• Sonuç bulunamadı

BEŞERİ KALKINMA SÜRECİNDE İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ ALANINDAKİ GELİŞMELER:TÜRKİYE İÇİN BİR DEĞERLENDİRME

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "BEŞERİ KALKINMA SÜRECİNDE İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ ALANINDAKİ GELİŞMELER:TÜRKİYE İÇİN BİR DEĞERLENDİRME"

Copied!
119
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İŞLETME ANABİLİM DALI

HİZMET TASARIMI VE İŞLETMECİLİĞİ BİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

BEŞERİ KALKINMA SÜRECİNDE İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ

ALANINDAKİ GELİŞMELER:

TÜRKİYE İÇİN BİR DEĞERLENDİRME

Murat MIZRAK

Danışman Dr. Öğretim Üyesi Orhan KANDEMİR Jüri Üyesi Doç. Dr. Mehmet İSLAMOĞLU

Jüri Üyesi Dr. Öğretim Üyesi Tahir BENLİ

(2)
(3)
(4)

İÇİNDEKİLER Sayfa İÇİNDEKİLER ... iv ÖZET... vi ABSTRACT ... vii ÖNSÖZ ... viii TABLOLAR DİZİNİ ... ix GRAFİKLER DİZİNİ ... x SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ ... xi 1. GİRİŞ ... 1 2. KURAMSAL ÇERÇEVE ... 3

2.1. Beşeri Kalkınma ve Kalkınma Göstergeleri Açısından İş Sağlığı ve Güvenliğinin Önemi ... 5

2.2. Literatür Taraması ... 6

2.3. İş Sağlığı ve Güvenliğinin Sosyal Politika İçindeki Yeri ... 11

3. DÜNYADA İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİNİN GELİŞİMİ ... 15

3.1. Avrupa Birliği’nin Kuruluşu ve Konu İle İlgili Sosyal Politikaların Gelişim Süreci: İngiltere ve Almanya Örneği... 21

3.2. İngiltere ve Almanya’ da İş Sağlığı ve Güvenliği Uygulamaları ... 23

3.2.1. İngiltere’ de İş Sağlığı ve Güvenliği Uygulamaları ... 24

3.2.2. Almanya’da İş Güvenliği Uygulamaları ... 25

(5)

4.1. Tanzimat Öncesi Dönem ... 27

4.1.1. Ahilik Teşkilatı ... 27

4.1.2. Lonca (Orta Sandığı – Teavün Sandığı) Teşkilatı ... 29

4.2. Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemi... 30

4.2.1. Dilaver Paşa Nizamnamesi (1867) ... 30

4.2.2. Maadin Nizamnamesi (1869) ... 33

4.3. Cumhuriyet Döneminde İş Sağlığı ve Güvenliği Alanındaki Gelişmeler ... 35

4.3.1. İlk Yasal Düzenlemeler ... 35

4.3.2. 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ... 38

4.3.3. Türkiye’de İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları ... 42

4.4. SGK Verilerine Göre Türkiye’de İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları ... 50

5. KONU İLE İLGİLİ İSTATİSTİKSEL ANALİZLER ... 62

5.1. Ülkelerin Beşeri Kalkınma Düzeyleri ve İş Kazaları Arasındaki İlişkinin İstatistiksel Analizi ... 62

5.1.1. Materyal ve Yöntem... 64

5.1.2. Ölümlü İş Kazaları İçin Analiz ve Bulgular ... 65

5.1.3. Ölümlü Olmayan İş Kazaları İçin Analiz ve Bulgular ... 69

5.2. 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun Kısa Dönemli Etkilerinin Analizi . 72 5.2.1.Materyal ve Yöntem... 74 5.2.2.Analiz ve Bulgular ... 76 6.SONUÇ VE ÖNERİLER ... 82 KAYNAKLAR ... 88 EKLER ... 100 ÖZGEÇMİŞ ... 108

(6)

ÖZET

Yüksek Lisans Tezi

BEŞERİ KALKINMA SÜRECİNDE İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ ALANINDAKİ GELİŞMELER: TÜRKİYE İÇİN BİR DEĞERLENDİRME

Murat MIZRAK Kastamonu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

İşletme Anabilim Dalı

Danışman: Dr. Öğretim Üyesi Orhan KANDEMİR

İnsanoğlu tarihin her döneminde, elindeki imkânlar çerçevesinde hayatını devam ettirmek için farklı uğraşlara yönelmiştir. Özellikle Sanayi Devrimi sonrasında, her alanda yaşanan makineleşme, seri ve kitlesel üretim yapılabilen fabrikaların ortaya çıkması, ekonomik anlamda hızlı bir büyüme süreci sağlamıştır. Fakat bu süreç çalışan kesim üzerinde iş ortamından kaynaklanan hastalık ve kaza gibi olumsuzlukları da artırmıştır. Günümüzde ülkelerin kalkınmışlık düzeylerinin belirlenmesinde sağlık boyutu önemli bir sosyal gösterge olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle çalışan kesimin sağlığını olumsuz etkileyen iş kazası, meslek hastalığı gibi durumların tespit edilmesi ve bu konularda gerekli önlemlerin alınması konularını kapsayan iş sağlığı ve güvenliği, gelişmiş ülkeler tarafından ciddiyetle ele alınmaktadır.

Bu kapsamda çalışmanın amacı; iş sağlığı ve güvenliğinin, ülkelerin beşeri kalkınmaları açısından önemini ortaya koymak ve Türkiye’nin iş sağlığı ve güvenliği bakımından durumunu analiz etmektir. Bu amaca ulaşmak için çalışmada öncelikle beşeri kalkınma bağlamında iş sağlığı ve güvenliğinin önemini ortaya koyan teorik çerçeve ele alınmıştır. Daha sonra iş sağlığı ve güvenliği alanında dünyada yaşanan gelişmelerin, Cumhuriyet öncesi, sonrası ve günümüzde Türkiye’de nasıl karşılık bulduğu değerlendirilmiştir. Sonraki bölümde önce dünya ülkelerine daha sonra Türkiye’ye yönelik konu ile ilgili istatistiksel analizler yapılmıştır.Dünya ülkeleri ile ilgili analizlerde; önce ülkelerin beşeri kalkınma düzeyleri ile iş kazaları arasındaki ilişki sonrada çok yüksek beşeri kalkınma düzeyine sahip ülkelerin diğer ülkeler ile iş kazaları yönünden farklılık gösterip göstermediği test edilmiştir. Türkiye’de için yapılan analizlerde ise, iş sağlığı ve güvenliği alanında, daha kalıcı çözümler üretilmesi amacıyla 2012 yılında yasalaşan “6331 Sayılı Kanununun” iş kazaları ve meslek hastalıkları üzerindeki kısa dönemli etkileri analiz edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Beşerî (İnsani) Kalkınma, İş sağlığı ve Güvenliği, Sanayi

Devrimi, 6331 Sayılı Kanun.

(7)

ABSTRACT

Master Thesis

DEVELOPMENTS IN OCCUPATIONAL HEALTH AND SAFETY IN THE HUMAN DEVELOPMENT PROCESS: AN ASSESSMENT FOR TURKEY

Kastamonu University Social Sciences Institute

Department of Business Administration Supervisor: Dr. Lecturer Orhan KANDEMİR

In each period of the history, humankind has canalized to different struggles to maintain her/his life within the bounds of possibility. Especially aftermath of the Industrial Revolution, the emergence of factories which are capable of mass production and mechanization in every field have provided a rapid economic growth process. However, this process has also increased negativities such as occupational illness/disease and accident among the employees, due to the working environment. Today, the health has been considered as a significant social indicator in determining the development levels of the countries. Therefore, occupational health and safety, including issues such as determining occupational accidents, occupational diseases which negatively affect the health of employees and taking necessary precautions have been earnestly considered by the developed countries.

The aim of the study within this context is propound the significance of occupational health and safety for the human development of the countries and to analyze the Turkey’s current condition in terms of occupational health and safety. In order to achieve this objective, the theoretical framework that emphasizes the importance of occupational health and safety in the context of human development has been considered at first. Secondly, it has been assessed how the developments in the field of occupational health and safety around the world has reflected to occupational health and safety in Turkey before the Republic period and the next period and in our times. In the next part, statistical analyzes on both the countries around the world and Turkey which are related to the issue mentioned have been carried out. In analyses on the countries, it has been tested first, the relationship between occupational accidents and human development level of countries and then whether there has been difference between the countries with very high levels of human development and the other countries or not in terms of occupational accidents. In the analysis that applied to Turkey in the field of occupational health and safety, short term effects of Act. No. 6331 which was enacted in 2012 in order to propose more permanent solutions on occupational accidents and occupational diseases have been analyzed.

Keywords: Human Development, Occupational Health and Safety, Industrial

Revolution, Act. No. 6331.

