• Sonuç bulunamadı

Türkiye'de enerji sektörünün iklim değişikliğine etkisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkiye'de enerji sektörünün iklim değişikliğine etkisi"

Copied!
84
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

İKTİSAT BİLİM DALI

TÜRKİYE'DE ENERJİ SEKTÖRÜNÜN İKLİM

DEĞİŞİKLİĞİNE ETKİSİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

KADİR DEDEMEVİ

Danışman

Prof. Dr. Ahmet AY

(2)
(3)
(4)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ renci ni n

Adı Soyadı KADİR DEDEMEVİ

Numarası 144226001003

Ana Bilim / Bilim Dalı İKTİSAT/İKTİSAT

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı PROF.DR.AHMET AY

Tezin Adı TÜRKİYE'DE ENERJİ SEKTÖRÜNÜN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE ETKİSİ

ÖZET

Son dönemlerde iklim değişikliği dünyamızda önemli irdelenen konuların başında gelmektedir. İnsanların yaşam şekilleri etkisiyle değişen dünya iklimi Birleşmiş milletlerin çalışmaları ve çeşitli kararları ile dünya iklimi ve çevremiz düzene oturtulmaya çalışılmaktadır. Bu anlaşmaların ve kararların başında 21 Mart 1994 tarihli “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi” ve 16 Şubat 2005 tarihli “Kyoto Protokolü” gelmektedir.

İktisadi gelişme, insanoğlu ve ulusların tüm dinamiklerinin gelişmesi için ve hayatlarını devam ettirmeleri bakımından çok önemlidir. İnsanlar bu sebeplerden ötürü ekonomik büyüme ve gelişmeyi ilk insandan bu yana birincil amaç edinmişlerdir. Teknolojik gelişmelerden sonra ülkeler bu gayelerini gerçekleştirebilmek için toplu sanayi hamlelerini çoğaltarak daha çeşitli ve çok mal ve hizmet ürünü üretmiş zenginliklerini artırmayı hedeflemişlerdir.Bu üretim sonucunda çevreye çok daha fazla zarar verici etkiler oluşturmuştur. İklim değişikliği konusunun çok daha yaygınlaşmasından ötürü enerji kaynakları ve bununla beraber üretim teknolojilerinde ki değişimi birbirini tamamlamaktadır. Ekonomi yönünden güçlü ve sermaye birikimi olan ülkeler bu değişime ayak uydururken, ekonomik açıdan gelişmekte olan ülkeler de ise bu değişime uymakta problemler yaşamaktadırlar.

Çalışmamız da 1960-2018 dönemleri için Türkiye’de enerji sektörünün iklim değişikliğine etkisi Eş Bütünleşme yöntemi yardımıyla ekonometrik olarak analiz edilmiştir.

(5)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ renci ni n

Adı Soyadı KADİR DEDEMEVİ

Numarası 144226001003

Ana Bilim / Bilim Dalı İKTİSAT/İKTİSAT

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı PROF.DR.AHMET AY

Tezin İngilizce Adı CLIMATE CHANGE IMPACT OF ENERGY SECTOR IN TURKEY

SUMMARY

Recently, climate change is one of the most important issues in our world. The climate of the world is changing due to the way people live and the United Nations ' work and various decisions are trying to put the climate of the world and our environment in order. The march February 21, 1994 “United Nations Framework Convention on Climate Change” and the February 16, 2005 “Kyoto Protocol” are at the top of these agreements and resolutions.

Economic development is very important for the development of all the dynamics of human beings and nations and for their survival. For these reasons, people have taken economic growth and development as their primary goal since the first person. After technological developments, countries aimed to increase their wealth by increasing their mass industry moves and producing more diverse and multi-product goods and services in order to realize these goals.As a result of this production, it has caused much more damaging effects to the environment. Since the issue of climate change has become more widespread, the change in energy sources and production technologies are complementing each other. While the countries with strong economic and capital accumulation are keeping up with this change, the developing countries are having problems adapting to this change. In our study, the impact of the energy sector on climate change in Turkey for the periods 1960-2018 was analyzed econometrically with the help of co-integration method.

(6)

ÖNSÖZ

Tez çalışmam sırasında değerli bilgi ve tecrübeleri ile bana yol gösterici ve destek olan değerli danışman hocam İktisat Ana Bilim Başkanı ve İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dekanı sayın Prof. Dr. AHMET AY’A sonsuz teşekkür ve saygılarımı sunarım. Yüksek lisans eğitimim boyunca yardım, bilgi ve tecrübeleri ile bana sürekli destek olan İktisat bölümündeki tüm hocalarıma teşekkür ederim. Yoğun çalışmalarım esnasında sabır gösterdiği ve çok destek veren eşim Özlem’e, sürekli çalışmama izin veren küçük kızım Ayşe Eslem’e ve maddi manevi desteklerini hiç esirgemeyen annem ve babama teşekkürü bir borç bilirim.

KADİR DEDEMEVİ

KONYA-2019

(7)

İÇİNDEKİLER

TEZ KABUL FORMU ... i

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... ii

ÖZET ... iii SUMMARY ... iv ÖNSÖZ ... v İÇİNDEKİLER ... vi TABLOLAR LİSTESİ ... ix ŞEKİLLER LİSTESİ ... x KISALTMALAR LİSTESİ ... xi GİRİŞ ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM SERA GAZLARI VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ 1.1. Küresel Isınma ve Sera Gazları ... 2

1.2. İnsan Kaynaklı İklim Değişikliği ... 3

1.3. İklim Değişikliğine Neden Olan Sera Gazlarındaki Artış Eğilimleri ve Nedenleri ... 4

1.4. Sera Gazı Emisyonlarının Ekonomik Belirleyicileri ... 6

1.4.1. Enerji Kullanımı ... 8

1.4.2. Sanayi Faaliyetleri ... 10

(8)

1.4.5. Atık Yönetimi ... 12

1.4.6. Konut ve Ticaret Sektörü ... 13

1.5. İklim Değişikliği İle İlgili Uluslararası Belge ve Antlaşmalar ... 13

1.5.1. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ... 14

1.5.2. Kyoto Protokolü ... 16

1.5.2.1. Kyoto protokolü ve Türkiye ... 21

1.5.3. Bali Eylem Planı ... 22

1.5.4. Kopenhag Uzlaşması ... 24

1.5.5. Cancun Uzlaşması ... 26

İKİNCİ BÖLÜM EKONOMİK BÜYÜME VE ENERJİ TÜKETİMİNİN ÇEVRESEL ETKİLERİ: ÇEVRESEL KUZNETS EĞRİSİ YAKLAŞIMI 2.1. Ekonomik Büyüme ve Enerji Tüketimi ... 27

2.1.1. Ekonomik Büyüme ... 27

2.1.2. Enerji Tüketimi ... 30

2.1.3. Ekonomik Büyüme Enerji Tüketimi İlişkisi ... 32

2.2. Çevresel Kuznets Eğrisi Yaklaşımı ... 36

2.2.1. Çevre - Ekonomi İlişkisi ... 36

2.2.2. Kuznets Eğrisi ... 37

2.3.3. Çevresel Kuznets Eğrisi ... 39

2.3. Çevresel Kuznets Eğrisini Ele Alan Literatür Çalışmaları ... 44

2.3.1. Uluslararası Literatür Çalışmaları ... 44

(9)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKİYE’DE ENERJİ SEKTÖRÜNÜN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ÜZERİNE ETKİSİ

3.1. Araştırmanın Önemi ve Amacı ... 50

3.2. Veri Seti ve Yöntem ... 50

Kaynak: Dünya Bankası3.3. Analiz Bulguları ... 50

SONUÇ VE ÖNERİLER ... 60

KAYNAKÇA ... 62

(10)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1.1. Sera Gazı Emisyonlarının Ekonomik Belirleyicileri ... 7

Tablo 1.2. Farklı Ülkelerde Üretilen Katma Değerde Sanayinin Oranı ... 11

Tablo 1.3. Bazı Ülkelerin Kişi Başına Düşen Sera Gazı Emisyon Miktarları ... 17

Tablo 3.1. Kullanılan Değişkenler ve Kısaltmaları ... 50

Tablo 3.2. Kullanıcı Değişkenler İçin Tanımlayıcı İstatistikler ... 51

Tablo 3.3. ÇKE Hipotezi Altında Beklenen Farklı Çevre-Büyüme İlişkileri ... 54

Tablo 3.4. Birim Kök Test Sonuçları ... 57

Tablo 3.5. Uygun Gecikme Uzunluğu ... 58

(11)

ŞEKİLLER

LİSTESİ

Şekil 1.1. 180 Milyon Yıl Evvelki ve Günümüzdeki Karaların Dağılışları ... 4

Şekil 1.2. Kyoto’da Ölçülen ve Öngörülen Sera Gazlarının Yoğunluğu ... 6

Şekil 1.3. Sektörlere Göre Küresel Sera Gazı Emisyonları ... 8

Şekil 1.4. Avrupa Birliği Sera Gazı Emisyonlarının Sektörel Trendleri ve Projeksiyonları ... 9

Şekil 1.5. CDM-CERS Ülke Dağılımı ... 20

Şekil 1.6.Ek-1 Ve Ek-2 Ülkelerinin CDM Kayıtları İçin Proje Bazında Başvuru Oranları ... 21

Şekil 1.7. Ek-1 Ve Ek-2 Ülkeleri Tarafından Kaydedilen Projelerin Oranları ... 22

Şekil 1.8. Bali Eylem Planı ... 25

Şekil 3.1. Kişi başına düşen CO2 emisyonları ... 51

Şekil 3.2. Kişi Başına Düşen Elektrik Tüketimi ... 52

Şekil 3.3. Kişi başına düşen Enerji Kullanımı ... 52

(12)

