• Sonuç bulunamadı

Birinci ve İkinci Körfez Savaşı'nda ABD politikası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Birinci ve İkinci Körfez Savaşı'nda ABD politikası"

Copied!
224
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ

SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ

ULUSLARARASI ĠLĠġKĠLER ANABĠLĠMDALI

ULUSLARARASI ĠLĠġKĠLER BÖLÜMÜ

BĠRĠNCĠ VE ĠKĠNCĠ KÖRFEZ SAVAġI’NDA ABD

POLĠTĠKASI

Emine BULUT

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ

DanıĢman

DOÇ. DR. MURAT ÇEMREK

(2)
(3)
(4)

ÖNSÖZ

Bu tez çalıĢması, I.ve II. Körfez SavaĢı‟nda ABD politikalarını açıklığa kavuĢturmak amacıyla hazırlanmıĢtır. ÇalıĢma bir giriĢ ve iki konudan oluĢmaktadır. Her konu kendi bünyesinde üçer bölüm halinde ĢekillenmiĢtir. Söz konusu olan savaĢlardaki (I.ve II. Körfez SavaĢı‟nda ) ABD politikasının daha net bir Ģekilde anlaĢılabilmesi için çalıĢmanın giriĢ bölümünde Basra Körfezi‟nin Stratejik Konumu ve ABD‟nin Ortadoğu Politikaları genel bir çerçeve dâhilinde izah edilmiĢtir. Birinci Körfez SavaĢı(1990) „nın anlatıldığı çalıĢmanın ilk konusu üç bölüm halinde ele alınmıĢtır. Birinci bölümde ABD ve Irak‟ın savaĢa baĢvurma amaç ve nedenleri, ABD‟nin SavaĢ öncesi -sonrası tutumları ve savaĢa baĢvurmadaki kararlılığı gibi konular iĢlenmiĢtir. SavaĢ Sonrasında ABD‟nin Ortadoğu‟da Yeni Düzen Kurma GiriĢimleri isimli ikinci bölümde ise SavaĢın ABD‟ye Etkileri, SavaĢ Sonrasında ABD‟nin Genel Amaçları, Irak‟ta Meydana Gelen GeliĢmeler: Kürtlerin, ġiilerin Durumu, Çekiç Güç, Kürt Devleti Sorunu ve ABD‟nin Türkiye ile iliĢkileri, ABD‟nin Terörizm Sorunu v.b. konular incelenmiĢtir. Körfez SavaĢı‟nın Bölge Ülkelerine Etkisi baĢlıklı son bölümde ise savaĢın Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan-Körfezdeki Küçük Arap ġeyhlikleri, Ġran ve Türkiye‟ye olan etkileri incelenmiĢ, bölgedeki diğer geliĢmeler anlatılmıĢtır. ABD‟nin II. Körfez SavaĢım‟daki Politikaları olan çalıĢmanın ikinci konusu üç bölüm halinde iĢlenmiĢtir. Birinci bölüm ABD‟nin Çifte Çevreleme Politikası, Çifte Çevreleme Politikası‟nın Araçları, Körfez SavaĢı Sonrası ABD‟nin Ortadoğu Politikasının Ana Hatları ve ABD‟nin Ortadoğu Politikasındaki Hataları olmak üzere dört baĢlıktan oluĢmaktadır. Ġkinci Körfez SavaĢı adlı ikinci bölümde ise 11 Eylül Sonrası ABD‟nin DıĢ Politikası, Irak‟a Müdahalenin Nedenleri, Bölgesel ve Uluslararası Konjoktür, ĠĢgal Sonrası DireniĢ, Irak Sorunun ABD‟nin Bölgesel Çıkarlarına ve Politikalarına Etkisi, Irak Sorununun Bölgesel Etkileri ve KomĢular, ABD‟nin Askerlerini Çekme Planı konuları anlatılmıĢtır. SavaĢ Sonrası Irak‟ta Yeni Yönetimin ĠnĢa Süreci adlı son bölüm ise Geçici Yasa ve Geçici Hükümet, 30 Ocak 2005-15 Aralık Seçimleri, Referandum, Anayasa konularından müteĢekkildir. Sonuç kısmında önceki bölümlerde incelenen kısımların bir özeti verilmiĢ ve genel bir değerlendirme

(5)

yapılmıĢtır. DüĢünce ve yorumlarıyla ufkumu açıp akademik çalıĢmalarıma yön veren Akademik DanıĢmanım Sayın Doç. Dr. Murat Çemrek‟e teĢekkürü bir borç bilirim. Yine çalıĢmamda desteklerini esirgemeyen Sayın Prof. Dr. ġaban ÇalıĢ‟a, Sayın Prof. Dr. Birol Akgün‟e, Sayın Prof.Dr.. Dr. Önder Kutlu‟ya, Sayın Yrd. Doç. Dr. Metin Aksoy‟a ve Sayın Yrd. Dr. Dr. Nezir AkyeĢilmen‟e en derin teĢekkürlerimi sunarım. Bugünkü baĢarımı kendisine borçlu olduğum Sevgili Yaratıcı‟nın bana bir ihsanı olan ve zaman zaman sabrını zorladığım halde bana katlanmaya çalıĢan NiĢanlım Necat Seyhan‟a sonsuz Ģükranlarımı sunarım. Ayrıca manen desteklerini sürekli hissettiğim aileme, kadim dostum Betül Kevser Aydın‟a ve bilgi birikimime katkıda bulunan herkese Ģükranlarımı sunarım.

(6)

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı Emine BULUT Numarası 084229001005

Ana Bilim / Bilim Dalı Uluslararası İlişkiler/Uluslararası İlişkiler

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Doç. Dr. Murat ÇEMREK

Tezin Adı Birinci ve İkinci Körfez Savaşı’nda ABD Politikası

ÖZET

Ġran Devrimi‟yle Ortadoğu bölgesinde en yakın müttefiki Ġran‟ı kaybeden ABD, Ġran–Irak SavaĢı‟nda Siyasal Ġslâm‟ı önlemek amacıyla Irak‟ı Ġran‟a karĢı desteklemiĢtir. Bu savaĢta özellikle askerî açıdan güçlenen Irak, bölge dengelerini değiĢtirecek maceralarda bulunabileceğini gösterdiğinde, ABD sessiz kalmıĢ Irak‟ı uyarmak yerine yatıĢtırma yoluna gitmiĢtir. Bu da Irak yöneticilerinin, giriĢimlerine ABD‟nin karĢı çıkmayacağını düĢünerek Kuveyt‟i iĢgal etmelerine neden oldu. Fakat Irak, Kuveyt‟i iĢgal edince; ABD, Irak‟la anlaĢmanın bütün yollarını tıkamıĢ ve Irak‟a saldırmada ısrar etmiĢtir. ABD, savaĢı kazanmakla bölgedeki olumsuz geliĢmelere daha kolay müdahale edebilecek Ģekilde stratejik Körfez bölgesindeki varlığını artırdı, bölgeye yeni bir biçim vermek için fırsat elde etti, tercih ettiği dünya düzenine karĢı çıkanları cezalandırabileceğini gösterdi. Vietnam sendromunu yıktı, ekonomik durgunluğu ortadan kaldırdı. ABD, savaĢ sonrasında Irak‟ı çifte çevreleme politikasının araçları olan “Iraklı muhalif gruplar”, “uçuĢa yasak alanlar”, “ekonomik yaptırımlar” ve “”silah denetimi” ile kontrol altına aldı. Ancak Saddam Hüseyin rejiminin bir türlü devrilememesi, Petrol KarĢılığı Gıda Programı ile ekonomik yaptırımların iĢlevini yitirmesi ve BM silah denetçilerinin verimli bir Ģekilde

(7)

denetimlerini yapamaması nedeniyle çifte çevreleme politikası baĢarısız olmuĢtur. ABD, dıĢ politikasının “güç” temelli bir stratejiye dönüĢmesine yol açan 11 Eylül olayları, Irak iĢgali ve ABD‟nin tek kutuplu hegemonyasını terörle savaĢ yoluyla uygulaması için bulunmaz bir fırsat sağlamıĢtır. ABD, Irak‟ın kitle imha silahlarına sahip olduğu, terörist grubu El- Kaide ile bağlantılı olduğu ve Irak halkına demokrasi götüreceği gerekçeleriyle Irak‟ı iĢgal etmiĢtir. ABD, giriĢtiği bu çarpıĢma üzerinden aslında, Amerikan çıkarlarını tehdit etme potansiyeline sahip AB ve Çin gibi potansiyel karĢı hegemonya adayı büyük güçlere ABD ile rekabete giriĢmemesi uyarısını yapmaktadır. ABD‟nin tek yanlı askerî müdahalesi, BM ve Uluslararası Hukuk‟un güvenirliliğini erozyona uğratmıĢtır. Transatlantik iliĢkiler zedelenmiĢ, ABD‟nin müttefikleriyle ciddi fikir ayrılıkları belirmiĢtir. Tüm dünyada Amerikan karĢıtlığı yükseliĢe geçmiĢtir. Ayrıca savaĢın getirdiği yüksek maliyet, ekonomik krize neden olmuĢtur. Amerikan yönetiminin iĢgal sonrası direniĢe, ülkedeki kaos ve Ģiddete kısa vadede çözüm bulamaması Amerikan ordusunun ve kamuoyunun özgüven kaybına neden olmuĢ ve bu iĢgal, sık sık Vietnam yenilgisiyle karĢılaĢtırılmıĢtır.

(8)

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı Emine BULUT Numarası084229001005

Ana Bilim / Bilim Dalı Uluslararası İlişkiler/Uluslar arası İlişkiler

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Doç. Dr. Murat ÇEMREK

Tezin İngilizce Adı US Politics in First and Second Gulf Wars

SUMMARY

American leaders felt compelled to support Iraq in order to prevent the rise of “political Ġslam” as a hostile force, after losing their most important friend in the Persian Gulf region with the Ġranian revolution. When the Iraq, strong especially in terms of military force, showed that they could take actions contrary to Western interests, American leaders did not warn, but tried to appease them. Thus they encouraged the Iraqis to invade Kuwait but when Iraq invaded Kuwait, the U.S. agreement with Iraq have blocked all the ways and insisted on attacking Iraq. By winning the war against Iraq, the United States destroyed Iraq‟s military force and thus eliminated an anti-status quo threat; increased its presence and control in the Gulf region to the extent that it could intervene in regional developments much more easily; obtained the opportunity to find solutions to the Middle Eastern problems and to establish a new order in the region; proved that it could punish the forces which would rise against the existent world order; destroyed the Vietnam syndrome; terminated the economic stagnation at home, etc. U.S. takes under control the Iraq with the help of dual containment policy in after the war, which means "the Iraqi opposition groups", "no-fly ban areas", "economic sanctions" and "," arms control "However, due to not being overthrown of Saddam's regime, the loss of function of Oil-For-Food Program and the economic sanctions, and inefficient control of the UN

(9)

weapons inspectors, the dual containment policy failed. Events of 11 September that caused U.S. foreign policy to turn into a strategy based on “the power” provided a unique opportunity led to the invasion of Iraq and the U.S. unipolar hegemony through war on terror. U.S. invaded the Iraq with the claim that Iraq had weapons of mass destruction, linked to a terrorist group called al-Qaeda and the Iraqi people needed democracy. U.S. was warning the potential anti-hegemony candidates which had the potential to threaten U.S. profits, such as EU and China, not to compete with U.S. unilateral military intervention inflicted erosion in credibility the UN and the international LAW. Transatlantic relations was damaged, serious different opinions appeared between U.S. and his allies. Anti-Americanism soared around the world. In addition, the high cost of the war caused the economic crisis. American administration's post-occupation resistance in the country, could not find a solution to the chaos and violence in the short term, caused the loss of the U.S. Army's and public self-confidence and it was often compared with the defeat in Vietnam.