(8)

ÖNSÖZ

Ülkelerin kalkınma düzeylerinin belirlenmesinde çok önemli kriterlerden biri olarak kabul edilen sağlık kavramı, çalışma hayatı içinde değerlendirildiğinde iş sağlığı ve güvenliği kavramıyla karşımıza çıkmaktadır. Yapılan çalışmalarda iş kazası ve meslek hastalıklarının, alınacak çeşitli önlemlerle tamamına yakınının önlenebileceği vurgulanmaktadır. Sağlıklı ve mutlu bir ömür yaşamanın tüm insanların ortak hayali olduğu düşünülürse iş sağlığı ve güvenliği, bireyler ve toplum üzerindeki sonuçları açısından her geçen gün daha fazla gündeme gelen ve incelenen bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada, iş sağlığı ve güvenliğinin insani gelişme anlamında önemi vurgulanmaya çalışılırken, geçmişten günümüze bu alanda yaşanan gelişmelere genel hatlarıyla değinilmiş ve Türkiye’nin bu alandaki durumunun değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Tez çalışmamda konu belirleme, planlama ve araştırma aşamalarında fikir, bilgi ve tecrübelerinin yanında çok kıymetli zamanlarını da çalışmanın ilerlemesi yönünde cömertçe paylaşan, desteğini hep yanımda hissettiğim Kastamonu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi, Dr. Öğretim Üyesi Sn. Orhan KANDEMİR hocama, ayrıca bu süreçte manevi anlamda çok büyük fedakarlıklar gösteren kıymetli eşim, çocuklarım ve kardeşlerime sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Murat MIZRAK Kastamonu, 06, 2018

(9)

TABLOLAR DİZİNİ

Tablo 4.1. Türkiye’de yıllara yöre iş kazası-meslek hastalığı sayıları ve bunlara bağlı ölümler.………..………. 51 Tablo 4.2. İş kazası sıklık ve ağırlık hızları………58 Tablo 5.1. Ülkelerin beşeri kalkınma (insani gelişme) düzeyleri ile ölümlü iş kazalarının oranı arasındaki korelasyon (Pearson Correlation) testi sonuçları...67 Tablo 5.2. Çok yüksek insani gelişme (beşeri kalkınma) düzeyine sahip ülkeler ile

diğer ülkeler arasındaki ölümlü iş kazası oranı açısından farklılıklar…...68 Tablo 5.3. Ülkelerin beşeri kalkınma (insani gelişme) düzeyleri ile ölümlü

olmayan iş kazalarının oranı arasındaki korelasyon(pearson correlation) testi sonuçları………....70 Tablo 5.4. Çok yüksek insani gelişme (beşeri kalkınma) düzeyine sahip ülkeler ile

diğer ülkeler arasındaki ölümlü olmayan iş kazası oranı açısından farklılıklar………..71 Tablo 5.5. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu öncesi (2010-2011 dönemi)

ve sonrası (2015-2016 dönemi) -81 il için iş kazası yaşayan sigortalıların (4-1/a) oranı (%) farkı-bağımlı iki örnek t- testi (paired samples t-testi) tablosu……….77 Tablo 5.6. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu öncesi (2010-2011 dönemi)

ve sonrası (2015-2016 dönemi) 81 il için iş kazası ve meslek hastalıkları nedeniyle yaşanan geçici iş göremezlik (ayaktan ve hastanede yatarak)

günlerinin toplamının / aktif sigortalı ( 4-1/a) sayısına oranı farkı-bağımlı iki örnek t- testi (paired samples t-testi) tablosu……….…….79

(10)

GRAFİKLER DİZİNİ

Grafik 4.1. Türkiye’de iş kazaları sayıları (2007-2016)……..…………..………….52 Grafik 4.2. İş kazası sonucu geçici iş göremezlik (gün – ayaktan 2007 - 2016)……53 Grafik 4.3. İş kazası sonucu geçici iş göremezlik süreleri (gün – yatarak 2016)…...54 Grafik 4.4. Türkiye’de meslek hastalığına yakalanan çalışan sayıları (2007-2016)...55 Grafik 4.5. Türkiye’de iş kazası sonucu ölüm (2007-2016)………...56 Grafik 4.6. Ölümlü iş kazalarında son işveren nezdinde çalışma süreleri (2016)…..57 Grafik 4.7. Türkiye’de yıllara göre iş kazası sıklık oranları (2007-2016)……….….59 Grafik 4.8. Türkiye’de yıllara göre iş kazası ağırlık hızları (2007-2016)…………...60 Grafik 4.9. İş kazası yaşanan en yüksek zaman aralıkları (2016) ………..61 Grafik 5.1. Dünya ülkelerinde ölümlü iş kazalarının oranı (2012-2016 ortalaması) ile beşeri kalkınma endeksleri (2015)…..…..………...66

(11)

SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ

AB Avrupa Birliği

ABD Amerika Birleşik Devletleri

AKÇT Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu BM Birleşmiş Milletler

EUROSTAT Avrupa İstatistik Ofisi

FAO Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü ILO Uluslararası Çalışma Örgütü

İSG İş Sağlığı ve Güvenliği

KOBİ Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletme MEB Milli Eğitim Bakanlığı

MMO Makine Mühendisleri Odası

OECD Avrupa Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı OIHP Uluslararası Halk Sağlığı Bürosu

PAHO Panamerikan Sağlık Örgütü

RG Resmi Gazete

SGK Sosyal Güvenlik Kurumu

SSGSSK Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği

TÜİK Türkiye İstatistik Kurumu

UNDP Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı

UNESCO Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü

USD Amerikan Doları

(12)

1. GİRİŞ

Kişilerin bilgi beceri ve tecrübelerinin üretime yansıtmalarının sağlanması, beşeri sermaye yönünden zenginliği ifade etmektedir. Bu durum özellikle az gelişmiş toplumlarda ihmal edilmektedir. Bu sebeple çalışan kesimin verimliliğini artırmaya yönelik, iyi beslenen, iyi eğitim almış, yeteneklerini işine yansıtabilen, sağlıklı bireylerden oluşacak bir toplumsal yapılanma kalkınma ve büyüme açısından çok büyük önem ifade etmektedir (Taban ve Kar, 2015: 1,149). Çalışan verimliliğinin artması ise iş sağlığı ve güvenliği açısından gerekli tedbirlerin alındığı iş ortamlarında sağlanabilir. Ülkelerin iş sağlığı ve güvenliği alanında gerekli tedbirleri alarak başarılı olmaları sosyal kalkınmanın bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ilkeleri ışığında iş sağlığı ve güvenliği; “Tüm çalışanların bedensel, ruhsal, toplumsal sağlık ve refahının en üst düzeye yükseltilmesi ve korunması, işyeri koşullarının, çevrenin ve üretilen malların getirdiği sağlığa aykırı sonuçların ortadan kaldırılması, çalışanları yaralanma ve kazalara maruz bırakacak risk faktörlerinin yok edilmesi, çalışanların bedensel ve ruhsal özelliklerine uygun işlere yerleştirilmesi ve sonuç olarak, işçilerin bedensel ve ruhsal gereksinimlerine uygun bir iş ortamı yaratılması” olarak açıklanmaktadır (Bingöl, 2014: 586).

Küresel olarak, her yıl iş kazaları ve işten kaynaklı hastalıklardan yaklaşık 2,3 milyon işçi ölmektedir. Ayrıca, milyonlarca işçinin de ölümcül olmayan yaralanmaları ve hastalıkları söz konusudur. Bütün bunların yanında dünya çapında, konu ile ilgili önemli sayıda vaka da bildirilmemektedir. İş kazaları ve meslek hastalılarının işçiler ve aileleri için korkutucu bir problem olması yanında, işletmeler, toplum ve ülke için önemli bir sosyal ve ekonomik yük oluşturmaktadır. İş kazaları ve hastalıklarının büyük bölümü konu ile alakalı iyi niyetli uygulamaların sürdürülmesi sayesinde önlenebilir (ILO, 2014: 1).

Konu, biraz daha ayrıntılı incelendiğinde iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle ortaya çıkan kayıpların çok önemli boyutlara ulaştığı görülecektir. Örneğin ILO

(13)

tahminlerine göre işle ilgili kaza ve hastalıklar nedeniyle; 15 saniyede bir işçi, günde ise yaklaşık 6.300 işçi hayatını kaybetmektedir. Benzer şekilde her yıl 313 milyondan fazla işçi ölümcül olmayan mesleki yaralanmalara maruz kalmakta ya da başka bir deyişle her gün 860.000 kişi işle ilgili kazalarda yaralanmaktadır. Dolayısıyla iş kazaları ve meslek hastalıklarının büyük sosyal maliyetleri yanında çok önemli ekonomik kayıpları da olmaktadır. Çalışma süresi kaybı, üretim düşüşü, işle ilgili yaralanmaların ve hastalıkların tedavisi, rehabilitasyonu ve tazminatı olarak karşımıza çıkan bu kayıplar, toplam küresel gayri safi yurtiçi hasılanın yaklaşık yüzde 4'ünü oluşturmaktadır (ILO, 2017a: 2). Bu nedenle iş sağlığı ve güvenliğinin ele alınması önemli bir konu olduğu düşünülmektedir.

Çalışan kesimin hayatını devam ettirebilecek ekonomik güce erişmek için yaptıkları işlerde iş sağlığı ve güvenliğinin ihmal edilmesi, bu bireylerin oluşturduğu toplumsal yapı üzerinde olumsuz etkilere sebep olmaktadır. Ülkeler için önemli ekonomik kayıplara yol açan bu risklerin önlenmesine yönelik alınacak çeşitli önlemler sayesinde işten kaynaklı hastalıkların ve kazaların azalması sağlanacak, iş sağlığı ve güvenliği anlamında yaşanacak iyileşmeler de sosyal kalkınma anlamında olumlu geri dönüşlerin alınmasına yardımcı olacaktır.

Bu kapsamda çalışmanın amacı, iş sağlığı ve güvenliğinin beşeri kalkınma açısından önemini ortaya koymak ve Türkiye’nin iş sağlığı ve güvenliği alanındaki durumunu değerlendirmektir.

Bu amaca ulaşmak için çalışmanın altı bölümden oluşmasına karar verilmiştir.

Giriş bölümünü takiben ikinci bölümde; konunun teorik arka planı ele alınmıştır. Bu kapsamda öncelikle beşeri kalkınma bağlamında iş sağlığı ve güvenliğinin önemi değerlendirilirken, daha sonra iş sağlığı ve güvenliğinin önemini vurgulayan literatüre değinilmiş, son kısımda ise iş sağlığı ve güvenliğinin sosyal politika içindeki yeri ele alınmıştır.

Üçüncü bölümde; dünyada iş sağlığı ve güvenliği alanındaki gelişmeler ele alınırken, sanayi devrimi öncesi ve özellikle sanayi devrimi sonrası gelişmeler değerlendirilmiştir. Daha sonra bu gelişmelerin yaşandığı ilk ülke olan İngiltere ve

(14)

tam adaylık sürecinde olduğumuz AB’nin önemli bir ülkesi olan Almanya bağlamında konu ile ilgili sosyal politikaların gelişme süreci değerlendirilmiştir.

