• Sonuç bulunamadı

4. TÜRKİYE’ DE İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ’NİN GELİŞİMİ

4.2. Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemi

4.2.1. Dilaver Paşa Nizamnamesi (1867)

19. yüzyılın ilk yıllarında Sanayi Devrimi’nin bir sonucu olarak ekonomisi güçlenen ülkelerin hammaddeye olan ihtiyaçları da büyük ölçüde artmıştır. Artan üretim miktarları ülkeler arası ticareti hızlandırmış ve buharla çalışan makineler ulaşım sektöründe önemli katkılarda bulunmuşlardır (Kara, 2013: 223).

Güçlü ekonomiye sahip ülkelerin, ticari ilişkileri olan ülkelere ürettikleri mamulleri pazarlamaları, bunun karşılığında da kendi üretimlerinde kullanacakları hammaddeleri bu ülkelerin doğal zenginliklerinden ucuza temin etme şeklinde bir politika izledikleri bilinen bir gerçektir. Bu politikalar gelişmekte olan ülkelerin üretimlerini ve teknolojilerini olumsuz yönde etkilemiştir (Kartalkanat, 1990: 68). Bu dönemde İngiltere’nin Osmanlı’ya yaklaşmasında, Osmanlı’nın Asya ile olan bağlantısı, İngiliz malları için geniş ve kalabalık bir pazar olması, coğrafi konumu ve tahmin edilen zengin maden yataklarının önemli etkisi vardı (Kara, 2013: 224). Özellikle İkinci Mahmut ve Birinci Abdülmecid dönemi ve sonrasında Osmanlı Donanması oldukça güçlü bir yapıya kavuşmuştur. Bu büyük deniz gücünün kömür ihtiyacının yurt dışından temin edilmesi, dolayısıyla da devlet bütçesine önemli ekonomik külfetler yüklüyor olması, Sultan İkinci Mahmut’un dikkati çekmiştir. İkinci Mahmut, kömürün tüm ülkede aranmasını emretmiş, bu durum kömürü en çok kullanan tersane yetkililerine iletilmiştir. Donanmadan terhis edilen askerlere kömür örneklerini göstererek memleketlerinde bunun benzeri taşları aramalarını ve buldukları takdirde büyük ödül kazanacakları vaad edilmiştir (Alpdündar, 1965: 126). Aslında imparatorluğun her döneminde maden araştırmalarına büyük önem verilmiştir. Bu durum, maden yönünden zengin olabileceği düşünülen yerlerde devletin görevlendirdiği “arayıcı” olarak tabir edilen kişilerce çeşitli araştırmalar yaptırılarak, maden ihbarında bulunanlara çeşitli ödüller verilerek ya da kurulacak işletmelerde çalışmaları için bir görev vermek suretiyle teşvik edilmişlerdir (Kartalkanat, 1990: 66). Bu ve benzeri teşvikler beklen sonucu vermiş ve beklenen haber 1829 yılında Ereğli’ den gelmiştir. Uzun Mehmet değirmende buğday öğütmek için sırasını beklerken dere yatağında gördüğü siyah taşların, askerde terhisinden önce kendilerine gösterilen siyah taşlarla olan benzerliğini fark etmiştir. Bunlardan toplayarak İstanbul’a götürüp Bahriye kaptanlarına teslim etmiştir. İkinci Mahmut bu keşfinden dolayı Uzun Mehmet'i 5 bin kuruş ödül ve ömür boyu 600 kuruş maaş bağlayarak mükâfatlandırmıştır (Alpdündar, 1965: 126).

Kömür madeni bulunmuş olmasına karşın ihtiyaçlar ithal edilerek karşılanmaya devam edilmiş, bir süre daha (yaklaşık 19 yıl) kömür çıkarılmamıştır. 1848 yılında Has Hazine İdaresi isimli yerli ve yabancı maden işletmecilerinin oluşturduğu birlik,

Karadağ ve Hırvatistan’dan getirdiği taş ocağı işçilerini çok ilkel şartlarda çalıştırarak kömür çıkarmaya başlamıştır. Civar halk önceleri çıkan madenin nakliye işlerinde, ilerleyen zamanda üretimi aşamalarında çalıştırılarak madenciliği benimsemişlerdir. 1865 yılına gelindiğinde, üretilen kömür miktarının azlığı, işletmenin iyi yönetilmemesi, ithalde yaşanan sıkıntılar sebebiyle donanmanın kömürsüz kalması vb. sebeplerle Sultan Abdülaziz havzayı Bahriye Nezareti’ne devretmiştir (Alpdündar, 1965: 129).

1867 yılında dönemin Ereğli Sancağı Kaymakamı Dilaver Paşa, aynı zamanda madenlerin de müdürlüğü görevini üstlenmiştir (İleri, 2008: 74). Madenin geçmişinden gelen düzensizlikleri ocak idaresine bahriye subaylarını memur ederek çözmeye çalışan Dilaver Paşa, toplamda 7 bölüm ve 100 maddeden oluşan kuralları uygulamaya koymuştur. Genel olarak, ocakların teknik ve ekonomik düzenini, iş düzenini, işçinin temini ve çalışma şartlarını, ocakların idare şekli ve kömürün teslimi gibi birçok teknik ve sosyal esasların tespiti yapılmıştır (Alpdündar, 1965: 129).

