• Sonuç bulunamadı

Arap Belâgatında sözün muktazâ-ı zâhirin dışına çıkması

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Arap Belâgatında sözün muktazâ-ı zâhirin dışına çıkması"

Copied!
130
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Temel Ġslam Bilimleri Anabilim Dalı

Arap Dili ve Belâgatı Bilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

ARAP BELÂGATINDA SÖZÜN MUKTAZÂ-I ZÂHĠRĠN

DIġINA ÇIKMASI

Mehmet GÜLNĠHAL

14912011

DanıĢman

Doç. Dr. Mustafa ÖNCÜ

Diyarbakır 2017

(2)

T.C.

Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Temel Ġslam Bilimleri Anabilim Dalı

Arap Dili ve Belâgatı Bilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

ARAP BELÂGATINDA SÖZÜN MUKTAZÂ-I ZÂHĠRĠN

DIġINA ÇIKMASI

Mehmet GÜLNĠHAL

14912011

DanıĢman

Doç. Dr. Mustafa ÖNCÜ

Diyarbakır 2017

(3)

TAAHHÜTNAME

SOSYAL BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Dicle Üniversitesi Lisansüstü Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliğine göre hazırlamıĢ olduğum “Arap Belâgatında Sözün Muktazâ-ı Zâhirin DıĢına Çıkması” adlı tezin tamamen kendi çalıĢmam olduğunu ve her alıntıya kaynak gösterdiğimi ve Tez Yazım Kılavuzu‟na uygun olarak hazırladığımı taahhüt eder, tezimin kâğıt ve elektronik kopyalarının Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü arĢivlerinde aĢağıda belirttiğim koĢullarda saklanmasına izin verdiğimi onaylarım. Lisansüstü Eğitim-Öğretim yönetmeliğinin ilgili maddeleri uyarınca gereğinin yapılmasını arz ederim.

 Tezimin 1 yıl süreyle eriĢime açılmasını istemiyorum. Bu sürenin sonunda uzatma için baĢvuruda bulunmadığım takdirde, tezimin tamamı her yerden eriĢime açılabilir.

24/07/2017 Mehmet GÜLNĠHAL

(4)

KABUL VE ONAY

MEHMET GÜLNĠHAL tarafından hazırlanan Arap Belâgatında Sözün Muktazâ-I Zâhirin DıĢına Çıkması adındaki çalıĢma, 24/07/2017 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda jürimiz tarafından Temel Ġslâm Bilimleri Anabilim Dalı, Arap Dili ve Belagatı Bilim Dalında YÜKSEK LĠSANS TEZĠ olarak oybirliği ile kabul edilmiĢtir.

[ Ġ m z a ]

Prof. Dr. Ġbrahim YILMAZ (BaĢkan)

[ Ġ m z a ]

Doç. Dr. Yahya SUZAN

[ Ġ m z a ]

(5)

ÖNSÖZ

Toplumsal bir varlık olan insanoğlu, çevresindeki diğer varlıklarla sürekli bir etkileĢim içerisindedir. Bu etkileĢimi sağlayan en önemli unsurların baĢında baĢka varlıklarla kurulan iletiĢim gelmektedir. ĠletiĢimin temel öğesi, Allah (c.c.) katında en değerli mahlûk olan insanoğluna bahĢettiği dildir. Dil sayesinde çevresiyle iletiĢime geçen insanoğlu, konuĢtuğu dilin yapısı, etkinliği ve söz konusu dili kullanabilme yeteneği oranında baĢarılı olabilmektedir. Yeryüzünde var olan dillerin geliĢim ve etkinliği, sosyal, kültürel, ekonomik, dinî vb. faktörlere bağlı olarak değiĢkenlik göstermektedir.

Yeryüzünde kullanılan en yaygın dillerden biri de Arapçadır. Arap dilini diğer dillerden ayıran en önemli faktör, her yönüyle mucize olan Kur‟ân‟ın dili olmasıdır. Zira Kur‟ân-ı Kerîm Allah (c.c.) tarafından Arapça olarak Hz. Muhammed‟e (s.a.v.) indirilmiĢtir. Hz. Muhammed (s.a.v.) de onu insanlara Arapça tebliğ ve tebyin etmiĢtir. Bu bakımdan Müslümanlar, tarih boyunca Kur‟ân-ı Kerîm‟in anlaĢılması amacıyla Arap dilinin eğitim ve öğretimi konusunda çok gayret sarfetmiĢlerdir. Müslümanlar, bir dil olmasından ziyade Ġslam‟a ve Kur‟ân‟a hizmet Ģuuruyla Arap dili üzerinde çalıĢmıĢlardır. Dolayısıyla Arap dili grameri, Ġslamî ilimlerin anlaĢılması noktasında deyim yerindeyse ilk basamak kabul edilmiĢ, bunun bir tezahürü olarak “alet ilmi” olarak isimlendirilmiĢtir.

Arap dili, cahiliye döneminde özellikle Ģiir ve edebiyat alanında dönemin Ģartlarına nazaran önemli bir geliĢme göstermiĢtir. Ancak bu dönemde dil alanında sistematik bir çalıĢmadan bahsetmek oldukça zor görünmektedir. Ġslamiyetle beraber farklı coğrafyalarda fetihler baĢlamıĢ, bunun sonucunda Arap dili yaygınlaĢmıĢtır. Bununla beraber Kur‟ân‟ın anlaĢılması adına H. I. Asırdan itibaren dil çalıĢmaları lügat alanında baĢlayıp, Nahiv ve Sarf ile devam etmiĢ, daha sonra Belâgat ilmiyle zirveye ulaĢmıĢtır.

(6)

Arap dili içerisinde sistematik bir Ģekilde bağımsızlığına en son kavuĢan, ilim, Belâgat ilmidir. Belâgat; sözün net, yanlıĢsız, anlaĢılır, zamana, mekâna ve karĢıdakinin durumuna uygun olarak söylenmesi anlamına gelmektedir. Diğer bir ifadeyle Belâgat, maksudun muhatabın durumu göz önünde bulundurularak açık, yerinde, yeterince ve zamanında ifade edilmesidir. Dolayısıyla bir sözün belâgat açısından değeri, o sözün “muktaza-ı hâl” yani makama uygun olacak Ģekilde söylenip söylenmediğine bağlıdır. Belâgat için mihenk taĢı konumunda olan muktaza-ı hâl; ilk etapta akla gelen, herkesçe bilinen ve açık olan “muktaza-ı zahir-i hâl” ile söz konusu hâlin aksine sadece mütekellimin bir takım belaği nüktelere binaen öngördüğü “muktaza-ı batın-ı (kapalı) hâl” olmak üzere ikiye ayrılır. Bu itibarla bu iki hâlden (durumdan) birisi gereğince serdedilen söz, muktaza-ı hâle uygun olacaktır.

Bu çalıĢmada sözün “muktaza-ı batın-ı hâle” göre gelmesi, daha anlaĢılır bir ifadeyle sözün muktaza-ı zahirin dıĢına çıkması üslubunun irdelenmesi hedeflenmiĢtir. Bu üslup, klasik ve modern dönemin en önemli belâgat kaynaklarının yanısıra belaği tefsirlerden de yararlanılarak detaylı bir biçimde incelenmeye çalıĢılmıĢtır. Belaği değeri olan sözler bağlamında, sözün muktaza-ı zahirin dıĢına çıkması üslubunun önemini ortaya koyan bu çalıĢma; giriĢ, iki bölüm ve sonuçtan oluĢmaktadır. GiriĢte araĢtırmanın konusu, önemi, metodu, sınırları ve kaynakların değerlendirilmesi ele alınmıĢtır. Birinci bölümde belâgat hakkında genel bir açıklamadan sonra çalıĢmayla ilgili kavramsal çerçevenin çizilmesi için çaba sarfedilmiĢtir. Ġkinci bölümde konunun çeĢitleri, örnek ve tahlillerle beraber incelenmiĢtir. Ayrıca söz konusu üslubun belaği değerinin ortaya konulmasına gayret gösterilmiĢtir. AraĢtırma ve incelemeler neticesinde ulaĢılan bulgular, sonuç kısmında aktarılmıĢtır.

Bu çalıĢmanın oluĢmasında her türlü desteklerini esirgemeyen danıĢman hocam Doç. Dr. Mustafa ÖNCÜ‟ye teĢekkürü borç bilirim. Tez yazım sürecinde yardımlarından dolayı baĢta mesai arkadaĢlarım ArĢ. Gör. Nihat TARI ve ArĢ. Gör. Ömer TAY olmak üzere emeği geçen herkese ayrıca teĢekkürlerimi sunarım.

Mehmet GÜLNĠHAL Diyarbakır-2017

(7)

ÖZET

Bu çalıĢmada, Arap dilinde bir ifade Ģekli olan sözün muktaza-ı zahirin dıĢına çıkması üslubu incelenmiĢtir. Bu üslup, belaği bir değer taĢıyan sözlerin anlaĢılması bakımından son derece önemlidir. Zira metinlerde ortaya çıkan belaği sanat ve üslup bilinmeden metinde verilmek istenen mesajın gerçek manada anlaĢılması mümkün değildir.

Ġlk dönemlerde değiĢik konu baĢlıkları altında dağınık bir Ģekilde iĢlenen bu üslubun çeĢitleri, Belâgat ilminin olgunlaĢması ile birlikte kaleme alınan eserlerde daha çok Me‟ânî ilminin “müsned ileyhi” baĢlığı altında iĢlenmiĢtir. Bu çalıĢmada, en önemli belâgat kaynakları ekseninde “sözün muktaza-ı zahirin dıĢına çıkması üslubu”, kavramsal açıdan ele alınıp detaylı bir Ģekilde incelenmiĢtir. Bu üslubun çeĢitleri hakkında farklı yaklaĢımlar olmakla birlikte, “Telhis” geleneğine göre ele alınıp ortaya konmuĢtur. Sözün muktaza-ı zahirin dıĢına çıkması üslubunun çeĢitleri, ayrıntılı bir Ģekilde irdelenmiĢtir. Ayrıca söz konusu üslubun, aynı zamanda pratik bir yansıma olan örnekler üzerinde meydana geliĢi ve belaği değeri üzerinde durulmuĢtur.

Anahtar Sözcükler

(8)

ABSTRACT

In this study, examined the style of expression that it is going out from obvious situation in Arabic language. This style is very important in terms of understanding the words that bear a rhetoric value. Because it is not possible to understand the message in the real manuscript which is intended to be given in the text without knowing the art and style of the text.

These types of styles, which were handled sporadically in the different titles in the early periods, have been processed under the heading of the “me„ânî” science “müsned”s title in the works received with the maturation of rhetoric. In this work, the expression that it is going out from obvious situation, in the context of the most important rhetoric sources, has been studied from a conceptual point of view and studied in detail. Although different approaches to this type of styles have been discussed and put forward according to the “Telhîs” tradition. Besides the types of expression that it is going out from obvious situation are discussed in detail. In addition, it is emphasized on how practical style and rhetoric value are realized through examples which are practical reflection.