KISALTMALAR LİSTESİ

CO2 :Karbondioksit

KP :Kyoto Protokolü

OECD :Ekonomik Kalkınma Ve İşbirliği Örgütü

CCS :Karbon Yakalama ve Depolama

ÇKE :Çevresel Kuznets Eğrisi

CFE :Kloroflorokarbon

DSİ :Devlet Su İşleri

EEA :Avrupa Ekonomik Alanı

IIPC : Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli IEA : Uluslar arası Enerji Ajansı

MTEP : Milyon Ton Eşdeğeri Petrol

OECD : Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü

N2O : Azot Protoksit

HFC :Hidrofolorokarbon

SF6 : Kükürt hekzaflorür

CH4 :METAN

BMİDÇS : Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi UNEP : Birleşmiş Milletler Çevre Programı

WMO :Dünya Meteoroloji Örgütü

BM :Birleşmiş Milletler

AB :Avrupa Birliği

COP :Taraftarlar Konferansı

(13)

CDM :Temiz Kalkınma Mekanizması

USD :Amerikan Doları

GSMH :Gayri Safi Milli Hasıla

BP :British Petrol

GSYİH :Gayri Safi Yurt İçi Hasıla

NAFTA : Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması

SO2 :Kükürtdioksit

LCO2 :Kişi Başına Düşen Karbondioksit Miktarı

LEC : Kişi Başına Düşen Elektrik Tüketimi LEN : Kişi Başına Düşen Enerji Miktarı

(14)

GİRİŞ

Çevresel sorunlar, biyolojik hayat için çok fazla riskler içeren ana meselelerin başında gelmektedir. Bu sorunlar canlıların yaşamlarına etki edebileceği gibi, “küresel ısınma” ve “iklim değişikliği” gibi dünya çapında da büyük bir sorun olarak ta kendini gösterebilir. Günümüzde canlı yaşamı için en önemli çevresel problem olarak görülen “küresel ısınma” ve “iklim değişikliğinin” temel nedeni, enerjiye duyulan gereksinimin giderilmesi maksadıyla fosil yakıtlı kaynakların ağırlıklı olarak tüketilmesinden dolayı ortaya çıkmaktadır.

Çalışmanın ilk bölümünde “küresel ısınma” ve “iklim değişikliği” hakkında genel kavramsal bilgi verilmesinin peşinden insan kaynaklı iklim değişikliği detaylı bir biçimde ele alınacaktır. Sera gazlarındaki artış trendleri ve nedenleri açıklanarak sera gazı emisyonların ekonomik belirleyicileri tartışılacaktır. Bilim insanlarının “küresel ısınmayı” fark ederek enternasyonal düzenlenen anlaşma ve belgeler kronolojik bir biçimde sunulacaktır.

Çalışmanın ikinci bölümünde, ekonomik büyüme ve enerji kullanımı arasındaki ilişki ele alınıp, Çevresel kuznets eğrisi ayrıntılı olarak incelenecek ve kuznets eğrisi ile ilgili yapılan çalışmalar geniş bir literatür verilerek ele alınacaktır.

Çalışmanın son bölümündeyse, 1960-2018 dönemleri için Türkiye’de enerji sektörünün iklim değişikliğine etkisi Eş Bütünleşme yöntemi yardımıyla ekonometrik olarak analiz edilecektir.

(15)

BİRİNCİ BÖLÜM

SERA GAZLARI VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ

1.1. Küresel Isınma ve Sera Gazları

“Küresel ısınma” atmosferin dünya yüzeyine yakın bölümlerinde ortalama dünya sıcaklığının tabiî olarak veya insan tesiriyle fazlalaşması şeklinde ifade edilir. Sera Etkisi ise Güneşten gelmekte olan kısa dalga boylu ışınların yeryüzüne çarpmasının ardından, “uzun dalga boylu ısı ışınları” biçiminde atmosferdeki sera gazlarınca yeniden yeryüzüne geri yansıtılma olayıdır.

Dünya üzerindeki ısı başlıca 4 etkenle saptanır;  “Dünyanın almış olduğu güneş ışığı miktarı”  “Dünyanın yansıtmış olduğu güneş ışığı miktarı”  “Sıcaklığın atmosfer tarafından tutulması”  “Su buharının evaporasyonu ve yoğunlaşması”

Sera etkisi genellikle atmosferik sudan kaynaklanır. Toplam sera etkisinin % 85’ini su buharı, % 12’sini atmosferdeki küçük su molekülleri meydana getirir. Su kaynaklı sera etkisi haricindeki “antropojenik” kaynaklı gazlar da sera etkisine sebebiyet vermektedir. , CFC’ler”, “Metan”, “Azot oksitler” ve “Ozon” son zamanlarda atmosferde büyük oranda fazlalaşmıştır.

Küresel Isınmayı Gösteren Kaynaklar  “Jeolojik kayıtlar”

 “Buzulların hacminde azalma”  “Denizlerin yükselmesi”

 “Göllerdeki su sıcaklığının artışı”  “Güncel ölçümler”

 “Matematiksel”

Küresel ısınmayı gösteren kaynaklardan ilki olan Jeolojik Kayıtlar, sel sularına maruz kalmış bulunan bataklıklarda, ovalarda ve göl ya da okyanus diplerinde birikmiş olan sedimanlar bir tarih kitabının sayfalarıyla analogdurlar.

(16)

İskelet materyali, yaprak, deniz kabukları, odun, polen, gibi diğer bitki kısımlarına ait parçacıklar sedimanlarda birikmiş olabilirler ve dünya tarihiyle ilgili son derece önemli ipuçları verirler.

Diğer taraftan organik maddeler geçmişteki değişiklikleri saptayabilmek amacıyla geçmişe ait ipuçları verirler. Bu şekilde hem sedimanlar hem de organik madde geçmişteki iklim hakkında nerede ne yaşandı, ne gibi değişiklikler oldu şeklinde değerlendirme yapmak için kullanılabilir. Jeolojik kayıtların en ilginçlerinden biri buzulların incelenmesidir. “Karın buz haline geçişi yeniden kristalleşme ve buz yoğunluğunda artış şeklinde gerçekleşir bu işlem esnasında buz içinde hava kabarcıklarının kalmasına neden olur”. “Bundan dolayı buzullar geçmişteki atmosfer hakkında bilgi edinmek üzere analizlenebilecek bir zaman kapsülüdür”.

Kafkas bölgesinde yer alan buzulların kütlesi yarıya inmiştir. Rus-Çin sınırında “Tiyen-Şan” dağlarındaki buzul1ar son 40 senede % 20 küçülmüştür. Yeni Zelanda'daki buzullar 20 senede kütlelerinin 1/4 ünü kaybetmişlerdir. İspanyada 1980'de 27 olan buzul sayısı günümüzde 13 e düşmüştür. “Peru'da Ant dağlarında Kori kalis buzulu” 1963–1978 yıllarında yılda 4m. Kadar geri çekilirken 1995 te bu geri çekilme hızı 30 m'ye çıkmıştır.

Denizlerin Yükselmesi, 20. yüzyılda denizler 10-25 cm yükselmiş ve her sene 2 mm yükselmektedir. Yalnız bunun 0.2 ile 0.6 mm’si okyanusların kendi ısıl genleşmelerinden kaynaklanmaktadır. Geriye kalan bölümünün ise buzulların erimesinden ortaya çıktığı hesaplanmaktadır.

Göllerde bulunan su sıcaklığının artışı göllerde yaşayan organizmaların yaşamını zorlaştırmaktadır.

1.2. İnsan Kaynaklı İklim Değişikliği

İnsanlar ve yaptıkları, atmosferindeki “sera gazı”, “aerosoller” ve bulutluluk oranlarını etkilemek suretiyle hızla değiştirmekte ve bu nedenle iklim değişikliği

(17)

olmaktadır. İnsanların yaptıkları arasında birinci sırada atmosfere karbon dioksit bırakan fosil yakıtların kullanılmasıdır.

“Sera gazları” ve “aerosoller”, dünyadaki enerji dengesinin bir parçasını oluşturan, güneşten gelmekte olan ve yer küreden yansıyan termal (kızılötesi) ışınlar arasındaki dengeyi değiştirmek suretiyle iklim değişikliğinde etkili olmaktadırlar. Bahse konu olan gaz ve parçacıkların atmosfer içindeki miktar ve özelliklerinin değişmesi iklimsel konjoktürde soğuma veya ısınmaya sebep olmaktadır.

Teknolojik faaliyetlerin artması ve sanayileşme sürecinin hızlanmasıyla (1750), atmosferin üstündeki insancıl etkiler ısınmayı daha fazla gerçekleşmiştir. Süreç boyunca iklim sistemindeki insancıl etkiler doğal süreçler sonunda olması gerekenden kat ve kat fazla olmuştur. (DSİ, 2019).

1.3. İklim Değişikliğine Neden Olan Sera Gazlarındaki Artış Eğilimleri ve Nedenleri

Kutuplarda bulunan buzullar erimekte, deniz suyu seviyesi yükselmekte ve kıyı kesimlerde toprak kayıpları fazlalaşmaktadır. Şekil 1,1’deki gibi karaların miktarında önemli bir artışın olduğu gözlemlenmiştir.

Şekil 1.1. “180 Milyon Yıl Evvelki ve Günümüzdeki Karaların Dağılışları”

Kaynak: Öztürk, 2002: 49

Dünya iklim sisteminde farklılaşmaya sebep olan küresel ısınmanın yapay ve doğal ve sebeplerden ortaya çıktığı bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Doğal

(18)

nedenler sebepler olarak, Güneş’in etkisi, Presizyon etkisi ve El Nino etkisini gösterilebilir. Yapay sebeplerse ısı adası etkisi, fosil yakıtlar, smong ve sera gazları, sayılabilir. Kuzey Kutbu’ndaki buzulların erimeye başlaması, daha aşağıdaki buzullara doğru akarak erime sürecinin hızlanmasına sebep olur (Hansen, 2004: 268-277).

