• Sonuç bulunamadı

Kimlik politikası, milliyetçilik,etnisite bağlamında Avrupa'daki ayrılıkçı hareketler ve Avrupa Birliğine olan etkileri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kimlik politikası, milliyetçilik,etnisite bağlamında Avrupa'daki ayrılıkçı hareketler ve Avrupa Birliğine olan etkileri"

Copied!
75
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI

KİMLİK POLİTİKASI, MİLLİYETÇİLİK,

ETNİSİTE BAĞLAMINDA AVRUPA’DA

AYRILIKÇIHAREKETLER

VE

AVRUPA BİRLİĞİ’NE OLAN ETKİLERİ

HAKKI ŞEKERBAY

YÜKSEK LİSANS

TEZİ

DANIŞMAN

PROF. DR. ŞABAN ÇALIŞ

(2)
(3)
(4)

ÖZET

Ulus-devletlerdeki potansiyel ve fiilî etnik çatışmalar Uluslararası İlişkiler (Uİ) disiplininin temel konuları arasındadır. Bugünün siyasî haritasında etnik azınlıklar ve ilgili mücadeleler devletlerarasındaki en önemli sorunlardan birisini oluşturmaktadır. Uluslararası hukuk ise, teorik olarak, etnik anlaşmazlıkların devletlerarasında savaşa neden olmasını önlemek ve etnik azınlıkların korunması için devletlerin bu temeldeki haklara saygı göstermesini beklemektedir. Milliyetçiliğin son yıllardaki tepkisel yükselişi, Avrupa kimliği oluşturma çabalarını zora sokmuştur. Bunun ötesinde, ulus-devletin hem Avrupa Birliği (AB) hem de ayrılıkçı hareketler karşısında zayıflaması, Avrupa’da aşırı sağın iktidarını kolaylaştırmıştır. Bu çalışmada ilk olarak, ayrılıkçı gruplara hareket imkânı sağlayan “etnisite,” “milliyetçilik” ve “azınlık hakları” gibi kavramlar ışığında uluslararası hukuk alanındaki gelişmeler üzerinde durulmuştur. Daha sonra Avrupa’da Bask, Katalonya, Korsika ve Kuzey İrlanda’daki ayrılıkçı hareketler ile Belçika bunalımı ele alınarak mevcut siyasî koşullar değerlendirilmiştir. Son olarak, ayrılıkçı hareketlerin AB bütünleşme sürecine olan etkileri incelenmiştir

(5)

ABSTRACT

The potential and de facto ethnic conflicts in nation-states are among the main themes of the International Relations (IR) discipline. The ethnic minorities and related struggles comprise one of the most important inter-state problems in today’s political map. However, international law, theoretically, anticipates states to respect ethnic rights in order to prevent ethnic conflicts turn into wars and to protect ethnic minorities. The reactionary rise of nationalism in the recent years has put forming European identity to its trump. Moreover, the weakening of the nation-state vis-à-vis the European Union (EU) and the separatist movements has eased empowering of ultra-right. Firstly, this study deliberates the developments in the field of international law in the light of the concepts such as “ethnicity,” “nationalism” and “minority rights” enabling separatist groups. Later, this research evaluates the current political conditions with reference to Basque, Corsica, Catalonia and the Belgian crisis. Last but not the least, this study examines the effects of the separatist movements on the EU integration process. Key words: ethnic issues, nationalism, national identity, minority right, international law

(6)

İÇİNDEKİLER

Bilimsel Etik Sayfası ii

Tez Kabul Formu iii

Özet iv Abstract v GİRİŞ: 1 I.KAVRAMSAL BOYUT 5 A-) Etnisite 5 B-) Millet ve Milliyetçilik 7 C-) Milli Kimlik 11 D-) Azınlık Kavramı 13

II. ULUSLARARASI HUKUK VE AVRUPA BİRLİĞİ HUKUKU’NDA AZINLIK HAKLARI 16

A-) Tarihi Süreç 16

B-) BM Kapsamında Azınlık Hakları 19

i-) Ulusal ya da Etnik, Dilsel ve Dinsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları Bildirgesi 20

ii-)BM Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi 21

C-) Avrupa Konseyi Kapsamında Azınlık Hakları 22

i-) Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşmesi 22

ii-) Bölgesel Diller veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı 2 3 D-) Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Kapsamında Azınlık Hakları 23

i-) Kopenhag Belgesi 24

ii-) Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiserliği (UAYK) 25

E-) Avrupa Birliği Hukuku’nda Azınlık Hakları 25

i-) Avrupa Birliği Konseyi’nin Azınlıklarla İlgili Çalışmaları 27

ii-) Avrupa Birliği Komisyonu’nun Azınlıklarla İlgili Çalışmaları 27

iii-) Avrupa Birliği Parlamentosu’nun Azınlıklarla İlgili Çalışmaları 28

III. ULUSLARARASI POLİTİKA AÇISINDAN AYRILIKÇI HAREKETLER 29

IV. AVRUPA’DA AYRILIKÇI HAREKETLER 31

A-) Fransa’da Korsika Sorunu 33

i-)Milliyetçiliğin Yükselişi 34

ii-)1982 Desentralizasyon ( Âdemi Merkeziyetçiliği) 36

iii-) Joxe Projesi ( 1991 Özel Yasası) 36

iv-) Matignon Süreci 37

B-) İspanya’da Otonomiden Bağımsızlığa Bask Ülkesi ve Katalanlar 38

i-) Bask Ülkesi 39

a-) Bask Bölgesinin Özgüllüğü 39

(7)

ii-) Bağımsızlığa Yol Alan Katalanlar 43

C-) Birleşik Krallıktan Kopuş; Kuzey İrlanda ve İskoçya 45

i-) Kuzey İrlanda Ayrılıkçı Hareketi ve IRA 46

ii-) İskoçya Tam Bağımsızlığa Doğru 49

D-) Belçika; Ulus Devletten Federalizme 52

V- AYRILIKÇI HAREKETLERİN AVRUPA BİRLİĞİ’NE ETKİLERİ 55

SONUÇ 59

(8)

GİRİŞ:

18. yüzyılın sonlarında Fransa’da meydana gelen ihtilalin ve Avrupa’da yaşanan sanayi devriminin etkisiyle öne çıkmaya başlayan milliyetçilik olgusu, imparatorlukların parçalanmasıyla sonuçlanan süreci başlatmış, akabinde dünya tarihinde daha önce rastlanılmamış özellikleriyle ulus-devletlerin kurulmasına zemin oluşturmuştur. Bu gelişmeyle beraber yeryüzündeki bağımsız devlet sayısı hızla artmış ve karşımıza yepyeni sınırlar, doğal olarak ta çözülmeyi bekleyen yığınla sorun çıkmıştır. Din, dil, kültür ve gelenek bilinciyle farklılık zemininde hızla gelişen milliyetçilik anlayışının, bir de sanayi devriminin koşullarıyla tetiklenmesi büyük savaşların yaşanmasına neden olmuştur. Gellner’in ifade ettiği gibi başlarda zararsız, hatta utangaç ve çekingen olan milliyetçilik, 19. yüzyılın ortalarından itibaren başka bir

yüzünü göstermeye başlamıştır.1 Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının getirmiş olduğu

büyük yıkımlar, savaşa karşı bir cephenin oluşmasına neden olmuş, böylesine büyük savaşlarla bir daha karşılaşılmaması için büyük devletlerin öncülüğünde girişimlere başlanılmıştır. 19.yüzyılın ortalarından itibaren küreselleşme olgusunun giderek etkili hale gelmesi, uluslararası kuruluşların sayısının artması ve etki alanının genişlemesi gibi etmenler, ulus-devletleri giderek sınırlandırmaya başlamış hatta 20. yüzyılın ilk çeyreğini yaşadığımız bu günlerde tartışılır hale getirmiştir.

Çağdaş diplomasi anlayışının yerleşmesi, çok uluslu işbirliğinin artması, teknolojinin dönüşümü, uluslararası iletişimin gelişimi, bilgi akışının hızlanması ve

karşılıklı ekonomik bağımlılığın kuvvetlenmesi2 gibi nedenlerle beslenerek iyice

hissedilmeye başlayan küreselleşme olgusu, Avrupa’da birlik oluşturma düşüncesine bir hareket kazandırmıştır. Öyle ki Avrupa’nın birinci ve ikinci dünya savaşlarıyla yaşamış olduğu büyük yıkımlar birlik düşüncesini tercih olmaktan çıkarmış ve bir zorunluluk haline getirmiştir. Ulusçuluğu iki dünya savaşının da sorumlusu ilan edip, Avrupa’yı yeniden inşa ederek bir daha böylesine büyük yıkımların yaşamasını engellemek isteyenlerin girişimleriyle oluşturulan Avrupa Birliği (AB), bugün gelinen noktada ulus

1 Ernest Gellner, Milliyetçiliğe Bakmak, İstanbul: İletişim Yayınları, 1998,s. 50

2 Asafa Jalata, “Ethno-Nationalism and the Global Modernising Project”, Nations and Nationalism, Sayı:3, Yıl: 2001,s.386

(9)

devletin egemenlik haklarını devrettiği sınırların kaldırıldığı sui generis birlik yapısı olarak ortaya çıkmıştır.3

Dünya siyasi tarihinin en büyük ve en başarılı birlik projesi olan AB, dışarıdan bakıldığında tek vücut olma yolunda hızla ilerleyen bir oluşum olarak göze çarpmaktadır. 27 ulus-devleti bünyesine alan bu birlik içerisinde azımsanmayacak kadar etnik çekişme ve ayrılık-özerklik yanlısı hareket mevcuttur. Küreselleşme olgusu, ulus devlete dayalı uluslararası sistemi ulus-üstü bir yapılanmaya doğru iterken diğer bir yandan da demokrasi, insan hakları, kültürel değerler, azınlık hakları, kendi kaderini tayin hakkı gibi çağdaş değerlere yaptığı vurgu ile yerel kimlikleri canlandırmakta ve

özerklik bağımsızlık isteklerini tetiklemektedir. 4

AB anayasasının hazırlanması ve 2004 yılında yapılan referandumda reddedilmesi karşısında ortaya atılan iyileştirme çalışmalarının da sonuçsuz kalması, öyle gösteriyor ki ulus-devlet, uluslararası ilişkilerin en azından yakın geleceğindeki önemli aktörü olarak yaşamaya devam edecektir. Yaşanan bu gelişmelere ek olarak Avrupa’nın dinamosu olan ülkelerin ayrılıkçı yanlısı hareketlerle karşı karşıya olmaları, bağımsızlık-özerklik isteklerinin giderek artması göz ardı edilse de, bugün İspanya, Fransa gibi ülkelerde ayrılıkçı hareketler son derece önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Ulus devletin birlik ve beraberliğini tehdit edebilecek boyutlarda ilerleme kaydeden ayrılıkçı hareketler uluslararası ilişkilerde tartışma konusu olsa da, diğer bölgelerdeki benzerlerine oranla fazla göz önünde değillerdir.

