• Sonuç bulunamadı

Yapılan salih amellerin ölü için sevap değeri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yapılan salih amellerin ölü için sevap değeri"

Copied!
117
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI

KELÂM BİLİM DALI

YAPILAN SALİH AMELLERİN

ÖLÜ İÇİN SEVAP DEĞERİ

Yüksek Lisans Tezi

Danışman

Prof. Dr. Şerafettin GÖLCÜK

Hazırlayan

Aydın ÖZDEMİR

054244051010

KONYA - 2008

(2)

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER ---I ÖNSÖZ---III KISALTMALAR--- VI

GİRİŞ

KONU İLE İLGİLİ KAVRAMLARIN TAHLİLİ

1.SALİHAMEL--- 1 2.ÖLÜM(MEVT)--- 3 3.SEVAP --- 5 4.AMELDEFTERİ --- 7 5.DUA--- 9 6.İSTİĞFÂR ---11 7.SADAKA ---12 BİRİNCİ BÖLÜM KENDİ YAPTIKLARI AMELLERİN SEVAP DEĞERİ 1. Namaz Kılmak: ---16

2. Oruç Tutmak ---20

3. Zekât Vermek ---22

4. Hacca Gitmek ---25

5. Günahlardan Sakınmak ---28

6. Anne Babaya Saygı Gösterip İyilik Etmek ---31

7. Akrabalık Bağlarını Korumak (Sıla-i Rahim) ---34

8. Komşu Haklarına Riayet Etmek: ---37

9. Sevabı Devam Eden Ameller Yapmak: ---39

10. Belâ ve Musibetler Karşısında Sabırlı Olmak ---42

11. Kanaatkâr Olmak ---46

12. Dünyaya Bağlı Kalmamak ve Ahiret Fikriyle Yaşamak ---49

(3)

14. Kul Hakkına Riâyet Etmek ---59

15. Allah İçin Sevip Allah İçin Buğzetmek ---61

16. İlim Öğrenmek ve Öğretmek ---65

İKİNCİ BÖLÜM BAŞKALARININ ÖLÜ ADINA YAPTIĞI AMELLERİN SEVAP DEĞERİ 1. Dua Ve İstiğfarda Bulunmak---74

2. Sadaka Vermek ---84

3. Ölünün Borcunun Ödenmesi ---87

4. Kur'an Okuyup Sevabını Bağışlamak ---91

SONUÇ--- 101

(4)

ÖNSÖZ

Tüm varlığın tek sahibi olan Allah Tealâ, insanın sınanması ve neticede kimin daha güzel amellerde bulunacağının ortaya çıkması gayesiyle hayatı ve ölümü yaratmış, kendisinden bir lütuf olmak üzere gönderdiği kitap ve peygamberler vasıtasıyla da insanoğlunu bu ilahi gayeden haberdar etmiştir. Nihayet dünyaya geliş amacını öğrenen her insan, bu amaç doğrultusunda burada yaptıklarının bir değerlendirmeye tabi tutulacağını ve işlediği salih amellerin mükâfatla, kötü amellerin de cezayla karşılık göreceğini öğrenmiştir.

Kur’an-ı Kerim, ebedi yaşama arzusu taşıyan insanı dünyanın kalıcılık yurdu olmadığı ve asıl kalıcı nimetlerin Allah katında bulunduğu noktasında uyarmış, Allah’ın insanlara va’dettiği ebedi nimetleri elde etmenin ise ancak Allah’a inanmak ve O’nun rızasını kazanma amaçlı salih ameller işlemekle mümkün olabileceğini ona bildirmiştir. Bu ilahi hitabın muhatabı olan insana düşen, tereddüt olmaksızın Allah’a inanmak, O’nun emri doğrultusunda yaşamak ve elinde fırsat varken salih amelleri çoğaltmaya çalışmak olacaktır.

Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, hayatlarında kendi dünya ve ahiret saadetleri için salih ameller işlemekle birlikte, yakınlarına ve din kardeşlerine olan sevgilerinden ötürü onlardan ahirete göçmüş olanların bağışlanmaları ve ebedi huzura kavuşmaları maksadıyla ve istifade edecekleri temennisiyle bir takım salih ameller yapmaya yönelmişlerdir.

Bu çalışma, müslümanların Kur’an ve ahlâkı Kur’an olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’in tavsiyeleri ışığında, hem kendileri hem de ölmüş yakınları ve din kardeşleri için yaptıkları bir takım salih amelleri ve bu amellerin kişiye ölümünden sonra sağlayacağı sevap ve mükâfatı araştırmayı amaç edinmiştir.

“Yapılan Salih Amellerin Ölü İçin Sevap Değeri” adını verdiğimiz çalışmamız giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın giriş bölümünde konuyla ilgili kavramları sözlük ve ıstılah anlamlarını vererek açıklamaya gayret ettik. Söz konusu kavramların tanıtılması için İbn Manzûr’un “Lisânu’l-Arab” adlı meşhur eseri, Râgıb el-Isfehânî’nin “Müfredât”ı ve Seyyid Şerif Cürcânî’nin

(5)

“Ta’rifât”ı ve diğer bazı temel eserler bize kaynaklık etti. Bunların yanı sıra söz konusu kavramlarla ilgili olan müstakil çalışmalardan da faydalandık.

Birinci bölümde kişinin kendi yaptığı salih amellerin sevap açısından değerini inceleyerek bu amellerin inanalar için önemini vurgulamaya çalıştık. Bilindiği gibi kişiye sevap kazandıran ameller çok fazla olup bunların tamamını tek bir çalışmada toplamak imkânsız olduğundan salih amellerden sadece bir kısmına burada yer verebildik. Çalışmaya dâhil edeceğimiz salih amelleri seçerken Kur’an ve sünnet kaynaklarında sevap yönünün daha sık vurgulanmasına ve güncel olmasına özen gösterdik. Yapılan amellerin salih amel olabilmesi ve karşılığında sevap beklentisine girilebilmesi için Allah rızası için yapılmış olması bir ön şart olup salih amelleri işleyenler zaten mü’minler olacağından çalışmamızda ele aldığımız salih ameller arasında “Allah’a İnanmak” şeklinde ayrı bir başlık açmayı gerekli görmedik.

İkinci bölümde hayattakilerin ölmüş yakınları ve din kardeşleri için yaptıkları salih amelleri ve bu amellerin ölü için sevap değeri bakımından ne anlam ifade ettiğini araştırmaya gayret ettik. Ölü adına yapılan salih amelleri; dua ve istiğfarda bulunma, sadaka verme, borçlarını ödeme ve Kur’an okuyup sevâbını bağışlama şeklinde dört alt başlıkta ele aldık. Çalışmayı yaparken Kur’an-ı Kerim’den ve tefsir kitaplarından, “Kütüb-i Tis’a” diye meşhur olmuş hadis kaynaklarından ve konumuzla ilgili müstakil dinî kaynaklardan yeterince istifade etmeye çalıştık.

Kısmen de olsa çalışmamızın konusuyla ilgili olarak daha önce hazırlanmış olan iki çalışmaya rastladık. İlki, Prof. Dr. Süleyman TOPRAK hocamızın doktora tezi olarak hazırladığı “Ölümden Sonraki Hayat (Kabir Hayatı)” adlı eserinde çalışmamızın da bir bölümünü teşkil eden başkalarının amellerinden ölülerin istifadesi meselesinin kısa ve özlü bir biçimde ele alınmış olduğunu gördük. Diğeri ise Yusuf ACAR’ ın yüksek lisans tezi olarak hazırlamış olduğu “Rivayet İlimleri

Açısından Hayattakilerin Yaptığı İbadet ve Kıraatten Ölülerin Faydalanması Meselesi” adlı çalışmadır. İnceleme imkânına sahip olduğumuz bu çalışmada

(6)

faydalanması hususunun ele alındığını ve konusuyla ilgili hadislerin tahrici ile kaynak değerlerinin tespitine ulaşmayı gaye edinmiş bir çalışma olduğunu gözlemledik.

Bu çalışmada, konunun belirlenmesinden çalışmanın tamamlanmasına kadar bana rehberliklerinden ve fikirlerinden istifâde etme imkânı tanıyan ve her türlü kolaylığı sağlayan kıymetli hocalarım başta danışman hocam Prof. Dr. Şerafettin GÖLCÜK’e olmak üzere Prof. Dr. Süleyman TOPRAK’a ve Yrd. Doç. Dr. Durmuş ÖZBEK’e teşekkürü bir borç bilir, bu mütevâzi çalışmanın hayırlara vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ederim.

Aydın ÖZDEMİR Konya- 2008

(7)

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı geçen eser

a.g.m. : Adı geçen makale a.s. : Aleyhisselam

Ans. : Ansiklopedi veya Ansiklopedisi b. : Bin, ibn (oğlu)

Bkz. : Bakınız

c. : Cilt

cc. : Celle Celâlühû çev. : Çeviren

DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi DİB : Diyanet İşleri Başkanlığı

H. No : Hadis numarası

haz. : Hazırlayan, Hazırlayanlar Hz. : Hazreti

MÜİFAV : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı md. : Madde, maddesi

nşr. : Neşreden, neşredenler r.a. : Radıyallâhu Anh / Anhâ

s. : Sayfa

s.a.v : Sallallâhu Aleyhi Ve Sellem sad. : Sadeleştiren, Sadeleştirenler TDV. : Türkiye Diyanet Vakfı trc. : Tercüme eden

ts. : Tarihsiz vd. : Ve diğerleri yay. : Yayınları

(8)

GİRİŞ

KONU İLE İLGİLİ KAVRAMLARIN TAHLİLİ

1. SALİH AMEL

“Salih amel” kavramı, “salih” ve “amel” kelimelerinin oluşturduğu bir tamlamadan ibarettir. Bu tamlamanın sıfatı olan “salih”, iyi ve yararlı olmak manasındaki “sa-la-ha” fiil kökünden ism-i fâil olup sözlükte; iyi olan, doğru yolda bulunan, fâsid olmayan, görevlerini yerine getiren anlamlarına gelir. Aynı kökten gelen “sulh” doğruluk, uygunluk, barış, fesadın sona ermesi, “ıslâh” düzeltmek, fesadı ortadan kaldırmak, iki kişi arasındaki düşmanlığı gidermek, “maslahat” sulhun, sağlam, iyi ve faydalı olmanın getirdiği menfaattir.1

“Amel” kelimesi, sözlükte iş, davranış, hareket, çaba;2 bir kasıt ve niyete bağlı olarak yapılan fiil,3 kişinin dünyaya yansıyan söz ve davranışları, eylemleridir.4 Bu iki kelimenin bir araya gelmesiyle oluşan “salih amel”, sözlük anlamı itibariyle iyi, doğru, faydalı ve düzgün iş, olarak tarif edilebilir.

