• Sonuç bulunamadı

Bağlam kapsamında örgütler arası ağ düzenekleri dayanıklı ev aletleri sektörü örneği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bağlam kapsamında örgütler arası ağ düzenekleri dayanıklı ev aletleri sektörü örneği"

Copied!
166
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İŞLETME ANABİLİM DALI

YÖNETİM VE ORGANİZASYON DOKTORA PROGRAMI

BAĞLAM KAPSAMINDA ÖRGÜTLER ARASI AĞ DÜZENEKLERİ:

DAYANIKLI EV ALETLERİ SEKTÖRÜ ÖRNEĞİ

DOKTORA TEZİ

HAZIRLAYAN HULUSİ CENK SÖZEN

TEZ DANIŞMANI

PROF. DR. A. SELAMİ SARGUT

(2)

TEŞEKKÜR

Öncelikle bana bir akademisyenin yetişmesi için en ideal koşulların bulunduğu Başkent Üniversitesi’nin seçkin kadrosunda görev veren ve doktora eğitimi alma olanağı sağlayan Başkent Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Mehmet Haberal’a minnettar olduğumu ifade etmek isterim. İşlerinin en yoğun olduğu anlarda bile bana zaman ayıran, beni asla geri çevirmeyen, sabırla düşüncelerimin olgunlaşmasını bekleyen, ustaca müdahaleleriyle aklımdaki sorulara gerekli yanıtları bulmamı sağlayan, bu uzun yolculukta ciddi ve yapıcı yaklaşımıyla beni yönlendiren ve destekleyen tez danışmanım Sayın Prof. Dr. A. Selami Sargut’a çok teşekkür ederim. Ayrıca, değerli hocamın biz gençleri titizlikle yetiştirerek ve bizlere güvenerek yönetim ve organizasyon biliminin gelişimine son derece önemli katkılarda bulunduğunu da vurgulamak isterim. Yönetim ve organizasyon alanına ilk kez yüksek lisans derslerinde ilgi duymaya başlamıştım. Daha sonra doktora programında da hocalarım olan Sayın Prof. Dr. A. Kadir Varoğlu ve eşi Sayın Doç. Dr. Demet Varoğlu’ nun yüksek lisans eğitimi sırasında verdikleri yönetimle ilgili derslerin bu alanda doktora öğrenimine yönelmemde değerli katkıları olmuştur. Son derece önemli olduğunu çok iyi anladığım bu alana yönelmem konusundaki katkı ve destekleri için kendilerine çok teşekkür ederim. Üniversitemizde bu doktora programının kurulmasında önemli bir misyon üstlenen, bizlerin çabalarını her zaman destekleyen, ciddiyeti ve titizliği ile bizlere örnek olan Sayın Doç. Dr. Şükrü Özen’e teşekkür ederim.

Doktora çalışmaları sırasında bana gösterdiği anlayış, destek ve sağladığı olanaklardan dolayı Başkent Üniversitesi Rektör Yardımcı ve Sağlık Kurumları İşletmeciliği Bölüm Başkanı Sayın Prof. Dr. Korkut Ersoy’a olan minnettarlığımı belirtmek istiyorum. Ayrıca, desteklerinden dolayı bölüm hocalarım Sayın Prof. Dr. Şahin Kavuncubaşı ve Sayın Prof. Dr. Adnan Kısa’ya ve bölümdeki diğer meslektaşlarıma da teşekkür ederim. Bana akademik hayatı küçüklüğümden beri değişik vesilelerle öğreten ve eğitim yolculuğunun son aşamalarına kadar beni yalnız bırakmayan annem Prof. Dr. Nur Sözen’e ve bu günleri görmesini çok arzuladığım fakat her zaman yanımda olduğunu bildiğim 6 Ocak 2002 tarihinde aramızdan ayrılan babam Hüseyin Sözen’e çok teşekkür ederim. Bu yolculukta bana her türlü desteği sağlayan, eğitimimin ve mesleğimin gereği olan yoğun çalışmalarıma anlayış gösteren hayat arkadaşım ve sevgili eşim Pelin H. Sözen’e her zaman yanımda olduğu için çok teşekkür ederim.

(3)

ÖZET

Örgütlerin kendilerine fayda yaratmak amacıyla diğerleriyle ne tip ağ ilişkileri kuracakları ve bu amaçla yapı içerisinde kendilerini nasıl konumlandıracakları gibi sorular, örgüt kuramı alanında tartışmalara neden olmaktadır. Granovetter (1973), ticari etkileşimlerle sınırlı olan zayıf bağların fayda yaratacağını iddia ederken; Bordieu (1983), Coleman (1988) ve Podolny (2001) asıl güçlü bağların örgütler üzerinde olumlu etki yaratabileceğini ileri sürmektedir. Burt (1992) ise, örgütlerin birbirleri ile ilişkisi olmayan tarafların bağlantısını sağlamada üstlendikleri aracılık rolünün ağ ilişkilerinin niteliğinden daha önemli olduğunu vurgulamaktadır. Ancak, ağ ve yerleşiklik çalışmaları, aktör ağlarına odaklanırken, bu aktör ağları üzerinde kurumsal bağlamın etkilerini göz ardı etmektedir. Bu eksikliği gidermek amacıyla bu çalışma, makrokurumsal bağlam ile örgütler arası ağ düzenekleri arasındaki ilişkiyi araştırmayı hedeflemiştir. Bu amaçla, devlet ve bankacılık sistemi gibi ana kurumların ekonomilerde üstlendiği role göre farklı iş örgütlenmelerinin oluşacağını ileri süren Whitley’in (1992, 1994 ve 1999) “Ulusal İş Sistemleri” yaklaşımından yararlanılmıştır. Devletin ekonomiye müdahalesinin yüksek olduğu bir bağlamda doğan örgütlerin, mevcut örgütler arası ağ ilişkilerinde güçlü bağlarının zayıf bağlara göre oranının daha yüksek olacağı, ekonomideki etkisinin düşük olduğu bir bağlamda doğan örgütlerin mevcut ilişkilerinde zayıf bağların oranının daha yüksek olacağı ileri sürülmüştür. Benzer bir farklılığın aracılık rolleri bakımından da söz konusu olacağı iddia edilmiştir. Araştırma, Türkiye’de devletin ekonomiye müdahalesinin yüksek olduğu 1980 öncesi ve kısmen azaldığı 1980 sonrasındaki dönemde kurulan örgütler üzerinde gerçekleştirilmiştir. Dayanıklı ev aletleri sektöründen iki firma seçilmiş, ağ düzeneği araştırma yöntemleri kullanılarak örgütler arası ağ ilişkileri belirlenmiş ve niteliklerine göre sınıflandırılmıştır. Sonuçlar, bu çalışmada ileri sürülen önerileri desteklemektedir. 1980 öncesinde kurulan firmanın mevcut ağ ilişkilerinde güçlü bağlarının oranının 1980 sonrasında kurulan firmaya göre daha yüksek olduğu saptanmıştır. 1980 sonrasında kurulan firmanın ise, zayıf ilişkilerinin oranının daha baskın olduğu belirlenmiştir. Küme içi bağların kurulmasını hedefleyen iç aracılık rollerinin oranının 1980 öncesinde kurulan firmada belirgin biçimde yüksek olduğu, dış çevreyle bağlantıyı sağlayan dış aracılık rollerinin oranının 1980 sonrasında kurulan firmada oldukça baskın olduğu belirlenmiştir.

(4)

ABSTRACT

Questions such as what type of network relations organizations establish with the others and how they locate themselves within the structure for their own benefit are subject to arguments in organization theory. Contrary to Granovetter’s (1973) opinion that supports weak ties of limited commercial interactions would create benefits, according to Bordieu (1983), Coleman (1988) and Podolny (2001) it is the strong ties that provide benefits for the organizations. On the other hand, Burt (1992) emphasizes the brokerage roles of the organizations for providing relations between the irrelevant parties being more important than the type of the network relations. But, network and embeddedness studies which focus on network relations ignore possible effects of institutional context on networks. For this reason, this study aims to search the relation between interorganizational networks and macroinstitutional context. For this purpose Whitley’s (1992, 1994 and 1999) “National Business Systems” approach has been used that emphasizes formation of different business organizations are due to the roles of major institutions such as the state and financial system in an economy. It was asserted that the ratio of strong ties compared to the weak ties, are expected to be higher for the organizations that emerge in a context where state intervention to the economy is high, and ratio of weak ties would be higher for the organizations that emerge in a context where degree of state intervention is low. It has also been mentioned that a similar difference is valid for the brokerage roles. The research conducted on two organizations established before 1980 and after 1980 where a significant difference exists in terms of state intervention to the economy in Turkey. Two firms were chosen from the durable home appliances sector. Their interorganizational network connections were determined and classified using network research methodologies. The research results supported the main idea and purpose of this study. After the comparison it was found that the ratio of strong ties of the firm established before 1980 being higher than the firm established after 1980. It was found that the ratio of weak ties of the firm established after 1980 being significantly higher than the firm established before 1980. The internal brokerage roles which strengthen in group cohesion was found higher in the firm established before 1980, the external brokerage roles which provide organizations connections with the other actors in the external environment was found higher in the firm established after 1980’s.

(5)

İÇİNDEKİLER

TEŞEKKÜR...I ÖZET ...II ABSTRACT ...III TABLOLAR LİSTESİ ...VI ŞEKİLLER LİSTESİ ...VII

GİRİŞ...1

BÖLÜM I. SOSYAL İLİŞKİLERİN EKONOMİK EYLEM VE ÖRGÜTLER ÜZERİNDEKİ ETKİSİ...5

1.1. Sosyal Yerleşiklik Tartışması...5

1.2. Sosyal Sermaye Kavramı...14

1.3. Sosyal Sermaye Tartışması: Güven, Güçlü Bağlar, Zayıf Bağlar ve Yapısal Boşluklar...24

BÖLÜM II. KURUMSAL KURAM, ÖRGÜTLER ARASI AĞ DÜZENEKLERİ VE MAKRO KURUMSAL BAKIŞ AÇISI ...39

2.1. Kurumsallaşma ve Örgütler Arası Ağ İlişkileri...39

2.2. Ağ Düzeneği Analizi ve Örgütler Arası Etkileşim...48

2.3. Makrokurumsal Yaklaşım Çerçevesinde Örgütler Arası Ağ Düzenekleri ve Sosyal Sermaye Tartışması ...58

BÖLÜM III. TÜRKİYE’DE DEVLET İLE PİYASA İLİŞKİSİNİN EVRİMİ VE SOSYAL SERMAYE İLE İLGİLİ FARKLI GÖRÜŞLER ...68

3.1. Türkiye’de 1980 Öncesi ve 1980 Sonrası Dönem Arasındaki Bağlamsal Farklılıklar ve Makrokurumsal Değişim ...68

3.2. Sosyal Sermaye Tartışması Çerçevesinde Türkiye’de Örgütler Arası Ağ İlişkileri..75

BÖLÜM IV. TÜRKİYE’DE DAYANIKLI EV ALETLERİ SEKTÖRÜ...79

4.1. Türkiye’de Dayanıklı Ev Aletleri Sektörünün Gelişimi...79

4.2. 1980 Sonrası Durum ve Sektörde Değişimi Tetikleyen Gelişmeler...87

4.3. Dayanıklı Ev Aletleri Sektöründe Faaliyet Gösteren Firmalar ...94

BÖLÜM V. KURAMSAL ÇERÇEVE: DAYANIKLI EV ALETLERİ SEKTÖRÜNDE AĞ DÜZENEĞİ YAPILANMASI ...98

BÖLÜM VI. YÖNTEM VE ANALİZ ...106

(6)