(10)

ĠÇĠNDEKĠLER

Bilimsel Etik Sayfası ... ii

Tez Kabul Formu ... iii

Önsöz ... iv

Özet ... vi

Summary ... viii

GiriĢ ... 1

I. KÖRFEZ (1990) SAVAġI’NDA ABD POLĠTĠKASI BĠRĠNCĠ BÖLÜM: I.KÖRFEZ SAVAġI ... 8

1.1.ĠġGALE ĠLĠġKĠN IRAK‟IN ĠLERĠ SÜRDÜĞÜ GEREKÇELER ... 8

1.1.1.Açık Sebepler ... 8

1.1.2.Gizli Sebepler ... 11

1.2.KÖRFEZ SAVAġI ÖNCESĠNDE IRAK‟IN ABD‟CE DESTEKLENMESĠ VE IRAK‟IN KUVEYT‟Ġ ĠġGALĠNDE ROLÜ ... 14

1.3.ABD POLĠTĠKASINDA DEĞĠġĠKLĠK: IRAK‟A SALDIRMADAKĠ KARARLILIK ... 20

1.4.ABD‟NĠN IRAK‟A SALDIRMA AMAÇLARI ... 26

1.5.KÖRFEZ SAVAġI ... 30

1.6.SAVAġIN SONUÇLARI ... 35

1.7.AMBARGO VE IRAK‟A ETKĠLERĠ ... 41

ĠKĠNCĠ BÖLÜM: SAVAġ SONRASINDA ABD’NĠN ORTADOĞU’DA YENĠ DÜZEN KURMA GĠRĠġĠMLERĠ ... 46

2.1.SAVAġIN ABD‟YE ETKĠLERĠ ... 46

2.2.SAVAġ SONRASINDA ABD‟NĠN GENEL AMAÇLARI ... 47

2.3.IRAK‟TA MEYDANA GELEN GELĠġMELER, KÜRTLERĠN VE ġĠĠLERĠN DURUMU ... 49

2.4.ABD‟NĠN IRAK‟A VE KÜRT SORUNUNA KARġI TUTUMU ... 57

2.5.HUZUR OPERASYONUNUN BAġLATILMASI ... 61

2.6.ÇEKĠÇ GÜÇ, KÜRT DEVLET‟Ġ SORUNU VE ABD‟NĠN TÜRKĠYE ĠLE ĠLĠġKĠLERĠ ... 67

(11)

2.7.ABD‟NĠN TERÖRĠZM SORUNU ... 77

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: KÖRFEZ SAVAġI’NIN BÖLGE ÜLKELERĠNE ETKĠSĠ ... 80

3.1.ARAP DÜNYASI ... 80

3.1.1.Suriye ... 80

3.1.2.Ürdün ... 81

3.1.3.Suudi Arabistan ve Körfezdeki Küçük Arap ġeyhlikleri ... 82

3.2.ARAP OLMAYAN ÜLKELER ... 82

3.2.1.Ġran ... 82

3.2.2.Türkiye ... 83

3.3.BÖLGEDEKĠ DĠĞER GELĠġMELER ... 89

II. KÖRFEZ(2003) SAVAġ’INDA ABD POLĠTĠKASI BĠRĠNCĠ BÖLÜM: ĠKĠ SAVAġ ARASI ABD’NĠN ORTADOĞU POLĠTĠKASI ... 90

1.1.KÖRFEZ SAVAġI SONRASI ÇĠFTE ÇEVRELEME POLĠTĠKASI ... 90

1.2. ÇĠFTE ÇEVRELEME POLĠTĠKASI‟NIN ARAÇLARI VE ABD‟NĠN IRAK POLĠTĠKASI ... 99

1.3.KÖRFEZ SAVAġI SONRASI ABD‟NĠN ORTADOĞU POLĠTĠKASININ ANA HATLARI ... 99

1.4. ABD‟NĠN ORTADOĞU POLĠTĠKASI‟NDAKĠ HATALARI ... 101

ĠKĠNCĠ BÖLÜM: II. KÖRFEZ SAVAġI ... 104

2.1.11 EYLÜL SONRASI AMERĠKAN DIġ POLĠTĠKASI : ġER EKSENĠ, BUSH DOKTRĠNĠ VE 2002 ULUSAL GÜVENLĠK STRATEJĠSĠ ... 104

2.2.IRAK‟A MÜDAHALENĠN NEDENLERĠ ... 113

2.2.1. Irak‟a Müdahalenin Açıklanan Nedenleri ... 115

2.2.1.1.Kitle Ġmha Silahları ... 115

2.2.1.2.Silah Denetimlerinin Verimli Gözetlenememesi ... 115

2.2.1.3.El Kaide Terör Grubu ... 116

2.2.1.4.Saddam Hüseyin‟in Karakteri ... 117

2.2.1.5.Demokrasi ... 117

2.2.2. Irak‟a Müdahalenin Açıklanmayan Nedenleri ... 118

2.2.2.1.Petrol ... 118

2.2.2.1.1.Hegemonya ... 118

2.2.2.1.2.Artan Petrol Ġhtiyacı ... 119

2.2.2.1.3.Petrol ġirketlerinin ve SavaĢ Sanayinin Çıkarları ... 119

(12)

2.2.2.3.Ġsrail‟in Güvenliği ... 121

2.2.2.4. ABD Yanlısı Müttefikler Elde Etmek ... 122

2.2.2.5. Bush‟un Ġktidarını Kaybetme Kaygısı... 123

2.2.2.6. Yahudi Lobisi ... 123

2.3.BÖLGESEL VE ULUSLARARASI KONJOKTÜR ... 124

2.4.SAVAġIN SONUÇLARI ... 132

2.5.SAVAġIN SONA ERMESĠ VE ġĠDDET OLAYLARININ SONA ERMESĠ ... 136

2.6.IRAK SORUNUNUN ABD‟NĠN BÖLGESEL ÇIKARLARINA VE POLĠTĠKALARINA ETKĠSĠ ... 143

2.6.1.Küresel Düzeyde Güven Kaybı ve Amerikan KarĢıtlığının Artması ... 143

2.6.2.Amerikan Askeri Gücünün Sınırlarının Ortaya Çıkması ... 145

2.6.3.Özgüven ... 147

2.6.4.Irak SavaĢının Bölgesel Dengeler Üzerine Etkileri ... 148

2.6.5.Enerji Güvenliği ve Irak Sorunu ... 149

2.7. IRAK SORUNUNUN BÖLGESEL ETKĠLERĠ VE KOMġULAR150 2.7. 1. Ġran ... 151

2.7. 2.Suriye ... 156

2.7. 3. Ürdün ... 156

2.7.4.Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri ... 158

2.7.5. Ġsrail ... 160

2.7.6.Türkiye ... 161

2.7.7.Diğer Aktörler ... 164

2.7.7.1.Avrupa Birliği ... 164

2.7.7.2.Rusya ve Çin ... 166

2.7.7.3. BM ve Diğer Uluslararası Örgütlerin Konumu ... 166

2.8. ABD‟NĠN ASKERLERĠNĠ ÇEKME PLANI ... 167

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: SAVAġ SONRASI IRAK’TA YENĠ YÖNETĠM ĠNġA SÜRECĠ: SEÇĠMLER, REFERANDUM, ANAYASA ... 171

3.1. GEÇĠCĠ YASA, GEÇĠCĠ HÜKUMET ... 171

3.2.30 OCAK 2005 SEÇĠMLERĠ ... 174

3.3.IRAK‟TA ĠLK SEÇĠLMĠġ HÜKUMET, KALICI IRAK ANAYASASININ OLUġTURULMASI, REFERANDUM ... 176

3.4.YENĠ IRAK ANAYASASI ... 178

(13)

SONUÇ VE DEĞERLENDĠRME ... 188 Kaynakça ... 191 ÖzgeçmiĢ ... 209

(14)

GĠRĠġ

ABD’NĠN ORTADOĞU POLĠTĠKASI

ABD‟nin hegemon güç olarak tarih sahnesine çıktığı Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan sonra dayandığı temel strateji Amerikan hegemonyasının kurulması, yerleĢtirilmesi ve devamlılığının sağlanmasıdır. Bu anlayıĢın temelinde ABD‟nin sahip olduğu ekonomik, askerî ve siyasî üstünlüğünü tüm dünyada koruyabilmesi ve sürdürebilmesi için sahip olduğu bu üstünlüğe meydan okuyabilecek baĢka bir gücün veya güçlerin ortaya çıkmasının engellenmesi yatmaktadır. 1946‟da George Kennan‟ın yayınladığı makaleden NSC-68 olarak bilinen 1950 tarihli Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi‟ne kadar Soğuk SavaĢ sürecinde ABD‟nin genel stratejisini belirleyen temel anlayıĢ Amerikan hegemonyasının sürdürülmesidir. Bu temel hedef, Soğuk SavaĢ‟tan sonra yayınlanan Savunma Planlama Rehberi, Dört Yıllık Savunma Planları, Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi ve Bush Doktrini‟nin de temelini oluĢturmuĢtur. Elbette, bu temel hedefe ulaĢma konusunda ABD farklı dönemlerde farklı araçlara yönelmiĢtir. Araçlar arasında “çevreleme”den “ön alıcı saldırı”ya kadar değiĢik yöntemler göze çapmaktadır. Fakat, temel hedefleri açısından bakıldığında 1946‟dan Bush Doktrini‟ne kadar uzanan bir süreklilikten söz edilebilir(Leffler, 2003: 1052).