21. yüzyılın ilk çeyreğine doğru yaklaştığımız bugünlerde çoğu ülke, çok uluslu bir görünüm arz etmektedir. Bu ülkelerde 5000 üzerinde farklı etnik grup yaşamaktadır. Yapılan araştırmalara göre dünya genelinde yaklaşık 80 etnik kökenli çatışma yaşanmaktadır. Bunun yanında ileride sıcak çatışmaya dönüşebilecek, çözülmeyi

bekleyen sorunlarıyla beraber en az 48 etnik kökenli çekişme mevcuttur. 5

Smith, 1950’lerin sonundan itibaren Avrupa’yı kaplayan etnik özerklik talebinde olan hareketlerin çoğunun kökenlerin çok öncelere dayandığını söz konusu durumun

yeniden alevlenme olduğunu belirtmektedir.6 Belçika’da Valonlar ve Flamanlar,

Birleşik Krallıkta İskoçlar ve Kuzey İrlandalılar, Fransa’da Korsikalılar ve Brötonlar,

3 Şaban Çalış, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, Kimlik Arayışı Politik Aktörler ve Değişim, Ankara: Nobel Yayınları, 2001,s.15.

4Jurgen Habermas, Küreselleşme ve Mili Devletlerin Akıbeti, İstanbul: Bakış Yayınları,2003,s.26–30 5Yuchao Zhu ve Dongyan Blachford, “Ethnic Disputes in International Politics, Manifestations and Conseptualism”, Nationalism and Ethnic Politics, Sayı:12, 2006,s.25

(10)

İspanya’da Basklılar ve Katalanlar ekonomik ve siyasal birliklerle birbirlerine bağlanmış olmalarına rağmen ayırt edici kültürel özelliklerini kaybetmemişler ve ayrılma yanlısı politika izlemişlerdir. Bahsedilen bu bölgelerde ayrılıkçılık-özerklik yanlısı hareketlerin olmasının nedeni içsel unsurlar olarak sayabileceğimiz dil, din, soy,

kültür ve tarih birliği7 ile dışsal unsurlar olarak sayabileceğimiz müdahaleci devletin

varlığı, coğrafik ve ekonomik faktörler ile ortak düşman anlayışıyla birlikte hareket etme eğilimidir. Bu gelişmeler ulus-devleti çözücü bir rol oynamakla beraber, bağımsızlık yanlısı yeni ulus-devletçiklerinde önünü açacak boyutlara erişmiştir. Bu bağlamda kendisini farklı bir kimliğe sahip olma aidiyeti içerisinde tanımlayan ve geçtiğimiz yüzyıl içerisinde ulus-devlet yapılanmalarını gerçekleştiremeyen birçok topluluk, mevcut devletlerin çözmesi gereken önemli bir mesele olarak özerklik ve ayrılıkçılık sorununu ortaya çıkarmıştır. Nihai olarak, parçalanarak büyümekte olan bir milliyetçilik anlayışı, uluslararası ilişkilerde yeni bir siyasal tehlike alanı oluşturmakta,

birçok bölgede gergin ve hassas siyasal meseleler olarak yaşamaya devam etmektedir.8

Biryandan müdahaleci devlet anlayışı öte yandan küreselleşmenin yarattığı boşluk, uzun yıllar suskun kalmış ve bastırılmış özerklik, bağımsızlık ya da ayrılma taleplerini tutuşturmuştur.

Dünya’nın ekonomik ve sanayi alanında en gelişmiş, demokratik haklar bakımından en ileri bölgelerinin başında gelen Avrupa, bugün ayrılık yanlısı hareketlerle başa çıkmanın yollarını aramaktadır. Avrupa’da yaşanan bu gelişmeler dikkatle izlenecek olursa, ayrılıkçılık yanlısı olup bağımsızlık talep eden topluluklar olduğu gibi özerklik talep ederek bağlı olduğu devletin siyasi askeri çatısı altında kalmayı sürdürüp kültürel toplumsal ve ekonomik haklar talep eden toplulukların olduğu görülecektir. Özerklik yanlısı hareketler içerisinde teritoryal bir devlet kimliğinin altında bir milli kimlik sahibi olmak isteyenler de bulunmaktadır. Ve

topluluklar dâhil oldukları devletin bir unsuru olarak kabul edilmek istenmektedirler.9

Görüldüğü gibi, ulus devlet içerisinde kendisini farklı bir topluluk olarak niteleyen ayrılık yanlısı hareketler, sahip oldukları özgül değerlerin korunmasını

7Ozan Erözden, Ulus Devlet, Ankara: Dost Kitabevi,1997,s.106. 8 Jurgen Habermas, Küreselleşme… s. 8.

(11)

sağlayacak haklara sahip olmak istemektedirler. Bunu gerçekleştirebilmek içinde baskın olan ulus ile bir rekabet içine girmektedirler. Bu kimlik oluşumunda bireyin ne olduğunu/olmak istediğini bilmesi kadar, ne olmak istemediğini de bilmesi önemlidir. Bu anlamda kimlik kavramı diğeri veya ötekisi ile birlikte var olan bir olgu olarak

karşımıza çıkmaktadır.10 Kuşkusuz bu cepheleşme grup içerisinde dayanışmayı

arttırmakta özerklik taleplerini güçlendirmektedir. Hobsbawn’ın belirttiği gibi bu dayanışma duygusunu tetikleyen en önemli özelliklerden birisi dildir. Dayanışmayı en sıkı şekilde sağlayabilmek için o gruba ait gelenekler icat etmenin yolu, yerel dilin öğretildiği ilkokullardır. Gerçek milli sınırlar dağlara, nehirlere değil daha çok dil gelenek ve anılara göre çizilmektedir.11

Bununla beraber ayrılıkçı hareketler kendilerinin, ulus-devlet tarafından sömürüldüklerinden bahsetmekte, kötü ekonomik şartlara, adaletsiz uygulamalara atıfta bulunmaktadırlar. Bazı durumlarda ekonomik şartların iyi olması da tetikleyici bir rol oynayabilmektedir. Bu sayede yukarıda içsel olarak tanımladığımız özellikler insan hakları, azınlık hakları, özgürlük, eşitlik gibi çağdaş kavramlara yapılan vurguyla güçlendirilmeye çalışılmaktadır. Ayrılıkçı hareketlerde varlığın meşrulaştırılma çabası içerisinde ortak geçmişe yapılan vurguyla, kültür ve tarih yazımı önem kazanmakta, kendilerini ayrı olarak tanımladıkları nitelikleri yoğun olarak yaşamaktadırlar.

Özerklik yahut ayrılıkçılık yanlısı hareketlerin entelektüel kadroları ve liderleri, haklarını ararken siyasi partilerden sivil toplum kuruluşlarından ve terör örgütlerinden yararlanırlar. Terör örgütü yoluyla isteklerini kabul ettirme eğiliminde olanlar, bu yola başvurmayanlara oranla daha geri plana düşmüşlerdir. Bununla beraber ayrılıkçı hareketler terör faaliyetleri nedeniyle seslerini oldukça geniş bir alanda duyurmayı başarabilmişlerdir. Tüm bu bahsedilenler dikkate alındığında Avrupa’da birbirinin aynısı olmayan, farklılıklar arz eden birçok ayrılıkçı hareket vardır. Bu hareketlerin çoğu istediğini almış olmakla birlikte süreci tamamlayamayanlarda mevcuttur. Bazı ayrılıkçı hareketlerde gelinen nokta bağımsızlığın hemen öncesi durumdur. Ancak bağımsızlık kararı almak kuşkusuz uluslararası dengeler dikkate alındığında anlam kazanacaktır. Bu bağlamda bağımsızlık konusunda gri bir alandan bahsetmek

10 Şaban Çalış, “Ulus, Devlet ve Kimlik Labirentinde Türk Dış Politikası”, Şaban Çalış, (ed.),Türkiye’nin

Dış Politika Gündemi Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, Ankara: Liberte Yayınları, 2001, s. 13.

11 Eric Hobsbawn, 1780’den Günümüze Milletler ve Milliyetçilik, (Çev). Osman Akınhay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1995, s.115.

(12)

mümkündür. Bu belirsizliği zaman içerisinde uluslararası ilişkilerin yapısı ve rasyonel düşünce çerçevesinde atılacak siyasi adımlar belirleyecektir.