Dördüncü bölümde; Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliği’nin gelişim süreci, Cumhuriyet öncesi ve Cumhuriyet dönemi olmak üzere iki kısımda ele alınmıştır. Özellikle son yasal mevzuat olan 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ayrıntılı şekilde analiz edilmiş, son dönemdeki (2007-2016) iş sağlığı ve güvenliği alanındaki veriler yorumlanarak durum değerlendirilmesi yapılmıştır.

Beşinci bölümde; konu ile ilgili istatistiksel analizlere geçilmiştir. Bu kapsamda önce konu ile ilgili olarak ILO verileri kapsamında ülkelerin beşeri kalkınma düzeyleri ile iş kazaları oranı arasında bir ilişki olup olmadığı daha sonrada çok yüksek beşeri kalkınma düzeyine sahip ülkelerle diğer ülkeler arasında ölümlü ve ölümlü olmayan iş kazaları oranı bakımından bir farklılık olup olmadığı test edilmiştir. Daha sonra bu gün Türkiye’de uygulanmakta olan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun kısa dönemli etkileri analiz edilmiştir. Bu çervede iş kazası geçiren sigortalıların ve iş kazası ve meslek hastalıkları nedeniyle yaşanan geçici iş göremezlik süreleri oranının, 6331 Sayılı Kanun öncesi (2010-2011 dönemi) ve sonrası (2015-2016 dönemi) farklı olup olmadığı test edilmiştir.

Altıncı ve son bölümde ise konu ile ilgili sonuç ve değerlendirmeler yapılarak çalışma tamamlanmıştır.

2. KURAMSAL ÇERÇEVE

İnsanlar ilk çağlardan bugüne birçok farklı işlerde çalışmışlardır. Sanayi Devrimi ile başlayan iş yaşamındaki makineleşme, zaman içinde insan hayatını tehlikeye sokan durumları da beraberinde getirmiştir. Sanayileşme hareketleri sosyal hizmetler, sağlık ve güvenlikle ilgili birçok sorunu ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle Tekelioğlu (1994: 19)’nun da ifade ettiği gibi 19. yüzyılın başlarında çalışma koşullarını düzenleyen yasal önlemler alınmaya başlanmıştır.

(15)

20. yüzyılda, işçi güvenliği ile ilgili konular, verimliliği arttırma ve maliyeti düşürmeye yönelik kavramlar olarak önem kazanmaya başlamıştır. Çünkü önceleri klasik yönetim anlayışı ile çalışanlar bir makine gibi görülürken, neo-klasik yönetim anlayışı ile çalışanların sosyal bir varlık olduğu, onların sağlıklı ve huzurlu bir ortamda çalışmaları önem kazanmıştır. Bu sürecin yaşanmasında kalkınma kavramının algılanışındaki değişiklikte kuşkusuz etkili olmuştur.

Ülkelerin ekonomik anlamda büyümesi, toplumların maddi refah düzeyini yükseltmesine karşın tek başına kalkınmayı ifade edemez. Kalkınma kavramı, ekonomik büyümenin yanında, ülkenin siyasi ve toplumsal alanda yaşadığı gelişmelerin de toplumu oluşturan kesimlere genel anlamda refah ve mutluluk sağlaması olarak tanımlanabilir. Sosyal kalkınma da ise, bu gelişmelerin bireysel yaşam kalitesinin artması üzerine etkileri, yani kalkınma tanımına ferdi anlamda bir boyut katılması hususu ön plana çıkmaktadır (Özbek, 2017). İş sağlığı ve güvenliği konusu çalışanların yaşam kalitesi ile ilgili olduğu için sosyal kalkınmanın önemli bir ayağıdır. Dolayısıyla İSG alanındaki gelişmelerin ülkelere, hem ekonomik hem de sosyal kalkınma açısından önemli yararları vardır.

Başlangıçta ülkelerin kalkınma düzeyleri, ekonomik büyüme hızı gibi klasik yöntemlerle ölçülmesine karşın, 1990 yılından itibaren Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından yayımlanan İnsani Gelişme Raporlarında yer alan insani gelişme endeksleri kalkınmanın önemli bir göstergesi olarak kabul edilmiştir (Demir Şeker, 2011; Kandemir, 2014). İnsani gelişme endekslerinde sağlık, eğitim ve gelir gibi üç önemli boyut mevcut olup, insani gelişme endeksini oluşturan bu boyutlardan sağlık, doğumda beklenen yaşam süresi ile ölçülmektedir (UNDP, 2010, Kandemir, 2014). Dolayısıyla kalkınmanın önemli bir ayağını oluşturan sağlık boyutunu iyileştirmek için ülkeler, iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarına daha fazla önem vermelidirler.

(16)

2.1. Beşeri Kalkınma ve Kalkınma Göstergeleri Açısından İş Sağlığı ve Güvenliğinin Önemi

Ülkelerin ekonomik kalkınmalarında eğitim kadar önemli diğer bir faktörde sağlık alanında yapılan yatırımlardır. İyi eğitim almış bireylerden kalkınma adına en uzun süre yararlanma, bireyin sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesiyle mümkün olacaktır. Bir toplumun sağlık düzeyini belirlemeye yarayan göstergeleri şu şekilde sıralayabiliriz (Taban ve Kar, 2015: 158);

 Bebek ve çocuk ölüm oranları

 Ortalama hayat süresi

 Sağlık sistemine ilişkin göstergeler

 Ölüm sebepleri ve hastalık türleri

Sağlıklı toplumlarda işgücüne katılımın ve işçi verimliliğinin artmasının, refah düzeyinin ve gelirin yükselmesini sağlayacağı, dolayısıyla ülke kalkınmasına katkı sağladığı birçok iktisatçının ortak görüşüdür. Kişilerin hastalık ve diğer sebeplerden kaynaklanabilecek iş göremezlik durumları ise emeğin verimliliğini düşürecek dolayısıyla ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyecektir (Taban ve Kar, 2015: 160-161).

Sosyal kalkınma bağlamında önemli bir gösterge olabilecek, iş sağlığı ve güvenliği alanındaki iyileşmeler beşeri kalkınmanın sağlık boyutu içerisinde değerlendirilebilir. Çünkü işçilerin çalıştıkları ortamın güvenli ve huzurlu olması onların sağlıklarına dolayısıyla verimliliklerine olumlu etki yapacaktır.

Ülkelerin kalkınma seviyelerini karşılaştırılmasında genellikle UNDP (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) tarafından yayınlanan insani gelişme endeksi kullanılmaktadır (Erkekoğlu, 2007: 28). Bu endeks, sağlık, eğitim ve gelir gibi insan gelişmesinin üç temel boyutuna göre hesaplanır. Bunlardan sağlık boyutu ise doğuştan beklenen yaşam süresi ile ölçülmektedir (UNDP, 2016). Sağlıklı bireyler, içinde bulundukları toplumun kalkınma seviyelerine olumlu etki eden faktörlerden

(17)

birisidir. Yine sağlık unsurunu önemli bir gösterge alan bir diğer sosyal kalkınma göstergesi OECD’nin “daha iyi yaşam endeksidir”.

TÜİK’ in, OECD’nin “daha iyi yaşam endeksi” çerçevesinde Türkiye’deki illere uyarladığı ve amacı, illerde yaşamı farklı boyutlardan izleyerek tespit edilecek eksikliklerin iyileştirilmesine temel oluşturacak bir gösterge sistemini oluşturmak olan “İllerde Yaşam Endeksi 2015” çalışması, Ocak 2016’ da yayımlanmıştır. Bu çalışmada refahı temsil eden 11 farklı unsur, belirleyici olarak kabul edilmiştir. Bu unsurlardan bazıları, çalışma hayatı, gelir ve servet, güvenlik ve sağlık göstergeleridir (TÜİK, 2016; Kandemir ve Kürkçü, 2016: 25). Bu bağlamda sosyal kalkınma için önemli bir unsur olan sağlık boyutu, araştırma konumuz olan “iş sağlığı ve güvenliğini” de önemli kılmaktadır.

Son dönemde dünya gündeminde olan ve 2015 yılında yürürlüğe giren “Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin” 8. Maddesinde “Kesintisiz, kapsayıcı ve sürdürülebilir büyüme, tam ve üretken istihdam ve herkes için insana yakışır işleri desteklemek” temel hedef olarak belirlenmiştir. Yine bu maddenin 8.8. alt hedefinde “Tüm işçilerin haklarını koruma, güvenliğini teşvik etme ve güvenli çalışma

ortamlarını sağlama” yer almaktadır.

(https://sustainabledevelopment.un.org/content/documents/21252030%20Agenda%2 0for%20Sustainable%20Development%20web.pdf), 8. Madde de yazılı olan “insana yakışır iş” ve 8.8. alt hedefte geçen “güvenli çalışma ortamının sağlanması” ifadesi sürdürülebilir kalkınma için iş sağlığı ve güvenliğinin önemine dikkat çekmektedir.

Sosyal hayatta iş sağlığı ve güvenliğinin önemini arttıran unsur sanayi devrimi ile makinelerin üretim sürecinde kullanılması ve buna bağlı olarak ortaya çıkan işçi sınıfının yaşadığı iş sağlığı ve güvenliği alanındaki sorunlardır.

2.2.Literatür Taraması

Kalkınma olgusunun sadece maddi unsurlarla ölçülemeyeceğinin anlaşılarak sosyal boyutunun ön plana çıkmaya başlaması insan sağlığını dolayısıyla çalışan sağlığının ve güvenliğinin de dikkatle ele alınmasını gerekli kılmıştır. İşçilerin güvenli ve mutlu ortamda çalışması hem verimliliği artıracak hem de mesleki kaza ve hastalıklar

(18)

nedeniyle ortaya çıkan ekonomik kayıpları da asgari düzeye indirecektir. Dolaysıyla işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili tedbirler, ekonomik kalkınmayı da pozitif yönde etkileyecektir.