Key Words

(9)

ĠÇĠNDEKĠLER

ÖNSÖZ ... I ÖZET ... III ABSTRACT ... IV ĠÇĠNDEKĠLER ... V KISALTMALAR ... IX GĠRĠġ ... 1

I.ÇALIġMANINKONUSUVEÖNEMĠ ... 1

II.ÇALIġMANINMETODUVESINIRLARI ... 3

BĠRĠNCĠ BÖLÜM BELÂGAT ĠLMĠ VE SÖZÜN MUKTAZÂ-I ZAHĠRĠN DIġINA ÇIKMASI 1.1.BELÂGATĠLMĠ ... 4

1.1.1. Fesahat ve Belagat Kavramları ... 4

1.1.1.1. Fesahat ... 4

1.1.1.2. Belâgat... 5

1.1.2. Belâgat Tarihi ... 7

1.1.3. Belâgat Ekolleri ... 12

1.1.3.1. Kelam ve Felsefe Ekolü ... 13

1.1.3.2. Edebiyat Ekolü ... 14

1.1.4. Belâgat Ġlminin Alt Disiplinleri ... 15

1.1.4.1. Me‟ani Ġlmi... 16

1.1.4.2. Beyan Ġlmi ... 16

1.1.4.3. Bedî Ġlmi ... 17

(10)

1.1.5.1. Sözlük ve Terim Anlamı ... 18

1.1.5.2. Üslûb‟un ÇeĢitleri ... 19

1.2.SÖZÜNMUKTAZÂ-IZAHĠRĠNDIġINAÇIKMASI ... 20

1.2.1. Hâl ve Muktazâ Kavramları ... 21

1.2.2. Hâl‟ın ÇeĢitleri ... 23

1.2.3. Sözün Muktazâ-ı Zahirin DıĢına Çıkması ... 25

1.2.3.1. Sözlük Anlamı ... 25

1.2.3.2. Terim Anlamı ... 27

ĠKĠNCĠ BÖLÜM SÖZÜN MUKTAZÂ-I ZAHĠRĠN DIġINA ÇIKMASININ ÇEġĠTLERĠ 2.1.HABERVEHABERĠNMUKTAZÂ-IZAHĠRĠNDIġINAÇIKMASI ... 32

2.1.1. Haber ... 32

2.1.1.1. Haberin Sözlük ve Terim Anlamı ... 32

2.1.1.2. Haberin Temel Amaçları ... 33

2.1.1.3. Haber ÇeĢitleri ... 35

2.1.2. Haberin Muktaza-ı Zahirin DıĢına Çıkması ... 38

2.1.4.1 Haber hakkında Zihni BoĢ Olanin Tereddüt ve Soru Soran Konumunda Değerlendirilmesi ... 39

2.1.4.2. Ġnkâr Etmeyenin Ġnkâr Eden Konumunda Değerlendirilmesi ... 40

2.1.4.3. Ġnkâr Edenin Ġnkâr Etmeyen Konumunda Değerlendirilmesi ... 41

2.2.ZAMĠRĠNAÇIKĠSMĠNYERĠNEKULLANILMASI ... 42

2.2.1. Durum/Kıssa Zamirinin Açık Ġsmin Yerine Kullanılması ... 43

2.2.1.1. Zamirin Bariz ve Muttasıl Olması... 43

2.2.1.2. Zamirin Bariz ve Munfasıl Olması ... 44

2.2.1.3. Zamirin Müstetir Olması ... 45

2.2.1.4. Zamirin Hazfinin Vacib Olması ... 45

2.2.2. Övme ve Yerme Fiillerindeki Zamirin Açık Ġsmin Yerine Kullanılması ... 46

2.2.3. Zamirin Açık Ġsmin Yerinde Kullanılmasının Belaği Değeri ... 48

2.3.AÇIKĠSMĠNZAMĠRĠNYERĠNEKULLANILMASI ... 49

2.3.1. Zamirin Yerine ĠĢaret Ġsminin Kullanılması ve Türleri ... 49

2.3.1.1. Vurgulamayı Sağlamak ... 50

(11)

2.3.1.3. Muhatabın Algısının Noksan Olduğunu Göstermek ... 52

2.3.1.4. KiĢinin Üstün Zekâsına Dikkat Çekmek ... 53

2.3.1.5. Bir ġeyin Son Derece Açık Olduğunu Ġddia Etmek... 54

2.3.2. Zamirin Yerine ĠĢaret Ġsminin DıĢında Açık Ġsmin Kullanılması ve Türleri ... 55

2.3.2.1. Anlamı Dinleyicinin Zihnine Ġyice YerleĢtirmek ... 55

2.3.2.2. Muhatabın Kalbinde HuĢu ve Korku OluĢturmak ... 56

2.3.2.3. Muhatabın Merhamet ve ġefkatini Talep Etmek ... 57

2.4.ĠLTĠFAT ... 58

2.4.1. Sözlük ve Terim Anlamı ... 58

2.4.2. Ġltifatın Tanımı ve Kapsamı Hakkındaki Ġhtilaflar ve Sonuçları ... 60

2.4.3. Ġltifatın Belâgat Ġlmindeki Yeri ... 62

2.4.4. Ġltifat ÇeĢitleri ... 64

2.4.4.1. Tekellümden Hitaba GeçiĢ ... 64

2.4.4.2. Tekellümden Gaybete GeçiĢ ... 65

2.4.4.3. Hitaptan Tekellüme GeçiĢ ... 66

2.4.4.4. Hitaptan Gaybete GeçiĢ... 68

2.4.4.5. Gaybetten Tekellüme GeçiĢ ... 69

2.4.4.6. Gaybetten Hitaba GeçiĢ... 70

2.4.5. Ġltifatın Belaği Değeri ... 71

2.5.ÜSLÛBU‟L-HAKĠM ... 73

2.5.1. Sözlük ve Terim Anlamı ... 73

2.5.2. Belâgat Ġlmindeki Yeri ve Hakkındaki TartıĢmalar ... 75

2.5.3. ÇeĢitleri ... 77

2.5.3.1. Muhataba Beklemediği Bir Söz Ġle Hitab Edilmesi ... 77

2.5.3.2. Soru Sorana Beklemediği Bir Cevapla KarĢılık Verilmesi ... 79

2.5.4. Belaği Değeri ... 81

2.5.4.1. Uygun DüĢen ve Önemli Olana Dikkat Çekmek ... 81

2.5.4.2. Muhatabın Baskısından Kurtulmak... 82

2.5.4.3. Espri ve Nükte Yapmak ... 82

2.6.TAĞLÎB ... 83

2.6.1. Sözlük ve Terim Anlamı ... 83

(12)

2.6.3. ÇeĢitleri ... 85

2.6.3.1. Müzekkerin Müennese Tağlîbi ... 85

2.6.3.2. Akıllı Varlığın Akılsıza Tağlibi ... 86

2.6.3.3. Muhatabın Gaibe Tağlîbi ... 86

2.6.3.4. Bir Sıfatla Nitelendirilenin Nitelendirilmeyene Tağlibi ... 87

2.6.3.5. Çoğun Az Olana Tağlibi ... 88

2.6.4. Tağlibin Belaği Değeri ... 88

2.7. FĠĠL SĠGALARINDAKĠ SÖZÜN MUKTAZA-I ZAHĠRĠN DIġINA ÇIKMASI ... 89

2.7.1. Mazi Fiil Sığası ile Gelecek Zamanlı Anlamı Ġfade Etmek ... 90

2.7.2. Ġsmi Fail veya Ġsmi Mefʻul Sığası ile Gelecek Zamanlı Anlamı Ġfade Etmek . 91 2.7.3. Muzari Fiil Sığası ile GeçmiĢ Zamanlı Anlamı Ġfade Etmek ... 93

2.8.KALB ... 94

2.8.1. Sözlük ve Terim Anlamı ... 94

2.8.2. ÇeĢitleri ... 95

2.8.2.1. Lafzi Kalb... 95

2.8.2.2. Manevi Kalb ... 96

2.8.3. Kalb Üslubunun Belaği Değeri Konusunda Belâgatçıların GörüĢleri ... 97

2.8.3.1. Mutlak Bir ġekilde Var Olduğunu kabul eden GörüĢ ... 97

2.8.3.2. Mutlak Bir ġekilde Ġnkâr eden GörüĢ ... 98

2.8.3.1. Ġnce Bir YaklaĢım/Nükte Bulundurma ġartıyla Kabul Eden GörüĢ ... 98

SONUÇ ... 99

(13)

KISALTMALAR

AÜİFD Atatürk Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi

b. Ġbn

bs. Baskı, basım

bkz. Bakınız

çev. Çeviren

DİA Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi

Ens. Enstitü

H. Hicri

Hz. Hazreti

İLTED Ġlahiyat Tetkikleri Dergisi

İÜ Ġstanbul Üniversitesi

İFAV Ġlahiyat Fakültesi Vakfı

Marmara üniversitesi

nşr. NeĢreden

s. Sayfa

S. Sayı

Sas Sallallâhu aleyhi ve sellem

thk. Tahkik yapıp yayınlayan

tsz. Tarihsiz

vb. Ve benzeri

(14)

GĠRĠġ

I. ÇALIġMANIN KONUSU VE ÖNEMĠ

Allah‟ın (c.c) insanoğluna lütfettiği en büyük nimetlerden birisi düĢünebilme melekesidir. Ġnsanoğlu, potansiyel olarak her insanda var olan bu yeti sayesinde çevresinde varolan durumlara anlam vermektedir. Yine bu yeteneğini kullanarak olaylar arasında muhakeme yapmaktadır. Aynı zamanda insan, kendisinde varolan bu yetenek sayesinde iletiĢimin tüm unsurlarını göz önünde bulundurarak en uygun Ģekilde kendi meramını anlatmaya çalıĢmaktadır. Ġnsanlık tarihi kadar eski olan bu çaba, tarih boyunca devam edegelmiĢtir. Bir söz sanatı olan belâgat, Söz konusu bu çabanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıĢtır. Tarihi süreç içerisinde hemen her dilde görülen bu söz sanatı, bir takım etmenlere bağlı olarak toplumdan topluma farklılık arz etmiĢtir.

Özellikle de Ģiir ve hitabet alanında olmak üzere Arap dilinde belâgat, Ġslamiyetten önceki dönemde yüksek bir seviyeye sahipti. Edebi anlamda son derece parlak bir dönem geçiren belâgat, her açıdan eĢsiz bir mucize olan Kur‟ân-ı Kerîm‟in nüzulü ile birlikte zirveye ulaĢmıĢtır. Bununla beraber Kur‟ân-ı Kerîm‟i anlamaya yönelik çabalar, süreç içerisinde bağımsız bir ilim dalı olacak olan belâgatın alt yapısını oluĢturmuĢtur. Daha sonra ki dönemlerde belâgat alanında çalıĢmalar yoğunlaĢmıĢ, yaklaĢık olarak h. VI. yy‟da sistematik bir Ģekil almıĢtır.