Ayrılıkçı hareketler, bulundukları ülkelerde çeşitli baskı grupları oluşturma ve siyasi partiler kurma yoluyla mücadelerini sürdürürlerken, uluslararası hukuk ve özellikle Avrupa merkezli ulus üstü kuruluşların antlaşmalarında azınlıklara verilen haklardan da yararlanmaktadırlar. Gerek Avrupa’da gerekse küresel temelde faaliyet gösteren uluslararası kuruluşların hemen hemen hepsi azınlık hakları, insan hakları gibi kavramlara ciddi atıflar yapmaktadırlar. Bu atıflarda yer alan haklar, ayrılık yanlısı grupların, kendi devletlerinden talep ettikleri haklarla örtüşmektedir. Bu durum ayrılık yanlısı grupların elini güçlendirmektedir. Uluslararası hukuk, sağlamış olduğu hukuki güvencelerle azınlıkların yaşam konuşlarının iyileştirilmesini, huzursuzlukların giderilmesini hedeflemekle birlikte, bağımsızlık konusunda ulus-devletlerin bütünlüğünün bozulmamasından yanadır.

I.KAVRAMSAL BOYUT

A-) ETNİSİTE

Yunancada halk anlamına gelen etnos sözcüğünden türetilmiş olan etnisite kelimesi, atalardan miras kalan, bezer gelenek görenek ve kültür içerisinde yaşayan topluluktan gelen kimseleri ifade etmek için kullanılır. En genel anlatımla etnisite; ortak köken, akrabalık ilişkileri ve kültürel birliği kapsayan bir kelime olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradaki köken tabiri, genetik-biyolojik olmaktan çok sosyolojik bir

anlam ihtiva etmektedir. 12

İngilizcede etnisite veya etnik topluluk kavramlarını karşılayabilecek bir kelime yoktur. Bazı çalışmalarda halk kelimesinin kullanıldığı görülse de, literatürde fazla kabul görmemiştir. Modern batı dillerinden Fransızcada, Yunancadaki kullanımına en yakın olarak ethnie kelimesi karşılık gelmektedir. Bu kelime, tarihsel topluluk bağlamında kültürel farklılıklara yapılan vurguyu birleştirir. Bu tarihsel bağlam içerisinde kültürel özgüllüğün algılanması da bir halkı diğerinden ayırır ve o halka

kendilerini dışarıdakilerin gözünde tanımlayan bir kimlik kazandırır.13 Etnisitenin genel

özellikleri doğum, okur-yazarlık oranı ve kentleşme oranları gibi nesnel göstergelerden

12Anthony D. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, Ankara: Dost Kitabevi,1986, s.46 13 Anthony D Smith, a.g.e, s.47

(13)

çok belli sayıda kadın ve erkeğin kuşaklar boyunca etkileşimlerinin, paylaşımlarının ve deneyimlerinin belirli kültürel özelliklere verdikleri anlamlardan ileri gelir. İnsanların paylaştıkları bu deneyimler, zaman içerisinde billurlaşır ve her kuşak kendi etkileşimleriyle beraber bu değerleri gelecek kuşaklara aktarır. Ve böylece belirli

paylaşımlar doğrultusunda biçimlenen bir etnisite ortaya çıkar.14

Yukarıda belirtilen süreç içerisinde oluşan etnisite olgusunu meydana getiren ve bu ortak özellikleri barındıran etnik topluluk, Smith tarafından “soya ait mitlerin rolünü ve tarihi anıları vurgulayan, din, gelenek, dil ya da kurumlar gibi, bir veya birden fazla kültürel farklılığa göre tanınan ve ayırt edilen bir kültürel kolektif tip”

olarak tanımlanır.15 Bu bağlamda etnik toplulukların taşımaları gereken özellikler şu

şekilde ifade edilebilir; kolektif özel bir isim, ortak bir soy miti, paylaşılan tarihi anılar, ayırıcı ortak bir kültür, özel bir yurtla bağ ( teritoryal bağlılık ) ve dayanışma duygusu.

Kolektif isim tarihi kayıtlara geçen ve etnik grubu var eden, tanımlayıcı bir işarettir. İsimsiz herhangi bir etnik topluluktan bahsetmek neredeyse imkânsızdır. Topluluklar kendilerini diğerlerinden isimleriyle ayırırlar ve bu isimler onlara özlerini hatırlatır. İsim etnik topluluğu bütün özellikleriyle anlatan en genel olgudur. Ortak soy mitinde ise genellikle atalara, aynı soy ve kökten olmaya, göçlere, sürgünlere, destanlara atıf vardır. Bunların dışında herhangi bir etnik grubun mensubu olanlar, kendilerini dışarıdakilerden ayırmaya yarayan birçok kültür unsuruyla farklılıklarını yansıtırlar. Dünya genelinde en fazla kullanılan ve ayırt edici özelliğe sahip olan nitelikler ise dil ve dindir. Ek olarak gelenek görenek, mimari, giyim tarzı, müzik, sanat, kurumlar, yasalar gibi unsurlarda kültürel farklılaşmanın en belirgin özelliklerindendir. Yukarıda bahsedilen unsurlar sayesinde kültürel sınırları çizilen etnik topluluğun, üzerinde yaşadığı, sahip olduğu özellikleri nesilden nesile aktardığı topraklar ise coğrafi sınırı ve etki alanını oluşturmaktadır. Coğrafi alan tarihi süreç içerisinde dönemin koşullarına göre değişebilme özelliğine sahip olabilir, nitekim birçok etnik grup savaşlar, doğal olaylar vb. nedenlerle topraklarını terk etmek zorunda kalmış ve yeni yerleri kendilerine yurt edinmişlerdir. Kuşkusuz bu durum etnik gruplar arasında dayanışma duygusunun artmasına, kültürel değerlerin bugünlere kadar korunmasında önemli bir paya sahip olmuştur.

14 Anthony…, a.g.e, s47

(14)

Etnisite kavramının genel anlamda neyi ifade ettiğinin kavramsal olarak ortaya konmasının ardından, konuya teorik bağlamda bakılacak olursa, etnisitenin açıklanmasında primordial ve araçsal olmak üzere iki farklı bakış açısı genel kabul görmüş bir ayrım olarak karşımıza çıkar. Primordial(ilkçi) yaklaşıma göre etnisite, doğuştan edinilen, doğduğu yerden ve akrabalık ilişkileri ile din, dil, gelenek gibi sosyal olgulardan kaynaklanan doğal ve değiştirilemez bir bağlılık duygusu içeren sosyal bir dayanışma olarak görülür. En uç ifadeyle primordialistler konuşma, görme ya da koklama duyularımız gibi bir etnik kimliğe sahip olduğumuzu savunurlar. Bu durum aynı özelliklere sahip bireylerin kolayca yakınlık kurmalarına zemin oluşturarak etnik

grupların doğmasına neden olur. 16

Araçsalcı yaklaşıma göre ise etnisite sosyopolitik koşulların inşa ettiği bir yapıdır. Bir takım siyasi amaçlara ulaşmak isteyen siyasal elitler, etnisiteyi bireyleri harekete geçirmek için araç olarak kullanırlar. Etnik kimliklerin içerik ve anlamları, kültürlere, döneme, ekonomik ve siyasal koşullara, her bir bireyin algılamasına ve tutumuna göre değişmektedir. Etnisite, asla durağan ve sabit değildir. Etnik kimliklerde bir öz aramak boşunadır zira onlar sürekli bir dönüşüm içerisinde olmuşlar ve ihtiyaca göre sürekli olarak yeniden şekillenebilmişlerdir. Etnisite aynı zamanda bireyler ve elitlere, bir devletin içerisinde ortak hedefleri gerçekleştirebilmek maksadıyla kaynakları harekete geçirmek için tanımlanmış semboller ve örgütsel bir yapı sunar. Semboller, insanların ve dolayısıyla toplumun şekillenmesinde, sınırların tanımlanmasında, üyelere belli bir amaç ve yön verilmesinde çok büyük öneme sahiptirler. 17

B-) MİLLET VE MİLLİYETÇİLİK

Milliyetçilik 18.yüzyıldan itibaren giderek etkisini artıran ve dünya siyasetine yön veren bir olgu olarak karşımıza çıkmıştır. Dünya siyasetinde önemli kırılmalara yol açan büyük savaşlar, önemli siyasi olaylar gibi gelişmelerin ardından milliyetçilik tartışmaları boyut değiştirmiş ve ortaya birçok farklı yaklaşım çıkmıştır.

Ulus ve ulusun özellikleri, milliyetçilik kavramlarının düşünsel zeminini hazırlamış ve Fransız Devrimiyle beraber bu düşünsel temel giderek eyleme dönüşmeye başlamıştır. Fransız Devrimi, Fransız ulusunun siyasi ve kültürel bütünleşmesini

16 Erol Kurubaş, “ Etnik Sorunlar: Ulus-Devlet ve Etnik Gruplar Arasındaki Varoluşsal İlişki”,

Doğu-Batı, Sayı:44,Yıl:2008, s.13

(15)

gerçekleştirirken, ilerleyen zaman içerisinde Avrupa’da ve tüm dünya genelinde

milliyetçilik olgusunun yayılmasına neden olmuştur.18 Yazarlar genel olarak

milliyetçiliğin tanımlanması ve açıklanmasına, millet ( nation) kelimesinin tahliliyle başlarlar. Kelime köken itibariyle doğum, doğmaya başlama, bir ırkın akrabalığı, soyun müşterek bir kaynaktan geliyor olmasını ifade eder. Milliyetçilik olgusunun bu şekilde açıklanmaya çalışılmasının doğal sonucu ise tekbir isimlendirme ve birbirinden çok

farklı siyasi ve sosyal durumun varlığıdır. 19 Birtakım değerler aşağı yukarı her ulusta

aynı şekilde var olsa da milliyetçilik, genel itibariyle her toplumda farklı özellikleriyle ortaya çıkmaktadır. Bu durum sosyal bilimlerin genel özelliği itibariyle karşımıza tanım sorununu çıkarmaktadır. Bu sorunu aşmak ve konuyu daha anlaşılır kılarak genel bir bakış açısı ortaya koymanın yolu ise millet ve milliyetçilik konularında önemli eserler vermiş yazarların tanımlamalarına başvurmaktır.

