• Sonuç bulunamadı

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan (1923), çok partili siyasal hayata geçtiğimiz 1946 yılına kadar geçen süreçte çeşitli nedenlerden dolayı liberalizme ait unsurları bulmak çok mümkün görünmemektedir. Buna rağmen bu dönem liberal adımların atılması bakımından çokta verimsiz bir dönem olmamıştır. Meşrutiyet zamanında İttihat ve Terakki Partisi’nin nispeten liberal kanadı içerisinde olan Fethi Bey’le beraber aksiyon almış ve hatta Osmanlı Hürriyetperver Avam Partisi’ne yakınlaşmış olan Atatürk’ün kendisi, Cumhuriyet’in kurulmasıyla beraber temel itibarla liberal - demokratik batılı modeli aksiyon noktası olarak benimsemiş diyebilmekteyiz. Fakat öte yandan Atatürk’e yakın iki isim olarak karşımıza çıkan İsmet İnönü ve Recep Peker ise liberalizme açıkça karşı çıkıyorlardı. Hatta bu isimlerden Recep Peker, faşist

devlet yönetimine sempati duyan bir kişiydi. Tüm bunlara rağmen Atatürk, 1930’a kadar özellikle iktisadi liberalizm açısından önemli adımlar atmıştır (Erdoğan, 2002: 14).

1923-1946 yılları arasındaki ülke yönetiminde söz sahibi olan tek parti, Genel Başkanlığını, Cumhurbaşkanı Atatürk’ün yaptığı Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Atatürk, Cumhuriyet Halk Partisi eliyle köklü reformlar gerçekleştirme isteğinde olmuştur. Yapılması gereken ilk şey olarak laik bir düzenin kurulması gerektiğini düşünen Atatürk, bu yönde girişimlerini hızla sürdürerek, devlet yönetimini dini esaslardan uzaklaştırma hedefini esas almıştır. Bu nedenle, öncelikle dini devlet işlerinden ayırmış ve şeriat hükümlerinin yerini modern hukuki düzenlemelerin almasını sağlamıştır (Özüerman, 1998: 28-29).

Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Cumhuriyet döneminin ilk liberal partisi olarak nitelendirebileceğimiz siyasal partidir. Bu partiyi Atatürk’ün eski çalışma arkadaşları Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Rauf Orbay gibi isimler kurmuşlardır. Parti programında; liberal, halkın hakimiyetine dayalı bir Cumhuriyet’ten yana olunduğu, temel hakların taraftarı olunduğu, bunların ancak anayasal sınırlamalar ile sağlanabileceği, fikirler ve dinsel inanışlara saygı içerisinde olunduğu, devlet vazifelerinin minimal genişlik içerisinde tutumlaş olması gerektiği ile adem-i merkeziyetçilik ilkesine bağlılığın esas alınacağı gibi konulardan bahsedilmiştir (Erdoğan, 2002: 14-15).

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın oluşması anormal demokratik koşullar içerisinde olduğundan, meclisin içerisinde iki farklı görüşlü grup doğmuştur. Görüşmelerde muhalif olarak bulunan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensupları hükümet kanadından çok fazla konuda açıklamalar talep etmiş, İnönü’nün hükümetine yönelik sert muhalefet yapmışlardır. 1925 yılındaki bütçe görüşmeleri esnasında düşüncelerini belirtmişlerdir. 15 Şubat 1925 tarihinde Aşar Vergisi’nin TBMM oturumunda kaldırılması yine bu dönem içerisinde olmuştur. Muhalif parti olma özelliği ile eleştiri dozunu her geçen gün giderek yükseltmişlerdir. Ara seçimler esnasında partilerinin baskı altında kaldığını iddia ederek iktidara baskıcı suçlamasında bulunmuşlardır, idam yetkisinin Ankara İstiklal Mahkemesi’ne verilmesine de yoğun şekilde karşı durmuşlardır. Şeyh Sait ayaklanmasının çıkmasının ardından, bu olay bahane gösterilerek parti 1925’te kapatılmıştır (Tunaya, 1998: 610).