Belâgatta temel felsefe, sözün yer, zaman ve durumun gereğine, (muktezâ-ı hâl) uygun olarak arz edilmesidir. BaĢka bir ifadeyle kelamın, hitabın oluĢtuğu yer, zaman, ortam, muhatabın sosyo-psikolojik durumu vb. tüm unsurların imkân dâhilinde dikkate alınarak söylenmesidir. Zira mütekellim, meramını ve vermek istediği mesajı ancak bu Ģekilde oluĢmuĢ bir hitap tarzı ile karĢı tarafa verebilir. Bu nedenle sağlıklı bir iletiĢimin gerçekleĢebilmesi için, “muktazâ-ı hâl” yani makam, ortam ve durumun gerektirdiklerine riayet etmek zorunluluktur. Bu bağlamda edebi değeri olan bir sözün “muktazâ-ı hâl”e uygun olarak söylenmesi elzemdir.

(15)

Belâgatta muktazâ-ı hâl yani “durum ve makamın gereği” genel bir kavramdır. Açık olan, baĢka bir deyiĢle sözün siyak-sibakından hemen anlaĢılan “muktaza-ı zahir-ı hâl” ve mütekellimin bir takım belaği nüktelere binaen öngördüğü “muktaza-ı batın-ı hâl” olmak üzere ikiye ayrılır. Bu anlamda belaği sözlerin çoğunluğu, açık durumun gereğine uygun olarak gelmektedir. Ancak belaği değeri olan söz, bazı durumlarda söze balagat katmak, manayı ortama yaraĢır bir Ģekilde vurgulamak, karĢı tarafa üzerinde durması gereken bir mesaj vermek vb. amaçlar nedeniyle, kapalı durum gereğine göre gelebilmektedir. Bu Ģekilde sarfedilen söz, her ne kadar açık durum gereğince söylenen söz kadar olmasa da, yine de azınsanmayacak ölçüde yaygındır.

Muktaza-ı batın-ı hâl, diğer bir ifadeyle kapalı durum gereğince söylenen söz, farklı üsluplar Ģeklinde tezahür etmektedir. Süreç içerisinde dağınık ve zaman zaman Belâgat ilminin alt dalları olan ilimlerin bünyesinde iĢlenen bu konu, belâgat ilminin sistematik olarak teĢekkülü ile birlikte daha çok “sözün muktaza-ı zahirin dıĢına çıkması” baĢlığı altında incelenmiĢtir.

Belaği sözlerin tam manasıyla anlaĢılması ve hak ettiği değeri bulması için, muktaza-ı batın-ı hâl kavramı ve bu doğrultuda ortaya çıkan sözün muktaza-ı zahirin dıĢına çıkması üslubuna yeterince vakıf olunması, son derece önemlidir. Zira söz, muktaza-ı zahir-ı hâle göre gelebildiği gibi, muktaza-ı batın-ı hâl uyarınca da gelebilmektedir. Bu açıdan bakıldığında muktaza-ı batın-ı hâl kavramını dikkate almadan, muktaza-ı zahir-ı hâle göre gelmeyen, dolayısıyla kendisinde bir çarpıklık ve bozukluk olduğu olduğu düĢünülen belaği sözlerin tam anlamıyla anlaĢılması mümkün değildir. Bu nedenle belaği değer taĢıyan sözlere yöneltilen eleĢtirilerin en önemli sebeplerinden biri de, sözün muktaza-ı zahirin dıĢına çıkması üslubunun bilinmemesi veya yeterince vakıf olunamamasıdır. Nitekim genelde islam düĢmanları özelde ise müsteĢrikler, edebî ve belaği açıdan da bir mucize olan Kur‟ân-ı Kerîm‟e birçok haksız eleĢtiriler yöneltmiĢlerdir. Bu eleĢtirilerden biri de Kur‟ân-ı Kerîm‟in üslûbuna yöneliktir. Anılan grubun iddiaları, bazı ayetlerin birbirlerinden kopuk olduğu, söz konusu ayetlerin kendi içinde bir insacama sahip olmadığı ve bu ayetlerde siyak-sibak olgusuna riayet edilmediği yönündedir. Bu iddialar, onların Kur‟ân-ı Kerîm‟in ruhunu yakalayamamalarının yanı sıra belâgat ilminde bir olgu

(16)

olan sözün muktaza-ı zahirin dıĢına çıkması üslubunu bilmediklerini açık bir Ģekilde göstermektedir.

Netice itibariyle sözün muktaza-ı zahirin dıĢına çıkması üslubu, gerek iletiĢim dilinde gerekse dinî metinlerin tam manasıyla anlaĢılmasında önemli bir yere sahiptir. Bunun yanı sıra sözün muktaza-ı zahirin dıĢına çıkması üslubu, mütekellime sözünü karĢı tarafa etkin bir Ģekilde ulaĢtırmanın farklı seçeneklerini sunmaktadır. Bu bağlamda iletiĢimdeki en önemli unsurlardan biri olan “mananın” tam olarak anlaĢılması, verilmek istenen mesajın doğru doğru bir Ģekilde algılanması ve konuĢana sağladığı ifade özgürlüğü alanının belirlenmesi bakımından “Arap belâgatında sözün muktazâ-ı zâhirin dıĢına çıkması üslûbu” araĢtırma konusu yapılmıĢtır.

II. ÇALIġMANIN METODU VE SINIRLARI

ÇalıĢmada, konunun Belâgat ilmi kapsamında değerlendirilmesi hasebiyle, Belâgat ilmi hakkında genel bir izahatta bulunulmuĢtur. Bununla beraber mevzu ile ilgili klasik ve modern balagat kaynakları incelenip, burada yapılan açıklamalar çerçevesinde konunun kavramsal açıdan analizi ile beraber betimleme yoluna gidilmiĢtir. Bu bağlamda çalıĢmada “niteleyici metod” yöntemi kullanılmıĢtır.

Sözün muktazâ-ı zâhirin dıĢına çıkması üslûbu, farklı Ģekillerde ortaya çıkması nedeni ile öncelikle söz konusu çeĢitler belirlenmeye çalıĢılmıĢ, her birisi tek tek ele alınıp izah etmeye gayret gösterilmiĢtir. Bununla birlikte çalıĢmada, konuların tam olarak kavranılması bakımından örnekleme metodu izlenmiĢtir. Bu örnekleme yöntemi kullanılırken, daha çok belâgatın ana kaynağı konumunda bulunan Kur‟ân-ı Kerîm‟in ayetleri, Arap Ģiirleri ve kelâmı istiĢhad olarak getirilmiĢtir. Ancak konunun gereksiz yere uzatılmaması adına, her bir konu için sadece birer örnekle yetinilmiĢtir.

Bütün bunların yanında, belâgatın özünde var olan edebi zevk ve yorumun yanı sıra her bir konunun farklı yönlere sahip olmasından kaynaklı, konuyla ilgili farklı görüĢler mevcuttur. Bu bakımından konuyla ilgili değerlendirmede bulunulurken bir tercih bulunma zorunluluğu ortaya çıkmıĢıtır. Konu ile ilgili tercih

(17)

yapılırken genellikle Cumhurun görüĢü esas alınmıĢ, söz konusu konu bu doğrultuda iĢlenmeye çalıĢılmıĢtır.

Belâgat kavramlarında varolan esnekliğin yanı sıra, “sözün muktazâ-ı zâhirin dıĢına çıkması üslûbu” konusunun farklı türlerde meydana gelmesi ve geniĢ bir yelpazeye sahip olması nedeniyle, konunun kapsam ve sınırları hususunda farklı ihtilaflar vardır. Kavram olarak sözün muktazâ-ı zâhirin dıĢına çıkması üslûbunun ne zamandan beri kullanıldığını tespit etmek oldukça zordur. Zira diğer bazı belâgat kavramlarında var olan yeknesaklık burada bulunmamaktadır. Bununla beraber ilk dönem belâgat kaynaklarında söz konusu üslubun türü konumunda olan çeĢitlerin dağınık ve düzensiz olarak incelendiği görülmektedir. Yaptığımız okumalarda ilk baĢlarda konunun en meĢhur çeĢitlerinden biri olan “iltifat” içerisinde diğer bazı türlerin de ele alındığını, dolayısıyla konunun kapsam ve sınırları net bir Ģekilde belirlenemediği kanaati oluĢmuĢtur.

Belâgat ilminin sistematik olarak teĢekkülünden sonra özellikle de es-Sekkâkî (ö.626/1229), el-Kazvînî (ö.739/1338) ve söz konusu Telhis‟in Ģarihleri ile birlikte oluĢan ve belâgat litaretüründe “Telhis” geleneği denilen akımla beraber, konunun türleri belirlenip örnekleri ile bereber izah edilmeye çalıĢılmıĢtır. Bu gelenekte Sözün muktazâ-ı zâhirin dıĢına çıkması üslûbu çeĢitlerinden olan “haberin muktazâ-ı zâhirin dıĢına çıkması” Me‟ânî ilminde isnad konusu içerisinde “Haber” baĢlığı altında incelenmiĢ, geriye kalan diğer türler Me‟ânî ilminin müsned ileyh konusunun “Sözün muktazâ-ı zâhirin dıĢına çıkması” baĢlığı altında ele alınmıĢtır. Bu geleneğin söylemleri, genel itibariyle belâgat alanında tarihi süreç içerisinde yaygınlık kazanmasıyla beraber bu konu özelinde de cumhurun benimsediği görüĢ olmuĢtur. Bu bağlamda söz konusu üslubun kapsam ve sınırları daha çok bu geleneğin söylemleri etrafında ĢekillenmiĢtir. Bununla beraber nispeten azalmasına rağmen, bu konunun etrafında geliĢen ihtilaflar günümüze kadar varlığını sürdürmüĢtür.

Sonuç itibari ile bu çalıĢmanın konusu olan “Sözün muktazâ-ı zâhirin dıĢına çıkması ”nın kapsam ve sınırları hususunda tarih boyunca ihtilafların var olduğu müĢahede edilmiĢtir. Bu nedenle konu hakkında net bir yargıya varmak mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla bu Ģekilde karmaĢık ve ihtilafın var olduğu konularda belirli kriterler çerçevesinde bir tercih yapma zarureti ortaya çıkmaktadır. Bu itibarla

(18)

söz konusu bu çalıĢmada, kendi içinde tutarlı olması ve isabetli izahatlara sahip olması nedeniyle Cumhurun görüĢü tercih edilmiĢ ve buna göre bir çerçeve çizilmiĢtir.

(19)

BĠRĠNCĠ BÖLÜM

BELÂGAT ĠLMĠ VE SÖZÜN MUKTAZÂ-I ZAHĠRĠN DIġINA

ÇIKMASI

Yüce Allah‟ın insanoğluna bahĢettiği en önemli nimetlerden biri olan dil, aynı zamanda insanları diğer varlıklardan ayıran en temel özelliktir. Dilin tarihi en az insanlık tarihi kadar eskidir. Nitekim Kur‟ân‟ı Kerîm‟de “Allah, Âdem‟e bütün

varlıkların isimlerini öğretti.”1

ayetinden, dilin insanlığın varoluĢu ile beraber ortaya çıktığı göstermektedir.