Ortadoğu, Amerika‟nın “hayatî” olarak sınıflandırılan çıkarlara sahip olduğu, çatıĢmanın ve Ģiddetin yoğun ve çeĢitli Ģekillerde yaĢandığı, demokrasi ve insan haklarının eksik olduğu, Amerikan askerî gücünün, dünyanın hemen her bölgesinden daha sık ve Ģiddetli bir Ģekilde kullanıldığı, Washington‟un kendisi için önemli diğer iki bölgeden farklı olarak baĢka bir büyük güçle, yoğun bir rekabet yaĢamadığı ve nispeten hareket serbestisinin olduğu bir bölgedir. ABD- Avrupa iliĢkileri giderek daha bir eĢitlik ve karĢılılık ilkesine dayanırken Ortadoğu‟da ABD, gerçek bir hegemon gibi davranabilmektedir. Soğuk savaĢ döneminde bölgedeki ABD politikasının “Kutsal Üçlüsü” petrol ve Ġsrail‟in güvenliği ile Sovyet yayılmasını engellemezken, 90‟larda bunlardan sonuncusu, yerini terörizm ve bununla özdeĢleĢtirilen köktendincilikle mücadeleye bırakmıĢtır (Koç, 2002:5)

(15)

Ortadoğu, ABD büyük stratejisi (grand strategy) açısından Ģu bakımlardan önem taĢımaktadır((Erkmen, 2008:23):

a.Bölgenin coğrafi konumu ve bu konumun ABD askerî planlaması içindeki yeri.

b.Bölgede bulunan enerji kaynakları ve bunun dünya ekonomisinin sürdürülmesi ve büyük güç siyaseti içindeki yeri.

c.Stratejik bölgeler içinde en çok çatıĢma çıkan ve çatıĢmaların bölgeselleĢme eğilimi taĢıdığı alan olması.

d.Amerikan üstünlüğüne meydan okuyan ve bunu tüm dünyada uygulamaya çevirebilen örgütlere ve hareketlere kaynaklık etmesi.

ABD‟nin Ortadoğu politikaları değiĢim/devamlılık kısa vadeli/uzun vadeli çıkarlar, ekonomik/siyasî çıkarlar, iç politika/dıĢ politika, Arap/Ġsrail, demokrasi-insan hakları/ realpolitik, silah/petrol/finans/Yahudi lobileri, liberaller/muhafazakârlar, dıĢ iĢleri/ Pentagon, diplomasi/güç kullanma, “CNN faktörü”, “Vietnam sendromu”, yürütme/Kongre, yürütme/basın, müttefiklerle ortak hareket/tek taraflı politikalar, kiĢisel/ bürokratik tercihler ve çatıĢmalar, kamuoyu yoklamaları ve seçim baskıları gibi bazı gerilimler içinde oluĢmakta ve uygulanmaktadır(Koç, 2002:6).

Ortadoğu bölgesi, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesiĢme noktasında bulunması nedeniyle önemli kara geçiĢleri, su ve hava yollarına sahiptir. Özellikle, Ġkinci Dünya SavaĢı sırasında ABD, Ortadoğu‟da sürekli ve kritik askerî tesislere sahip olmanın kendisi açısından önemini kavramıĢ; bu yıllardan itibaren bölgede büyük askerî üsler elde etmeye çalıĢmıĢtır. Ortadoğu, ABD‟nin küresel askerî yapılanmasında sadece Soğuk SavaĢ sırasında değil, sonrasında da önemli bir yer tutmuĢtur. Basra Körfezi, 1990 sonrası ABD‟nin askerî yapılanma planları ve savaĢ değerlendirmelerinde çatıĢma çıkma ihtimali en yüksek iki bölgeden birisi olarak göze çarpmaktadır. Özetle, 1950‟li yıllarda Sovyetler Birliği‟nin çevrelenmesi ve jeopolitik temelli dıĢ politika stratejilerinin ihtiyaç duyduğu askerî konuĢlanmadan, 2000‟li yıllarda askerî alanda devrimin (Revolution in Military Affairs) getirdiği teknolojik yenilikler ile değiĢen tehdit değerlendirmesi çerçevesinde Ģekillenen yeni küresel askerî konuĢlanmaya kadar tüm ABD askerî planlamalarında Ortadoğu bölgesi çok önemli bir yere sahip olmuĢtur(Erkmen, 2008:24).

(16)

ABD temel politikasını, dünya enerji kaynaklarının kontrol edilmesi üzerine kurduğu strateji ile yürütmektedir. Bu stratejisini de açık açık bütün dünyaya bildirmekte ve gereğini de yapmaktadır. Petrol ve diğer enerji kaynaklarının, ABD ve onun müttefiki olan geliĢmiĢ ülkelerin ekonomilerine zarar vermeyecek Ģekilde çıkarılması, iĢletilmesi ve uygun fiyatlarla kesintisiz bir Ģekilde çıkarılmasının ve iĢletilmesinin devamı diyebileceğimiz bu temel politika gereği, ABD, petrol ve doğalgaz bakımından çok zengin Ortadoğu, ülkelerini ve bu ülkelerin yer aldığı coğrafyayı daimi bir Ģekilde kontrol etmek istemekte ve bu bölgedeki güç dengelerinin hep kendi ulusal çıkarlarına uygun biçimde Ģekillenmesine çalıĢmaktadır.(Ayata,2010: 2).

Dünyanın en önemli petrol tüketicilerinden birisi olan ABD‟nin, petrol ithalatının büyük bir oranı bu bölgeden sağlanmaktadır. Dünya petrol rezervlerinin yarısından fazlasının bu bölgede olması, bölge güvenliğinin ABD ve petrol ithalatçısı ülkeler açısından önemini arttırmaktadır. (Kılınç, 2000:19) Toplam petrol tüketimini dörtte birinden fazlasını tek baĢına gerçekleĢtiren ABD, bilinen petrol rezervlerinin üçte ikisine sahip Ortadoğu bölgesine her zaman ilgili olacaktır. Bölge, günlük global üretimin dörtte birini, geliĢmiĢ ülkelerin petrol ihtiyacınınsa üçte birinden fazlasını karĢılamaktadır. OPEC‟in 11 üyesinin beĢi Körfez Bölgesindedir(Koç, 2002:7). Fakat daha da önemlisi, yaptıkları yüksek üretim nedeniyle petrol rezervlerini tüketen ülkelerin piyasadan çekilmesi veya etkinliğinin azalmasıyla 20-25 yıl içinde dünya petrolünün çok önemli bir kısmı bu bölgede üretilecektir(Erkmen, 2008:24).ġimdiki üretim düzeyini korursa ABD, on sene sonra kendi bilinen rezervlerini tüketmiĢ olacaktır. Orta ve Doğu Avrupa ile ve baĢta Çin ve Hindistan gibi Asya ülkelerinde beklenen talep artıĢları da Ortadoğu‟nun önümüzdeki on yıllarda önemini arttıracak diğer faktörlerdir. Giderek artan dünya petrol üretim kapasitesi ve rezervleri de yine büyük ölçüde bölgede gerçekleĢmektedir. Ayrıca Körfez, ABD‟nin enerji ihtiyacının sadece yüzde beĢini karĢılıyor olsa da petrol fiyatları uluslararası piyasada belirlendiğinden; fiyatlarda Körfez kaynaklı gerçekleĢen dalgalanmaların Amerikan ekonomisine etkisi çok daha ciddi olmaktadır. ABD, kendi ulusal çıkarları ve uluslararası ekonomide oynadığı hegemonik ve garantör roller nedeniyle Ortadoğu petrolüne olan ilgisini kaybetmeyecektir. ABD global hegemon olarak petrolün düzenli olarak akıĢını kendi

(17)

sorumluluğu içerisinde görmektedir. Dünya ekonomilerinin Körfez petrolüne olan bağımlılıkları diğer enerji kaynaklarının daha çok kullanılmaya baĢlanması ve diğer coğrafyalarda da petrol üretimi yapılmasına rağmen artarak devam etmektedir. Bu bağımlılık çok dramatik bir değiĢiklik olmadığı takdirde 20 yıl sonra çok daha ciddi boyutlara ulaĢmıĢ olacaktır(Koç, 2002:7).

Ortadoğu petrolünü kontrol etmek ABD‟ye petrol Ģirketleri aracılığıyla önemli oranda ekonomik kazanç sağlamanın yanında bölge kaynaklı petrole bağımlılığı ABD‟ninkinden de fazla olan AB ülkeleri, Japonya ve giderek artan oranda Çin üzerinde de güç iliĢkisi oluĢturmaktadır. ABD petrol üreten ülkeler üzerindeki etkisi nedeniyle petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme ya da en azından olumsuz etkilerden nispeten korunma gibi avantajlara sahip olmaktadır. Petrolü kontrol etmenin psikolojik, simgesel ve prestij açısından önemi büyüktür. ABD‟nin Ortadoğu petrolünü kontrol etmesi “olayların kontrolünün ve gücün kendinde olduğu” duygusunu vermekte ve 1980‟lerde Japonya‟nın olduğu gibi ekonomik açıdan ABD‟ye rakip ve hatta hasım olabilecek güçlerin ekonomilerini kontrol etme ya da en azından etkileme imkanı vermektedir(Koç, 2002:8

Washington, kurduğu ve devamında çıkarını gördüğü uluslararası düzene en ciddi tehditlerin Ortadoğu bölgesinden geldiğini düĢünmektedir. Bu tehditler, 1) Bölgedeki Amerikan askerî varlığını, dost ve müttefik ülkeleri ve gelecekte Amerikan ana kıtasını tehdit eden/ edebilecek balistik füze ve nükleer silah teknolojisinin yayılması 2) Muhafazakar rejimlere yönelik sosyal patlama tehlikesi 3) Radikal ve aĢırı dinci akımlar, 4) Herhangi bir Arap ülkesinin çok güçlenmesi 5) Diğer büyük güçlerin bölgeyi nüfuz etmesi ve Amerikan nüfuzunu kırmaları 6) Ġsrail‟in güvenliğine yönelik tehditler 7) Bölge kaynaklı uluslararası terörizm, 8) Ġslamî kökten-dincilik ve Ģu an gündem de olmasa da 9) Ulus-ötesi Panarap ve Panislam hareketler olarak sayılabilir(Koç, 2002:6).

Ortadoğu, Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan bu yana ABD‟nin stratejik olarak kabul ettiği bölgeler arasında en sık ve uzun süreli istikrarsızlıkların yaĢandığı yer olmuĢtur. Arap-Ġsrail SavaĢları, Ġran-Irak SavaĢı, Irak‟ın Kuveyt‟i iĢgali, Ġntifada, Irak‟ın iĢgali ve Ġsrail-Hizbullah SavaĢı bunlara örnek olarak gösterilebilir. Bu savaĢ ve çatıĢmalar sürekli bir istikrarsızlık üretmekte ve bölgedeki Amerikan üstünlüğünü

(18)

tehdit etmektedir. Öte yandan, sıklıkla çatıĢma çıkan Ortadoğu‟nun aynı zamanda bir nükleer silahlanmanın eĢiğinde olması, ABD için endiĢe yaratmaktadır. Ġran‟ın geliĢtirdiği nükleer proje, ABD ile bu ülke arasında bir kriz yaratırken, Suudi Arabistan da nükleer güç elde etmek için hazırlıklar yapmaktadır. Bu durum, bölgede yeni bir nükleer silahlanma yarıĢı baĢlaması ihtimaline neden olmaktadır. Nükleer silahların bu kadar sık çatıĢma yaĢanan bir bölgede yayılması, ABD‟nin küresel askerî konuĢlanmasına iliĢkin planları açısından son derece önemlidir. Ortadoğu, özellikle son yıllarda Amerikan üstünlüğüne meydan okuyuĢun simgesi haline gelmiĢtir. Bu meydan okuyuĢ; hem devletler hem de devlet dıĢı aktörler düzeyinde olmuĢtur. Soğuk SavaĢ‟ın bitiĢinden sonra ABD‟nin sorunlu olduğu ve “serseri devletler” adını vererek açıktan veya üstü kapalı bir çatıĢmaya girdiği ülkelerin büyük bir kısmı Ortadoğu ülkesidir(Ġran, Irak, Suriye ve Libya) ( Rubin,1999: 72-73)

Kısaca, bölgedeki Amerikan karĢıtlığının kökenleri, nedenleri ve sonuçları Ģöyle sıralanabilir: Arap ve Müslümanların ABD ile özdeĢleĢtirdikleri Batı emperyalizmi karĢısındaki manevi ezilmiĢliği, siyasî ve ekonomik baĢarısızlığı, Amerikan gücüne duyulan imrenme ve “kıskançlık”, Amerikan değerlerinin Ortadoğu‟da uygulanmasındaki keyfilik ve çifte standart, Washington‟un köhne ve baskıcı Arap rejimlerini desteklemesi, Arap petrolünü kontrol etmesi, Ġsrail‟e koĢulsuz desteği, bazen Ġsrail‟i diplomatik olarak sıkıĢtırıyor gibi görünse de en can alıcı noktalarda yine onu kayırması, BM gibi uluslararası forumlarda desteklemesi, Arabistan‟daki askerî varlığı, Irak‟a yönelik ambargonun sivil halka verdiği zarar(Koç, 2002:6).