6.2. Ağ Düzeneği Ölçüm Yöntemleri...108

6.3. Veri Toplama...114

6.4. Veri Girişi, Ağ Verilerinin Sınıflanması ve Test Yöntemi...117

6.5. Analiz ...122

BÖLÜM VII. SONUÇ ...131

KAYNAKÇA...137

EKLER ...147

Ek 1-Arçelik’in Ağ İlişkilerinin Gerekçeleri ve Sınıflandırmaları...147

Ek 2- Vestel’in Ağ İlişkilerinin Gerekçeleri ve Sınıflandırmaları ...152

(7)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1. 1950 – 1984 Tarihleri Arasında Türkiye’nin Üretimde İthalata Bağımlılığı...70

Tablo 2. Firmaların Kuruluş Yılı İtibariyle Girişimcilerin Mesleki Geçmişleri ...72

Tablo 3. Bazı Dönemler İçerisinde Türk İmalat Sanayisinde Özel Sektörün Payı ...73

Tablo 4. 1970 – 1984 Arası İhracat İthalat Oranları...74

Tablo 5. 1980–1990 Yılları Arasında Türkiye’de Doğrudan Yabancı Yatırımlar ...75

Tablo 6. Bazı Ülkelere Ait Güven Düzeyleri ...77

Tablo 7. Arçelik Ürünlerinin Bazı Yıllara Göre Satış Rakamları ...82

Tablo 8. Farklı Ev Aletlerinde Profilo ve Arçelik’in Pazar Paylarının Evrimi ...83

Tablo 9. Bazı Firmaların Dayanıklı Ev Aletleri Sektörüne Giriş Yılları ve Ürünleri ...96

Tablo 10. 1980 Öncesi ve Sonrası Dönemde Bayi Ağına Sahip Beyaz Eşya İmalatçısı Firmalar ve Sektördeki Diğer Önemli Öğeler ... 107

Tablo 11. Matris Yöntemi ile Veri Girişi Örneği ...109

Tablo 12. İlişkiler İçin Kullanılan Sosyal Ağ Düzeneği Ölçümleri ...112

Tablo 13. Aktörler İçin Kullanılan Sosyal Ağ Düzeneği Ölçümleri ...113

Tablo 14. Ağ Düzeneklerinin Tanımlanması İçin Kullanılan Sosyal Ağ Düzeneği Ölçümleri...114

Tablo 15. Ağ Düzeneğindeki İlişki Biçimlerinin Nitelik Bakımından Sınıflandırılması..120

Tablo 16. Ağ Düzeneğine İlişkin Temel Tanımlamalar ...124

Tablo 17. Her İki Firmanın Ortak Ağ İlişkileri ...124

Tablo 18. Araştırılan Yöneticiler ve Firmaların Ağ Bağlantılarının Sayıları...125

Tablo 19. İç Derece Ölçümleri ...125

Tablo 20. Prestij / Sosyometrik Statü Ölçümleri...125

Tablo 21. Merkezilik Ölçümleri ...125

Tablo 22. Ağ İlişkilerinin ve Aracılık Rollerinin Sınıflanması ...126

Tablo 23. Arçelik ve Vestel Firmalarının Güçlü Bağlarının Oranları...127

(8)

ŞEKİLLER LİSTESİ

Şekil 1. Zayıf Bağlar ve Yapısal Boşluklar ...30

Şekil 2. Girişimcilik ve Yapısal Boşluklar ...33

Şekil 3. Arçelik’in İlk Ürünlerinin Kamuoyuna Duyurulması...82

Şekil 4. Birinci Arçelik Bayileri Toplantısı, Hilton Oteli 1966...85

Şekil 5. Arçelik Şirketinin Mevcut Ortaklık Yapısı ...86

Şekil 6. Ahmet Nazif Zorlu’nun İfadeleriyle Zorlu Holding ...88

Şekil 7. VESTEL ile BSH’ nin Mevcut Ortaklık Yapısı...91

Şekil 8. Dayanıklı Ev Aletleri Sektöründe Alternatif Örgütlenme Biçimleri...92

Şekil 9. Örnek Matrisden Elde Edilen Ağ Düzeneği Grafiği ...110

Şekil 10. Ağırlıklandırımış Örnek Matris ve Ağ Düzeneği Grafiği ...111

Şekil 11. AGNA Programına Girilen Ağ Düzeneği Verileri...118

Şekil 12. Matrise Araştırma Verilerinin Giriş Yöntemi ...119

(9)

GİRİŞ

Doğaya ilişkin bir çok sırrın insanın ussallığına karşı yenik düştüğüne yönelik genel bir inancın egemen olmaya başladığı bir çağda, üç yüzyıl önce Newton ile başlayan bir yolculuğun yarattığı yapay dünya sorgulanmaktadır. Çevredeki nesnelerin özelliklerine göre sınıflanması, gruplanması, niceliksel olarak tanımlanması ve geometri aracılığı ile ölçümü kolay şekillere indirgenerek zihnin anlamlandırabileceği hale dönüştürülmesi; gerçek ile yapay olanın arasındaki sınırların belirsizleşmesine neden olmuştur. Simon’ a (1996) göre, günümüzde yaşadığımız dünya daha çok insan yapımıdır, çevredeki bir çok öğe insanlar tarafından kavramsallaştırılmış ve simgeleştirilmiş olduğu için vardır. Ancak, gerçek olan ile insanın gerçek olarak kabul ettikleri arasında bir uyum olup olmadığı, üzerinde tartışılması gereken bir konudur. İnsan, doğanın kurallarını belirleme ve değişik araçlar geliştirerek doğayı kendi yararı doğrultusunda yönetme eğilimi gösterdiği son bir kaç yüzyıl içerisinde üretim ilişkilerinde ve sosyal örgütlenme biçimlerinde köklü değişimlere neden olan teknolojik devrimler gerçekleştirmiştir. Üretimde büyük miktarlarda artışa neden olan yöntemlerin bulunmasıyla çok sayıda kişinin bir araya getirilerek sosyal yaşamlarının, tüketim biçimlerinin ve işlerinin örgütlenmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu noktada, gerçek olduğu varsayılan ile gerçek olan arasındaki uçurum daha da genişlemiş ve insanın doğayı denetim altına almasını sağlayan araçlar ile yöntemlerin mimarı olan kurallar, etkileşimlerden uzak sosyal dünyayı inşa etmeye başlamıştır. Bu sosyal mimari eserini oluşturan parçaların, yapının giderek artan üretim ve tüketim ihtiyacını karşılayabilmesi için, büyük bir ussallıkla kendileri için tanımlanmış görevleri yerine getirmeleri beklenmiştir. Ancak, bu proje patlak veren büyük ekonomik krizler, toplumsal bunalımlar ve savaşlar ile büyük darbeler almıştır. Buradaki sorun, parçaların öngörülen ussallıkta davranış göstermemelerinden kaynaklanmamaktadır. Sorun, gerçek olanı yöneten kurallar ile yapay olanı yöneten kurallar arasında olan büyük farklılıktır. Üç yüzyıl önce doğanın kuralları belirlenirken ölçüm ve anlamlandırma zorluklarına neden olacağından, elemanlar arası etkileşimden oluşan karmaşık ilişkiler dikkate alınmamıştır. Bütünü oluşturan her bir parçanın etkisi bilinmeli ve buna göre bütünün ne yönde davranış göstereceği belirlenmelidir. Etkileşimler ise, parçaların tahmin edilenden çok daha farklı davranışlar göstermesine neden olarak yapının bütününde tahmini güç etkiler yaratabilir. Oysa, etkileşimlerden uzak bir dünyada bütünün ölçülmesi, anlaşılabilmesi ve yönetilmesi çok daha kolaydır. Doğa bilimlerinde olduğu kadar,

(10)

toplumsal çalışma alanlarında da egemen olan bu yaklaşım, bizlerin insan müdahalesi ile oluşturulmuşun dışında tamamen farklı kurallar ya da kuralsızlık üzerine işleyen bir dünya olabileceği olasılığını görmememizi engellemektedir.

Ekonomiler içerisindeki aktörler ve onların eylemlerinin açıklanmasında da benzer bir anlayış egemen olmuştur. Buradaki varsayıma göre, aktörler birbirlerinden bağımsız hareket eden ve oyunun kurallarına uygun davranan varlıklardır. Aktörlerin ussal davranmalarını sağlayacak doğru bilgiye erişim her zaman olanaklı olduğundan, bunların ortaya çıkan durumlar karşısında nasıl tepkide bulunacakları belirlenebilir ve bütünün davranışı da parçaların toplanması yoluyla tahmin edilebilir. Aktörler arasındaki etkileşim, ussal davranış gösterilmesini engelleyen ve genel anlamda piyasanın verimsiz işlemesini sağlayan bir öğedir. Bu nedenle, ekonomik eylem etkileşimsel dünyadan bağımsız bir biçimde ele alınmalıdır. Bu düşünceler olgunlaştırılırken, modernleşme öncesi dönemde taraflar arasındaki yoğun sosyal etkileşimlerin yönlendirdiği ekonomik eylemin nasıl olup da iki yüzyıllık süreç içinde bu kadar değiştiği sorusunun üzerinde fazla durulmamıştır. Bu soruya, sanayileşmiş toplumlardaki sosyal örgütlenme biçimlerinin aktörler arasına uzak mesafeler koyduğundan, sosyal etkileşimlerin kaybolduğuna yönelik bir açıklama getirilmektedir. Bazı yazarlar (Granovetter, 1973, 1985; Burt, 1992, Uzzi, 1992), günümüz uygarlığını inşa etmiş bu görüşün karşısında durarak, sosyal ilişkilerin ekonomik eylem üzerindeki etkisinin halen daha varlığını sürdürdüğünü ileri sürmüşlerdir. Ekonomilerin aktörler arasındaki ilişkilerden etkilendiği fikri; beraberinde aktörlerin ilişkilerini kendilerine fayda yaratmak için nasıl kullandıkları, ilişkilerin ekonomik eylemi nasıl etkilediği ve bu etkileşimsel yapı içerisinde değişimin nasıl gerçekleştiği gibi soruları da getirmiştir. Bu sorulara cevap bulunabilmesi amacıyla bizzat bu görüşü ortaya atan yazarlar (Granovetter, 1973, 1985; Burt, 1992, Uzzi, 1992) tarafından geleneksel araştırma yöntemlerinden farklılaşan ağ düzeneği araştırmaları gerçekleştirilmiştir. Modern hayatın ve ekonominin önemli öğeleri olan örgütler ve onların kendi aralarındaki ilişkilerin açıklanması, bu hareket içerisinde oldukça önem kazanmıştır. Bu konuya getirilen farklı açıklamalar, veri toplama zorlukları ve ölçüm belirsizlikleri nedenleriyle örgütlerin ağ ilişkilerinden nasıl fayda sağladığı, makro ekonomik bağlamla örgütsel ağ düzenekleri arasında nasıl bir ilişki olduğu gibi sorulara henüz doyurucu cevaplar bulunamamıştır. Bu hareketin ivme kazanması aşamasında, örgütlerle en fazla ilişkili olan örgüt kuramı alanında örgütler arası ağ düzeneği araştırmalarının sayılarının artması, bu sorulara

(11)

etkileyici açıklamalar getirebilir ve alanın önemini arttırabilir. Bu düşünceler içerisinde olgunlaştırılan bu çalışma, örgütler ve onların aralarındaki ağ ilişkilerini mevcut yazın çerçevesinde inceleyerek, söz konusu sorulara görgül açıklamalar getirmeyi amaçlamıştır.

