• Sonuç bulunamadı

Ekonomik Büyüme Enerji Tüketimi İlişkisi

1.5. İklim Değişikliği İle İlgili Uluslararası Belge ve Antlaşmalar

2.1.3. Ekonomik Büyüme Enerji Tüketimi İlişkisi

Bilindiği gibi, ekonomik büyüme, toplumun ekonomik refah düzeyinin ve herhangi bir hükümetin temel makroekonomik amacının önemli göstergelerinden biridir. Ekonomik büyüme ile diğer makroekonomik değişkenler arasındaki ampirik ilişkinin tüketim, yatırım veya enflasyon oranları gibi kesin olarak belirlenmesi politika yapıcılar için her zaman çok önemli bir konudur ve ampirik literatürdeki güncel bir konu olmuştur. Küreselleşme dalgası ülkeleri yalnızca sosyal, politik ve ekonomik olarak bütünleştirmemiş, aynı zamanda 21. yüzyılın gelişmekte olan ve gelişmiş ülkeleri arasındaki artan rekabeti güçlendirmiştir (Ockwell, 2008:4601).

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında artan rekabet eğilimi, genellikle enerjinin yoğun kullanımıyla birlikte gelen yüksek ekonomik büyüme ile yaygın olarak açıklanmaktadır. Enerji, ekonomik ve sosyal yaşamın ana girdilerinden biridir. Bir ülkenin ekonomik kalkınmasını sağlamak ve sosyal hayatı sürdürmek için enerjiye ihtiyacı vardır. Enerjinin önemi nedeniyle, bu konu hem yoksul hem de yoksul ülkelerde uzun süredir tartışılmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde ekonomik politikalarını yaparken enerji ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin yönünü belirlemek özellikle önemlidir (Usta, 2016:182).

Enerji krizinden bu yana 1970’lerde yaşanan ekonomik ve politik gelişmelerin yanı sıra Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve enerji arzı endişeleri enerji tüketimi ile ekonomik büyüme arasındaki nedensel ilişkinin ampirik olarak tahmin edilmesi için motive edici faktörlerdir. Her şeyden önce, teorik literatür ekonomik büyüme

sürecinin farklı belirleyicilerini öne sürse de, 1970’lerde ortaya çıkan bir yakıt kıtlığı, üretim fonksiyonuna açıklayıcı bir değişken olarak enerji tüketimini ekleyerek ve bunları artırarak, ülkelerin ekonomik büyüme sürecinin yeni bir boyutunu ortaya koymuşlardır. Enerji tasarrufu ilk kez hükümetlerin gündemindeki politikalar içerisinde yer almıştır. İkincisi, 1990’lardan sonra dünya nüfusunun artması ve çevre ile ilgili endişelerin yanı sıra, enerji tedarik eden ülkelerdeki olumsuz politik gelişmelerin ortaya çıkması, hükümetleri önlemler almaya yöneltmiştir (Topallı ve Alagöz, 2014:152-154).

Üçüncü olarak, bu bir karbondioksit emisyonunun, küresel iklim değişikliğinin en önemli faktörü, fosil enerji kaynaklarının tüketiminin doğrudan sonucudur. Bu durum, ekonomik üretim sürecinde enerjinin bir girdi faktörü olarak rolünün yeni araştırmalarını teşvik etmektedir. Çevresel faktörlerin yanı sıra Kyoto protokolünün alınmasını zorunlu kıldığı tedbirler hükümetlerin enerji tüketimini düşürülmesine ya da kontrol edilmesine neden olmuştur. Enerji kullanımıyla ilgili kısıtlayıcı politikalar çeşitli ekonomik faydalar ve maliyetler gerektirdiğinden, toplam enerji tüketimi ile ekonomik büyüme arasındaki ampirik ilişkinin yönünü belirlemek, politika yapıcılar için de ekonomistler için önemli bir konudur (Örgün ve Pala, 2017:10).

Son olarak, Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte, enerji bakımından zengin bölgelerde “jeopolitik üstünlük” çatışmaları, küresel nüfus ve gelir düzeyindeki değişikliklerin bir nedeni olarak, enerji arz güvenliğinin yanı sıra dünya çapındaki enerji talebinde de ciddi kaygılar doğurdu. BP’nin 2013 yılı enerji görünümüne göre, nüfus artışındaki artış ve kişi başına düşen gelir, artan küresel enerji talebinin arkasındaki kilit faktörlerdir. 2035 yılına gelindiğinde, dünya nüfusunun 8,7 milyar seviyeye ulaşacağı tahmin ediliyor, bu da 1,6 milyar insanın, enerji arz güvenliği kavramıyla ilgili artan endişelere yol açan enerjiye ihtiyaç duyacağı anlamına gelmektedir (Yaşar, 2017:86).

Makara çıkış seviyesi ve enerji kullanımı arasındaki ilişkinin yönü, herhangi bir ekonomik sistemin hem arz hem de talep tarafında önemli bir rol oynar. Ekonominin talep yönüyle ilgili olarak, ham petrol, doğal gaz, kömür veya elektrik gibi enerji kaynaklarının tüketimi, farklı ihtiyaçlarını nihai tüketici malları olarak

karşılayarak, hanelerin faydalarını maksimuma çıkarır (Ockwell, 2008:4601). Ancak, literatürde enerji kaynaklarının arz bağlamındaki etkisine ilişkin iki karşıt görüş bulunmaktadır. Bunlardan ekolojik ekonomi yaklaşıma göre, enerjinin ekonomik büyüme üzerindeki etkisi açıktır. Enerji, emek ve sermaye gibi ana girdi faktörü olarak kullanılmaktadır. Bu yaklaşıma göre, enerji kaynakları değer yaratma sürecinin temel girdisi olarak yorumlanabilir ve artı değer üretme özelliği de dahil olmak üzere bir üretim faktörünün tüm özelliklerini elde edebilir. Ancak neoklasik yaklaşıma göre, büyüme hızı nüfus artış hızına göre belirlenir ve büyüme hızındaki artışta tek teknolojik gelişme olduğu varsayılmaktadır. Ayrıca, enerjinin ekonomik büyüme üzerinde bir etkisi olmadığı, çünkü Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’daki (GSYİH) payının önemsiz olduğu iddia edilmektedir (Yaşar,2017:86).