Dinî ıstılahta “salih amel”; din, akıl ve vicdanın emrettiklerini yerine

getirmek ve yasaklarından kaçınmak demektir.5 Kur’an-ı Kerim’de doğru olan ameller, iyi ve güzel olan işler için sıkça kullanılmaktadır.6 İnsanın gerek fert olması itibariyle kendine ve gerek bir parçası olması itibariyle ailesine, milletine ve tüm insanlığa faydası dokunan ve hepsinin umur (işleri) ve maslahatlarıyla

1

İbn Manzûr, Ebû’l-Fazl Cemâluddîn Muhammed b. Mükerrem, Lisânu’l-Arab, I-XV c, Dâru’s-Sadr, Beyrut, trz, II, s.517; Cürcânî, es-Seyyid eş-Şerif Ebi Hasan Ali b. Muhammed, et- Tarifât, Beyrut, 2000, s. 137.

2

İbn Manzur, a.g.e, XI, s. 476; Isfehânî, Ebu’l-Kâsım Hüsyn Ahmed b Râgıb., Müfredâtu elfâzi’l-

Kur’an, Dâru’l- Kalem, Dımeşk, 2002, s. 489.

3

Ece, Hüseyin Kerim, İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Yay., İstanbul, 2000, s. 578.

4

Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2005, s. 25.

5

Heyet, (haz. Hayrettin Karaman, vd.), Kur'ân Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, DİB Yay., I-V c, Ankara, 2003, c. V, s. 683.

6

(9)

uyum içerisinde bulunan makbul ve meşru ameller demektir ki bunlar kalbî, lisanî ve malî olmak üzere bir takım kısımlara ayrılır.7

Salih amel, Allah katında razı olunan amellerdir. Bunun için de amelin İslam şeriatına uygun olması ve Allah rızasını kazanmak maksadıyla yapılması gereklidir. Bunun dışındaki ameller, Allah’ın razı olduğu amellerden olmayıp herhangi bir ecir ve sevâbı da bulunmaz. İbn Kesir’e göre, insanı Allah’a yönelten her şey salih ameldir. İbadet, ziraat, san’at, mimarî v.s. her türlü bilgi ve evrenin hazinelerini keşfetme yolları bu tanımın içine girer. Ancak yapılan işlerin salih amel olabilmesi için Allah’ın yasasında belirtilen şartları taşıması gerekir. Bu şartlar insanın gerek ferdî gerekse sosyal bütün hayatını kapsamış olup gâyesi, yeryüzünde tüm insanların sevgi ve kardeşlik esasları dâhilinde, ezelî hak ve adaletin ışığında, Allah’ın geniş rızkından faydalanarak doğru, temiz, düzenli ve erdemli bir hayat kurmaktır.8

İmandan sonra Allah Teâlâ’nın emrini yüceltme, yarattıklarına acıma ve faydalı olma şeklinde özetlenen salih amel, birisi bedene ait ibadetler gibi mükellefin baştan itibaren bizzat kendisine faydalı ve kendi iyiliğine olan ameller, diğeri de zekât ve sadaka gibi başkalarına faydalı olan ameller olmak üzere iki türlüdür.9 Salih amel, mü’mindeki derin inancın canlı açıklaması, inançla uyumlu olan ve inançla ayakta duran davranıştır.10 Salih amel, imanın tabii semeresi olup imanın gerçekten kalpte yerleşmesi anında kendiliğinden bir hareket başlar. Bir vicdanda iman yer eder etmez hemen kendi varlığını insanın dış dünyasında salih ameller şeklide tahakkuk ettirmeye başlar.11

7

Aksekili, Ahmed Hamdi, Ve’l-Asr Sûresi Tefsiri, (sad: Ertuğrul Özalp), İşaret yay., İstanbul, 2003, s. 60.

8

İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-AzîmEbû’l-Fidâ İsmail b. Ömer, (Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsiri),

I-XV c, (trc. Bekir Karlığa, Bedreddin Çetiner), Çağrı Yay., İstanbul, 1986, IV, s. 8647.

9

Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, I-X c., (sad. İsmail Karaçam, vd.), Azim Yay., İstanbul, 1992. c.IX, s.431,432.

10

Behiy, Muhammed (Ter: Ali Turgut), İnanç ve Amelde Kur’ani Kavramlar, Yöneliş yay. İst. 1995, s. 206–208.

11

Kutub, Seyyid, Fî Zilâli’l-Kur’ân, I-XVI c, (trc. M. Emin Saraç, vd.), Hikmet Yay., İstanbul, 1971, c. XVI, s. 350, 351.

(10)

Salt ibadet vasfı taşısın veya taşımasın bütün hayır, iyilik ve ma’ruf türlerini içeren, genel bir ifadedir salih amel. Tek olan Allah’a ibadet, kendini O’na teslim edip O’nun dışındakileri (mâsivâ) bir tarafa atmak, Allah yolunda cihad, zulüm ve zalimle mücadele, canı ve malı bu yolda feda etmek, hak ve adalete sarılmak, insaflı olmak, güvenilir olmak salih ameldir. İyilik ve takvada yardımlaşma, toplumun ilgilendiren işleri yapmak yine salih ameldir. Helal yoldan kazanmak, kişinin ailesine, çocuklarına ve yakınlarına yönelik görevlerini yerine getirmesi de salih ameldir.12

2. ÖLÜM (MEVT)

Ölüm kavramı, Arapçadaki “mevt” kelimesinin Türkçe karşılığıdır ve “mevt” lügatte, uyuma, çürüme, sükûnete erme ve ruhun bedeni terk etmesi hali, anlamlarına gelir.13 Seyyid Şerif Cürcânî, mevt’i ‘hayatın zıddı olarak yaratılmış varlıksal bir sıfat’ şeklinde tarif etmiştir.14 Hayatın, canlılarda harekete sebep olan kuvvet olduğu kabul edilirse ölüm, bu kuvvetin tükenmesi, sahibini terk etmesi ve onu hareketsiz bırakmasıdır.15 Ölüm, bitkilerde üremenin ve solunumun durması, hayvanlarda duyuların çalışmaz hale gelmesi (bu manada insanlar için de aynıdır); insanda ayrıca düşünme, akletme, hatırlama gibi iç melekelerin fonksiyonlarını yitirmesidir.16

Dinî ıstılahta “mevt” gerçek yokluk olmaksızın ruhun bedenden

ayrılmasıyla aralarındaki irtibatın kopması ve bir evden (geçici dünya diyarından), diğer bir eve (ebedî ahiret diyarına) intikal etme durumudur.17 Dolayısıyla ölüm, asla bir yok oluş olmayıp, Allah’ın kullarına takdir ettiği ömrün son bulmasıdır.

12

Derveze, M. İzzet, et-Tefsîru’l-Hadîs (Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri), I-VII c, (trc. Şaban Karataş, vd.), Ekin Yay., İstanbul, 1988, c.I, s. 177.

13

El-Firûzâbâdî, Muhammed b. Ya’kûb b. Muhammed, el-Kâmûsu’l-Muhît, I-IVc, Müessetu’r-Risâle, Dımeşk, trz., I, s. 158. 14 el- Cürcânî, a.g.e, s. 232. 15 Isfehânî, a.g.e, s. 481. 16

Ünal, Ali, Kur’an’da Temel Kavramlar, Nil Yay., s. 246.

17

Kurtûbî, Şemsu’d-Din Ebî Abdillah Muhammed b. Ahmed, et- Tezkiretu fi Ahvâli’l Mevti ve Umûri’l

(11)

Nitekim yeryüzünde bulunan her canlı fânidir18 ve ölümü tadacaktır.19 Kur’an-ı Kerim’de mevt kelimesiyle ile halk edilmemiş nutfe20; tevhidden sapmış, dalâlette olan kimse21; toprağın verimsizliği, nebatın azlığı22 ve bizatihi ölüm; ecellerin gelmesi sonucu ruhların, canların çıkması23 kastedilmiştir.24

Ölüm, insanların duyularıyla bizzat müşâhede ettikleri hakikatlerdendir. Zaten yeryüzünde yaşayan insanların ittifakla kabul ettikleri tek gerçek ölümdür. Çünkü o, zengin-fakir, âlim-câhil, büyük-küçük, itaatkâr ve âsi olan herkesin ister istemez boyun eğdiği bir olaydır25 ve hiç kimsenin ölümden kaçıp kurtulma imkânı yoktur.26

Ölüm inanan ve inanmayan için farklı manalar taşımakta olup mü’min için fâni âlemden bekâ âlemine geçişten ibaret olup, dar yerden geniş cennete atılan adımdır. Boy gösteren bâtıldan, huzur ve emniyet veren Hakka, zulmün baskı ve tehdidinden cennet nimetinin esenliğine, câhiliyet karanlığından imanın nuruna çıkıp kavuşmaktır.27

Bedenin ölümü ve ruhun bedenden ayrılışı ruh için ölüm olmayıp bu husus, gerek Kur’an-ı Kerim’deki şehitlerin ölüler olmadıkları ve nimetler içinde rızıklandırılmakta olduklarını bildiren ayet-i kerimelerden,28 gerekse “Her nefis

ölümü tadacaktır”29 anlamındaki ayetten anlaşılmaktadır. Çünkü nefsin yani ruhun ölümü tatması, bedenin ölümünü duyması, ölen bedeninin ölüm acısını çekmesi 18 Rahmân, 55/26. 19 Âli İmrân, 3/185. 20

Bakara, 2/28; Mü'min, 40/11; Âl-i İmrân, 3/27; Yûnus, 10/30; Rûm, 30/31.