Çalışmada ele alınan temel soru, belirli bir yapı içerisinde örgütler için fayda sağlayan ilişkilerin niteliğinin ne olduğudur. Sosyal yerleşiklik tartışması, örgütlerin diğerleriyle olan ilişkilerinden oluşan bir yapı içerisinde bulunduğunu ve bu ilişkileri kendilerine fayda yaratmak amacıyla kullanabileceği yönündeki düşüncelerin gelişmesini sağlamıştır. Bu noktada, ağ ilişkilerinden elde edilebilecek mevcut ve muhtemel kaynakları tanımlayan sosyal sermaye kavramı (Bueno ve diğerleri, 2004:557), örgüt araştırmalarına farklı bir anlam kazandırmıştır. Ancak, sosyal sermaye alanında ne tür bir ağ yapılanmasının aktörler için fayda yaratacağı konusunda tartışmalar yaşanmaktadır. Granovetter (1973), çoğunlukla ticari nitelikli olan ve sosyal bağlantıya gerek kalmadan gerçekleşen zayıf bağların, yapıyı kapalılıktan kurtararak aktörlere bilgi akışını sağladığını ifade etmektedir. Bordieu (1983), Coleman (1988) ve Podolny (2001), taraflar arasındaki güvene dayalı güçlü bağların detaylı bilgilerin aktarımını sağlayarak taraflara fayda yarattığını ileri sürmektedirler. Burt (1992), yapı içerisinde birbiriyle bağlantısı olmayan taraflar arasında köprü kuran aracılık rollerinin aktörlere yapıdaki bilgi akışını kontrol etme yönünde avantaj kazandırdığını ve aracılığın ağ ilişkilerinin niteliğinden daha öncelikli olduğunu vurgulamaktadır. Bu tartışmalar, aktörün ilişkilerinin niteliği ve yapı içerisindeki konumu çerçevesinde gelişirken, kurumsal bağlamın örgütler üzerinde yaratabileceği etkiler dikkate alınmamıştır. Çalışma, örgütlerin kendilerine fayda yaratmak için diğerleriyle oluşturdukları ağ yapılarının, bağlamın özellikleriyle uyumlu olması gerektiği fikrinden hareket ederek söz konusu ilişkiyi görgül olarak araştırmayı hedeflemiştir. İlişkiyi desteklemek için, makrokurumsal yaklaşımlardan devletin ekonomilerde üstlendiği role göre farklı iş örgütlenmelerinin oluşacağını ileri süren Whitley’in (1992) “Ulusal İş Sistemleri” yaklaşımından faydalanılmıştır. Türkiye ekonomisinde 1980 öncesinde ve 1980 sonrasındaki dönemlerde devletin üstlendiği rol farklıdır. Söz konusu bağlamsal farklılığın bu dönemler içerisinde doğan örgütlerin ağ ilişkilerini de etkilediği düşünülmektedir. Araştırma alanı olarak seçilen dayanıklı ev aletleri sektöründe devlete bağımlı ve ithal ikameci bir anlayışın hakim olduğu 1980 öncesinde kurulan bir firma ile liberalleşme çabalarının yoğunlaştığı ve ülke ekonomisinin dış etkilere maruz kaldığı 1980 sonrasında kurulan başka bir firmanın ağ düzenekleri

(12)

birbirleriyle karşılaştırılmıştır. Çalışma sonuçlarının makrokurumsal bağlam ile örgütlerin ağ yapılanmaları arasındaki ilişkiyi ortaya çıkararak, tartışmalara farklı yaklaşım kazandırması beklenmektedir.

Tez çalışmasının birinci bölümünde yerleşiklik tartışması ele alınmakta ve sosyal yerleşiklik fikri örgüt araştırmaları açısından değerlendirilmektedir. Ayrıca, sosyal sermaye kavramı ve bu kavrama ilişkin farklı görüşler de birinci bölümde verilmektedir. İkinci bölümde, birinci bölümdeki tartışmaya kurumsal kuramın temel önermelerinden yola çıkarak açıklama getirilmektedir. Bu bölümde örgütsel ağ düzenekleri ve kurumsal kuram arasındaki ortak noktalar üzerinde durulmaktadır. Konuya daha geniş bir bakış açısı kazandırmak amacıyla, makrokurumsal yaklaşım ve örgütler arası ağ düzenekleri bir arada ele alınmaktadır. Üçüncü bölümde Türkiye’deki ekonomik değişim ve sosyal sermayeye ilişkin farklı görüşler bulunmaktadır. 1980 öncesi ve sonrasında ekonomi politikaları bakımından ülkedeki değişimler vurgulanmaktadır. Dördüncü bölüm, yerleşiklik iddiasının ilginç örneklerini barındıran dayanıklı ev aletleri sektörü hakkındadır. Bu bölümde ülkedeki yerli imalat sektörünün gelişimi, sektörde etkin olan firmaların geçmişleri ile ilgili bilgiler, bayilik örgütlenmesinin oluşumu gibi tanıtıcı bilgilerin yanı sıra, sektördeki 1980 öncesi ve sonrasındaki duruma değinilmektedir. Ayrıca, kurumsallaşma ile örgütsel ağ ilişkileri arasındaki bağlantılar, dayanıklı ev aletleri sektöründeki örnekler çerçevesinde tartışılmaktadır. Beşinci bölümde, önceki bölümlerde gerçekleştirilen yazın taramasından ve dayanıklı ev aletleri sektörü örneğinden faydalanılarak bağlam ile örgütler arası ağ düzenekleri arasındaki ilişkiye yönelik kuramsal bir yaklaşım geliştirilmektedir. Beşinci bölümde yöntem olarak benimsenen ağ düzeneği analizi yöntemine ilişkin detaylı bilgiler ve araştırmanın örneklem seçimi, veri toplama, veri analiz biçimi gibi aşamaları tartışılmaktadır. Beşinci bölümde yöntemle ilgili detaylı bilgiler verildikten sonra, çalışmanın bulguları ve analizlere yer verilmiştir. Altıncı ve son bölümde bulgular örgüt araştırmaları ve sosyal sermaye tartışması çerçevesinde yorumlanmıştır. Bu bölümde gelecekte gerçekleştirilecek diğer araştırmalara yönelik öneriler geliştirilmiştir.

(13)

BÖLÜM I. SOSYAL İLİŞKİLERİN EKONOMİK EYLEM VE ÖRGÜTLER ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

1.1. Sosyal Yerleşiklik Tartışması

Sosyal yerleşiklik iddiasının, sosyal olguları ekonomik eylemlerden dışlayan klasik ve neoklasik modellerin temel varsayımlarına yönelik eleştirel bir yaklaşım olarak ortaya çıktığını ve ekonomik sorunların açıklanmasında bilimcilerin dikkatlerini egemen paradigmadan farklı alanlara odaklanmasını sağladığı ifade edilebilir. Kalıcı bilgi edinme sorunların yokluğunda kar arttırıcı, durağan ve belirli tercihler doğrultusunda hareket eden “ussal aktör” varsayımı neoklasik ekonominin temelini oluşturur (Rodrigues, 2004:190). Yerleşiklik yaklaşımı, “ussal aktör” modelinin ne ölçüde geçerli olabileceğini sorgulamıştır. Beckert (2003: 769), klasik ve neoklasik ekonominin temelini oluşturan ussal eylem modelindeki aktörün (homoeconomicus) bütün bilgilerin ulaşılabilir, diğer aktörlerden bağımsız olarak karar verilebilen, şeffaf ve sabit tercihlerin olduğu bir dünyada yaşadığını; sosyologlara göre gerçek dünyadaki ekonomik kararların bu modele uymadığını belirtmektedir. Simon (1996:38), bir ekonomik aktör için ussal davranmanın ne ölçüde mümkün olacağını “sınırlı ussallık” yaklaşımı ile sorgulamış ve gerçek ekonomik sistemlerdeki dinamiklerle ilgili açıklamaların, aktörlerin nasıl ussal davrandıklarına yönelik edinilmiş görgül bilgi bulunmamasından dolayı tümüyle hatalı olduğunu ileri sürmüştür. Bu anlayış, ekonomik eylemi şekillendiren aktörleri birbirlerinden soyutlayarak bütünü parçalara ayrılarak ölçülebilmesini ve analiz edilebilmesini kolaylaştırmaktadır. Ancak, aktörler arası etkileşimlerin yaratabileceği sonuçları göz ardı ederek, daha çok ussal davranış modelini toplumu dönüştürme ya da ussallık şablonuna oturtma işlevini de yerine getirdiği düşünülebilir. Rodrigues’e (2004:190) göre, bireyselciliğin ve tercihlerin şekillendirdiği bu sosyallikten uzak anlayış; ekonomi bilimini yoksullaştırmakta, mevcut ekonomik sorunlar ile ilişkililiğini azaltmakta ve bu durum en katı gruplarda bile tartışma konusu haline gelmektedir. Ussal aktör modeline getirilen en önemli eleştirilerden birisi de aktörlerin sadece bireysel çıkarların tetiklediği güdülerle hareket etmediği, aynı zamanda kararlarında başka güdülerden de oluşan bir karmanın rol oynayabileceğidir (Beckert, 2003:771). Pfeffer ve Salancik (1978), ussallıktan başka faktörlerin de verilecek kararlarda etkili olabileceğini, örgütlerin etkililiğinin faaliyetleri ile ilişkili olan değişik ilgi

(14)

gruplarının taleplerini ne ölçüde karşıladığı ile bağlantılı olduğunu öne süren “kaynak bağımlılığı” yaklaşımı ile vurgulamaktadır.

