. Bu yönüyle liberalizm, bireysel gelişimin, bireyin yetenek ve kapasiteleriyle toplumda gelişim gösterip yükselmesinin ve kendi geleceği hakkında söz sahibi olmasının önemini en güçlü şekilde ifade eden bir siyasal teori niteliğindedir (Holden, Bal, 2007: 7).

Kısaca bu siyasal teori, insanların karar alma ve tercih alanlarını genişletmek koşuluyla kendi kişiliklerini geliştirip güçlendirmelerini kendine ilke edinen bir anlayışı temsil etmektedir.

Bunların yanı sıra temel amacı birey özgürlüğünü güvence altına almak olduğu iddia edilen liberalizm, bireylerin refah seviyesini artırma ve nitelikli anlamda bir özgürlük sağlamanın peşinde olmakla birlikte, insanları hoş görmek gerektiği düşüncesinden de hareket eden bir doktrin olduğu liberal teorisyenlerin üzerinde uzlaştığı bir kabuldür. Ancak bu liberalizmin kesin bir doktrin olduğu anlamına gelmemektedir. Çünkü hem teorisi hem de pratiği için geçerli olmak üzere, metot itibariyle esnek bir

(21)

yapıya sahiptir, bu yüzden liberalizmin pragmatik bir mahiyette olduğu da söylenebilmektedir (Holden, Bal, 2007: 8).

Öte yandan tek bir liberalizmden veya liberalizm anlayışından bahsetmek mümkün olmamakla birlikte liberalizmin, özellikle iki yönde gelişim gösteren bir gelenek olduğuna dikkat çekilmektedir (Taşçı, 2006: 65). Nitekim bazı teorisyenler liberalizmin ekonomik yönüne vurgu yaparak esasen iktisadi bir doktrin olarak tanımlanması gerektiğini savunurken, bazıları da liberalizmin siyasal bir doktrin olarak tanımlanması gerektiğini savunmaktadır (Yayla, 2002: 16-17).

Bu durumdan hareketle, George Sabine liberalizm hakkında, “dar anlamda muhafazakarlık ile sosyalizm arasında bulunan, geniş anlamda ise komünizm ile faşizme karşı olan siyasi kuram” söyleminde bulunmuştur (Sabine, Ozankaya, 1969: 119). Nitekim liberalizm konusunda derinlemesine çalışmalar yapan bazı teorisyenler, Sabine’nin tanımlamasında da yer aldığı gibi, “bazı siyasi doktrinlerin iç içe geçmesinden ötürü liberalizmin siyasal bir doktrin olarak tanıtılması gerektiği” fikri üzerinde uzlaşmışlardır (Yayla, 2002: 17). Bu bakımdan liberalizm kavramının ne ifade ettiğini daha iyi anlayabilmek için, liberalizmin etki ettiği siyasi kullanımına ve bu alanda geçirdiği önemli tarihi gelişmelere bakmak gerekmektedir.

Liberalizmin siyaset terminolojisine girişi modern dönemi bulmasına rağmen, aslında bu gelenek daha eski dönemlere dayanmaktadır. Siyasi bir gelenek olarak 17. yüzyıl İngiltere’sine dayanan liberalizm, bugünkü kullanımını Fransız Devrimi ve onun sonrasında meydana gelen bazı gelişmelerden almaktadır. Temelde ise liberalizm, Ortaçağ’ın bilim-kilise çatışmaları, Papa-İmparator çekişmeleri, aklın ve bireyin yükselişini temsil eden Aydınlanma Çağı ve Rönesans, Reform ve hümanizm hareketleri tarafından şekillenmiştir (Taşçı, 2006: 65-66).

Aynı zamanda erken dönemdeki Erasmus, More, Campanella gibi düşünürlerin kuramsal ve kavramsal katkıları, İngiltere’de 17. yy.’ın sonunda yaşanan İngiliz şanlı devrimine gelinceye kadarki süreçte meydana gelen hukuk alanındaki gelişmeler ve düzenlemeler, mülkiyeti ve burjuvaziyi krala karşı koruyan 17. yy. Britanya Belgeleri liberalizm geleneğine katkı sağlayan etkenlerdir.

Bu gelişmelere ek olarak daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan, bireysel özgürlükleri devlet müdahalesine karşı koruyan 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi,

(22)

1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, 1787 Amerika Anayasası ve 1791 Fransa Anayasası, Hobbes, Locke, Montesquieu gibi düşünürlerin de büyük orandaki katkıları bu anlayışın gelişim göstermesinde rol oynayan önemli gelişmeler olmuşlardır (Taşçı, 2006: 66).

Yaşananlar ışığında gelişim gösteren ve zamanla kullanımı yaygınlaşan liberalizmin veya liberal geleneğin siyasi yönü, totaliteryenlik anlayışına karşı gelmekle beraber, belirgin bir şekilde anti-otoriteryen bir tutumu benimseyen ve temel olarak iktidarda olmayan ama iktidara geldiğinde gücünü başkalarına karşı otoriter çözümler dayatacak şekilde kullanmayan kesimlerin de duygu, düşünce, teklif ve taleplerini önemseyen ve bunları temsil eden bir yapıya kavuşmuştur. Aynı zamanda, insana saygı ve hoşgörüyü kendisine temel ilke alan liberalizmin öngördüğü sosyal ve siyasal örgütlenme tarzı da bununla paralellik göstermekte, özgürlük ve eşitlik ideallerine mümkün olduğu kadar geniş bir alanda karşılık yaratacak kurumsal yapı ve düzenlemeleri içinde barındıracak bir mahiyete bürünmüştür.

Ayrıca, liberal düşünceyi savunanlar devlet iktidarını sınırlandırmak için kuvvetler ayrılığı ve fren-denge sistemi gibi yöntemleri önerirken, halk iktidarının muhtemel aşırılıklarını mutedil bir çizgiye çekmek için de herkes ve her merci için bağlayıcı olacak üst bir hukuki çerçevenin içinde kalınmasını, yani hukuki ve anayasal yönetimin benimsenmesi gerektiğini ileri sürmüştür (Holden, Bal, 2007: 8-9).

19. yy.’ın ortalarından günümüze kadarki süreçte liberalizm, siyaset alanında kendisine çok daha geniş yer bulmaya başlamıştır. Bu anlayışın siyasi alanda yaygın bir kullanım alanı bulmasından sonra Adam Smith gibi düşünürlerin savunuculuğunu yaptığı, devlet müdahale etmesin ilkesi birçok toplum ve yönetim tarafından kabul görmüştür (Vergana, Arıbaş, 2006: 12).