İklim değişikliği neticesinde meydana gelen sıcak hava Amazonlardaki yağmur ormanların zarar görmesine neden olur. Karbon yutaklarının azalması sonucunda küresel ısınma kaçınılmaz bir gerçektir. Küresel ısınma günümüzde, nükleer, kimyasal ve biyolojik silahların kullanılması, ormanların deforme edilmesi, tehlikeli atıklar, çarpık şehirleşme, toprak kayması, çölleşme gibi insan nedenli faaliyetler çevre dengesi üzerinde yaptığı baskılar tehlikeli boyutlara varmıştır (Keleş ve Hamamcı, 2002: 21).

İklim değişikliğine neden olan sektörlerden bir tanesi de tarım sektörüdür. Sıcaklık değişimleri sonucunda sel, kuraklık, fırtınalar vb. gibi doğal afetler tarım alanlarında tahribiyata neden olmaktadır. Mesela, 2003^de Avrupa’nın çok sayıda ülkesinde tarımsal rekoltede ani düşüş yaşanmıştır (EEA, 2004: 67). “İklim değişikliği” erozyon ve çölleşmeyle toprak verimini düşürerek gübre kullanımına teşvik eder. Azotlu gübre kullanımına bağlı ise atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun yükseldiği görülmüştür.

Demografik etkenlerden olan nüfusun “2050’de Unctad’ın projeksiyonlarına” göre 9 milyarı geçeceği ön görülmektedir. Dünyadaki hızlı nüfus artışı enerji kaynaklarına olan gereksinimi fazlalaştıracaktır. Bilhassa fosil kaynaklı enerji kaynaklarının yoğun kullanımı iklim değişikliğine neden olacaktır.

İklim değişikliğine sebep olan en önemli unsurun insan kaynaklı sera gazları olduğu dikkate alınırsa, atmosferde bulunan sera gazları payının özellikle endüstri devriminden itibaren fazlalaşması ve bu artışın çevre dengesi üzerinden baskı oluşturması iklim değişikliğinin daha çok insan kaynaklı olduğunun bir delilidir.

(19)

Şekil 1.2. Kyoto’da Ölçülen ve Öngörülen Sera Gazlarının Yoğunluğu

Kaynak: http://www.eea.europa.eu (1)

Küresel ısınma, özellikle sanayi devrimiyle başlayan sanayileşme, fosil yakıt kullanımı, enerji üretimi, ormansızlaştırma, nüfus artışı ve ekonomik büyüme gibi nedenlerle canlı yaşamını tehdit eder hale gelmiştir”. Şekil 1.2’de “Avrupa Çevre Ajansının projeksiyonlarına göre “2000-2100” yılları arasında yoğunluğunun üst eşik sınır olan 550 değerini geçeceği ön görülmektedir

1.4. Sera Gazı Emisyonlarının Ekonomik Belirleyicileri

Atmosfer içerisinde sera gazlarının miktarının fazlalaşması, sera etkisi teorisine göre doğal bir sera etkisi meydana getirerek iklimlerde değişikliğe sebep olmakta ve yer yüzeyinin ısınmasına neden olmaktadır. Sera gazı emisyonuna etki eden faktörlerden en önemlilerinden biri fosil yakıtlardır. İnsanoğlunun enerji gereksinimini karşılayabilmek amacıyla yararlanılan fosil yakıtları, rüzgar, hidrolik, biokütle, güneş ve “nükleer sera gazı emisyonları arttıran en önemli faktörlerdir”

(20)

Tablo 1.1. Sera Gazı Emisyonlarının Ekonomik Belirleyicileri

Kaynak: Yaylalı, 2008: 44

“Bu etkenler doğal biçimleriyle sera gazı emisyonlarını etkilerken son dönemlerde küresel ısınmaya katalizör etkisi yapmakta olan insanoğlunun müdahalesiyle daha çok etkilenmektedir”.

(21)

Şekil 1.3: Sektörlere Göre Küresel Sera Gazı Emisyonları

Kaynak: IPCC AR4 Raporu (2007)

1.4.1. Enerji Kullanımı

Yakın zamanlarda küresel ekonomide daralma meydana gelmesine karşın, artış trendinde olan enerji fiyatları, küresel ısınma ve iklim değişikliği hususunda artan duyarlılık, dünya enerji gereksinimindeki “artışa karşın tükenme eğilimine girmiş olan fosil yakıtlara bağımlılığın” sürecek “olması ülkelerin enerji güvenliği konusundaki kaygıları her geçen gün” fazlalaştırmaktadır.

Fosil yakıtlar olarak nitelendirilen doğalgaz, petrol ve kömür, dünya enerji tüketiminde büyük paya sahiptir. “Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA)” yayınlamış olduğu verilerine göre, 2006’da “11.730 mtep (milyon ton eşdeğeri petrol) olan Dünya birincil enerji tüketimi, kurumun kendi Referans Senaryonu göre” “2006-2030” yılları arasında yıllık % 1.6 oranında yükselerek, “17.014 mtep’e” ulaşması tahmin edilmektedir. Bu artış oranı % 45 oranında çıkması manasını taşımaktadır.

(22)

yoğunluğu, yenilenebilir enerji kaynakları, nükleer ya da hidro-elektrik santralleri kullanan devletlerde daha düşük seviyede meydana gelmektedir. Küresel ısınmaya en büyük katkıyı yapan fosil yakıtların türü de önem arz etmektedir. 1 birim enerji üretimi için kömürün yakılması neticesinde karbon emisyonu, doğalgaza göre yaklaşık iki kat daha çoktur (Zhang, 2000).

Dünya nüfusundaki artış, “kentleşme” ve “sanayileşme” “olguları, küreselleşme sonucu artan ticari olanaklar, doğal kaynaklara ve enerjiye olan talebi giderek fazlalaştırmaktadır”. “Fosil yakıtların enerji arzındaki ağırlığı”, “küresel ısınma” ve “iklim değişikliği” olgularının önemini yükseltmektedir. Gelişmekte olan Çin ve Hindistan “gibi nüfusu yoğun ülkelerin enerji arzlarının her geçen gün artması, küresel ısınma olgusunu” kuvvetlendirmektedir.

Şekil 1.4. “Avrupa Birliği Sera Gazı Emisyonlarının Sektörel Trendleri ve

Projeksiyonları”

Kaynak: http://www.eea.europa.eu (2)

Şekil 1.4.’de “Avrupa Çevre Ajansı’nın” sektörlere göre sera gazı emisyon trendleri bulunmaktadır. “1990 ile 2011 yılları arasında gerçekleşen emisyonlar, 2011-2020 yılları arasında ise öngörülen projeksiyonlar (kesikli çizgiler)” sunulmaktadır. “Avrupa Birliği Kyoto Protokolü’ne” “göre, 1990 yılını baz alarak

(23)

hedeflediği emisyon azaltım miktarını tutturamasa da emisyonlar azalma” yönündedir.

1.4.2. Sanayi Faaliyetleri

“Sanayi sektörü, ülkenin kalkınmasındaki katkısı, gelişimi ve rekabetçiliği ekseninde, kaynak tüketimi ve sera gazı emisyonu ile iklim değişikliği üzerinde önemli etkiye sahiptir”. Sanayi sektörünün yapısı, çimento, demir-çelik gibi sera gazı emisyonları açısından yoğun etkiye sahip alt sektörlerin sera gazı emisyonları ve performansları da büyük öneme sahiptir.

İklim bilimcilerin yaptıkları araştırmalar neticesinde 1980-1990 döneminde atmosfer içerisindeki karbondioksit yoğunluğu, yirmi birinci asrın başlarında karbondioksit yoğunluğunun ikiye katlanacağı ve dünyanın yüzey ısısının 1.5 °C-4.5 °C yükseleceği öngörülmektedir (Keleş ve Hamamcı, 2002: 88).

Tablo 1.2. “Farklı ülkelerde üretilen katma değerde sanayinin oranı”

Kaynak: TNO raporu “Greenhouse Gas Efficiency of Industrial Activities in EU and

(24)

“OECD” üyesi olan Türkiye, geçiş ekonomisi ile birlikte, genç nüfusu, artan üretim ve teknoloji altyapısı ile farklı dinamikleri olan bir ülkedir. “Bu dinamikler çerçevesinde başta istihdam, rekabet gücü, kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi ve benzer alanlarda kullanılmak üzere ayrı kaynaklara gereksinimi bulunmaktadır”. “Türk Sanayisi, GSYİH içerisindeki % 20- 25 arasındaki payı ve büyüme oranlarına büyük oranda etkisi nedeni ile sürdürülebilir kalkınma açısından vazgeçilemez bir kaynaktır” (UEP, 2010).

“Demir”, “çelik” ve “alüminyum” üretimini içeren “enerji yoğun sanayiler”, “rafineriler”,” kâğıt”, “temel kimyasallar” (petrokimyasallar, azotlu gübreler vb.) ve başta “çimento olmak üzere” “imalat sanayinde sera gazı emisyonlarının azaltılması önlemleri ve seçenekleri açısından öne çıkmaktadır”. “Hafif sanayi olarak da nitelendirilen düşük enerji yoğun sektörler, içecek, gıda ve tütün üretimini, tekstil üretimini, odun ve odun üretimini ve metal işleme sanayini (otomobilleri, elektronikleri ve çeşitli aletleri) içermektedir”. “İmalat sektöründen kaynaklanan dışı gazlar”, , “HFC’ler”, “PFC’ler” ve ’yı içerir. “Adipik asit”, “nitrik asit”, “HCFC-22” ve “alüminyum üretim süreçleri”, bu gazları istenmeyen yan ürünler olarak salmaktadır. “Bu sanayilerin haricinde, ozon inceltici maddelerin yerine üretim yapan bir kaç sektörü de içerecek biçimde, bu kimyasalları imalat süreçlerinde kullanmaktadır” (Türkeş, 2003: 12).