21 En’âm, 6/122; Fâtır, 35/22; Neml, 27/80. 22 A’râf, 7/57; Yâsîn, 36/33. 23 Âl-i İmrân, 3/185; Zümer, 39/30. 24

Horâsânî, Mukâtil b. Süleyman el-Belhî, el-Eşbâh ve’n-Nezâir fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, (trc. Beşir Eryarsoy, Kur’an Terimleri Sözlüğü), İşaret Yay., İstanbul, 2003, s. 289-291.

25

Toprak, Süleyman, Ölümden Sonraki Hayat(Kabir Hayatı), Tekin Kitabevi, 9. baskı, Konya, 2005, s. 150. 26 Kâf, 50/19; Âli İmrân, 3/154; Nisâ, 4/78. 27 Kutub, a.g.e., c.V, s. 586-590. 28 Âli İmrân, 3/169–171. 29 Âli İmrân, 3/185.

(12)

bedeninden ayrılması demektir. Bir şeyi tatmak için diri ve duyarlı olmak gerekir. Eğer ruh da bedeniyle birlikte ölmüş olsaydı bedenin ölümünü tatması mümkün olmazdı.30

3. SEVAP

Sevap kelimesinin Arapçadaki aslı olan “sevâb”, lügatte ‘sevb’ gibi ‘döndü,

doldu’ anlamlarına gelen “se-ve-be” fiilinin mastarıdır. Fiilin ‘sevb’ mastarındaki

‘dönmek’, takdir ve kast olunan veya evvelde bulunan hale dönmek anlamlarını ihtivâ ederken ‘dolmak’ manası da boşaldıktan sonra asıl olan doluluğa dönmektir.31

Sevâb, daha çok ‘karşılık, ceza’ manasında kullanılır. Zira ‘âmilin amelinin kendisine dönmesi’ itibariyle de karşılık, ceza anlamına gelir. Hadis-i şeriflerde sevâb ve ceza kelimelerinin birbirinin yerine kullanıldığı görülür.32 Günah, dinî anlamda marazî bir durum olduğundan sevâb kelimesi, insanın kendisine gelmesi/iyileşmesi anlamı, bu marazî durumdan kurtuluşu ifade eder.33 Ceza kavramı gibi, hayır ve şer cihetlerinden her ikisine de kullanılması mümkün olmakla birlikte sevâbın daha çok hayır anlamında kullanılması yaygındır.34 Bu anlamda sevâb, insanın tabiatına uygun olan şeyi vermektir.35 Türkçede bu yönü itibariyle sevâb için hep ‘ödül’ karşılığı verilir.36

Dinî ıstılahta “sevâb”; Allah'ın rahmet ve mağfiretine, Rasûlullah

(s.a.v.)’in şefaatine, kendisiyle nail olunan şey37 olarak tarif edilmiştir. İnsan için Allah’ın rahmeti asıl olduğundan kişinin bu asla dönmesi sevâb, bundan uzaklaşması ise sevâbın zıddı anlamına gelen ‘ikâb’dır. Sevap denilince ekseriyetle

30

Toprak, Süleyman, “Ölüm” md., İslam’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, (I-IV cilt) MÜİFAV Yay., İstanbul, 1997, c. III, s. 548.

31

İbn Manzur, a.g.e, I, s. 244.

32

Tirmizî, Hac, 2 (h.no: 810); Nesâî, Hac, 3, (H. No: 2575–6).

33 Isfahânî, a.g.e., s. 180. 34 Âli İmrân, 3/195; Âli İmrân, 3/148. 35 Cürcânî, a.g.e., s. 76. 36

Doğan, D.Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, Rehber Yay., Ankara, 1990, s. 985.

37

(13)

ahiretteki sevap kastedilir. Ahirette sevâb, Allah’ın rızası, cennet ve içindeki nimetlerdir. Ayrıca mü’minler fazladan bir ödül olarak Allah’ı görmek (ru’yetullah) lütfuna ereceklerdir.38

Kuran’da sevâb kelimesi, dünya ve ahiret sevâbı şeklinde tasnif edilmiştir. Dünya sevâbı, yapılan işten beklenilen menfaatin dünyalık bir karşılık şeklinde gerçekleşmesidir. Diğer bir deyişle kişi, yaptığı işin karşılığını dünyevî bir karşılık şeklinde elde etmek istiyorsa bu Kur’an’da dünyevî sevâb olarak nitelenir. İnsanların yaptıkları işlerin ahiret işi ve dünya işi şeklinde ayrıma tabi tutulması da buna dayanır. Sahibine dünya menfaati sağlayan iş, dünya işi; ahiret menfaati sağlayan iş ise ahiret işi olarak isimlendirilir. Ancak hem dünya sevâbı hem de ahiret sevâbı Allah’ın takdirine bağlıdır.39 Bununla birlikte Allah’ın dünya menfaati ve metaı peşinde koşan kişinin arzuladığı beklediği karşılığı tam ve eksiksiz vereceğine dair va’di vardır.40

Hadislerde; özellikle namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetlerin yanında iyilik, doğruluk ve sıla-i rahim gibi ahlâkî davranışlar sonucunda sevâb kazanılacağı bildirilir.41 Ayetlerde ahiret ve dünya sevâbı şeklinde çift yönlü kullanıma karşın hadislerde ahiret sevâbı öne çıkarılır. Bunların yanı sıra hadislerde sevâbın ahirette tahakkuk edeceği, sevâbın somut karşılığının cennet olacağı bilgisine yer verilir.42

Sevâba ulaştıran fiiller öncelikle farz ve vaciplerdir ve bunları yerine getiren kul, Allah’ın va’di gereği sevâba nâil olur. Öte yandan Allahın yapılmasını yasakladığı fiilleri işlemek, sevâbın zıddı olan ikâbı yani cezalandırmayı gerektirirken bunlardan kaçınmak da sevâb vesilesidir. Kur’an, günahlardan korunan kişilerden övgüyle bahsetmekte ve onları ahiret nimetleriyle müjdelemektedir.43 Bununla birlikte Allah Tealâ, iyi bir amel karşılığında ihsana;

38

Karadaş, Cağfer, İslam Düşüncesinde Ahiret, Emin yay.,Bursa, 2008, s. 140.

39

Nisâ, 4/134.

40

Âli İmrân, 3/145; Hud, 11/15.

41

Buhârî, Megâzî, 10, (H. No: 36); Müslim, Ru’yâ, 20, (H. No: 2272); Tirmizî, Hac, 2, (H. No: 811); Nesâî, Hac, 3, (H. No: 2375); Ebû Davûd, Menâsik, 7, (H. No: 1736).

42

Buhârî, Hîbe, 35; İbn Mâce, Cenâiz, 55; Nesâî, Cenâiz, 23; Ahmed b. Hanbel, c. III, s. 266.

43

(14)

kötü bir amel karşılığında da cezaya mecbur olmadığından sevâb, yapılan bir amelin salt karşılığı olarak düşünülemez. Çünkü takdir yetkisi ihsan ve lütuf sahibi Allah’a aittir. Kendisine kulluk yapmamız, ibadet etmemiz için bizi yaratan Allah, bunun karşılığında bir ihsan olarak bizlere cenneti ve va’detmiştir.44

4. AMEL DEFTERİ

Amel defteri, insanların dünyada iken benimsedikleri inançlar ve yapmış oldukları amellerin kayıtlı bulunduğu ve ahirette kendilerine verileceği bildirilen, defter veya mahşerde hesabın görülmesinden sonra sahibinin durumunu açıklayan belgedir.45 Kur’an’da kitâb46 veya suhûf47 adlarıyla geçmekte olan amel defteri, Kur’an-ı Kerim’in haber verdiğine göre kişinin dünyada benimsediği inanç ve işlediği bütün fiiller tespit edilmiş olup kıyamet gününde bir kitap halinde kendisine sunulacak, okuma bilen veya bilmeyen herkesten kendi kitabını okuması istenecektir.48 Amel defterini okumak için okuma yazma bilmek gerekmeyecek, herkes Allah’ın ilhamıyla defterini okuyacaktır. Çünkü Yüce Allah kimseye yapamayacağı şeyi teklif etmez.49

Müfessirler, Kur’an’da geçen kitap ve suhufun, insan ömrünün muhasebesinin yazılı bulunduğu defter mânasını ifade ettiği gibi kişinin hesabının görüldüğünü bildiren bir belge anlamına gelebileceğini de belirtirler. Mu’tezilenin çoğunluğu ve sonraki (müteahhir) Eşârîyye âlimleri amel defterini, Allah’ın insanların iyilik ve kötülükleri hakkındaki bilgisi şeklinde yorumlamışlardır. Mâturîdiyye ve Selefîyye’nin tamamı mâhiyeti bilinemeyen bir amel defterinin varlığını kabul etmişlerdir.50

“Kirâmen Kâtibîn” adı verilen meleklerin yazıp kaydettikleri amel defteri, cennete girecek olanlara sağ tarafından, cehenneme atılacak olanlara ise soldan

44

Zariyat, 51/56; Yunus, 10/26.

45

Kılavuz, Ahmet Saim “Amel Defteri” md., DİA, TDV Yay., İstanbul,1991, c. III, s. 20.