Böylelikle de, artık bu gelenek “hem siyasi alanda hem de kamusal alanda, düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, serbest ticaret özgürlüğü” ve bunun gibi daha birçok özgürlüğü savunan kişilerin siyasi tutumu olmuştur (Yayla, 2002: 15-16).

Liberalizmin sunduğu bireysel özgürlüğün sadece kamusal alanda yurttaşların katılımıyla sağlanmasının yeterli olmadığı görüşünde olan liberaller, bireysel özgürlüğün önündeki en büyük tehdidin siyasal alandaki sınırlandırılmamış güçten geleceği

(23)

endişesiyle ekonomik alanda olduğu kadar siyasi alanda da devletin sınırlandırması gerekliliği üzerinde uzlaşarak, bireysel özgürlük alanlarının daha çok genişletilmesini savunmuşlardır. Bireysel özgürlüklerin önemini ve meşruluğunu da, bireylerin kendilerini geliştirebilme imkanlarının sunulması ve bunun gerçekleştirilmesi oluşturmaktadır (Şahin, 2008: 17-18).

Liberalizmin taşıdığı değerler ve siyasi alana getirdikleri göz önüne alındığında, bu anlayışa uyum sağlayabilecek en uygun yönetim biçiminin demokrasi olduğu görülebilir. Ancak liberalizm ile demokrasi arasındaki uyumun nasıl olduğunu daha iyi anlamak için, demokrasinin temel değerlerinin liberalizmin temel değerleriyle hangi bakımlardan örtüştüğüne yakından bakmak gerekmektedir. Modern dönemdeki yaklaşım doğrultusunda demokrasiyi ele aldığımızda birçok adı ve türü (klasik, dolaylı, dolaysız, koruyucu, katılımcı, müzakereci, kalkınmacı, endüstri, ekonomik, sosyal, halk, elitist, anayasal, liberal, çok partili, parlamenter, dini, cumhuriyetçi, temsili, otoriteryen, totaliteryen vb.) olmasına rağmen bir yönetim tarzı olarak tıpkı Antik Yunan’da olduğu gibi modern dönemde de bazı değişmez niteliklere sahip olduğu bilinmiştir (Holden, Bal, 2007: 9).Liberalizm ile demokrasi arasında doğal bir uyumun mümkün olabilmesi için gerekli zeminin var olduğu ve nitekim liberalizmin temelini oluşturan bireysel özgürlük ve insan hakları gibi ilkelerin kendisine kullanım alanı bulacağı yönetim biçiminin sadece demokrasi olduğu açık bir şekilde görülebilmektedir. Bu sebepten dolayı her ne kadar demokrasi ile liberalizmin bir araya gelmesinden kaynaklanan bazı sorunlar olsa da, yine de bu ilişkinin gerçekleşmesi için zeminin sağlam olduğu görülmektedir (Arslan, 2015: 26).

Demokrasi, 19. yy.’da yeniden siyaset sahnesine dönerken, bu kez kendisinden iki yüzyıl önce ortaya çıkan liberalizmin çizdiği çerçeve içerisinde gelişim göstermiş ve liberalizm tarafından şekillendirilmeye başlamıştır (Sartori, Karamustafaoğlu, 1993: 418).

Bu bağlamda artık demokrasinin liberalizmden bağımsız düşünülmesi mümkün olmamıştır. Çünkü liberalizmin aracılığıyla siyasete yeniden dönen demokrasi bundan sonra liberalizmin onu şekillendirdiği ve ona kattıkları doğrultusunda algılanmaya başladığından liberalizme bağlı kalmıştır. Bu da liberalizm ile demokrasinin

(24)

birlikteliğinden meydana gelecek olan liberal demokrasinin temel kavram ve unsurlarının daha çok liberalizme dayandırılarak açıklanması durumunu ortaya çıkartmıştır.

Bundan önceki demokrasi anlayışında sorun oluşturan halk egemenliği mantığının tiranlığa indirgemekten kaçınabilmesi, yalnızca demokrasinin siyasal liberalizme eklenmesi sayesinde gerçekleşmiştir (Mouffe, Bakırcı-Çolak, 2010: 158). Başka bir ifadeyle, Antik Yunan’daki gibi, demokrasiden algılanan sadece halkın yönetimi söyleminin yarattığı eksikliğin veya belirsizliğin ortaya çıkaracağı olası olumsuzlukları, modern dönemdeki demokrasinin, yani liberal demokrasinin değerleri olan bireysel özgürlük ve insan hakları ile gidermek mümkün olmuştur (Arslan, 2015: 27).

Böylelikle, temel değerleri eşitlik ve halk egemenliği olan demokratik geleneğin en önemli ve ayrılmaz parçaları liberal geleneğin temel değerlerine eklenmiştir. Şöyle ki kilise ile devletin, kamusal alan ile özel alanın birbirinden ayrılması ve liberalizm politikasının merkezinde yer alan hukuk devleti fikri liberal demokrasi anlayışının en önemli ve ayrılmaz parçaları olmuştur. Bunun sonucunda da liberal demokrasi, hukuksal düzen, insani hakların gözetilmesi ve bireyin özgürlüğüne saygı duyulmasıyla oluşan liberal gelenekle, başlıca hedefleri eşitlik, yönetilenler ve yönetenler arasında ayrımı ortadan kaldırmayı hedefleyen özdeşlik ve halk egemenliğini içeren demokratik gelenek üzerinde yükselen bir demokrasi anlayışını oluşturmuştur (Mouffe, Aşkın, 2001: 14).

Liberalizm ile demokrasinin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan liberal demokrasinin oluşumu zorunlu bir ilişki sonucunda meydana gelmemiştir. Aksine, bu bir arada oluşu sağlayan şey yalnızca tarihsel gelişmelerle birlikte oluşan liberalizmin demokrasiye veya demokrasinin liberalizme eklemlenmesidir. Nitekim MacPherson’un sürekli vurguladığı; “böylesi bir eklemlenmeyle liberalizm demokratikleşmiş, demokrasi ise liberalleşmiştir” tespiti, bu ilişkinin tarihsel süreç içerisinde kendiliğinden geliştiğine dikkat çekmektedir (Mouffe, Aşkın, 2001: 14).

Bununla birlikte, zaman içerisinde oluşum gösteren liberal demokrasi anlayışının varoluşsal anlamda dayandığı ilkeler vardır. Bunlara değinmek gerekmektedir.