1.4.3. Tarımsal Faaliyetler

Tarımsal faaliyetler de bütün iktisadi eylemler gibi, “doğal kaynaklara ve bu kaynakların kullanımına dayandığından çevre üzerinde baskı” yaratmaktadır. İnsanoğlunun arzu ve isteklerinin sonsuz “olması, nüfus yoğunluğunun artması ve kar maksimizasyonu gibi ticari endişeler, tarımsal faaliyetlerde büyük yoğunlaşmalara meydan vermiştir”. “Tarım ve çevre arasında dengeli bir ilişkinin varlığı” “sürdürülebilir tarım” kavramıyla izah edilmektedir. “Sürdürülebilir tarım, doğal kaynakların, gelecekte de yarar sağlayacak şekilde yönetilmesini de zorunlu kılmaktadır”. “Arazinin ve doğal kaynakların yarar sağlayacak bir şekilde kullanımı ve çevrenin korunması denge halinde olmalıdır” (Dişbudak, 2008: 1).

(25)

“Dünya üzerinde sera etkisi yaratan çevre meselelerinin “% 51’i Enerji Tüketimi”, “%14’ü Sanayi Faaliyetleri”, “% 18’i Arazi Kullanımı Değişikliği”, “% 14’ü Tarım”, “% 3’ü de diğer kaynakların yarattığı emisyonlar” sebebiyle meydana gelmektedir. Tarımsal kaynaklı sera gazları; ), N2O , (Karbonmonoksit) ve (Azotoksit) olarak sıralanabilir.

“Toprağa uygulanan suni gübre ve hayvan gübresi dolaylı (denitrifikasyon) olarak topraktan” / “gazlarının salınımına” neden olur. “Tarımsal artıkların açıkta yanması” neticesi , CO, ve emisyonları oluşur. Çin ve Hindistan “gibi gelişmekte olan” devletlerde “tarım ve hayvancılık alanların geniş olduğu yerlerde geviş getiren hayvanların ürettiği metandan, tarımsal atıkların yakılmasından ve çeltik ekiminden sera gazı emisyonlarını” fazlalaştırır.

Tarımsal faaliyetlerin insan kaynaklı küresel sera gazı emisyonlarına katkısı % 20’nin üstündedir (IPCC, 2001b). Türkeş’ göre (2003: 14) bunlar:

1. “Çiftliklerde kullanılan fosil yakıtlardan ve esas olarak ormansızlaştırma ve tarımsal üretim ile toprak isleme tekniklerindeki dönüşümlerden kaynaklanan ”

2. “Çeltik tarlalarından, arazi kullanımı değişikliklerinden, biokütle yanmasından, mide fermantasyonundan ve hayvansal atıklardan kaynaklanan ”

3. “Esas olarak islenen tarım topraklarında kullanılan azotlu gübrelerden ve hayvansal atıklardan kaynaklanan

1.4.5. Atık Yönetimi

Atıklar ve atık yönetimi, sera gazı emisyonlarının düzeyini genel olarak 5 ana yolla etkiler (Türkeş, 2003: 16);

i. “Planlı katı atık (çöp) depolamasından dolayı ortaya çıkan metan emisyonları”,

ii. “Atık yanmasından elde edilen enerjinin yardımıyla fosil yakıt kullanımının azalması”,

(26)

iii. “Doğal madde ve imalat sanayilerindeki enerji tüketiminde ve süreç gazı emisyonlarında, geri dönüşüm neticesinde azalma”,

iv. “Kullanılmamış (birinci el) kâğıt istemindeki düşüşe bağlı olarak, orman kesiminin azalması ve bundan dolayı ormanlarda karbon tutulması”,

v. “Satış veya geri dönüşüm için atık taşınmasında enerji kullanımı: Camın tekrardan kullanılması veya da geri dönüşümü için uzun mesafeli taşınması haricinde, ikinci materyallerin taşınmasından kaynaklanan emisyonların büyüklüğü, çoğunlukla öteki 4 unsurdan çok daha küçüktür”.

1.4.6. Konut ve Ticaret Sektörü

Nüfusun süratli artması ve endüstriyel teknolojinin gelişimi ile sağlanan endüstrileşme doğal kaynaklar üstünde baskılar oluşturmaktadır. Avrupa Birliği sürecinde, ticaret ve konut sektörü alanında, saha iyileştirmeleri (rehabilitasyon), emisyonlar ve gürültü konularında kayda değer ilerlemeler sağlanmıştır. “Çevresel

Etki Değerlendirme Yönetmeliği” ve “Endüstriyel Tesislerden Kaynaklanan Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği” “yürürlükte olup bu kapsamda yeni inşa edilen

elektrik üretim santralleri, yönetmeliklere göre yapılmakta ve santrallerden kaynaklanan emisyon değerleri” düzenli biçimde denetlenmektedir.

Hizmet sektörü, çoğu zaman konut (yerleşme) ve ticari yapılar için sera gazı emisyonlarının azaltılması fırsatlarını içerir. Direkt kullanılan fosil yakıt enerjisinden ortaya çıkan “emisyonları ve bu konutlardaki enerji” gereksiniminin giderilmesi “için kullanılan elektrik, sera gazı emisyonlarının bu sektördeki en büyük kaynağıdır”. Diğer sera gazı kaynakları, yalıtkan (izolasyon) köpüğü imalatından, konut ve ticari soğutucularlarla iklimlendirme ve havalandırmadan ortaya çıkan CFC’leri ve yemek ocaklarında ve fırınlarda biokütle yanmasıyla ortaya çıkan çok çeşitli sera gazlarını ihtiva etmektedir (Türkeş, 2003:8-9).

1.5. İklim Değişikliği İle İlgili Uluslararası Belge ve Antlaşmalar

İklim Değişikliği İle İlgili Uluslararası Belge ve Antlaşmalardan başlıcaları; Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Kyoto Protokolü, Bali

(27)

Eylem Planı, Kopenhag Uzlaşması ve Cancun Uzlaşması’dır. İklim Değişikliği İle İlgili Uluslararası Belge ve Antlaşmaları incelemekte fayda bulunduğu aşikârdır

1.5.1. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi

İklim değişikliği ile mücadele etmenin uluslar arası alanda hukuki altyapısı

“BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin (BMİDÇS)” bilimsel kararları, “BM Çevre Programı (UNEP)” ile “Dünya Meteoroloji Örgütü’nün (WMO)” 1988’de

ortaklaşa düzenlediği “Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)” tarafından

“iklim sistemi üzerindeki insan kaynaklı tehlikeli etki” adıyla ortaya çıkarılmıştır.

“IPCC’nin ortaya koyduğu insan kaynaklı faaliyetlerin neden olduğu küresel ısınmanın iklim üzerindeki etkilerine karşı”, 1992’de Rio de Janeiro’da düzenlenen

“Birleşmiş Milletler (BM) Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda” imzaya açılan “BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin (BMİDÇS)”, enternasyonal alanda atılan ilk

ve en önemli adımlardan biridir. 21 Mart 1994’te yürürlüğe giren Sözleşmeye, aralarında Türkiye’ninde bulunduğu 196 ülke ve Avrupa Birliği de taraftır. Ülkemiz Sözleşme ’ye 24 Mayıs 2004’te dahil olmuştur.

“BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS)”, taraf ülkeleri, sera gazı emisyonlarını düşürmeye, “araştırma ve teknoloji üzerinde işbirliği yapmaya ve sera gazı yutaklarını (mesela ormanlar, göller, okyanuslar) korumaya teşvik etmektedir”. “Sözleşme, sera gazı emisyonlarının azaltılması için, devletlerin kalkınma önceliklerini ve özel şartlarını” dikkate alarak “ortak fakat farklılaştırılmış

sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” kuralına dayanır.

Sözleşme ile birlikte bir kısım devletlerin endüstriyel dönüşümden sonra iklimsel değişikliğine neden olan sera gazlarını atmosfere öteki devletlerden daha çok salmalarından dolayı daha fazla sorumluluk almaları gerektiği düşüncesi ortaya çıkmaktadır.. “Ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” “ilkesi ülkelerin bu küresel çabaya sosyo-ekonomik koşulları” içerisinde desteğini önermektedir. Bu kapsamda, Sözleşme, sorumluluklarındaki farklılıklarına göre ülkeleri üç kategoride ele almıştır.

(28)

Ek–I Ülkeleri: Bu grupta yer alan ülkeler, sera gazı emisyonlarını

sınırlandırmak, sera gazı yutaklarını korumak ve geliştirmek, ayrıca, iklim değişikliğini önlemek için aldıkları önlemleri ve izledikleri politikaları bildirmek ve mevcut sera gazı emisyonlarını ve emisyonlarla ilgili verileri iletmekle yükümlüdürler. Bu grup iki ülke kümesinden oluşmaktadır. İlk kategoride “1992 yılı itibarıyla” Türkiye’nin de dâhil olduğu “OECD” üyesi devletler ve “AB”, ikinci kategoride ise “Pazar Ekonomisine” geçiş aşamasındaki devletler bulunmaktadır. “Ek-I’de” toplamda 42 devlet ve “AB” vardır.

Ek–II Ülkeleri: Bu kategorideki devletler, birinci grupta aldıkları

sorumluluklarına ek olarak çevreye uygun teknolojilerin bilhassa kalkınmakta olan “OECD” üyesi devletlere aktarılması ya da bu teknolojilere ulaşımın teşvik edilmesi, kolaylanması ve finanse edilmesi konularında her çeşit harekette bulunmakla mesul tutulmuşlardır. “Ek-II’de” yirmi üç devlet ve “AB” bulunmaktadır.