Tüm bunlara ek olarak, ABD‟nin yanında olmak bölge ülkelerinin rejimleri açısından diğer yerlere göre daha fazla tehdit yaratmaktadır. Birçoğu zayıf olan Amerikan yanlısı rejimler muhalif örgütlerin tehdidi altındadır. Bu tehdit, ABD‟nin bölgede kurmuĢ olduğu ittifak zincirini zora sokmaktadır. Özetle, Ortadoğu hem ABD hegemonyasının yürütülmesinde askerî ve ekonomik olarak çok önemli bir yer tutmakta hem de bir süper güç üretemese bile Amerikan karĢıtı hareketlere kaynaklık etmesi ve bölgesel sorunlarını bölge dıĢına ihraç edebilmesi kapasitesi nedeniyle ABD‟nin küresel egemenliğine yönelik tehditler yaratma potansiyelini taĢımaktadır. Bu nedenle, ABD, Ġkinci Dünya SavaĢı‟nın sona ermesinden itibaren, Ortadoğu‟da

(19)

baĢat aktör olmaya çalıĢmıĢ ve bölgeye yakın bir ilgi göstermiĢtir. Ortadoğu bölgesi, ABD‟nin hegemonik düzeni yeniden inĢa çabasının çıkıĢ noktası olmuĢtur (Erkmen, 2008:27).

BASRA KÖRFEZĠ VE STRATEJĠK KONUMU

Basra körfezi, tarihin her döneminde stratejik konumunu koruma özelliğine sahip bir bölgedir. II. Dünya SavaĢı‟ndan sonra bölgede petrolün yoğun olarak ortaya çıkması, bu bölgenin önemini daha da arttırmıĢtır. SanayileĢmiĢ ve geliĢen dünyanın petrole bağımlı olması nedeniyle Basra Körfezi, dünya ülkelerinin jeopolitik stratejilerini belirlemede ilk dikkate aldıkları bölge haline gelmiĢtir. Körfez bölgesi, petrol bulunmadan önce de stratejik değer taĢımaktadır. Ortadoğu‟yu oluĢturan uçsuz-bucaksız kavĢak noktasının tam merkezinde olan bu bölge, SüveyĢ Kanalı ve dolayısıyla bizzat Körfez, Akdeniz ve Hint okyanusu arasında stratejik önemi tartıĢılmaz geçiĢ yolları olma konumunu her zaman korumuĢtur(Gresh ve Vidal,1991:8). Özellikle Hürmüz Boğazı, ticarî ulaĢım açısından bölge ülkelere ulaĢmada ehemmiyet arz etmektedir.

Bunun yanında, bölgenin Avrupa, Asya ve Afrika‟nın, Kuzey ve Güney‟in, Doğu ile Batı‟nın arasında olması, dünya devletleri arasında her zaman büyük önem taĢımıĢtır. Batılılar açısından Körfez, sürekli sömürülen bir yer olmasıyla beraber, Aden‟den Basra‟ya Maskat‟tan Bahreyn‟e kadar uzanan deniz ticaret yolunun ve bölge ticaretinin güvenliğini sağlamada stratejik bir değer ifade etmiĢtir. Yine Hürmüz Boğazı, dünyanın en önemli stratejik su yollarından birisidir. Çünkü petrol üretim merkezleri ve rezervleri bu boğaz vasıtasıyla petrolün tüketildiği merkezlere geçiĢi sağlamaktadır. Bu yoldan günde yaklaĢık 17 bin varil petrol tüketim merkezlerine ulaĢmak üzere Hürmüz Boğazı‟ndan geçmektedir(Sağlam,1991:17).

19. asrın ikinci yarısından sonra sanayi devrimini tamamlayan batılı devletler, Ortadoğu bölgesini sanayi hammaddeleri için vazgeçilmez bir kaynak olarak görmüĢlerdir. Bunun yanında batılılar için Ortadoğu, üretim fazlası mamulleri tüketim potansiyeline sahip geniĢ bir pazar alanı olarak düĢünülmüĢtür. II. Dünya SavaĢı sırasında askerî ve siyasî geliĢmelerin bu bölgede yoğunlaĢması, Körfez‟in jeo-politik ve stratejik önemini göstermesi bakımdan dikkat çekicidir. Körfez Bölgesi‟nin kuzeyinde Sovyetler Birliği (bu bölgede Ģimdi bağımsız Türk

(20)

Cumhuriyetleri bulunmaktadır.), güneyinde Arap Denizi ve Hint Okyanusu, doğusunda Afganistan ve batısında Kızıl deniz yer almaktadır. Bölge Sovyetler Birliği‟nin “arka bahçesi” konumunda iken, ABD‟ye 7.000 km uzaklıktadır. Diğer Körfez‟in Hint Okyanusu yolu üzerinde bulunması, bu bölgenin Rusya açısından önemini sürekli olarak korumuĢtur. Rusya‟nın kendisine güney kuĢaktan gelebilecek bir tehlikeye karĢı “Avrupa‟yı güneyden kuĢatmaya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika‟yı nüfuz ve denetim altına almaya, Avrupa‟nın hayatî ikmal yollarını kontrol etmeye, Cebelitarık‟tan Atlantik‟e çıkmaya, Hint Okyanusu ile daha kısa yoldan irtibatlanmaya yönelik çok yönlü stratejileri Ġstanbul ve Çanakkale Boğazı‟nda düğümlenmektedir.”(TaĢlı, 1991:21).

(21)

I.KÖRFEZ (1990) SAVAġI’NDA ABD POLĠTĠKASI

BĠRĠNCĠ BÖLÜM: I.KÖRFEZ SAVAġI

1.1.ĠġGALE ĠLĠġKĠN IRAK’IN ĠLERĠ SÜRDÜĞÜ GEREKÇELER

Irak, Güney Batı Asya‟nın merkezinde, eksen devlet konumundadır. Arap dünyasının Ġran ve Türkiye‟ye karĢı doğu sınırını oluĢturmakta, Dicle-Fırat havzalarını kontrol altında tutmakta ve Basra Körfezinin petrol kaynaklarının önemli bir bölümü topraklarında bulunmaktadır. Bu nedenlerden dolayı, Ortadoğu‟daki güç dengesi bakımından anahtar ülke konumundadır. Dünyanın en önemli petrol rezervlerine sahip körfez bölgesindeki üç ülkeden biri olan Irak, bu nedenle global bir önem taĢımaktadır. Bu önem, 1980‟den itibaren devlet baĢkanı Saddam Hüseyin‟in ülkenin farklı bölgelerini kaba kuvvetle kontrol etmesi ve Irak‟ı bölgesel bir askerî güç olarak göstermesi ile daha da artmıĢtır. Saddam Hüseyin, ülkesinin savunmasız sınırlarının denize olan çıkıĢının zayıf olması ve stratejik derinlik eksikliğini Kuveyt ve Ġran‟a karĢı toprak revizyonizmi ile ve uzun menzilli konvansiyonel olmayan savaĢ kapasitesiyle gidermeye çalıĢmıĢtı. Ancak Irak, Saddam‟ın stratejik maceralarını sürdürebilecek güce sahip değildi ve ülke nüfusunun yarısından fazlasını oluĢturan Kürt ve ġiî nüfus, Sünnî Arap rejimine karĢı ayaklandı ve uluslararası toplum müdahale ederek Saddam‟ı zor durumda bıraktı(Haris, 2000:64).

1.1.1.Açık Sebepler

1991 Körfez Krizi, 2 Ağustos 1990 günü Irak askerî birliklerinin, Kuveyt sınırın geçerek, bu ülkeyi iĢgal etmesiyle baĢladı. Bir anda, uluslararası arenada ĢaĢkınlık uyandıran ve Ģok etkisi yapan kriz çok kısa bir süre zarfında uluslararası krize dönüĢtü. Aslında Körfez krizi ilk sinyallerini, 1988 yılında vermiĢti. Bu yılda, Irak Devlet BaĢkanı Saddam Hüseyin, Kuveyt ile Irak arasındaki sınır meselesini yeniden gündeme getirdi. Irak yönetimi, 8 yıl süren Ġran-Irak savaĢı sırasında, Kuveyt yönetiminin, Irak‟ın aleyhine olacak Ģekilde, kuzeye doğru topraklarını

(22)

geniĢlettiğini iddia ediyordu. Irak yönetiminin iddiasına göre, Ġran ile savaĢa giren ırak hükümeti, iç ve bölgesel sorunlar ile karĢı karĢıya kalmıĢtı. Bu boĢluktan faydalanan Kuveyt yönetimi de, Al-Mitlaa sınır noktasından 70 km kuzeye kadar olan sınır bölgesini iĢgal etti ve yeni sınır boyunca, askerî birlikler, petrol rafinerileri ve kontrol noktaları yerleĢtirdi(Efegil, 2002:47).

Soruna barıĢçıl yollarla çözüm bulmak amacıyla, iki ülkenin DıĢiĢleri Bakanları bir araya geldiler. Ancak ikili resmî görüĢmelerden herhangi bir sonuç çıkmadı. GörüĢme sonrasında soğumaya terk edilen sorun, ġubat 1990 tarihinde Ürdün‟ün baĢkenti Amman‟da gerçekleĢtirilen Arap Zirvesi sırasında, Saddam Hüseyin‟in yaptığı konuĢmada, bu konuya değinmesi üzerine, yeniden alevlendi. Saddam Hüseyin, konuĢmasında, iki konuya temas etti.