Piyasalarda sosyal ilişkilerin varlığı gibi bir durum, klasik ve neoklasik modellerin kahramanı olan aktörün ussal karar vermesini engellemektedir. Krippner ve diğerleri (2004:119), sosyal ilişkilerin olduğu bir piyasanın varlığını kavramsallaştırmanın zor olduğunu ve bunun nedeninin ekonomistlere göre herhangi bir türde olan sosyal ilişkilerin piyasalarda oluşmasının sorunlu rekabet yapısının varlığını gösterdiğini belirtmektedirler. Klasik ve neoklasik ekonomi anlayışında rekabetçi piyasalarda üretici ya da tüketicinin toplam arz ya da talebi, fiyatı ya da ticaretle ilgili diğer öğeleri etkilemesi gibi bir durum söz konusu değildir (Granovetter, 1985:483). Birbirleriyle sosyal etkileşim içerisinde olan aktörler; işbirliği içerisine girerek piyasaya diğerlerinin girişini engelleyebilir, arzı ve talebi denetim altına alabilir ya da tekelci bir yapı oluşturabilirler. Bu nedenle klasik ve neoklasik ekonomide aktörlerin birbirleri arasında sosyal ilişkilere sahip olmaları durumu, piyasanın rekabetçiliğini azaltan bir engel oluşturmaktadır (Granovetter, 1985:484). Piyasalar ideal biçimiyle aktörlerin birbirleriyle herhangi bir sosyal bağlantıya ya da ilişki kurmalarına gerek kalmadan tam bilgiye sahip alıcılar ve satıcıların hareketleriyle şekillenmektedir (Granovetter, 1985:484). Ussal hareket edebilmek için tam bilgiye erişimin gerçekten olanaklı olup olmadığı sorusu ise, temel varsayımın bir başka sorunlu yönüne işaret etmektedir. Taraflarla etkileşim içerisine girmeden tam anlamıyla bilgiye ulaşımın mümkün olabileceği bir sistemin gerçek dünyadaki varlığı tartışmalı olabilir. Beckert’e (2003: 768) göre ussal karar modelinden ayrılmayı gerektiren asıl sorun; karar durumlarının belirsizliği nedeniyle kararlarının sonuçları konusunda tam anlamıyla bilgi sahibi olmayan aktörlerin ne derece ussal olan bir karara varabilecekleri yönündeki sosyolojik sorudur. Ussal aktör modelinin sorunlu yönlerine ilişkin yapılan tüm eleştiriler ve açıklamaların, ekonomik eylemin şimdiye kadar olduğundan daha farklı bir biçimde ele alınması gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Yerleşiklik kavramı Karl Polanyi’ye kadar uzanmaktadır ve Mark Granovetter (1985) tarafından yeniden ele alınmasından sonra yeni ekonomik sosyolojinin temel kavramı haline gelmiştir. Polanyi’ye (1992) göre, insanı motive eden öğeler ve davranışlar için nedenler son derece karmaşık, zaman içerisinde değişebilen ve bireye özgü maddeci çıkarlara indirgenemeyecek niteliktedir (Rodrigues, 2004:191):

(15)

“Yakın zamanda gerçekleştirilen tarihsel ve antropolojik araştırmalar sonucunda elde edilen en çarpıcı bulgu; insanoğlunun ekonomik hayatının süregelen sosyal ilişkilerinin içerisinde olduğudur. İnsan, kendi kişisel çıkarlarıyla ilişkili olan maddi öğeleri koruma yönünde hareket etmez; topluluk içerisindeki kendi sosyal duruşunu, sosyal iddialarını ve sosyal varlıklarını koruma yönünde harekete geçer.”

Sosyolojinin bir çok alt çalışma alanlarından birisi olan ekonomik sosyoloji neredeyse tamamen yerleşiklik fikri üzerine temellenmiştir (Krippner ve diğerleri, 2004:110). Swedberg ve Granovetter (1992:6), ekonomik sosyolojideki ana geleneğin Weber, Marx ve Durkheim’ın çalışmalarına dayandığını; bu alanda geliştirilen kuramsal ve görgül çalışmaların üç temel önermeyle ilişkili olduğunu ifade etmektedirler:

1) Ekonomik eylem sosyal eylemin bir türüdür. 2) Ekonomik eylem sosyal olarak yapılanmıştır. 3) Ekonomik kurumlar sosyal oluşumlardır.

Klasik sosyoloji fiyatların sosyal tabakalaşma üzerinde oluşturduğu etkiyi incelerken, modern sosyoloji sosyal ilişkilerin değiş-tokuşlarla ilgili belirsizliği nasıl azaltarak fiyatları etkilediği üzerinde durmuştur (Uzzi ve Lancaster, 2004: 319). Yerleşiklik, ekonomik bağlamlardaki kararların sosyal, kültürel, politik ve bilişsel olarak yapılanmasıyla ilgilenmiştir (Beckert, 2003:769). Yerleşiklik yaklaşımı, aktörün kendisini çevreleyen sosyal hayatla olan kopmaz bağını vurgulamaktadır (Beckert, 2003:769). Aktörler arasında sosyal ilişkilerin kurulması bireyselciliği kısıtlayarak sosyal yerleşikliği güçlendirmesine rağmen, sanayi devrimi sırasında yaşanan büyük dönüşümün bu durumu tersine çevirdiği ve bir çok sosyal ilişkinin kol mesafesindeki değiş-tokuş ilişkileri ile tanımlanmaya başladığı iddia edilmektedir (Whiteman ve Cooper, 2003: 1267). Sanayi devrimi ve modernlik projesinin bir yüzyıllık serüveni, insanın var oluşundan bu yana geçen yüz binlerce yıl ile kıyaslandığında, Batı tarzı faydacı ve bireyci anlayış ile şekillenen günümüz modern toplumlarındaki bireylerin bu sosyal inşa anlayışının etkisine girerek kendilerini sosyal ilişkilerden soyutlamış olabileceği konusu yeniden ele alınmalıdır. Polanyi (1944), aktörlerin yakın sosyal ilişki kurma gerekliliklerinin sanayileşme öncesindeki ekonomilerdeki varlığına dikkat çekerek yerleşikliğin geleneksel toplumlardaki önemini vurgulamaktadır (Whiteman ve Cooper, 2003: 1266-1267). Granovetter (1985, 1992), yerleşikliği daha genel bir çerçevede ele alarak, sosyal ilişkilerin ekonomik eylemler

(16)

üzerindeki etkisinin modernlik akımı ile hiç değişmediğini ya da az değiştiğini savunmaktadır.

Granovetter (1992) ekonomik eylemin, tüm diğer eylemler gibi, sosyal olarak yapılandığını ve bunların kişisel güdülerden bağımsız açıklanmasının mümkün olmadığını ifade etmektedir. Ekonomideki mübadeleleri ve pazarların oluşumunu insan fırsatçılığı üzerine temellenmiş bir biçimde açıklayan yaklaşımlar, güvene dayalı sosyal ilişkilerin yaratabileceği doğrudan etkileri dışlamaktadırlar (Nahapiet ve Ghosal, 1998:242). Granovetter (1985), aktörlerin toplumsal bağlamdan bağımsız olan varlıklar gibi davranamayacaklarını ifade ederek, gerçekleşen ekonomik faaliyetlerde sosyal ilişkilerin etki yaratabileceğini vurgulamıştır. Whiteman ve Cooper (2003: 1267) sosyal yerleşikliğin bir ticari ilişkinin (değiş-tokuş) sonucu olmadığını, yerleşikliğin daha önceden var olduğunu ve ticari ilişkiyi şekillendirdiğini belirtmektedirler. Sosyal ilişkilerin piyasalarda gerçekleştirilen işlemler üzerinde önemli rol oynayabileceğine işaret eden yerleşiklik tartışması; arz, talep, rekabet, piyasa dengesi ile fiyatın oluşumu gibi kavramların “ussal aktör” modelinden farklı olan ve aktörler arası etkileşimler üzerine temellenmiş yaklaşımlar ile açıklanabileceğini göstermiştir. Örneğin, Uzzi (1999: 481) finans kuramında pozitif net ekonomik mevcut değeri olan bir firmanın uygun koşullarda kredi temin etme avantajı olduğunu ifade etmektedir. Sosyoloji kuramında bu iddiaya tamamen karşı çıkılmamasına rağmen, gerçekleştirilen banka işlemlerinin sosyal ilişkilerde yerleşik olacağı ve krediye erişim olanakları ile kredi maliyetlerini finans kuramında öngörülmeyen bir biçimde şekillendirilebileceği belirtilmektedir (Uzzi, 1999: 481). Sosyologlar, yerleşiklik tartışmasını örgüt düzeyindeki analizlere taşıdıklarında; sosyal yapıların fiyatların sabitleştirilmesi, küçük firmaların yok olması ve üretimle ilgili kurulum standartlarına ilişkin bilgilerin dolaşımı gibi farklı ekonomik çıktılar üzerinde de etkili olduğunu göstermişlerdir (Rao, Davis ve Ward; 2000: 268). Dequech (2003: 462), ilgili yazında ekonomik eylemin yerleşikliğinin dört farklı biçiminin tanımlandığını ifade etmektedir:

1) Bilişsel Yerleşiklik: Ekonomik ussallığın zihinsel süreçlerdeki yapılandırılmış

düzenlilikten dolayı kısıtlanması anlamına gelmektedir. Bu yaklaşım, bireylerin ve beraber hareket eden aktörlerin sınırlı yeteneklerinden dolayı neoklasik ekonomide tanımlanan ussal davranış modeline uymayacağını vurgular.

(17)

2) Kültürel Yerleşiklik: Paylaşılan ortak anlayışların ekonomik stratejiler ve amaçları

şekillendirmesinde üstlendikleri rolü vurgulamaktadır.

3) Yapısal Yerleşiklik: Ekonomik değiş-tokuş faaliyetlerinin süregelen aktörler arası

ilişkiler desenleri ile beraber kavramsallaştırılması.

4) Politik Yerleşiklik: Ekonomik kurumların ve kararların ekonomik aktörler ile piyasa

dışı kurumların güç mücadeleleri nedeniyle etkilenmesi anlamına gelmektedir.