Ek Dışı Ülkeler: “Bu ülkeler, sera gazı emisyonlarını azaltmaya, araştırma

ve teknoloji transferine ilişkin işbirliği yapmaya ve sera gazı yutaklarını korumaya teşvik edilmekte, ancak belirli bir yükümlülük altına alınmamaktadırlar”. Bu kategoride 154 ülke yer almaktadır.

Türkiye, “BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS)” müzakereleri altında kendine özgü bir konuma sahiptir. Bu bağlamda “Türkiye, Ek I kapsamında olup da geçiş ekonomisi olmayan” ve “özel şartları” Taraflar Konferansı kararlarıyla kabul edilmiş olan tek devlettir.

“Tarihsel sorumluluk, ekonomik potansiyel, teknolojik birikim, insani kalkınma indeksi, hassas ülke konumu vb. göstergeler de” göz önünde bulundurulduğunda; Türkiye’nin Ek-I ülkesi olmakla beraber özel koşulları sebebiyle öbür Ek-I ülkelerinden farklı bir konumda olduğuna işaret eden “26/CP.7 sayılı

Marakeş Kararı” büyük öneme sahiptir. 2001’de Marakeş’te düzenlenen bahse konu “7. Taraflar Konferansı (COP 7)” çerçevesinde, Türkiye’nin “BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS)” Ek-II listesinden çıkarılması kararlaştırılmıştır.

(29)

bir konumda olduğunun altının çizilmesiyle Türkiyenin özel şartlarının göz önünde bulundurulması doğrultusunda çağrı yapılmıştır.

2010’da “Cancun’da” düzenlenen “16. Taraflar Konferansı (COP 16) 1/CP.16 sayılı karar” çerçevesinde, Türkiye’nin diğer Ek-I devletlerinden farklı bir konumda olduğunu tanınmış olup finansman, kapasite geliştirme ve teknoloji transferi olanaklarından faydalanmaya uygun olduğuna işaret edilmiş ve “Uzun Dönemli

İşbirliği Faaliyeti Geçici Çalışma Grubu’nun” belirtilen konuyu değerlendirmeye

devam etmesi istenmiştir.

“2012 yılında Doha’da gerçekleştirilen” “18. Taraflar Konferansında (COP 18) 1/CP.18 nolu karar metninde”, “özel koşulları Taraflar Konferansı tarafından tanınan ülkemize finans, teknoloji ve kapasite geliştirme desteği sağlanmasının önemi vurgulanmış; ulusal iklim değişikliği stratejileri, eylem planları ve düşük emisyonlu kalkınma stratejilerinin ya da “1/CP.16 Kararı” gereğince hazırlanan planların geliştirilmesi maksadıyla finansman, teknolojik, teknik ve kapasite geliştirmeye yönelik destek olunması yönünde çağrıda bulunulmuştur”.

Son olarak, 2014’te Lima’daki “20. Taraflar Konferansı (COP 20)”

“21/CP.20 nolu karar” metninde, Türkiye’nin özel durumundan bahsedilen “26/CP.7, 1/CP.16, 2/CP.17 ve 1/CP.18 no’lu kararlara” atıf yapılmış, durumunun

“Ek-I ülkelerinden” farklı olduğu teyit edilmiş ve finansman, teknoloji ve kapasite geliştirme desteğinin öneminin yeniden altı çizilmiştir.

1.5.2. Kyoto Protokolü

“Kyoto Protokolü”, gelişmiş devletlerin 2000’de ki “sera gazı emisyonlarını 1990 yılı düzeyinde tutmak amacıyla “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve

Sözleşmesi (BMİDÇS)” “bünyesinde yükümlülüklerin daha sıkı hale getirilmesi ve

bağlayıcı bir belge olması maksadıyla 1997’de hazırlanmış ve imzaya sunulmuştur”. Kyoto Protokolü’nün gayesi, “İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmenin” EK-1’inde bulunan devlerin sera gazı salınımlarını, 2012’ye kadar 1990 düzeyinin % 5,2’nin altına indirmektir.

(30)

Kyoto Protokolü, 1990’da hesap edilen toplam emisyon miktarının minimum % 55’inden mesul EK-1 devletlerinin protokolün içerisinde bulunması ve 55 devlet tarafından onaylanmasının gerekliliği ile 1997’de meydana getirilmesine karşın uzun müddet yürürlüğe girememiştir. “Rusya Federasyonunun”, 55.ülke olarak 2004’te Protokolü onaylamasıyla beraber “Kyoto Protokolü” 16 Şubat 2005’de resmi olarak uygulamaya başlanmıştır.

BMİDÇS kapsamındaki;

 “Ek-1; OECD+AB+pazar ekonomisine geçiş süresindeki ülkeler, sera gazı salınımı azaltma mesuliyetini taşırlar”.

 “Ek-2; OECD+AB-15, teknoloji transferi ve mali destek sağlama mesuliyetini taşırlar”.

 “Ek-1 Dışı; diğer ülkeler: Çin, Hindistan, Meksika, Brezilya, sera gazı salınımla ilgili hiçbir sorumlulukları bulunmamaktadır”.

“Ozon Tabakasını İncelten Maddelere Dair Montreal Protokolü” ile “kontrol

altına alınan sera gazları dışında kalan gazlar “Kyoto Protokolü” kapsamına alınmış ve Protokol ile ilk aşamada 6 sera gazının toplam emisyonuna sınırlama getirilmiştir. Bu gazlar”: • “Karbon dioksit ( ) “ • “Metan ( ) “ • “Diazot Monoksit ( ) “ • “Kükürt hekzaflorid ( ) “ • “Perflorokarbonlar ( )” • “Hidroflorokarbonlar ( )”

“Kyoto Protokolü”, hükümlerinin bulunduğu 28 maddeye ek olarak iki ek liste içermektedir. “Ek listeler”, “sınırlanan sera gazları ve kaynaklandığı sektörlerin yer aldığı Ek-A listesi ve ülke bazında” 1990’na kıyasla “sayısal emisyon azaltım hedeflerinin” bulunduğu Ek-B listesinden meydana gelmektedir. “Ek-B ülkeleri” “Sözleşmenin EK-1” listesinde yer alan taraf devletlerinden meydana gelmektedir. Şayet “Sözleşmenin EK-1” listesinde bulunan “Türkiye ve Beyaz Rusya”,

(31)

Protokolün “B listesinde” bulunmamaktadırlar. “Beyaz Rusya”, “Protokolün EK-B listesinde yer almak üzere görüşmelere başlamıştır”.

Ek-B: AB-15, Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan, Letonya, Estonya, Norveç,

Liechtenstein, Litvanya, Polonya, Monako, Romanya, İsviçre, Slovakya, Slovenya, ABD, Kanada, Hollanda, Hırvatistan, Yeni Zelanda, Rusya, Ukrayna, Japonya, Avustralya, İzlanda. Ek-B devletlerinin 2012’ye kadar emisyon azatlım hedefleri bulunmaktaydı.

“Ek-1’de yer alan tarafların emisyon azaltım taahhüdünü gerçekleştirmek için Ek-1 Dışı ülkelerde yapacakları proje faaliyetleri sonucunda” “Sertifikalandırılmış

Emisyon Azaltımı” elde edeceklerdir. Elde edilen “Sertifikalandırılmış Emisyon Azaltımı” ile alakalı projeler daha sonra kendi projeleri için kredi temini olanağı

yaratmış olacaklardır. Temiz Kalkınma Mekanizması-CDM başvuru ve onay verileri incelendiğinde, “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi (BMİDÇS)”

“çerçevesinde açıklanan Mayıs 2010 istatistiklerine göre, toplamda “422.461.632

CERs” “talebinde bulunulmuştur”. “Bu talep üzerinden “411.252.761 CERs” ihraç edilmiştir”. “Toplam” “4200 CDM” “projesinden 2206’ı kayda alınmış olup, halen 86 proje kayıt için sıra beklemektedir”. Aşağıda yer alan grafikte görüleceği gibi “% 49 oran ile Çin en çok CERs” ihraç eden devlettir. “BMİDÇS” verilerine göre “Çin’e ait birçok proje onay aşamasında beklemektedir”.

(32)

Şekil 1.5.CDM-CERS Ülke Dağılımı 49 19 13 10 2 7

CDM-CERs Ülke Dağılımı

Çin Hindistan Kore Brezilya Meksika Diğer Kaynak: https://unfccc.int/ (1)

“Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi (BMİDÇS)” 1” ve

“Ek-2” devletlerinin “CDM” kayıtları için proje bazında başvurularına bakıldığında Büyük Britanya % 28 oran ile ilk sırada bulunmaktadır. “İsviçre % 20 oran ile ikinci sırada yer almaktadır”.

“Karbon kredisinden yararlanan projelerin başında yeşil enerji üretim projeleri bulunmaktadır”. “Bu nedenle yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretimin artırılması küresel çapta büyük önem arz etmektedir”.

(33)

Şekil 1.6.Ek-I ve Ek-II ülkelerinin CDM kayıtları için proje bazında başvuru oranları

Kaynak: https://unfccc.int/ ;(2)

“Önümüzdeki dönemler için “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi

(BMİDÇS)” de bünyesinde ki CERs proje başvurularına baktığımızda en büyük oran

ile “Çin, “Pasifik Asya” ve “Latin Amerika Ülkeleri’nin” ilk sıralarda bulunduğu gözlemlenmektedir”. “Gelişmiş ülkelerde faaliyette bulunan ve salınımından mesul olan şirketlerin bu ülkelerdeki iştirakleri veya şirketleri aracılığıyla başvuru yaptıkları görülmektedir”.