46 Meryem, 79; İsrâ, 17 / 13, 14. 47 Tekvir, 81/10. 48 İsrâ, 17 / 13, 14. 49 Bakara, 2/286. 50

(15)

veya arkadan verilecektir.51 Defterini sağından alanlar, sevinip umduğuna kavuşacak, soldan ve arkadan alanlar ise başına gelecek felâketi anlayarak yok olmayı isteyecektir.52

Günahkârlara ait amel defterleri siccîn’de, iyilere ait olanlarınsa illiyyin’de bulunacaktır. Siccîn ve illiyyîn hatalardan arınmış, tahriften uzak yazıları bozulup silinmez bir sicilde kayıtlı kitaplardan ibarettir. Bazı âlimler bu iki kelimeden hareketle amel defterinin insanın kendi özünde bulunduğunu ve amellerin insanın kendi özünde bulunduğunu ve amellerin insan üzerinde bıraktığı tesirlerle korunduğunu söylemişlerdir.53 Kur’an’da kulakların, gözlerin ve derilerin54, ağızların mühürlenerek ellerin ve ayakların55 insanın işlediği fiiller hakkında şahitlik yapacağının bildirilmesi, amel defteriyle ilgili bu yorumu teyit eder mahiyettedir.56

Kur’an-ı Kerim, sadece fertlerin değil milletlerin de amel defterlerinin olacağını, her milletin hesap gününde kitabını okumaya davet edileceği ve yaptıklarının karşılığının kendilerine verileceğini, yeryüzünde şımarmayan ve ortalığı fesada vermeyen milletlerin hesaplarının temiz çıkacağını anlatır.57 Kur’an bu suretle insanın hem ferdî hem de ictimaî sorumlulukları bulunduğuna işaret ederek onu her iki bakımdan da dikkatli olmaya çağırır.58

Amel defteri kendilerine sağından verilenler, dünyada iken ölümden sonra bir hesabın olacağına inanmış olmalarının mükâfatına kavuşmakla büyük sevinç ve mutluluk yaşayacaklar ve bu sevinçlerini etrafındakilerle paylaşmak isteyeceklerdir. Kâfir ve münafıklar ise amel defterlerini soldan aldıklarında, kendilerini bekleyen kötü sonu fark edecek ve Allah’ın azabı karşısında sahip 51 Hakka, 69/ 19, 25; İnşikâk, 84/ 7, 10. 52 Hakka, 69/18–26; İnşikâk, 84/ 6–12. 53

Razi, Fahruddin Muhammed b. Ömer b. el-Hüseyn el-Kureşî, Mefâtîhu’l-Ğayb, I-XXIII c, (trc. Suat Yıldırım, vd.), Akçağ Yay., Ankara, 1998, c. XX, s. 167-170

54 Fussilet, 41/20–22. 55 Yasin, 36/ 65. 56 Kılavuz, a.g.m., s. 20. 57 Câsiye, 45/28-29; Kasas, 28/83. 58 Kılavuz, a.g.m., s. 21.

(16)

oldukları hiçbir dünyalığın kendilerine fayda vermediğini anlayacaklardır. Onlar bu durum karşısında ‘keşke ölümden sonra bir hayatın olmasaydı ve bize böyle bir defter hiç verilmeseydi’ diyecekler; fakat artık iş işten geçmiş olacak ve son pişmanlıkları da kendilerine kâr sağlamayacaktır.59

5. DUA

Dua kelimesi, Arapçada “de’â” fiilinin mastarı olup lügatte ‘çağırmak, seslenmek’ ve çağırmanın neticesi olarak ‘birinden bir işi yapmasını istemek; yardım talep etmek’60 anlamlarına gelir. Duanın “nidâ” kelimesiyle bir anlam yakınlığı olmakla birlikte duada daima tâzim ve tâzimle birlikte istekte bulunma söz konusudur. Müslümanların Hz. Peygamber (s.a.v)’i çağırırken daha saygılı bir ifade kullanmalarının emredildiği ayette61 nidâ yerine dua kelimesinin kullanılmış olması aradaki bu farka işaret eder.62 Bu anlamda dua, küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşen talep ve niyaz anlamında kullanılır.63

Dua kelimesi farklı anlamları kendisinde toplamıştır. Dua, ‘davet etmek, birini bir şeye sevk etmek’ demek olup davet eden kişiye “dâî” denir. Dua, ‘isimlendirmek’ anlamına da gelir. Mesela ‘Deavtühu bizeydin: Ona Zeyd ismini verdim’ demektir. Yine dua, ‘ölüye ağlamak’ ve ‘bir şeyi birine nispet etmek’ manalarını da ihtiva etmektedir. 64

Dinî ıstılahta “dua” Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesi,

sevgi ve tâzim duyguları içinde O’nun lütuf ve yardımını dilemesidir. Arapçada kullanıldığı edatlara göre bir kimse için hayır duada veya bedduada bulunma manalarını da taşır.65 Dua; kulun Allah’tan bir şey dilemesi, Allah’ı istemesi,

59

İbn Kesir, Ebû’l-Fidâ İsmail b. Ömer, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, (Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsiri), I-XV, (trc. Bekir Karlığa, Bedreddin Çetiner), Çağrı Yay., İstanbul, 1986, XIV, s. 8082-8086. 60 İbn Manzur, a.g.e., XIV, s. 257; Cürcânî, a.g.e., s. 108.

61 Nur, 24/64.

62 İbn Manzur, a.g.e., XIV, s. 259; İsfahâni, ag.e., s. 315. 63 Elmalılı, a.g.e., III, s. 134.

64 İbn Manzur, a.g.e., XIV, s. 261; Zebidî, Murtadâ, Tâcu’l- Ârûs min Cevâhiri’l- Kâmus, I-X c., Dâru’l- Fikr, Beyrut, tsz., c. X, s. 137.

(17)

Allah’ı yardıma çağırması, anması demektir. Başka bir ifadeyle kul, içinde bulunduğu şartların tersiyle bir şey için veya Allah için Allah’a yönelmektedir.66

Dua, insanın Allah’a halini arz etmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre dua kul ile Allah arasında bir diyalog anlamı taşır. Bunun gerçekleşmesi için önce Allah insanı kendi varlığından haberdar etmiş, insan da varlığını benimsediği bu yüce kudret karşısında duyduğu saygı ve ümit hisleri sebebiyle kendisinden daha üstün olanla irtibat ihtiyacını duymuştur. Böyle bir irtibat neticesinde insanın bir taraftan kendi ihtiyaç ve eksikliklerinin telâfisini, diğer taraftan daha mükemmele ulaşmasını hedefleyen bir diyalog vasıtasıdır dua. Bir başka söyleyişle dua; sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. Bu sebeple insan tarihin hiçbir döneminde duadan uzak kalmamıştır.67

Dini anlamda vahiy, Allah ile insan arasında cereyan eden yukarıdan aşağıya, Allah’ta insana doğru olan bir çeşit özel konuşmadır. Allah kendi kelimelerini insana yöneltir. Doğrudan peygambere ve dolaylı olarak insana tevcih eder. Fakat Allah ile insan arasındaki bu lisanî münasebet, tek taraflı değildir. Başka deyişle insan bu münasebette daima pasif kalmaz, bazen o da Allah ile sözlü bir ilişki başlatır ve O’nunla dilsel işaretler kullanmak suretiyle konuşmak ister. İşte bu isteğin neticesinde öyle bir olay doğar ki bu, yapı bakımından vahye benzer. Ancak bunda konuşma doğrultusu yukardan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya doğrudur. Vahiy gibi bu da olağanüstü şartlar altında ve özel bir biçimde meydana gelir. Normal olarak insan, doğrudan doğruya Allah’a hitap etme vasıtasına sahip değildir; çünkü normal kelime alış verişi olabilmek için iki taraf arasında ontolojik bir eşitlik bulunmalıdır. Bu dilin temel prensibidir, bu prensibi bozacak bir hal vuku bulduğu zaman insan Allah’a hitap edebilir. O’nunla konuşma yeteneğine sahip olabilir. Bu öyle olağanüstü bir haldir ki bu halde insan kendi kafasını günlük durumun üstünde bulur. Böyle bir hal vuku bulunca insan kafası gerilir, gerilir, kırılma derecesine varır. İşte bu raddeye gelince insan,

66

Parladır, Selahattin, “Dua” md., DİA, TDV Yay., İstanbul, 1999, c. IX, s. 531. 67 Cilacı, Osman, “Dua” md. DİA, IX, s. 529.

(18)

Tanrı’ya doğrudan doğruya söz söyleme noktasına varmış olur. İşte olağanüstü durum içinde geçen böyle bir konuşma olayına “dua” denir.68

Yüce Allah’ı övgüyle anan her söz, içinde bir dilek ve istek bulunmasa da, dua kapsamına girer. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v)’in “ Arefede benim duam ve

benden öncekilerin duası, ‘Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh lehü-l mülkü ve lehu-l hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadîr’ sözüdür” şeklindeki açıklaması buna

delildir. Kur’an-ı Kerim’de müminlerin cennetteki dualarının tâzim ve tenzih sözleriyle başlayacağı ve övgü sözleriyle biteceği69 bildirilmiştir.70

Yüce Allah kuluna cevap vermek için onun her ne vesile ile olursa olsun kendisine başvurmasını istemektedir. Kur’an-ı Kerim’de, “De ki: Duanız olmasa

Rabbim size ne diye değer versin”71 denilmek suretiyle insanın ancak Allah’a yaptığı duasıyla değer kazandığı belirtilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v) duadan daha şerefli bir şey olmadığını ifade etmiş72 ve duayı dinin özü,73 ibadetin ta kendisi74 şeklinde tarif etmiştir.

6. İSTİĞFÂR

İstiğfâr, lügatte ‘örtmek, gizlemek, birinin kusurunu ifşa etmeyip bağışlamak’ manasına gelen “ğa-fe-ra” fiilinden türemiş bir isim olup ‘kişinin kusurunun bağışlanmasını talep etmesi’ demektir.75

Dini ıstılahta istiğfâr; Allah’tan günah ve hatalarının bağışlanmasını

istemek, mağfiret dilemektir: İstiğfâr, kulun işlediği iyilikleri az bulup artırmaya; günahları çok bulup azaltmaya çalışmasıdır. Kul, yaptığı hatanın farkına varır, pişman olur, ellerini açar, Rabbinden bağışlanma diler ve affedilmeyi bekler.

68

İzutsu, Toshihiko, Kur’an’da Allah ve İnsan, (trc; Süleyman Ateş), Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, tsz., 244-245.

69 Yunus, 10/10.

70 Parladır, a.g.m., s. 531. 71 Furkan, 25/77.

72

Tirmizî, Daavât,1, (H. No: 3370); İbn Mâce, Dua,1, (H. No: 3829). 73 Tirmizî, Da’avât, 1, (H. No: 3371).