1789 Fransız Devrimi’nin ortaya çıkardığı, monarşiden Cumhuriyet rejimine geçiş insanların kırsal yaşantıdan uzaklaşmasına ve şehirlere olan göçün artmasına sebep olmuştur. 19. yüzyılda Sanayi Devrimi’yle birlikte yaşanan teknolojik gelişmeler, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde buhar makinelerinin madencilik sektöründe kullanılmasını ve özellikle kömür üretiminde artışı beraberinde getirmiştir. Yaşanan bu hızlı gelişmeler sırasında ihmal edilen ise, üretimin en önemi unsuru olan insan, insan sağlığı ve hatta hayatı olmuştur. Üretimi artırma arzusu işçilerin çok kötü koşullarda, uzun süre çalışmalarını zorunlu kılmış, çalışanların sağlık durumlarında gözle görülür düzeyde bozulmalar meydana gelmiştir (Tekelioğlu, 1994: 19).

Özellikle madencilik ve kimya sanayinde kullanılan birçok kimyasalın, zararlı veya zehirli maddeler olması ihtimali dikkate alınmaksızın kullanılması, çalışma ortamına gaz ve duman yayılması ve solunması yoluyla vücuda alınmasına sebep olmuştur. İşyerlerinde sağlık ve güvenlik yönünden alınmayan önlemler, çalışanların bu maddelere uzun süre maruz kalmalarına ve çeşitli meslek hastalıkları sebebiyle yaşamlarını yitirmelerine neden olmuştur (TMMOB, 2014: 7). Bu kötü durumun daha fazla sürmesinin, iş kazası ve meslek hastalıkları gibi zararlı sonuçlar doğuracağının işverenler tarafından anlaşılmasıyla birlikte 19. yüzyıl başlarından itibaren çalışma koşullarını düzenleyen yasal önlemler alınmasının yolu açılmıştır (Tekelioğlu, 1994: 19).

Çok kötü şartlarda, korunmasız olarak, yeraltında ve sağlıksız ortamlarda çalışan insanlar, tarihin hiç bir döneminde maruz kalmadığı yoğunlukta tehlikelerle yüz yüze kalmışlardır. Sanayi devriminin yarattığı ve kısa zamanda gelişen teknolojik yenilikler, bu icatlarla çalışmak zorunda olan insanlar için yeni tehlikeleri de beraberinde getirmiştir (Alper, 1992: 85).

(19)

İş sağlığı ve güvenliğinin ciddiyetle ele alınması ve bu konuda yasal düzenlemelere gidilmesi 19. yüzyıldan itibaren başlamıştır. Bu yıllarda sanayi devriminin iş yaşamında yarattığı olumsuzlukların farkına varılmıştır. Çalışma şartlarındaki olumsuzlukların ortadan kaldırılması amacıyla iş sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili yasaların hazırlanması ve yaşanacak uygunsuzluklara karşı yaptırımlar uygulanması için çeşitli düzenlemelere gidilmiştir (Çetindağ, 2010: 26).

Çiçek ve Öçal, 2016 yılındaki çalışmalarında, çalışma kavramının ortaya çıktığı Antik Mısır’dan günümüze teknolojik değişimlerin ve üretim süreçlerindeki gelişmelerin, iş güvenliğinin gelişimi sürecine yön verdiğini, bu sürecin en temel kırılma noktasının sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan ağır çalışma ortamları ve yıpratıcı çalışma koşulları olduğunu ifade etmişlerdir. Bu çalışmada kapitalist sistemin bir maliyet unsuru olarak gördüğü iş sağlığı ve iş güvenliği uygulamalarının hayata geçirilmesinin, bu durumdan en fazla zarar gören kesimlerin örgütlü mücadele ve hak arayışı sayesinde mümkün olabileceği vurgulanmıştır (Çiçek ve Öçal, 2016: 128).

Alper, 1992 yılında, her insanın hayat hakkının kutsal olduğuna, ancak kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu insanların geçimini sağlamak için çalışan ve dolayısıyla üreten insanların sağlıklı yaşam hakkının diğer insanlar ve toplum açısından çok önemli olduğuna değinmiştir (Alper, 1992: 83-84).

Erdem, 2004 yılındaki çalışmasında, işletme içerisinde iş sağlığı ve güvenliğine yönelik yapılan birçok düzenlemenin insan sağlığı ve güvenliği açısından önemli ve fakat tek başına yeterli olmadığı şeklinde görüş bildirmiştir (Erdem, 2004: 7).

İş sağlığı ve güvenliğinin ihmal edilmesi ülkeler için önemli ekonomik kayıplara yol açarken bu alandaki önlemler sayesinde iş kazalarının azalması ve işçi sağlığının iyileşmesi günümüzde önemli bir sosyal kalkınma göstergesidir.

Örneğin Baloğlu, 2015 yılında, iş kazalarının insani boyutu yanında ülkelere büyük ekonomik kayıplar getirdiğinden bahsetmiştir. Avrupa Birliği’nde, AB komisyonunun 1978 yılında iş sağlığı ve güvenliğine yönelik hazırlamış olduğu programın uygulamaya alınması sonrasında önemli geri dönüşler alındığına ve iş

(20)

sağlığı ve güvenliği alanındaki gelişmelerin AB’nin en önemli sosyal politikaları içinde yer aldığına değinmiştir (Baloğlu, 2015: 97).

Bingöl, 2014 yılında yayımlanan eserinde, üretim verimliliğini artırmak isteyen işverenlerin çalışan sağlığı ve güvenliğini korumaya yönelik çalışma ortamlarını sağlamak zorunda olduğunu belirtmiştir. Bu alanda Türkiye’de ve birçok ülkede yapılan yasal düzenlemelerin amacının ise, ekonomik ve insani anlamda iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarının belli kurallar çerçevesinde işletilmesi olduğuna değinmiştir (Bingöl, 2014: 584).

Bu konuda Yılmaz 2010 yılında, İş Kanunu ve İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulları Yönetmeliği’nde yer alan yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmemesi üzerine yaptığı araştırmada, iş güvenliği kurullarının alınan diğer önlemlerle birlikte, işyerlerinde iş kazalarının azalmasına olumlu etkiye sahip olduğuna değinmiştir. Kurulların taraflar arasında diyalog ve işbirliği açısından da önemli olduğunu belirtmiştir (Yılmaz, 2010: 149).

Üçüncü, 2013 yılında, devletlerin iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarında gelişme sağlanabilmesinin yolunun isabetli politikalar geliştirebilmeleri, stratejiler belirleyip, kurallar koyabilmeleriyle sağlanabileceğine, bununda meydana gelen iş kazası ve meslek hastalıklarının doğru raporlanıp analiz edilmesiyle mümkün olacağına değinmiştir (Üçüncü, 2013: 1-7).

Yılmaz, 2009 yılındaki çalışmasında, gelişmiş ülkelerin çok uluslu şirketler vasıtasıyla üretimlerini gelişmekte olan ülkelere kaydırdığından bahsetmiştir. Üretimin çoğunlukla KOBİ’ler üzerinden yapıldığı gelişmekte olan ülkelerdeki yetersiz sosyal koruma düzeyleri, vasıfsız eleman istihdamı, çalışma sürelerinin uzunluğu gibi sebeplerle iş kazası ve meslek hastalıklarının gelişmiş ülkelere kıyasla çok yüksek izlendiğine değinmiştir. Küçük işletmelerde iş sağlığı ve güvenliğinin gelişmesine yönelik projeler geliştirilmesinin, projelerin ülke genelini kapsamak yerine sektörel ve bölgesel ölçekte geliştirilmesi ve uygulanmasının KOBİ’lerde iş güvenliği kültürünün yerleşmesine katkı sağlayacağını belirtmiştir (Yılmaz, 2009b: 45,68).

(21)

Karadeniz, 2012 yılında, iş kazaları ve meslek hastalıklarının doğuracağı tedavi ve tazminat maliyetinin, önlemeye yönelik yapılacak yatırımlardan çok daha yüksek olduğundan bahsetmiştir. 6331 sayılı yasanın çalışanlar üzerinde koruma ağını genişlettiğine değinen Karadeniz, çalışan kesimin önemli bir kısmını oluşturan kendi namına çalışanların ve ev hizmetinde çalışanların yasa kapsamı dışında bırakılmalarını eleştirmiştir (Karadeniz, 2012: 15,64).

Tekin, 2014 yılındaki çalışmasında, iş sağlığı ve güvenliği konusunun ülke ekonomisi kadar işletmelerin ekonomik yapıları üzerine de çeşitli maliyetler yüklediğine değinmiştir. Meslek hastalıkları ve iş kazaları nedeniyle işletmelerin karşısına çıkacak muhtemel maddi sorumlulukların (tedavi masrafı, maddi-manevi tazminatlar, yargı masrafları, makine ve teçhizat bakım onarım masrafları, yeni çalışan temini ve eğitim giderleri, vb.), kazaların önlenmesine yönelik yapılacak çalışmaların maliyetinden çok daha fazla olduğunu belirtmiştir. Proaktif (önleyici) faaliyetler olarak değerlendirilen bu çalışmaların bir maliyet unsuru olarak görülmemesi gerektiğini, işletmelerde üretim verimliliğinin artması açısından çok önemli yeri olduğunu savunmuştur (Tekin, 2014: 31-32).

Literatürde, uygun olmayan çalışma koşullarının iş sağlığı ve güvenliğini olumsuz etkilediği vurgulanmıştır. Örneğin, maden ocaklarında çalışan işçilerde, romatizma ve kemik gelişimini olumsuz etkileyen raşitizm gibi hastalıklar, uzun çalışma saatleri ve hijyen dışı koşullarda çalışmalarının bir sonucu olarak ise verem hastalıklarının giderek artığına değinilmiş, özellikle verem hastalığının "işçi hastalığı" şeklinde anıldığından bahsedilmiştir (Mahiroğulları, 2005: 47).