(34)

Şekil 1.7. Ek-I ve Ek-II ülke yatırımcıları tarafından kaydedilen projeler

Kaynak: https://unfccc.int/ (3)

“2010-2012 yılları arasındaki dönemde gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere 30 milyar USD fon sağlanması hedeflenmektedir”. “AB 10,6 milyar USD”, “Japonya 11 milyar USD” ve “ABD 3,6 milyar USD” vaat etmektedir. Gelişmekte olan devletlerinse 2020’ye kadar sera gazı salınım azaltıma yönelik projeler için toplam “100 milyar USD” fon desteği alması hedeflenmektedir.

1.5.2.1. Kyoto protokolü ve Türkiye

Türkiye, 26 Ağustos 2009 tarihi itibariyle “Kyoto Protokolü’ne” resmen taraf olmuştur. “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS)” kapsamında bulunan “üç ana sözleşme listesinden özel şartları tanınarak Ek-1 listesinde” bulunmaktadır.

“Özel durumu sebebiyle gelişmekte olan ülke statüsünü benimsetmiş ve konumu gereği emisyon azaltım sorumluluğu yoktur”. “Ancak 2012 sonrası yeni iklim rejimi Türkiye’yi yakından” ilgilendirmektedir.

(35)

“Protokol çerçevesinde enerji verimliliğini ilgilendiren politika ve tedbirler içerisinde, Türkiye aşağıdaki konular üstünde girişim ve çaba sarf etmektedir”.

• “Ulusal ekonominin ilgili sektörlerinde enerji verimliliğinin artırılması • “Yeni ve yenilenebilir enerji çeşitlerinin, karbondioksit tutma teknolojileri ile

ileri ve yenilikçi çevre dostu teknolojilerin araştırılması, geliştirilmesi, teşvik edilmesi ve yaygınlaştırılması”

• “Sera gazları emisyonları sebebiyle sözleşmenin amacına ve piyasa araçlarının aksine faaliyet gösteren sektörlerin tamamına yönelik tüm mali teşviklerin, vergi ve gümrük muafiyetlerinin ve sübvansiyonların aşamalı olarak azaltılması veya tamamen kaldırılması”

• “İlgili sektörlerde kapsamı dışındaki sera gazları emisyonlarının sınırlandırılması ve azaltılmasına yönelik politika ve tedbirlerin teşvik edilmesini amaçlayan reformların cesaretlendirilmesi “

“Türkiye’nin, yeni oluşacak iklim rejiminde gelişmekte olan ülkelere sağlanması” taahhüt edilen finansman ve teknoloji “fonlarından” yararlanması, “rekabet gücünün” muhafaza edilmesi ve “düşük karbonlu ekonomiye geçişi” yönünden oldukça büyük öneme sahiptir.

1.5.3. Bali Eylem Planı

3-14 Aralık 2007’de Endonezya’nın Bali Adası’nda “İklim Değişikliği

Çerçeve Sözleşmesi’nin” “13. Taraflar Konferansı (COP 13)” ve “Kyoto Protokol’ü 3. Taraflar Toplantısı (CMP 3)” “düzenlenmiştir.” “Konferansa 192 devletin devlet

ve hükümet temsilcileri, BM organları ve kuruluşları, Hükümetler arası kuruluşlar, 413 gözlemci ve” Sivil Toplum Kuruluşu, “531 akredite basın kuruluşu temsilcileri olmak üzere 10.828 kişi” katılım sağlamıştır.

“13. Taraflar Konferansı’nda (COP 13)” “Bali Eylem Planı (Bali Action Plan)” ismi verilen kararlar alınmıştır. “Bu kararlarda, 2012 sonrasında yürürlüğe girecek uzun dönemli işbirliğini sağlayacak kapsamlı bir uluslararası mekanizma geliştirmek üzere müzakerelerin hemen başlaması”, bir “Geçici Çalışma Grubu (AWG-LCA)” “çerçevesinde yapılacak müzakerelerin 2009’da Danimarka’nın

(36)

başkenti Kopenhag’da” gerçekleştirilecek Sözleşme’nin “15.Taraflar Konferansında (COP 15)” neticelendirilmesi önerilmekteydi. Yalnız “Kopenhag’da nihai bir” anlaşmaya varılamamış ve “müzakere süreci” sürmektedir.

“ Bali’deki karar metninde” dikkat çeken bir kısım konular şu şekilde belirtilebilir;

 “Tüm gelişmiş devletlerin emisyon azaltım/sınırlama hedefi gibi ölçülebilir, raporlanabilir ve ispatlanabilir, ulusal olarak uygulanabilir mücadele taahhütlerinde bulunmaları”,

 “Gelişmekte olan ülkelerin ise teknoloji, finansman ve kapasite oluşturma önlemleri ile desteklenen sürdürülebilir kalkınma bağlamında azaltım tedbirleri almaları,

 Uyum alanında, etkilenebilirliğin değerlendirilmesi, tedbirlerin önceliklendirilmesi, mali ihtiyaçların belirlenmesi ve kapasite oluşturmaya öncelik verilmesi

 Müzakerelerin Sözleşme altında yürütülmesi.

 2009 yılı sonuna kadar müzakerelerin tamamlanmasıdır.”

“Bali Yol Haritası (Tablo 1)” çerçevesinde “2012 sonrası iklim rejiminin” saptanması amacıyla; Ortak Vizyon, Teknoloji Transferi, Azaltım, Uyum (Adaptasyon), Finansman konularında “müzakereler” yapılmıştır.

(37)

Şekil 1.8. Bali Yol Haritası

Kaynak:http://www.dsi.gov.tr (http://www.dsi.gov.tr/docs/iklim-degisikligi/cop13.pdf?sfvrsn=2, Erişim: 04.01.2013)

1.5.4. Kopenhag Uzlaşması

2009 yılı Aralık ayının 7 sinde başlayıp 19’unda Kopenhag (Danimarka) kentinde 115 devlet ve hükümet temsilcisi tarafından katılım sağlanması ile gerçekleştirilmiştir. Kopenhag uzlaşması Kyoto Protokol’ünün yerini alacak bir iklim değişikliği uzlaşmasının sağlanması açısından büyük öneme sahiptir. “Kopenhag Zirvesi” şeklinde isimlendirilen bu anlaşma, Hindistan, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin gibi devletlerce tümüyle onay görmemiş ve müzakerelerin devamı yönünde karar alınmıştır.

“Kopenhag Uzlaşması” ile birlikte “ortaya atılan yeni rejimin gerçekleşmesi” halinde, geniş bir enternasyonal mutabakatla “bölgesel ulusal emisyon ticaret sistemlerinin karbon kredilerinin” ihracına onay “izin verilerek karbon kredileri” küresel bir mal durumuna gelmesi sağlanacaktır.

(38)

2009'da Kopenhag Uzlaşması, iklim değişikliğine çözüm önerileri geliştirmek için özel olarak kurulmuştur. Süreç, 2004 ve 2008 Kopenhag Uzlaşısı'na benziyordu ve uzmanlar tarafından bir uzmanlar paneli tarafından değerlendirildi. Panel, ilk 5'in olduğu 15 çözüm sıraladı:

Kopenhag Konferansında kabul edilen toplantı kararları şunlardır (Türkeş, 2009); 1. “İklim değişikliğiyle mücadelede politik çerçevenin vurgulanmasının

gerekliliği belirtilmiştir”.

2. “Sera gazı azaltımının gelişmekte olan devletlerde daha uzun süre alacağının dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştır”.

3. “İklim değişikliğinin negatif etkilerine karşı bütün devletlerin işbirliğinde bulunarak üstesinden gelmesi icap eden bir husus olduğu vurgulanmıştır”. 4. “Sözleşmede Ek I dışı Tarafları (gelişmemiş ve gelişmekte olan), 31 Ocak

2010’a değin eylem planlarını sekretarya ya sunmakla sorumlu olduğu belirtilmiştir”.

5. “Ormansızlaştırma ve orman yitiriminden ortaya çıkan sera gazı

emisyonlarının düşürülmesi amacıyla gelişmiş devletlerin kaynaklarından yararlanılarak ivedilikle tedbir alınması gerektiği vurgulanmıştır”.

6. Gelişmiş devletlerden gelişmekte olan devletlerin ihtiyaçlarını gidermek amacıyla “2010-2012 dönemi için 30 milyar ABD doları” civarında olduğu. Diğer taraftan “Bu miktar 2020 yılı için hedefi 100 milyar ABD doları” olacağı ve bu fonun önemli bir kısmını “Kopenhag Yeşil İklim Fonu” nca karşılanacağı belirtilmiştir.

7. “Teknoloji geliştirme ve aktarılması için bir Teknoloji Düzeneğinin kurulması ifade edilmiştir”.

8. 2010’da bitirilecek olan Kopenhag uzlaşmasının son gayesini

(39)

1.5.5. Cancun Uzlaşması

“Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS)”

tarafından “29 Kasım-10 Aralık 2010’da” “Meksika'nın” “Cancun” şehrinde gerçekleştirilmiştir. “BM iklim konferansında” katılımcılar iklim değişimiyle mücadele etme hususunda bir protokole imza attı. Bu uzlaşmada, “Kyoto” döneminin yeni bir yapıya kavuştuğu ve “Kopenhag Uzlaşmasının” bu zirvede olgunluğa eriştiği ifade edilmiştir. Bolivya'nın karşı çıkmalarına karşın, karşılıklı ödünleri ihtiva eden ve ev sahibi olan Meksika bir metin hazırlamış ve bu metin üstünde anlaşmaya varıldı. Bir kısım ülkelerin “Kyoto Protokolü'ne” karşı çıkmaları sebebiyle yol alınmasında güçlük yaşanmıştır. “Cancun uzlaşması sonunda ortaya çıkan en çarpıcı sonuç, 2012 sonrası dönemde en az gelişmiş ülkeler kapsamındaki 30’a yakın ülke hariç tüm ülkelerin emisyon azaltım taahhütlerini belli programlarla gerçekleştireceği bir süreç belirteceği ifade edilmiştir”. Cancun Uzlaşması’nda 2020’ye değin, senelik “100 milyar USD” "yeşil fon", iklim değişiminin etkilerini hafifletme ve düşük karbon salımına geçişte katkı sunması maksadıyla yardıma ihtiyacı olan gelişmemiş ülkelere tahsis edilmesi kararlaştırılmıştır. 192 devletin katılım sağladığı konferansta, Küresel ısınmanın 2 oC altında tutulmasını hedeflenmiş, bu fonun

2020’ye kadar kurulmasını, bu maksatla ormanların muhafaza edilmesi için gerekli parasal desteğin bu fondan verilmesini öngörmektedir.