Granovetter’in yaklaşımı, yukarıda bahsedilen yerleşiklik türleri içerisinden daha çok taraflar arasındaki ilişkilerin ticari faaliyetleri şekillendirmesine odaklanan yapısal yerleşiklikle ilişkilidir. Granovetter’e (1985:504-505) göre, aktörlerin davranışlarının tümü aralarındaki ilişkilerden oluşan ağ düzeneğinde yerleşik olduğundan, tüm piyasa süreçleri sosyolojik analizin çalışma alanının içerisindedir. Dequech (2003: 462), “yapısal yerleşiklik” kavramının Granovetter tarafından sadece yerleşikliğin ilişkisel boyutuna odaklanan kişisel ilişkilerin değil, tüm ilişkilerden oluşan ağ düzeneğinin bir bütün olarak yapısının fark yaratacağını vurgulamak için kullanıldığını belirtmektedir. Uzzi (1996:674), sosyal yapının ekonomik performanstaki artışı nasıl etkilediğinin araştırılmasına dair giderek artan bir ihtiyacın ortaya çıktığını, örgütsel ağ düzeneklerinin piyasa temelli sistemlerden farklı olarak, örgütlerin sosyal biçimlerinin sağladığı yeni türde rekabet avantajları ile ilgili varsayımları ortaya çıkardığını vurgulamaktadır. Gnyawali ve Madhavan (2001: 432), yapısal yerleşiklik yaklaşımının ağ düzeneklerine odaklanan anlayışı ile dış kaynakların rekabetçi davranışı nasıl etkileyeceğinin modellenmesini sağlayabileceğini ifade etmektedirler. Örneğin, ortaklaşa ilişkilerden oluşan bir ağ düzeneği içerisinde önemli bir konum, aktörler için kaynak sağlama avantajına dönüşerek rekabetçi eylemin ortaya çıkma olasılığını arttırabilir (Gnyawali ve Madhavan, 2001: 432). Yerleşiklik iddiası, ekonomik aktörlerin değişkenlik gösteren oranlarda sosyal ilişkiler ile birliktelik temelli ağ düzeneklerinde bulunduğunu varsaymaktadır (Uzzi, 2004: 320). Yerleşiklik tartışması, ekonomik hayatta rol üstlenen ve farklı özelliklerde olan küçük ya da büyük aktörlerin aralarındaki ilişkilerden oluşan karmaşık sosyal ağ düzeneği bağlamında rekabet, fiyat, arz ve talep gibi öğelerin oluşabileceğine dikkat çekmektedir. Granovetter’in yerleşiklik yaklaşımı, sosyal yapının kuralları aracılığı ile tamamen aktörün eylemlerini belirleyeceği kadar katı bir tavır sergilememektedir. Krippner ve diğerleri (2004:110), Grannoveter’in yerleşiklik tartışmasıyla sosyal çıktıların birbirlerinden bağımsız hareket eden yalıtılmış karar vericilerin eylemlerinin toplamı olduğu görüşünü

(18)

savunan neoklasik ekonomi ile Parsons’un bireylerin içselleştirdikleri kurallar ve değerlerin bir sonucu olarak eylemlerinin toplamıyla sosyal çıktıların şekillendiğini savunan görüş arasında bir orta yol bulmaya çalıştığını ifade etmektedir. Mutlak bir biçimde her koşulda ekonomik eylemin sosyal ilişkilerde yerleşik olacağını ifade etmek yanlış olabilir. Yerleşik ilişkilerin miktarı kültürel farklılıklara, kurumsal etkilerin varlığına, piyasanın verimli işleme derecesine, bilginin dolaşımına ya da taraflar arasında sosyal ilişki kurulmasını anlamlı hale getiren bir nedenin varlığı gibi, değişik koşullara bağlı olarak değişebilir.

Uzzi (1996: 674), yerleşiklik kavramının neoklasik modellerin neden başarısız olduğunu açıklamada kullanışlı olduğunu ancak, tam anlamıyla sosyal bağların ekonomik çıktıları nasıl etkilediğini açıklayamadığını ifade etmektedir. Yerleşiklik tartışmasının klasik ve neoklasik ekonomik modellerinin geçerliliğini sorgulaması ve ekonomi ile ilgili sorunların çözümü için farklı bir bakış açısı kazandırmasına rağmen; Beckert (2003: 768), yerleşiklik fikrinin ekonomideki ussal aktör modeline alternatif olabilecek bir eylem kuramı olmadığını vurgulamaktadır. Uzzi (1999: 483), yerleşik ilişkilerin piyasalarda gerçekleştirilen mübadelelerde taraflara fayda sağladığına yönelik gerçekleştirilen kuramsal ve görgül çalışmaların yetersiz olduğunu ifade etmektedir. Bu alanda genel kabul görebilecek kuramsal yaklaşımların üretilebilmesi için, hangi nedenlerin ekonomik aktörler arasında ilişki kurulmasını sağladığının belirlenmesi gerekli olabilir. Granovetter (1985), sosyal ilişkilerin kurumsal düzenlemeler ya da genel ahlaktan bağımsız olarak, sosyal yaşamda güvenin üretilmesinden sorumlu olduğunu ifade ederek, bu soruya kısmen bir açıklama getirmeye çalışmıştır. Buna karşın Uzzi (1999: 483-484), yerleşik ilişkilerdeki karşılıklı güven beklentilerinin suistimal olasılığını da ortaya çıkarabileceğine dikkat çekmektedir. Taraflar arasında kurulan sosyal ilişkilerin taraflardan birisinin göstereceği fırsatçı davranış nedeniyle suistimal edilmesi olasılığı, ekonomik sistemler içerisinde söz konusu sosyal yapıların oluşmasını engelleyebilir. Uzzi (1999: 483-484), bu yöndeki korkuların aynı ağ düzeneği içerisinde olan ve bu birliktelikten fayda sağlayan tarafların fırsatçı davranış göstermeyecekleri beklentilerinden dolayı azalacağını ifade etmektedir.

Bir sosyal ağ düzeneği içerisinde aktörlerin kendilerine fayda sağlamaya yönelik birlikteliğin temeline aykırı olan çıkarcı hareketlerde bulunmasını engelleyen mekanizmaya ilişkin değişik görüşler bulunmaktadır. Lin (2006:554), ağ düzeneği

(19)

içerisindeki aktörlerin göstereceği fırsatçı davranışların, bireysel eylemlerin ortaklaşa beklentilerle uyumlu olması zorunluluğundan dolayı baskı altına alınarak kısıtlanacağını, ortak beklentilere uyumlu olmayan davranışların ise diğerleri tarafından toplu olarak cezalandırılacağını belirtmektedir. Uzzi (1999: 483-484), ticari ilişkilerin aktörler arasındaki sosyal bağlarda yerleşik olmasının; taraflarda söz konusu ilişkilerden dolayı güven beklentilerinin oluşmasına ve iyi bilinen aktörlerle ticari ilişkilere girmenin olumlu sonuçların elde edilmesini sağlayacağına yönelik genel bir inancın doğmasına neden olacağını ifade etmektedir. Söz konusu inancın, ekonomik eylemlerin sosyal ilişkiler içerisinde olan taraflar arasında gerçekleşmesini sağlaması, Uzzi’nin belirttiği suistimal olasılığını arttırabilir. Bir ağ düzeneği içerisindeki aktörler arasında güç mücadelelerinin yaşanması her zaman mümkündür. Belki de yerleşiklik belli bir yoğunluğun düzeyinin üstüne çıktıktan sonra aktörlerin fırsatçı davranma yönündeki eğilimleri artabilecektir. Sosyal kimlik kuramı (White, 1992), ekonomik aktörler arasında bir sosyal ağ düzeneğinin oluşumunu anlamlı kılan ve fırsatçı eylemin ortaya çıkmasını engelleyen farklılığın ne olduğuna dair ilginç açıklamalar getirmektedir. Sosyal kimlik kuramı, sosyal kimliğin grup-içi (bir aktörün içerisinde bulunduğu grup) ve grup dışı (rakip bir grup) kıyaslamaları yoluyla netlik kazandığını, bir aktörün sosyal kimliğinin oluşumu bakımından kendisinin grup içinde olmasının, grup dışında olmasından daha olumlu olacağına inandığını iddia etmektedir (Rao, Davis ve Ward; 2000: 270). Rao, Davis ve Ward (2000: 268) neoklasik modellerin eleştirilmesi için yerleşiklik kavramının kullanışlı olmasına rağmen, somut önermeler geliştirilmesi konusunda yetersiz kaldığını; bu sorunu aşmak için, White’ın (1992) aktörlerin sosyal kimliklerini sosyal ağ düzeneklerinden sağlanan anlamlar yoluyla oluşturdukları ve bu şekilde kimliklerini tehdit eden öğeleri denetim altına alma eylemi gösterdikleri yönündeki önermesinin kullanılabileceğini ifade etmektedirler. Buna göre, ekonomik değer üreten bir birey ya da bir örgüt için sosyal ağ düzeneğinin bir üyesi olmanın anlamı, bu üyelik yoluyla ticari faydalar sağlamanın ya da yetenekler kazanmanın ötesinde, bir kimlik edinme anlamına da gelmektedir. Rao, Davis ve Ward (2000: 170) tıpkı bireyler gibi örgütlerin de belirgin ve ayırt edici özelliklerinin etrafında yapılanan bir kimliklerinin olduğunu; örgütlerin resmi ve resmi olmayan gruplara üyelik yoluyla, ait oldukları endüstriye has özellikleri içselleştirdiklerini belirtmekte ve ilişkide oldukları tarafların örgütlenme biçimlerini taklit ederek sosyal kimliklerini güçlendirdiklerini ileri sürmektedirler. Sosyal kimlik kuramının yerleşiklik tartışmasına getirdiği yaklaşım düşünüldüğünde, Uzzi’nin (1996) ifade ettiği biçimde taraflardan birisinin çıkarcı bir

(20)

davranış içerisine girerek sosyal ilişkileri suistimal etmesi, aynı zamanda gruba aidiyet yoluyla edindiği kimliğini kaybetmesi anlamına da gelebilecektir. Bu nedenle suistimal olasılığı bir sosyal ağ düzeneği içerisinde azalabilecektir.

Aktörleri aralarında sosyal ilişki kurarak bir ağ düzeneği oluşturmaya yönelten nedenlerden birisi de, ağ düzeneğinin dışarısında kalan diğerlerine göre bilgi edinme açısından elde ettikleri avantaj olabilir. Uzzi ve Lanchester (2003), yerleşik ilişkilerin güven ve ikili ilişkilerin sağladığı teminat nedeniyle taraflar arasındaki bilgi akışını arttıran niteliği olduğunu, söz konusu bilgi değişiminin karşılıklı fayda sağladığını belirtmektedirler. Uzzi, (1999: 483) tarafların sahip olduğu özel bilgilerin yerleşik ilişkiler aracılığıyla aktarılarak değer yaratılmasını ve ticari ilişki içerisine giren taraflara yetenekler kazandıracağını ifade etmektedir. Karşılıklı güven temelinde kurulan sosyal ilişkiler, piyasa ilişkileriyle elde edilemeyecek, doğrudan ekonomik değer yaratabilecek teknik ve stratejik bilgilerin aktarılmasını sağlayabilir. Uzzi (2004: 321) ekonomik faaliyetlerin sosyal birlikteliklerde yerleşik olmasının en kritik sonuçlarından birisinin artan düzeydeki güven ve karşılıklı ilişkilerin, tarafları kendi bireysel bilgilerini paylaşma yönünde güdülemesi olduğunu belirtmektedir. Ussallığa dayanan ilişkilerde güven öğesi rol oynamadığından, taraflar birbirlerinin örtük bilgilerini paylaşma yönünde eğilim göstermeyebilirler. Lin (2006:553), örgütlerin neredeyse çoğunun araştırma-geliştirme, ortak çalışma ve ticari dernekler gibi değişik amaçlarla oluşmuş örgütler arası ağ düzeneklerinde yerleşik olduğunu; bu tarz sosyal ya da endüstriyel ağ düzeneklerine aktörlerin katılımında bilgiye zamanında erişim ve diğer aktörlere ulaşım gibi faktörlerin önemli rol oynadığına dikkati çekmektedir. Gulati (1995), gerçekleştirdiği görgül çalışma sonucunda, örgütler arasında oluşan ilişki ağının örgütsel uygulamalar ile ilgili bilginin aktarılmasını sağladığını bulmuştur. Bir faaliyet alanına henüz yeni giren bir örgütün iş süreçlerinin tasarımında diğerlerini taklit ederek biçimsel anlamda meşru ya da başarılı olabilmek için ideal olan yapıyla uyumunu sağlayabilmesi için, öncelikle gerekli olan bilgiye erişmesi zorunludur. Delacroix ve Hayagreeva (1994), diğer örgütleri taklit edebilme imkanının, ilgili bilgiye taklitçilerin ulaşabilmesinin bir fonksiyonu olduğundan söz etmektedir. Bir örgütün başarısının ya da varlığını sürdürebilmesinin diğerlerini biçimsel anlamda taklit etmesine bağlı olduğu bir çevrede, yerleşik ilişkiler aktörler arasında gerçekleşen ticari faaliyetleri şekillendirebilecektir. Baum ve Oliver (1991), 1971 ve 1987 yılları arasında Toronto’daki pediatri hizmeti veren sağlık kurumları üzerinde