Madencilik ve kimya sanayinde sıkça kullanılan birçok kimyasalın, zararlı veya zehirli etkilere sahip maddeler olması ve bunların kullanımında gerekli özenin gösterilmemesi, çalışma ortamına yayılan gaz ve dumanın solunum yoluyla vücuda alınmasına sebep olmuştur. İşyerlerinde sağlık ve güvenlik yönünden alınmayan önlemler, çalışanların bu maddelere uzun süre maruz kalmalarına ve çeşitli meslek hastalıkları sebebiyle sıkıntılı süreçler yaşanmasına veya yaşamların yitirilmesine neden olmuştur (TMMOB, 2014: 7).

(22)

Sanayi devrimi ve ekonomik büyümenin başarıları, sosyal alanda işçi sınıfının yoksulluğu, acısı ve sömürülmesi pahasına gerçekleştirilmiştir. Sermaye ve üretim araçlarının belli ellerde yoğunlaşması, işçi kesimini toplama kamplarından farklı olmayan üretim şartlarında çeşitli atölye ve fabrikalarda çalışmak durumunda bırakmıştır (Hamitoğulları, 1982: 279).

Fakat bu gün, hem kalkınmanın sosyal boyutunun ön plana çıkması hem de çalışanın sosyal yönüne daha fazla dikkat çeken neo-klasik yönetim anlayışı sayesinde, çalışan sağlığına ve güvenliğine daha fazla önem verilmektedir.

2.3.İş Sağlığı ve Güvenliğinin Sosyal Politika İçindeki Yeri

İş sağlığı ve güvenliği beşeri kalkınma açısından arz ettiği önem ve bu alanın iyileştirilmesine yönelik politikaların uygulanması çok hassas bir konudur. İş sağlığı ve güvenliğine yönelik uygulanan bu politikalar, sosyal politikanın temel ilgi alanı içinde yer almaktadır.

Sanayi devriminin toplumsal sınıflarda meydana getirdiği değişim zamanla emek ve sermaye sahipleri arasında çeşitli sorunlar çıkmasına neden olmuştur. İşçi ücretleri düşmüş, ailede tek kişinin çalışması aile geçiminin sağlanmasına yetersiz hale gelmiştir (Serdar Bozkır, 2014: 3).

1800’lerin başlarından itibaren küçük imalatçıların yerlerini büyük işverenlere bırakmaları ve kendilerinin ücretli işçi durumuna düşmeleri yaygınlaşmış, fabrikalarda ve hatta yer altı maden işletmelerinde kadın ve çocuk istihdamının arttığı görülmüştür (Thompson, 2015: 253).

Yaşanan makineleşmenin yarattığı iş gücü ihtiyacı sonucu, zamanla atölye ve aile işletmesi şeklindeki küçük imalathaneler kapanırken, kırsal kesimden kentlere yönelik göç hareketleri hızlanmıştır. Yine bu dönemde kadınlar ve çocukların işveren kesiminin yeni hedef kitlesi olması, özellikle Avrupa’da yüzyıllardır devam eden kölelik düzeninin yasaklanmaya çalışılmasının ve daha ucuz iş gücü teminin bir sonucu olarak açıklanabilir (Güzel, 2014: 158-161).

(23)

Bu durum sömürünün artık gizlenemez bir hal aldığını göstermiş, sömürülen kesimler ise sosyal ve kültürel anlamda birbirlerine çok daha yakınlaşmıştır (Thompson, 2015: 253).

Sanayi devriminin yarattığı ve kısa zamanda gelişen birçok teknolojik yenilikler, bu icatlarla çalışmak ve yaşamak zorunda olan insanlar için yeni tehlikeleri de beraberinde getirmiştir (Alper, 1992: 85).

Çalışanların yaşadığı zorluklar bir kısım düzenlemelerle hafifletilmeye çalışılmasına karşın bazı iktisatçılar işveren yanlısı fikirlerini beyan etmekten kaçınmamışlardır. Örneğin, Nassou Senior 1847 yılında işçilerin çalışma sürelerin sınırlandıran “10 saatlik çalışma günü yasası” hakkında kâr sağlamanın tek yolunun işçilerin mümkün olan en düşük ücret ve en uzun süre ile çalıştırılmalarından geçtiğini savunmuştur (Hobsbawm, 2013: 111).

İşveren kesiminin üretimi artırma arzusu, işçilerin uzun zaman dilimlerinde ve çok ağır şartlar altında çalışmalarını zorunlu hale getirmesi çalışanların sağlıklarında gözle görülür bozulmaların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu kötü durumun daha fazla sürmesinin, iş kazası ve meslek hastalıkları gibi zararlı sonuçlar doğuracağının işverenler tarafından anlaşılmasıyla birlikte 19. yüzyıl başlarından itibaren çalışma koşullarını düzenleyecek fikirler tartışılmaya başlanmış, yeni yasal önlemler alınmasının yolu açılmıştır (Tekelioğlu, 1994: 19).

Çalışma hayatında yaşanan bu olumsuzluklar yanında, yaşam koşullarının her geçen gün toplumun bazı sınıfları üzerinde yaptığı baskı artmış, yoksulların daha da yoksullaştığı ortak görüş halini almıştır (Hobsbawm, 2013: 84-85).

Liberal kapitalist iktisadi politikaların doğurduğu değişen toplumsal düzenin doğal bir düzen olmayıp insanların oluşturduğu bir düzen olduğu fikrinin genel kabul görmesi ile bu ve benzeri sorunların çözümüne yönelik çeşitli çalışmalar yapılmaya başlanmış, bu çalışmalar sosyal politika kavramıyla adlandırılmıştır (Serdar Bozkır, 2014: 1-6).

(24)

Sosyoloji bilimi ve ilk sosyologlarda Fransız Devrimi sonrasında bu hızlı fabrikalaşma ve makineleşme ile aynı dönemde ortaya çıkmıştır. Bir yandan farklı toplum biçimlerini inceleyen sosyoloji bilimi diğer yandan gelişen sanayileşmenin oluşturduğu yeni toplumsal yapılar üzerine de fikirler geliştirmiştir (Freyer, 2014: 80-81).

Sosyal yaklaşımlar, başlangıçta kapitalist düzenin tarafları olan emek ve sermaye arasındaki sorunlara sendikal örgütlenmeler, grev hakkı, toplu pazarlıklar gibi dar bir çerçeve üzerinden çözüm politikaları üretmeye çalışmıştır. Bu çalışmalar dar anlamda sosyal politikalar olarak adlandırılırken zaman içinde daha geniş kesimlerini ilgilendirecek politikalar üretilmiş, toplumsal bütünlüğe yönelik, eğitim, sağlık, barınma gibi konulardan, ulusal ve uluslararası gelişmelere kadar birçok farklı alanda toplum çıkarlarını koruma üzerine yapılan çalışmalar ise geniş anlamda sosyal politikalar olarak tanımlanmıştır (Serdar Bozkır, 2014: 1-6).

Marx’a göre kapitalist sistem, toplumu sanayi sisteminin tüm imkânlarından faydalanan girişimciler ve geçimini sadece yaptığı iş üzerinden elde ettiği gelirle sağlayan işçiler olarak iki ana sınıfa bölmüştür. Bu sınıflar içine hiçbir zaman üçüncü bir sınıf giremez (Freyer, 2014: 59). Bu yüzden kapitalizm toplumsal yapı üzerine olumsuz etkiler yaptığı gibi beklenen ekonomik kalkınmayı da sağlayamamıştır. Toplumda emek tarafı ve sermaye tarafı arasında sorunlar ve çatışmalar sürekli olarak artmış ve sömürülen kesim, oluşan çeşitli protesto hareketlerinin yanında sosyalist akımlarında etkisi ile kendi içinde birbirine daha da kenetlenmiştir (Serdar Bozkır, 2014: 32).

Zamanla ortak hareket etme yeteneğine sahip, sayıları azımsanmayacak kadar büyük kitlelere dönüşebilen, toplumsal ve siyasi sorunların farkında olan sanayi işçisi kesimi oluşmuştur. İşveren kesime göre daha farklı ihtiyaçları olan bu kesimin bazı ortak çıkarlara sahip aynı iş kolundaki mensupları çeşitli dernekler kurarak örgütlenmişlerdir (Deane, 2000: 138-141).

(25)

1830’lardan itibaren bu hareketler daha bilinçli ve karakteristik bir yapıya bürünmüş, çalışan kesimin genel memnuniyetsizlikleri “sendika” düşüncesi ve bunun siyasi amacı olan “grev” fikrinin oluşmasına sebep olmuştur (Hobsbawm, 2013: 87).

Sosyalist düşünce yapısının kapitalist anlayışa muhalif tavrı ise klasik liberal yönetim anlayışının ve dolayısıyla kapitalizmin sorgulanmasına neden olmuştur (Serdar Bozkır, 2014: 26).

Özellikle Avrupa’da, 1820’lerden itibaren 1929’a kadar geçen yüz yılı aşkın sürede çeşitli hatalı yatırım politikaları birçok kriz dönemlerinin yaşanmasına sebep olmuştur (Aktan ve Şen, 2001: 1228). Liberal kapitalist yönetim anlayışının tartışılması ve başarısız kabul edilmesinin en somut örneği ise 1929 Ekonomik krizidir. I.ve II. Dünya Savaşlarının yaşattığı ekonomik yıpranmalar ve sosyal sorunlara çözüm arayışı devletlerin bu konulara müdahil olmasına yönelik düşüncelerin tartışılmasına ve çözümün devlet eliyle sağlanması fikrinin doğmasına sebep olmuştur (Serdar Bozkır, 2014: 26).

