ibi Y en iliğim iz,, kitabını
' ' ' ■ '
karıştırırken
(Türk teceddüt edebiyatı tarihi) i- sinıli kitabı vaktile hakikaten zevk duyarak okumuştum. Tabsara müel lifi A kif paşanın düşmanı ve Sultan Mahmudu Sani zamanı ricalinden Per tev paşa ile Sultan Azizin son zaman larına kadar yaşamış olan Ethem Per tev paşayı tek adam zannedecek ka - dar klâsik olmuş bir i'ki hatası dahi bulunsa bile, anlattığı şeylerden haki katen hazzede ede ve hazzetire ettire bahseden bu eserin müellifine, İsmail Habibe hâlâ minnttarım. V e eseri yani (Türk teceddüt edebiyatı tarihi) müellifinin bütün hayatında kendine refakat edecek bir mahiyet ve mevki almıştır. Şimdi önümde (Edebî yenili ğimiz) ünvam altında ve (İkinci ve ta- dilâtlı tabı) işaretini taşıyarak duran kitap onun işte yeni şekli. Birinci sahifesinde( Liselerin son sınıflarına resmen kabul edilmiştir) etiketini ta şıyor.Liselerin son sınıfına kabul edil - miş faat. 54ü sahife. Sade tanziniattan bugüne kadarki edebiyatımız için 546 sahife okuyacak olan gence buna mu kabil Goethe hakkında, Shakespeare i- çin, Dante’ye dair, Hugo’ya dair ve her edebiyatın anası olan eski Yunan edebiyatı hakkında kaç sahifelik m a lûmat veriliyor?.
Burada bakıyorum ki Tevfik Fik ret için 17 sahife var. 17 büyük sa
-hife. Amma denecek ki Gosthe bir ya bancı, Fikret bizim kendi malımız dır. Hayır Goethe v e onun gibi allah- lar hiç bir medenî milletin yabancısı değildir. Her medenî milletin malıdır. V e esasen Fikrete tahsis edilmiş olan 17 sahifeyi dikkatle okuyorum, ve gö rüyorum ki, bazı sanat oyunları, eski edebiyat oyunları bu sahifeleri hayli
şişirmiş. V e bir suale varıyorum: — Ezberlenecek tonilatolarla sahi le altında bunalan ve sendeleyen genç liği sıyanet etmek istiyen Maarif V e kâleti ders kitaplarının sahife sayısını tesbit etmiyor mıydı ve yahut bütün öteki ders kitaplarına müdahale etti ği halde edebiyat tarihi kitaplarına karşı neden müfrit bir saygı gösteri - yor?.
Sahifeleri karıştırırken garip dik katsizliklere tesadüf ediyorum. Meb - zul olan tabı yanlışı listesine giremi - yecek dikkatsizlikler. 513 üncü sahi- fede deniyor ki: (Ertuğrul Muhsinin çok değerli mizansenliği sayesinde Te- pebaşmdaki o külüstür sahnede) b u rada kullanılacak kelime mizansenli ği değil metörensenliği olacaktı. Ama olsaydı daha iyi olurdu şeklinde de ğil. Müellif ancak söylediğim kelime - yi kullanmak mecburiyetinde idi.
Müellif 486 mcı sahifede diyor ki (Kahramanlar) ve (ikimiz) diye iki şiir kitabı veren Yaşar Nabi. Yaşar Nabinin İkimiz’e çok faik olan (onar mısra) mı bilmiyor mu, yoksa beğen m iyor mu?. Yanlış yazılmamışsa m üp hem yazılmış.
Ayni sahifede Yaşar Nabiden önce ondan daha yeni olan Cahit Sıtkıyı a- nıyor. Yaşar Nabiden sonra Sabri E- sadı zikrediyor. Fakat Kemalettin K â- mi daha sonra ve Necip Fazıl ondan sonra zikredilmektedirler. Ne müellif çe verilen ehemmiyet, ne zaman şart larına istinat etmiyen bu sıralanış a-
caba hangi esasa müstenit, anlama dım.