(25)

1.4. LİBERAL DEMOKRASİNİN DAYANDIĞI İLKELER

Günümüzde “modern demokrasi, anayasal demokrasi, temsili demokrasi, parlamenter demokrasi” (Mouffe, Aşkın, 2001: 30) olarak adlandırılan liberal demokrasi anlayışının temel ilkelerini bireysel özgürlük, sınırlı devlet (anayasacılık) ve piyasa ekonomisi oluşturmaktadır.

Liberal demokrasinin bu temelleriyle birlikte, liberal geleneğin toplumsal yaşama ve siyasi hayata getirdiği önemsenmesi gereken değerleri de bulunmaktadır. Bu değerlerin bazıları üzerinde liberaller arasında bile bir görüş birliğinden söz edilemez. Mesela, “toplumsal sözleşmenin liberal geleneğin önemli bir parçası” (Taşçı, 2006: 78) olduğunu savunan bazı liberaller olduğu gibi, toplumsal sözleşmeyi liberal anlayış için olmazsa olmaz olarak görmeyen bazı liberaller de vardır. Dolayısıyla bunlardan hangilerinin liberal gelenek içinde daha önemli veya belirleyici olduğu konusunda ortak bir görüşün varlığından söz edilememektedir (Arslan, 2015: 31).

Liberal demokrasinin tanıtıcı özelliklerini oluşturan, birbirleriyle kökten bağlı olup doğal bir ilişki içinde bulunan değerlerin dayandığı birey ve ahlak kabulleri bağlamında liberal demokrasiyi ele aldığımızda, ilk olarak bu demokrasi anlayışının birey merkezli olduğunu görürüz. Söz konusu birey, yaşanan tarihsel gelişmeler doğrultusunda en yetkin ifadesini Kant’ta “otonom birey” (Yayla, 2002: 150) olarak bulmuştur. Burada bireyin önemini Kant’ın belirttiği gibi, “bireyin şahsının dışındaki hedeflere yönelik kullanabilecek bir araç olmayıp, kendi başına bir hedef olduğunun” kabul edilmesi oluşturmaktadır (Şahin, 2008: 15).

Bu şekilde bireye üst bir anlam verilerek yüceltilmesi, liberal demokrasinin bireyi merkeze alan politik duruşa sahip olduğunu göstermektedir. Bu da sonuç olarak, daha önce Atina demokrasisinde karşılaştığımız ortak çıkar vurgusunun yerini, bireylerin bireysel menfaatlerinin ötesinde ve onlara avantaj sağlayacak bir takım ortak çıkarların olamayacağı yönünde bir vurguya bırakmasına yol açmıştır (Yayla, 2002: 154). Yani liberal demokrasi Atina’daki demokrasiden farklıyla halkın, birbiriyle ortak veya bütüncül amaçlarla bağlı, kolektif bir inşa olarak seçilmediği, bireyin özel çıkarına dayanan bir demokrasi anlayışını ifade etmektedir (Şahin, 2008: 7-8).

Öte yandan, liberal demokrasinin ahlak anlayışını ele aldığımızda liberal demokrasi, “faydacılıktan” gelen ve “sözleşmecilikle” (Yayla, 2002: 154) kendisini

(26)

garanti altına alan bir ahlak anlayışına dayanmaktadır (Cevizci, 2005: 1081). Hem liberal demokrasinin hem de liberalizmin ahlak ilkesi, bireylerin yaşamlarını diledikleri gibi düzenleme, kendilerine ait amaçlarını seçme ve bunları düşündükleri en uygun biçimde geliştirme olanaklarına sahip olmaları gerektiğini öne sürmektedir (Mouffe, 2010: 157).

Liberal demokrasi anlayışının üzerinde yükseldiği yapının dayanaklarını oluşturan unsurlar olarak birey ve ahlak anlayışları kabul edilse de, liberal demokrasiye kimliğini kazandıran üç tane temel ilke (bireysel özgürlük, sınırlı devlet ve piyasa ekonomisi) bulunmaktadır.

1.4.1. Bireysel Özgürlük

Liberal demokrasi anlayışının en önemli unsuru özgürlüktür. Özgürlük liberalizmin temel taşıdır. İfade edilen bu özgürlüğün öznesi ise toplum, sınıf, ulus gibi toplu varlıklardan ziyade, bireysel olarak insandır. Bu anlayışa göre; özgür toplumun ortaya çıkması, o toplumda bireylerin kendisini ayrı ayrı özgür hissetmesi ile mümkündür (Oral, 2011: 8). Liberal demokrasinin özgürlük anlayışında düşünme, söylem ile medya en önemli yeri tutmaktadır. Bireysel özgürlüklerin sağlanmasının toplumsal mutluluğu doğuracağı düşüncesi vardır (Sakman, 1988: 37). Ayrıca liberal demokrasi anlayışında bireyin, siyasal ve sosyal alanlarda özgürlüklere sahip olması önemlidir. Bu alanlar açıkça bahsedilmesi gerekenler olarak başlıca; düşünce ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü ve girişim özgürlüğüdür.

Düşünce ve ifade hürriyeti; bu ifadelerin rahat bir şekilde savunulması; serbest bir şekilde düşünme, istenilen bilgilere ulaşılabilme, edinilen fikir ve kanılar nedeniyle kınanmaması, bunların bir başına ya da başkalarıyla (dernekler, sendikalar, toplantılar gibi) serbest bir şekilde açıklanması, savunulması, diğerlerine aktarımını yapabilmesi ya da yayabilmesi anlamlarını taşır (Kabaoğlu, 1997: 19). Basının özgür olması; bireyin hürriyeti açısından serbest düşünceyle bu düşüncenin paylaşılması özgürlüğü olarak değerlendirilir (Göze, 1987: 246).

Din ve vicdan özgürlüğü; her bireyin dini vecibelerini yerine getirirken özgür olmasına ve mezhebe dayalı hiçbir oluşum içinde bulunmaya zorlanamayacağı şeklinde yorumlanabilir. Dini bütün bireylerin, din konusuna haiz olmaları ve bu nedenle haklardan her birini serbestçe, korkmadan ve endişelenmeden kullanmaları gerektiğini,

(27)

her birinden serbest bir şekilde faydalanabilmeyi kapsar (Başgil, 1962: 16). Bu yapılaşma geniş insan gruplarını bir araya getirerek bütünleşmeyi sağlar.