(21)

örgütler arası bağlar ile başarısızlık arasındaki ilişkiyi incelemek üzere yaptıkları görgül çalışmada, kurumsal ilişkilerin örgütlerin ölüm oranlarının düşmesinde büyük rolü olduğunu bulmuşlardır. Bilgi edinme gereksinimin bir sosyal ağ düzeneğinin içerisinde yer alma yönünde aktörleri harekete geçiren temel güdüleyicilerden birisi olduğu düşünülebilir. Ayrıca, yerleşik ilişkiler çevresel belirsizliğin arttığı durumlarda doğru eylemin ne olması gerektiğine ilişkin bilgiyi de aktörlere sağlayabilir. Greve (1995: 444-446), karar vericilerin endüstri içerisindeki diğerlerinin eylemlerini izleyerek doğru karar verebilmek için ipuçları aradıklarını ifade etmektedir. Bu durumda, yüksek miktarda yerleşik ilişkilerin olması, ağ düzeneği içerisindeki aktörlerin ortaya çıkan durumlar karşısında sürü anlayışıyla hareket etmelerine neden olabilecektir. Sosyal ağ düzeneğini oluşturan aktörler, karşılaştıkları durumlar karşısında ussal karar vermelerini sağlayacak bilgilerin yetersiz ya da yok olması durumunda ağ ilişkileri kanalından gelen bilgilere göre tepkilerde bulunacaklardır. Böylece, aktörlerin bulundukları ağ düzeneğinden bağımsız karar verme yeteneği kısıtlanacağından, verilecek kararlar ve sonucundaki eylemler üzerinde yerleşik ilişkiler etkili olabilecektir.

Yerleşiklik tartışmasının Granovetter’in (1985) makalesinden sonra farklı bir boyut kazanarak dikkatleri örgütler arası ağ ilişkilerinin üzerine çektiği ifade edilebilir. Örgüt araştırmaları performans için etkili tasarımın ne olması gerektiğinin ötesinde bir boyut kazanarak, dikkatleri makro anlamda ekonomik eylemlerin aktörlerin arasındaki ilişki sonucunda nasıl şekillendiği sorusuna yönelttiği ifade edilebilir. Ayrıca, ekonomik eylemin süregelen sosyal ilişkilerde yerleşik olması fikri; bir örgütün kurulması, varlığını sürdürmesi ve başarılı olması için, öncelikle bir sosyal ağ düzeneğinin üyesi olmasının gerekliliğini vurgulamaktadır. Greve ve Salaf (2003: 2), girişimcilerin sahip oldukları sosyal ilişkilerin yeni bir firmanın kuruluşu ve kendini idame ettirmesi için gerekli olan kaynaklara erişimi kolaylaştırdığını ifade etmektedirler. Neergard ve Madsen (2004: 105-106), ağ düzeneği yapısı ve etkileşimi hakkındaki çalışmaların bulgularının, geniş ağların diğer aktörlerin elinde bulunan değişik kaynaklara ulaşım imkanı tanımasından dolayı bir girişimin büyümesi için önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Bir ağ düzeneğinin üyesi olunması, örgütlerin doğumunda büyük rol oynamasının yanı sıra, ağ düzeneğinde bir örgütün sahip olduğu konumu da başarısının belirleyicisi olabilir. Yerleşik ilişkilerin baskın olduğu bir durumda ortak örgüt biçimlerinin oluşumu ve örgütlerin benzer davranışlarının açıklanmasında, genel anlamda sahip oldukları ağ ilişkilerinin deseninin

(22)

incelenmesi de aydınlatıcı olabilir. Konu, örgütsel değişim açısından ele alındığında ise, örgütlerin ağ ilişkileri zaman içerisinde bir bağlamda gerçekleşen yapısal farklılaşmaların açıklanmasında da kullanılabilir. Özellikle farklı çevresel gerekliliklerin olduğu değişik dönemlerde kurulan örgütlerin ağ ilişkilerinin mevcut yapısının bulundukları dönemin bağlamsal özelliklerini yansıtabileceği düşünülebilir.

Bazı yazarlar (Uzzi, 1996, 1999; Beckert, 2003) yerleşiklik yaklaşımının ekonomi biliminin olumsuz yanlarını açıklamasına rağmen, ussal aktör modelinin yerini alabilecek bir alternatif getirmediğini ve bu alandaki görgül yaklaşımların yetersiz kaldığını belirtmektedirler. Söz konusu eleştiriler, aktörlerin neden birbirleriyle sosyal ilişkiler kurdukları, ağ düzeneği bağlamında gerçekleşen etkileşimlerin ne şekilde ekonomik eylemi etkilediği, ağ ilişkilerinin bir örgütün davranışlarını nasıl şekillendirdiği, sosyal ilişkilerin bir örgüte nasıl ve kimler tarafından kazandırıldığı, bir örgütün ağ düzeneği içerisindeki konumunun ne şekilde bir rekabet avantajına dönüştüğü gibi sorulara kuramsal ve görgül yaklaşımlar ile odaklanılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Sosyal sermaye kavramının ve bu kavrama ilişkin farklı bakış açıları ile ilgili tartışmaların alandaki sorulardan kaynaklanan kuramsal boşluklar ile ölçüm belirsizliklerine kısmen açıklama getirdiği düşünülebilir.

1.2. Sosyal Sermaye Kavramı

Yerleşiklik yaklaşımı, sosyal ilişkilerin ekonomik eylem üzerindeki etkilerini ve ekonomiye ilişkin olguların sosyal bilimlerin araştırma alanına girmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Ekonomik eylemlerin süregelen sosyal ilişkilerde yerleşik olduğu varsayımından hareket edilirse, aktörlerin sahip olacakları ilişkilerin sayısının ve niteliğinin performans açısından olumlu etkiler yaratabileceği sonucuna ulaşılabilir. Sosyal sermaye kavramının, yerleşiklik yaklaşımının kuram ve ölçüm ile ilgili sorunlarına aydınlatıcı bir bakış açısıyla ele alarak somutlaştırdığı ifade edilebilir. Paxton (1999:92), sosyal sermaye kavramının sosyal bilimci olan Bourdieu (1983) ve Coleman (1988) tarafından kullanılmaya başlandıktan sonra popüler hale geldiğini belirtmektedir. Gargiulo ve Benassi (2000: 184) sosyal sermaye kavramına, ilgili yazında farklı tanımlamalar getirilmesine rağmen, genel anlamda en çok kabul gören tanımının, sosyal sermayenin kurumsallaşma düzeyi az ya da çok olan karşılıklı tanınmaya ve aşinalığa dayalı ağ

(23)

ilişkilerinden elde edilen somut ya da somut olmayan kaynaklar bütünü olduğunu belirtmektedirler. Sosyal sermaye kavramına ilişkin farklı yazarlar tarafından yapılmış diğer tanımlamaların çoğunda da benzer ifadelerin kullanıldığı görülmektedir. Örneğin Tsai ve Ghosal (1998:464), kavramı kişisel bağlarda yerleşik olan ve toplumun sosyal örgütlenmesi içerisindeki bireylerin gelişimi için kullanışlı olabilecek ilişkisel kaynakları tanımlamak için kullanılmışlar; Paxton (1999:89), bireylerin ve toplulukların birbirleri ile aralarında olan bağlantılar ve bu bağlantıların niteliği sayesinde kaynak edinmeleri fikri üzerine temellenmiş bir yaklaşım olduğunu vurgulamış; Hazleton ve Kennan (2000:81), gruplar ya da şahıslar arasındaki ilişkinin kişiler ve gruplar için fayda yaratması varsayımı üzerine temellenmiş bir yaklaşım olduğunu; Bueno, Salmador ve Rodriguez (2004:557), bir birey ya da sosyal bir birlik tarafından oluşturulan ilişkiler ağından elde edilebilecek mevcut ve muhtemel kaynaklar anlamına geldiğini; Burt (2005:4), bir aktörün ilişkilerden oluşan bir yapı içerisindeki konumunun sosyal sermaye olarak bilindiğini ve bazı aktörlerin ağ ilişkileri sayesinde diğerlerinden ayrıcalıklı bir konuma nasıl gelebileceğini açıkladığını vurgulamaktadır. Bu tanımlamalara göre, bir örgütün ya da ekonomik hayatta rolü olan bir bireyin, belirli bir sürede edindiği ilişkilerin sayısı, niteliği ve bunların yönetimi; somut anlamda fiziksel kaynaklarda yapılan düzenlemelerden bağımsız olarak, aktörün ya da üyesi olduğu ağ düzeneğinin performansının belirleyicisi olabilir. Bu nedenle, sosyal sermayenin de herhangi bir fiziksel sermaye gibi ele alınması ve ölçülmesi gerekli olabilir.