Ġnsanın hayatındaki birçok Ģey dil ile birlikte baĢlamıĢtır. Zira dil, insanın tecrübelerini, kararlarını ve sosyo-psikolojik durumlarını beyan etmek amacıyla onun emrine verilmiĢtir. Bir bakıma dil, meramını karĢı tarafa bildirmeye yarayan elveriĢli bir araçtır. Ancak o, insanın sahip olduğu çok sayıdaki araçlardan sadece biri değildir. Bilakis insan, varlığı ve var oluĢu onun vasıtasıyla anlar ve anlamlandırır.2

Farklı kültür ve çağlardaki bilginlerin dil ile ilgili tanımları, ana hatlarıyla birbirine çok yakındır. Yapılan tüm bu tanımlardan hareketle, genel bir tanımlama yapmak gerekirse; “Dil, ses ve yazıdan oluĢan, toplumdan topluma değiĢen ve kendine has özellikler kazanan, insanın duygu, düĢünce ve isteklerini baĢkasına aktarmaya yardımcı olan iletiĢim aracıdır.”

Dil, toplumun rengi ve kültürüyle paralellik arz eden canlı bir varlık olduğu için yeryüzünde farklı diller ortaya çıkmıĢtır. Bunların içerisinde en baĢta gelenlerden birisi de Sami dil ailesine mensup olan Arap dilidir. Yeryüzünde ortaya

1 Kur‟ân-ı Kerîm, Bakara, 2/31.

2 ġahin Güven, Kur‟ân‟ın AnlaĢılması ve Yorumlanmasında Çokanlamlılık Sorunu, Denge

(20)

çıkan en eski dillerden biri olan Arap dili, birkaç evreden geçerek günümüze kadar gelmiĢtir.

Araplara ait en eski kitabeler, yaklaĢık olarak milattan önce VI. yy ortalarında meydana gelmiĢtir. Müsned denilen bu kitabeler, Güney Arabistan yazısından türemiĢ bir hatla yazılmıĢ, sayıları çok olmasına rağmen dilin yapısı ve özelliklerini yansıtabilecek uzunluk ve verimlilikte olmayan metinlerdir.3

Cahiliye dönemi Araplarından bize kadar ulaĢmıĢ edebi ürünler, bu dilin daha cahiliye döneminde yayın ve geliĢmiĢ bir dil olduğunu göstermektedir.4

Ġslamiyet‟in geliĢine kadar Arap dili, kendi arasında ihtisaslaĢmaya gidilmeden bir bütün olarak günlük konuĢmalarda, panayırlarda, yarıĢmalarda ve Ģairlerin Ģiirlerinde varlığını sürdürmüĢtür. Ġslam diniyle beraber her alanda olduğu gibi Arap dilinde de çok önemli geliĢmeler olmuĢ, Ġslamiyet‟in tesiri dil de de kendisini hissettirmiĢtir.

Ġslamiyet‟in Arapça üzerindeki etkisi çok fazladır. Bu etki belli bir dönemle sınırlı kalmamıĢ, aksine günümüze kadar devam etmiĢtir. Kur‟ân-ı Kerîm, fasih Arapçanın omurgası ve esaslarını tespiti için tartıĢmasız bir Ģekilde mükemmel bir kaynak olmuĢtur. Ġslamiyet‟le birlikte bu dilin ana yurdunda eskisinden farklı bir düĢünüĢ Ģekli ve yaĢayıĢ tarzı belirmiĢtir. Eski bedevi hayatından maddi ve manevi yönleriyle ayrılan bir Ģehir hayatı ve yeni bir toplum doğmuĢtur. Toplum ve hayatın diğer alanlarında meydana gelen bu değiĢimde, dil de tesirini göstermiĢtir. Böylece Arapça diğer sami dillere nazaran çok daha geliĢmiĢ ve geniĢ çaplı bir dil olarak diğer diller arasında yerini almıĢtır. Bunun bir neticesi olarak da öncelikle Ġslamiyet‟in ve dilin sahiplerinin hayatına, daha sonra bütün yönleriyle Ġslam medeniyetine bağlı olarak Arapça, günümüze kadar devam edegelen ve halen de devam etmekte olan bir geliĢme safhası yaĢamıĢtır.5

Ġslamî dönemde dil çalıĢmaları Kur‟ân‟ın harekelenmesi ve hadislerin toplanmasıyla baĢlandığı söylenmektedir. Arapların yabancı milletlerle karıĢması

3

Nihad Çetin, “Dil”, DĠA, TDV Yayınları, Ġstanbul 1991, c.3, s.282.

4 Kenan Demirayak-Selami Bakırcı, Arap Dili Gramer Tarihi, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat

Fakültesi Yayınları, Erzurum 2001, s.1

(21)

sonucunda büyük bir yaygınlık kazanan lahn olgusu ile Kur‟ân‟ın doğru okunmasına yönelik çabalar neticesinde, dil çalıĢmaları hız kazanmıĢtır.6 H. II. asırdan itibaren özellikle Basra mektebi âlimlerinin ciddi çalıĢmaları olmuĢtur. Arap dili ile ilgili çalıĢmalar en verimli dönemine girmiĢ ve takip eden asırlarda Arapça altın çağını yaĢamıĢtır.

Arap dil çalıĢmaları, ilk dönemlerde bir bütün olarak ele alınırken daha sonraki dönemlerde daha derinlikli çalıĢmalara yerini bırakmıĢtır. nitekim bu çalıĢmalar giderek farklı dallara ayrılmıĢtır. Böylece bu zengin dil, nahiv, sarf ve belâgat diye bilinen ilimlere ayrılmıĢtır. Dolayısıyla Arap dil çalıĢmaları temel olarak bu üç alanda yoğunlaĢmıĢtır.

Nahiv ilmi, genel itibariyle söz dizimi ve cümle ile ilgilenir. Bu ilimle ilgili birçok tanım yapılmıĢtır. Ancak Ġbn Usfûr‟un (ö.669/1270) yaptığı tanım, yapılan tanımlar içerisinde en kapsamlısıdır. Ona göre Nahiv, “Arapça‟nın cümle yapısının inceden inceye araĢtırılmasıyla tespit edilen, cümle yapısını meydana getiren parçaların hükümlerini bilmeye ulaĢtıran ve kurallarla ortaya konulmuĢ bir ilimdir”7 söz konusu tanım klasik tabirle, efradına câmiʻ ağyârına mani bir tanımdır.

Sarf ya da Tasrif8 ilmi, Arapça kelimelerin kökleri ve bu köklerden değiĢik Ģekillerde elde edilen çekimler (kalıplar) ile ilgilenir. Ġbn Hâcib (ö.646/1248), “Tasrif, kelime kalıplarının irap olmayan hallerinin kendileriyle bilindiği kuralları bilmektir”9 diyerek özlü ve genel bir tanım yapmıĢtır. ez-Zencani (ö. 660/1262) ise, “Tasrif, bir kökün ifade edilmek istenen anlamların ancak kendileriyle meydana gelebileceği çeĢitli çekimlere dönüĢtürülmesidir”10

Ģeklinde tarif etmiĢtir. Böylece teorikten ziyade pratik yönüne dikkat çekmiĢtir.

6

GeniĢ bilgi için bkz, Demirayak-Bakırcı, Arap Dili Gramer Tarihi, s.17-18.

7

Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebîbekr es-Suyûtî, el-Ġktirâh, el-Mektebetu‟l-ʻAsriyye, Beyrut 2001 s.7.

8 Bu ilim için ilk baĢlarda hem sarf hemdeTasrif ismi kullanılmıĢtır. Ancak süreç içerisinde Sarf tabiri

daha fazla yaygınlık kazanmıĢıtır. Her iki kullanımda da ifade edilmek istenen kavram aynıdır.

9

Ebû Amr Osman b. Ömer b. Ebî Bekr Cemâluddîn Ġbn Hâcib, eĢ-ġafiye, el-Mektebetu-l-Mekkiyye, Mekke, 1995, s. 6.

10 Ebü‟l-Meʻâlî Ġzzuddîn Abdulvehhâb b. Ġbrâhîm b. Abdilvehhâb ez-Zencânî, Tasrifu‟l-Ġzzî, Enver b.

(22)

1.1. BELÂGAT ĠLMĠ

1.1.1. Fesahat ve Belagat Kavramları

Fesahat ve belâgat kelimeleri manaya va‟z olunuĢları itibariyle birbirlerinden farklı iki kelimedir. Ancak yaklaĢık olarak h. IV. asra kadar mütekaddimun âlimlerin çoğu fesahat ve fesahatın Ģartlarından bahsederken bu iki kelimeyi eĢ anlamlı olarak kullanmıĢlardır. Bunun nedeni, bu iki kelimenin anlam bakımından birbirlerine yakın olmalarının yanı sıra netice itibariyle aynı Ģeyi ifade etmeleridir.11

Müteahhirûn denilen ve Abdulkâhîr el-Curcânî (ö.471/1078) den sonra gelen âlimler bu iki kelimeyi farklı anlamlarda kullanmıĢlardır. Bu farklı kullanımın ilk defa kiminle baĢladığı hususunda farklı görüĢler mevcuttur. El-Burhân fî

Vucûhi‟l-Beyân‟ın müellifi Ġbn Vehb (?/?), ilk defa fesahat kavramı üzerine kafa yoran ve

belâgat ile arasındaki farkı ortaya koyan kiĢinin Ebu Hilâl el-Askeri (ö.400/1009) olduğunu zikreder.12

Fadl Abbâs ise, h. V. asırdan itibaren Sırru‟l-Fesâhâ kitabının müellifi Ġbn Sinân el-Hafâcî (ö.466/1073)‟nin ilk defa bu iki kavramı farklı kullandığını söyler.13

1.1.1.1. Fesahat

Fesahat, sözlükte, “açık seçik olma, ortaya çıkma, berrak olma, bulanıklıktan kurtulma ve hatalardan beri olarak düzgün konuĢma” gibi anlamlara gelir.14 Araplarda bu kelime ilk dönemlerde, hayvanlardan sağılan sütle ilgili olarak kullanılmıĢtır. Örneğin hayvandan süt sağıldığı esnada, sütün üzeri kendisini kapatacak Ģekilde köpükle köpüklenir. Araplar, sütün köpüğü alınıp da berrak bir Ģekilde ortaya çıkması halini

ََُب

ََللا

َ

ََحُص

ََف

“süt açık oldu, berraklaĢtı” Ģeklinde ifade ederler. Gecenin karanlığının gidip yerine aydınlığın geldiğini belirtmek için

ََحَ

ََص

ََاَْف

11

Mazın Mubarek, el-Mûcez fî Târîhi‟l-Belâga, Dârü‟l-Fikr, Beyrut 1981, s.20.