1928-1929 yıllarında ülke içerisinde yaşanan ekonomik sorunların ve diğer alanlardaki aksaklıkların suçlusu olarak CHP gösterilmiş ve tepkiler giderek artmıştır. Tüm bu gelişmelerin sonucunda Atatürk’ün bizzat görevlendirdiği Fethi Bey tarafından Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur. Ülke içerisinde CHP’ye olan olumsuz tavrın artması sonucunda SCF’ye karşı ilgi giderek artmış ve parti iktidara gelecek duruma sahip olmuştur. Bu gelişmeler Fethi Bey ile Atatürk’ü karşı karşıya getirdiği için Fethi Bey partisini 1930’da dağıtmıştır (Yetkin, 1983: 39). Böylece, Atatürk döneminde hayata geçirilmeye çalışılan çok partili hayat denemesi bir kez daha başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Öte yandan, liberalleşme kıvılcımlarının görüldüğü diğer bir saha ekonomi sahası olmuştur. Türkiye’nin iktisat politikaları, büyük oranda 1923 tarihinde yapılan İzmir İktisat Kongresi’nde belirlenmiştir. Bu görüşler milli iktisat kabulü çerçevesinde şekillenmiştir. Lozan’dan kaynaklanan kısıtlamalar sebebiyle 1929 yılına kadar korumacı ve sanayileşmeci politikalar uygulanamasa da, 1923’ten itibaren devlet desteğiyle bir milli sermaye yetiştirilmeye çalışılmıştır. Buna karşın Kongre’de yabancı sermayeye karşı çıkılmamıştır. İzmir İktisat Kongresi’nin koyduğu temel ilke, devletin sadece şahsi sermayenin yetmemiş olacağı büyük müesseseleri kurma amaçlı yatırımda bulunmasıdır. Temel felsefe, bireyin yapamadığını devletin yapmasıdır (Cem, 1989: 279).

Atatürk döneminde uygulanan iktisat politikalarına bakıldığı zaman devletçi ve kısmen de özgürlükçü politikaların söz konusu olduğu görülmektedir. Bu dönem içerisinde devlet ekonomiye müdahalede bulunmuştur ve bu müdahaleler büyük kapsamlı teşvikler yapılarak özel sermaye birikimini hızlandırmaya yöneliktir. 1924 senesinde özel girişimin finansmanını sağlamak için İzmir İktisat Kongresi doğrultusunda İş Bankası’nın kurulması sağlanmıştır. Bu girişim yerli kapitalist sınıfı geliştirme isteği doğrultusunda yapılmıştır. 1927 senesinde Teşvik-i Sanayi Kanunu ile özel yerli sanayiye geniş kapsamlı himaye ve bazı muaflık durumları gibi olanaklar sağlanmıştır. 1925 senesinde kurulan Sanayi ve Maadin (Maden) Bankası, mevcut olan, devlete ait olan fabrikaları devralmıştır (Boratav, 1982: 3-25).

Önemli olan diğer gelişmeler ise, 1930 yılında Merkez Bankası’nın (TCMB) kurulması ve 1933 yılında Sümerbank’ın kurulmasıdır. 1930 yılında bütün dünyada yaşanan ekonomik kriz ülkemizde de en hissedilir şekilde yaşanmıştır ve devamında

kaçınılmaz olarak devletçi politikaları getirmiştir. Bu noktada önemli olan 1932 yılında kabul edilerek 1934’de uygulanan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ve 1939’daki İktisadi Savunma Planı’dır. Bu devletçilik politikası 1945 yılının sonlarına doğru terk edilmeye başlanmıştır (Boratav, 1982: 43).

Cumhuriyet’in ilk dönemlerindeki tüm bu politikalar değerlendirildiğinde, bağımsızlık esaslı politikaların temel kabul edildiği görülmektedir. Fakat bu dönemdeki Türkiye’nin içerisinde olduğu hal göz önünde tutulduğu zaman, şartların siyasi ve ekonomik özgürlüklerin hayata geçirilmesi için uygun olmadığı açıkça ortadadır. Genel olarak bakıldığı zaman, siyasal alanda daha sonra yaşanacak olan çok partili hayatın temellerinin atıldığının kabul edilmesi, liberal demokrasi açısından güzel başlangıçlar olarak kabul edilmesi doğru olacaktır (Gök, 2008: 43-44).

Benzer Belgeler