Çalışanların genel hakları yönünden yapılan düzenlemeler (Fişek, 1997: 46) ;

- İşçilere yatacak yer sağlanması zorunluluğu

- İşçi uzaklaştırmanın, önceden maden idaresine haber verme koşuluna

bağlanması

- Nöbetleşe ücretli çalışma yükümlülüğü - Günlük çalışma süresinin 10 saat olması

- Hastalanan işçilerin doktora muayene ettirilmesi, hafif hastaların tedavilerinin

sürdürülmesi, ağır hastaların köylerine geri gönderilmesi

Ücret konusunda ise (İleri, 2008: 74) ;

- İşçi ücretlerinin ödenmesinin diğer ücretlere göre öncelikli olması, - Ücretin liyakat esasına göre ödenmesi,

- Ocağa getirildiği halde veya ocağın çalışmaması halinde çalıştırılmayan

- Ocağın çalışmaması halinde işçilerin başka ocaklara gönderilerek ücretlerini

eksiksiz almalarına yönelik düzenlemeler içermesi vb. yenilikler sayılabilir. Ayrıca, uygulamada mevcut olan zorunlu çalışma süre ve sınırlarını sistemleştirmiş, kurumsallaştırmıştır. İşçi temininde, Ereğli Sancağı dâhilindeki 14 kazadan yaşları 13-50 arası olan erkeklerin sakat olmayanlarının iş ücretli mükellefiyetine tabi olacakları ve günde 10 saat süre ile senede 6 ay çalışacakları belirtilmiştir. Kazmacıların işlerinin zorluğuna dikkat çekilmiş, ocak sahiplerinin bu kişilerin rızalarını almalarına, kazmacılarında daha yüksek ücret veren madenci ile çalışabilmelerine imkân sağlanmıştır (Özdemir, 1998: 192-193).

Dilaver Paşa Nizamname’sinin temel olarak sosyal politikalar anlamında bir düzenleme olmasa da, getirdiği bir takım kurallarla geçmişin düzensiz uygulamalarına göre daha modern olduğu ifade edilebilir (İleri, 2008: 74). Buna karşılık iş sağlığı ve güvenliği uygulamaları anlamında temel konularda bile herhangi bir kural içermediği görülmektedir (İleri, 2014: 50)

4.2.2. Maadin Nizamnamesi (1869)

İmparatorluğun kuruluşundan 1858 yılında yayınlanan arazi kanununa kadar madenler genellikle, dini hükümlerin verdiği, mülkiyet esaslı haklarla işletilmiş ve vergilendirilmişti. 1862 tarihli Maadin Nizamnamesi, madencilik sektörünün işleyişini düzenleyen, maden mevzuatının ilk kaynağını oluşturmuştur. Bunu; 1872, 1887 ve 1906 yıllarında, arama, işletme, taşıma devlet ve vakıf paylarının belirlenmesine yönelik düzenlenen yeni nizamnameler takip etmiştir (Kartalkanat, 1990: 66-67).

Osmanlı’da genel anlamda iş sağlığı ve güvenliği alanındaki düzenlemeler madencilik sektörü üzerinde yapılan çalışmalarla iş hayatına dâhil edilmiştir.

Dilaver Paşa Nizamnamesi’ nin ardından çalışanların iş sağlığı ve güvenliği yönünden haklarına yönelik daha kapsamlı hükümler getiren çalışmalar yapılmıştır (TMMOB, 2014: 10). Fransa’da, aynı dönemde bu alanda yapılan çalışmalar ve

düzenlemelerden esinlenerek 23 Aralık 1869 tarihinde çıkarılan Maadin Nizamnamesi bu çalışmaların en önemlilerindendir (Kartalkanat 1990: 67).

Bu tüzüğün getirdiği önemli hükümler ve yenilikler ise (TMMOB, 2014)

- İşveren iş kazasının oluşmasını engellemeye yönelik tedbirleri almak ve iş

güvenliğini sağlamak zorundadır.

- Kazaya uğrayan kişiye veya ailesine, mahkemenin vereceği karara göre

işveren tarafından tazminat ödenecektir.

- Kazanın yaşanmasında işverenin ihmali tespit edilmişse işveren, ilave 15-

20 altın tutarı kadar daha fazla tazminat ödeyecektir.

- Her işveren maden sahası içinde eczane kurmak ve diploma sahibi bir

doktor bulundurmak zorundadır.

Ayrıca; İşçilerin zorunlu çalışmaya tabi tutulması yasaklanmış, yerel yöneticiler ve işletmelerde görevli mühendislerden işçilerin zorunlu çalışmaya mecbur edilmemesi ve bu yüzden zarara uğramaması için sürekli çaba ve özen gösterilmesi istenmiştir (Özdemir, 1998: 194). Maadin Nizamnamesi, bu açıdan değerlendirildiğinde çalışma mükellefiyetini ortadan kaldıran, dolayısıyla çalışmanın ekonomik yönünden daha çok insani yönüne değer verilmesi hususunda işçileri ve işverenleri uyaran diğer bir görüşü ortaya çıkarmaktadır (Kurt, 1972: 139).

Osmanlı’da çalışma hayatını düzenleyen ilk kurallar bütünü olarak anılan Maadin Nizamnamesi sadece madencilik sektörü üzerine yoğunlaşmış kuralları içerir. Bu durum dönemin çalışma hayatında toplu çalışma ortamı olarak madencilik dışında bir alanın olmayışındandır.

Çalışanlara yönelik daha kapsamlı hükümler getirse de Maadin Nizamnamesi de işverenler tarafından uygulanmamış ve tüzük hükümleri yaşama geçirilememiştir. İlerleyen süreçte, 1908 yılında kurulmasına izin verilen sendikalar işçilerin ağır çalışma koşullarını, sağlık ve güvenlik sorunlarını gündeme getirseler de bu alanda somut hiçbir ilerleme sağlanamamış ve koşullar düzeltilememiştir (TMMOB, 2014: 10).

Benzer Belgeler