Benedict Anderson’a göre herkesin kabul edebileceği bir milliyetçilik tanımına ulaşılamamasının temel nedeni milliyetçiliğin bir ideoloji olarak algılanmasıdır. Milliyetçiliği, faşizm veya liberalizm yerine din, akrabalık gibi olgularla ele almak tanım yapmayı kolaylaştıracaktır. Buradan hareketle Anderson’a göre millet hayal edilmiş siyasi bir topluluktur; çünkü en küçük milletin üyeleri bile diğer üyeleri tanımayacak, onlarla karşılaşmayacak ve hatta onlardan söz edildiğini duymayacaktır ama yine her birinin kafasında birlikteliklerin hayali yaşamaya devam edecektir.20

Milliyetçilik bilinçli olarak benimsenen siyasi ideolojilerle değil, kendinden önce gelen içinde doğduğu geniş kültürel sistemlerle ilişkilendirilmelidir. Hobsbawm ise milletleri ve milliyetçiliği bir toplumsal mühendislik ürünü olarak görür. Ona göre milli bilinç ve milliyetçilik icat edilmiş geleneklerin en somut örneğidir. İcat edilmiş gelenekler ise törensel ya da sembolik nitelikler taşıyan, kabul edilmiş alışkanlıklar ve uygulamalardır. Bu uygulamalar sürekli tekrarlandıklarında belirli değerlerin ve davranış normlarının içselleştirilmesini sağlar. Böylelikle de otomatik olarak geçmişle bugün arasında bir

köprü oluşturur ve süreklilik hissi yaratır.21 Millet olmak için belirli ölçütler saptamak

ya da bazı gruplar milletleşirken, bazılarının milletleşemediğini açıklama girişimleri genellikle dil, din, etnik köken, ortak topraklar, ortak tarih, kültürel özellikler gibi

18 Edward Hallet Carr, Milliyetçilik ve Sonrası, İstanbul: İletişim Yayınları, 2007, s.15 19 Sema Önal Akbaş, Vico ve Milliyetçilik, Doğu-Batı, Sayı: 39, Yıl:2006, s.126

20 Benedict Anderson, Hayali Cemaatler Milliyetçiliğin Kökeni ve Yayılması, İstanbul: Metis Yayınevi,2004, s.6–7

21 Eric Hobsbawm, Terence Ranger, (der.) Geleneğin İcadı, (Çev). Mehmet Murat Şahin, İstanbul: Agora Kitaplığı,2006,s.1–2.

(16)

etmenlere dayandırılmaktadır.22 Ernest Gellner’e göre milliyetçilik önceden var olan

kültürleri alır ve onları millete dönüştürür; bazen milletleri icat eder, çoğu zamanda var olan kültürleri çarpıtır. Ona göre milliyetçilik endüstriyel toplum düzeninin bir ürünüdür. Milliyetçilik yüksek bir kültürün daha önceleri pek çok alt kültüre sahip olan bir topluma dayatılmasıdır. Dolayısıyla milliyetçilik milletleri doğurmakta ve birbirlerinin yerine geçebilir bireylerden oluşan anonim bir toplum oluşmaktadır. Bu

toplumu bir arada tutan güç ise herkesin paylaştığı bir yüksek kültürdür.23 Güngör’de,

milliyetçiliğin asıl hedefinin geniş kitlenin iradesine dayanan bir siyasi idare ve bu siyasi birlik içersinde milli bir kültür meydana getirmek olduğundan bahsetmiştir. Ona göre siyasi birlik ve kültür birliği yoluyla modern bir cemiyet haline gelme çabası, bütün milliyetçi hareketlerin değişmez programı olmuştur.24 Milliyetçilik ve millet

konuları üzerinde son derece verimli eserler vermiş olan ve görüşleri genel kabul gören yazarlardan Anthony D. Smith’e göre modern milliyetçilikler, geçmiş etnik topluluklar ve bağlılıklar dikkate alınmadan anlaşılamayacaktır. Smith’e göre millet tarihi bir toprağı paylaşan, ortak mitleri ve tarihsel anıları, kitlesel bir kamu kültürü, ortak ekonomisi, tüm üyeleri için geçerli hak ve ödevleri ve belirli bir ismi olan insan

topluluğudur.25 Smith milliyetçilik konusunu açıklarken ikili bir ayrıma gider; toprağa

bağlı milliyetçilik ve etnik milliyetçilik. Toprağa bağlı milliyetçilikte sömürgeye karşı bir kurtulma mücadelesi vardır. Etnik milliyetçilikte ise büyük bir siyasi otoritenin içerisinde yer alıp ta kendi kültürünü korumak ve bağımsızlık elde etmek çabasında

olan hâkim nüfustan farklı özellikler arz eden bir topluluk vardır.26 Tüm bu tanımları

kapsayacak genel kabule yakın bir tanım yapmak gerekirse milliyetçilik her şeyden önce bilincimize şekil veren, dünyayı anlamlandırmamızı sağlayan bir söylem, toplu kimliklerimizi belirleyen, günlük konuşmalarımızı, davranış ve tutumlarımızı

yönlendiren bir olgudur.27

Yazarlar, milliyetçilik ve millet kavramlarını açıklamak için etnisitede olduğu gibi farklı yaklaşımlar ortaya koymuşlardır. Bunlardan birinci olan İlkçi (primordialist,) yaklaşım milleti ve milliyetçiliği doğal ya da eski çağlardan beridir var olan yapılar olarak tanımlar. Dolayısıyla ilkçi yaklaşıma göre milliyetçilik kuramlarını, etnik

22 Eric Hobsbawn,1780’den Günümüze… s.19

23 Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, İstanbul: Hil Yayınevi,2008 s.49

24 Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Ankara: Ötüken Yayınevi,2002, s.23 25 Anthony Smith, Milli Kimlik… s.14

26 Anthony Smith, a.g.e, s.82

(17)

gruplarla ilgili çalışmalardan bağımsız olarak düşünmek mümkün değildir. İlkçilik milliyetçilik çalışmalarına üç farklı şekilde tezahür eder. İlk olarak Eskilcilere göre bugünün milletleri yüzyıllardan beridir var olan bir birlikteliğin günümüzdeki uzantısıdır. Milletlere ortaçağda hatta antik çağda bile rastlamak mümkündür. Değişen

tek şey milletlerin büründükleri biçimlerdir, milli öz aynı kalmaktadır.28 Bu görüşü

savunan yazarlara göre millet ortak bir kültürü, tarihi, dili ve toprağı paylaşan insanların oluşturduğu topluluktur. İkinci olarak sosyo-biyolog bakış açısıyla milliyetçilikte etnik bağlılıkların kökeni genetik özelliklerde ve içgüdülerde aranır. Bu görüşe göre milletler geniş ölçekli ailelerdir. Son olarak kültürel ilkçilerde etnik bağlılıklarda inancı ön plana çıkarırlar. Bireyleri, etnik topluluğu ya da milleti diğerlerinden ayırdığı düşünülen etmenler din, dil ortak geçmiş gibi temel öğelerdir ve her şeyden önce var olduğuna inanılır.29

İkinci yaklaşım ise modernist bakış açısıdır. Bu yaklaşımı benimseyen yazarların ortaya koydukları eserlerin ortak paydası milletler ve milliyetçiliklerin son birkaç yüzyıla yani modern çağa ait olduğudur.30 Milletler ve milliyetçilik kapitalizm,

sanayileşme, merkezi devletlerin kurulması, kentleşme, laikleşme gibi modern süreçlerle birlikte ya da onların ürünü olarak ortaya çıkmışlardır. Modern çağdan önceki dönemlerde milliyetçiliğin ortaya çıkmasını sağlayacak toplumsal, siyasi ve ekonomik

koşullar yoktur.31 Bu koşullar modern çağlarda oluşmuştur ve milliyetçilik milletleri

yaratmıştır.