Girişim özgürlüğünde ise; yalnızca ekonomik girişimlerde bulunabilme şeklinde oluşan bir özgürlük olmayıp, aynı şekilde üretici konumundakilerin, satıcı konumundakiler ile işlerini istemiş olduğu şekilde düzen içinde sürdürmeleri, alıcı olanların da dilemiş olduğu herhangi bir şeyi dilediği yerden satın almaları şeklinde gelişen özgürlüktür (Mill, 1986: 185).

Tüm bu anlatılanlar ile birlikte özgürlük kavramının, keyfi bir şekilde bir başkasının özgürlük alanını işgal etme girişimi olarak algılanmaması gerektiğini ifade etmek gerekmektedir.

Bu bağlamda liberal demokrasi anlayışına göre bireylerin diğer bireyleri istemediği bir şeye zorlamasını engellemek için bazı hukuki sınırlamalar ile önlemler alınabilir ve buradan hareketle özgürlük yalnızca hukuki bir zorlama ile sınırlı hale getirilebilir (Jasay, 1998: 31).

Sonuç olarak, liberal demokraside özgürlük kavramı hangi yönden incelenirse incelensin, devlet etkeninin olabildiğince azatlığı ve devletin sergilediği baskılayıcı tavrının yok edilmesi gerektiğine dair anlayışın söz konusu olduğu bir durumu ifade etmektedir.

1.4.2. Sınırlı Devlet (Anayasacılık)

Liberal demokrasi anlayışı için önemli bir diğer unsur da sınırlı devlet (anayasacılık) kavramıdır. Bu anlayışta, bireysel özgürlük kavramının tümüyle yaşamda uygulanabilir duruma gelmesi durumuna göre devletin anayasal olarak sınırlamak gerekmektedir. Her alanda müdahaleci olan ve bireyi sınırlandıran devlet, liberal demokrasinin uygulamaya geçirilmesini imkansız duruma getirecektir. Bu sebeple bireyin özgürlük alanını genişletmek ve devletin keyfiliğini önlemek adına devleti sınırlamak gerekmektedir. Bireysel özgürlük anlamında tehdit taşıyan unsurlardan bir diğeri yine bireyler olarak görülse de, devlet esas büyük tehdit olarak ifade edilmektedir. Bu sebeple liberalizm, yurttaşlara katı bir otorite kuran ve herkesten yüce bir güç gibi görünen devleti reddetmekte, bu çerçevede hukuk kuralları ile sınırlandırılmış bir devleti kabul etmektedir (Yayla, 1998: 187-188).

(28)

Liberal demokraside sınırlanmış devleti anlatırken hukuki devlet ve yasal hakimiyet kavramları göz önüne alınmalıdır. Yasal hakimiyet anlayışı içerisinde yasa ile hukuk aynı kavramlar olarak kabul edilmez. Bu anlayışta yasa, devletten kaynaklanan ve devletin zor kullanmak için vasıtası kabul edilse de, bütün yasaların devlet tarafından çıkarıldığı ve devletin gerekli olduğunda yasalara uymayabileceği düşüncesine sahip olmak hata olabilmektedir (Oral, 2011: 10).

Yasal hakimiyet için önemli açılımlar yapmış olan Hayek’e göre; yasaların vatandaşları nasıl etkileyeceğini vatandaşın kendisi bilmelidir. Hayek’e göre yasaların yasa olabilmesi için gerekli olan önemli özellikler; yasaların tam manasıyla genel olması, bireylere eşit şekilde uygulanması, geçmişe dayalı olmaması, tüm yasaların her bireyi ve hatta hükümette dahil resmi-gayri resmi her kurum ve kuruluşu bağlamasıdır (Yayla, 2000: 206-207).

Öte yandan, Hayek ve onun yolundan giden neoliberal düşünceye sahip fikir insanları birtakım hukuk kurulları ile sınırlı minimal devleti savunmuşlardır. Yani devleti tamamen reddetmek diye bir şey söz konusu değildir. Bununla birlikte uygulama bize göstermiştir ki günümüzde Amerika da olmak üzere hiçbir devlet, görev ve etkinlik alanını hedeflenen şekilde daraltamamaktadır. Neoliberallerin çoğunluğu, iktisadi ve sosyal hayatı tamamen kontrol altına almamak kaydıyla devletin bazı görevlerini yapmasını, eğitim ve öğretim kurumlarını kurmasını ve geçinebilecek seviyede maddi gelire sahip olmayan yurttaşlara yardımı doğru bulmuşlardır (Erdoğan, 2002: 9).

Liberalizmde devlet adına uygun görülen bir diğer temel görevlerden biri, dışarıdan gelmesi muhtemel tehlikeli durumlar için güvenlik unsurunu hazır bulundurmak, içerde oluşması muhtemel kargaşalar için de düzeni korumaktır. Bu bağlamda, liberaller güvenlik konusunda da devlete çeşitli görevler yüklemekte sakınca görmemektedirler.

Liberal düşünceye göre, devletin vazifesi trafik jandarmasının yaptığı gibi kuralların konulmasının ardından uyulma durumunu kontrol etmektir. Bunun için dışarıdan gelecek tehlikeleri önlemek için bir güvenlik mekanizması, toplumun düzenini ve toplum içindeki adaleti oluşturacak idare sistemi ile hukuk sistemi gereklidir ve yeterli olacaktır. Devlet kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda taraflı olmadan hakemlik pozisyonunda kalacaktır. Fakat devlet, geçmişten gelen gelenekçi ve toplumsal yapıların

(29)

devamı niteliğinde olmayan imtiyazlara da engel olarak fırsat birliğini sağlayacaktır (Yılmaz, 2001: 36).

Sonuç olarak liberaller, devletin denetleme işlevine sahip olduğu, eğitim ve güvenlik gibi istisnai birkaç alana müdahale ettiği, hukuk kuralları ile bağlı (sınırlı) devleti savunmaktadırlar.

1.4.3. Piyasa Ekonomisi

Piyasa ekonomisi, kişilerin beklentileri doğrultusunda serbest oluşumlar içinde faaliyetlerini gerçekleştirecekleri mecraları kendileri seçmesinin gerektiğine dair fikri savunan sistemdir. Liberal kaynaklardaki piyasa ekonomisi düşüncesinde devlet bireyin seçimlerine müdahalede bulunmamalıdır ve bireyin seçimlerine engel oluşturan durumları da yok edebilmelidir. Bireyin verdiği kararların etkili olması, piyasa ekonomisinin daha düzenli ve çok daha verimli çalışmasını sağlamaktadır (Oral, 2011: 12).