20. yüzyıla ve hatta günümüze gelindiğinde ise tüm ülkelerde devletin ekonomik ve toplumsal yapı üzerinde söz sahibi olduğu, toplumsal çıkar birlikleri, sendikalar ve çeşitli örgütlenmeler kurulmasını desteklediği, yasalar koyduğu ve bu teşkilatların yönetim makamları üzerine etki etmeye çalıştığı görülmektedir. Devletin iktisadi hayata müdahil olduğu bu durum çağdaş sanayi devletlerinin ve toplumsal yapısının da bir gereğidir (Freyer, 2014: 66).

Temelini liberal kapitalist anlayıştan alan sanayileşme politikalarının doğurduğu olumsuz koşullar, müdahaleci kapitalist anlayışa geçişle birlikte, kapitalizmi muhafaza etmek suretiyle işçilere yönelik çareler, çözüm önerileri ve olumlu düzenlemeler üretmeye yönelik çalışmaların yapılması yönündeki çabayı artırmıştır (Serdar Bozkır, 2014: 1). Bu kapsamda ülkelerin sosyal kalkınma düzeylerinin yükselmesinin, iyi organize edilmiş sosyal politikaların uygulanmasıyla mümkün olacağı anlaşılmıştır. Sosyal devlet anlayışının gelişmesi ve sosyal politika anlayışlarının genişlemesi çalışanların sağlığı ve güvenliğine daha fazla önem verilmesinin önünü açmış, zaman içinde değişen yönetim anlayışları da iş sağlığı ve

(26)

güvenliği alanındaki bu gelişimi desteklemiştir. Ayrıca yapılan yasal düzenlemelerle hiç kimsenin yaşına, cinsiyetine uygun olmayan işlerde çalıştırılamayacağı, kadın ve çocuklar gibi çalışma yaşamı içindeki özel gruplara yönelik daha korumacı yaklaşımlar öne çıkmaya başlamıştır.

Çalışanlara yönelik ortaya çıkan bu olumlu havaya yönetim anlayışındaki olumlu değişikliklerde eşlik etmiştir. Klasik yönetim anlayışında adeta bir makine olarak görülen insan faktörüne, neoklasik yönetim anlayışı ile birlikte daha fazla önem verilmeye başlanmış, hatta çalışan kesim işletmelerin etkinlik ve verimliliğini tayin eden en temel unsur olarak kabul edilmiştir (Ertürk, 2011: 98-102).

Sonuç olarak, insan faktörünün, çalışma hayatında etkinliğin ve verimliliğin en önemli unsuru olarak kabul görmeye başlaması, çalışma ortamından kaynaklanan iş sağlığı ve güvenliği sorunlarına çözüm üretilmesi çabalarının önemini daha da artırmıştır.

3. DÜNYADA İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİNİN GELİŞİMİ

Sanayi devrimi ile birlikte işçi sınıfının ortaya çıkması ve işçilerin büyük üretim tesislerinde makinalarla birlikte çalışmaları dünyada iş sağlığı ve güvenliği alanındaki gelişmelerin sanayi devrimi öncesi ve sonrası olmak üzere iki bölümde incelenmesini gerekli kılmaktadır.

Sanayi devrimi öncesi gelişmeler

İlk çağdan itibaren birçok bilim insanı gerek fikirleri, gerekse eserleri yoluyla, çeşitli maddelerin veya çevresel faktörlerin insan sağlığı üzerine olan olumsuz etkilerinden bahsetmişlerdir. Örneğin; düşük erime noktası, kolay bükülebilirliği ve dayanıklılığı nedeni ile yaygın olarak kullanılan kurşunun, Hipokrat döneminden bugüne, yetişkinlerde kolik şeklinde zehirlenmelere yol açtığı tespit edilmiştir(Özmert, 2005: 339). Ayrıca, at binicilerde sıkça görülen siyatik hastalığının da mesleki bir durum olduğunu tanımlamıştır (Türkkan, 2009: 102).

(27)

Pliny (MS. 23-79), çalışma ortamında tehlikeli tozlara maruz kalanların kendilerini korumak için maske kullanmalarını önermiş, Galen ise, kurşun zehirlenmelerinin patolojisinden bahsetmiş ayrıca kimya ve deri üretimi işlerinde çalışanların hastalıkları hakkında bilgiler vermiştir (Erkan, 1972: 22).

Paracelsus (1493-1541), "Bütün maddeler zehirdir, zehir olmayan hiçbir madde yoktur, zehirle devayı birbirinden ayıran onun dozudur" şeklinde görüş belirtmiştir (Vural, 2005: 6-7 ).

B.Ramazzini (1633-1714), yaşadığı şehirde evsel atıkların toplandığı çukurları boşaltma işinde çalışan işçinin gözlerindeki kızarıklığın ve yanma hissinin, yaptığı işle ilgili olduğunu gözlemlemiştir. Bunun üzerine değişik mesleklerde çalışanların sağlık durumlarını izleyerek, “kişilerin işleri ile yaşadıkları sağlık sorunları arasında mutlaka bir ilişki vardır” görüşünü açıklamıştır (Akbulut, 2001: 11).

İşçi sağlığı alanının en önemli ismi kabul edilen Bernardino Ramazzini, hastalara önce “mesleğiniz nedir?” sorusunun sorulmasının gerektiğini, hastalık ile işin ilişkisinin değerlendirilmesini önermiştir. Ramazzini 1700 yılında yayımladığı De Morbis Artificum Diatriba (Çalışanların Hastalıkları) adlı eserinde, yapılan mesleğin vücuda etkileri üzerinde durmuş, çalışma sırasında belli aralıklarla dinlenmenin gereğine değinmiş, egzersizin önemi üzerine önerilerde bulunmuş, uygunsuz hareket ve doğal olmayan duruşun çeşitli hastalıklara neden olduğunu kaydetmiştir (Türkkan, 2009: 102). Bu çalışmaları O’na tıp tarihinden silinmeyecek bir isim kazandırmış, günümüzde dahi “işçi sağlığının babası” olarak anılmasını sağlamıştır (Akbulut, 2001: 11).

Percival Pott (1714-1788), 1771 yılında Londra’da baca temizleyicileri arasında yüksek oranda skrotum (testis) ve deri kanseri görülmesinin, kurumda bulunan kanserojen maddelerden kaynaklandığını belirtmiştir (Atıcı, 2007: 199). Pott, o güne kadar hiç belirtilmemiş olan bir dış faktörün kansere neden olduğunu tanımlamıştır. Bu tespit, bir meslekle ilgili yapılan ilk kitle tanımlaması olarak bilinmektedir ve skrotal kanser günümüzde de bazı yayınlarda Pott kanseri olarak anılmaktadır (Kıter, 2006: 55).

(28)

Bu örneklerden de anlaşılıyor ki iş kazaları ve meslek hastalıklarının tarihsel süreci en az insanlık tarihi kadar eskidir. Sanayileşme öncesinde dünyada çalışılan ortam sebepli hastalıklar veya kazalar genellikle düşme, yanma, boğulma, hayvanların veya çevresel faktörlerin sebep olduğu yaralanmalar veya çevresel etkenlerden kaynaklanan hastalıklarken, sanayileşmenin insan hayatına yerleştirdiği buhar gücü, elektrik ve bu güçleri kullanan makineler, yeni tehlikeleri, hastalıkları ve kazaları da beraberinde getirmiştir.

Sanayi devrimi ile birlikte ortaya çıkan gelişmeler

18. yüzyılın ilk yarısında İngiltere'de ticaretin ve sanayinin gelişmesi teknik alanda çeşitli araştırmaları özendirmiş ve yeni keşiflerin önünü açmıştır. Özellikle pamuk endüstrisinde başlayan sanayi devriminin ilk adımları, pamuk üretimi ve ticaretinde hızlı gelişmeleri meydana getirmiştir. Yün sanayinde yer alan loncalar, yaşanan bu gelişmeleri kabullenemeyerek engellemek istemişler fakat başarılı olamamışlardır. Bu nedenle loncalar, iş gücünü sınırlamak için, sadece uzun bir çıraklık döneminden geçen kişilerin bu alanda çalışabileceği kurallını getirmişlerdir. Bu durum iş gücü temininde zorluklar yaşanmasına, pamuk üreticilerini de yeni teknikler araştırmaya yöneltmiştir. John Kay’in, 1733 yılında dokuyan mekiği icadı ve bunu takip eden iplik ve dokuma tezgâhlarının icadı, üretimde sıkıntılı süreçlerden geçen diğer sektörlerin de dikkatini çekmiştir (Hamitoğulları, 1982: 162).

Yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da makine üretimi iplikler bollaşırken, ucuz ve şaşılacak derecede düzgün üretilmiş şekilde esnaf sergilerinde ve pazarlarda yerlerini almıştır. Bugün “sanayi devrimi” olarak adlandırılan bu süreç, geleneksel el işçiliği üretiminden, büyük boyutlarda üretim yapılmasına imkân veren makine ile üretim sürecine geçiş olarak tanımlanabilir (Freyer, 2014: 26).

Yine aynı dönemlerde demir işlemede kullanılan odunun temininde yaşanan zorluklar, üreticileri alternatif ısı kaynağı araştırmaya itmiştir. Bilinmesine rağmen bu alanda kullanılmayan maden kömürünün demircilikte kullanılması, 1784 yılında ise Henry Cort tarafından keşfedilen bir teknikle, kokun döküm alanında da kullanılmaya başlanmasıyla demir ve çeliğin büyük yığınlar halinde üretilebilmesi,

(29)

dolayısıyla eskiden odun enerjisini kullanan makinelerin, daha kolay ve fazla üretim yapmasını sağlamıştır (Hamitoğulları, 1982: 162-163).

1789 Fransız Devrimi’nin ortaya çıkardığı siyasal yaşantıdaki değişimler ilerleyen yıllarda ekonomik yapı üzerinde de etkilerini göstermeye başlamıştır. Monarşinin siyasal yaşamda zamanla etkisini yitirmesi, toprak sahibi olmayan köylülerin kırsal yaşantıdan uzaklaşması ve şehirlere olan göçün artmasıyla özellikle Avrupa’da birçok ülkede hızlı bir şehirleşmenin doğuşuna sebep olmuştur (Mahiroğulları, 2005: 41-44).