Bir edebiyat tarihçisi kendisinden mecbur olursa bahseder. Sanatını ve eserlerini mevzuu bahsetmedin; takdir de mevzuunun hiç olmazsa bir kısmı noksan ve aydınlatılmamış bir halde kalacaksa tevazuda inat etmeğe hak - kı yoktur. Meselâ Halit Ziya bir Türk edebiyatı tarihi yazsa da roman kıs mında kendisinden bahsetmese yazaca ğı o tarih âdeta gülünç olur. İşte (Türk teced'düt edebiyatı tarihi) de Cumhu riyetten sonra yazılmış muasır edebi yat tarihlerimiz arasında haklı olarak veya bizzarure ehemmiyetli bir yer tuttuğu için, İsmail Habip kendi kita bından bahsetmeğe mecburdu. Fakat bahsedişten edişe fark var. Mustafa Nihadın (metinlere göre muasır Türk edebiyat tarihi) ne büyük harfli 16 sa tır ayırdığı halde kendi kitabı hakkın da sade Yusuf Nazir isimli birinin L ’écho de Turquie isimli bir gazetenin 26 Eylül 1926 tarihli nüshasındaki ya zısından küçük harfli olarak
8
satır almış ve hemen iki sahifeyi bu kitabı na hasretmiş. (Tunadan Batı’ya) isim li seyahat eseri hakkında da küçük harfle iki sahifelik iktibas var. Biraz daha mütevazı ve müstağni görünmek mümkün değil miydi?Mueiiırın sanautar ve Kiyımem xut- sir ve edip Unvanlarını taşımasına ve bunlara bak kazanmasına rağmen yer yer ne düşük cümleler, ne ihmal kâr bir eda! 542 inci sahifede Haşan  li Yücelden bahsediliyor:
(Ayni zamanda şiir de yazan ve şi irlerini «Dönen Ses» diye 1933 te neş reden Haşan Âli Yücel maarif çileri - mizdendir. Maarife ait neşriyatı da vardır. Kendisi İzmir meb’usudur. Kendi’ eri mütemadiyen eser veren bir kalem sahibi bulunııvor) Bu yan- yana kendisi ve kendileri ne feci!. İs- titraden sövl'yeyim ki bir kaç satır
vukar’ da Oasan Âlinin (sonra velut
bir faaliyetle müteaddit eserler ver
-diği) söylendiğine göre kendileri ile başlıyan cümleyi yazmamak ve zavallı gençlere bu sahifede ve hiç değilse bir satır eksik sunmak mümkündü.
Bahusus ki müellif çalakalem yazı yazmanın aleyhinde görünüyor, ve meselâ 508 inci sahifede Maymut Ye- sariyi (Edebiyatın nazımdan başka
her sahasında çalakalem eser vücude getimıkle meşguldür), diye takdim ediyor. Zavallı Mahmut Yesari çala kalem eser vücude getirmesin de ne yapsın!. Halbuki İsmail Habip büyük dikkatlerle yazı yazabilecek mevkide- dir ve bu (Edebî yeniliğimiz) her iti barla büyük dikkatlar sarfederek ya zılmağı istilzam ettirmekte ve bunun için her imkân mevcut bulunmakta - dır.
504 üncü sahifede Aka Gündüzün romancılığındaki veludiyet Varna
ta-kitap sahibi olmak mecburiyeti bu - lunmadığı Kemalettin Kâmi’den uzun uzadıya ve esasen haklı olarak bahse- dilmesile sabit, Nurullah Ataç neye anılmamış? Ahmet Muhip te Cahit Sıtkı gibi genç neslin iyi şairlerinden değil midir? A kil Koyuncu Rasinden (înfijeni) yi tercüme etiği için ismi sureti mahsusada zikrediliyor da (K ör) ü ve (Üç kişi arasında) yi ya - zan, son yıllarda sahnemizin en kuv vetli müelliflerinden biri olan
1
Vedat Nedim neye yok? Akil Koyuncu kim? Rasinden de tercüme edilmiş eserler olduğunu söylemek icap ettiyse sade ce bunu söylmek lâzımdı. Bu müna - sebetle A kil Koyuncu Beyin ismini yazıp okutmak hiç te icap et - mezdi. Tarih gibi edebiyat tarihinin de esas vasfı ve vazifesi her duyulup bellenmiş şeyi alması değil bunların a- rasından ehemmiyetli ve karakteris - tik şeyleri intihap etmesidir. Hele ya zılan tarih mektep kitabı olursa.Recaizade Ekreme 23 sahife tahsis edilmiş. Dağınık ve şişkin bir parça. Meselâ, hem de mekteplere mahsus bir edebiyat tarihinde, İsmail Habip onun talebe olarak iştirak ettiği ce - naze merasimine ait hatıralarını bile rahat rahat anlatacak kadar yer sa - hibi iken tercümei ha yanlışlarla dolu. Faraza deniyor ki: «Meşrutiyet ilâ nından sonra Ekrem Bey Kâmil paşa kabinesinde bir aralık Maarif nazürı oldu. - ve Ekrem Beyin memur ten - sikatı karşısındaki hassasiyeti hak v- kmda uzun uzun konuşulduktan son ra ilâve ediliyor: - Gene Kâmil paşa nın hknmetile âyan azası olduktan ve dört beş sene...»