Milliyetçilik ve millet kavramlarının açıklanmasında, yorumlanmasında üçüncü yaklaşım ise etno-sembolcüler olarak adlandırılmaktadır. Etno-sembolcü ifadesi milliyetçilik çözümlemelerinde etnik geçmişe ve kültüre ağırlık veren kuramcıları nitelemektedir. İlkçiliği reddeden, modernist açıklamaları ise yetersiz bulan yazarlar bu iki yaklaşımın bir sentezini ortaya koymaya çalışarak orta yol bulmayı amaçlamaktadırlar. Buna göre milletlerin gelişim süreci çok geniş bir zaman dilimi içerisinde ele alınmalıdır çünkü modern milletlerin doğuşu, etnik geçmişleri dikkate alınmadan açıklanamaz. Bugünün milletleri modern öncesi milletlerin devamı niteliğindedir. Bu iki yapı gelişmişlik düzeyleri açısından farklı olmakla beraber, tür

28Pertti Ahonen, “Ethnonationalism in European East –West Borderlands:Weltanschauungen in the European Union and Central and Eastern Europe”, Religion, State and Society, Sayı:35, 2007-Mart, s.8 29 Umut Özkırımlı, a.g.e. s.90

30 Mustafa Armağan ( der.),“ Tartışıla Sınırlar, Değişen Milliyetçilik”İstanbul: Şehir Yayınları,2001, s.7 31 Anthony D. Smith, Küreselleşme Çağında Milliyetçilik, İstanbul: Everest Yayınları,2002,s. 34

(18)

olarak aynıdır. Etnik kimlikler düşünüldüğünden daha dayanıklıdır ve tarihin kurmuş olduğu bütün tuzaklara rağmen özelliklerini yüzyıllar boyunca sürdürebilmişlerdir. Modern dönemin milletleri yıllanmış etnik kültürlerin gölgesi altında şekillenir. Geçmişten yadigâr kalan mitler, semboller, töreler, bugünün milliyetçiliklerinin

içeriğini belirlerler.32 Etno sembolcüler milliyetçiliği modern çağın bir ürünü olarak

kabul ederek ilkçilerden ayrılırlar ancak milliyetçiliğin açıklanmasında sadece modern kuramların kullanılmasını eleştirirler.

1980’li yıllardan itibaren sosyal bilimlerde yaşanan dönüşüm ve giderek etkisini artıran eleştirel kuram ışığında milliyetçiliğin açıklanmasında yeni yaklaşımlar olarak adlandırılan birtakım çalışmalar ortaya konmuştur. Bu çalışmaların en önemli özelliği ise o zamana kadar ortaya konulan çalışmalara eleştirel gözle bakılması ve irdelenmesidir. Bu konuda en önemli eserlerden birisin Michael Billig ‘in kaleme aldığı Banal Milliyetçilik isimli çalışmadır. Billig çalışmasını milliyetçiliği ayrılıkçı hareketler ve saldırgan yayılmacı ideolojilere indirgeyen anlayışın eleştirisi üzerine kurar. Bu anlayışa göre milliyetçilik üçüncü dünya ülkelerinin yani millet olma sürecini tamamlayamamış, demokratikleşmeyi başaramamış ülkelerin malıdır. Gelişmiş, Batılı ülkelerin malı değildir. Milliyetçilik Batılı devletler için sadece kriz dönemlerinde ortaya çıkar. Billig e göre bu yanlıştır. Milliyetçilik egemenlik sağlanınca, demokratikleşme süreci bitince silinip gitmez, gündelik hayatın akışına sinmiş milli sembollerle topluma yerleşmiştir ve devlete ait her şey üzerinde etkilidir. Milliyetçiliğin bu dikkat çekmeyen, milletin farkına varmadan kendini gösteren yüzü banal milliyetçilik olarak tanımlanır. 33

C-) MİLLİ KİMLİK

Kimlik kavramını açıklamak için anahtar soru ben kimim? Biz kimiz? Şeklinde yöneltilebilecek sorulardır. Kimlik olgusu insana hem toplumsal hem de psikolojik anlamda kendisini ve nerede olduğunu açıklayabilmesine imkân verir. Bir kişi kimlik edindiği zaman yerini de belitmiş olmaktadır. Yani kişi katıldığı veya üyesi olduğu toplumsal ilişkiler ışığında bir toplumsal nesne olarak şekillenmiştir. Gramsci’ye göre kimlik, içinde yaşadığımız toplumsal, kültürel ve ekonomik ilişkilerle geçmişimizin konjonktürünü ortaya çıkarır. Her birey yalnızca var olan ilişkilerin sentezi değil aynı

32 Umut Özkırımlı, a.g.e, s.210

(19)

zamanda bu ilişkilerin tarihinin de sentezidir. Kimlik geçmişin bir özetidir. Kimliklerin oluşturulması ancak bu eklemleme silsilesi içerisinde günlük yaşamımızla ekonomik,

siyasi itaat ve egemenlik ilişkilerinin kesişmesi içinde anlaşılır. 34 Guibernau, kimliğin

üç temel işlevi yerine getirdiğini ileri sürmektedir. İlkin seçim yapmaya yardımcı olur, milli kimliğin tam olarak ifade edilebilmesi ve gelişebilmesi için milleti oluşturan insanların kendi ortak siyasal kaderlerine ilişkin karar verme hakkına sahip olmaları gerekmektedir. İkinci olarak eğer kişisel düzeyde ele alınırsa milli kimlik ötekilerle ilişkileri açıkça olanaklı kılar, çünkü millet ortak kültüre sahip bireylerin anlamlı bir dünya yaratmak için taşıdığı ve çalıştığı bir ortak havuz olarak görülür. Son olarak bireylere, kendilerini aşan bir varlık( millet) ile özdeşleşmelerini yansıttığı ölçüde güç verir.35

Milli kimlik ve millet birbirleriyle ilişkili etnik, kültürel, teritoryal, ekonomik ve yasal siyasi pek çok unsurdan oluşan karmaşık yapılardır. Teritoryal, ekonomik ve siyasi unsurlar dışsal işlevler olarak adlandırılabilir. Milletler öncelikle mensuplarının içinde yaşamak ve çalışmak zorunda oldukları kesin bir toplumsal mekân tanımlarlar ve bir topluluğu zamana-mekâna konumlandıran bir tarihi toprağın/ ülkenin sınırlarını çizerler. Milletler ekonomik bakımdan insan gücü de dâhil bu topraklar üzerinde denetim kurarlar. Etkin bir iş bölümü gerçekleştirilir ve toplum fertleri arasında kaynak dağılımı sağlanır. Siyasi personelin seçimi siyasi davranışın düzenlenişi ve hükümetlerin seçilmesi, halka şamil bir milli kimlik ve milli iradeyi yansıtan milli çıkar ölçütüne göre belirlenir. Milli kimliğin siyaseten en belirgin işlevi millete özgü kişilik ve değerleri tanımlayan ve halkın kadim gelenek ve adetlerini yansıtan, ortak yasal hakların ve yasal kurumların görevlerinin meşrulaştırıcısı olmasıdır. Milli kimlik bugün toplumsal düzen ve dayanışmanın meşruiyeti bakımından temel müracaat noktası haline gelmiştir. Milli kimlikler topluluk içindeki bireyler, için daha samimi içsel işlevlerde yerine getirirler. Bayrak, para, marş, üniforma anıt ve kutlama gibi sembollerle topluluk fertlerine ortak mirasları, kültürel yakınlıkları hatırlatılır, ortak kimlik ve aidiyet duyguları güçlendirilir. Ve böylece millet engelleri aşmaya, zorlukları

göğüslemeye muktedir bir grup haline gelir.36 Çağdaş dünyada “kim” olduğumuzu,

34 Antonio Gramsci, Notes For Introduction and Approach to The Study o fphilisopy and the Hsitory of

Culture”, London: 1998, s.49

35Montserrat Guibernau, 20.Yüzyılda Ulus Devletler ve Milliyetçilikler, Çev, Neşe Nur Domaniç, İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1997 s. 128

(20)

müştereken paylaşılan eşsiz bir kültür aracılığıyla bilebiliriz. Söz konusu bu tanıma dünya üzerinde bir yer bulma, pek çok açıdan milli kimlik için anahtar olma vasfı taşımaktadır.

Genel itibariyle milli kimliği belirleyen usurlar sıralanacak olursa; ilk olarak ortak özellikler paylaştığını fark eden insanların bir arada yaşama arzularını canlandıran ortak bir inançla birbirine bağlayan bir yapıdan bahsedilebilir ki böylesine bir kimliğe sahip milleti tanımlayabilmek için derinlemesine gözlem yapmak gerekecektir. İkinci olarak milli kimlik yukarıda bahsedildiği gibi yalnızca tarihi değerlerden beslenmeyip, geleceğe uzanan, karşılıklı dayanışmayı gerektiren bir durumu da ifade eder. Üçüncü olarak millet ve devlet arasındaki bağlantıyı güçlendiren bir vatana sahip olma ve ona bağlı kalma, onu korumayı zorunlu kılar.

D-) AZINLIK KAVRAMI

Yukarıda açıklanan kavramlar, toplumun en küçük yapı taşları olan aile, sülale oluşumundan yola çıkarak sahip olduğu değerlerle devasa bir toplumun oluşmasını gözler önüne sermektedir. Buna karşın azınlık kavramı ise bu milletleşme devletleşme sürecinde çeşitli nedenlerle büyüyemeyerek ya da kendisiyle aynı kültürel değerleri paylaşan toplumlardan uzak düşerek, azınlıkta kalan grupları ifade etmektedir. Tarihi süreç içerisinde insanlar yaşayış tarzıyla kendilerine benzeyen, aynı soydan geldiklerine inandıkları, çok fazla ortak noktalarının bulunduğu insanlarla yakınlaşırken, kendileri gibi olmadıklarına inandıkları insanları ise ötekileştirmişlerdir. Bu durum savaşların çatışmaların ve toplumlar arasında bir rekabetin yaşanmasına neden olmuştur. Bunun doğal sonucu olarak ta azınlıkta kalan halk asimile olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu nedenle yaşanan savaşların önüne geçmek maksadıyla 16. yüzyıldan başlayarak günümüze değin azınlıkların haklarının korunması için çeşitli girişimlerde

bulunulmuştur.37

Azınlık ve azınlık hakları kavramları, 16. yüzyıl Avrupa’sında gündeme gelmiş ve ilk olarak dini gruplar için kullanılmıştır. 18. yüzyılda yaşanan Fransız İhtilali ile beraber değişen toplum yapısı, millet anlayışı doğrultusunda etnik ve kültürel bir kavram hüviyeti kazanmıştır. Kültür, etnik, kimlik gibi kavramlar üzerinden incelenmeye başlayan azınlık kavramı, zaman içerisinde uluslararası ilişkilerin yapısındaki değişmelere paralel olarak siyasi bir zeminde tartışılmaya başlanmıştır.