Buhar makinesinin 1769 yılında James Watt tarafından keşfinden sonra 1813’te buhardan elde edilen çekişi gücüne dayanan ilk arabanın icadı, yine 1813 yılında ray üzerinde işleyen lokomotifin keşfi bu dönemde yaşanan birbirini takip eden gelişmelerdendir (Hamitoğulları, 1982: 162).

Özellikle buhar makinesinin icadı ve ulaştırma, imalat, sanayi ve madencilik gibi farklı alanlarda kullanılmaya başlanması çalışma hayatının geleneksel aktörlerine, “işçi sınıfı” denilen yeni bir sınıfın katılmasında etkili olmuştur. Sanayi devrimi öncesinin meslek kuruluşları olan lonca sistemi içindeki “usta-çırak” kavramların yerini ise “işçi-patron” kavramları almıştır (Mahiroğulları, 2005: 41-44). Sanayi devrimi ile birlikte yoğun makine ve teçhizat kullanımı sürecinin getirdiği sağlıksız iş ortamları ve uzun çalışma süreleri, çalışanların sağlık durumlarındaki bozulmaları ve iş kazalarını artırmıştır.

Bu nedenle iş sağlığı ve güvenliğinin ciddiyetle ele alınması ve bu konuda yasal düzenlemelere gidilmesi on dokuzuncu yüzyıldan itibaren başlamıştır. Bu yıllarda sanayi devriminin iş yaşamında yarattığı olumsuzlukların farkına varılmıştır. Çalışanlarla ilgili şartların düzeltilmesi amacıyla, çalışanların sağlığı ve güvenliği ile ilgili yasalar hazırlanmış ve yaşanacak uygunsuzluklara karşı yaptırımlar uygulanması için çeşitli düzenlemelere gidilmiştir (Çetindağ, 2010: 26).

Sanayileşmenin getirdiği bu tehlikeler karşısında işçi sınıfı, başlangıçta kaderci bir düşünce yapısıyla çalışma şartlarının zorluklarına boyun eğse de bir süre sonra, devletin çalışma hayatına müdahale etmemekteki kararlılığını bozacak boyutlarda,

(30)

özellikle 1848'de ve daha sonraki yıllarda olduğu gibi Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde hak arama mücadelelerine girmişlerdir. Devletler, çalışanların taleplerine kayıtsız kalamamış ve 19. yüzyılda sonra çalışma hayatını, çıkardıkları çeşitli yasalarla düzenlemek zorunda kalmışlardır (Mahiroğulları, 2005: 52-53).

İngiliz parlamentosu tarafından 1788 yılında çıkarılan “Baca Temizleme Kanunu”, fabrikalarda baca temizleme işlerinde çalışan çocuk işçilerin korunması amacıyla düzenlenmiştir. Bu kanun bireysel ve hukuki düzenleme bakımından ilk gelişme olarak bilinir (Gençler, 2007: 16). Tarihte gerçek anlamda ilk sosyal politika önlemlerinin de 19. Yüzyıl’ın başlarında, 1802 yılında yine İngiltere’de hayata geçirildiği görülmektedir (Güzel, 2015: 456). 1802‘ de, “Çıraklık Sağlık ve Ahlak Yasası” ile çırakların aşağılanması ve çalışmalarının kötüye kullanılmasına engel olunmaya çalışılmıştır (Tüzüner ve Özaslan, 2011: 140).

Sosyal politika alanında İngiltere’den sonra Almanya, Belçika, Fransa ve İsviçre gibi ülkelerde de çeşitli tedbirler alınmaya başlanmıştır. Yapılmaya çalışılan düzenlemeler incelendiğinde ise, genellikle küçük yaşlardaki çalışanların koşullarının iyileştirilmeye çalışıldığı dikkati çekmektedir (Güzel, 2015: 456).

1833 yılında İngiliz Fabrikaları Yasası ile tüm tekstil fabrikalarında 18 yaşından küçük işçilerin gece çalıştırılması yasaklanmış ve 9 yaşından küçük işçilerin ipek fabrikaları dışında diğer fabrikalarda çalıştırılamayacağı, 9-13 yaş aralığındaki işçilerin ise günlük en fazla 9 saat çalıştırılabilecekleri şeklinde düzenlenmiştir (Uzun, 2000: 216).

Fransa’da 1841 yılında, “22 Mart 1841 Yasası” ismiyle uygulanmaya başlanan kanunla küçük yaşlardaki çalışanların, çalışma saatleri ve şartları düzenlenmiştir. Bu yasa, sosyal politika tedbirleri anlamında Fransa’da uygulamaya konulan ilk ve kapsamlı yasa olarak kabul edilmektedir (Güzel, 2015: 454).

Birinci Dünya Savaşı sonrasında, işçi örgütlerinin mücadeleleri, çalışanların yaşadıkları zorluklara tepki duyan bazı kişi ve kuruluşların gayretleri ile 1919 yılında ILO “Uluslararası Çalışma Örgütü” kurulmuştur. Örgütün kuruluşunda 1917-Rus Devrimi’nin yayılmasından duyulan endişe, düşük ücretler ve kötü çalışma

(31)

koşullarının geçerli olduğu ülkelerin işverenlerinin rekabet gücünü azaltmak isteyen bazı işverenlerin girişimleri etkili olmuştur (Koç, 2000: 3).

I. Dünya Savaşı’nın sona erdiği süreçte, Paris Barış Konferansı (1919) sırasında temelleri atılan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün ana tüzüğünde, kuruluştaki asli amaçlarının “insancıl” olduğu belirtilmiştir. Politik açıdan incelendiğinde, çalışma koşullarındaki zorlukların gelişen sanayileşme ile birlikte artmasının işçi sınıfındaki huzursuzluğu artıracağına, bunun da dünya barışını olumsuz yönde etkileyeceğine dikkat çekilmiştir. ILO tüzüğünün yayınlanması sürecinde 9 ülke katkıda bulunmuştur. Bu ülkeler, Belçika, Küba, Çekoslovakya, Fransa, İtalya, Japonya, Polonya, İngiltere ve ABD’ dir. ILO, dünyada, işçi, işveren örgütleri ve hükümetleri “eşit koşullarda” bir araya getiren ilk organizasyondur. ILO tarafından onaylanan ilk altı uluslararası sözleşmede çalışma süreleri, işsizlik, gebelik koruması, kadınlar için gece çalışması, asgari ücret ve gençler için gece çalışması konuları ele alınmıştır. ILO Yönetimi kuruluşundan başlayarak ilk iki yıl içerisinde toplam 34 sözleşme ve tavsiye kararı hazırlamış ve onaylamıştır (Yılmaz, 2010: 30-31).

1919 yılından sonra ILO tarafından hazırlanmış sözleşmelerden bazıları Türkiye tarafından da onaylanmıştır. Bu sözleşmelerde çalışma hayatına yönelik asgari çalışma yaşı, hastalık, haftalık dinlenme süreleri, örgütlenme hakkı gibi çeşitli konularda tavsiye ve düzenlemeler yapılsa da bunlar belli bir istihdam alanına veya belli çalışan gruplarına özel düzenlemeler olarak kalmış çalışan kesimin bütününü kapsamamıştır (ILO, 2015).

10.05.1944 “Philadelphia Bildirgesi” ILO’ nun yeniden kurulması ve yapılanması anlamına gelmektedir ki, bildirinin 3. Maddesi g- fıkrasında “işçilerin tüm çalışma alanlarında hayat ve sağlıklarının korunmasının gerektiği” ifadesi yer almaktadır (Gençler, 2007: 17). Bu bildirge ile iş sağlığı ve güvenliği konusunun önemi daha da ön plana çıkmıştır.

II. Dünya savaşı sonrasında da tıpkı I. Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi uluslararası işbirliği ve barış gibi alanlarda çeşitli girişimler yaşanmıştır. 1945’te Birleşmiş Milletler Konferansının San Francisco'da yapılan toplantısında, Birleşmiş

(32)

Milletler Örgütü kurulması kararlaştırılmış, bu safhada Brezilya ve Çin Heyetlerinin bir Uluslararası Sağlık Örgütü kurulmasına yönelik toplantı düzenlenmesi önerisi de oybirliği ile kabul edilmiştir. Böylelikle savaş döneminde kesintiye uğramış olan uluslararası ilişkiler ve halk sağlığı çalışmalarının yeniden başlamasının önü açılmıştır. Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi, söz konusu toplantının hazırlanması için Belçikalı Prof. Dr. Rene SARD başkanlığında 15 kişilik bir teknik komite oluşturmuştur. Teknik Komite kısa bir süre içinde toplantının gündemini belirlemiş, kurulacak uluslararası sağlık örgütü için anayasa taslağını ve alınması gereken kararları belirlemiştir. 19-22 Temmuz 1946 tarihlerinde New York'da düzenlenen Uluslararası Sağlık Konferansı’nda BM'e üye ülkelerin temsilcileri ile UNESCO, ILO, OIHP, FAO, PAHO, Dünya İşçi Sendikaları Federasyonu, Kızılhaç ve Rockefeller Vakfı gözlemcileri Dünya Sağlık Örgütü’nün Anayasası'nı oluşturmuşlardır. 7 Nisan 1948 tarihinde merkezi Cenevre’de bulunan Dünya Sağlık Örgütü (WHO) kurulmuştur. Dünya Sağlık Örgütü'nün Anayasasında amacının; "Tüm insanların mümkün olan en üst sağlık düzeyine ulaşmaları" olduğu ifade edilmiştir (Tezel Aydın ve Metin, 1997: 7-9).

Benzer şekilde Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nun anayasasında da “İşçilerin genel ve mesleki hastalıklara ve iş sırasında meydana gelen kazalara karşı korunması” ifadesi yer almaktadır (ILO).