Halbuki, kitap pek muhtasarsa şöyle denmek lâzımdı: (Recaizade Ek rem siyasî hayatta vükelâlık m evki ine erişmiş ve âyan azası olarak öl - müştiir.» Kitap asla muhtasar olmadı ğına göre de, her şey doğru anlatıla rak şöyle denmesi icap ederdi: «M eş rutiyet idaresinin kabulünden bir az sonra Kâmil paşa sadrıazam olunca Ekrem Bey evkaf nazırı sıfatile kabi neye girmiş ve bir müddet sonra ma arif nezaretine geçmişti. Memur tensi katı dağdağaları ve siyasî niza’ları mizacına uymadığı için, meb,us intihabatı bitmek üzere iken heyeti âyan teşkil olunup kendisi .e âyana alınınca kabineden çekildi ve artık ö- lümüne kadar teşrii hayatta kalarak bir daha bir nezarete geçirilmedi.»
Reşat Nurinin eserlerini sıralarken (Tanrı Misafiri) ile (Leylâ ile Mec - nun» birer roman şeklinde takdim e- dilmektedir. Halbuki bunlar roman değil bir takım hikâyelerden mürek - kep ciltlerdir. «Kızılcık Dalları» nm
da henüz kitap halinde çıkmadığını tarih kitabı bu 1937 tabında bildiri - yor. Halbuki «Kızılcık Dalları» nm cilt halinde intişar tarihi 1932 dir.
*
* *
513 üncü sahifedeki bir cümle.
Müellifin «Kom edi» mefhumu hak- kındaki garip ve iptidaî telâkkisini if şa etmektedir: «Meselâ Hazım, Vasfi Riza gibi komediye meyyal sanatkâr lara ciddî rol verilmek zarureti hasıl
olduğu zaman, halk onları görünce gülmeğe alıştığı için, en ciddî zaman larda gene gülüyordu.» Halbuki k o medi dramın tâ yanında duran ince ve yüksek tiyatrodur. Fransanın en bü - yük sahnesi Komedi Fransez adını taşır. Hazımla Vasfi Riza, inkârı gay ri kabil kıymetlerine rağmen en çok vodvil oymyan ve groteski ariyan, tulûata inen aktörlerdir. Şayet ağır rol oynarlarsa halk bundan dolayı kendilerine gülmektedir.
* * *
İlk Türkçülerden Mustafa Celâlet - tin paşanın kime damat olduğunu söy lemek zaitti. Fakat serdar Ekrem Çi mer paşaya damat olduğunu söylemek te yanlış da.
*
* *
cümle. Ebuzziya Tevfik Beyden bah sederek deniyor ki: «Lâk
’7
ne olsa mimlilerden biriydi, ^bdülhamidin kâbus gibi gördüğa Namık Kem alle rin en yakın arkadaşıydı. V e biliyor - lardı ki Namık Kemal ile mütemadi - yen ve gizlice mektuplaşıp durmakta dır. Bunun için nihayete kad^r İstan- bulda kalamadı. İstibdadın büsbütün koyulaşmağa başladığı zaman, bir ve sile ile, Ebuzziya dahi Konyaya nefye- dildi.» Bu satırları okuyan EbuzziyaTevfik Konyaya sürüldüğü zaman Namık Kem al hayatta bulunuyordu, ve Ebüzziya Tevfikle mektuplaşıyor du sanmaz m ı?. Halbuki Ebüzziya Konyaya 1900 baharında sürülmüş, Kemal ise bundan on iki yıl önce ve fat etmiştir.