Birinci konu, Amerikan deniz kuvvetlerinin, Körfez bölgesindeki varlığıydı. Saddam‟a göre, Amerikan deniz piyadeleri, bölgede tehdit unsuruydu ve Amerikan çıkarlarını Körfez ülkelerinin ve dolayısıyla Irak‟ın aleyhine korumayı amaç edinmiĢlerdi. Ortadoğu petrolüne ihtiyaç duyan Amerika BirleĢik Devletleri, Avrupa, Japonya ve belki de eski Sovyetler Birliği gibi ülkeler, karĢı çıkılmadığı takdirde, bölge üzerinde hakimiyet kurarak, petrol ve gaz üretimi ile bunları uluslararası piyasalardaki fiyatlarını belirleme konusunda, bölge ülkelerine emirler vermeye niyetliydi. Ayrıca “Amerika‟nın bölgedeki çıkarları Arapların çıkarlarıyla uyuĢmuyordu. Araplar ABD‟deki paralarını çekmeliler ve Arap ülkelerine, Sovyetler Birliğine ve Doğu Avrupa‟ya yatırım yapmalılardı. Batının gittikçe artan ekonomik baskısı ve siyasî oyunları Sovyetler Birliği‟ni o derece zayıflatmıĢtı ki, ABD, Ortadoğu bölgesinde tek süper güç olarak kalmıĢtı. Bundan sonra ABD, bölgede Ġsrail‟in çıkarlarını geliĢtirmek için daha fazla çaba harcayabilecekti(Uslu, 1999:171).

Saddam Hüseyin‟in konuĢmasında değindiği ikinci önemli konu ise, Kuveyt yönetiminin Irak‟a karĢı takındığı olumsuz tutumdur. Saddam Hüseyin, Kuveyt‟i eğilimli sondajlarla Irak topraklarından petrol çıkararak Irak ekonomisini çökertmeye yeltenmekle suçladı. (Ritter ve Pitt, 2002:25; Gürler, 2005:189; Charles, 1992:87). Bunun yanında bazı OPEC üyelerinin anlaĢma sağlanan üretim kotalarına uymaması, piyasaya fazla petrol sürülmesini sağlamıĢ. Bu da fiyatlarda düĢüĢleri meydana

(23)

getirmiĢtir. Bundan en çok zarar gören ülke Irak olmuĢtur. Çünkü gelir olarak Irak‟ın petrole bağımlığı % 90 oranındadır(Sağlam, 1999:142; Uçarol, 1995:123).

Saddam‟a göre, Kuveyt yönetim, petrol fiyatlarını aĢağıya çekerek, Amerikan çıkarlarına hizmet etmiĢti. Çünkü Amerikan yönetimi, Ortadoğu petrolünün ucuz fiyatlardan dünya pazarlarına sunulmasını o dönemde savunmaktaydı. Böylece Saddam Hüseyin, Kuveyt‟in bu giriĢimini, uzun yıllar Ġran‟ın Körfez bölgesindeki yayılmacı emellerine karĢı çıkan ve Araplar arasında güvenlik ve istikrarı sağlamaya çalıĢan Irak hükümetine karĢı sergilenmiĢ düĢmanca bir tavır ve hatta ihanet olarak değerlendirmekteydi(Efegil,2002:48; , 2002:66).

Saddam Hüseyin‟in suçlamaları üzerine, 26 Temmuz‟da Cenevre‟deki Petrol Ġhraç Eden Ülkeler Örgütü (Kuveyt, Suudi Arabistan, BirleĢik Arap Emirlikleri ve Irak) (OPEC), DıĢiĢleri Bakanları Toplantısında petrol fiyatlarının yükselmesi için aĢırı üretime son verilmesi kararını aldı. Kuveyt ve BirleĢik Arap Emirlikleri, anlaĢmaya uyacaklarına söz verdiler(Kalkan, 1991:87). Fakat, Irak yönetiminin iddiasına göre, Kuveyt, varılan görüĢ birliğine rağmen, yine kotalarını değiĢtirmedi ve eskisi gibi üretimine devam etti. Kuveyt‟in bu giriĢimi de Irak ekonomisin çökertmeye yönelik bir davranıĢtı.

Milletlerarası hukukta genellikle kabul edilen, bir devlet diğerine karĢı silahlı kuvvet kullandığında, bunu haklı bir sebebe dayandırmalıdır. Irak bu çerçevede Ģu temel hukuki sebebi ileri sürdü. Irak, Kuveyt‟teki muhalefet tarafından davet edildiğini ileri sürdü. ABD‟nin Aralık 1989‟da Panama‟ya müdahalesinde de ileri sürdüğü gerekçeler örnek olarak vurgulandı. Her ne kadar meĢru hükümetler yoluyla yapılan davetin bazen hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüĢse de, devlerin büyük çoğunluğunca hukukî sayılmıĢtır. Muhalefetin yaptığı davetin hukukiliği hiç tartıĢılmamıĢtır. 1989‟da BM Genel Kurulu, Panama‟ya yapılan ABD müdahalesini kınamıĢtır. Eğer müdahalenin muhalefetin isteğiyle olduğu kabul edilse bile; Kuveyt‟te ki muhalefet, SSCB‟nin Afganistan‟a müdahalesinde kurulan kukla rejimden farksız görünmektedir. Bu da BM Genel Kurulu‟nda devletlerin büyük çoğunluğu tarafından kınanmıĢtır. Gerçekten, Sovyetler Birliği bu sırada sosyalizmi korumak için herhangi bir müdahale hakkından feragat etmiĢtir. ġurası ilginçtir ki, ABD Panama‟ya kuvvet kullanırken, Sovyetler Birliği Romanya‟da Milli KurtuluĢ

(24)

öncülüğünde yapılması istenen müdahaleyi reddetmiĢtir(White ve Mccoubrey, 1991: 347-348).

1.1.2.Gizli Sebepler

Diğer taraftan, bu görünen iddiaların yanında, Irak yönetiminin içine sindiremediği baĢka meseleler de mevcuttu. Kuveyt, 1759‟dan beri el-Sabah ailesi tarafından yönetilen bir emirlikti. 1889‟da burasını kontrolü altına alan Ġngiltere, 1961 yılında bu ülkeye bağımsızlığını vermiĢtir. Fakat bu arada da, 1946‟dan itibaren Kuveyt‟te petrol üretilmeye baĢlandı. Kuveyt 1961 Kasımında bağımsızlığını aldığı zaman, o zamanki Irak lideri General Kasım, bu bağımsızlığı tanımamıĢ ve Kuveyt topraklarının, Osmanlı Devleti zamanında Basra vilayetine dahil olduğunu, dolayısıyla, Kuveyt‟in Irak topraklarının bir parçasını teĢkil ettiğini öne sürmüĢtü. Bununla beraber, Abdüsselam Arif ve Baas iktidarı, Kuveyt‟in bağımsızlığını 1963‟te tanımıĢ, fakat Kuveyt ve Irak arsında olan sınır konusundaki anlaĢmazlık o zamandan beri devam etmekteydi(Armaoğlu, 2005:890).

Coğrafî açıdan, Kuveyt sınırları, Irak‟ın Körfez‟e veya diğer bir ifadeyle sıcak denizlere inmesini engelliyordu. Irak‟ın zamanla kendisine rakip olmasını istemeyen Ġngiltere, 17 ile 18 km uzunluğunda ve büyük bir kısmı bataklık olan bir sahil Ģeridini Irak‟a bırakmıĢtı. Irak‟a kalan bataklık bölgeden ağır gemilerin denize inmesi mümkün değildir. Bu coğrafi dezavantajdan ötürü, Irak yönetimi, Ġran ile sekiz yıl süren bir savaĢa girmiĢti ve sıcak denizlere çıkabilmek için, Ġran‟dan ġattülarap bölgesinden daha fazla toprağın kendisine verilmesini istemiĢti. Böylece Irak yönetimi, Kuveyt‟in kontrolü olmaksızın, sıcak denizlere açılabilirdi(Efegil, 2002: 89).

Irak‟ın Kuveyt‟i ilhak etmek istemesinin arkasında yatan diğer nedenler petrol üretimini arttırmaya baĢladığı 1970‟lerin baĢlarında ortaya çıkmıĢtır. Bubiyan adasının derin sularının petrol terminali kurmak için oldukça elveriĢli olmasının yanı sıra Irak, Kuveyt‟e ait olan Bubiyan ve Warba adalarına sahip olarak bu adaların kara suları ve kıt‟a sahanlığı bölgesindeki petrol yataklarına ulaĢmak istiyordu. Bunun dıĢında, Irak, hem bu adaları birleĢtirerek Körfez‟de daha fazla kıyıya sahip olmak

(25)

hem de bu adalar Umm Kasr limanının ağzında bulunduğundan, limana giriĢ ve çıkıĢın kendi denetiminde olmasını istemekteydi (Arı,1998:209; ÇaĢın, 1996: 242).

Bir baĢka mesele ise, Irak‟ın Kuveyt‟e ve diğer Arap ülkelerine olan 60 ile 80 milyar dolar tutarındaki borçlarıydı(Ergil, 1990:33-34; Özcan, 2003:68). SavaĢ sonrasında, Saddam Hüseyin, savaĢ sırasında, maddi açıdan kendisin destekleyen Kuveyt yönetiminden, savaĢ zamanı borçlarını silmesini istedi. Çünkü Saddam‟a göre Irak, bu ülkeyi, Ġran rejiminden korumak için de savaĢmıĢtı. Fakat Kuveyt yönetimi, bu iddiayı ve Saddam‟ın isteğini kabul etmedi. Ancak bu isteğin yerine Irak‟a proje kredisi verebileceklerini açıkladılar. Bu yanıt ise Saddam‟ı çileden çıkardı (Ergil,1990:33-34; Özcan,2003:68; Uslu,1999: 172).

Buna ilaveten, Ġran ile savaĢın bitmesini izleyen yıl ortaya çıkan ekonomik durgunluk içinde eğitimi ve çalıĢma hayatına katılmak açısından gereken nitelikleri olmayan 1.5 milyon askerî terhis etmek de güçlük yarattı. Gerçekten de ordu konusunda Saddam‟ın karĢısında bulduğu seçenekler çok tatsızdı. Terhis, çok büyük bir iĢsizliğe ve bunun sonucunda toplumsal huzursuzluğa yol açacaktı. Terhis edilecek askerlerin çoğunun ġiî olması ve mezhep bağlantılı arayıĢlara girme ihtimali, rejimin karĢılaĢtığı potansiyel tehdidi daha da vahimleĢtiriyordu. Seçeneklerin kıl payı farkla daha iyi olanı, büyük bir devamlı ordu beslemek idi ki, bu da devletin kasasını boĢaltacaktı. Üstelik onları meĢgul edecek bir savaĢ olmayınca subayların kendisine karĢı harekete geçeceğinden, askerî darbe yapacağından korkuyordu. Gerçekten de 1989‟da tam da böyle planların uygulanmak üzere olduğuna inan Saddam, çok sayıda kara ve hava subayını idam etti. Kısacası, Saddam, alt rütbeli erlerin ġiî halkı, Sünnî azınlık hükümetine karĢı ayaklandırması tehdidi ile savaĢ sırasında kendi iktidar odaklarını yaratarak sivil baĢkanı devirecek fırsatı bulmuĢ olan subayların tehdidi ile karĢı karĢıyaydı (Best,2008:432).