(21)

Büyük devletler azınlık haklarını dışarıdan bir müdahale aracı olarak görmüşler ve azınlık gruplar üzerinden hedeflerine ulaşmaya çalışmışlardır. Bu durum azınlık konusunu uluslararası hukuk alanına taşımakla beraber uluslararası ilişkilerin en temel problemi haline getirmiştir. Bu bağlamda genel bir azınlık tanımının yapılması zorlaşmış ve anlam kargaşası oluşmuştur.

Kelime anlamı olarak sayıca az kalan, küçük anlamlarına gelen Latince minör kelimesinden türetilen azınlık kavramı ( minority) yalnızca sayı olarak değil, nitelik olarak da güç ve değer anlamında yoksunluğu ifade etmekte ve farklılığa vurgu

yapmaktadır.38 Yeryüzündeki bütün azınlık gruplarını içine alabilecek genel bir tanım

olmamakla birlikte en çok kabul edilen tanımlardan birisi “ bir toplumda, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan gruptan din, dil, etnik köken, kültürel v.b yönlerden farklı özelliklere sahip topluluk”39 olarak ifade edilen tanımdır. Azınlıkların varlığı ve

uluslararası belgelerle sağlanan haklar, devletlerin bağımsızlıkları için bir tehdit unsuru olarak görülmüştür. Bu nedenle devletler mümkün olduğu kadar az sayıda grubu azınlık olarak kabul etmişlerdir. Devletlerin, ulusal egemenlik ve birlik kaygısı nedeniyle birbirinden çok farklı anlamlara gelen azınlık tanımları mevcuttur.

Daha tarafsız bir bakış açısı oraya koymak maksadıyla farklı tanımlara bakacak olursak; BM’nin Brezilyalı raportörü Toscanu, azınlıkları “ bir devletin nüfusunun, topraklarının belirli bir bölümüyle tarihsel olarak bağlı, kendine özgü bir kültüre sahip, ırk, dil ve din farklılığı nedeniyle devletin diğer uyruklarının çoğunluğuyla farklılık

gösteren grup”40 olarak tanımlamaktadır. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin 1990

yılında yapmış olduğu tanıma göre azınlık; “ Bir devletin sınırları çizilmiş, kabullenilmiş toprakları üzerinde yaşayan, üyeleri o devletin uyruğu olan ve dil, din, kültürel özellikler ile nüfusun çoğunluğundan kesin olarak ayırt edilebilen, bölgesel

veya ayrı bir topluluktur.”41 BM’nin yapmış olduğu tanıma göre ise azınlık, kendine

özgü nitelikleri olan, devlete egemen olan kesimden farklılaşan, bir ulusal kimliğe veya ulus olma niteliklerinin bir kısmına sahip olan topluluktur.42 Çeşitli uluslararası

38 Ayşe Füsun Arsava, Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslar arası Belgeler ve Özellikle Medeni

ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında İncelenmesi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler

Fakültesi Yayını, Ankara:1993

39 Okan Gümüş, Aziz Sevi, Ansiklopedik Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, Ankara: Polat Yayınları, 1996. s.209

40 Jennifer Jackson Preece, Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus Devlet Sistemi, Çev: Ayşegül Demir, İstanbul: Donkişot Yay, 2001. s.24

41 Jennifer, a.g.e, s.38 42 Jennifer, a.g.e, s.39

(22)

kuruluşların tanımlarının ardından bilimsel literatürde tartışılan ve yazarlarca ortaya konan tanımlara bakacak olursak; T. Modeen azınlıkları, bazı görünür özellikleri ile bağımsız devletin diğer uyruklarından ulusal duyarlılıkları temelinde ayırt edilebilen topluluk olarak tanımlar. Loponce’ye göreyse azınlık “siyasi olarak egemen gruptan ortak dil, din, ve ulusal mirasla ayrılan, kendi seçimleri olan ulusal bütünlüğe dahil

olmaya zorlanacaklarından korkan topluluktur.43

Yapılan tanımların ardından, bir grubun azınlık olarak adlandırılabilmesi için taşıması gereken bazı genel şartların varlığından söz edilebilinir. İlk olarak devletin nüfusunun geri kalanından farklı etnik, dinsel, dilsel, kültürel özellilere sahip olan bir topluluğun olması gerekmektedir. Etnik dinsel ya da dilsel özellikleri nedeniyle nüfusun büyük kısmından ayrılan grupların sayıca az olmaları ve egemen konumda olmamaları gerekmektedir. Azınlık haklarından yararlanacak bu topluluğun üyelerinin, yaşadıkları ülkelerin vatandaşı olmaları gereklidir. Ve nihai olarak kendini farklı hisseden grubun, bu farklılıklarını korumak istemesi, ortak bir bilince sahip olması gerekmektedir. Bu özelliklere sahip olan ve kendisini azınlık olarak niteleyen guruplar, daha geniş haklara sahip olmak, farklılıklarını muhafaza ederek refah içerisinde yaşayabilmek maksadıyla siyasi olarak mücadelelerini sürdürmektedirler. İleride değinileceği gibi uluslararası hukuk ve politika bu gurupların mücadeleleriyle şekillenmektedir. Kimi guruplar siyasi zeminde demoktatik olarak haklarını savunurlarken bazı gruplarda terör faaliyetlerine girişerek seslerini daha geniş kitlelere ulaştırmak, bağımsızlık elde etmek çabasındadırlar. Bugün Avrupa’da birçok azınlık gurubu, yani kendisini hâkim devleti oluşturan nüfustan farklı olarak gören etnik unsurlar, uluslararası hukukun tanımış

olduğu haklar sayesinde çok önemli kazanımlar elde etmişlerdir.44 Nihai olarak azınlık

hakları uluslararası bir nitelik kazanmış olmakla beraber ülkelerin iç sorunu olarak kabul edilmekte, dışarıdan müdahale yerine kuruluşlar aracılığıyla denetleme, yaptırım uygulama gibi yollarla sorunları çözümü amaçlanmaktadır.

43 Jennifer, a.g.e. s.36

44 Hüseyin Akgül, Azınlık Kavramı, Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler, Azınlık Kavramı ile ilgili Temel

(23)

II. ULUSLARARASI HUKUK VE AVRUPA BİRLİĞİ

HUKUKU’NDA AZINLIK HAKLARI

A-) TARİHİ SÜREÇ

Etnik, kültürel, toplumsal, dinsel kaynaklı dünya genelinde görülen ayrılıkçı, özerkçi hareketlerin, tarihi süreç içerisinde yerleşen azınlık hakları ve insan hakları alanındaki gelişmelerden beslendiğini söylemek yanıltıcı olmaz.

Bu bağlamda bakılacak olursa azınlık kavramının tanımı toplumdan topluma değişebilmekte ve bu kavramı tanımlayan antlaşmaların garantörlüğünü üstlenen ülkelerin uluslararası ilişkilerdeki yaptırım güçlerine göre de değişiklikler gösterebilmektedir. Genel itibariyle ele alınacak olursa azınlık konumunda olma, yalnızca sayıca az olmaktan ibaret olmayıp; ayrı bir etnik kökene, milliyete, farklı kültüre sahip kişilerin oluşturduğu cemaatlerin içinde bulundukları toplumun genel özelliklerinden farklı olan yanlarının bastırılması, yok sayılması gibi durumların varlığına da işaret etmektedir. Azınlık hakları, kendi dilini kullanabilme, dini inançlarının gereğini özgürce yerine getirebilme, kültürel özelliklerini yaşayabilme ve yaşatabilme, bulunduğu devletin karar alma mekanizmasına katılabilme, en geniş anlamda da eşitlik içerisinde yaşayabilmeyi ifade eder. Bir toplumu meydana getiren bireyler arasında eşitliğin sağlanması ve herhangi bir gruba karşı ayrımcılık yapılmaması uluslararası hukukun en temel ilkelerinden birisidir.

Uluslararası hukukun bu en temel ilkesine kolayca ulaşılmamıştır. İnsanlık bu anlayışa tarih boyunca etnik, kültürel, dinsel temelli çatışmaların ve milyonlarca insanın hayatını kaybettiği savaşlar neticesinde, tedricen ve günümüze yaklaştıkça da hızlanan bir süreç içerisinde ulaşabilmiştir.

XIII. yüzyılın başlarında İngiltere’de imzalanan Magna Carta hak ve özgürlüklere ilişkin olarak karşımıza çıkan ilk düzenlemedir. 1689 tarihli İngiltere İnsan Hakları Bildirgesi, 1776 tarihli Virginia İnsan Hakları Bildirisi, 1789 tarihli Fransa İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi gibi belgeler 17.ve 18. yüzyılın hak ve özgürlüklerine ilişkin temel belgelerdir. Bu belgeler, tarihte ülkelerin karşı karşıya kaldığı etnik, dinsel, kültürel sorunlar karşısında kendi çabalarıyla aldıkları önlemler ve azınlık olarak tabir edilen gruplara sağladıkları haklara işret eder. XIX. Yüzyıla kadar

(24)

insan haklarının evrensel bir boyuta erişmediğini söylemekle beraber bu yönde bir

ilerlemenin olduğunu belirtmek gerekmektedir. 45

Hızla gelişen sanayi sektörü ve buna bağlı olarak artmaya başlayan ekonomik ilişkiler neticesinde ortak çıkarların buluşmasıyla birlikte önce Avrupa’yı daha sonra yavaş yavaş tüm dünyayı içine alacak boyutta bir insan hakları, azınlık hakları anlayışı ortaya çıkmaya başlamıştır. 1648 yılında egemen devletlerarasında ortak hareket kuralları koyan Vestfalya Barışı önemli bir adım teşkil etmektedir.