74

Tirmizî, Bakara Sûresi Tefsiri, 16, (H. No: 3247).

75

(19)

Kulun böyle yapması hem yaptığı hatadan dönmek, hem de Allah’ın büyüklüğüne, rahmetine yeniden teslim olmaktır:76

İnsan ne kadar çaba sarfetse de kendi ölçüleri çerçevesinde bile ideal bir kişi olamaz. Hayatında yaratana ve yaratılmışlara karşı yanlış davranışlarda bulunmadığını kendi vicdanında kabul edecek birinin mevcudiyetini düşünmek kolay değildir. Bu açıdan bakıldığında en büyük saygıya lâyık olan Allah’ın kendisine karşı işlenen hataları affetmesi, kişinin hayata bağlanmasını sağlamaktadır. O halde istiğfârda bulunmak, kulun ebedî âlem hususunda ümitsizliğe kapılmasını önlemekte, onu yapıcı bir psikolojiyle yükseltmektedir.77

Gerek Kur’an’da gerekse hadis-şeriflerde inananlar istiğfara teşvik edilmiş, kulun Allah’tan bağışlanma dilemesi istenmiş,78 Allah’ın çok bağışlayıcı olduğu hatırlatılmıştır: “Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin.

Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (müminleri) çok sever”79 Peygamber

Efendimiz (s.a.v) de hayatı boyunca istiğfara devam etmiş, ümmetini de bu konuda teşvik etmiş80; öyle ki bazı rivayetlerde Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) günde yüz defa istiğfar ettiği belirtilmiştir.81

7. SADAKA

Sadaka kelimesi, “sıdk” gibi lügatte ‘bir hadiseyi olduğu gibi ve dosdoğru haber vermek’ anlamına gelen “sa-da-ka” fiilinden türemiş bir isimdir. Aynı fiilden türeyen “sıdk” ‘yalancılığın zıddı olan doğruluk, sıhhat ve mükemmellik manasındadır. Çoğulu “sadakât” olup sadaka vermeye “tasadduk”, sadaka veren kişiye de “mutesaddık” denir.82

76

Ece, a.g.e., s. 314.

77

Bebek, Adil, “Mağfiret” md., DİA, TDV Yay., Ankara, 2003, c.XXVII, s. 314.

78

Nuh, 71/10; Mü’min, 40/55; Nisâ, 4/110.

79

Hûd, 11/90.

80

Tirmizî, Tefsiru’s- Sûre, 48, (H. No: 3259).

81

Müslim, Zikr, 41, (H. No: 2728); Ebû Dâvûd, Vitr, 26, (H. No: 1514).

82

(20)

Dini ıstılahta “sadaka” kişinin Allah’a yaklaşmak maksadıyla karşılıksız

olarak fakir ve yoksullara verdiği malın, yaptığı yardımların adıdır.83 Sadaka, kişinin imanındaki doğruluğuna ve samimiyetine, Yüce Allah’a olan sevgisine ve sevâbına olan inancına bir delil olduğu için bu adı almıştır. 84

Günümüzde anlaşıldığı şekilde sadaka, dilencilere yapılan tasadduk değildir. Zekât ve fitreden hariç olmak üzere eli geniş, durumu müsait olanların ihtiyaç sahiplerine, sıkışık durumda bulunanlara yaptıkları aynî ve nakdî her türlü yardım ve teberrudur.85 Zekât için de sadaka tabiri kullanılmakla birlikte aslında tatavvu’ olarak, yani zorunluluk olmadan gönüllü bir şekilde verilenlere sadaka denir.86 Zekâta sadaka denilmesi ise iki nedenden dolayıdır: Birisi, malın arındırılması ile sıhhate ve kemâle delâlet etmesi, diğeri de zekâtı verenin imanda sıdk ve samimiyet sahibi olduğuna delâlet etmesidir. O halde sadaka, ya malın şer’î manada tam olması ve devam etmesi için veyahut da kulun imanında sâdık ve mükemmel olduğunu istidlâl etmeye bir sebeptir. Öyle ki nikâhtaki mehre de sadaka denilmesi, nikâhın bununla tekemmül etmesi dolayısıyladır. Sadaka, verenin imanda sıdk ve samimiyet sahibi olmasından ötürü bu adı almıştır.87 Bu yüzden gönül hoşnutluğu ile sadaka verenin olgun mü’min olduğuna ve sadaka vermeyenin iman yönünden pek olgunlaşmadığına hükmedilir.88 Sadaka Allah rızası için verildiği takdirde, Allah’a ibadet ve O’nun lütfuna karşılık bir hediye mesabesindedir.89

Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in belirttiğine göre sadakanın maddi bir yardımdan daha geniş bir anlamı vardır: “Öyle ki her tesbih sadakadır, her hamd sadakadır,

her tehlil sadakadır, her tekbir sadakadır. İyiliği tavsiye etmek sadakadır,

83

Cürcânî, a.g.e., s. 135.

84

Elmalılı, a.g.e., IV, s. 367.

85

Uludağ, Süleyman, İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, TDV Yay., Ankara, 2005, s. 92.

86

Tevbe, 9/60.

87

Râzî, a.g.e.,V, s. 524; Elmalılı, a.g.e., II, s. 220.

88

Yürekli, Kasım, Mü’minin Temel Özelliği İnfâk, Ensar Yay., Konya, 2004, s. 119.

89

Mevdudî, Ebû’l-A’lâ, Tefhîmu’l-Kur'ân, c. I-VII, (trc. Muhammed Han Kayânî, vd.), İnsan Yay., İstanbul, 1996, VI, s. 130.

(21)

kötülükten sakındırmak sadakadır.”90 Ayrıca bir müslümanın din kardeşini güler yüzle karşılaması, değersiz gibi görülen ancak küçük görülmemesi tavsiye edilen bir sadakadır.91

Sadaka, en geniş anlamıyla, Allah rızası için yapılan her iyilik ve harcanan her şeydir ve her müslüman az da olsa belirli aralıklarla sadaka vermeyi kendine şiâr edinmelidir. Bu hususa işaret eden bir hadis-i şerif şöyledir: “Güneşin

doğduğu her günde insanın her mafsalına bir sadaka gerekir. Buna gücün yetmezse iki kişiyi barıştırsın, bu bir sadakadır. Kişiye binitine binerken veya eşyasını taşırken yardım etsin, bu da bir sadakadır. Buna gücü yetmezse güzel bir söz söylesin, çünkü güzel söz de bir sadakadır. Namaza gitmek için attığın her adım bir sadakadır. Yoldan insanlara eziyet veren şeyleri kaldırırsın, bu da bir sadakadır.”92

Sadakanın en sevilen maldan verilmesi daha faziletlidir. Kur’an-ı Kerim'de; “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe eremezsiniz. Her ne

harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir"93 buyrulmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.) birçok hadisinde müslümanları sadaka vermeye teşvik etmiştir. Hatta sahabeden İmrân b. Husayn (r.a.): “Rasûlullah (s.a.v.)’in bize hitap ettiği hiçbir konuşması

yoktur ki onda bizlere sadakayı emredip, işkenceden de nehyetmesin”94

demektedir. Allah Rasûlü (s.a.v.), bir hurmanın yarısıyla dahi olsa kişinin sadaka vererek kendisini cehennem ateşinden korumasını tavsiye etmiştir.95

90

Müslim, Zekât 56, (H. No: 1009); Buhârî, Sulh 11, (H. No: 16) Cihâd 72, (H. No: 100); Ebû Dâvûd, Edeb 159, (H. No: 5243).

91

Müslim, Birr 144, (H. No: 2626); Ebû Dâvûd, Libâs 25, (H. No: 4084) ; Tirmizî, Et’ime, 30, (H. No: 1833).

92

Müslim, İman 58, (H. No: 106); Ebû Dâvûd, Sünnet 14; ((H. No: 4676); Nesâî, İman 16, (H. No: 4919); Tirmizî, Birr 80, (H. No: 2027); İman 6, (H. No: 2614 ).

93

Âli İmrân, 3/92.

94

Ebû Dâvûd, Cihad, 118, (H. No: 2686); Dârimî, Zekât, 24, (H. No: 1661).

95

(22)

BİRİNCİ BÖLÜM

KENDİ YAPTIKLARI AMELLERİN SEVAP DEĞERİ

İnsan, ahirette dünyadaki amellerine ve seçtiği hayat tarzına göre muameleye tâbi tutulacak, orada karşılaşan mükâfat ve ceza tamamıyla kişinin burada yaptıklarına taalluk edecek, dünyada yapılan ameller sahibini ebedi yolculuğunda da yalnız bırakmayacaktır. İnsanlara devamlı olarak ölüm sonrasına hazırlık yapmalarını ve ahiret için hayır nevinden ameller göndermelerini tavsiye eden Kur’an-ı Kerim, ahirette insanın başına gelecek her şeyin bu dünyada yaptığı amellerin neticesi olduğunu vurgulamaktadır. Örneğin Necm Sûresi’nde Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır:

“Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah’ındır. Bu, Allah’ın, kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir.”96

Hz. Peygamber (s.a.v) de herkesin ebedi yolculuğunda kendi ameliyle baş başa kalacağını ve bu yolculukta salih ameli dışında sahip olduklarının kişiye bir fayda sağlamayacağını ifade etmiştir ki Enes b. Mâlik (r.a)’den rivayet edilen bu hadis-i şerif şöyledir:

“Ölüyü üç şey takip edip kabre kadar gider. Bunlardan ikisi tekrar geri döner, biri orada onunla beraber kalır: Ölüyü ailesi, malı ve ameli takip eder. Neticede ailesi ve malı geriye döner de, kendisiyle beraber sadece ameli kalır”97

Mü’min vasfını kazanmış bir kişinin, gerek fert olması itibariyle kendine ve gerek bir parçası olması itibariyle ailesine, akraba ve komşularına, topluma ve tüm insanlara karşı yaptığı güzel iş, yardım ve muameleler sevap kazanmasına vesile olacaktır. Ayrıca her müslüman, hayatında sebep olduğu etkisi devam eden hayırlı işlerin sevabından, ölümünden sonra da istifade edecektir.