12 Ahmed Matlûb, Mu„cemu‟l-Mustalahâti‟l-Belâgiyye ve Tetevvurihâ, Mektebetu‟l-Lübnan

NaĢirûn, Beyrut 2007, 2.bs, s.545.

13 Fadl Hasan Abbâs, el-Belâga Funânuhâ ve Efnânuhâ, Daru‟l-furkân, Yermük 1997, 4.bs, s.21. 14

Ebû Abdirrahmân Halîl, b. Ahmed b. Amr b. Temîm Ferâhîdî, Kitâbu‟l-ʻAyn, Mehdî el-Mahzûmî-Ġbrâhîm es-Sâmerrâî (thk), Müessesetu‟l-Âlem li‟l-Matbû„ât, Beyrut 1988, c.3, s.121; Ebu‟l-Fadl Muhammed b. Mükerrem Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-„Arab, Dâru Sâdr, Beyrut tsz. c.2, s.544.

(23)

َُصلا

َْبَُح

ifadesini kullanırlar. KonuĢmaya daha yeni baĢlayan çocuğun kelimeleri

düzgün ve hatasız telaffuz ettiğini

َُِبّ

ََصلا

ََحَ

ََص

ََاَْف

Ģeklinde belirtirler.15 Bu kelime daha sonra ilk anlamıyla iliĢkili olarak “ düzgün, hatasız ve anlaĢılır bir Ģekilde konuĢma” anlamında kullanılagelmiĢtir.16

Fesahatın terim anlamı ise “açık seçik, anlaĢılması kolay, hatalardan arınmıĢ, düzgün, Ģair ve edebiyatçıların kullanmasından hoĢlandıkları sözdür.”17 Dolayısıyla bir söz veya ibarenin fasih olabilmesi için, sözün veya cümlenin kapalı olmaması, dil kurallarına uygun olması, anlaĢılır ve akıcı bir özelliğe sahip olması gerekir.

1.1.1.2. Belâgat

Belâgat kelimesinin türediği düĢünülen

ََ بََلََغ

kökü, “ulaĢmak, ulaĢtırmak,

yaklaĢmak, olgunlaĢmak, sona ermek, yeterlilik, ergenliğe girmek, kaliteli olmak, uygulamak, gayret göstermek” vb. anlamlara gelir.18 Ancak

ََغة

ََبََل

kelimesi

ََغُلَ ب

fiilinin masdarı olup “sözün fasih ve açık seçik olması” anlamındadır.19

Dil bilginleri Belâgat terimi ile ilgili olarak kaynaklarda farklı tanımlarda bulunmuĢlardır. Bunun nedeni Belâgat ilminin çok geç dönemlerde bağımsızlığına kavuĢması ve aynı zamanda bir kabiliyet ve yeti olması hasebiyle, kendisinin izafi oluĢundan kaynaklandığı söylenebilir. Son tahlilde Belâgat kavramı “meleke” ve “ilim” olmak üzere iki anlamda kullanılmıĢtır. Meleke olarak en çok kabul gören tanım ise,

َِتَِو

ََحا

ََص

ََف

ََعَ

َََم

لاَلحا

َ

ىَضَتْقُم

َِل

َِمَ

ََل

ََكلا

َُةَ

ََ باََق

ََط

ََُم

ََغَُة

ََل

ََبلا

“sözün fasih olmakla beraber yer,

15 el-Halîl, Kitâbu‟l-ʻAyn, c.3, s.121; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-„Arab, c.2, s.544,545; Matlûb, Mu„cemu‟l-Mustalahâti‟l-Belâgiyye ve Tetevvurihâ, s. 545.

16 Ebû Abdillâh Fahruddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn er-Râzî, Nihâyetü‟l-Îcâz fî Dirâyeti‟l-Ġ„câz, Nasrullah Hacımüftüoğlu (thk.), Dâru Sâdr, Beyrut 2004, s. 31; Ebû Zeyd Kerîme Mahmûd, „Ġlmü‟l-Me„ânî: Dirâse ve Tahlîl, Mektebetü Vehbe, Kahire 1988, s.11; Matlûb, Mu„cemu‟l-Mustalahâti‟l-Belâgiyye ve Tetevvurihâ, s. 545.

17 Seyyid Ahmed el-HâĢimî, Cevâhiru‟l-Belâğâ, Yusuf Sameylî (thk), el-Mektebetu‟l-ʻAsriyye,

Beyrut 1999, s.19.

18 el-Halîl, Kitâbu‟l-ʻAyn, c.4, s.421; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-„Arab, c.8, s.419-421; Muhammed b.

Ebîbekr b. Abdilkâdir el-Hanefî er-Râzî, Muhtâru‟s-Sihâh, Mahmûd Hâtır (thk), Mektebetu Lübnân, Beyrut 1995, s.26; Seyyid Muhammed Murtazâ el-Huseynî ez-Zebîdî, Tâcu‟l-„Arûs min

Cevâhiri‟l-Kâmûs, komisyon (thk), Dâru‟l-Hidâye, Kuveyt tsz, c.22, s.444. 19 Hulusi Kılıç, “Belâgat”, DĠA, TDV Yayınları, Ġstanbul 1992, c.5, s. 380.

(24)

zaman ve durumun gereğine, (muktezâ-ı hâl) uygun olarak söylenmesidir.”20 Diğer bir deyiĢle bir düĢüncenin sözlü veya yazılı olarak yerinde, yeterince ve zamanında ifade edilmesidir. Belâgat insanda doğuĢtan var olan bir melekedir. Nitekim Kur‟ân‟ı Kerîm‟de. “O insanı yarattı ve ona beyanı (düşündüğünü açıklamayı) öğretti”21 buyurulmaktadır. Dolayısıyla belâgat henüz ilim haline gelmeden önce meleke olarak Ģair, yazar ve hatiplerde hatta halkın dilinde vardı. Bu nedenle sonraları birer belâgat ıstılahı olarak kabul edilecek olan bazı kavramlar her dil ve kültürlerde var olduğu gibi, Arapçada da var olagelmiĢtir.22

Ġlim olarak belâgat ise “düzgün ve yerinde söz söyleme usûl ve kaidelerini öğreten ilimdir.”23

Belâgat ilmi kendi içerisinde Meâni, Beyan ve bedî olmak üzere üç ayrı alt disipline ayrılır.

KarĢılaĢtırma yapmak gerekirse, fesâhat lâfızla ilgili bir özellik iken belâgat, hem lâfız hem de mânâyla ilgilidir. Zira kendisine ezberletilenlerin anlamını bilmeksizin düzgün bir Ģekilde tekrarlayabilme becerisine sahip bir papağan “fasîh” olarak nitelendirilebilmesine rağmen onun “belîğ” olduğu söylenemez.24 Belâgatın tanımlarında neredeyse hiçbirinde fesâhat Ģartlarına riâyet ilkesinin ihmâl edilmediği göz önüne alındığında, her belâgatın fesâhat olduğu, fakat her fesâhatın belâgat olmadığı sonucuna varılır.25

20

Celâluddîn Muhammed b. Abdurrahmân b. Ömer b. Ahmed el-Hatîb el-Kazvînî, el-Îdâh fî

ʻUlûmi‟l-Belâga, Ġbrahim ġemseddin (thk), Daru Kutubi‟l-ʻĠlmiyye, Beyrut 2003, s.20; Sa‟duddîn

Mesʻûd b. Ömer Teftâzânî, el-Muṭavvel ġerhu‟t-Telhîsi‟l-ʻUlûm, Abdulhamîd Hindawî (thk), Dâru‟l-Kutubi‟l-ʻÎlmiyye, 3.bs, Beyrut 2013, s.153; Matlûb, Mu„cemu‟l-Mustalahâti‟l-Belâgiyye

ve Tetevvurihâ, s.235; Kılıç, “Belâgat”, s.380. 21 Kur‟ân-ı Kerîm, Rahman, 55/3-4.

22 Kılıç,“Belâgat”, s.381. 23

Kılıç,“Belâgat”, s.381; M. A. Yekta Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi Belâgat, 3F yayınevi, Ġstanbul 2007, s.27; Nusrettin Bolelli, Belâgat Beyân-Meʻânî-Bedîʻ Arap Edebiyatı, ĠFAV, 7.bs, Ġstanbul 2012, s. 30; Bulut, Belâgat Me‟âni Beyan Bedi‟, MÜ. ĠFAV yayınları, Ġstanbul 2015, s. 48.

24 Ġbn Sinân Hafâcî, Sirru‟l-Fesâha, Dâru‟l-Kütübi‟l-Ġlmiyye, Beyrut 1982, s.60; Matlûb, Mu„cemu‟l-Mustalahâti‟l-Belâgiyye ve Tetevvurihâ, s. 546-547; Mustafa Irmak, Arap Belâgatında Haber-ĠnĢâ Meselesi, (Doktora Tezi, MÜ, Sosyal bilimler Ens, Ġstanbul 2011), s.14. 25 Hafâcî, Sirru‟l-Fesâha, s. 60; Matlûb, Mu„cemu‟l-Mustalahâti‟l-Belâgiyye ve Tetevvurihâ, s.

547; Nasrullah Hacımüftüoğlu, Kur‟ân‟ın Belâgatı ve Ġ„câzı Üzerine, Kültür Eğitim Vakfı Yayınevi, Erzurum 2001, s. 26; Irmak, Arap Belâgatında Haber-ĠnĢâ Meselesi, s.14.

(25)

1.1.2. Belâgat Tarihi

Belâgat ilmi, Sarf, Nahiv vb. diğer dil ilimlerine nazaran daha geç dönemlerde müstakil bir ilim haline gelmiĢtir. Ġlk etapta Ģiir ve edebiyat tenkidiyle baĢlayan belâgat çalıĢmaları, Ku‟ran‟ın nüzulü ile beraber hız kazanmıĢtır. Burada Ku‟ran‟ın daha iyi anlaĢılması ve yorumlanması ile onun i‟câzına dikkat çekilmesi, önemli rol oynamıĢtır. Ancak bu çalıĢmalar daha çok diğer dinî ve dilsel ilimlerin içerisinde dağınık bir Ģekilde iĢlenmiĢtir. Takip eden sonraki dönemlerde bu çalıĢmalar, Belâgat ilimlerinin kavramlarını, terimlerini ve kendine has özelliklerini ortaya çıkarmıĢ, neticede büyük âlim Abdülkâhir el-Cürcânî ile bu ilim olgunlaĢmaya baĢlamıĢtır. Sonraki dönemlerde nispeten durağanlaĢan bir mecraya giren bu ilim, belâgat tarihçileri tarafından ilk dönem, ikinci dönem, üçüncü dönem ve dördüncü dönem olmak üzere farklı dönemler olarak ele alınmıĢtır.