Azınlık kavramı ilk olarak 16. yüzyılda, Katoliklerle Protestanlar arasındaki din savaşlarına son vermek üzere yapılan düzenlemelerle gündeme gelmiştir. Fransa 1598 tarihli Nantes Fermanı ile Protestan vatandaşlarına ibadet özgürlüğü tanımış ve yurttaşlık haklarından tam olarak yararlanmalarını sağlamıştır. Bu dönemde azınlık haklarının temelini, Avrupa da ve dünyada toplumları birbirinden ayıran en belirgin ve etkili unsur olması nedeniyle din olgusu oluşturmuştur.

Napolyon savaşlarından sonra Avrupa’nın siyasi haritasını yeniden belirleyen 1815 Viyana Kongresinde, azınlıklar ilk kez dinsel topluluklar olarak değil ulusal gruplar olarak tanımlanmışlardır. İşte bu dönem günümüze kadar çözülemeyen ve uluslararası ilişkileri ziyadesiyle meşgul eden sorunlarında doğmasına neden olmuştur. Bu dönemle birlikte büyük güçlerin çıkarları doğrultusunda ülke sınırları yeniden belirlenmeye başlamış, bu değişim birbirinden farklı özellikler ihtiva eden etnik, ekonomik, dinsel, kültürel vb. temelli azınlıklar ortaya çıkmaya başlamıştır.46 Bu

tarihten günümüze değin devletlerin sahip oldukları demografik ve etnik yapı incelendiğinde hiçbir devletin etnik açıdan homojen olmadığı rahatlıkla görülecektir. Toplumsal çalkantıların ve büyük savaşların yaşanmasının ardından kurulan yeni devletler ve ortaya çıkan yeni sınırlar, ulusal azınlık sorununu belgelerle güvence altına alınmış bir mesele olarak uluslararası alana taşımıştır. Birinci Dünya Savaşının ardından doğu Avrupa’da kurulan devletlerin bağımsızlıkları ancak azınlıklara sağlanacak geniş haklar neticesinde tanınmıştır. Kuşkusuz Avrupa ’da sınırların değişmesi bu yeni sınırlardan rahatsız olan grupları da harekete geçirmiştir.

Bu hoşnutsuzlukların büyüyerek yeni bir savaşa sebebiyet vermesini önlemek amacıyla dönemin büyük devletleri olan ABD, İngiltere, Fransa öncülüğünde Milletler Cemiyeti kurulmuştur. Bu dönemde azınlık olarak tabir edilen topluluklara kendi

45 Murat Saraçlı, Avrupa Birliği ve Türkiye’de Azınlıklar, Ankara: Lotus Yayınevi,2007, s.27–29 46 Hüseyin Akgül, a.g.e. s. 43

(25)

kültürlerini koruma, siyasi eşitlik haklarına sahip olma ve eşit yurttaşlık hakları sağlanılarak, ayrılıkçı emellerin bastırılması düşünülmüştür. Bu bağlamda I. Dünya Savaşı sonrasında imzalanan antlaşmaların genelinde azınlık haklarına önemli atıflarda bulunulmuştur. Bu atıflar en genel ifadeyle; Yurttaşlığın kazanılması ile elde edilecek hakların kapsamı, farklı soy, din ve kültüre sahip olunması nedeniyle ayrımcılığa tabi tutulmama, azınlık dillerinin konuşulmasına ve basın yayın kuruluşlarında kullanılmasına sınırlamalar getirilmemesi, ulusal azınlıkların kendi yararlarına vakıf kurmaları, okullar açmalarının önündeki engellerin kaldırılması gibi konular üzerinedir.47

Bu gelişmelerin yeni bir savaşı önleme konusundaki başarısızlığına rağmen bugün mevcut uluslararası belgelerin hemen hemen hepsi iki savaş arası dönemde gerçekleştirilen antlaşmalara atıfta bulunmaktadır. Karşılıklı bağımlılığın son derece ilerlediği ve yoğun nüfus hareketlerinin yaşandığı bu günlerde azınlık kavramı geniş bir anlam kazanmıştır. Çok kültürlü ve çok etnikli bir yapı arz eden toplumsal sistem, hoşgörü içerisinde farklılıkların korunduğu ve ayrım gözetilmediği bir zeminde gelişmektedir.

II. Dünya Savaşının ardından dünya çapında bir barış tesis etmek amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler (BM) şartında örgütün amaçlarından birisi olarak “ekonomik, sosyal, kültürel veya insani nitelikli uluslararası problemleri çözümleyerek ırk, cinsiyet, dil veya din ayrımı yapılmaksızın herkesin insan hakları ve temel özgürlüklerine saygıyı geliştirerek uluslararası iş birliğini sağlamak” olduğu belirtilmektedir. 48

Uluslararası hukukta genel kabul görmüş bir azınlık tanımı bulunmamakla birlikte BM İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Alt Komisyonu raportörlerinden F.Capotorti’nin yapmış olduğu tanım üzerinde genele yakın bir kabul söz konusudur. F.Capotorti’ ye göre azınlık “ bir devletin geri kalan nüfusunda sayıca az olan, başat konumda olmayan, üyeleri nüfusun geri kalanından farklı etnik dinsel veya dilsel özelliklere sahip, üstü örtülüde olsa kendi kültürlerini, geleneklerini,

47 I.Dünya Savaşı sonrasında antlaşma hükümlerine eklenen azınlıklarla ilgili maddeler, savaşın galipleri tarafından bir müddet daha çıkar amaçlı olarak kullanılmış ve dünyanın ikinci bir büyük savaşa sürüklenmesinin önüne geçilememiştir. Azınlık haklarındaki asıl önemli gelişmeler II. Dünya Savaşı’ndan sonra görülecektir.

(26)

dinlerini veya dillerini korumaya yönelik bir dayanışma duygusu gösteren gruptur. 49

Daha önce belirtildiği gibi bir başka önemli azınlık tanımı BM raportörlerinden Toscanu’ya aittir. Torcanu azınlıkları “bir devletin nüfusunun, topraklarının belirli bir bölümüyle tarihsel olarak bağlı, kendine özgü bir kültüre sahip, ırk dil ve din farklılığı nedeniyle devletin diğer uyruklarının çoğunluğuyla farklılık gösteren grup” olarak tanımlamıştır.

Yapılan tanımlardan ve antlaşmalara konulan maddelerden anlaşıldığı gibi Uluslararası Hukukta, ayrımcılık yasağı en önemli ilkelerden birisidir. Birçok belgede farklı boyutlarda ele alınan ayrımcılık konusu genel itibariyle ırk, dil, renk, din, ulusal, etnik veya kültür temelinde ayırımcılığın yapılamayacağını ifade etmektedir.

Yukarıda bahsedilen gelişmeler ve hukuki boyutta varılan nokta itibariyle gerek Avrupa ’da, gerekse diğer kıtalarda görülen ayrılık yanlısı hareketler uluslararası hukukun bu imkânlarından faydalanmak suretiyle son derece önemli haklar elde etmişlerdir. Bu ayrılıkçı hareketlerin bir bölümü bağımsızlık yanlısı, bir bölümü otonomi/ özerklik yanlısıdır. Bunların dışında sadece eşit vatandaşlık hakkı ve iyi yaşam koşullarının sağlanması, sahip oldukları kültürel değerleri koruma çabasında olan hareketlerde vardır. Uluslararası hukuk bağlamında elde edilen yasal haklar bu gruplara bağımsız bir devlet olma yolunda cesaret vermekle birlikte, bugün gelinen noktada bağımsızlığın kazanılması oldukça zor bir durumdur. Daha öncede bahsedildiği gibi yeryüzünde 5000’i aşkın farklı etnik kökene sahip topluluk bulunmaktadır. Her etnik gurubun kendi devletini kurması uluslararası ilişkilerin bugün erişmiş olduğu nokta itibariyle mümkün gözükmemektedir. Bir devletin bünyesinde barındırdığı etnik grubun bağımsızlığını kazanması, başkaca devletleri etkileyecek olduğundan böylesi bir durum devletleri uluslararası politika bağlamında birbirine bağımlı kılmaktadır. Bu nedenledir ki devletlerin ülkesel bütünlükleri ve bağımsızlıkları, azınlık haklarında olduğu gibi uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmıştır.

B-) BM KAPSAMINDA AZINLIK HAKLARI

Birinci Dünya Savaşının yaratmış olduğu büyük yıkımın ardından böylesine bir savaşın bir daha yaşanmasını önlemek kaygısıyla oluşturulan Milletler Cemiyetinin (MC), gerek yapısındaki eksiklikler ve gerekse yayılmacı liderlerin yönetimde

49Bahadır Bumin Özarslan, Türkiye’nin Avrupa Birliğine Üyelik sürecinde Azınlıklar Sorunu, Avrasya Dosyası, 2005, Cilt: 11, Sayı: 1, s.114

(27)

olmasının etkisiyle başarısız olması, dünyada ve özellikle Avrupa kıtasında çok daha büyük bir savaşın yaşanmasına neden oldu. II. Dünya savaşıyla gelen bu büyük yıkım, devletleri Birleşmiş Milletlerin oluşturulmasında daha fedakâr davranmaya itti. MC’ye kıyasla, daha başarılı olduğu yorumunda bulunulabilecek BM Örgütü, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi amacıyla çok sayıda organa sahip olup, insan haklarının etkin olarak yaşama geçirilmesine yönelik çalışmalar yapmakta ve devletleri de bu kurallara uyup uymama konusunda denetlemektedir.