Sovyetler Birliği‟nin bir yandan Afganistan‟da mağlup olması ve Doğu Avrupa üzerindeki etkisini kaybetmesi, diğer yandan da kendi içindeki siyasî ve askerî bunalımlar ve parçalanmalar, bu ülkenin güç kaybetmesiyle sonuçlanmıĢtı. Bu geliĢmeler, Sovyetler Birliği‟nin dıĢ politikada yeni serüvenlere girmesini veya uluslararası sistemde kendi ideolojisini yayma veya koruma mücadelesi yapmasını oldukça zorlaĢtırmıĢtı. Soğuk savaĢ döneminde Ortadoğu ülkelerine yapmıĢ olduğu destekleri verebilecek güçte de değildi. Sovyet sempatizanı olan veya böyle olmasa

(26)

bile Batı‟ya düĢmanlığı nedeniyle Sovyetlerden destek alan bölge ülkeleri de, en önemli dıĢ politika dayanaklarından birisini böylece kaybetmiĢ oluyordu. Ortadoğu‟da çıkan bu güç boĢluğu, belki de Irak‟ın, Kuveyt‟i iĢgale iten nedenlerden biriydi. Çünkü, bölge ülkeleri kendi baĢlarına Irak‟ın iĢgalini caydıracak veya geri püskürtecek siyasî ve askerî kabiliyete sahip değildir. Saddam Hüseyin yönetiminin Sovyetler Birliği‟nin eski desteğini devam ettireceği veya en azından tarafsız kalacağı beklentisi, Sovyet liderinin iĢgalin ilk günlerinden itibaren Irak‟a ambargo uygulayacağını açıklaması ve tüm askerî ve ekonomik yardımları askıya alması ile boĢa çıktı. Daha da önemlisi, Sovyetler Birliği aynı zamanda Irak‟tan askerî personelini savaĢ boyunca geri çekerek, Irak‟ın savaĢ yeteneklerine büyük bir darbe vurdu (Gözen, 1998:183).

Aslında, Irak‟ın jeopolitik açıdan önemli bir konuma sahip olan Ortadoğu‟nun lideri olma emelleri de davranıĢlarında önemli bir rol oynamıĢtır (Erendil,1995:131; MemiĢ, 1995: 131). Ġran ile sekiz yıl süreyle savaĢan Irak yönetimi, her ne kadar ekonomik açıdan büyük bir çöküntü içerinse girdiyse de, askerî güç açısından bölgenin en güçlü ülkelerinden birisi haline gelmiĢti. Güçlü askerî yapı Irak‟ın, bölgede hegemonya kurma hayallerinin gerçekleĢmesine hizmet edebilirdi. Kuveyt‟i iĢgal eden Irak, bu ülkenin petrol zenginliğini ele geçirerek, kendi petrol rezervleriyle birlikte, dünya petrol rezervlerinin yüzde 20‟sini kontrolü altına alabilirdi. Böylece Irak, hem dünya petrol fiyatlarını ayarlayan, hem de Ortadoğu‟da sözü geçen ülkelerden birisi olabilirdi. Zaten, Arap dünyasını, azınlık konumundaki zengin Arap sülaleleri yönetiyordu ve büyük çoğunluğu oluĢturan fakir Arap halkı, bu zengin sülalelere karĢı nefret besliyordu. Böylece Saddam Hüseyin, çoğunluğu oluĢturan yoksul Arap kitlelerini, elindeki korkunç silahlar sayesinde kendi kontrolü altına alabilirdi(Ergil,1990:37-39). Uzun süredir devam eden Arap-Ġsrail çatıĢmasının da krizin sebeplerinden olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, Batılı Devletler ve Arap Devletlerinin Irak‟ı aĢırı bir Ģekilde silahlandırmaları da savaĢın gerçek sebepleri arsında sayılmalıdır.

(27)

1.2.KÖRFEZ SAVAġI ÖNCESĠNDE IRAK’IN AMERĠKA BĠRLEġĠK DEVLETLERĠNCE DESTEKLENMESĠ VE IRAK’IN KUVEYT ĠġGALĠNDE ROLÜ

ABD, 1980‟lerde Irak‟ı her Ģart ve durumda desteklemiĢ ve Irak‟ın yaptığı batı anlayıĢına uymayacak birçok Ģeye göz yummuĢtur. ABD‟nin bu politikası, Kuveyt‟in Irak tarafından iĢgaline gösterdiği sert tepki ve ertesinde Irak‟a karĢı uyguladığı kuvvet kullanmayı içeren sert politikasıyla çeliĢki oluĢturmaktadır. Bu bakımdan kriz sonrasında ABD‟nin Irak‟a karĢı gösterdiği bu sert tavrı sadece Irak‟ın yaptıklarıyla değil, ABD‟nin politikasında meydana gelen radikal değiĢiklikle ortaya koymaya çalıĢmak gerekmektedir. Irak‟ı değiĢik Ģekillerde destekleyip bu devletin kendisini bölgede sözü dinlenmesi gereken birincil güç olarak görmesine neden olan ve Irak‟ın Kuveyt‟i iĢgal etmesini davranıĢlarıyla yeĢil ıĢık yakan ABD‟dir. Irak, Kuveyt‟i iĢgal ettiğinde ABD‟nin, Irak‟ı bölge devletlerine ve kendi çıkarlarına en büyük tehdit olarak algılayabilmesini, daha iyi anlamak için ABD‟nin Irak‟ı desteklemesine göz atılması gerekecektir.

1984 yılı sonuna kadar Irak‟la tam diplomatik iliĢkilere bile sahip olmayan ABD, 1980‟ler boyunca bölgede temel düĢmanı olarak gördüğü Ġran karĢısında Irak‟a herhangi bir karĢılık beklemeden ve herhangi bir koĢul ileri sürmeksizin desteklemiĢtir. ABD ile Irak arasında tam diplomatik iliĢkilerin kurulması 26 Kasım 1984 tarihine rastlamaktadır (Arı, 2004: 399). Bu tarihten önce daha 1982 yılında ABD‟nin Irak‟a toplam 60 tane Hukkhes 300 C ve 500 D helikopteri satmasına yönelik antlaĢma yapılmıĢ ve helikopterler 1983 yılında Irak‟a teslim edilmiĢti. Daha sonra 1985 yılında Amerikan hükümetinin izin vermesiyle 27.4 milyon dolar değerinde 26 McDonnell Douglas MD-530MF helikopteri Irak‟a satılırken bir yıl sonrada toplam 45 uçağı içeren bir paketin parçası olarak 17 tane Bell 214 ST helikopteri Irak hükümetine devredildi. ABD-Irak resmî iliĢkilerin kurulmasından bir ay sonra Bağdat‟ta yeni açılan Amerikan Büyük Elçiliği, Irak Silahlı Kuvvetleri‟ni Ġran‟la savaĢında aĢırı derecede ihtiyaç duyacağı askerî istihbaratı sağlamaya baĢlamıĢtır. Amerikan yönetimi Iraklıların, füze sistemlerinde ve uzun menzilli silahlarda kullanılabilecek araçları ve parçaları batı Ģirketlerinden almasına da göz yummaktaydı. Irak‟ın askerî malzeme satın aldığı Avrupa ülkelerinin baĢında Ġngiltere bulunmaktaydı. Ayrıca Amerikan yöneticileri, Ġran‟la ve onun Irak içindeki

(28)

kolu ġiî fundamentalizmiyle mücadele eden Irak‟ın kimyasal silah üretmesine ve silahları ġiîlere ve Kürtlere karĢı kullanmasına tepki göstermediler. Ekonomik alanda da 1983‟ten itibaren Irak‟a sağladığı tarım kredileri o dereceye varmıĢtı ki, bu krediler sayesinde Irak, Ortadoğu‟da Ġsrail ve Suudi Arabistan‟dan sonra ABD‟nin en fazla ticaret yaptığı 3. devlet haline gelmiĢti. 1985-90 yılları arasında Irak, ABD‟den 4 milyar dolar değerinde tarım ürünü ithal ederken, 1988 malî yılında ABD‟nin Irak‟a verdiği 1.1 milyar dolarlık kredi, dünya çapında bir tek ülkeye sağladığı en büyük miktardaki krediydi. 7 Mart 1990‟da ABD‟nin çok etkili olduğu BirleĢmiĢ Milletler Ġnsan Hakları Komisyonu‟nun Irak‟ta insan hakları ihlallerini araĢtırmasını reddetmesi de Amerika‟nın Irak‟ı desteklemesi yönündeki politikalarının bir uzantısıydı. Amerikalıların Irak‟ı her yola baĢvurarak desteklemeleri, bölgedeki Amerikan çıkarlarına zarar verme potansiyeline sahip bir “canavar” yaratmıĢtı. Ġran‟ın zayıfladığı ve kendini toparlamaya çalıĢtığı bir ortamda, bölgedeki Batı ve Batı yanlısı Arap devletlerinin çıkarlarını büyük fedakarlıklara katlanarak koruduğuna ve bunun karĢısında ödüllendirilmesi gerektiğine inanan, bu derece Batı‟ya hizmet etmiĢ ve tam desteğini kazanmıĢken bölgede giriĢeceği herhangi bir giriĢime ABD‟nin karĢı çıkmayacağını düĢünen Irak‟ın baĢındaki “diktatör”le bir maceraya giriĢmesi çok olağandıĢı bir olay olmayacaktı. Bu noktada önemli olan, Amerikalıların Irak‟ın niyetlerine nasıl tepki göstereceği ve kriz noktasına varmadan giriĢimleri etkili Ģekilde bertaraf edip etmeyeceğiydi. Kuveyt‟i iĢgal etmeye karar verirken Iraklıları Amerikalıların tavırlarıyla teĢvik edip etmediği gerçekten büyük önem taĢımaktadır (Uslu,1999: 169-170).

1980‟lerin sonlarından itibaren Amerikan Kongresi üyeleri, basın-yayın organları ve yönetimin bazı birimleri, Irak‟a fazla destek sağlandığı, Ortadoğu‟daki dengenin gözetilmediği, daha önce Amerikan aleyhtarı politikalar güden, diktatörlükle yönetilen, kuvvete baĢvurmada tereddüt etmeyen Irak‟a uzun vadede güvenilmeyeceği yönünde görüĢler belirtince, (Ġran-Irak SavaĢı boyunca Amerikan çıkarını koruyan) Iraklılar Ģiddetli tepki göstermiĢ ve Amerikalılara ağır suçlamalarda bulunmuĢtur. Ancak bu durum karĢısında Amerikan yöneticilerinin, Iraklıları uyarmak ve dizginlemek yerine, tam tersine onları teyit etmeye çalıĢmaları hatta birçok durumda Iraklılardan resmen özür dilemeleri, Kuveyt‟in iĢgalinin

(29)

ertesinde ABD‟nin Irak‟a karĢı takındığı “Ģahin” tavrıyla tezat oluĢturmaktadır (Uslu, 1999: 170).