Ġlk dönem; Cahiliye döneminden baĢlayarak yaklaĢık h. IV. yy. sonlarına

kadar devam eden geniĢ bir dönemi kapsamaktadır. Cahiliye dönemindeki belâgat, tamamen fıtri bir zevk ve yetenek Ģeklinde kendini göstermiĢtir. Kaynaklardan da anlaĢıldığı üzere bu devirde fıtri bir yetenek olan belâgat, pratik anlamda son derece üst seviyede olup, bu anlamda bu iĢle uğraĢıp baĢarılı çalıĢmalar ortaya koyan Ģair ve hatipler, kendi aĢiret ve kabilelerinin gözbebeği ve iftihar vesilesi olmuĢlardır.26

Cahiliye döneminde sistematik bir Belâgat ilminden bahsetmek mümkün değildir. Ancak Arapların genelinde ve özellikle edebi çevrelerde doğal zevk‟i-selime dayanan güzel söz söyleme ve güzel-çirkini ayırt edebilme kabiliyeti son derece yaygındı. Nitekim Cahiliye Araplarında Ģair ve hatipleri sözlerini güzelleĢtirmeye ve süslemeye iten fıtri bir zevk‟i selimin varlığı kabul edilmektedir. ġüphesiz ki bunun arka planındaki en önemli unsurlardan biri, bu fıtri zevkin oluĢmasına katkıda bulunan Ukaz gibi büyük panayırlardır. Buralarda Ģairler arasında Ģiir yarıĢmaları düzenlenirdi. Bu Ģairler dinleyenlerin gözüne girmek için büyük çaba harcarlardı.27

26 Mubarek, el-Mûcez fî Târîhi‟l-Belâga, s.31; ġavki Dayf, el-Belâgat: Tatavvur ve Tarîh,

Darü‟l-Mearif, Kahire 2003, s.13.

(26)

Belâgat çalıĢmaları, dil, edebiyat, tefsir, edebi tenkit ve kelam ilimleriyle karıĢık bir Ģekilde ele alınmıĢtır. Lakin esas hedef Kur‟ân-ı Kerîm‟i layıkıyla anlama çabası olmuĢtur. BaĢlangıçta Kur‟ân‟ı her arabın belli bir düzeyde rahatlıkla anladığı söylemek zor olsa da önemli bir kesim onun fesahat ve belâgatını anlayabiliyordu. Ancak yeni yetiĢen nesiller özellikle de Arap olmayan Müslüman toplumlar, onu anlamaları noktasında bazı sıkıntılar yaĢamıĢlardır. Söz konusu sıkıntıların aĢılması adına çeĢitli çalıĢmalar baĢlatılmıĢtır. Bu çalıĢmaların sonuçları ancak h. V. yüzyıldan sonra ortaya konan eserlerde elde edilmeye baĢlanmıĢ ve böylece belâgat bağımsız bir ilim haline gelmiĢtir. Bu dönemde yetiĢen dilci ve edebiyatçıların çoğu aynı zamanda tefsir âlimi idi. Dolayısıyla bu devirde yazılan tefsirler belâgata dair ilk bilgiler için vazgeçilmez birer kaynak durumundadır.28

Ġslam dünyasının sınırları geniĢleyip Arap olmayan Müslüman toplulukların Kur‟ân-ı Kerîm‟i yanlıĢ anlama endiĢesi ortaya çıkınca, Arap dili gramerinin kurallar halinde tespitine ihtiyaç duyulmuĢtur. Ġlk asırlarda bu kurallar tespit edilirken dil ve edebiyat bir bütün olarak ele alındığından belâgat kaideleri de bu ilimler içinde incelenmekteydi. Sîbeveyhi‟nin (ö.180/796) Kitâb‟ı, Müberred‟in (ö.285/898)

el-Muktedab‟ı gibi ilk gramer eserlerinde de Kur‟ân‟ın gramer yönüne ait bilgilerin yanı

sıra edebî sanatlarına yönelik bilgilere de yer verilmiĢtir. Nitekim Sîbeveyhi teĢbîh ve mübâlağa sanatlarını zikreden ilk dilci olarak kabul edilir.29

Bunların yanı sıra

el-Kitâb adlı meĢhur eserinde, emir-nehiy gibi belâgat konularını ele almıĢtır. Câhiz

(ö.150-255 h.) ise el-Beyân ve‟t-Tebyîn adlı meĢhur eserinde meleke olarak belâgat üzerinde dururken teĢbih, mecaz, istiare, kinaye, hüsn-i taksim, iʻcaz ve muktezâ-ı hal gibi konulara da geniĢ yer vermiĢtir.30

Bu dönemde Kur‟ân‟ın anlaĢılması noktasında, Kur‟ân üzerine filolojik çalıĢmalar yapılmıĢtır. “Beyânü‟l-Kur‟ân”, “Meʻani‟l-Kur‟ân”, “i‟câzü‟l-Kur‟ân”, “Mecazü‟l- Kur‟ân”, “MüĢkilü‟I-Kur‟ân”, “Ġʻrabü‟I-Kur‟ân” vb. adlar altında yapılan bu filolojik çalıĢmalarda, Kur‟ân‟ın filolojik yönü ele alınıp, garîb lâfızlarının

28 Kılıç, “Belâgat”, s.381

29

Ahmed Sa„d Muhammed, el-Usûlu‟l-Belâğiyye fî Kitâbi Sîbeveyhi ve Eseruhâ

fi‟l-Bahsi‟l-Belâğiyyî, Mektebetu‟l-Âdâb, Kâhire 1999, s. 362; Kılıç, “Belâgat”, s.381.

30 Mubarek, el-Mûcez fî Târîhi‟l-Belâga, s. 51-52; Kılıç, “Belâgat”, s.381; Irmak, Arap Belâgatında Haber-ĠnĢâ Meselesi, s.15-16.

(27)

anlamları açıklanmıĢtır.31

Bunların yanı sıra lâfzî açıdan da mucize sayılan Kur‟ân‟ın edebî boyutu da incelenmiĢtir. Bütün bunlar Kur‟ân üzerine yapılan bu ilk çalıĢmalarda yerini almıĢtır. el-Ferrâ ve el-AhfeĢ el-evsat‟ın (ö.215/830)

Me‟âni‟l-Kur‟ân‟ları, Ebû Ubeyde‟nin (ö.209/824) Mecâzu‟l-Kur‟ân‟ı, ve Ġbn Kuteybe‟nin

(ö.276/889) Te‟vîlu müşkili‟l-Kur‟ân vb. eserler, bu tür telifler içerisinde günümüze kadar ulaĢan ilk çalıĢmalardır.32

Diğer taraftan bu dönemde Müslümanların yabancı kültürlerle teması sonucunda ortaya çıkan bazı problemlere kelamcıların çözüm getirmeleri, özellikle Ġslam‟a ve Kur‟ân-ı Kerîm‟e yöneltilen eleĢtirilere cevap aramaları belâgat ilminin geliĢmesine katkıda bulunmuĢtur. Kelam âlimleri, Kur‟ân‟ın i‟câzı üzerinde dururken i‟câzı kavrama yollarından biri olan belâgat ve fesahatla doğal olarak ilgilenmiĢlerdir.33

Belâgatın yer aldığı kaynaklar arasında edebi tenkit ile ilgili yazılan eserler de vardır. Ġslamiyet‟in ortaya çıkıĢından kısa bir süre önce Ģifahi olarak görülen edebi tenkit, hicri üçüncü asırdan itibaren medeni ve fikri ilerlemeyle birlikte yazılı olarak geliĢmeye baĢlamıĢtır. Belâgat çalıĢmalarının bu ilk dönemindeki edebi tenkitle ilgili eserler, genelde edebi tenkidin esaslarını tespite çalıĢmıĢlardır. Bunlar arasında Ġbn Sellam el-Cumahî‟nin (ö.232/846) Tabakatu fuhuli‟ş-şu‟âra, Ġbn Kuteybe‟nin eş-Şi‟r

ve‟ş-Şu‟âra, Ġbnu‟l-Mu‟tezz‟in (ö.296/908) Tabakatü‟ş-Şu‟âra, Ebü‟I-Ferec

el-Ġsfahani‟nin (ö.356/ 967) el-Egâni‟si gibi eserler sayılabilir. Ayrıca bazı Ģairleri özel olarak incelemek suretiyle edebi tenkidin esaslarını tespite çalıĢan Hasan b. BiĢr el-Amidî‟nin (ö.371/981) el-Muvâzene beyne Ebi Temmim ve‟l-Buhteri‟si ile Ebü‟l-Hasan el-Cürcânî‟nin (ö.392/1002) el-Vesâta beyne‟l-Mütenebbi ve husûmihi adlı eseri önemlidir. Ebu‟l-Abbas Sa‟leb‟in (ö.291/904) Kavâ‟îdu‟ş-Şi‟r,

31 Mubarek, el-Mûcez fî Târîhi‟l-Belâga, s. 38; Kılıç, “Belâgat”, s.381; Ali Bulut, Hicrî Ġlk Üç Asırda Kur‟ân Filolojisine Dair Eser Veren Ġlim Adamları ve Eserleri, Ondokuz Mayıs Ü.

Sosyal Bilimler Ens. Samsun 1999, s. 89-96.

32

Mubarek, el-Mûcez fî Târîhi‟l-Belâga, s. 38; Kılıç, “Belâgat”, s.381; Bulut, Hicrî Ġlk Üç Asırda

Kur‟ân Filolojisine Dair Eser Veren Ġlim Adamları ve Eserleri, s.93; Irmak, Arap Belâgatında Haber-ĠnĢâ Meselesi, s.16.

33 BiĢr b. el-Muʻtemir'in (ö.210/ 825), Cahiz'in el-Beyân ve't-Tebyîn adlı eserinin içinde (1, 135 - 139)

"Sahife"si, Kur‟ân'ın i‟câzına dair Cahiz'in Nazmü'l-Kur‟ân'ı, Rummani'nin en-Nüket fi

i‟câzi'l-Kur‟ân'ı, Ebu Bekir el-Bakıllani'nin İ‟câzü'1-Kur, an‟ı ve Kadi Abdülcebbar'ın el-Muğni fi Ebvabi't-Tevhid ve'l-Adl adlı eserleri bu konuda önemli kaynaklardır. GeniĢ bilgi için bkz. Kılıç,

(28)

Mu‟tezz‟in el-Bedî, Ġbn Tabataba el-Alevî‟nin (ö.322 / 933) İ‟yâru‟Şi‟r, Kudame b. Ca‟fer‟in Nakdu‟ş-Şi‟r ve Nakdu‟n-Nesr ve Ġbn Munkız‟ın (ö.584/1188) el-Bedî fi

nakdi‟ş-Şi‟r adlı eserlerinde Ģiir tenkidi yanında belâgatla ilgili konular da

iĢlenmiĢtir. Edebi tenkit bakımından son derece verimli olan bu dönemde edebi tenkitle belâgatın iç içe olduğu görülmektedir.34

Bu dönemde belâgata dair çalıĢmaların daha çok diğer ilimler içerisinde ele alındığını görmekteyiz. Bu çalıĢmalarda belâgat ile ilgili birçok konunun parça parça ve dağınık bir Ģekilde iĢlendiği görülmektedir. Bununla beraber bu tür eserler daha sonraki dönemler için son derece önemli olan Belâgat ilminin özünü oluĢturması bakımından çok büyük öneme haizdirler.