Seibert, Kramier ve Liden (2001: 220), fiziksel bir sermayenin oluşturulmasının materyallerin üretimi sağlamak için dönüştürülmesine bağlı olduğunu; insan sermayesinin bir kişinin becerileri ile yeteneklerindeki değişimi ifade ettiğini; sosyal sermayenin ise, aktörler arasındaki ilişkilerin araçsal eyleme yol açması durumunda oluştuğunu belirtmektedirler. Burt’e (1992: 9) göre, finansal sermaye (eldeki nakit, bankalardaki fonlar, kredi kaynakları, yatırımlar) ve insan sermayesi (sağlık, akıl, çekicilik,..vs) sosyal sermayeden farklılaşmaktadır; finansal sermaye ve insan sermayesi kısmen ya da bir bütün olarak bir birey ya da birliktelik tarafından sahip olunabilen varlıklardır ve yapılan yatırımlar doğrudan her iki sermaye biçimini de üretim ve rekabet yeteneklerini arttırmayı hedeflemektedir. Sosyal sermaye ise, diğer ikisinden farklı olarak tek başına bir tarafın sahip olmadığı, taraflar arasındaki ilişkinin devamına bağlı olarak karşılıklı edinilen bir varlıktır ve finansal ile insan sermayesini ilişkiler aracılığı ile kara dönüştürmeyi sağlar

(24)

(Burt, 1992: 9). Paxton (1999: 91-92), fiziksel sermaye kavramının, araçlar ya da makinelerin ekonomik üretim yapabilmesini açıklamak için kullanılırken, yeni bir kavram olan sosyal sermaye, sosyal ilişkilerin de (yoğun ağ düzenekleri, normlar ve karşılıklı güven) üretimi kolaylaştırabileceği fikrini düşünce dünyasına soktuktan sonra, araştırmacıların ekonomik olmayan öğelerden elde edilebilecek kazanımlarla ilgili düşünce üretmeye başlamalarına dikkat çekmektedir. Leana ve Buren (1999:539), sosyal sermayenin diğer sermaye biçimlerinden farklı olarak piyasada ticaretinin yapılamayacağını ve elde edilen faydalar ile ilişkilerin zaman içerisinde değiştikçe biçimsel olarak farklılaşan, ilişkiler varlığını yitirdiğinde ise kayıp edilen bir sermaye biçimi olduğunu ifade etmektedirler. Aktörün sahip olduğu ilişkiler ağının kendisine fayda yaratması ya da muhtemel faydaları içerisinde bulundurması düşüncesinin, sosyal sermayenin diğer sermaye biçimleriyle beraber ele alınması gerekliliğini ortaya çıkardığı düşünülebilir. Ancak, farkına varılan bu yeni sermaye biçiminin yerleşiklik tartışmasında da (Granovetter, 1985) belirtildiği üzere, günümüzde insan ilişkileri arasına büyük mesafeler koyan modern kapitalist toplumlarda ne ölçüde geçerli olduğu incelenmelidir.

Rangan, (2000), modern kapitalist toplumlarda bile sosyal ağ düzeneklerinin ekonomik eylemin temel belirleyicisi olduğunu ifade etmektedir. Tarım toplumundan sanayi toplumuna dönüşüm; üretim ve tüketim ilişkilerini, sosyal örgütlenme biçimini temelden değiştirmiştir. Kitle üretiminin yayılmasıyla, insanları bir araya getirerek artan talebi karşılamak için büyük işletmelerde insanların örgütlenmesi ihtiyacı doğmuş ve üretilenlerin pazarlanması için, kırsal alanda birbirleriyle yakın ilişki içerisinde olan bireyleri yabancılara dönüştüren büyük şehirler ortaya çıkmıştır. Bu durumun, insanların modernlik denizinde birbirlerini kaybederek yaşamlarını sürdürebilmeleri için, diğerlerinden bağımsız kendi kararlarını vermelerine neden olduğu düşünülebilir. Bu bakımdan sosyal sermaye kavramının modernleşme projesinin yarattığı temel sosyal örgütlenme biçimi ile tezat oluşturduğu düşünülebilir. Ancak, bazı yazarlar sanayi toplumundan bilgi toplumuna doğru yaşanan ikinci bir dönüşümün bu durumu değiştirerek sosyal sermaye kavramının daha anlamlı bir hale getirdiğini ifade etmektedir. Örneğin, Tymon ve Stumpf (2003: 13) onlarca yıl boyunca sermayenin ve emeğin, serbest piyasa ekonomisinin elde edilmesi ve yönetilmesi zorunlu olan öğeleri olarak görülmesine rağmen, son elli yıl içerisinde hizmet ekonomisinin hızla büyümesinin bir sonucu olarak önemlerini yitirmeye başladığını ifade etmektedirler. Bueno, Salmador ve Rodriguez

(25)

(2004:557), sanayi toplumundan bilgi toplumuna dönüşümün en temel sonuçlarından birisinin somut olmayan varlıklara ve sosyal faaliyetlere olan ihtiyacın somut kaynaklara göre artış göstermesi olduğunu; bu nedenle sosyal sermayenin değişik sermaye biçimleri arasında ön plana çıktığını vurgulamaktadırlar. Modernlik denizinde kaybolan insanlar 2. Dünya Savaşı’ndan sonra birbirleriyle teknolojiyi kullanarak tekrar yakınlaşmanın bir yolunu bulmuşlardır. Sosyal faaliyetler, bilgi temelli ekonomilerde sürdürülebilir rekabet avantajı elde edilmesini sağlayan bilginin paylaşılması, yönetilmesi ve yaratılabilmesinde önemlidir (Bueno, Salmador ve Rodriguez, 2004:557). Ayrıca, modernlik sonrası toplumlarda hizmet sektörünün önem kazanmasının, hizmet sunumunun bir ön koşulu olan aktörler arası iletişimi zorunlu hale getirdiği düşünülebilir. Toplumun örgütlenmesi ve tüketim ile üretim ilişkilerini yeniden değiştiren ikinci bir teknolojik devrimin yaşanması, ülke ekonomilerini etkileyen dinamiklerin açıklanmasında aktörler arası ağ ilişkilerinin ve performansın önemli bir belirleyicisi olarak ortaya çıkan sosyal sermaye kavramının modern iş örgütlerinde araştırılmasının gerekliliğini arttırmaktadır.

Kostova ve Roth (2003:301), sosyal sermayenin en küçük ve en temel sosyal gruplarda, ailede, en büyük gruplarda, bir ülkede ve bunların arasında kalan her türlü grupta yerleşik olabileceğini belirtmektedirler. Sosyal sermayenin, iş hayatı dışında da bireylerin birbirleri arasındaki ilişkilerin kendilerine ya da içinde bulundukları ağ düzeneğine bir bütün olarak hayatlarını kolaylaştırma yönünde fayda yaratacağı üzerine temellenmiş genel açıklama getiren bir kavram olduğu düşünülebilir. Burt (2005:5), sosyal sermayenin güven, normlar ve ağ düzenekleri gibi sosyal örgütlenmenin özelliklerinin ortaklaşa eylemi kolaylaştırarak toplumun verimliliğini arttırması yönünde fayda sağladığını vurgulamaktadır. Kostova ve Roth’da (2003:302), benzer bir ifadeyle sosyal sermayenin; sosyal örgütün ağ düzenekleri, normlar ve güven gibi özelliklerinin, karşılıklı fayda için koordinasyon ve ortaklaşa çalışmayı sağladığını vurgulamaktadırlar. Konu ile ilgili yazına bakıldığında göze çarpan ortak nokta; aktörleri sosyal sermaye edinme ya da arttırma yönünde harekete geçiren temel güdüleyicinin, ilişkinin olmaması durumuyla karşılaştırıldığında, söz konusu tarafların sosyal bağlardan elde etmeyi umdukları kazanç olduğu anlaşılmaktadır. Paxton (1999:89), bu durumu komşuluk metaforunu kullanarak açıklamaya çalışmıştır:

“Örneğin sosyal sermayenin yüksek olduğu bir komşuluk ortamını düşünelim. Bu tarz bir komşuluk ortamında her komşunun birbirleri hakkında bilgisi olmakta,

(26)

birbirleriyle sıklıkla görüşüp konuşmakta ve birbirlerine güvenmektedirler. Böyle bir komşuluk ortamında bir anne çocuklarının muhit içerisinde tek başına dolaşmasına büyük bir rahatlık ve güven hissederek izin verebilecektir. Komşuların birbirlerini tanımadıkları, birbirleriyle konuşmadıkları ya da birbirlerine güvenmedikleri sosyal sermayenin daha düşük olduğu bir komşuluk ortamında ise, anne ya çocuğuyla beraber yürüyecek ya da bunu kendi yerine yapması için birisini tutacaktır”

Paxton’un (1999:89) metaforunda, en basit anlamıyla bir yerleşim yerinde yaşayan bireylerin bile aralarındaki sosyal bağların bir güven ortamını yaratması sonucunda elde edinebilecekleri kazanımlara örnek oluşturmaktadır. Toplumun günlük hayatında önemli bir rol üstlenen ve faydalı etkiler yaratan bireyler arası sosyal etkileşimlerin, ekonomik faaliyetlerde gözden kaçırılması ya da dikkate alınmaması olumsuz sonuçlara yol açabilir.

Gerçekleştirilen araştırmalar ya da analizler, belki de ekonomik eylemin asıl belirleyicisi olan karmaşık sosyal ağ düzeneklerini dışlayarak, sadece “ussal aktör” modelini destekleyen bulgularla ilgileniyor olabilir. Oysa, ekonomik eylemin sosyal ilişkilerde yerleşik olması ve sosyal ilişkilerin bir sermaye biçimi olarak ortaya çıkması, özellikle ülke ekonomilerinde önemli rolü olan örgütlerle ilgili gerçekleştirilecek kuramsal yaklaşımları ve araştırmaların kapsamına ekonomi bilimini de alacak şekilde genişletmesine neden olduğu ifade edilebilir. Bu anlamda, sosyal sermaye örgütlerin diğerleriyle olan ağ ilişkilerinin miktarı ile niteliğine göre, diğerleri ve genel anlamda ekonomi üzerinde etki yaratabilme gücünü gösterebilecektir. Ancak, bir örgüt için sosyal sermayenin kimin tarafından ve ne şekilde kazandırılabileceğine, hangi ağ düzeneği yapısının fayda sağladığına, olumlu performans göstermesini nasıl sağladığına ilişkin sorulara kuramsal ve görgül yanıtlar bulunması gereklidir.

Taraflar arasındaki sıradan ilişkilerin sosyal ilişkilere dönüşümü ve taraflara fayda sağlar hale gelmesiyle anlam kazanan sosyal sermayenin oluşturulma süreciyle ilgili iki farklı yaklaşım öne sürülebilir. Bunlardan birisi, tarafların birbirleriyle sosyal nitelikli olmayan bağlantılarının zaman içerisinde bir güven ortamı yaratarak sosyal nitelik kazanmasıdır. Diğeri ise, birbirleriyle ilişkisi olmayan tarafların sahip oldukları benzerlikler ya da ortak özelliklerin güven ortamını yaratarak sosyal bağı oluşturmasıdır. Tsai ve Ghosal (1998:465), iki aktörün zaman içerisindeki etkileşimlerinin sayısının

(27)

arttıkça, onların ilişkisinde güvenilirliğin daha somutlaşmaya ve birbirlerini daha güvenilir olarak algılamaya başladığını; sıklıkla gerçekleşen yakın sosyal etkileşimlerin aktörlerin birbirlerini tanımalarını ve ortak bir bakış açısı oluşturmalarını sağladığını belirtmektedir. Böylece, sosyal etkileşimlerden oluşan bir ağ düzeneğinde merkez konumda olan aktörün, daha fazla etkileşim içerisine girebildiği için diğerleri tarafından daha güvenilir olarak algılanmaktadır (Tsai ve Ghosal, 1998:465). Tymon ve Stumpf (2003: 13), benzer bir biçimde sosyal sermayenin zaman içerisinde aktörler arasında gerçekleşen dirsek temaslarının ilişkiye dönüşmesiyle geliştiğini öne sürmektedirler. Bueno, Salmador ve Rodriguez (2004:557) ise, yeni bir sosyal yapı ve ortaklaşa çalışan aktörlerden oluşan ağ düzeneklerini oluşturan bağların akademik ve profesyonel kurumlar, arkadaşlar ile yakınlar, paylaşılan deneyimler ya da hobiler gibi ortak ilgi alanlarından olan bireyler ya da gruplar arasında gerçekleştiğini belirtmektedirler. Tsai ve Ghosal (1998:467), iki tarafın birbirlerine karşı olan güvenleri arttıkça, karşı tarafın oluşan ortamı kendisine avantaj sağlamak için kullanabileceğine yönelik endişelerin azalacağını ve sahip oldukları kaynakları paylaşmaya yönelik istekliliklerinin de artacağını vurgulamaktadırlar.