Öte yandan, ekonomik sistemin özellikleri ve ekonomik büyüme sürecinin aşaması, enerji tüketiminin çıktı büyüme göstergeleri üzerindeki etkisinin temel faktörleridir. Enerji ekonomisi literatüründe enerji kullanımı ile ekonomik büyüme arasındaki nedensellik yönüne dair gözle görülür kanıt bulunmamasına rağmen, bu olası ilişkiyi tanımlayan dört ana hipotez vardır (Mehrara, 2007:2953).

Bunlardan birincisi, büyüme hipotezine göre enerji tüketimi, ekonomik büyüme sürecinin belirleyicisidir. Bu durumda, enerji tüketimine ilişkin politikaları korumak, ekonomik büyüme ve istihdam seviyeleri üzerinde yıkıcı etkilere neden olabilirken, genişleyici politikalar ekonomik büyümeyi teşvik edebilir. Granger nedensellik bağlamında, enerji tüketiminden ekonomik büyümeye kadar uzanan tek yönlü nedensel ilişki anlamına gelir. GSYİH’dan enerji tüketimine doğru tek yönlü nedensellik varsa, kısıtlayıcı politikaların daha uygulanabilir olabileceğini ima eden bu durumda koruma hipotezi desteklenecektir. Bozoklu ve Yılancı (2013) 20 OECD ülkesi için ekonomik büyüme ve enerji tüketimi arasında bulunan nedensellik ilişkisini Granger nedensellik testini tatbik etmiş, kalıcı ve kalıcı nedenselliği belirlemek için frekans tabanlı olarak modeli tekrar incelemiştir. Araştırmacılar Japonya ve Belçika için büyüme hipotezinin geçerli olduğuna destek olan neticeler elde etmişlerdir. Soytaş ve Sarı (2003) araştırmalarında Türkiye için büyüme hipotezini destekleyecek netice elde etmişlerdir (Örgün ve Pala, 2017:10).

Neoklasik ekonomik büyüme teorisine paralel olarak, tarafsızlık hipotezi, enerji kullanımı ile GSYİH arasındaki nedensellik yokluğunu ima ederek, ekonomik büyüme göstergeleri üzerindeki yıkıcı etkiler konusunda endişelenmeden muhafazakar veya geniş enerji politikalarının uygulanmasına yol açmaktadır. Bu durumda yenilenebilir enerji politikaları, çevresel bozulmayı en aza indirgemek için uygulanabilir. Koruma hipotezine benzer şekilde, tarafsızlık hipotezi, enerji tasarruf politikalarının ülke ekonomisini olumsuz yönde etkilemeden sürdürülebileceği anlamına gelir. Tarafsızlık hipotezi, ekonomik büyümedeki bir artışın, enerji tüketiminde bir artışa neden olmaması durumunda doğrulanır. Yıldırım ve diğerlerinin (2014) beş Asya ülkesinde, kişi başına enerji tüketimi ile kişi başına reel GSYİH arasındaki nedensel ilişkiyi araştırmak için hem panel verileri hem de zaman serisi analizlerini kullanmıştır. Çalışmanın ampirik sonuçları; Filipinler, Endonezya, Malezya ve Tayland koruma hipotezini desteklerken, Singapur tarafsızlık hipotezini desteklemiştir.

Koruma hipotezinde ise, ekonomik büyümeden enerji tüketimine doğru tek taraflı bir nedensellik bulunduğunu iddia eden bir hipotezdir. Bu hipotezde enerji tüketiminin kısıtlanmasına yönelik politikaların ekonomik büyümeye hiçbir olumsuz etkisi bulunmadan ya da çok az bir olumsuz etkisi olacak şekilde uygulanabileceği iddia edilmektedir. Bozoklu ve Yılancı (2013) çalışmasının sonucu Meksika, Kanada, Avustralya, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık için GSYİH’dan enerji tüketimine doğru tek taraflı ve geçici bir ilişki ancak Norveç Almanya, Belçika ve Amerika Birleşik Devletleri için sürekli bir ilişki bulunduğu ortaya konulmuştur.

Son olarak, geribildirim hipotezi, Granger nedensellik bağlamında enerji tüketimi ve gelir arasında iki yönlü nedensellik gerektirir. Geniş enerji politikalarının bu durumda reel GSYİH üzerinde olumsuz etkileri olmayacağından, bu ülkelerde enerji tüketimini artıran yenilenebilir stratejiler uygulanabilir. Herhangi bir ekonomi için uygun bir enerji politikası çıkarımı elde etmek için, gözlemlenen ülke için bu hipotezin hangisinin desteklendiğinin belirlenmesi çok önemlidir. Bozoklu ve Yılancı (2013) çalışmasından çıkan deneysel sonuçlar Avusturya, İtalya, Hollanda,

Danimarka ve Japonya için enerji tüketimi ile ekonomik büyüme arasında hem geçici hem de kalıcı karşılıklı nedensellik bulunduğunu desteklemektedir.

Benzer Belgeler