Ġkinci Dönem; IV. (X.) yüzyıl sonlarından VIII. (XIV.) yüzyıl sonlarına

kadar devam eden bu dönem, belâgatın müstakil bir ilim halinde teĢekkül etmeye baĢladığı dönemdir. Bu dönemde yazılan eserlerde belâgat konuları daha çok ön plandadır. Ebû Hilâl el-Askerî‟nin (ö.400/1009‟dan sonra) Kitabu‟s –Sınâ‟ateyn‟i, Ġbn ReĢik‟in (ö.463 /1070-71) el-Umde‟si, Ġbn Sinan el-Hafaci‟nin Sırru‟l-fesaha‟sı ve el- Bağdâdî‟nin (ö.517/1123) Kânûnu‟l-belâga‟sı bu eserlerin en önemlilerindendir.35

Belâgat tarihinin en büyük düĢünürlerinden biri olan Abdulkâhîr el-Cürcânî‟nin Delâ „ilü‟l-i‟câz ve Esraru‟l-belâga adlı kitapları bu dönemin en meĢhur eserleridir. Bu dönemin sonlarına doğru yazılan eserler tamamen belâgat ağırlıklıdır. Bu ilim beyan, meâni ve bedi‟ den oluĢan klasik Ģeklini almıĢtır.36

Bu dönemde öne çıkan diğer önemli eserler, ZemahĢerî (ö.1070/1143)‟nin

el-Keşşâf‟ı, Fahruddin er-Râzî (ö 606/1209)‟nin Nihâyetu‟l-i‟câz ân dirâyeti‟l-i‟câz‟ı‟ı,

Ebû Ya‟kûb es-Sekkâkî‟nin Miftâhu‟l-ulûm‟u, Ziyauddin Ġbnu‟l-Esîr (ö 637/1239)‟in

el-Meselu‟s-sâ‟ir‟i ve el-Cami‟û‟l-kebir fi sinâ‟ati‟l-manzûm mine‟l-kelâm ve‟l-mensûr‟u, Ġbn Ebu‟l-Ġsba‟ el-Mısrî (ö.654/1256)‟nin Bedî‟u‟l-Kur‟ân ve

34 Dayf, el-Belâgat: Tatavvur ve Tarîh, s. 61; Muhammed Tâhir Hımsî, Mebâhis fî „Ġlmi‟l-Me„ânî, Câmi„atu‟l-Ba„s, Suriye 1991, s. 11; Abdulkadîr Huseyn, el-Muhtâsar fî Tarîhi‟l-Belâga, Daru

Ğarîb, Kahire 2001, s.143-168; Kılıç, “Belâgat”, s.381-382.

35 Dayf, el-Belâgat: Tatavvur ve Tarîh, s.140-141; Kılıç, “Belâgat”, 382. 36 Kılıç, “Belâgat”, 382.

(29)

tâhbîr fi ilmi‟l-bedî‟i ve Yahya b. Hamza el-Alevî (ö.749/1348)‟nin et-Tırâzu‟l-mütazammin li-esrâri‟l-belâga adlı eserlerdir.37

Üçüncü dönem; VIII. (XIV.) yüzyıl ortalarından XIII. (XIX.) yüzyıl

sonlarına kadar devam eden bu uzun dönemde diğer birçok ilim dalında olduğu gibi belâgat ilimlerinde de bir duraklama baĢlamıĢtır. Belâgat ile ilgili yapılan çalıĢmalar, es-Sekkâkî‟nin Miftâhu‟l- ulûm‟unun üçüncü bölümünden faydalanarak Hatîb el-Kâzvinî (ö. 739/1338) tarafından Telhîsu‟1-Miftâh adıyla düzenlenen kitap üzerine yazılan Ģerh, haĢiye ve ta‟likat Ģeklinde olmuĢtur. Artık Ġslam dünyasında müstakil eserler yerine çeĢitli ilimlerde mantıkî birtakım tarif, tasnif ve değerlendirmelerle yetinilmiĢtir. Belâgata dair çalıĢmalarda da bu durum açık bir Ģekilde kendini göstermiĢtir. Bu dönemde kaleme alınan Ģerh ve haĢiyelerde dikkati çeken bir baĢka özellik de eserin konusu ne olursa olsun müellifin kendi ihtisasıyla ilgili terim veya deyimlere büyük ölçüde yer vermesidir.38

Bu dönemde belâgatla ilgili eserlerde beyan, meanî ve bedî‟ Ģeklindeki üçlü tasnif aynen devam etmiĢtir. Ancak bediiyat adıyla Hz. Peygamber‟in methini konu edinen ve her beytinde en az bir bedî sanatının kullanıldığı yeni bir nazım Ģekli ortaya çıkmıĢtır.39

Bu dönemin en önemli eserleri, Adududdin Ġcî (ö.756/1355)‟nin

el-Fevâidu‟l- ğıyâsiyyesi‟si (es-Sekkâkî‟nin Miftâhu‟l-ulûm‟unun belâgatla ilgili

üçüncü bölümünün bir muhtasarıdır) Teftâzânî‟nin el-Mutavvel âle‟t-Telhîs ve

Muhtasaru‟l-Mutavvel‟i, Seyyid ġerif el-Cürcânî (ö.816/ 1413)‟nin Havâşi‟s-Seyyid alâ‟l-Mutavvel‟i, Hasan Çelebi (ö.886 / 1481)‟nin Hâşiye ʻalâ Şerhi‟l-Mutavvel‟i,

Ebu‟l-Kasım el-Leysî es-Semerkandî (ö.888/ 1483‟ten sonra)‟nin Hâşiyetu

Ebi‟I-Kasım el-Leysî es-Semerkandî ʻalâ‟l-Mutavvel‟i ve Abdülhakîm es-Siyalkutî

(ö.1067/ 1656)‟nin Hâşiye alâ‟l-Mutavvel adlı eserlerdir.40

Dördüncü dönem; XIII. (XIX.) yüzyıl sonlarından günümüze kadar devam

eden bu dönem, Ġslam dünyasının Avrupa ile temasa geçmesinden sonra birtakım

37

Kılıç, “Belâgat”, 382.

38 Dayf, el-Belâgat: Tatavvur ve Tarîh, s.149-150; Kılıç, “Belâgat”, 382. 39 Kılıç, “Belâgat”, 382.

(30)

yenilik arayıĢlarının baĢladığı döneme denk gelmektedir. Dolayısıyla bu dönemde yetiĢen belâgatçıları, diğer birçok ilim dalında olduğu gibi, klasik tarz belâgat çalıĢmalarını devam ettirenler ile ona modern bir çehre vermek isteyenler olmak üzere iki grupta ele almak mümkündür. XX. yy. belâgatçılarının özelliği, daha önceki dönemlerde yazılıp bu dönemin baĢlarında neĢredilen metin, Ģerh ve haĢiyelerden faydalanarak, ufak tefek eklemelerle konuyu kendi düĢüncelerine göre ifade etme yoluna baĢvurmalarıdır. Bu dönemde klasik tarzı devam ettiren müellif ve eserleri Ģunlardır; Hüseyin b. Ahmed el-Mersâfî (ö. 1307/1889)‟nin,

el-Vesîletu‟l-Edebiyye‟si, Ahmed el-Hamlâvi (ö.1351/1932)‟nin Zehru‟r-Rebî‟si, Ahmed el-

HâĢimî (ö. 1362/1943)‟nin Cevâhiru‟l-Belâga‟sı, Ahmed Mustafa el-Merâğî (ö. 1371/1952)‟nin Târîhu „Ulûmi‟l-Belâğa‟sı ve Ġzzuddîn et-Tenûhî (ö. 1385/1966)‟nin

Tehzîbu‟l-Îzâh.41

Belâgata modern bir çehre vermek isteyenler genellikle Batı edebiyatını okumuĢ, incelemiĢ ve bu edebiyattaki geliĢmelerin etkisinde kalmıĢ kimselerdir. Bunlar belgatın edebi tenkitle iç içe olması ve Batı‟daki gibi estetik çalıĢmalardan faydalanılması gerektiğini savunmuĢlardır. En önemli temsilcileri Taha Hüseyin, Abbas Mahmud el-Akkâd ile Ġbrahim el-Mazini‟dir. Bunların çoğu belâgatla doğrudan ilgili eserler kaleme almamakla beraber yazı ve kitaplarında belâgat konularına sık sık yer vermiĢlerdir. Modern anlamda belâgat çalıĢmaları ortaya koyan belâgatçılar ve eserler arasında Emin el-Hûlî (öl. 1385/1966)‟nin

Fennu‟l-Kavl‟i, Ahmed Hasan ez-Zeyyat (öl. 1387/1968)‟ın ed-Difaʻ ani‟l-Belâğa‟sı,

Muhammed Tâhir el-Ledikî‟nin el-Mubassat fî „Ulûmi‟l-Belâğa‟sı, Ali el-Cârim ve Mustafa Emîn‟in el-Belâgatu‟l-Vâdıha‟sı gibi eserler sayılabilir.42

1.1.3. Belâgat Ekolleri

Belâgat ilmi, Ġslâmî dönemle beraber değiĢik mecralarda yol aldığı için çeĢitli kaynaklardan beslenmiĢtir. Bu farklı serüveni nedeniyle temel olarak iki karaktere bürünmüĢtür. Böylece baĢlangıcından bu döneme kadar gelen belâgat araĢtırmaları,

41

Kılıç, “Belâgat”, s.383.

42Bedevî Tabâne, el-Beyânu‟l-ʻArabî, Mektebetu Anglo el-Mısriyye, Kahire 1958. s. 347, 380, 393;

Abdülazîz Atîk, ʻĠlmu‟l-Me„ânî, Dâru‟n-Nahdati‟l-Arabiyye, Beyrut 2009, s. 28-30; Kılıç, “Belâgat”, s 383.

(31)

(her ne kadar Ġsimlendirme konusunda farklı görüĢler mevcut olsa da)43 uyguladıkları metot bakımından “kelam ve felsefe ekolü” ile “edebiyat ekolü” olarak ikiye ayrılmıĢtır.