Taraflar arasındaki ilişkilerin sıklığının mı yoksa benzerliklerden kaynaklanan güvenin mi fayda sağlayan ilişkileri oluşturduğu, sosyal sermaye araştırmaları içerisinde yanıtlanması gereken görgül sorulardır. Ancak, her ne şekilde olursa olsun sosyal sermaye oluşumu için güvenin, tarafların suistimal olasılığını ortadan kaldıran ve sosyal birlikteliği sağlayan bir ön koşul olduğu söylenebilir. Hatta yerleşikliğin miktarının oldukça yüksek olduğu bazı durumlarda sosyal ilişkiler, piyasadaki örgütler arası faaliyetlerin gerçekleştirilmesi için önkoşul haline bile gelebilir. Paxton (1999:93) sosyal ilişkiler temelinde işleyen piyasa biçimini, Coleman’ın (1988) sosyal sermayeyi tanımlamak için kullandığı bir örnekle açıklamaya çalışmıştır:

“Perakende elmas piyasası, sistemin dışarısından olan birisinin fark edilmesinin kaçınılmaz olduğu bir ortam sergilemektedir. Bir satışla ilgili pazarlık sürecinde, bir tüccar diğer bir meslektaşına çanta dolusu elması herhangi bir güvence altına almadan (yerlerine sahtelerinin ya da daha düşük değerde olanlarının konulması olasılığı vardır) incelemesi için teslim edebilir. Söz konusu işlem, ticareti yapılan malın değeri binlerce ya da yüz binlerce A.B.D. doları olmasına rağmen gerçekleşir. Değerli taşların tarafların incelmesi için serbest bir biçimde

(28)

değiş-tokuşu bu piyasanın önemli bir işlevidir. Bu işlemin yokluğunda piyasa oldukça hantal ve çok daha verimsiz işleyecektir.”

Coleman’ın tanımladığı örgütler arası sosyal ilişkilerin oluşturduğu piyasada bulunabilmenin ön koşulu, ağ düzeneğinin bir parçası olmaktır. Bu şekilde yapılanmış bir piyasada örgütlerin sahip oldukları sosyal sermayelerinin, gerçekleştirecekleri işlemlerin etkililiğini belirleyen önemli bir öğe olduğu düşünülebilir. Sosyal ilişkilerle oluşturulan sosyal sermayenin ekonomilerde ve örgütsel hayatta önemini vurguladıktan sonra üzerinde durulması gereken bir başka nokta da, bu sermaye biçiminin ne şekilde ve kimin tarafından örgütlere kazandırılacağıdır.

Leana ve Buren (1999:540), örgütlerin sahip oldukları sosyal sermayenin sadece bir bireye ya da örgüte ait olan varlıklar olmadığını, bir bütün olarak örgütün ve onun üyelerinin ortaklaşa varlıkları olduğunu belirtmektedirler. Salmador ve Rodriguez (2004: 558), bir çok araştırmacıya göre sosyal sermayenin; mesleki başarıyı etkilediğini, çalışanlara iş arama sürecinde yardımcı olduğunu, örgütlerin daha iyi bir çalışan profili yaratmalarını sağladığını, örgüt içinde kaynakların birimler arasında dolaşımını kolaylaştırdığını, tedarikçilerle olan ilişkileri arttırdığını, yerel ağ ilişkilerinin güçlendirilmesini ve örgütler arası öğrenmeyi sağladığını ifade etmektedirler. Belliveau, O’Reilly ve Wade (1996:1571), sosyal sermayenin en fazla değer taşıdığı durumların, bir kişinin işini en iyi biçimde yaptığını ve işindeki performansının meşru olduğuna diğerlerini ikna etmesini gerektiren durumlar olduğunu vurgulamaktadırlar. Örgüt düzeyindeki analizlerde sosyal sermaye kavramı ele alındığında, bireylerin sahip oldukları ilişkiler ile örgüte olumlu getirileri sağlayan ağ ilişkilerinin birbiriyle bağlantılı olduğu düşünülebilir. Çok sayıda ilişkiye sahip olan bir kişinin istihdam edilmesi aynı zamanda da örgüt için fayda elde edilmesi muhtemel olan ilişkilerin de kazanılması anlamına gelecektir. Ancak, örgütün üyesi olan bireyin ilişkilerini bulunduğu kuruma fayda sağlaması yönünde kullandığında örgütün sosyal sermayesi artacaktır. Aynı zamanda, bireyin ilişkilerini terfi, tanınma, güç elde etme ya da performans arttırma anlamında sadece kendi çıkarları doğrultusunda da kullanması mümkün olabilir.

Sosyal ilişkilerini çalıştıkları örgütün faydasına kullanma olasılığı en yüksek olanlar kişilerin üst düzey yöneticiler olabileceği, ilgili yazında vurgulanmaktadır. Bunun nedenini Belliveau, O’Reilly ve Wade (1996:1571), özellikle örgütün üst düzeyinde

(29)

kararlarda belirsizlik durumlarına sıklıkla rastlanması ve sosyal bilgiye ihtiyaç duyulması olarak açıklamaktadırlar. Bir örgüt içerisindeki yöneticilerin başarısı örgütün performansıyla doğrudan ilişkili olduğu için sosyal ilişkilerine en fazla bel bağlayan, dolayısıyla diğer çalışanlarla kıyaslandığında kendi ağ ilişkilerini en fazla örgüt yararına kullanan şahıslar yöneticiler olabilirler. Gargiulo ve Benassi (2000: 183), yöneticilerin sadece çalıştıkları örgütlere yıllar süren eğitimleri sonucunda edindikleri becerileri ve deneyimlerini değil, aynı zamanda da sosyal ilişkileri aracılığı ile edinebilecekleri varlıklarını da getireceklerini ifade etmektedirler. Belliveau, O’Reilly ve Wade (1996:1571), sosyal sermaye yazınında çoğunlukla bireylerin mesleki başarılarında ağ düzeneklerinin etkisini örgütlerde alt ve orta düzeyde ele aldıklarını ancak, bulguların aynı süreçlerin üst düzeyi için de geçerli olduğunu ve bireylerin kariyerlerini ilerletme yönünde harekete geçtiklerinde daha önemli hale geldiğini gösterdiğini belirmektedirler. Sosyologlar “sosyal sermaye” kavramını yöneticilerin ağ düzenekleri ile ilişkili olan varlıklarını belirtmek için kullanmış ve bu düşünceyle bağlantılı olarak alandaki bilimciler, sosyal ağ düzeneklerinin bireyler ile örgütlerin amaçlarına ulaşma yeteneklerine olan etkisini vurgulamışlardır (Gargiulo ve Benassi, 2000: 183). İşlerini başarıyla yapmaları için en çok sosyal ilişkilerini kullananların yöneticiler olduğu varsayımından hareket edilirse, örgütlerin sosyal sermayesinin ölçümüne ilişkin görgül sorun aşılmış olabilecektir.

Kavram ile ilgili üzerinde durulması gereken bir başka nokta da, ilişkilerin örgütlerin amaçlarına ulaşmalarını sağlayacak performansı göstermelerini ne şekilde etkileyeceğidir. Sosyal sermaye ile ilgili değişik araştırma eğilimleri doğrudan ya da dolaylı olarak sosyal yapının aktörlerin amaçlarına ulaşma yeteneğini ne şekilde belirleyebileceğine odaklanmışlardır (Gargiulo ve Benassi, 2000: 184). Burt (1992:11-12), sosyal sermaye sorusu içerisinde ağ düzeneğinde kaynakları olan aktörlere ulaşmayla (bu alandaki görgül soru aktörün ve bağlantı içerisinde olunan tarafın elinde bulunan kaynakların arasındaki ilişkiye odaklanmıştır) ve ağ düzeneklerinin kendilerinin (ağ düzeneğinin boyutu en temel ölçüm değişkenidir) nasıl bir sosyal sermaye biçimi olduğuna ilişkin iki farklı yol olduğunu ifade etmektedir. Burt’un (1992), gündeme getirdiği birinci araştırma yolu, aktörün kaynaklara ulaşmasındaki bağımlılık ve güç ilişkileri ile ilgilidir. Buna göre, bir örgütün sosyal ilişki içerisinde bulunduğu tarafın kaynaklarından fayda sağlaması, kendi elinde karşı tarafa verebileceği kaynak miktarının bir fonksiyonudur.

Şekil

Şekil 1. Zayıf Bağlar ve Yapısal Boşluklar
Şekil 2. Girişimcilik ve Yapısal Boşluklar
Tablo 2. Firmaların Kuruluş Yılı İtibariyle Girişimcilerin Mesleki Geçmişleri
Tablo 3. Bazı Dönemler İçerisinde Türk İmalat Sanayisinde Özel Sektörün Payı
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

– Kalkınma ve sermaye birikimi ihtiyacı – Tarımsal kapitalizm ve altyapı ihtiyacı – Dış sermaye ve yardım ihtiyacı: ABD – DP’nin Yükselişi. – Batı Bloğunda Açıktan

bîm ekân tulan Fakirin muradın ver Haşan Dede Size hor bakanın yoklur im am Sen mürüvetkânsın etmem gümanı Kıyamet günleri mahşer zamanı Bizlcrc şefaat kıl

– Devletlerin iradesi ile varlık kazanma – Kurucu devletlerden ayrı hukuki kişilik. • Uluslararası

Bilişim suçlarının genel olarak, ekonomik bir yarar ya da zarar sağlayan mahiyetleri itibariyle bir tür “ekonomik suç” kategorisinde ol- duğu kabul

Tablo l ’de de görüldüğü gibi yapılan t testi sonuçlan, kızlann lehine anlamlı fark göstererek sosyalleşme sürecinin bir sonucu olarak kızlann iletişim

Analysis results show that 30% of the students confused the concept of momentum with the concept of impulse and 24% of them used the concepts of energy, power, force and

Bu çalışmada üç adet kat karşılığı inşaat sözleşmesinin; sözleşme sorumluluklarında risklerin dağılımı, risk grupları ve önem derecelerinin belirlenmesi

Similarly, when they (1a-e) were added to each of the dye solutions in DMF and DMSO, λ max values and absorption spectra curves of the dyes didn’t change in