Bu iki örgütün (WHO ve ILO), Birleşmiş Milletler ’in ilgi alanları farklı kuruluşları gibi görünmesine karşın anayasalarında “sağlık ve hastalık” ifadelerinin olması, konumuz çalışan sağlığının, tüm dünya için önemli bir gündem maddesi olduğu şeklinde yorumlanabilir. Bu kuruluşlar uluslararası düzeyde, iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı bilinci artırmaya yönelik olarak ortak çalışmalar yürütmektedir.

3.1. Avrupa Birliği’nin Kuruluşu ve Konu İle İlgili Sosyal Politikaların Gelişim Süreci: İngiltere ve Almanya Örneği

Avrupa Kıtası 20. Yüzyılın ilk yarısı tamamlandığında II. Dünya savaşının üzerlerinde yarattığı yıkımı aşmanın yollarını aramıştır. Dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman, daha önceleri ekonomist Jean Monnet tarafından da ortaya

(33)

atılan ve geçmişten beri felsefi bir fikirden öteye gidemeyen öneriyi 1950 yılında tekrar gündeme getirmiş ve Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT)’nun kurulmasını teklif etmiştir. Avrupa’nın önemli devlet adamlarının da kendi halklarını, ortak çıkarların, ortak yasal düzenlemeler temelinde sağlanacağı bir birliktelik yönündeki ikna çabalarının sonuç vermesiyle, geçmişte savaşın hammaddesi olan kömür ve çelik artık, birbirleriyle savaşan ülkeler arasında barış ve uzlaşmanın sembolik bir aracı olmuştur (Fontaine, 2007: 5). 1951 yılında imzalanan Paris Antlaşması’nın ardından Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kurulmuştur (Çukurçayır, 2010: 23).

Avrupa Birliği, tüm tarihi savaşlarla geçmiş bir kıtada, temel amacı kalıcı barışın sağlanması ve sürdürülmesi olan, ulus devletlerden oluşup, uluslar üstü bir yapılanma ile küreselleşen dünyada gösterilen en başarılı birleşme hareketi olarak kabul edilmektedir (Alganer ve Çetin, 2007: 286).

1951 yılında Paris Antlaşmasıyla Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun, altı kurucu üye tarafından kurulmasının ardından yaşanan önemli gelişmeler şu şekilde sıralanabilir (Fontaine, 2007: 9);

1957: Roma Antlaşması ile bir ortak pazar kuruldu.

1973: Topluluk, dokuz üye ülkeye çıktı ve ortak politikalar geliştirildi.

1979: Avrupa Parlamentosu’na ilk doğrudan seçimler yapıldı.

1981: Akdeniz’i içine alan ilk genişleme gerçekleşti.

1993: Tek Pazar sonuca ulaştı.

1993: Maastricht Antlaşması ile Avrupa Birliği kuruldu.

(34)

AB’de kalkınmada öncelik ekonomik alana yönelik olduğundan, yakın geçmişe kadar sosyal politika açısından serbest ikamet, serbest dolaşım, göçmen işçilerin sosyal güvencesi gibi temel konularda düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelerin ana amacı, ortak pazarın işleyişini kolaylaştırmak olmuştur (Yılmaz, 2009a: 61).

Temmuz 1987’de yürürlüğe giren Tek Avrupa Yasası ile ise, sosyal politika, araştırma, çevre gibi bazı politik alanlarda Topluluğun yetkilerinin genişletilmesi hükme bağlanmıştır (Fontaine, 2007: 29).

İş sağlığı ve güvenliğine yönelik çalışmaların önemi, nitelikli iş gücünün korunması ve işin sürdürülebilirliğinin öneminin de anlaşılmasıyla daha fazla değer kazanmıştır. Çalışanları, iş ortamlarından kaynaklanabilecek sağlık ve güvenlik sorunlarından korumaya yönelik geliştirilen yasal düzenlemeler, muhtemel olumsuzlukları öngören, yapılması gerekenleri ayrıntılı bir şekilde tanımlayan şekilde düzenlenmiştir. Birçok AB ülkesince başta ekonomik bir faktör olarak kabul edilen iş sağlığı ve güvenliği, insan hakkı olarak genel kabul görmüş, üyeler bunun bir kurallar topluluğu değil insani gereklilik olduğu fikrinde birleşmiştir (Aydın, 2014: 20).

AB Komisyonuna göre, Birlik üyesi ülkelerde uygulanan iş sağlığı ve güvenliği stratejisiyle 2002-2006 yılları arasında geçmiş yıllara göre ölümlü iş kazası oranlarında % 17, üç günü aşacak derecede iş göremezliğe sebep olan kazalarda ise % 20 oranında düşüş yaşanmıştır. Bu sonuç, Komisyonun iş sağlığı ve güvenliği alanındaki çalışmalarını cesaretlendirmiştir (Baloğlu, 2015: 109).

3.2. İngiltere ve Almanya’ da İş Sağlığı ve Güvenliği Uygulamaları

İngiltere ve Almanya çalışma hayatının tarihsel süreci içinde ve günümüzde en önemli yere sahip ülkelerin başında gelmektedirler. İngiltere, sanayi devriminin ortaya çıktığı, yaşandığı, büyüdüğü, dünyaya yayıldığı ülke olmanın yanında işçi ve işveren kavramlarının doğduğu coğrafyadır. Almanya ise 20.yüzyılın ilk yarısında yaşadığı iki büyük yıkım, ekonomik çöküntü, işgücü kaybı gibi birçok olumsuz etkiler bırakan savaşların ardından Avrupa kıtasında ekonomik kalkınmasını çok iyi noktalara getirmiş ülkedir. Değerlendirmede bu iki ülkeyi kriter alınmamızın bir

(35)

diğer sebebi ise nüfus olarak diğer Avrupa ülkelerine göre, Türkiye’nin nüfusuna yakın büyüklükte nüfusa sahip olmalarıdır.

3.2.1. İngiltere’ de İş Sağlığı ve Güvenliği Uygulamaları

TÜİK’in, Eurostat verileri üzerinden 2016 yılı istihdam rakamları hakkında yaptığı çalışmada İngiltere’de 15-74 yaş arası nüfusun işsizlik oranı %4,8, 15 yaş üzeri nüfusun istihdam oranı ise %59,9 olarak bulunmuştur. İngiltere bu verileri ile 15-74 yaş arası nüfusunun işsizlik oranı %10,9 ve 15 yaş üzeri nüfusunun istihdam oranı % 46,3 olan Türkiye’den daha iyi konumdadır (TÜİK, 2017).

İngiltere’de 1974 yılında geçmişte uygulanan bütün yasal düzenlemeler kaldırılarak, “İşyerinde Sağlık ve Güvenlik” Kanunu kabul edilmiştir. Bu kanuna tüm yasal düzenlemeler tek çatı altında toplanmış ve uygulanmaya başlanmıştır. Bu sistem çalışma hayatının tüm aktörlerini (işveren, yöneticiler, çalışanlar) içermekte olup, daha sonra bu kapsama serbest meslek sahipleri de dâhil edilmiştir (Aydın, 2014: 63-70).

1974 yılında yapılan bu yasal düzenleme sonrasında iş sağlığı ve güvenliği, ulusal boyutta tek bir üst kuruluş tarafından yerine getirilmeye başlanmış, yapılacak denetimler, Sağlık ve Güvenlik Kurumu ve yerel otoriteler tarafından müfettişler aracılığı ile gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Bu özelliği ile uygulamalar İngiltere’de demokratik bir ortam içerisinde oturmuş bir denetim kültürü ve toplum bilinci ile varlığını sürdürmekte ve uygulanmaktadır (Olcay ve Parlak, 2016: 95).

İngiltere’de İş Sağlığı ve Güvenliği alanında faaliyet gösteren iki temel kurum Sağlık ve Güvenlik Komisyonu ile Sağlık ve Güvenlik Kurumu’dur. Sağlık ve Güvenlik Komisyonunun, öncelikli görevi, çalışanların işyerinde, halkın da işyerleri arasındaki ulaşımları sırasında sağlığının, güvenliğinin ve refahının güvence altına alınmasıdır. Sağlık ve Güvenlik Kurumu’nun misyonu, çalışan kesimin işyerlerinde sağlık ve güvenliğini temin etmek ve çalışma ortamlarında yaşanabilecek ölüm, yaralanma ve hastalıkları önlemektir. Vizyonu ise, toplumsal anlamda sosyal ve ekonomik refahın sağlanması adına, işyerlerinde sağlık ve güvenlik önlemlerinin alınmasının sağlanması ve bu alanda dünya çapında iyi bir yerde olmaktır (Aydın, 2014: 63-70).

Şekil

Tablo 4.1. Türkiye’de yıllara göre iş kazası-meslek hastalığı sayıları ve bunlara                  bağlı ölümler
Grafik 4.1.  Türkiye’de iş kazaları sayıları (2007-2016)
Grafik 4.2. İş kazası sonucu geçici iş göremezlik (gün – ayaktan 2007 - 2016)
Grafik 4.3. İş kazası sonucu geçici iş göremezlik süreleri (gün – yatarak 2016)
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

雷射除痣 發佈日期: 2009/10/30 下午 03:12:59 更新日期: 2011-04-25 4:54 PM

[r]

Bu çalışmanın amacı UPS proteinlerinin (p97/VCP, ubiquitin, Jab1/CSN5) ve BMP ailesine ait proteinlerin (Smad1 ve fosfo Smad1)’in postnatal sıçan testis ve

[r]

The ANN'&apo s;s ability to discriminate outcomes was assessed using receiver operating characteristic (ROC) analysis an d the results were compared with a

Laparoskopik sleeve gastrektomi (LSG) son yıllarda primer bariatrik cerrahi yöntem olarak artan sıklıkla kullanılmaktadır. Literatürde, LSG’nin kısa dönem sonuçları

İktisat literatüründe yığılma ekonomilerinin bölgesel kalkınmaya etkileri konusunda iki farklı görüş mevcuttur: “Bir bölgede yığılma, komşu bölgelerin de