96

Necm, 53/31.

97

(23)

Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler incelendiğinde görülecektir ki müminlere sevap kazandıran ameller başta namaz, oruç, zekât gibi farz ibadetler olmak üzere, bir hayli fazladır ve bu amellerin tamamına böylesi mütevazı bir çalışmada yer vermenin güçlüğü ortadadır. Bu nedenle çalışmamızın bu bölümünde yapanlara büyük mükâfatların va’dedildiği amellerden bazılarını sevap değerleri açısından incelemekle yetineceğiz.

1. Namaz Kılmak:

Namaz, imandan sonra en faziletli amel,98 kelime-i şehâdetten sonra İslam’daki ibadetlerin en önemlisi ve en değerlisidir.99 Namaz câmi-i cemi-i ibadettir, diğer ibadetleri de bünyesinde toplayandır; namaz esnasında Kur’an okunur, zikir yapılır, duada bulunulur, salavatlar okunur, hamd ve şükredilir.100

“Allahuekber” diyerek bütün dünyevî kaygılarını ve maddi hususları elinin

tersiyle arkaya atıp Mevlâsının huzuruna çıkan insan, namazda olduğu kadar hiçbir zaman Allah’a yakın olamaz.101 Önemine ve sevabının çokluğuna binaen namaz için dinin direği102 ve mü’minin mirâcıdır, denmiş,103 Hz. Peygamber (s.a.v.) onun namaz için “gözümün nuru” ifadesini kullanarak yüceliğini ortaya koymuştur.104

Namaz, hakkıyla kılan kişinin ebedî saadetine vesiledir; zira Kur’an-ı Kerim’de kurtuluşa eren kimselerden bahsedilirken onların namazlarında huşu içerisinde oldukları zikredilmiştir.105 Namazı hakkıyla kılanlar için ahirette çok büyük mükâfatlar hazırlanmıştır,106 eksiksiz olarak beş vakit namazını kılan

98

Müslim, İman, 85, (H. No: 137).

99

İbn Mâce, Tahâret, 4 , (H. No: 277).

100

Uludağ, Süleyman, İslam’da Emir ve Yasakların Hikmeti, TDV Yay., Ankara, 2005, s. 80.

101

Müslim, Salât, 215, (H. No: 482); Nesâî, Mevâkît, 35, (H. No: 568).

102

Tirmizî, İman, 8, (H. No: 2616).

103

Gazâlî, Muhammed b. Muhammed Ebû Hamîd, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, (trc:Ahmet Serdaroğlu), Bedir Yayınevi, (I-IV), İstanbul, 1989, I, s. 393.

104

Nesâî, İşâretü’n-Nisâ, 1, (H. No: 61).

105

Mü’minûn, 23/1, 2.

106

(24)

kimseleri Allah Teala’nın cennete koyacağına dair va’di vardır, onlar cennetlerde ağırlanacaklardır.107

Namaz, haksızlığa ve hayâsızlığa engel olan, kişiyi hayra ve salih amele sevk eden bir ibadettir; çünkü namaz kişinin Allah’tan korktuğunun en açık göstergesidir. Kur’an’da namazın ahlakî tesirlerine ve kötülüklere karşı koruyucu özelliğine işaret edilerek, “Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki,

namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar”108 buyrulur. Daha önemlisi, namazı hakkıyla kılan bir kimse kendini şirke/küfre düşmekten korumuştur. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v), kişi ile şirk/küfür arasında namazın terki olduğu uyarısında bulunmaktadır.109

Rasûlullah (s.a.v), kıyamet gününde kulun ilk hesaba çekileceği şeyin, farz namaz olacağını, namazı tam olanın işinin kolay olduğunu ve namazını zayi ettiği halde Allah ile karşılaşan kimsenin diğer iyiliklerine Allah’ın değer vermeyeceğini bildirmiştir.110 Müslüman bir kul, Allah’ın rızasını isteyerek namaz kılarsa kuru yaprakların ağaçtan döküldüğü gibi günahları da üzerinden dökülecektir. Allah Rasûlü (s.a.v), güzelce bir abdest aldıktan sonra kalbiyle yönelerek iki rek’at namaz kılan kişinin önceden yapmış olduğu (kusurlu) ameli sebebiyle affolunacağını bildirmiş ve o kimseyi cennetle müjdelemiştir. 111 Kişi Allah için bir secde yaparsa, o secde dolayısıyla Allah da ona bir hasene yazar, yine o secde sebebiyle onu bir derece yükseltir.112

Kur’an-ı Kerim’de hata ve günah kirlerinden arınma yolunun namaz olduğu hatırlatılmış,113 namazın Allah’ın merhametine nail olabilmenin en önemli aracı

107 Meâric, 70/34, 35. 108 Ankebût, 29/ 45. 109

Müslim, İman, 82, (H. No: 134); Ebû Dâvûd, Sünnet, 14, (H. No: 4678);Tirmîzî, İman, 9, (H. No: 2618).

110

Tirmizî, Salât, 305, (H. No: 413); Ebû Davûd, Salât, 145, (H. No: 864).

111

Nesâî, Tahâret 108, (H. No: 143).

112

Ahmed, Müsned, V, 147, (H. No: 923).

113

(25)

olduğu vurgulanmıştır.114 Hadis-i şeriflerde ise beş vakit namazını kılan bir kimsenin, her gün beş defa ruhunu temizlemiş, kalbini kötülüklerden arındırmış olacağı hatırlatılır. Çünkü namaz nurdur. Namaz bir kişinin kapısın önünde akan nehirden günde beş defa yıkanıp da üzerinde kirden eser kalmaması gibi kişide günahtan eser bırakmaz.115 Bununla birlikte kılınan bir namaz, iki namaz arasındaki günahları; bir cuma, iki cuma arasındaki günahları temizlemektedir.116 Mekke döneminde nazil olan birçok ayet-i kerime namazın önemini vurgulamakta ve namaz kılanları engellemeye çalışanları sert bir dille kınamaktadır.117

Namaz için camiye giden kimsenin attığı her adım başına bir günahı silinir ve Allah onu bir derece yükseltir.118 Kişi eğer namazını cemaatle kılarsa münferit olarak kıldığından yirmi yedi derece daha fazla sevap kazanacaktır.119 Kişi, namazda fatiha sûresinden sonra imam ile birlikte “amin” dediğinde melekler de gökte “amin” derler ve bu iki söylev birbirine denk düşerse onun geçmişteki bütün günahları bağışlanır.120 Eğer kul, namazını mescitte kılmaya devam ederse Allah Tealâ, kıyâmet gününde Allah’ın gölgesi dışında hiçbir gölgenin olmadığı bir anda onu arşının gölgesi altında gölgelendirecektir.121 Aynı zamanda o, namaz için mescide gelir giderse Allah her gidiş gelişinde onun için cennette ikram hazırlayacaktır.122

Namaz için ezan okuyanın ve namazı ilk safta kılanın alacağı sevap diğer kimselere nispetle daha fazladır. Rasûlullah (s.a.v.), müezzinlerin kıyâmet günü, insanların en uzun boylusu olacaklarını bildirmiş123 ve “İnsanlar, eğer ezan

okumak ile namazın ilk safında yer almada ne (gibi bir hayır ve bereket) olduğunu

114

Nur, 24/56.

115

Buhâri, Mevâkît 6, (H. No: 7); Müslim, Mesâcid 283, (H. No: 668); Tirmizî, Emsâl 5, (H. No: 2868); Nesâî, Salât 7, (H. No: 458).

116

Müslim, Tahâret, 5, (H. No: 233).

117

Müdessir, 74/43; Şurâ, 42/38; Alak, 96/10; A’lâ, 87/15; Kıyâmet, 75/39.

118

Buhârî, Salat, 87, (H. No: 122).

119

Buhârî, Ezan, 30, (H. No: 42).

120

Buhârî, Salât,87, (H. No: 122).

121

Buhârî, Ezan, 36, (H. No: 53); Müslim, Zekât, 91, (H. No: 1031).

122

Buhârî, Ezan, 37, (H. No: 55); Müslim, Mesâcid, 51, (H. No: 669).

123

(26)

bilseler, sonra da bunu elde etmek için kur'a çekmekten başka çare kalmasaydı, mutlaka kur’aya başvururlardı.” buyurmuştur.124

Cuma namazı sevabı bakımından ayrı bir öneme sahiptir. Kur’an-ı Kerim’de inananlara cuma günü namaza çağrıldıklarında alış-verişi bırakarak Allah’ı anmağa koşmaları emredilerek bu davete icabetin inananlar için daha hayırlı olacağını haber vermektedir.125 Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) bildirdiğine göre bir kimse cuma günü gusleder, elinden geldiği kadar temizlenir, yağ veya koku sürünür, sonra mescide gider bulduğu yere oturur ve namazını kılar, hutbeyi dinlerse; geçen cumadan o cumaya kadar işlemiş olduğu günahları affolunur.126 Kişi cuma namazı için boy abdesti alarak namaza katılırsa mukabilinde elde edeceği mükâfat diğer bir rivayette şöyle haber verilmiştir:

“Her kim cuma günü, cünüplükten gusül eder gibi güzelce gusleder, sonra da ilk saatte yola çıkarsa bir deve kurban etmiş gibi olur. İkinci saatte yola çıkarsa bir sığır kurban etmiş gibi olur. Üçüncü saatte yola çıkarsa bir koç kurban etmiş gibi olur. Dördüncü saatte yola çıkarsa bir tavuk kurban etmiş gibi olur. Beşinci saatte yola çıkarsa bir yumurta tasadduk etmiş gibi olur. İmam Cuma namazı için iftitah tekbiri alınca melekler hazır olur, okunan Kur’an-ı dinlerler.”127

Cuma namazını terk edenler için hadis-i şeriflerde birtakım tehditler varid olmuştur ki kişi namaza katıldığında bu tehditlerden emin olma sevabına ulaşacaktır. Söz konusu rivayetlerden ikisi şöyledir: "Birtakım insanlar ya Cuma

namazını terk etmeyi bırakırlar yahut da Allah onların kalplerini mühürler artık gafillerden olurlar.”128 “Her kim önemsemediği için üç cumayı terk ederse, Allah onun kalbini mühürler.”129

124

Buhârî, Ezân 9, (H. No: 13); Müslim, Salât 129, (H. No: 437); Tirmizî, Salât 166, (H. No: 224); Nesâî, Mevâkît 22, (H. No: 537).