(40)

İKİNCİ BÖLÜM

EKONOMİK BÜYÜME VE ENERJİ TÜKETİMİNİN ÇEVRESEL ETKİLERİ: ÇEVRESEL KUZNETS EĞRİSİ YAKLAŞIMI

2.1. Ekonomik Büyüme ve Enerji Tüketimi

2.1.1. Ekonomik Büyüme

Geçtiğimiz iki buçuk asırdır, İngiltere’deki Sanayi Devrimi’nin başlangıcından itibaren dünya çapında insanların yaşam standardında önemli bir iyileşme görülmüştür. Bu durum, insanların büyük miktarlarda mal ve hizmet tüketip kullanabilmelerini sağlayan kişi başına düşen gelir düzeylerinin artmasıyla mümkün olmuştur. Ekonomik büyüme, bir ekonomide üretilen mal ve hizmetlerin miktarında önemli bir süre boyunca sürekli bir artıştır. Ekonomi, bir ülkeyi veya bir bölge, bir şehir veya bir nüfus grubu gibi başka bir coğrafi, politik veya sosyal birimi kapsayabilir. Bir grup topluluğu veya hatta tüm dünyayı içerebilir. Tarihsel olarak üretilen mal ve hizmetlerin mutlak miktarındaki büyüme, genellikle ortalama maddi refahtaki artışlarla ilişkilendirilmiştir. Bu nedenle, ekonomik büyümenin çağdaş tanımları, yükselen ekonomik refah kavramını içerir (Turan, 2008: 11).

Ekonomik büyüme iki şekilde tanımlanmıştır. İlk olarak, ekonomik büyüme, bir ekonominin gerçek milli gelirindeki uzun bir süre boyunca sürekli olarak yıllık artışlar olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir deyişle, ekonomik büyüme net fiyatların sabit fiyatlarla yükselme eğilimi anlamına gelmektedir (Seyidoğlu,2006:23-27). Bu tanım bazı iktisatçılar tarafından yetersiz olarak eleştirilmiştir. Toplam milli gelirin arttığını, ancak insanların yaşam standartlarının düştüğünü iddia edilmiştir. Bu, nüfus toplam milli gelirden daha hızlı arttığında gerçekleşebilir. Örneğin, ulusal gelir yılda% 1 oranında artarsa ve nüfus yılda % 2 oranında artarsa, halkın yaşam standardı düşme eğilimi gösterir. Bunun nedeni, nüfusun milli gelirden daha hızlı artması durumunda, kişi başına düşen gelirin düşmesidir. Milli gelir, nüfustan daha hızlı arttığında kişi başına düşen gelir artacaktır (Yeldan, 2010:18-20).

(41)

Dolayısıyla, ekonomik büyümeyi tanımlamanın ikinci yolu, kişi başına düşen

gelir bakımından yapılmasıdır. İkinci görüşe göre, ekonomik büyüme, bir ülkenin uzun süreli gerçek kişi başına düşen yıllık gelirindeki yıllık artış anlamına gelmektedir. Bu nedenle Arthur Lewis, ekonomik büyümenin, nüfus başına düşen çıktının büyümesi anlamına geldiğini belirtmiştir. Ekonomik büyümenin temel amacı, insanların yaşam standartlarını yükseltmek olduğundan, bu nedenle ekonomik büyümeyi tanımlamanın ikinci yolu, kişi başına düşen gelir veya çıktı üzerinden değerlendirmektir (Ünsal, 2007:42-44).

Kişi başına düşen gelirin sürekli olarak artmasından, kişi başına gelirde uzun bir süre boyunca yükselen eğilim kastedilmektedir. Bir iş çevrimi boyunca gerçekleşen, kişi başına düşen gelirde kısa süreli bir artış, ekonomik büyüme olarak adlandırılamaz. Ekonomik büyüme oranları, hem genel Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) veya Net Ulusal Ürün artışında hem de kişi başına düşen gelirde artış olarak ölçülmektedir. GSMH, bir ekonominin üretebileceği mal ve hizmetlerin toplam üretimini ölçerken, kişi başına düşen gelir, toplumun ortalama bir insanının tüketim ve yatırım için ne kadar gerçek mal ve hizmet alacağını ölçer. Bir ülkenin vatandaşının ortalama yaşam seviyesidir (Özoy ve Tosunoğlu, 2017;286-288).

Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi dünya örgütleri, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin büyüme ve yaşam seviyelerini karşılaştırmak için yıllık Dünya Kalkınma Raporlarında bu ekonomik büyüme tedbirlerini kullanmaktadır. Son yıllarda elde edilen ekonomik büyümenin gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere göre daha yüksek olduğu ilginç bir özelliği ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, geçtiğimiz birkaç on yıl içinde, günümüzün gelişmiş ülkelerinin, uzun bir süre durağan kalan gelişmekte olan ülkelere göre daha yüksek büyüme oranları kaydettiklerine dikkat edilmelidir. Sonuç olarak, gelişmiş ülkelerin halkının kişi başına geliri ve yaşam düzeyleri, gelişmekte olan ülkelerinkiyle kıyaslandığında çok daha yüksektir. Gelişmekte olan ülkelerin sorunu, daha yüksek yaşam seviyelerine sahip olmak için hızlı ekonomik büyüme sağlayarak gelişmiş ülkelere yetişmektir (Turan, 2008: 12-13).

(42)

Yukarıda belirtildiği gibi, kalkınma ekonomisinin evriminin başlangıcında ekonomik büyüme ve gelişme arasında bir ayrım yapılmamıştır. Bununla birlikte, yetmişli yıllardan beri ekonomik büyüme ve ekonomik gelişme arasında ayrım yapılması gerektiği düşünülmüştür. Ekonomik gelişme kavramı hakkında iki görüş vardır. Geleneksel görüş, onu, ulusal ürün yapısında ve işgücünün mesleki örüntüsünde planlı değişiklikler ve bu değişimleri meydana getiren ya da bu değişikliklere eşlik eden kurumsal ve teknolojik değişimler açısından yorumlamak olmuştur (Sengupta,2011: 90-94).

Kuznets’in Modern Ekonomik Büyüme konusundaki çalışmalarında, bu yapısal değişimleri içeren modern ekonomik büyüme sürecini yorumladığı söylenebilir. Bu görüşe göre ekonomik büyüme sürecinde tarımın hem ulusal ürün içindeki payı, hem de işgücünün istihdamının azalması ve sanayilerin ve hizmetlerin payı artmaktadır (Hiç,1994:77-79). Yetmişli yıllara kadar önerilen çeşitli kalkınma stratejileri, genellikle hızlı sanayileşmeye odaklanmıştı. Böylece yapısal dönüşüm sağlanabilirdi. Bu amaçla bu tür yapısal değişikliklerin yapılması için uygun kurumsal ve teknolojik değişiklikler önerilmiştir. Böylece C.P. Kindleberger’in açıklamasına göre; ekonomik büyüme daha fazla çıktı ve ekonomik gelişme, üretildiği teknik ve kurumsal düzenlemelerde daha fazla çıktı ve değişiklik anlamına gelmektedir (Simon,2006,141-142).

Böylece, geleneksel görüşe göre, ekonomik gelişme büyüme artı yapısal değişim anlamına gelir. Yapısal değişim, emeğin tarımdan modern üretim ve hizmet sektörlerine kaymasına neden olan ve aynı zamanda üretimin kendi kendini sürdürebilmesini sağlayan teknolojik ve kurumsal faktörlerdeki değişimleri ifade eder. Özel bir kayda değer olan yapısal değişimin bir yönü, ekonomik kalkınma sürecinde, çalışan nüfusun tarımda düşük üretkenlikten daha yüksek düzeyde üretkenlik düzeyine sahip modern sanayi ve hizmetler sektörlerine kaymasıdır (Kaynak, 2011: 80-84).

Yani, ekonomik kalkınma sürecinde, çalışan nüfusun tarımdaki payı keskin bir şekilde düşerken, modern sanayi ve hizmet sektörlerinde çalışan nüfusun payları önemli ölçüde artmaktadır. İşgücünün sektörel dağılımındaki bu değişim ile birlikte,

(43)

tarımın milli gelire katkısı, sanayi ve hizmet sektörlerinin milli gelire katkısı arttıkça, milli gelirin sektörel kompozisyonunda bir değişiklik meydana gelmektedir. Bu durum, ekonominin büyümesi ve insanların gelirleri arttıkça, halkın tüketim modelindeki değişimin yanı sıra ekonominin farklı sektörlerindeki verimlilik düzeylerindeki değişimlere bağlı olarak gerçekleşir (Sengupta, 2011: 90-94).