Ekim 1989‟da Amerikan BaĢkanı Bush‟un, Körfez Bölgesi‟nde Amerikan çıkarlarına zarar verecek bölgesel ve bölge dıĢı devletlere karĢı gerekirse silah kullanılacağını ilan eden Ulusal Güvenlik Yönergesinin yayınlanmasından sonra Irak‟ın isminin Körfez Bölgesine karĢı potansiyel tehdit oluĢturan ülkeler arasında geçmesi Iraklıları aĢırı derecede sinirlendirmiĢti. 6 Ekim 1989‟da Washington‟u ziyaret eden Irak DıĢiĢleri Bakanı Tarık Aziz bu konuda yönetiminin tepkisini dile getirince, Amerikan DıĢiĢleri Bakanı James Baker, ABD‟nin Irak‟a karĢı özel bir düĢmanlığının olmadığı, Irak yönetiminin endiĢelenmesi gereken bir durumun bulunmadığı konusunda kendisine güvence verdi. Böylece iki devlet adamı Irak‟a sağlanacak tarım kredilerini rahatça görüĢebildiler. Ardından 11 ġubat 1990‟da ABD‟nin Irak‟la dostluğa verdiği önemi Irak lideri Saddam‟a bildirmek için Bağdat‟a gönderilen ABD‟nin Yakın Doğu ve Güney Asya ĠĢlerinden Sorumlu DıĢiĢleri Bakanı Yardımcısı John Kelly, Saddam‟la samimi bir görüĢme yaparken ve ona BaĢkan Bush‟un Irak‟la karĢılıklı güven ve inanca dayalı iyi iliĢkiler istediğini bildirirken, o sırada Amerikan DıĢiĢleri Bakanlığı‟nın Ġnsan Hakları Raporu‟nda Irak‟la ilgili yer alan ifadeler Iraklıları hiç de memnun edecek cinsten değildi. Aradan bir hafta bile geçmeden bu kez Amerika‟nın Sesi Radyosu‟nun Irakla ilgili yaptığı yayın, Amerikan yöneticilerini Irak karĢısında yeniden zor duruma düĢürecekti. Yayında, Irak‟la birlikte adı sayılan 8 ülkede tiranlık yönetimlerinin halkın rızasına değil, korku ve güce dayanarak varlığını sürdürebildiği belirtiliyor ve 1989 yılındaki özgürlük dalgasından sonra 1990‟ların bu diktatörlerin ve gizli polislerini değil, halkların yılları olması gerektiği vurgulanıyordu. Yayın üzerine Saddam‟dan ABD-Irak iliĢkilerinin kötüleĢeceği uyarısını alan ABD‟nin Bağdat Büyük Elçisi April Glaspie, hemen Washington‟a gönderdiği mesajında Irak liderinin, Amerika‟nın Sesi Radyosu‟nun yayınını kendine karĢı baĢkaldırı çıkarmaya yönelik bir kampanyanın uzantısı olarak nitelediğini bildiriyor. John Kelly ise DıĢiĢleri Bakanı Baker‟a, kendisinin Sadddam Hüseyin‟i Batı kampı içinde tutma çabalarının, Amerika‟nın Sesi Radyosu‟ndaki demokrasi havarilerince baltalandığı yönünde Ģikayette bulunuyordu. Yönetimden aldığı talimatla Amerikan Büyükelçisi Glaspie, Saddam‟dan resmen özür dileyerek, ona Amerika‟nın politikasının,

(30)

kesinlikle Irak hükümetinin meĢruluğunu sorgulamayı ve Irak‟ın iç iĢlerine karıĢmayı içermediği yönünde güvence verirken, Baker de Amerika‟nın Sesi Radyosu yetkililerine bundan sonra yayınlayacakları yorumlarda önceden Amerikan hükümetinin olurunu almaları gerektiğini bildiriyordu(Uslu, 1999: 171).

Yine de Amerikalılar Irak yönetimiyle ikili iliĢkileri pek gevĢetmek ister görünmüyordu. Saddam Hüseyin, Nisan ortasında kendisini ziyarete gelen 5 Amerikan senatörüne, kendisini hedef alan Amerika‟nın Sesi Radyosu‟nun yayınından, Washington Post‟un bir makalesinden ve ABD‟nin Ġsrail‟e Patriot füzeleri satmasından Ģikayet ettiğinde, grubun baĢkanı Senatör Robert Dole, ona karĢı olanların Amerikan halkı değil, fakat pervasızca ve düĢüncesizce hareket eden Amerika basını olduğunu, söz konusu makaleyi yazan kinin iĢten atıldığını ve Amerikan baĢkanının Irak‟a karĢı uygulanmak istenen yaptırımları veto edeceğini söyledi. Nitekim, Nisan ayının sonuna doğru Kongre üyelerinin Irak‟a karĢı yaptırım uygulama giriĢimini önlemek isteyen Amerikan DıĢiĢleri Bakanı Yardımcısı John Kelly, Temsilciler Meclisi DıĢiĢleri Komitesi‟nde yaptığı konuĢmada, o aĢamada Irak‟a karĢı uygulanacak ekonomik ve ticarî yaptırımların Amerika‟nın ulusal çıkarlarını zedeleyeceğini ve yönetimin buna mani olacağını açıkladı. Ġki ay sonra bile Kelly, aynı komitede konuĢurken, Irak‟ın kimyasal ve nükleer silahlar elde etme giriĢimlerini ve insan hakları ihlallerini sona erdiremediğini, fakat doğru yönde olumlu adımlar attığını belirtiyordu (Uslu, 1999: 172).

Söylendiğine göre, Saddam Hüseyin, savaĢ kararını Temmuz 1990‟da almıĢ, ama ordusunu Kuveyt‟e sokmadan önce BirleĢik Devletler‟in tepkisinin ne olacağını görmek için bu ülkeyle irtibata geçmiĢti. Irak liderleriyle yaptığı ve bugün gayet iyi bilinen görüĢmesinde dönemin Amerikan elçisi April Glaspie, Saddam‟a, “Bizim, Kuveyt‟le yaĢadığınız sınır anlaĢmazlığı türünden Araplar arasındaki çatıĢmalar konusunda bir görüĢümüz bulunmamaktadır” demiĢ (Mearsheimer ve Walt, 2002:66), kendilerinin de bir zamanlar hegemonik güçlerden bağımsızlık savaĢı yaparak kurtulduklarını ve onların çizdiği sınırları reddettiklerini bildirmiĢtir. (Köni, 1996:132). Bundan önce de Amerikan DıĢ ĠĢleri Bakanlığı, Saddam‟a Washington‟un “ Kuveyt‟e karĢı özel bir savunma ve güvenlik taahhütleri olmadığını” söylemiĢti(Mearsheimer ve Walt, 2002:66). Bu toplantıda “fundamentalist” Ġran‟ın geniĢlemesine engel olmalarından dolayı kendilerine

(31)

minnettar olunması gereken bir dönemde, Amerikan yönetiminin, Kuveyt ve BAE‟ye petrol fiyatlarını düĢük tutarak Irak‟a karĢı giriĢtikleri ekonomik savaĢta destek vermeye devam ederse, Irak yönetimi de baskı ve kuvvete baĢvurmak zorunda kalacaklarını söyledi. Saddam‟ın kullandığı tehdit ve suçlama dolu ifadelere rağmen Amerikan Büyükelçisi Glaspie, tam ters yolu seçmiĢ görünüyordu: Irak liderinin Amerika‟nın kendisine karĢı komplo giriĢimlerinde bulunduğu yönündeki korkuların yersizdi. Bush‟un Irak‟a ekonomik savaĢ açması mümkün değildi. Aksine Bush, kendi yöneticilerine Irak‟a karĢı ticarî ve ekonomik yaptırımlar uygulanması tekliflerine karĢı koymalarını emretmiĢ ve Kongre‟nin bu yöndeki çabalarını baĢarılı bir Ģekilde engellemiĢti. Kendisi de Irak‟la iliĢkileri geliĢtirmeye çalıĢması için BaĢkan Bush‟tan doğrudan talimat almıĢtı. Bush, Irak‟ın Ortadoğu‟da barıĢ ve kalkınmaya katkıda bulunmasını samimi Ģekilde arzu ediyordu. Ayrıca Amerikan yönetimi Irak‟ın krediye Ģiddetli Ģekilde ihtiyaç duymasını ve ekonomisini güçlendirmek için petrol fiyatlarını yükseltmek istemesini gayet iyi anlıyordu. Kendi kiĢisel kanaatine göre komĢu Arap ülkeleri de Irak‟ın isteklerine anlayıĢla yaklaĢmalıydı. KonuĢmanın sonuna doğru Glaspie, Saddam‟a Kuveyt konusundaki gerçek niyetinin ne olduğu sorulduğunda, Saddam, soruna barıĢçıl bir çözüm bulunmasını tercih ettiğini belirtirken, Kuveyt‟in kendilerine karĢı uyguladığı ekonomik savaĢ karĢısında elleri kolları bağlı oturmayacaklarını özellikle vurguladı(Uslu, 1999: 174).

Saddam Hüseyin, bu toplantıyı Ģöyle yorumladı: Irak, Kuveyt‟i iĢgal ederse Amerika BirleĢik Devletleri müdahale etmeyecekti. Çünkü Washington‟un Araplar arasındaki tartıĢmalara karıĢmak istemediğine dair toplantıda iĢaretler verilmiĢtir. Ortadoğu‟daki etkili baĢka güçlerin yaptığı iĢgal ve müdahaleleri ve bunun karĢısında Batı veya Arap dünyasının tepki vermemesini göz önünde bulundurarak Saddam, petrolün akıĢı devam ettiği sürece Irak‟a da göz yumulacağını hesapladı. Unutulmamalıdır ki, 1967‟den beri iĢgal ettiği Batı ġeria, Gazze ve Golon tepelerinden Ġsrail‟in çıkarılması için ya da 1976‟dan sonra Suriye‟yi Lübnan‟dan çıkarmak için hiçbir Ģey yapılmamıĢtı. Böylece Saddam Hüseyin, kendi silahlı kuvvetlerine karĢı askerî bir harekat yapılması, Irak‟a karĢı bir Arap cephesi oluĢturulması ihtimalini ve hatta BM‟nin ekonomik yaptırım uygulaması olasılığını bile çok önemsemedi(Best, 2008:432). ABD Saddam‟a yeĢil ıĢık yakmayı istememiĢ

(32)

olabilir, ama esasında yaptığı da tam olarak buydu(Mearsheimer ve Walt, 2002: 66). Kendisinin Irak‟ın daha fazla hareketsiz bekleyerek “ölüm” durumunu kabul etmesinin söz konusu olmadığını açıkça belirtmesine karĢılık, Glaspie‟nin, Irak‟ın ekonomik sorunlarına anlayıĢla yaklaĢtıklarını söylemesi ve Irak- Kuveyt anlaĢmazlığında Amerikan yönetiminin tarafsız olduğunu açıklamasının baĢka bir Ģekilde yorumlanması da zaten zordu. 28 Temmuz‟da Glaspie aracılığıyla Bush‟tan gelen mesaj da Saddam‟ın baĢka türlü düĢünmesini sağlayacak nitelikte değildi. Bush, güç kullanımının ya da güç kullanma tehdidinin kabul edilemez olduğunu belirtirken, Bağdat‟la iliĢkileri geliĢtirme konusunda çok istekli ve samimi olduklarını ifade ediyordu. SavaĢ olasılığının bulunması karĢısında, 28 Temmuz 1990 tarihli Washington Post‟un, üst düzey Amerikan yöneticilerinin hala Saddam‟ın blöf yaptığına inandıklarını bildirmesi, bu tarihten sonra Irak yönetimiyle Amerikan büyükelçisi arasında herhangi bir temas gerçekleĢmemesi ve Glaspie‟nin Bağdat‟taki Sovyet meslektaĢı gibi 30 Temmuz‟da yıllık iznini kullanmak için Irak‟tan ayrılması, ABD‟nin Irak‟ı Kuveyt‟in iĢgaline sevk ettiği intibaını veren son geliĢmelerdi(Uslu, 1999: 174).