125

Cum’a, 62/9.

126

Buhârî, Cum’a, 4, (H. No: 6).

127

Müslim, Cum’a, 10, (H. No: 850).

128

Müslim, Cum’a, 12, (H. No: 865).

129

(27)

2. Oruç Tutmak

Oruç, İslâm’ın beş şartından biri olarak yapılması farz olan ibadetler arasında yer alan, kişiyi hem bedenen hem de ruhen temizleyen; sıhhatli kılan ve kötülüklerden koruyan bir ibadettir. Oruç kişiyi günahlara ve cehennem ateşine karşı bir kalkan gibi130 koruyarak, sevap işlemeye yatkın bir potansiyele sahip kılmaktadır. Kur’an’da “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş

ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz”131 ayeti kerimesi ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in “Oruç koruyucudur. Biriniz oruçlu olduğu

zaman çirkin söz söylemesin, cahillik yapmasın. Eğer birisi ona çatar veya küfrederse, “ben oruçluyum, ben oruçluyum” desin”132 hadis-i şerifinde orucun insanı kötü davranışlardan koruyucu yönüne işaret edilmiştir.

Oruç, sevap bakımından diğer ibadetlerden daha yüksekte yer almaktadır ki Allah Tealâ, diğer ibadetler arasında orucu benzeri olmamakla yüceltmiştir. Nitekim Ebû Ümâme (r.a) Allah Rasûlü (s.a.v)’den, yaptığı zaman Allah’ın kendisini mükâfatlandıracağı bir amel istemiş, Hz. Peygamber (s.a.v) de “Sana

orucu tavsiye ederim, zira onun bir eşi yoktur” 133 buyurmuştur. Bu hadis orucun

sevap elde etme noktasında eşsiz bir ibadet olduğunu ortaya koyması bakımından önemlidir.

Oruç farizasını yerine getiren bir müslüman her şeyden önce Rabbi’nin emrini yerine getirmenin derin hazzını ve huzurunu yaşar. Bu ibadet riyânın en az karışacağı bir ibadet olduğu için sevabı en fazla ibadetlerden sayılmıştır. Orucun sevabı diğer ibadetlerden farklı bir değerlendirmeye tabi tutularak yazılır; çünkü diğer ameller on katından yedi yüz katına kadar sevaplandırılma gibi bir kurala tâbi iken oruç bu kuralın dışındadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’den nakledildiğine göre Allah Teâla, “Oruç benim içindir; onun karşılığını ben

130

Nesâî, Sıyâm, 43, (H. No: 2191 ).

131

Bakara, 2/ 183.

132

Buhârî, Savm, 2, (H. No: 4); Müslim, Sıyâm 160, (H. No: 1151); Nesâî, Sıyâm 42, (H. No: 2183).

133

(28)

vereceğim”134 buyurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v) de Allah yolunda bir gün oruç tutanla cehennem ateşi arasında genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek olacağını müjdelemiştir.135 Bu bakımdan oruç tutmanın sevabı hesapsız olarak verilecektir.

Kul eğer inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa onun geçmişte işlediği bütün günahları bağışlanacaktır.136 Bununla birlikte Allah Tealâ, oruçluya cennette özel bir kapı ayırmış ve onu kemali isteyen bir isimle “reyyân” diye isimlendirmiştir. Kelimenin kökü olan ve ‘kanmak’ anlamındaki “riyy” içmede doygunluk derecesidir. Kandıktan sonra bir şey içilemez; içebildiği sürece insan kanmış sayılmaz.137 Cennetin yalnız oruç tutanlar için ayrılmış bulunan kapısına girme hakkı sadece oruç tutanlarındır ve onlar oradan girdikten sonra o kapı kapanacak, başka kimse oradan giremeyecektir.138

Hz. Peygamber (s.a.v), ramazan ayının girmesiyle birlikte sema kapılarının açılıp, cehennem kapılarının kilitlendiğini ve şeytanların zincire vurulduğunu haber vermiştir.139 Bu kutsal atmosfer, oruçludaki hayır yapma ve sevap kazanma isteğini harekete geçirir ve nihâyet semadan gönüllere akan bu rahmet ve bereket, oradan taşarak bütün insanlığı kaplar. Ramazanda yapılan iyiliklerin diğer aylara oranla kat kat fazlasıyla mukabele görecek olması ve bu ayda verilen sadakanın da sadakaların en hayırlısı olması140 bu rahmet ve bereketin bir işaretidir. Ayrıca oruçluya iftar ettirmenin de büyük sevabı vardır. Kişi bir oruçluya iftar ettirirse kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik oruçlunun sevabından hiç eksilme olmaz.141 Bununla birlikte oruç tutan kişi dua ederse duası geri çevrilmez; çünkü oruçlunun duası makbuldür.

134

Buhârî, Savm, 9, (H. No: 14); Müslim, Sıyâm, 30, (H. No: 161).

135

Tirmizi, Cihâd, 3, (H. No: 1623).

136

Buhârî, Savm, 6, (H. No: 11).

137

İbn Arabî, Futuhât-ı Mekkiyye, (trc: Ekrem Demirli),Litera Yay., I-Vcilt, İstanbul, 2007, V, s. 40.

138

Buhârî, Savm, 4, (H. No: 6).

139

Buhârî, Savm, 5, (H. No: 8); Müslim, Sıyâm, 1, (H. No: 1079); Nesâî, Sıyâm, 3, (H. No: 2071).

140

Tirmizi, Zekât 28, (H. No: 668).

141

(29)

Oruç ibadeti ile dinimizde önemi büyük olan sabır duygusu arasında da sıkı bir ilişki vardır; çünkü oruç sabrın yarısıdır.142 Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde sabrın önemine işaret edilmiş ve sabredenlerden övgüyle bahsedilmiştir.143 Eğer oruçlu sabırla orucunu tamamlayabilmişse sevabı hesapsız olarak verilecektir. Ancak bütün bu mükâfatlar, kişinin orucunu bilinçli olarak tutmasına bağlıdır, aksi takdirde kişiyi günahlardan uzak tutmayan bir oruç, kişinin aç kalmasından öteye gitmez, ona hiçbir fayda sağlamaz.

Bununla birlikte oruç, şekilci bir bakışla sadece yeme içme ve cinsel temastan uzak durma olarak telakki edilmemelidir; çünkü gönülden bağlılık içinde tüm organlar bu ibadete katılmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.) “Kim yalan sözü ve

bu söze göre hareket etmeyi bırakmazsa Allah’ın onun aç ve susuz kalmasına ihtiyacı yoktur”144 buyurarak orucun sadece yeme içmeyi terkten ibaret bir ibadet olmadığını vurgulamıştır.

3. Zekât Vermek

Zekât, zengin bir müslümanın sahip olduğu malın az bir kısmını Allah’ın rızasını kazanmak dışında hiçbir menfaat beklemeksizin, ihtiyaç sahiplerine vermesiyle kişiyi maddeten ve manen arındıran bir ibadettir. Kur’an-ı Kerim’de:

“Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin”145 buyrulması, zekâtın temizleyici yönünü vurgulamaktadır. Dolayısıyla zekâtını veren kimse; malî, bedenî ve ruhî açıdan temizlenip arınmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde zekât daima namazla birlikte zikredilmiştir.146 Bu husus namazla zekât arasındaki kuvvetli bağa, kişinin müslümanlığının ancak bu ikisini eda etmekle olgunluk derecesine ulaşabileceğine bir delildir. Yüce Allah zekât verenleri, ahirette en güzel şekilde

142

Tirmizî, Da’avât, 87, (H. No: 3519).

143

Bakara, 2/153; Zümer, 39/10.

144

Buhârî, Savm, 8, (H. No: 13).

145

Tevbe, 9/103

146

(30)

mükâfatlandıracak147 ve onlara merhamet edecektir.148 Çünkü zekât verenler, fâni olanı vererek bâki olanı satın almaya talip olmuşlardır. Allah Teâla hak yolunda harcanan malın yerini, dünyada maddi karşılığını, ahirette de sevabını vererek, dolduracağını va’detmiş, zekât verenleri arkası kesilmeyen cennet nimetleriyle müjdelemiştir.149

Cenâb-ı Hak, zekâtı günahların keffâreti için şart kılmış, zekât verenlerin günahını örteceğini belirtmiştir.150 Allah Tealâ övgüde bulunduğu ve kurtuluşa ulaştıklarını bildirdiği mü’minlerin vasıfları arasında zekât vermeyi saymıştır.151 Zekât vermeyenler sahip oldukları her şeyin kendi malları ve mülkleri olduğuna inanır. Allah ise muhtaç ve yoksulların onların mallarında ödenmesi gereken hakları bulunduğunu bildirmiştir.152 Bu durum mallara ortaklık anlamı taşıdığı için dinde samimi olmayan zenginlerin nefislerine ağır gelmiştir; çünkü başkalarının onların malında pay sahibi olmasının borç ya da alış-veriş gibi kabul edebilecekleri görünür bir sebebi yoktur. Allah sadece verdikleri malın ahirette kendi adlarına bir ödül olarak saklanacağını bildirmiştir. İnsan nefse ağır gelen zekâtı malından çıkardığında alacağı ödül ve ecir katlanır. Çünkü bu durumda hem meşakkat sevabı hem de malı çıkarma sevabı kazanır. Meşakkat çekmeksizin zekâtını malından çıkarması ise önceki mükâfatından kıyaslanamayacak ve belirlenemeyecek ölçüde daha çoktur.153

Kur’an’da müşriklerden bahsedilirken onların zekât vermeyen kişilerden oldukları ve ahireti inkâr ettikleri üzerinde durulmuştur.154 Zekâtını vermeyenler ahirette sevaba en çok muhtaç oldukları yerde zekâtın kat kat vâdedilen sevabından mahrum kalırlar ve zekât vermedikleri için cehenneme atılırlar.155 147 Yusuf, 12/22. 148 A’râf, 7/ 156. 149 Ahzâb, 33/ 35; Fâtır, 35/ 29,30. 150 Mâide, 5/12. 151 Mü’minûn, 23/2–4. 152 Meâric, 70/22. 153

İbn Arabi, a.g.e., IV, s. 309.