Piyasa ekonomisi bireyi, ihtiyaçlarına dair tatminde yüksek başarı gösterdikleri sahalara doğru iter. Onlara bu ekonomideki en önemli unsur ise sistemi oluşturan yapıların gönüllü hareket etmesidir. Bireylere kendi öz yargılarında, kanaatlerinde ve menfaatlerinde emredildiği biçimde işbirliğine yanaşıp yanaşmama hususunda serbestlik tanınmıştır.

Piyasadaki bu düzeni zorlamanın kimseye faydası yoktur. Devlet ise, piyasadaki uygulamalara müdahale etmek yerine onu koruma ve düzgün bir şekilde hareket etmesi için gerekli önlemleri almakla sorumludur. Bu anlamda devletin görevi piyasada oluşabilecek anormallikleri önlemektir (Çetin, 2002: 79).

Öte yandan, liberal demokratik düşünce mülkiyet ve miras hakkı ile mübadele ve sözleşme özgürlüklerini de özgür bir toplum için vazgeçilmez görür. Bu özgürlükler de piyasa ekonomisinin özünü oluşturmaktadır. Bir diğer nokta ise, liberalizmin kabullerinden biri olan sınırlı devlet kavramının piyasa ekonomisini şart kılmasıdır. Sınırlı devlet idealinin gerçekleşmesi için devletin ekonomik alanda da küçülmesi gerekecektir. İktisadi ilişkileri yöneten ve üretim kaynaklarını elinde bulunduran devlet, kişi özgürlüklerine zarar verecektir (Erdoğan, 2002: 10). Devlet piyasanın işleyişine

(30)

müdahale etmemeli, bu işleyişin asıl unsurları olan özgür girişimci bireylere piyasayı teslim etmelidir.

Kişilerin birbirleriyle uyum içinde anlaşabildiği ve toplumca ekonomik faaliyetlerin baskı unsuru taşımadan dile getirildiği mekanizma piyasadır. Bireylerin kendi çıkarlarını en iyi biçimde bilmesi yarış içerisinde ve işbirliğiyle toplumsal bir düzlemde en iyi olanı ortaya koyması toplum yapısı için en doğru olanıdır. Mises, hürriyeti korumak için en iyi yolun kanunların ve anayasaların değil, piyasanın olduğunu ifade etmiştir. Buna göre hiç kimse, başka kimselerin eteğine eğilmek durumu içerisine girmeyecektir. Piyasa ekonomisinde zorlama yok, insani ilişkiler ve gönüllü olma esası vardır (Akt. Yılmaz, 2001: 36-37).

Piyasa ekonomisi içerisinde herkes şahsı adına kararlar almaktadır, fakat şahsi ihtiyaçlarını elde edebilme uğraşı içinde olan bireylerin faaliyetleri, bir yönüyle diğer bireylerin ihtiyaçlarını sağlamalarına da yardım etmiş olmaktadır. Herkes diğer bireylere yardım eder ve bunun ardından şahsı da başka bireylerin oluşturduğu hizmetlerden faydalanır. Bu anlamda her bir birey kendi kendine bir son, bir hedeftir, hem de diğer bireylerin hedeflerine ulaşması için faydalanacakları araçtır. Karşılıklı bu fayda için işleyen durumun pazar tarafından yönlendirmesi yapılır. Pazar, bireylerin plan ve projelerini, ihtiyaçlarını tatminde başarı sağladıkları alanlara doğru yönelmesini sağlar (Yayla, 1998: 180-181).

Friedman, piyasanın tam anlamıyla işleyeyişi için sistem içerisinde olması gerekli 4 ayrı maddenin bahsinde bulunmuştur. Bunlar sırasıyla;

a) Kaynak kullanımında etkin bir dağılımı sağlamak, b) Bilgi kaynağının en iyi şekilde uygulanması,

c) Hukuki bazı düzenlemelere gerek duymadan; ırkı, dili, dini ve cinsiyeti ne olursa olsun ayrım yapılmadan doğru şekilde ilerlemenin sağlanması,

d) Politik düşünce birliğine ihtiyaç duyulmadan farklı gerçeklerin tatmininin sağlanması; kişilerin taleplerinin piyasa yoluyla duyulması, (Friedman, 1988: 56) dır.

Bununla birlikte, piyasa ekonomisinin içerisinde gelir dağılımı konusunda değişiklikler oluşabilecektir. Bu durum normal olarak görülmektedir ve gelir dağılımında eşitliği veya adaleti sağlamak gerekçesiyle piyasadaki sistemin hareketine müdahalede

(31)

bulunulmamalıdır. Bu müdahaleler alan ve cins olarak çeşitlenip genişledikçe özgürlüklerin yıkıma uğramasına, bu yüzden hür toplumların yerine paternalizm benzeri işleyişlerin oluşmasına sebep olacaktır (Yayla, 1998: 187).

Sonuç olarak liberallere göre, her ne olursa olsun, piyasa çeşitli olumsuzlukları yine kendi işleyişinin içinde ve dış etkenlere ait herhangi bir karışmaya gereklilik duymadan çözme yeteneğine sahip bulunmaktadır. Piyasanın işleyişine müdahale etmek sorunu dahada karmaşık bir hale getirmekten başka bir işe yaramamaktadır.

(32)

İKİNCİ BÖLÜM

(33)

2.1. I. MEŞRUTİYET VE 1876 KANUN-İ ESASİ

Osmanlı Devleti’nde liberalizmi siyasal açıdan tutarlı bir şekilde savunanlar ve gruplar çok fazla yoktur. Hem iktisat alanında Teşebbüs’ü Şahsi’yi, hem siyasi alanda Adem-i Merkeziyet’i destekleyen Sultan Abdülmecid’in torunu Prens Mehmed Sebahattin, Mekteb-i Mülkiye’nin âlimlerinden Sakızlı Ohannes Paşa gibi liberaller vardı. Ancak Osmanlı’da geç keşfedilen liberalizm, devletin kurtarılması için ön plana çıkmış ve savunulmuş diğer fikirler kadar Osmanlı’nın siyasi yaşamına ve devamında da Türk siyasi yaşamına yön tayin ettiği ifade edilemez. Buradan hareketle bütünlük olarak Osmanlı Devleti’nde siyasal liberal hareketler aramaktan ziyade, son dönemlerde yaşanmış aksiyonların liberalizm anlamında özelliklerini irdelemek faydalı olabilecektir. Bu anlamda Sened-i İttifak’ın değiştirdiği sahiplik yapısıyla, yani daha önce toprağın üzerindeki sahiplik sultan eliyle bahşedilmiş ayrıcalık iken, Sened-i İttifak ile beraber ayan, hak sahipliğinin olduğu topraklar üstünde teminat kazanmıştır. Bu nedenle Sened-i İttSened-ifak, TanzSened-imat’ın yurttaşa kazandırdığı eşSened-itlSened-ikler bağlamında, 1876 Anayasası iktidarını üstün hukuk kurallarıyla sınırlanması ile liberal özellikler üstlenmektedir (Oral, 2011: 69).