İnsan hak ve özgürlüklerinin tanınması ve geliştirilmesine ilişkin tüm uluslararası düzenlemelerde temel ilke “devletlerin ülkesel bütünlüklerinin ve politik bağımsızlıklarının korunması” ’dır. Bu ilke BM, Avrupa Konseyi ( AK) , Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ( AGİT) vb. uluslararası kuruluşların hemen hemen bütün belgelerinde tekrarlanmaktadır. Bu kuruluşların ortak yaklaşımları azınlık sorunlarının bu ilkeye uyulması koşuluyla uluslararası hukuk antlaşmalarınca çözümlenmesidir.

1947 yılında BM bünyesinde İnsan hakları Komisyonuna bağlı olarak faaliyet yürüten Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu oluşturulmuştur. Alt komisyon çalışma gruplarından biriside Azınlıklar Çalışma Grubu’dur. BM İnsan Hakları Komisyonunun 1995/24 sayılı ve “ Ulusal veya Etnik, Dinsel veya Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları” başlıklı kararıyla Azınlık Çalışma Grubunun amaçları şu şekilde belirtilmiştir.

— Ulusal veya Etnik, Dinsel veya Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları Bildirgesinin uygulamada ne ölçüde gerçekleştirildiğini incelemek;

—Azınlıklar arasında ve azınlıklarla hükümetler arasında karşılıklı anlayışın geliştirilmesi dâhil olmak üzere, azınlıkların dâhil olduğu sorunlara olası çözüm yollarını incelemek; — Gerektiğinde ulusal veya etnik, dinsel veya dilsel azınlıklara mensup kişilerin haklarının korunması ve geliştirilmesi için daha ileri önlemler alınmasını tavsiye etmek.50

I-) Ulusal ya da Etnik, Dilsel ve Dinsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları Bildirgesi

18 Aralık 1992 yılında BM Genel Kurulunda kabul edilen bu bildirge, azınlık haklarını koruyan ilk uluslararası belge olması bakımından önemlidir. Bildirgede devletlere azınlık hakları konusunda bazı yükümlülükler getirmektedir. İlgili

(28)

maddelerde (1-4-7) devletler kendi ülkelerindeki azınlıkların ulusal, etnik, kültürel, dinsel ve dilsel kimliklerini korumak ve bu kimliklerin geliştirilmesi için gerekli koşulları yaratmak üzere gerekli önlemlerin alınması; azınlıklara mensup kişilerin yasalar karşısında tam bir eşitlik içinde hak ve özgürlüklerinden yararlanmalarının sağlanılması; mümkün olduğu ölçüde anadillerini öğrenmeleri veya anadilde eğitim görmeleri için yeterli olanakları sağlayacak önlemlerin alınması; ulusal politika ve programlarının belirlenmesinde azınlıkların meşru çıkarlarını dikkate almaları ve azınlıklara mensup kişilerle ilgili sorunları konusunda devletlerarası işbirliğine gitmeleri gerektiğine işaret edilmiştir.51

Bildirgenin 2. ve 3. maddelerinde azınlık haklarının genel bir çerçevesi sunulmakta: Kültürel, dinsel, toplumsal, ekonomik ve kamusal yaşama ve yaşadıkları bölgelerle ilgili ulusal ve uygun olduğunda bölgesel kararlara katılma; bağlı oldukları azınlık grubun sınır ülkelerdeki mensuplarıyla özgür ve barışçıl ilişkiler kurma ve sürdürme hakkına sahip oldukları ifade edilmektedir.

Bildirgenin 8. maddesi; bu bildirge ile düzenlenen haklar, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde düzenlenen eşitlik ilkesine aykırı yorumlanamaz ve bu bildirgedeki hiçbir hüküm, devletlerin egemen eşitliği, ülkesel bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığı da dâhil, BM’nin amaç ve ilkelerine aykırı herhangi bir faaliyete izin verecek şekilde yorumlanamayacağını belirtmektedir.

Burada da yinelendiği gibi uluslararası bir belgede azınlık haklarıyla ilgili düzenlemeler yapılırken, devletlerin asgari uyması gereken şartlar ifade edilmekte ve ülkesel bütünlüğe, bağımsızlığın korunmasına çeşitli maddelerde atıflarda bulunarak ayrılıkçı hareketlerin hukuki bir zemine yerleşmelerinin önüne geçilmeye çalışılmakta, herhangi bir politik kargaşaya mahal verecek durumun da önüne geçilmektedir.

II-)BM Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi

Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ( MSHUS) 1966 yılında BM Genel Kurulu’nda kabul edilmiş ve 1976 yılında yürürlüğe girmiş bir sözleşmedir. İnsan Hakları Komitesinin izlemekle görevli olduğu bu sözleşmenin 27. maddesi çerçevesinde azınlık haklarının korunması amaçlanmıştır.

MSHUS’un 27.maddesi azınlık haklarının korunmasını uluslararası bir sözleşme konusu yapması bakımından bir ilktir. Bu sözleşme nin 40 ve 41. maddesinde

(29)

rapor etme yöntemi ve devletlerarası başvuru yolu düzenlenmiştir. 40. maddeye göre taraf devletler sözleşmede tanınan hakları uygulamak üzere aldıkları önlemleri ve bu hakların sağlanmasında yaşanan gelişmeleri, uygulamada karşılaşılan sorunları ve bunların nedenlerini bir rapor halinde BM İnsan Hakları Komitesi(İHK)’ne sunmakla yükümlüdürler. Bu raporlar İHK’ de taraf devletlerinde katıldığı bir oturumda ele alınmakta ve inceleme sürecini tamamlayan komite taraf devletlere gerekli raporları göndermektedir. Sözleşmeye ek protokolle bireysel başvurularında önü açılmıştır. Bireysel başvurunun kabul edilebilir bulunmasından sonra ilgili taraf devlet 6 aylık bir zaman dilimi içerisinde gerekli açıklamayı komiteye yazılı olarak sunmakla yükümlüdür. Eğer bu raporlarda İHK, sözleşmenin ihlal edildiğine dair bir karar verirse bunu ilgili devlete bildirir ve durumun derhal düzeltilmesini ister ancak bu bildirimin bir bağlayıcılığı yoktur.

C-) AVRUPA KONSEYİ KAPSAMINDA AZINLIK HAKLARI

5 Mayıs 1949’da 10 Avrupa ülkesi nin (Belçika, Danimarka, Fransa, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, İsveç, İngiltere) katılımıyla kurulan ve şuanda

47 üyesi bulunan Avrupa Konseyi (AK), Avrupa’nın en eski siyasi örgütlenmesidir.52

AK, insan haklarını, çoğulcu demokrasiyi ve hukuk düzenini koruma; Avrupa’nın kültürel kimliğini ve çeşitliliği konusunda bilinçlendirme ve bu kimliği geliştirme; Avrupa toplumunun karşılaştığı azınlıklara yönelik ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, hoşgörüsüzlük vb. sorunlar karşısında çözüm yolları araştırma, siyasi, hukuksal ve anayasal reformları destekleyerek Avrupa’da demokratik istikrarın korunmasını sağlamak amacıyla oluşturulmuş hükümetler arası bir organizasyondur. Konsey özellikle soğuk savaşın ardından yaşanan gelişmeler karşısında Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine siyasi ve hukuki alanda yardımcı olmak maksadıyla insan hakları, demokrasi, eğitim, kültür gibi konularda teknik bilgi sağlama yoluna gitmiştir.

I-) Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşmesi

1 Şubat 1995 yılında kabul edilen ve 1998 Şubatta yürürlüğe giren sözleşmenin girişi kısmında: “ Bu çerçeve sözleşmeyi imzalayan Avrupa Konseyi üyesi devletler ve diğer devletler, Avrupa tarihindeki ayaklanmaların, ulusal azınlıkların korunmasının bu kıtada istikrar, demokratik güvenlik ve barış açısından vazgeçilmez olduğunu göz

Referanslar

Benzer Belgeler

Results show that cellular dose is low according to total emitted electron energies for m In however dose distribution is not homogenous in the cell, while

“Proje ve performans konularını öğretmenlerim benim ilgilerime göre belirlerler” (F=19,18, p<0.05), “Öğretmenlerim benim belirlediğim proje konularını

Palmet motifinin kayna~~~ için genellikle M~s~r sanat~~ gösterilir. Palmiye olarak M.Ö. 2000'in ba~lannda M~s~r-Minos ili~kileri sonucunda palmet olarak Minos sanat~na,

“Demografik ve ekonomik yapı, Avrupa sınır güvenliği ve AB’nin insan hakları normuna uygunluk.” 221 Ancak Suriye krizi ile çok fazla sığınmacıyla muhatap

Madem ki sulhen (barışla) vermiyorlar, harben (savaşla) almak için Gazi (Mustafa Kemal Paşa) ısrar ediyor. Hükümet de bu fikirde. Bizde, muvaffak olacağımıza şüphe yok.

Sınırlar, Boğazlar, Borçlar, Savaş Tazminatı, Azınlıklar, Kapitülasyonlar, Patrikhane,.

At the first attempt, they put the photographic film between the radiation source and crystal sample assuming the crystal would act like a mirror and reflect the

‹leri yafl grubunda dilde a¤r›, flifllik, yutma güçlü¤ü ve nefes darl›¤› ile gelen hastalar- da özellikle a¤›z hijyeni bozuksa dil kökü apsesi ay›r›c› tan›-