154

Fussilet, 41/6–7.

155

(31)

Servetlerini biriktirip de zekâtını vermeyenlerin biriktirdikleri mallar, hazineler, cehennem ateşinde kızdırılarak onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacaktır.156 Allah Rasûlü (s.a.v.) de “Zekâtı verilen kenz (hazine) değildir”157 buyurarak zekâtını veren kişinin elinde ihtiyacından fazla malı da olsa bu ayetin hükmüne girmeyeceğini ifade etmiş, zekâtını verenlerin bu ayetin muhatabı olmaktan emin olacaklarını belirtmiştir.

Zekât, servet biriktirip onu atıl hale getirmenin amansız düşmanıdır. Ayrıca malın çokluğu kudret kazanmaya vesile olduğundan kalpte bir katılaşma ve kendini yeterli görmeye sebep olabilir. İşte zekâtın verilmesi, kişideki bu ihtirası azaltması ve kişiyi Allah’ın rızasını kazanmaya sevk etmesi bakımından önemlidir.158 Kur’an-ı Kerim’deki zekâtla ilgili ayetleri okuyan bir müslümanın imkân sahibi olduğunda zekât vermemesi mümkün değildir.

Kur’an-ı Kerim insanoğlunun zafiyetlerini sayarken onun cimri olduğundan bahseder ve bu şekilde cömertliği överken cimriliği yerer.159 Malını karşılıksız başkalarına verebilen kişi, faziletli kişilere benzerken malı elinde sımsıkı tutan kişi, Allah’ın ve insanların kötülediği cimri kişidir. Zekât da kişiyi cimrilikten kurtarır ve ancak nefsinin hırsından ve cimriliğinden korunanlar muradına erebileceklerdir.160

Her nimetin bir şükrü vardır. Öyle ki Allah’ın insanlara emrettiği bedenî ibadetler, beden nimetinin; malî ibadetler de mal nimetinin şükrüdür.161 Zekât, Allah’ın kişiye ihsan ettiği zenginliğe karşı bir şükürdür. Bu şuurla zekâtını veren mü’min, Allah kendisine verdiği nimetlere şükrettiği için en güzel şekilde mükâfatlandıracak ve onlara verdiği nimetleri dünyada ve ahirette artıracaktır.

156

Tevbe, 9/34–35.

157

Buhârî, Zekât, 4, (H. No: 10).

158

Yavuz, Yunus Vehbi, İslam’da Zekât Müessesesi, Türdav Yay, İlâveli 2. baskı, İstanbul, 1975, s. 79.

159 İsrâ, 17/100. 160 Haşr, 39/9; Teğâbun, 64/16. 161 Gazâlî, a.g.e., I, s. 193.

(32)

İslâm, müslümanları kardeşlik duygularıyla bağlamak ister. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz”162 buyurmaktadır. Kardeşlerden biri açlık içerisinde kıvranır, diğeri tokluktan rahatsızlık çeker de kardeşine yardım etmezse aralarında bir kardeşlik bağının kurulması düşünülemez. Kişi ancak kardeşine yaptığı yardımdan sonra imanda kemâle ermek için bir merhâle kat etmiş olabilir.163 Zira hiç kimse kendi için sevdiğini ve istediğini kardeşi için de istemedikçe gerçek mü’min olamaz.164 Dolayısıyla zekât vermek iman şuuruyla beslenmiş hakiki kardeşliğin en açık göstergesidir.

4. Hacca Gitmek

Müslümanlar ömürleri boyunca günde beş defa Kâbe’ye yönelerek namaz kılarlar. Her müslüman için, imandan sonra en faziletli ibadet sayılan namazın kıblesini oluşturan bu mübarek mekânı görmek, orada başta Hz. Muhammed (s.a.v.) olmak üzere geçmiş peygamberlerin hak din uğruna verdikleri mücadeleleri hatırlamak, asırlar boyunca birçok mü’minin namaz, dua ve niyazlarına sahne olan bu atmosferde yaşamak, sayısız hayır ve mükâfatlara vesiledir.

Hac ibadeti, hem bedenî hem de malî bir ibadet olduğundan, namaz ve oruç gibi bedenî ve zekât gibi malî ibadetlerdeki faydaların hepsi onda toplanmıştır. Zira hac, malı ve bedeni temizleyen bir ibadettir.165 Allah Tealâ dostu İbrahim’e (a.s.) hitap ederken “Evimi kendisini tavaf ve secde edenler için temizle”166 buyurarak (Kâbe anlamındaki) Ev’i kendisine ait kılmış, ardından o evin insanlar için yapılmış ilk ibadethane olduğunu bildirmiştir.167 Bu nedenle Allah onu Arş’ının benzeri ve örneği yaptığı gibi tavaf eden insanları da “Arş’ın etrafında

162

Buhârî, Nikâh, 46, (H. No: 76); Ebû Dâvûd, Edeb, 60, (H. No: 4946).

163

Heyet, (Ali Özek v.d) İbadet ve Müessese Olarak Zekât, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı Yay., İstanbul, 1984, s. 193.

164

Buhârî, İman, 6, (H. No: 6); Müslim, İman, 17, (H. No: 71); Tirmizî, Kıyâme, 59, (H. No: 2514); Nesâî, İman, 19, (H. No: 4930).

165 Uludağ, a.g.e., s. 94. 166 Hac, 22/26. 167 Âli İmrân, 3/96.

(33)

dönerek O’nu öven”168 meleklere benzetmiştir. Başka bir ifadeyle melekler, Allah

Tealâ ve Tebareke’nin övgüsünü dile getirir. Müslümanların tavaf esnasında Allah’ı övmeleri ise en az meleklerin Allah’ı övmeleri kadar üstündür; fakat Kâbe’yi tavaf eden herkes, bahsedilen o övgünün farkına varamaz.169

Kur’an-ı Kerim, yoluna gücü yetenlerin hac görevini ifa etmesinin Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkı olduğunu belirtmektedir.170 Ömründe en az bir defa Kâbe’yi hacceden kimse, üzerindeki bu hakkı ödemenin huzuruna kavuşmakla birlikte orada büyük manevi faydalara şahit olacaktır. Bu husus Kur’an’da şöyle anlatılır: “İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak

yoldan gelen argın develer üzerinde sana gelsinler. Tâ ki kendilerine ait olan menfâatlere şâhid (ve hâzır) olsunlar."171

Hacca gitmek, sevap bakımından en faziletli ameller arasında yer almaktadır. Ebû Hureyre (r.a)’den nakledilen bir rivayette Allah Rasûlü’ne (s.a.v) hangi amelin Allah katında daha üstün olduğu sorulmuş, O da (s.a.v) Allah’a iman ve Allah yolunda yapılan cihaddan sonra sahibinin herhangi bir günah işlemeden yaptığı haccı saymıştır.172 Kişi haccını günah işlemeden tamamladığı takdirde cenneti hak etmiş olacaktır. Yine Ebû Hureyre (r.a) ’den gelen bir rivayette Rasûlullah (s.a.v) mebrûr haccın cennetten başka karşılığının olmadığını ifade etmiştir.173 Bu rivayet haccın sevap bakımından ne kadar eşsiz bir ibadet olduğunu ortaya koymaktadır.

Hac ibadeti günahları giderici bir özelliğe sahiptir. Hz. Peygamber (s.a.v.) hac ibadetini Allah’a karşı gelmekten ve kötü işlerden sakınarak yapan kişinin geçmişte işlediği bütün günahlarının bağışlanacağını, anasından doğduğu gün gibi pâk, günahsız hale geleceğini şöyle haber vermektedir: “Kim Allah için hacceder,

haccın özel günlerinde cinsel münasebetten ve diğer yasaklardan sakınırsa

168 Zümer, 39/75. 169 İbn Arabî, a.g.e., V, s. 237. 170 Âli İmrân, 3/97. 171 Hac, 22/27–28. 172

Buhârî, İman,17, (H. No: 19); Müslim, İman, 36, (H. No: 135).

173

Referanslar

Benzer Belgeler

Satın alma davranışı, sosyal medya reklamlarına yönelik tüketici algısı ve tüketicilerin etik ile ilgili düşünceleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır..

The objectives of the present study include examining the morphological characteristics of endemics of North Cyprus on which a limited number of biosystematic studies have

Genel olarak yapılmış olan bu araştırmanın sonucunda, sosyal zekâya göre öğretmenlerin ve yöneticilerin çatışma yönetimi stilleri arasında anlamlı bir

Çanakkale savaşlarında ölen AvustralyalI ve Yeni ZelandalI askerleri kendi evlatları kabul eden bir m illet olarak, bizim le (ve de bizden çok önce) bu topraklarda

Üretilen levhaların fiziksel (şişme oranı, yoğunluk) ve mekanik özellikleri (eğilme direnci, yüzeye dik çekme direnci ve elastiklik modülü) belirlenmiştir.. Pres

Anadolu gazetesinin Aralık 1925 tarihli bir sayısında yayınlanan “Kasabalılar Nureddin Paşayı protesyo ediyor” başlığı altında yansıttığı ve Kasaba’nın Belediye

Peritoniti Olan Periton Diyalizi Hastalarında Kültür Tekniğinin Kültür Pozitifliği Üzerindeki Etkisi.. The Effect of Culture Technique on Culture Positivity in Peritoneal

Bu sütunlardan ta- j şmmama delâlet buyurulmasını jii | ilgililerden rica eder, derin say- f;.. gitarımı