Tanzimat Fermanının 3 Kasım 1839’da ilan edilmesiyle Osmanlı, sivil hukuksal alanda yapılan bir takım değişiklikler sonucunda Batı’nın liberal hukuk kriterlerini bir seviyede yakalamıştı. Fermanla birlikte devletin, bütün tabiiyetlere din, mezhep, ırk ayrımı gözetmeksizin eşit olacağı ve tabiiyetlerin başka hiçbir özelliği aranmadan, hak ve yükümlülükler bakımından kanun önünde eşit sayılacağı kabul edilmiştir (Okyar, 1999: 429). Bu şekilde, Osmanlı halkının can, mal ve ırz güvenliği teminat altına alınmıştır. Osmanlı’da başlayan bu yeni dönem, bugünkü bağlamda hukuk devleti olmaya yönelik ilk adım olarak nitelendirilir (Yayla ve Seyitdanlıoğlu, 1998: 55). Yine bu Ferman ile teminatı sağlanan bireyin hakları, zamanımıza uzanan bireyin hakları ile ilgili gelişmelere başlangıç oluşturmakta ve bireyin devletle olan ilişkisindeki gerilimli köprünün temel çerçevesini oluşturan özellikler de bulundurmaktaydı (Türköne, 2003: 72).

Tanzimat Fermanı’nın iki özelliği siyasal liberalizmin Türkiye’de yansıması anlamında mühimdir. İlkin ferman, anayasal idareye doğru yönlenmiş ilk adım niteliğindedir. Osmanlı Devleti, tebaasının haklarını güvence altına alırken hak ve yükümlülüklere önem vermektedir. İkincil olarak da, Tanzimat Fermanı’nda yer bulan

(34)

mal güvencesi, özel mülkiyete geçişte çok mühim bir aşama olarak karşımıza çıkmaktadır (Yayla ve Seyitdanlıoğlu, 1998: 55).

Tanzimat’ın hem tesis edilmesinde, hem de pratiğindeki tüm eksiklerine göre yinede yeni ve hareketli bir neslin oluşmasına neden olmuştur. Muhalif olan bu nesil, doğmasına ortam hazırlayan gelişmelerin Tanzimat’tan dolayı olmasına rağmen iktidarı, Tanzimat’ın oluşturduğu reform hareketlerinin otoriter duruşla uygulayışından dolayı yaşadıkları huzursuzluk sebebiyle eleştirmişlerdir. İlk olarak Yeni Osmanlılar, sonrasındaysa Jön Türkler eliyle devlette yeni bir dönemin yaşanmasına sebep olunmuştur. Yeni Osmanlılar hürriyet başlangıçlı muhalefeti, Jön Türkler de sultanın kati yetkilerini sınırlandırıp meşrutiyeti ilan ettirme hedefleri çerçevesinde liberalizm anlamında özellikler barındırmıştır (Yayla ve Seyitdanlıoğlu, 1998: 56).

1839 yılında Tanzimat’la baş gösteren gelişmeler Islahat Fermanı (1856) ile açık bir ifadeye kavuşturularak daha da genişletilmiştir.

Özel mülkiyete geçiş, 1858 Arazi Kanunnamesi’nin çıkartılmasıyla daha dikkat edilen bir şekil oluşturmuştur. Diğer yandan, Tanzimat’la açılan başta Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye (Tanzimat Fermanından sonra genişlemiş, yetkilerinde artış söz konusu olmuştur) olmak üzere gerek merkez düzeyindeki, gerekse eyaletlerin idaresindeki danışma meclisleri, devlet idaresindeki liberalleşme durumunu barizleştirmektedir (Oral, 2011: 71).

Tanzimat Dönemi sonrasını I. Meşrutiyet’in ilan edilmesi izlemiştir. 1860’lı yılların ilk zamanlarında gelişme kaydeden bu süreç içerisinde, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi önemli kişilerin başında bulunduğu başlıca Osmanlı aydınları, Tanzimat döneminden beri sultanın iki dudağı arasında kalan kati egemenlik yetkilerine karşı çıkmaya başlamışlardır. Bunlardan etkileşimle devletin üst tabaka insanlarından bazı asker ve sivil şahıslar, devlette meşrutiyetin uygulamasının sözünde bulunan Abdülhamid’i 1876 yılında tahta çıkartmışlardır. Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin muhalif tutumu ve Mithat Paşa’nın uğraşları neticesinde devlete ait ilk anayasa olan Kanun-i Esasi’nin aynı sene içerisinde ilanı sağlanmıştır (Yayla ve Seyitdanlıoğlu, 1998: 56).

Kanun-i Esasi ilanı sonrasında yeni anayasa rejimine ve parlamenter sistemin başlamasına rağmen bu anayasanın bir şekilde toplum için ifadesinin karşılığı olmamakla birlikte, sultanın eliyle bahşedilmiş bir metin olarak görülmüştür (Erdoğan, 2001: 14).

(35)

Anayasa devlete dair bir sınırlama getirmesi bekleniyordu fakat Kanun-i Esasi’de bunun gibi bir özellik olmadı. Daha çok padişahı sınırlandırmayı hedefledi. Padişahın çokça yetkisi genel anlamda bürokrasiye geçirilmişti. Sonuç olarak sınırlama devlete olmuyor, egemenliği kullanma yetkisi zaman içerisinde değişime uğruyordu (Fedayi, 1999: 467).