Bu açıdan bakıldığında, okuryazarlığın, eğitimin ve sağlığın iyi gelişmesi gibi bazı sosyal faktörlerin rolüne nedensel atıfta bulunulduğu, ancak ikincil öneme sahip olduğu düşünülmüştü. Genel olarak, yetmişli yıllara kadar yaygın olan bu ekonomik gelişme görüşünde, kalkınma, genel GSMH ya da kişi başına düşen GSMH ve büyümeye eşlik eden yapısal değişikliklerin fakir ve işsizlere indirgenmesinin sağlayacağı ekonomik bir olgu olarak görülmüştür. Kitlesel yoksulluğu ve işsizliği ortadan kaldırmak ve gelir dağılımındaki eşitsizlikleri azaltmak için ayrı ya da özel bir çaba gösterilmemiştir (Özoy ve Tosunoğlu, 2017:286-288).

2.1.2. Enerji Tüketimi

Enerji, modern insan yaşamı, endüstri ve ulaşımın temel ihtiyaçlarından biridir. Sanayileşme ile birlikte üretimde insan gücü yerine makinelerin kullanılmaya başlamasıyla birlikte enerjiye ihtiyaç ortaya çıkmış ve bu ihtiyaç günümüze kadar artarak gelmiştir. Enerji anlamındaki karşılıklı bağımlılık yüzyıllardır uluslararası ilişkiler için hayati bir faktör olmuştur. 18. yüzyıldan başlayarak ilk başta odun, daha sonra sanayide ve evsel ısınma için kullanılan kömür, daha sonra da petrol, Norveç, İsveç ve Kuzey Amerika’nın bir dereceye kadar Avrupa ekonomisine entegrasyonuna yol açmıştır. Artan enerji ihtiyacının, ekonomik kalkınma, ülkeler içinde ve ülkeler arasında servetin dağılımı, uluslararası iktidar dengesi, ulusal güvenlik dengesi ve sosyal değişim süreci ile etkileşim içinde olduğu iddia edilebilir. Bu ihtiyacın artmasıyla ortaya çıkan enerji güvenliği, sanayi çağının yükselişinden beri yaygın bir konu olmuş, ancak enerji kaynaklarının daralmasından itibaren ise, bir endişe kaynağına dönüşmüştür. Dolayısıyla, enerji güvenliğinin refah devletinin sosyo-ekonomik gelişimi ile bağlantılı olduğunu söylemek mümkündür (Çelikpala, 2014:82).

(44)

Sanayi devrimden bu yana enerji üretiminde, her dönem enerji ham maddesi ön plana çıkmıştır. Kömürün en önemli enerji kaynağı olduğu dönemi, petrolün egemen olduğu dönem takip etmiştir. 1973-1974 petrol krizlerinin hemen sonrasındaki döneme nükleer enerji, damgasını vurmuştur. Gelişen çevre bilincinin bir neticesi olarak doğal gaz da giderek artan biçimde petrol ve kömürün yanında değer kazanmıştır. Çevre kirliliğinin artması nedeniyle günümüzde yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji üretimindeki payı arttırılmaya çalışılmaktadır. Bununla birlikte petrol ve kömür gibi fosil kaynaklar çevre kirliliği yaratmalarına rağmen, sanayi hammaddesi olarak yaşamsal önem arz etmesi ve enerji üretiminde alternatif kaynakların bu kaynakları ikame etme olanaklarının çok kısa sürede mümkün görünmemesi gibi nedenlerle, önümüzdeki süreçte de dünya enerji tüketiminde rol oynamaya devam etmektedir (Pamir, 2008:58).

Ham petrol, kömür ve gaz, dünya enerji tedariki için temel kaynaklardır. Fosil yakıt rezervlerinin büyüklüğü yanında, bu kaynakların hızla tükeniyor olması, üzerinde durulması gereken temel bir sorundur. Mevcut rezervlerin ne kadar süre enerji ihtiyaçlarına cevap vereceği üzerine belli çalışmalar yapılmaktadır. Elbette hidrokarbon tortuları sonludur. Daha da kötüsü, dünyanın kalan petrol ve gaz rezervleri eşit dağılmamıştır. Örneğin; petrol, Orta Doğu’da % 47,3, Güney ve Orta Amerika’da % 19,4, Kuzey Amerika’da % 14, Avrupa ve Avrasya’da ise % 9,1 oranında bulunmaktadır. Doğal gazla ilgili olarak da, benzer bir orantısız dağılım söz konusudur. Orta Doğu’da % 42,8, Avrupa ve Avrasya’da % 30,4, Asya Pasifik’te ise % 8,4 oranında kanıtlanmış doğal gaz rezervi bulunmaktadır (Stern, 2004: 35-40).

ABD, dünyanın ikinci büyük tüketicisi olan Çin’den üç kat daha fazla enerji tüketmektedir. Fosil yakıtlar en az 2030 yılına kadar en önemli enerji kaynağı olmaya devam edeceğinden ve bu dönemde petrol, gaz ve kömür kullanımının hacimce artması beklenmektedir. Petrolün üretim maliyetleri, arzdaki derin su arama payının genişlemesiyle artmaya devam etmektedir. Kömür rezervleri kıt değildir, ancak kirlilik ve iklim değişikliği nedenlerinden dolayı sorunludur. Kömür ve gaz bol miktarda mevcut olmasına rağmen, çevresel ve lojistik nedenler, petrolden bu enerji kaynaklarına kaymayı engellemektedir (Çelikpala, 2014:82).

(45)

Sanayi devriminden bu yana, enerjinin jeopolitiği, ulusal güvenlik ve refahta bir itici faktör olmuştur. Arz ve talep kaynaklarıyla bağlantılı olan enerjinin politik yönü bilhassa kriz anlarında kamuoyunun dikkatini çekmektedir. Uluslararası Enerji Ajansı’na (IEA) göre, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomilerin büyümesinin devam etmesi ve yaşam standartlarının artmasıyla 2012-2040 yılları arasında sanayide doğal gaz kullanımının yıllık %1,7, elektrik üretiminde ve doğal gaz kullanımının ise yıllık %2,2 artması beklenmektedir (IEA,2013:13).

2.1.3. Ekonomik Büyüme Enerji Tüketimi İlişkisi

Bilindiği gibi, ekonomik büyüme, toplumun ekonomik refah düzeyinin ve herhangi bir hükümetin temel makroekonomik amacının önemli göstergelerinden biridir. Ekonomik büyüme ile diğer makroekonomik değişkenler arasındaki ampirik ilişkinin tüketim, yatırım veya enflasyon oranları gibi kesin olarak belirlenmesi politika yapıcılar için her zaman çok önemli bir konudur ve ampirik literatürdeki güncel bir konu olmuştur. Küreselleşme dalgası ülkeleri yalnızca sosyal, politik ve ekonomik olarak bütünleştirmemiş, aynı zamanda 21. yüzyılın gelişmekte olan ve gelişmiş ülkeleri arasındaki artan rekabeti güçlendirmiştir (Ockwell, 2008:4601).

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında artan rekabet eğilimi, genellikle enerjinin yoğun kullanımıyla birlikte gelen yüksek ekonomik büyüme ile yaygın olarak açıklanmaktadır. Enerji, ekonomik ve sosyal yaşamın ana girdilerinden biridir. Bir ülkenin ekonomik kalkınmasını sağlamak ve sosyal hayatı sürdürmek için enerjiye ihtiyacı vardır. Enerjinin önemi nedeniyle, bu konu hem yoksul hem de yoksul ülkelerde uzun süredir tartışılmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde ekonomik politikalarını yaparken enerji ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin yönünü belirlemek özellikle önemlidir (Usta, 2016:182).

Enerji krizinden bu yana 1970’lerde yaşanan ekonomik ve politik gelişmelerin yanı sıra Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve enerji arzı endişeleri enerji tüketimi ile ekonomik büyüme arasındaki nedensel ilişkinin ampirik olarak tahmin edilmesi için motive edici faktörlerdir. Her şeyden önce, teorik literatür ekonomik büyüme

Şekil

Şekil 1.1. “180 Milyon Yıl Evvelki ve Günümüzdeki Karaların Dağılışları”
Şekil 1.2. Kyoto’da Ölçülen ve Öngörülen Sera Gazlarının Yoğunluğu
Tablo 1.1. Sera Gazı Emisyonlarının Ekonomik Belirleyicileri
Şekil 1.4.  “Avrupa Birliği Sera Gazı Emisyonlarının Sektörel Trendleri ve  Projeksiyonları”
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Çevre kirliliğinin en temel belirleyicileri arasında ekonomik büyüme, finansal gelişme, enerji tüketimi ve dış ticaret yer aldığı için bu çalışmada bu

Dolayısıyla doğal kaynak zenginliğinin ekonomik büyüme üzerindeki etkilerinin kesin olarak belirlenememesi iktisat literatüründe belirsizlikler yaratmakta ve

Hepsinden “daha fazla” ve “daha yakın” olarak planladığımız Nest Bornova; otobanın hemen yanında olma- sının avantajıyla, şehrin kalbinden çok kısa sürede

Ekmek Tebliği’ndeki gramaj değişikliğinin etkisiyle ekmek fiyatları Şubat ayında yüzde 1,94 artmış, ekmek ve tahıllar grubunda yıllık enflasyon yüzde

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün Türkiye'de ozon gazı ölçümleri, kutuplardaki ozon gazı incelmesi, ozon gazının iklim değişikliği üzerine etkisi ve ozon tabakasının

İlçenin yıllık ortalama sıcaklık değerleri 1960 yılından bu yana kayda değer bir artış göstermiştir (Şekil 2). Yağış miktarının çok büyük oranda azalmaması ancak

Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 3(32), 186-204. Keskingöz, H., & Karamelikli, H. Dış Ticaret-Enerji Tüketimi ve Ekonomik Büyümenin CO2

Bunun için 1972-2015 dönemi yıllık verileri kullanılarak Türkiye ekonomisi için kişi başına doğa üzerindeki reel baskı, kişi başı reel GSYH, kişi başı reel GSYH’nin