ABD, Irak‟ın Kuveyt‟i iĢgal niyetini ve bu konudaki geliĢmeleri yakından bildiği, Irak‟ın Kuveyt sınırına asker yığmasını uzaydan izlediği halde, iĢgal gerçekleĢinceye kadar sesini çıkarmadı(Kalkan,1991:110). 1 Ağustosta Beyaz Saray‟da bir kriz toplantısı yapılır ve CIA, Iraklıların kesin olarak Kuveyt‟e saldıracağı yolunda bir rapor verirken bile Amerikan yönetimi Irak‟a bir son dakika uyarısı gönderme gereği duymuyordu(Uslu, 1999: 175).

Görüldüğü gibi Saddam Hüseyin, Kuveyt‟i iĢgal niyetini daha önceden ortaya koymuĢtur. Ayrıca geçmiĢte yaptıklarıyla barıĢ yanlısı olmadığını ve her an bir devlete ya da kendi halkına saldırabileceğini de ispatlamıĢtır. Bu arada birçok uzman ve araĢtırmacı Irak‟ın yapabilecekleriyle ilgili ciddî uyarılarda bulunmuĢtur. Bütün bunlara rağmen Amerikalıların Irak liderine karĢı hep yumuĢaklık politikası uygulamaları, kötü niyetli olmasalar bile en azından hatalı hareket ettiklerini ortaya koymaktadır. Saddam‟ın kafasına koyduğunu yapacak biri olduğu akla gelse bile, bu durumu bilerek onu Ortadoğu‟nun lideri konumuna getirenlerin de Amerikalılar olduğu da bir gerçektir.

(33)

1.3.ABD POLĠTĠKASINDA DEĞĠġĠKLĠK: IRAK’A SALDIRMADAKĠ KARARLILIK

Irak‟ın Kuveyt‟e asker sokup tüm ülkede denetimi alması üzerine ABD, ilk andan itibaren iĢgal öncesi gösterdiği tavrın tam zıddına Irak‟a karĢı her türlü zorlama tedbirine baĢvurmuĢ ve kuvvet kullanma yoluna gidebileceğini bütün davranıĢlarıyla o derece ortaya koymuĢtur ki, geliĢmeler bakıldığında ABD‟nin, hiçbir geliĢme ya da tavizle yolundan çevrilemeyecek derecede Irak‟a saldırmada ısrarlı olduğu sonucuna ulaĢılabilmektedir.

2 Ağustos 1990‟da Irak‟ın Kuveyt‟i iĢgal ettiği saatlerde, Amerikan BaĢkanı Bush, Irak‟a karĢı Kongrenin daha önce uygulamaya koymasına bir türlü izin verilmeyen ekonomik ambargoyu baĢlattı ve Hint Okyanusu‟nda bulunan Amerikan uçak gemisi Independence‟ın Ġran Körfezine hareket etmesini emretti(Uslu,1999: 175). Öte yandan ABD, Irak‟ın Amerika‟daki bütün mal varlığını dondurdu ve bu ülkeden yapılan petrol ithalatını yasakladı. Ayrıca, Irak‟ın eline geçmesini önlemek üzere Kuveyt‟in de ABD‟deki alacak ve mal varlıklarını dondurdu(Uçarol, 2000: 803). Ġngiltere, Fransa Almanya ve diğer bazı Avrupa devletleri ile Japonya‟da Irak‟a karĢı benzer önlemler aldılar. Bunların yanı sıra Fransa, Sovyetler Birliği, Polonya ve Çekoslovakya Irak‟a silah sevkiyatını durdurdular. Öte yandan, Avrupa Topluluğu 4 Ağustosta Irak ve Kuveyt‟ten petrol alımına ambargo koydu ve Irak‟a silah satıĢını yasakladı(Uçarol, 2000: 803-804). BM, Irak‟ın Kuveyt‟ten çıkmasını talep etmiĢ, Irak‟ın bunu reddetmesi üzerine 6 Ağustos 1990 tarihinde 661 sayılı Güvenlik Konseyi kararıyla Irak‟a ambargo uygulanmaya baĢlanmıĢtır(Dedeoğlu, 2002: 87). Güvenlik Konseyi‟nin Irak‟a ekonomik ambargo uygulamasını öngören 6 Ağustos 1990 tarih ve 661 sayılı kararının alındığı gün, hatta karar metni resmî olarak Ankara‟ya ulaĢmadan (Ġlseven, 1991:70). Türkiye, Yumurtalık Petrol boru hattının birisini kapatmıĢ diğerinin de % 3 kapasitesini azaltmıĢtır. Türkiye, 7 Ağustos 1990 günü aldığı kararla, Irak‟a uygulanacak ekonomik ambargoyu ilk uygulayan devletlerden biri olmuĢ ve Yumurtalık boru hattını tamamen kapatmıĢtır(BölükbaĢı, 1992: 93). Artık Körfezden petrolün kesintiye uğramadan geçiĢini sağlamaya ve Irak‟ı Kuveyt‟ten çıkarmaya kararlı olduğunu ifade eden Amerikan yönetimi, Körfezde savaĢ gemisi ve uçakları

(34)

dolaĢtırarak ve BAE savaĢ uçaklarıyla ortak tatbikatlar yaparak Irak‟a göz dağı veriyordu.

Amerika‟nın etkisiyle oldukça hızlı hareket eden BM Güvenlik Konseyi, Kuveyt‟ten çekilme çağrılarına uymayan Irak‟a karĢı kapsamlı ekonomik ambargo uygulamasını ön gören 661 sayılı kararlarını alırken, 3 Ağustos‟ta Suudi Arabistan Kralı Fahd ve kardeĢleriyle görüĢen Amerikan Savunma Bakanı Richard Cheney de Suudi yönetimini Amerikan askerî kuvvetlerini topraklarında kabul etmeye ikna ediyordu(Uslu, 1999: 175). Suudi Arabistan yönetimi, ABD‟nin bu isteklerine önceleri karĢı çıktı. Çünkü yabancı askerlerin kutsal topraklara yerleĢmesinin, Arap aleminde uyandıracağı tepkiden çekiniyordu. Ancak Suudi Arabistan yönetimi, ABD‟nin baskılarına 6 Ağustos 1990 tarihine Kadar dayanabildi. Çünkü ABD Savunma Bakanı Richard Cheney ile General Scwarzkopf‟un, Irak askerlerinin Suudi Arabistan sınırına doğru ilerlediğini gösteren uydu fotoğrafları Kralı Fahd‟a sunması üzerine, Suudî Kral, Amerikan askerlerini ülkesine konuĢlanmasını kabul etti. Yine de Kral, Amerikan yönetiminden, Irak‟ın Kuveyt‟ten geri çekilmesinin hemen ardından bu ülkeden askerlerini çekeceği yönünde resmi garanti almayı ihmal etmedi(Efegil,2002: 53-54). 6 Ağustosta Amerika‟nın Bağdat Maslahatgüzarı Joseph Wilson‟u makamına çağıran Saddam Hüseyin, bölgede Amerikan çıkarlarının koruyucusu olmaya devam edeceklerini ve aralarında saldırmazlık paktı bulunan Suudi Arabistan‟a saldırmayacaklarını belirtmesi artık Amerikalıların ikinci kere düĢünmesini bile sağlamıyordu. Aynı günün akĢamında Amerikan DıĢ ĠĢleri Bakanı James Baker, Suudi Arabistan‟ın doğusundaki petrol kuyularının ve tahran Ģehrinin Irak kuvvetlerinin eline geçiĢini engelleme gerekçesiyle ABD‟nin hemen Suudi Arabistan‟a asker göndereceğini ilan ediyordu. BarıĢ giriĢimlerini baltalar diye Baker, o derece acele ediyordu ki, Mısır liderlerinin 9 Ağustosa kadar açıklanmamasını istemesine rağmen Mısır‟ın da kriz bölgesine asker göndereceğini açıklıyor, böylece Ürdün Kralı Hüseyin‟in barıĢ giriĢiminin önüne geçmiĢ oluyordu. Saddam‟ın verdiği yeni güvencelere rağmen, Amerikan BaĢkanı George Bush da 8 Ağustos günü televizyona çıkarak, Kore SavaĢı‟ndan beri dünya sistemine ilk karĢı koyuĢ olarak değerlendirilen olayda halkı Amerikan askerî kuvvetlerinin Suudi Arabistan‟a gönderileceğinden haberdar ederken, Saddam Hüseyin‟i komĢularını tehdit eden “saldırgan bir diktatör” olarak niteliyor ve Amerika‟nın temel

Referanslar

Benzer Belgeler

Senaryo geliştirme aşamasının “olmazsa olmazı” durumunda bulunan “normalden sapma” pozisyonu gerçekleşmezse kuvvetle muhtemeldir ki İsrail Orta Doğu’da ikinci

2005 Irak Anayasasına göre resmen özerklik hakkı kazanan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY), baĢta Türkiye olmak üzere birçok ülke ile diplomatik

Tasvir-i Efkâr, “şimdiki halde Rusya dahi tecavüzden ziyade tahaffuza mecbur olduğu içün” mealindeki ifadesinin Etoil d’Orient tarafından “devlet-i müşarünileyha

Sanatçıların bu yeni arayışı, dışavurumculuk akımının 1925’lerde etkisinin azalmasına ve 1924 sonrası yeni nesnellik (Neue Sachliechkeit) akımının ortaya

Bu çerçevede yapılan çalışma sonucunda müdahale öncesinde NATO’nun Irak’tan gelecek tehditlere karşı Türkiye’nin güvenlik kaygılarını azaltıcı önlemler

durumu da fiilen ortadan kalkmıştır. Togayürek’in ardından ise Hasbeg b. Belengirî bu göreve tayin edilmiştir. Sultan Mesʻûd’un himâyesine girdiği

Arap Ligi üyelerinden Filistin’in de Birleşmiş Milletler nezdinde tam bağımsız bir ülke olarak tanınmadığı hatırla- nacak olursa muhtemel bir Filistin onayının da

Diğer bir ifadeyle, önümüzdeki süreçte Türkiye’nin Irak’a yönelik politikaları- nın, Irak merkezi hükümetinin ve Kürt Bölgesel Yönetiminin, terör örgütü PKK,