Bu anlamda, her ne kadar iktisat alanında ılımlı koruma isteseler de, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’ın sonrasında baskı içerisindeki yönetime karşı özgürlükçü bir muhalefet olarak oluşan, Ziya Paşa’nın ve Namık Kemal’in liderliğindeki Yeni Osmanlı anlayışındakiler Türkiye’de liberalizm fikrinin başını çekenler olarak gösterilebilmektedir (Ana Britanica, 1989: 489). Namık Kemal’in yazıları tekelciliğe karşı dururken, devlet içerisinde rekabete dayalı iktisat sistemini önermiş ve bunu Serbest-i Ticaret diye adlandırmıştır (Yayla ve Seyitdanlıoğlu, 1998: 56). Yeni Osmanlı fikrindekiler, aksiyonlarının merkezindeki özgürlük düşüncesi aracılığıyla kapitalizm anlayışının oluşmasını istemekteydiler. Çünkü kapitalizm sayesinde, hasretini duydukları parlamenter demokrasi, özgürlükler ve demokratik kurumlara erişebilmeyi hedeflemişlerdir (Çavdar, 1992: 53).

Öte yandan, II. Abdülhamid’in Meclisi Mebusan’ı kapatıp Kunun-i Esasi’yi askıya aldıktan sonraki süreçte siyasal bağlamda tam bir despotluk ve koyu merkezileşme sürecine girilmiştir. Aşağı yukarı yirmi yıl sürecek olan bu istibdat döneminde yaşatılan olaylar, İttihat ve Terakki Cemiyeti çatısının altında iktidara iletilen yeni muhalefetin oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bu cemiyet içerisindeki mensupların yurt içi ve yurt dışında girdikleri muhalif tavır yeni bir döneme hazırlayıcı olmuş ve Sultan Abdülhamid 1908 senesinde İkinci Meşrutiyeti’n ilanını yapmak durumunda kalmıştır (Yayla ve Seyitdanlıoğlu, 1998: 56).

2.2. II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ

Sultan Abdülhamid, 1908 senesinde meşrutiyetin yapılmasına istek gösterip, meclis seçiminde karar kılınca, yurdun genelinde hürriyetin geldiğine dair sesler yükselmiş ve II. Meşrutiyet’in ilanı gerçekleşmiştir. Bu yeniliğin gerçekleşmesindeki aslan payı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne aitti. Fakat, serbestlik düsturu içerisinde yola koyulan bu aksiyonun içerisinde özgürlük kavramının üzerinde düşünmekte olan kişilerin sayısı oldukça az idi. İttihatçı grup, devlette demokrasi ve düşünce hürriyetinin oturtulmasından çok, iktidarı nasıl kazanırım derdindeydiler. Gerçektende bunu, II.

(36)

Meşrutiyet’in daha ilk senesinde, özgürlüğüne ve özgür fikir beyanına katlanamadıkları muhalif gazetelere karşı bastırma politikası izlemeleriyle göstermişlerdir (Okyar, 1999: 430).

Öte yandan 1908 aksiyonunun öncüsü İttihat ve Terakki’ye karşı liberalizm hareketi, Türkiye’nin ilk ve önemli liberal teorisyen ve düşünürü, Teşebbüsü Şahsi ve Adem-i Merkeziyetçi Prens Sabahaddin çevresinde toplaşan bir grup tarafından 14 Eylül 1908 tarihinde Ahrar Fırkası adı ile teşkilatlanmıştır (Tunaya, 1952: 239).

İlerleyen süreçte, Ahrar Fırkası’nı Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve dünya savaşı esnasında kurulmuş önemi olmayan bir takım partiler izlemiştir (Berzeg, 2000: 16). Fakat Ahrar Fırkası bu partilerin en önemlisi ve öncüsü kabul edilmiştir. Ahrar, hür kelimesinin çoğuludur ve siyasî partilerin içerisinde liberaller olarak anlamlandırılmıştır. Ahrar Fırkası, Prens Sabahaddin’in bulunduğu konferansların etkilediği gençler ile kurulmuştur. İttihat ve Terakki içerisinde doğan ve zaman içerisinde doğduğu yerden kopan Prens Sabahaddin ve grup, iktidar partisinin uygulamalarını beğenmiyor ve gidişata dur demek istiyordu (Akkaya, 2006: 45). Ahrar Fırkası’nın kurucu ekibi daha liberal bir Osmanlı isteğinde bulunuyorlardı (Yayla ve Seyitdanlıoğlu, 1998: 57).

Ahrar Fırkası ile İttihat ve Terakki arasında oluşan çatışma ortamı, iktisadi alanı geçerek toplumsal ve siyasal konuları taşıyordu. O zamana kadarki iktisat alanında liberalizm üzerinden yaşanan düşünsel tartışma ikincil plana atılıyor, siyasal liberalizm hakkındaki tartışma öne çıkıyordu (İnsel, 2005: 55 ). Öyle ki bu çatışma ortamları, tarihte 31 Mart Vakası olarak bilinen ayaklanmayı ortaya çıkaracak kadar ciddileşmiştir.

31 Mart Vakası’nın ardından Kanun-î Esasî’de bir takım radikal değişiklikler yapılmış ve padişahın sahip olduğu yetkiler sembolik bir seviyeye indirilmiş, toplum nezdinde haklar güçlendirilmiştir. 1909 yılında yapılan bu değişikliklerle;

 Vekiller Heyeti’nin (Bakanlar Kurulu), padişaha olan sorumlulukları çıkartılmış, meclise karşı sorumlu olmuşlardır.

 Milli iradenin, yani Meclis-i Mebusan’ın yetkileri çoğaltılmıştır.

 Değişiklik yapmak nedeniyle verilecek kanun tekliflerinde padişahtan izin alma zorunluluğu ortadan kaldırılmıştır.

(37)

 Padişahın meclis feshetme yetkisi elinden alınmış, Ayan Meclisi’nin onayına bırakılmıştır.

 Padişahın vermiş olduğu kararların geçerliliğinde Başbakan ve Bakanların imzası zorunlu hale getirilmiştir.

 Padişaha kanunları iki ay içinde onaylama veya geri yollama yetkisi verilmiştir.

 Parti kurma hakkı verilmiştir.

 Yapılacak antlaşmalarda padişahın tek başına karar alma yetkisi elinden alınmıştır.

İttihat ve Terakki Partisi’nin tam manasıyla iktidara sahip olamadığı bu 1908-1913 döneminde, iktisat alanında farklı iki yaklaşımla karşılaşılmaktaydı. Bir tarafta Sakızlı Ohannes Paşa tarafından aldığı ilham ile Cavid Bey, diğer tarafta Milli İktisat fikrini özümseyen etkili İttihatçılar, iki taraflı yaklaşımı oluşturmuşlardı. Cavid Bey, 1899 yılında yazdığı İlm-i İktisat isimli kitabıyla liberal kapitalist düzenin genel kurallarını belirtmiştir (Arol, 2005: 50).