* * *
Bir edebiyat tarihçisinin kendinden nasıl bahsedebileceğine temas etmiş - tim. Ayni noktaya gayri ihtiyarî avdet edeceğim. Tanzimattan bugüne kadar- ki bütün seyahat edebiyatı hakkında büyük puntulu yaz'iyle iki sahife tah sis eden müellif kendinin «Tunadan Batıya» kitabı için de küçük puntulu yazile iki sahife ayırmış.
* * *
Müellif Garbdan bahsettikçe kıy - met hükümlerinde ne kadar aldanı - yor. 501 inci sahifede Emil Ludvig i- çin meşhur Alman âlim ve müverrihi ünvanım veriyor. Ludvig, şüphesiz meşhurdur amma çok zeki ve canlı bir üslûp sahibi bir bibliyografi mu - harrirdir, Nihayet tarihi vulgarize e- den bir adamdır, işte o kadar.
İfade zaafları. Merhum Samih R i - fattan bahsederken deniyor ki: «B ü yük kayın pederi gibi kendi kayın pe deri de türkçülük tarihi ve ırkiyatile uğraşmaktadır.» 1934 te Samih Rifat ölmüştü. Kayin pederi çoktan ölmüş tü, büyük kayin pederinin bir yerde kemikleri kalmamıştı, üstad ise hep sinin o tarihteki faaliyetlerini mev zuu bahsediyor.
* * *
Usule ait bir nokta: Bir mektep ki
tabının her tabında gözden ¿'¿.^ı-ilmesi ve lâzım gelen tadilâtın yapılması lâ zımdır. Yahut değişmiş şeyler not ha linde sahifenin altına ilâve olunur. İsmail Habibin kitabında eski metin duruyor. Yeni şeyler de onun yanına mutarıza içinde konuyor. Meselâ 451 inci sahifede Ali Canip için de - diliyor ki: Ertesi sene Giresun Maarif müdürlüğüne, daha ertesi sene de u- mumî müfettişliğe terfi eylemişti. E l’an bu vazifededir. (Şimdi meb’us- tur). El’an bu vazifededir, sözünü çıkarıp bilâhare m eb’us oldu demek en doğrusu. Bunu yapmayınca not o- larak yeni sıfatı aşağıya kaydetmek lâzımdı.
*
4 c *
İçimizde yaşıyan insanlardan bah - sederken yanlışlar: Meselâ Hüseyin Cahit cemiyetin sukutüne kadar Ta - ninde baş muharrirlik etmedi. Harbi Umumîde Taninin baş muharriri Mu- hittindi.
Ebuzziya Tevfik «Konya menfili - ğinden kurtulunca yeni Tasviriefkârı çıkarmış.» Konya menfiliğinden Tem muz inkılâbile kurtulan Ebuzziya an cak aylar geçtikten ve Sultan Hamit hal’ edildikten sonra bu gazeteyi neş re başlamıştır.
Ahmet Hikmet küçük hikâyelerini «Haristan ve Gülüstan» namile top - lamış. Hayır, Haristan ve Gülüstan hakikaten kuvvetli ve nefis bir büyük hikâyedir, ve bir takım küçük hikâ yeleri de ihtiva eden bir cilde ismini vermiştir. «Tunadan Batıya» hakkın da neler dendiğine iki sahife ayırabi lecek kadar insanın geniş yeri olunca, edebiyatımızda fevkalâde nadir olan efsane ve masal nevinin çok güzel bir nümunesini teşkil eden Haristan ve Gülüstanı da behemehal tahlil ve hü lâsa etmek icap ederdi. Hülâsa edil - mek ve tahlil edilmek şöyle dursun ancak bir umumî serlevha olarak a- nılmış...
* *#