1.1.3.1. Kelam ve Felsefe Ekolü

Bu ekolde daha ziyade açık ve net mantıkî-felsefi tanımlar, tasnifler ve terimler hâkimdir. Bu ekol mensupları, belâgat alanında meĢhur kiĢilerden bol örnekler vermek suretiyle, sanatsal ve edebi unsurların hâkim olduğu bir üslûp ve anlayıĢ geliĢtirme yoluna gitmiĢlerdir. Bunun yerine mantık kurallarına göre bir tanım ve bu tanıma uygun bir örnekten oluĢan anlaĢılması zor, yoğun bir metin ortaya koymayı tercih etmiĢlerdir. Bu zor ve karmaĢık metinlerin anlaĢılabilmesi için de, özellikle es-Sekkâki‟den sonraki Belâgatçılar, ayrıca Ģerh, haĢiye ve ta‟likât yazma ihtiyacını duymuĢlardır.44

Bu ekole mensup âlimlerin belâgat ilmine mantıkî-felsefÎ bir çerçevede yaklaĢtıkları ve onu sanatsal ve edebi üslûptan uzaklaĢtırdıkları iddia edilmiĢtir. Bu nedenle gerek klasik gerekse çağdaĢ dönem bazı belâgat araĢtırmacıları tarafından ağır eleĢtirilere maruz kalmıĢlardır.45

Bu tür eleĢtirilerin yanında, hicrî ikinci asırdan baĢlayıp altıncı asrın sonuna kadar devam edegelen belâgat çalıĢmalarının, tarif, tasnif, terimleri ve çerçevesinin artık belli bir disiplinle yapılması kaçınılmaz bir gerçek olmuĢtur. Aslında bu zaman diliminde Ġslâm dünyasında hâkim olan ilmî anlayıĢın bunu zorunlu kıldığı söylenebilir. Zira sadece belâgat değil bütün dinî ilimler aynı metotla iĢleniyordu. Dolayısıyla es-Sekkâkî ve sonraki âlimlerin yaptığı, döneminin yaygın anlayıĢını belâgat ilmine uyarlamaktan ibaret olduğu kanısına varılabilir.46

43 Ġsimlendirme konusunda geniĢ bilgi için bkz. Ġbn Haldûn, Mukaddime, DervîĢ Cüveydî (thk),

el-Mektebetu‟l-Asriyye, 2.b, Beyrut1995, s. 552; Nasrullah Hacımüftüoğlu, “Belâğat Ekolleri ve

Anadolu Belâgat ÇalıĢmaları”, AÜĠFD, S 8, Erzurum 1988, s. 116. 44 Dayf, el-Belâgat: Tatavvur ve Tarîh, s. 272-274; Kılıç, “Belâgat”, s.382

45 Dayf, el-Belâgat: Tatavvur ve Tarîh, s. 272-274; Hımsî, Mebâhis fî „Ġlmi‟l-Me„ânî, Câmi„atu‟l-Ba„s, s. 20-22.

46

Huseyn, el-Muhtâsar fî Tarîhi‟l-Belâga, s.185-186; Hâmid Sâlih Halef Rabî„î,

Mekâyîsu‟l-Belâga beyne‟l-Udebâ ve‟l-„Ulemâ, MenĢûrâtu Câmi„ati Ümmi‟l-Kurâ, Mekke 1996, s. 724;

Halil Ġbrahim Kaçar, Edebî Yönden Hazif Üslûbu, Ocak Yayıncılık, Ġstanbul 2007, s. 30; Irmak, Arap Belâgatında Haber-ĠnĢâ Meselesi, s.23.

(32)

Daha çok Ġslam dünyasının doğu kesiminde hâkim olan bu ekolun esaslarına göre yazılmıĢ birçok eser vardır. Bunların baĢlıcaları Fahreddîn er-Râzî‟nin

Nihâyetü‟l-Îcâz fî Dirâyeti‟l-İ‟câz‟ı, es-Sekkâkî‟nin Miftâhu‟l-‟Ulûm‟u, Bedreddîn b.

Mâlik‟in (ö.686/1287) el-Misbâh fî „Ulûmi‟l-Me‟ânî ve‟l-Beyân ve‟l-Bedî‟‟i, Hatîb el-Kazvînî‟nin Telhîsu‟l-Miftâh‟ı ile el-Îdâh fî „Ulûmi‟l-Belâğa‟sı, Sa‟duddîn Teftâzânî‟nin el-Mutavvel ile Muhtasaru‟l-Me‟ânî‟si gibi eserlerdir. Ayrıca daha sonra bunlara yazılan Ģerh, haĢiye ve ta‟likatlardır.47

1.1.3.2. Edebiyat Ekolü

Bu ekol mensupları mantıkî-felsefi terim ve tariflerden çok edebi zevk ve sanat ölçülerini esas almıĢtır. Bol örnek ve Ģahitlerden hareketle edebi zevkin ve bir belâgat üslûbunun ortaya çıkmasına gayret göstermiĢlerdir. Bu ekolde, konuların tarif ve taksimlerine fazla yer verilmez, üslûp sade ve konular kolayca anlaĢılırdır. Çünkü kâtiplerle Ģairler, garip ve kaba olmayan kelimeleri kullanmada en çok titizlik gösteren edebiyatçılardır. Bu ekole mensup mensup belâgatçıların yazdıkları eserlerin okunup anlaĢılması, kelam ve felsefe ekolüne göre daha kolay olması sebebiyle bunlarla ilgili Ģerh, haĢiye ve ta‟likat yazılma ihtiyacı duyulmamıĢtır.48

Daha çok Arapçanın ana dil olarak kullanıldığı Arabistan yarımadası, Irak, Suriye, Mısır ve Mağrib‟de egemen olan bu ekolun esaslarına göre yazılmıĢ birçok eser vardır. Ġbn ReĢîk‟in el-‟Umde‟si, Ġbn Sinân el-Hafâcî‟nin Sirru‟l-Fesâha‟sı, Usâme b. Münkız‟ın (ö.584/1188) el-Bedî‟ fî Nakdi‟ş-Şi‟r‟i, Ziyâuddîn Ġbnü‟l-Esîr‟in (ö.637/1239) Meselü‟s-Sâir‟i ile Câmiu‟l-Kebîr‟i ve Ġbn Ebi‟l-Ġsbâ‟ el-Mısrî‟nin Bedî‟u‟l-Kur‟ân‟ı, bu ekolün baĢlıca eserleri olarak zikredilebilir. Yahya b. Hamza el-Alevî bu iki mektebin görüĢlerini birleĢtirmek suretiyle et-Tırâzü‟l-

Mutazammin adlı bir eser yazmıĢsa da kendisinden sonra pek takipçi bulamamıĢtır.49 Netice itibariyle bu iki ekolü net bir Ģekilde birbirinden ayırabilmek pek mümkün görünmemektedir. Ancak Ģöyle bir gerçek var ki; Ġslam dünyasında belâgat denince akla ilk gelen, kelam ve felsefe ekolü ve bu ekole mensup müelliflerin

47 Bekrî ġeyh Emîn, el-Belâğatü‟l-„Arabiyye fî Sevbihe‟l-Cedîd, Dâru‟l-ʻĠlim li‟l-Melâyîn, Beyrut

1990, s. 46-47; Kılıç, “Belâgat”, s.382.

48 Hacımüftüoğlu, “Belâğat Ekolleri ve Anadolu Belâgat ÇalıĢmaları”, s.118; Kılıç, “Belâgat”,

s.382.

(33)

eserleri olmuĢtur.50

Ġbn Haldûn (ö.808/1406), kelam ve felsefe ekolünün meânî ve beyân ilimlerinde edebiyat ekolünden çok daha güçlü olduklarını belirtmiĢtir. Ona göre bunun nedeni, doğudaki maddî geliĢmiĢliğin kazandırdığı kemâl ve yüksek seviye ile Arap olmayan unsurların bu ilimlere gösterdikleri ilgiden kaynaklanmaktadır.51

1.1.4. Belâgat Ġlminin Alt Disiplinleri

Belâgat ilmi, diğer dil ilimlerine nazaran bağımsızlığına en son kavuĢan ilimdir. Bununla beraber Belâgat ilmi, ilk baĢlarda kendi içinde bir bütün, konuları iç içe geçmiĢ ve herhangi bir sınırlama ya da ayırt edilmeye gidilmeden tüm konulara Ģümul bir tarzda ele alınmıĢtır. Daha sonraki dönemlerde Belâgat, “Me‟ani” Beyan” ve “Bedî” ilimleri olmak üzere günümüzde ki standart üçlü tasnif Ģeklini almıĢtır.

Belâgat ilminin kendi içinde üç ayrı bölüme ayrılmasının ilk olarak kiminle ve nasıl baĢladığı konusunda farklı görüĢler bulunmaktadır. Ancak, genel kanaate göre Belâgatı ilk defa “Me‟ani”, “Beyan” ve tekmile Ģeklinde de olsa “Bedî” diye tasnif eden kiĢi el-Miftah adlı eserin sahibi es-Sekâkî‟dir.

Belâgat ilminin üçlü ifadesinin açıkça ilk kez kullanıldığı çalıĢma, Bedruddin b. Ġbn Mâlik‟in el-Misbâh fî ʻUlûmi‟l-Belâga isimli eseridir. Bu çalıĢma, ilim çevreleri tarafından çok büyük bir teveccühe mazhar olmamıĢtır. Buna rağmen, müellifin yakın çağdaĢı ve meslektaĢı olan el-Kazvînî, retoriği konu edinen ve üç bölümden oluĢan Telhîs adlı eserini, Ġbn Malik‟in eserinde yer alan baĢlıkların aynısını benimseyerek kullanmıĢtır. Konunun standart biçimi, sonraki dönemlerde belâgat ilminin en popüler ders kitabı haline gelen söz konusu Telhîs aracılığıyla yerleĢmiĢtir.52

50 Hacımüftüoğlu, “Belâğat Ekolleri ve Anadolu Belâgat ÇalıĢmaları”, s.120-121; Kılıç, “Belâgat”,

s.383.

51

Ġbn Haldûn, Mukaddime, s. 433, 543, 552; Hacımüftüoğlu, Belâğat Ekolleri ve Anadolu Belâgat

ÇalıĢmaları, s. 117.

52 William SMYTH, “Belâgat Ġlmi‟nin Standart Hale Gelen DüzenleniĢi ve Es-Sekkâkî‟nin

Referanslar

Benzer Belgeler

Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler serisinin üçüncü kitabı olan Yeryüzünün Sırları’nda, Karadeniz’in oluşumu, İkin- ci Bayezid’e Amerika’nın teklif

• Doğru şekilde işe almanın bir alt başlığı da işe başlarken çalışandan alınması gereken onay ve izinleri işe giriş sürecinde tamamlamaktır.. • Bu onay ve

8-Taşıtlarda şoförle konuşmak, gürültü yapmak kazaya neden olabilir.. Görsellerle ilgili trafik

Bizi kedi, köpek, bisiklet gibi sevdiğimiz şeylerle kandırmaya çalışan

Bu aşamada HP’nin yapması gereken kategori üyeliğini desteklemektir (Kotler ve Keller, 2006, s.314). Markanın farklı noktalarının vurgulanması için tüketicilerin

Kurban kesilen hayvanın etleri yardım amacıyla muhtaçlara, akrabalara, komşulara dağıtılır.. Kurban Bayramı 4

Aileyi,  batı  toplumlarında  sıklıkla  kavramlaştırıldığından  daha  geniş  bir  birim   olarak  anlamak  gereklidir.  Çekirdek  aile,  Türkiye’de 

Doğru Parçası : Bir doğrunun farklı iki noktası ve bu iki nokta arasında kalan kısmına denir.. Doğru parçası uç noktalarındaki harflerle