Bu dönem içerisinde daha fazla liberal iktisadi politikalar revaçtaydı. Cavid Bey belli bir dönem iktisattan sorumlu bakanlık bile yapmıştı. Fakat ileriki yıllara hakim olan ve cumhuriyet dönemine iletilen görüşte, kalkınmaya yönelik kaynak Alman modeli milliyetçilikte görülmüş, topluma yönelik dönüşüm temelleri ise ikinci görüş olarak Fransız aydınlanmasında bulunmuştur (Oral, 2011: 74-75).

2.3. CUMHURİYET’İN İLANI VE TEK PARTİ DÖNEMİ

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan (1923), çok partili siyasal hayata geçtiğimiz 1946 yılına kadar geçen süreçte çeşitli nedenlerden dolayı liberalizme ait unsurları bulmak çok mümkün görünmemektedir. Buna rağmen bu dönem liberal adımların atılması bakımından çokta verimsiz bir dönem olmamıştır. Meşrutiyet zamanında İttihat ve Terakki Partisi’nin nispeten liberal kanadı içerisinde olan Fethi Bey’le beraber aksiyon almış ve hatta Osmanlı Hürriyetperver Avam Partisi’ne yakınlaşmış olan Atatürk’ün kendisi, Cumhuriyet’in kurulmasıyla beraber temel itibarla liberal - demokratik batılı modeli aksiyon noktası olarak benimsemiş diyebilmekteyiz. Fakat öte yandan Atatürk’e yakın iki isim olarak karşımıza çıkan İsmet İnönü ve Recep Peker ise liberalizme açıkça karşı çıkıyorlardı. Hatta bu isimlerden Recep Peker, faşist

(38)

devlet yönetimine sempati duyan bir kişiydi. Tüm bunlara rağmen Atatürk, 1930’a kadar özellikle iktisadi liberalizm açısından önemli adımlar atmıştır (Erdoğan, 2002: 14).

1923-1946 yılları arasındaki ülke yönetiminde söz sahibi olan tek parti, Genel Başkanlığını, Cumhurbaşkanı Atatürk’ün yaptığı Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Atatürk, Cumhuriyet Halk Partisi eliyle köklü reformlar gerçekleştirme isteğinde olmuştur. Yapılması gereken ilk şey olarak laik bir düzenin kurulması gerektiğini düşünen Atatürk, bu yönde girişimlerini hızla sürdürerek, devlet yönetimini dini esaslardan uzaklaştırma hedefini esas almıştır. Bu nedenle, öncelikle dini devlet işlerinden ayırmış ve şeriat hükümlerinin yerini modern hukuki düzenlemelerin almasını sağlamıştır (Özüerman, 1998: 28-29).

Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Cumhuriyet döneminin ilk liberal partisi olarak nitelendirebileceğimiz siyasal partidir. Bu partiyi Atatürk’ün eski çalışma arkadaşları Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Rauf Orbay gibi isimler kurmuşlardır. Parti programında; liberal, halkın hakimiyetine dayalı bir Cumhuriyet’ten yana olunduğu, temel hakların taraftarı olunduğu, bunların ancak anayasal sınırlamalar ile sağlanabileceği, fikirler ve dinsel inanışlara saygı içerisinde olunduğu, devlet vazifelerinin minimal genişlik içerisinde tutumlaş olması gerektiği ile adem-i merkeziyetçilik ilkesine bağlılığın esas alınacağı gibi konulardan bahsedilmiştir (Erdoğan, 2002: 14-15).

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın oluşması anormal demokratik koşullar içerisinde olduğundan, meclisin içerisinde iki farklı görüşlü grup doğmuştur. Görüşmelerde muhalif olarak bulunan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensupları hükümet kanadından çok fazla konuda açıklamalar talep etmiş, İnönü’nün hükümetine yönelik sert muhalefet yapmışlardır. 1925 yılındaki bütçe görüşmeleri esnasında düşüncelerini belirtmişlerdir. 15 Şubat 1925 tarihinde Aşar Vergisi’nin TBMM oturumunda kaldırılması yine bu dönem içerisinde olmuştur. Muhalif parti olma özelliği ile eleştiri dozunu her geçen gün giderek yükseltmişlerdir. Ara seçimler esnasında partilerinin baskı altında kaldığını iddia ederek iktidara baskıcı suçlamasında bulunmuşlardır, idam yetkisinin Ankara İstiklal Mahkemesi’ne verilmesine de yoğun şekilde karşı durmuşlardır. Şeyh Sait ayaklanmasının çıkmasının ardından, bu olay bahane gösterilerek parti 1925’te kapatılmıştır (Tunaya, 1998: 610).

Referanslar

Benzer Belgeler

Özal dönemi, Türkiye’nin uluslararası alanda görünürlüğünü artıran bir dönem olmuş, ülkenin itibarı artmış ve küreselleşme politikalarına uygun olarak

1. Ödüllerin değerlendirilmesinde, ödülün başvuru sahibinin alanı ile ilgili yapmış olduğu çalışmalar için 2019’de verilmiş olması esastır. Daha önce en az

Üniversitemiz için gerekli her türlü, yapı, tesis, onarım, bakım, imalat, etüd, proje, keşif, ihale ve denetleme işlerinde yoğun olarak hizmet veren Yapı

Turgut Özal İçin Port Denemesi (Ed. Devlet ve Siyaset Adamı Turgut Özal. İstanbul: 20 Mayıs Eğitim, Kültür ve Sosyal Dayanışma Vakfı. “Milli Görüş Hareketinin

Bu amaçla Hekimhan Mehmet Emin Sungur Meslek Yüksekokulu Birim Faaliyet Raporumuz 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 41 inci maddesine

Ulusal yayınevleri tarafından yayımlanmış kitap editörlüğü sayısı 1 Ulusal yayınevleri tarafından yayımlanmış kitapta bölüm yazarlığı sayısı 22 2021

Bunlar›n gezegen yap›s› denklemlerinin öngördü¤ünden daha fliflkin olabilmeleri, ancak derindeki katmanlar›na daha fazla ›s› girifliyle mümkün olabilir.

Bu çal›flmada uyku apne sendromu ön tan›s› ile uyku laboratuar›nda yatan hasta toplulu- ¤unda genel populasyona göre daha fazla oranda minör- majör kafa travmas› ve